DİMMET
Deve ve koyun tersi.
DİMN
Deve ve koyun tersi.* Selin getirdiği çörçöp.
DİMNE
(C.: Dimen) Ters. * Duvar temeli. * Kin, düşmanlık. * Süprüntülük.
DİMNE
f. Tilki.
DİN
(Dyne) Fr. Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü.
DİN
Ceza, ivaz. * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur. * Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat. * Millet. * Âdet, hâl, siyaset. * Hesab. * Kahr, galebe, istilâ. * Mâlik olmak. Aziz olmak. * İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet. * Hüküm, kazâ ve ihsân. * Bir şeyi âdet eylemek, de'b. * Siret ve tarikat. * Tedbir ve tevhid. * Melik, mülk. * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek. *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.
DİNAK
İri gövdeli, şişman kadın.
DİNAMİK
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu. * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli. * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan. Hareketle birlikte te'sirli kuvveti de olan.
DİNAMO
yun. Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet.
DİNAN
Küpler.
DİNAR
Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
DİNDAR
f. Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
DİNDARANE
Dindar bir kimseye yakışacak tarzda.
DİNEN
Din bakımından, diyanet noktasından, dince.
DİN-İ FERİD
Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te'min etmesidir. Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halâskârıdır. Ve halâskârlık namı, O'na verilmek lâzımdır." M.)
DİNKAS
İfsad etmek, bozmak.
DİNNABE
Kısa boylu kimse.
DİNNAME
Kısa boylu.
DİNNEME
Kısa boylu.
DİNPERVER
f. Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.
DİNYA
Emmi oğlu, amca oğlu.
DİPLOMAT
yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı. * Becerikli, söz söyliyebilen.
DİR'
Zırh, demirden gömlek. * Kadın gömleği.
DİRAHŞ
f. Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık.
DİRAHŞAN
f. Parlıyan, parlak.
DİRAHŞENDE
f. Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan.
DİRAHT
f. Ağaç. Şecer.
DİRAHT-I MEYVEDÂR
Meyve veren, yemişli ağaç.
DİRAK
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.
DİRAN
(Dâr. C.) Evler, hâneler.
DİRASE
Kitab okumak. * Elbiseyi eskitmek. * Gizli yol. * Harmanda buğday döğmek. * Uyuz olan deveyi katranlamak.
DİRAYET
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak. * Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
DİRAYETKÂR
f. Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı.
DİRAYETLİ
Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı.
DİR-BAZ
f. Uzun zaman, uzun müddet, uzun.
DİRDİH
Yaşlı, pir, ihtiyar kişi.
DİRDİM
Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve.
DİREFŞ
f. Alem, bayrak, sancak.
DİREKTİF
Fr. Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir.
DİREKTUVAR
Fr. Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.
DİREM
(Dirhem) f. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.
DİREM-SERA
f. Darbhâne, para basılan yer.
DİRENG
f. Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur. * Dinlenme, karar, istirahat, aram.
DİREV
f. Ekin biçme, hasat.
DİREV-GER
f. Ekin biçen, orakçı.
DİRHA
Süngü ile oynadıkları halka.
DİRHAM
(C.: Derâhim) Kuruş.
DİRHEM
(Bak: Direm)
DİRHEVS
Katı, şiddetli nesne, şedid.
DİRİGA
f. Yazık, eyvahlar olsun!
DİRİĞ
f. Men'etmek, korumak, esirgemek. * Eyvâh, yazık.
DİRİN(E)
f. Eski, kadim.
DİRİTNOT
(Diritnavt) ing. Büyük harp gemisi.
DİRKİTE
Acem diyarında bir oyun adıdır. (Bir yere gelip raks ederler.)
DİRVAS
Büyük deve. * Boynu kalın olan adam. * Arslan. * Köpek ve devenin sütü.
DİRYAK
Tiryâk, ilâç.
DİRZ
(C.: Duruz) Dünya nimetleri. * Lezzet.
DİSAM
Şişe ağzına konulan tıpa. * Yaraya bağlanan bez. * Kulak içine sokulan şey. * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.
DİSAR
(C.: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar.
DİSAR
(C.: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise. * Yatak çarşafı. * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
DİSE
f. Kişi, şahıs, zât, fert.
DİSİPLİN
Fr. Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar. * Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
DİSKALİFİYE
Fr. Müsabaka dışı bırakılmış.
Dİ-ŞEB
Dün gece.
DİV
f. Dev. * İblis, şeytan. * Cinn, ifrit.
DİVAN
Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap. * Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.
DİVAN DURMAK
Huzurda hazır olarak beklemek.
DİVANÇE
f. Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası.
DİVANE
f. Deli. Aklı başında olmayan.
DİVANE-GÎ
f. Delilik, divânelik.
DİVANE-REV
f. Çılgın, delicesine davranan.
DİVANHANE
f. Odalar arasındaki büyük salon. Büyük ev. Divan kurulacak büyük oda. Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon.
DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.
DİVAN-I ÂLÎ
Yüce divân.
DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ
Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.
DİVAN-I EŞ'ÂR
Şiirler divanı, şiirler kitabı.
DİVAN-I HARP
Harp divanı. Yüksek rütbeli askerlerin harp mes'eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis.
DİVAN-I HÜMÂYUN
f. Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.
DİVAN-I İLÂHÎ
Âhiretteki hesap günü. Haşirde muhasebe günü.
DİVAN-I NÜBÜVVET
Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi.
DİVAR
f. Duvar.
DİVÂR-GER
f. Duvarcı.
DİV-BAD
f. Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. * Divanelik, delilik, cinnet.
DİV-BEÇE
f. Deve yavrusu.
DİV-CAME
f. Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi.
DİV-ÇE
f. Sülük. * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti. * Ağaç kurdu, güve. * Arka kaşağısı.
DİVE
f. İpek böceği.
DİVEK
f. Ağaç kurdu, güve.
DİVER
f. Ev sahibi.
DİVİT
Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza.
DİYAF
Bir mevzi.
DİYANET
Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.
DİYAR
(Dâr. C.) Memleket.
DİYAR-I ÂHAR
Başka, diğer memleket.
DİYAR-I GURBET
f. Gurbet diyarı. Yabancı memleket.
DİYAR-I KÜFR
İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler.
DİYAR-I RUM
f. Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu.
DİYAS(E)
Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek. * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.
DİYAT
(Diyet. C.) Diyetler. (Bak: Diyet)
DİYEKE
(Dîk. C.) Dîkler, horozlar.
DİYER
(Dâr. C.) Dârlar, hâneler, evler.
DİYET
Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim.
DİYET
Kan bedeli. Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal. Can pahası. * Para, değer. Kıymet.
DİYET-İ KÂMİLE
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.
DİZ
f. Kal'a, sur.
DİZ(E)
f. Levn, renk.
DİZA
Noksanlaştırmak. * Eziyet vermek. * Ezâ etmek. * Hor ve hakir etmek.
DİZÇEK
Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh.
DİZDAR
f. Kale muhafızı, kale ağası.
DOĞA
(Bak: Tabiat)
DOĞA ÖTESİ
(Bak: Metafizik)
Deve ve koyun tersi.
DİMN
Deve ve koyun tersi.* Selin getirdiği çörçöp.
DİMNE
(C.: Dimen) Ters. * Duvar temeli. * Kin, düşmanlık. * Süprüntülük.
DİMNE
f. Tilki.
DİN
(Dyne) Fr. Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü.
DİN
Ceza, ivaz. * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur. * Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat. * Millet. * Âdet, hâl, siyaset. * Hesab. * Kahr, galebe, istilâ. * Mâlik olmak. Aziz olmak. * İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet. * Hüküm, kazâ ve ihsân. * Bir şeyi âdet eylemek, de'b. * Siret ve tarikat. * Tedbir ve tevhid. * Melik, mülk. * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek. *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.
DİNAK
İri gövdeli, şişman kadın.
DİNAMİK
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu. * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli. * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan. Hareketle birlikte te'sirli kuvveti de olan.
DİNAMO
yun. Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet.
DİNAN
Küpler.
DİNAR
Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.
DİNDAR
f. Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
DİNDARANE
Dindar bir kimseye yakışacak tarzda.
DİNEN
Din bakımından, diyanet noktasından, dince.
DİN-İ FERİD
Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te'min etmesidir. Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halâskârıdır. Ve halâskârlık namı, O'na verilmek lâzımdır." M.)
DİNKAS
İfsad etmek, bozmak.
DİNNABE
Kısa boylu kimse.
DİNNAME
Kısa boylu.
DİNNEME
Kısa boylu.
DİNPERVER
f. Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.
DİNYA
Emmi oğlu, amca oğlu.
DİPLOMAT
yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı. * Becerikli, söz söyliyebilen.
DİR'
Zırh, demirden gömlek. * Kadın gömleği.
DİRAHŞ
f. Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık.
DİRAHŞAN
f. Parlıyan, parlak.
DİRAHŞENDE
f. Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan.
DİRAHT
f. Ağaç. Şecer.
DİRAHT-I MEYVEDÂR
Meyve veren, yemişli ağaç.
DİRAK
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.
DİRAN
(Dâr. C.) Evler, hâneler.
DİRASE
Kitab okumak. * Elbiseyi eskitmek. * Gizli yol. * Harmanda buğday döğmek. * Uyuz olan deveyi katranlamak.
DİRAYET
Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak. * Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
DİRAYETKÂR
f. Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı.
DİRAYETLİ
Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı.
DİR-BAZ
f. Uzun zaman, uzun müddet, uzun.
DİRDİH
Yaşlı, pir, ihtiyar kişi.
DİRDİM
Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve.
DİREFŞ
f. Alem, bayrak, sancak.
DİREKTİF
Fr. Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir.
DİREKTUVAR
Fr. Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.
DİREM
(Dirhem) f. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.
DİREM-SERA
f. Darbhâne, para basılan yer.
DİRENG
f. Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur. * Dinlenme, karar, istirahat, aram.
DİREV
f. Ekin biçme, hasat.
DİREV-GER
f. Ekin biçen, orakçı.
DİRHA
Süngü ile oynadıkları halka.
DİRHAM
(C.: Derâhim) Kuruş.
DİRHEM
(Bak: Direm)
DİRHEVS
Katı, şiddetli nesne, şedid.
DİRİGA
f. Yazık, eyvahlar olsun!
DİRİĞ
f. Men'etmek, korumak, esirgemek. * Eyvâh, yazık.
DİRİN(E)
f. Eski, kadim.
DİRİTNOT
(Diritnavt) ing. Büyük harp gemisi.
DİRKİTE
Acem diyarında bir oyun adıdır. (Bir yere gelip raks ederler.)
DİRVAS
Büyük deve. * Boynu kalın olan adam. * Arslan. * Köpek ve devenin sütü.
DİRYAK
Tiryâk, ilâç.
DİRZ
(C.: Duruz) Dünya nimetleri. * Lezzet.
DİSAM
Şişe ağzına konulan tıpa. * Yaraya bağlanan bez. * Kulak içine sokulan şey. * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.
DİSAR
(C.: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar.
DİSAR
(C.: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise. * Yatak çarşafı. * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
DİSE
f. Kişi, şahıs, zât, fert.
DİSİPLİN
Fr. Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar. * Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.
DİSKALİFİYE
Fr. Müsabaka dışı bırakılmış.
Dİ-ŞEB
Dün gece.
DİV
f. Dev. * İblis, şeytan. * Cinn, ifrit.
DİVAN
Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap. * Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.
DİVAN DURMAK
Huzurda hazır olarak beklemek.
DİVANÇE
f. Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası.
DİVANE
f. Deli. Aklı başında olmayan.
DİVANE-GÎ
f. Delilik, divânelik.
DİVANE-REV
f. Çılgın, delicesine davranan.
DİVANHANE
f. Odalar arasındaki büyük salon. Büyük ev. Divan kurulacak büyük oda. Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon.
DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.
DİVAN-I ÂLÎ
Yüce divân.
DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ
Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.
DİVAN-I EŞ'ÂR
Şiirler divanı, şiirler kitabı.
DİVAN-I HARP
Harp divanı. Yüksek rütbeli askerlerin harp mes'eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis.
DİVAN-I HÜMÂYUN
f. Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.
DİVAN-I İLÂHÎ
Âhiretteki hesap günü. Haşirde muhasebe günü.
DİVAN-I NÜBÜVVET
Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi.
DİVAR
f. Duvar.
DİVÂR-GER
f. Duvarcı.
DİV-BAD
f. Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. * Divanelik, delilik, cinnet.
DİV-BEÇE
f. Deve yavrusu.
DİV-CAME
f. Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi.
DİV-ÇE
f. Sülük. * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti. * Ağaç kurdu, güve. * Arka kaşağısı.
DİVE
f. İpek böceği.
DİVEK
f. Ağaç kurdu, güve.
DİVER
f. Ev sahibi.
DİVİT
Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza.
DİYAF
Bir mevzi.
DİYANET
Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.
DİYAR
(Dâr. C.) Memleket.
DİYAR-I ÂHAR
Başka, diğer memleket.
DİYAR-I GURBET
f. Gurbet diyarı. Yabancı memleket.
DİYAR-I KÜFR
İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler.
DİYAR-I RUM
f. Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu.
DİYAS(E)
Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek. * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.
DİYAT
(Diyet. C.) Diyetler. (Bak: Diyet)
DİYEKE
(Dîk. C.) Dîkler, horozlar.
DİYER
(Dâr. C.) Dârlar, hâneler, evler.
DİYET
Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim.
DİYET
Kan bedeli. Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal. Can pahası. * Para, değer. Kıymet.
DİYET-İ KÂMİLE
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.
DİZ
f. Kal'a, sur.
DİZ(E)
f. Levn, renk.
DİZA
Noksanlaştırmak. * Eziyet vermek. * Ezâ etmek. * Hor ve hakir etmek.
DİZÇEK
Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh.
DİZDAR
f. Kale muhafızı, kale ağası.
DOĞA
(Bak: Tabiat)
DOĞA ÖTESİ
(Bak: Metafizik)