FA
Osmanlıca alfabenin 23'üncü harfi olup ebcedî değeri 80'dir.
FAAL
Balta sapı. * Kerem.
FA'AL
(Mübalâgalı ism-i fâil) Çok işleyen ve çalışan. Durmayıp işleyen. Çalışkan. Devamlı iş yapan.
FA'ALÂNE
f. Hiç durmazcasına çalışarak. Daima çalışır surette.
FAALE(T)
(Fâil. C.) Fâiller, özneler, iş yapanlar.
FA'ALİYET
İş görmek, çalışmak. Boş durmayış.
FAALİYET-İ RUBUBİYET
Allah'ın rububiyet faaliyeti ve icraatı.(Hâlik-ı Zülcelâl hayret-nümâ, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i Rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdit ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki: Herbir faaliyette, bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet; bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işaret eder. Ve mâdem kemâl-i mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcib-ül-Vücud, zât ve sıfât ve ef'âlinde, bütün enva-ı kemâlâta câmi'dir; elbette o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-i zâtisine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtisine münasip bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddesen ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır. Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tâbiri câiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz onun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlukatının istidatları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden, o mahlukatın memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahim'e ait, tâbiri câiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor.Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuâtın gayelerine dâir gösterdiği faideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâletine düşer veya Sofestai olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni'i inkâr eder veya Halika "mûcib-i bizzat" der. M.)
FA'ALÜN LİMA-YÜRİD
Kayyumiyet sırrıyla ve faaliyet-i daimesiyle her an istediğini istediği gibi yapar. meâlinde bir âyettir.
FABRİKA
Sanayi mâmüllerinin büyük ölçüde imal edildiği yer.
FACİ'
(Fâcia) Büyük belâ. Musibet. Acıklı. Elem verici hâdise. (Dram)
FÂCİA-ENGİZ
Fâcialı. Çok acıklı.
FÂCİA-NÜVİS
f. Acıklı ve hazin tiyatro romanı yazan kimse.
FACİAT
Fâcialar, belâlar, musibetler.
FACİR
Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
FACİRE
Kötü hayata alışmış, ahlâksız kadın. Günahkâr.
FADIL
(Bak: Fâzıl)
FADIR
(C: Füdr) Zayıf. * Âciz, güçsüz. * Yaşlı dağ keçisi.
FA'FA'
Kasap. * Çoban. Hafif kimse.
FA'FAA
Çobanın koyunu çağırması. Çağırıp "fâfâ" demek.
FA'FAÎ
Koyun çobanı.
FAGIRE
Hind nilüferi denilen bitkinin kökü.
FAGOSİT
yun. Organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen hücre.
FAGR
Açmak.
FAĞFUR
Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı. * Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.
FAHAMET
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
FAHAMET-LÛ
Osmanlı İmparatorluğu devrinde sadrazama, prenslere ve Mısır Hidivi'ne verilen bir ünvan.
FAHAMET-PENAH
f. Yegâne müracaat edilecek en büyük makam.
FAHEKA
Vurulduğu yerden kan çıkartan kılıç ve neşter parçası.
FAHH
Ağ, kapan, tuzak.
FAHHAM
Kömürcü.
FAHHAR
Çok öğünen. Çok iftihar eden. Fahur. * Çanak, Çömlek. Toprak testi.
FAHHARE
Ağaç kap.
FAHHARÎ
Çanak, çömlek, testi ve bardak yapan kimse.
FAHHAŞ
Her cins fenalık ve kötülükleri şahsında toplamış olan kimse.
FAHH-UL FÂR
Fare kapanı.
FAHİM
(Fahm. dan) İtibâr ve nüfuz sâhibi olan, büyük zât.
FAHİM
Akıllı. Anlayışlı.
FAHİMÂNE
f. İtibar ve nüfuz sahibi kimseye yakışır şekilde, fahim olana yakışacak surette.
FAHİR
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen. * Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı. * Büyük ve iyi nesne. * Koruğu büyük çekirdeksiz hurma. * Memeleri büyük deve.
FAHİŞ
Ahlâka uymaz ve terbiyesiz olan. * Haddi tecavüz eden. Mübalâğalı. * Çok bahil. Nekir ve yaramaz şey.
FAHİŞE
Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın. * Allah'ın menettiği şey. * Zâniye. Kahbe.
FAHİTE
(C: Fevâhit) Yabani güvercin.
FAHL
Yavaşlık, hilm.
FAHL
İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılır adam. * Erkek. (hayvan) * Aygır. * Beyitler, hadis-i şerifler, rivâyetler anlatan kimse.
FAHM
Kömür. Karbon. * Susmuş. Nefesi kesilmiş.
FAHM
Büyük, kebir, ulu.
FAHMÎ
(Fahmiyye) Kömürümsü, kömürle alâkalı.
FAHM-İ HAYVANÎ
Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.
FAHM-İ MA'DENÎ
Mâden kömürü.
FAHM-İ NEBATÎ
Bitkisel kömür.
FAHMİYYET
Karbonat. Kömürleşmiş olan şey.
FAHR
Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
FAHREDDİN-İ RAZÎ
(Milâdi 1149-1209) Büyük bir müfessir-i Kur'andır. Fizik, matematik ve tıb hakkında eserleri de vardır.
FAHRÎ
Karşılıksız olarak. Parasız olarak. * İftiharla. Övünerek.
FAHR-İ KÂİNAT
(Fahr-i Âlem, Zübde-i Kâinat, Seyyid-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nâmları. Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.). (Bak: Mefhar)
FAHRİYE
Bir kimsenin kendini medih için söylediği söz veya şiir. Fahre mensub ve müteallik olan.
FAHRİYYEN
Gönülden isteyerek. Karşılıksız olarak.FAHRUL İSLAM $ (Pezdevî): Mavera-ün Nehir'deki Hanefî fukahasının meşhurlarındandır. Hicri 482 tarihinde Semerkant'ta vefat etmiştir.
FAHS
Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme. * Ayırtmak. * Bahsetmek. * Seyirtmek. * Sıçramak.
FAHŞA
Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
FAHUR
Bir fesliğen cinsi.
FAHUR
Çok övünen, çok iftihar eden. Mütekebbir. Tekebbür ve taazzum edici.
FAHURANE
f. Kendini beğenerek. Kendini medhederek. Çok övünerek.
FAHZ
Büyüklenmek, kibirlenmek.
FAHZ
Uyluk. Kalça. Bacağın kalçadan dize kadar olan kısmı. * Bir kimsenin en yakın aşiretinden olan cemaat.
FÂİDE
(C.: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.
FÂİDE-MEND
f. Kârlı, faydalanan, menfaat elde eden.
FAİH
(C.: Fevâih) Meyve ve çiçek kokusu.
FÂİK
Üstün, üstünde. Diğerinden daha değerli ve üstün. Her şeyin güzide ve a'lâsı. Âli. * Başın boyun ile bitiştiği yer.
FAİKİYYET
Üstünlük. Kıymetlilik.
FÂİK-ÜL AKRÂN
Akranlarından daha üstün.
FÂİL
İşi yapan. Fiili işleyen. * Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
FÂİL-İ HAKİKÎ
Bir işte hakiki te'sir sahibi. Onu hakkı ile yapan (Allah C.C.)
FÂİL-İ HAYR
Hayır işleyen, hayır sahibi.
FÂİL-İ MUHTAR
Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).
FÂİL-İ MÜBAŞİR
Huk: Bir şeyi bizzat yapan kimse.
FÂİL-İ MÜŞTEREK
Huk: İşlenmiş olan bir suçta parmağı olan. Suç ortağı.
FÂİLİYYET
İşleyicilik. Müessir olmak. Fâile mensub ve müteallik oluş.
FAİTE
Geçen. Fevt olan. * Vaktinde kılınmamış olan namaz.
FAİZ
(Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan. * Kapının üstündeki eşik.
FAİZ
Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Böylece malların fiatı faiz yüzünden %50 civarında veya daha fazla artar. Bu malı satın alanlar, ödedikleri fiatla birlikte vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar. Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zenginleşen bir zümrenin türemesine de sebep olurlar. İslâm, faizi haram kılmakla bu haksızlıkları önler. (Bak: Riba) * Taşan, dolan.
FAJ (FÂJE)
f. Esneme.
FAK
Yaşlanmış, ihtiyar kimse.
FAK' (FIK')
(C: Fıkıa) Bir cins beyaz yumuşak mantar.
FÂKA(T)
Zaruret, ihtiyaç. Yoksulluk, fakirlik.
FAKAD
Beş parmak dedikleri otun tohumu.
FAKAHAT
El ayası.
FAKAHET
Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak. (Bak: Fıkıh)
FAKAHETLÛ
Evvelce müftüler hakkında kullanılmış olan resmî bir lâkab.
FÂKA-İ ŞEDİDE
şiddetli ihtiyaç.
FAKAKA
Ahmak adam.
FAKAKI'
Su üstünde olan kabarcıklar.
FAKAM
Bir kimsenin ağzını yumduğunda alt dişlerinin öne çıkıp, üst dişleriyle üstüste gelmesi. * Dolmak, imtilâ olmak.
FAKARE
(C: Fikar) Omurga kemiği.
FAKAT
("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.
FAKD
Bulunmamak, bir şeyi kaybetmek. Belirsiz olmak. * Talebetmek, istemek.
FAKD-I NAKD
Para yokluğu.
FAKD-ÜL AHBAB
Ahbabsızlık, dostsuzluk. Ahbabın bulunmayışı.
FAKE
Fakirlik.
FAK'E
Uyumak.
FAKFAKA
Ahmak adam.
FAKFAKA
Köpeğin korkudan ürümesi.
FAKFON
Kim: Çinko, nikel ve bakırdan yapılan gümüş görünüşünde bir halita.
FAKHA
Her nebatın yeni açmış çiçeği. * Bir yıldız adı. * Dübür halkası.
FAKIA
Zahmet, meşakkat.
Osmanlıca alfabenin 23'üncü harfi olup ebcedî değeri 80'dir.
FAAL
Balta sapı. * Kerem.
FA'AL
(Mübalâgalı ism-i fâil) Çok işleyen ve çalışan. Durmayıp işleyen. Çalışkan. Devamlı iş yapan.
FA'ALÂNE
f. Hiç durmazcasına çalışarak. Daima çalışır surette.
FAALE(T)
(Fâil. C.) Fâiller, özneler, iş yapanlar.
FA'ALİYET
İş görmek, çalışmak. Boş durmayış.
FAALİYET-İ RUBUBİYET
Allah'ın rububiyet faaliyeti ve icraatı.(Hâlik-ı Zülcelâl hayret-nümâ, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i Rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdit ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki: Herbir faaliyette, bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet; bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işaret eder. Ve mâdem kemâl-i mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcib-ül-Vücud, zât ve sıfât ve ef'âlinde, bütün enva-ı kemâlâta câmi'dir; elbette o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğnâ-i zâtisine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtisine münasip bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddesen ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır. Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tâbiri câiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz onun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlukatının istidatları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden, o mahlukatın memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahim'e ait, tâbiri câiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor.Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuâtın gayelerine dâir gösterdiği faideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâletine düşer veya Sofestai olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni'i inkâr eder veya Halika "mûcib-i bizzat" der. M.)
FA'ALÜN LİMA-YÜRİD
Kayyumiyet sırrıyla ve faaliyet-i daimesiyle her an istediğini istediği gibi yapar. meâlinde bir âyettir.
FABRİKA
Sanayi mâmüllerinin büyük ölçüde imal edildiği yer.
FACİ'
(Fâcia) Büyük belâ. Musibet. Acıklı. Elem verici hâdise. (Dram)
FÂCİA-ENGİZ
Fâcialı. Çok acıklı.
FÂCİA-NÜVİS
f. Acıklı ve hazin tiyatro romanı yazan kimse.
FACİAT
Fâcialar, belâlar, musibetler.
FACİR
Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. (Bak: Fecir)
FACİRE
Kötü hayata alışmış, ahlâksız kadın. Günahkâr.
FADIL
(Bak: Fâzıl)
FADIR
(C: Füdr) Zayıf. * Âciz, güçsüz. * Yaşlı dağ keçisi.
FA'FA'
Kasap. * Çoban. Hafif kimse.
FA'FAA
Çobanın koyunu çağırması. Çağırıp "fâfâ" demek.
FA'FAÎ
Koyun çobanı.
FAGIRE
Hind nilüferi denilen bitkinin kökü.
FAGOSİT
yun. Organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen hücre.
FAGR
Açmak.
FAĞFUR
Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı. * Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.
FAHAMET
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
FAHAMET-LÛ
Osmanlı İmparatorluğu devrinde sadrazama, prenslere ve Mısır Hidivi'ne verilen bir ünvan.
FAHAMET-PENAH
f. Yegâne müracaat edilecek en büyük makam.
FAHEKA
Vurulduğu yerden kan çıkartan kılıç ve neşter parçası.
FAHH
Ağ, kapan, tuzak.
FAHHAM
Kömürcü.
FAHHAR
Çok öğünen. Çok iftihar eden. Fahur. * Çanak, Çömlek. Toprak testi.
FAHHARE
Ağaç kap.
FAHHARÎ
Çanak, çömlek, testi ve bardak yapan kimse.
FAHHAŞ
Her cins fenalık ve kötülükleri şahsında toplamış olan kimse.
FAHH-UL FÂR
Fare kapanı.
FAHİM
(Fahm. dan) İtibâr ve nüfuz sâhibi olan, büyük zât.
FAHİM
Akıllı. Anlayışlı.
FAHİMÂNE
f. İtibar ve nüfuz sahibi kimseye yakışır şekilde, fahim olana yakışacak surette.
FAHİR
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen. * Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı. * Büyük ve iyi nesne. * Koruğu büyük çekirdeksiz hurma. * Memeleri büyük deve.
FAHİŞ
Ahlâka uymaz ve terbiyesiz olan. * Haddi tecavüz eden. Mübalâğalı. * Çok bahil. Nekir ve yaramaz şey.
FAHİŞE
Ahlâksız ve hayâsız kadın. Namusunu korumayan kadın. * Allah'ın menettiği şey. * Zâniye. Kahbe.
FAHİTE
(C: Fevâhit) Yabani güvercin.
FAHL
Yavaşlık, hilm.
FAHL
İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılır adam. * Erkek. (hayvan) * Aygır. * Beyitler, hadis-i şerifler, rivâyetler anlatan kimse.
FAHM
Kömür. Karbon. * Susmuş. Nefesi kesilmiş.
FAHM
Büyük, kebir, ulu.
FAHMÎ
(Fahmiyye) Kömürümsü, kömürle alâkalı.
FAHM-İ HAYVANÎ
Hayvan kemikleri yakılarak elde edilen hayvan kömürü.
FAHM-İ MA'DENÎ
Mâden kömürü.
FAHM-İ NEBATÎ
Bitkisel kömür.
FAHMİYYET
Karbonat. Kömürleşmiş olan şey.
FAHR
Övünme. Yaptığını sayarak övünme. Övülmeye sebeb olacak kimse. Fazilet. Büyüklük. Şeref.
FAHREDDİN-İ RAZÎ
(Milâdi 1149-1209) Büyük bir müfessir-i Kur'andır. Fizik, matematik ve tıb hakkında eserleri de vardır.
FAHRÎ
Karşılıksız olarak. Parasız olarak. * İftiharla. Övünerek.
FAHR-İ KÂİNAT
(Fahr-i Âlem, Zübde-i Kâinat, Seyyid-i Kâinat) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nâmları. Bütün âlemin kendisi ile şeref bulduğu, iftihar ettiği Hz. Muhammed (A.S.M.). (Bak: Mefhar)
FAHRİYE
Bir kimsenin kendini medih için söylediği söz veya şiir. Fahre mensub ve müteallik olan.
FAHRİYYEN
Gönülden isteyerek. Karşılıksız olarak.FAHRUL İSLAM $ (Pezdevî): Mavera-ün Nehir'deki Hanefî fukahasının meşhurlarındandır. Hicri 482 tarihinde Semerkant'ta vefat etmiştir.
FAHS
Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme. * Ayırtmak. * Bahsetmek. * Seyirtmek. * Sıçramak.
FAHŞA
Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
FAHUR
Bir fesliğen cinsi.
FAHUR
Çok övünen, çok iftihar eden. Mütekebbir. Tekebbür ve taazzum edici.
FAHURANE
f. Kendini beğenerek. Kendini medhederek. Çok övünerek.
FAHZ
Büyüklenmek, kibirlenmek.
FAHZ
Uyluk. Kalça. Bacağın kalçadan dize kadar olan kısmı. * Bir kimsenin en yakın aşiretinden olan cemaat.
FÂİDE
(C.: Fevaid) Kazanç, kâr, nef', menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama.
FÂİDE-MEND
f. Kârlı, faydalanan, menfaat elde eden.
FAİH
(C.: Fevâih) Meyve ve çiçek kokusu.
FÂİK
Üstün, üstünde. Diğerinden daha değerli ve üstün. Her şeyin güzide ve a'lâsı. Âli. * Başın boyun ile bitiştiği yer.
FAİKİYYET
Üstünlük. Kıymetlilik.
FÂİK-ÜL AKRÂN
Akranlarından daha üstün.
FÂİL
İşi yapan. Fiili işleyen. * Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir.
FÂİL-İ HAKİKÎ
Bir işte hakiki te'sir sahibi. Onu hakkı ile yapan (Allah C.C.)
FÂİL-İ HAYR
Hayır işleyen, hayır sahibi.
FÂİL-İ MUHTAR
Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).
FÂİL-İ MÜBAŞİR
Huk: Bir şeyi bizzat yapan kimse.
FÂİL-İ MÜŞTEREK
Huk: İşlenmiş olan bir suçta parmağı olan. Suç ortağı.
FÂİLİYYET
İşleyicilik. Müessir olmak. Fâile mensub ve müteallik oluş.
FAİTE
Geçen. Fevt olan. * Vaktinde kılınmamış olan namaz.
FAİZ
(Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan. * Kapının üstündeki eşik.
FAİZ
Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Böylece malların fiatı faiz yüzünden %50 civarında veya daha fazla artar. Bu malı satın alanlar, ödedikleri fiatla birlikte vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar. Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zenginleşen bir zümrenin türemesine de sebep olurlar. İslâm, faizi haram kılmakla bu haksızlıkları önler. (Bak: Riba) * Taşan, dolan.
FAJ (FÂJE)
f. Esneme.
FAK
Yaşlanmış, ihtiyar kimse.
FAK' (FIK')
(C: Fıkıa) Bir cins beyaz yumuşak mantar.
FÂKA(T)
Zaruret, ihtiyaç. Yoksulluk, fakirlik.
FAKAD
Beş parmak dedikleri otun tohumu.
FAKAHAT
El ayası.
FAKAHET
Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak. (Bak: Fıkıh)
FAKAHETLÛ
Evvelce müftüler hakkında kullanılmış olan resmî bir lâkab.
FÂKA-İ ŞEDİDE
şiddetli ihtiyaç.
FAKAKA
Ahmak adam.
FAKAKI'
Su üstünde olan kabarcıklar.
FAKAM
Bir kimsenin ağzını yumduğunda alt dişlerinin öne çıkıp, üst dişleriyle üstüste gelmesi. * Dolmak, imtilâ olmak.
FAKARE
(C: Fikar) Omurga kemiği.
FAKAT
("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.
FAKD
Bulunmamak, bir şeyi kaybetmek. Belirsiz olmak. * Talebetmek, istemek.
FAKD-I NAKD
Para yokluğu.
FAKD-ÜL AHBAB
Ahbabsızlık, dostsuzluk. Ahbabın bulunmayışı.
FAKE
Fakirlik.
FAK'E
Uyumak.
FAKFAKA
Ahmak adam.
FAKFAKA
Köpeğin korkudan ürümesi.
FAKFON
Kim: Çinko, nikel ve bakırdan yapılan gümüş görünüşünde bir halita.
FAKHA
Her nebatın yeni açmış çiçeği. * Bir yıldız adı. * Dübür halkası.
FAKIA
Zahmet, meşakkat.