Osmanlıcada ''F''ile başlayan kelimelerin anlamları

FETKELÎN
Belâ. Zahmet.
FETL
Bükmek. * Yüz döndürmek.
FETN
Yakmak, ihrak etmek.
FETRET
Uyuşukluk, zayıflık. * Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman. * Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi. * İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz, sükûnetli geçen devir. * Tıb: İki ateşli hastalık arasındaki geçen zaman.(Suâl ediyorsunuz ki: Zaman-ı fetrette, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ecdadı bir din ile mütedeyyin mi idiler?Elcevab: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın, bilâhare gaflet ve mânevi zulümat perdeleri altında kalan ve hususi bâzı insanlarda cereyan eden bakıye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivâyât vardır. Elbette Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'dan gelen ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette, din-i hak nurundan lâkayd kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlub olmamışlar. Bil'ittifak, teferruattaki hâtiatlarından muâhezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş'arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Mâdem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz. M.)
FETŞ
Sorup aratmak.
FETT
Kırmak, kesr.
FETTAH
(Fetih. den) En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. Her şeyi en iyi cihetten açan. Her şeyi açan. Zabteden Allah (C.C.)
FETTAHİYYET
Fethedicilik. Her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek sıfatı. (Yâni, Fettah isminin tecellisi ile basit bir maddeden ayrı ayrı çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta bir ânda, bir fiil ile açılmasıdır. Ş.)
FETTAK
(Fetk. den) Kanlı katil, çok sayıda insan öldürmüş kimse.
FETTAN
Fitneci. Kurnaz. Fitne çıkaran. Karıştıran. * Hırsız. * Şeytan. * Altın eriten kuyumcu.
FETTANE
Mehenk taşı. Altun ve gümüşü muâyeneye yarıyan taş.
FETTE
Açmak. * Yardım. * Hüküm.
FETUR
Oruç açacak nesne. * Yaratmak. * Yarmak. * İki parmağıyla kaşımak.
FETUT
Ekmek parçaları.
FETVA
Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.
FETVA EMİNİ
Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İlâmat müdür ve mümeyyizi, başmüsevvit, müsevvit gibi ulema ve fukahadan müteaddit memurlar vardı.Fetva eminleri, en yüksek ilim sahipleriyle beraber memuriyetlerinin unvanlarına münasib olarak emin, fakih ve müteşerri' kimseler arasından seçilirlerdi. Fetva eminlerinden, şeyhülislâm olanlar da vardır.Fetva eminliği Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatından sonra ihdas edilmiştir. İstanbul'un fethinden evvel, Bursa Kadıları bu işi gördükleri gibi, İstanbulun fethinden sonra İstanbul Kadısı olan Hızır Bey, fetva eminliği vazifesini görürdü. Bu müessese Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etmiştir. (O.T.D.S.)
FETVA-PENAH
Fetvaya sığınan Şeyhülislâm.
FE'V (FE'Y)
Yarmak. * Koparmak. * İki dağ aralığı.
FEVAHİŞ
(Fâhiş. C.) Fâhiş işler. Bozuk işler. Kötü ve haram olan işler, ameller.
FEVÂİD
(Fayda. C.) Faydalar. Faydalı şeyler.
FEVÂİD-İ ME'MULE
Umulan faydalar.
FEVAİH
(Fâih. C.) Meyve ve çiçek kokuları.
FEVAİT
(Fevt. C.) Fevt olmuş şeyler. * Vaktinde kılınmamış namazlar.
FEVAK (FÜVÂK)
İki sağım arasında devenin memesinde sütün birikmesi. * Rahat. * Rücu. * Uzun boyunlu bir nevi su kuşu.
FEVAKİH
(Fâkihe. C.) Meyveler, yemişler, fâkiheler.
FEVARİS
(Fâris. C.) Atlılar, biniciler.
FEVASIL
(Fâsıla. C.) Fâsılalar. (Bak: Fâsıla)
FEVATİH
(Fâtiha. C.) Fâtihalar. Başlangıçlar. * Son vermeler. * Bir kitabın mukaddemeleri.
FEVAZIL
(Fâzıla. C.) (Bak: Fâzıl)
FEVC
Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım. * Koşmak. Sür'at etmek. * İyi kokunun dağılıp yayılması.
FEVC FEVC
Dalga dalga, kısım kısım, takım takım, akın akın, cemaat cemaat.
FEVC-Â-FEVC
Akın akın, takım takım.
FEVD
Tavşancıl kuşunun kanadı. * Ölmek. * Canip, taraf, yön.
FEVD
Bir işi veya emri başkasına teslim etmek.
FEVDEC
(C: Fevâdic) Mahfe.
FEVEHAN
(Fevh. C.) Güzel kokular.
FEVEHAT
(Fevha. C.) Güzel kokular.
FEVERÂN
Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak. * Köpürmek. * Coşmak. * Kokunun etrafa yayılması. * Depreşmek. * Şiddet.
FEVERÂN-I ÂB
Suyun fışkırması.
FEVERÂN-I DEM
Kan fışkırması.
FEVG
şişman olmak.
FEVGA'
İri vücutlu, şişman kadın.
FEVH
Ağız büyüklüğü.
FEVH
Kokmak.
FEVH
Yaradan kan fışkırması. * Bolluk, genişlik. * Güzel kokunun yayılması. * Kaynamak.
FEVHA
(C.: Fevehât) Güzel koku.
FEVHED
Semiz oğlan, şişman çocuk.
FEVK
Üst. Üst taraf. Yüksek derece. Yukarı.
FEVKALÂDE
Âdetin fevkinde. Ayrıca, hususi surette. Bilinenlerin üstünde. Müstesna ve yüksek bir surette.
FEVKALBEŞER
(Fevk-al beşer) İnsan gücünün üstünde, insanüstü.
FEVKALGAYE
Son derecede.
FEVKALHAD
(Fevk-al had) Huduttan ileride. Sınırsız. Hudutsuz.
FEVKALKANUN
Kanun üstü. Kanunun kabul etmediği. Kanunun karışmadığı.
FEVKALKÜLL
(Fevk-al kül) Hepsinin fevkinde. Bütününün üstünde.
FEVKALME'MUL
(Fevk-al me'mul) Ümidin fevkinde, Umulandan ziyade. Ümid edilmedik şekilde. Beklenmedik bir anda.
FEVKALMU'TÂD
(Fevk-al mu'tâd) Her zamankinden üstün. Âdetin fevkinde.
FEVKANÎ
Üst, üst tarafta, üstteki.
FEVKATTAHAMMÜL
(Fevk-at tahammül) Tahammülün üstünde, tahammül edilmez, dayanılmaz, dayanılması imkânsız.
FEVR
Hemen. Birdenbire. Acele. Sür'at. * Bir adamın geldiği semt ve cihet. * Suyun kaynayıp fışkırması.
FEVREN
Birdenbire, sür'atle, çarçabuk.
FEVRES
Buğday, hınta.
FEVRÎ (FEVRİYYE)
Düşünmeden ve âni olarak yapılan hareket.
FEVT
Ölüm, mevt. * Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
FEVT-İ FURSAT
Fırsat kaçırma. Fırsatı değerlendirememe. Ele geçen bir imkânı kullanamama.
FEVVARE
Fıskıye, su fışkırtan şey.
FEVZ
Ölmek, mevt.
FEVZ
Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet.
 
FEVZÂ
Kargaşalık. Anarşi. * Karışmış, muhtelit.
FEVZAÎ
Anarşist. Hiç bir din ve nizam tanımayan. * Kargaşalık ve anarşi ile alâkalı.
FEVZAİYE
Fls: Anarşik. Kanun ve nizam tanımayan hal ve hareket.
FEVZÂ-YI ÂRÂ
Fikirlerin karmakarışık olması. Fikre ait anarşi. Fikrî anarşi.
FEVZÎ
Kurtuluşa, fevze âit ve müteallik.
FEVZİYE
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması üzerine II.Sultan Mahmud tarafından eski odalar mevkiine verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması esnasında, yeni odalar Kara Cehennem'in attığı yağlı paçavralarla yanmış, eski odalar da ocağın ilgasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır. Gerek yanan ve gerekse yıkılan yerlerin vaziyetlerinin tâyini hakkında Sadrazam Selim Mehmed Paşa'nın, Padişaha arzettiği telhis üzerine, Sultan Mahmud, yeni odaların bulunduğu yere Ahmediye, eski odalar mevkiine de Fevziye adının verilmesini emretti (O.T.D.S.)
FEY'
Ganimet. Harbde elde edilen mal. * Rücu'. * Haraç. * Zeval vaktinden sonraki gölge. (Bak: Fey-i zeval)
FEY' (FEY'A)
Her nesnenin evveli.
FEYA
Yahu... gibi mânaya gelir, hayret ifade eder.
FEYAC
Söz, kelam.
FEYAFÎ
(Feyfâ. C.) Çöller, sahralar.
FEYALİLACEB
(Fe-yâ lil'aceb) Hayret ve taaccüb ifâdesi için söylenir.
FEYAYİH
(Feyhâ. C.) Genişlikler, enginlikler, boşluklar.
FEYC
(C: Füyuc-Feycân) Haber getiren peyk.
FEYCEN
Sedef dedikleri ot.
FEYD
Sallanmak.
FEYDUM
Bir nevi mâcun.
FEYEZAN
f. Suyun çok olup taşması, çoşması. * Bolluk, fazlalık, feyiz.
FEYFA'
(C.: Feyâfi) Büyük çöl, sahra.
FEYFA-NEVERD
f. Çöl yolcusu. Çöllerde yol alıp ilerliyen.
FEYH
Sıcağın şiddetlenmesi. * Koku yayılmak. * Kazan kaynamak. * Yara kanamak.
FEYHA
Bir nevi toprak çanak. * Genişlik, vüs'at.
FEYHA
Geniş ve büyük olan. Engin.
FEYHAK
Geniş nesne.
FEYHEC
İçki ölçülen bardak. Şarab. Hamr. Bâde.
FEY-İ ZEVAL
Güneşin garba doğru dönmesinin başlaması, Güneş tam ortada gibiyken yerde dikili olan şeylerin gölgeleri batıdan doğuya dönüp kısalmakta son bulduğu zamandır. Bundan sonra öğle namazı vakti başlar.
FEYK
Tavuğun gıdaklaması. * Uzun boylu erkek. * İyi olmak.
FEYL
Hamile kadının sütü.
FEYLAK
Büyük adam. * Çok asker. Kolordu. * (C: Feyâlik) İpek böceği ve kozası.
FEYLEKUN
Kandıra dedikleri hasır otu.
FEYLEKUS
Fil kulağı dedikleri büyük yassı yapraklı ot.
FEYLEM
Geniş, büyük nesne.
FEYLEMANÎ
Cüssesi büyük olan.
FEYLESOF
Felsefe ile uğraşan, felsefeci. (İlm-i hikmetle meşgul olan mütefennin. Dinle münasebeti olmayan gayr-ı müslim. L.R.) (Bak: Hükemâ)(İ'lem Eyyühel-Aziz! Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh, avrupa feylesofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'anın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben öyle gördüm; nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar, hakkın esrârını, Kur'an nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünki kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet, o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.)
FEYLULE
İkindiden akşama kadar olan ve mekruh addedilen uyku. (Bak: Kaylule)
FEYNAN
Güzel uzun saçlı kişi.
FEYNE
Zaman. Saat.
FEYRUZEC
Piruze dedikleri kıymetli taş.
FEYŞE (FEYŞELE)
(C: Feyâşil-Fiyeş-Fiyâş) Zeker başı.
FEYTEK
Dülger.
FEYYAD
Erkek baykuş. * Çok yiyen adam.
FEYYAL
Fil çobanı. File bakan kimse.
FEYYAZ
Çok feyz veren. Çok bereket ve bolluk veren. (Bak: Feyz)
FEYYAZ-I MUTLAK
Mutlak ve sonsuz feyiz ve bolluk sahibi. Allah.(Kader herşeye bir miktar ve o miktara göre bir kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlak'tan aldığı feyze olan kabiliyeti, o kalıba göredir. M.N.)
FEYYAZ-I MÜTEÂL
Çok feyz ve bereket veren. Müteâl olan Allah (C.C.)
FEYYİH
Şiddetli adam.
FEYYİL
Zayıf hüküm.
FEYZ
(C.: Füyuz) Bolluk, bereket. * İlim, irfan. Mübareklik. * Şan, şöhret. * İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak. * Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. * Bir haberi fâş etmek. * İçindeki düşüncesini izhar etmek.(Hakaik-ı imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz. Belki bir mevhibe-i İlâhiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. M.)
FEYZ
Ölmek.
FEYZ Ü RİF'AT
İlerleme, bolluk ve yükseklik.
FEYZA FEYZ
Feyiz ile dolu, bol.
FEYZ-AVER
f. Feyz getiren. Feyiz veren. * Bolluk veren.
FEYZ-BAHŞ
f. Feyiz ve bereket veren, feyiz bağışlayan.
FEYZ-DAR
f. Feyizli, bol, bereketli, gür.
FEYZ-EFZA
f. Feyiz artıran, bollaştıran.
FEYZÎ
Bolluk ve berekete ait ve müteallik. Feyze mensub.
FEYZ-İ SAFÂ
Neşenin feyzi, safânın bolluğu.
FEYZ-NAK
f. Feyizli, bereketli, bol.
FEYZ-RESAN
f. Bolluk ve bereket getiren, feyiz bahşeden.
FEYZ-YAB
f. Bollaşan, feyiz bulan. Feyze nâil olan.
FEZA
Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. * Yer geniş olmak. * Açık sahra. * Saha. * Yerde akan su.
FEZA
Rahim içinden çıkan su.
FEZA
(Efzâ) f. Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza $ : Can verici. Hayret-feza $ : Çok hayret verici. Ruh-feza $ : Ruh verici.
FEZA'
Korku. Havf. * Sığınma, dehalet. * Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.
FEZAA
Yolda ve tarlada yapılan ve höyük denilen suret.
FEZAÎ
Gökle alâkalı. Göğe âit. Geniş sahaya âit. Fezaya âit ve müteallik.
FEZAİL
(Bak: Fazâil)
FEZA-NEVERD
f. Fezâda dolaşan, boşlukta giden.
FEZÂ-YI FEYZ
Feyiz sahası, feyzin fezası.
FEZÂ-YI ITLÂK
Hudutsuz gökyüzü. Nihayetsiz feza.
FEZAZE
Ahlâkı kaba ve kerih olmak.
FEZD
Kan aldırmak.
FEZÎZ
Seyelân etmek, akmak.
FEZLEKE
Hülâsa. Netice. Öz. İcmâl. * Hesap listesinde netice.(S - Gerek Kur'an-ı Kerim olsun, gerek tefsiri olan Hadis-i Şerif olsun; her fenden, her ilimden birer fezleke almışlardır. Bir kitab veya bir şahsın yalnız fezlekeleri ihata etmekle harika olması lâzım gelmez. Bir şahıs, pek çok fezlekeleri ihata edebilir?C - Bahsettiğimiz fezleke, sellemehüsselâm fezlekeler değildir. Ancak, hüsn-ü isabetle münasib bir mevkide ve münbit bir yerde, işitilmemiş çok işaretleri tazammun etmekle istimal ve zer' edilen fezlekelerdir. Kur'an veya Hadisin aldıkları fezlekeler, bu kabil fezlekelerdir. Bu kabil fezlekeler tam bir meleke ve ıttıladan sonra hâsıl olabilir ki, herbir fezleke, me'hazı olan fen veya ilmin hükmünde olur. Bu ise, bir şahısda olamaz. İ.İ.)
FEZR
Yarmak. * Ayırmak. * Bozup feshetmek.FEZZ : Yalnız şey. Bir kimsenin yalnız kendi başına olması. * Udûl. * Geri dönmek. * Buzağı. * Hafif.
FIDDA
Gümüş.
FIDDA-İ HÂLİSE
Hâlis ve saf gümüş.
FIKARÂT
(Fıkra. C.) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler. * Fasıllar, bölümler, kısımlar. * Cümleler, parağraflar. * Omurga kemiklerindeki boğumlar.
FIKARÂT-I ANİFE
Mezkur cümleler, yukarıda geçmiş olan cümleler.
FIKARÂT-I KATANİYE
Tıb: Bel omurları.
FIKARÂT-I LATİFE
Hoş ve lâtif hikâyeler.
FIKARÂT-I MÜNTEHABE
Seçkin hikâyeler.
FIKARÂT-I RAKABİYE
Tıb: Boyun omurları.
FIKDAN
Yokluk. * Bir şeyin belirsiz olması. Yitirmek.
FIKDAN-I AKL
Akıl azlığı, salaklık, ahmaklık.
FIKDAN-I İMKÂN
İmkân azlığı, imkânsızlık.
FIKDAN-I NUKUD
Para darlığı, parasızlık.
FIKDAN-ÜL AHBAB
Ahbab yokluğu. Ahbabsızlık.
FIKH-I EKBER
Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim. * İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.
FIKIH
(Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olmak. * Ist: İslâm Hukuku. * İnsanın amel ciheti ile lehine ve aleyhine olan şer'i hükümleri bir meleke halinde bilmesi. Diğer bir ta'rif ile: Ameliyata; yâni, ibadet, ukubat ve muamelâta âit şer'î hükümleri mufassal delilleri ile bilmek. Bu ahkâmı bilmeğe "Fakahet" ve bu ahkâmı böylece bilen zata da "Fakih" denir. Cem'i "fukahâ"dır. Fıkıh ilmini tahsil etmeğe de "tefekkuh" denir... (Ist. Fık. K. Cilt:1, sh: 20)
 
FIKRA
Yazıda bir bahis. * Parağraf. * Kanun maddelerinden her bir kısım. * Kısa haber. * Küçük hikâye. * Omurga kemiklerinin her biri. * Bend. * Kıssa. * Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.
FIKRA-HÂN
f. Hikâye söyliyen, fıkra anlatan.
FIRAK
(Fırka. C.) Fırkalar, partiler. * Alaylar, bölükler. * Cennetler. * Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler.
FIRAK-I DÂLLE
Dalâlete gitmiş fırkalar. Dalâlette kalmış cemaatler.
FIRAK-I SİYASİYE
Siyasî fırkalar, siyasî partiler.
FIRAT
Ön Asya'nın en büyük nehridir. Diyadin civarında çıkar, Anadolu'nun doğu taraflarına kadar gelip Mezopotamya'yı dolaştıktan sonra Irak'ta Dicle ile birleşerek Basra Körfezi'ne dökülür.
FIRFIRA
Topaç.
FIRIŞKA
Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.
FIRKA
Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük. * Tümen.
FIRKA-İ ASKERİYE
Askerî fırka, tümen.
FIRKA-İ NÂCİYE
Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.
FIRKA-İ SİYASİYE
Siyasî parti.
FIRSAT
(Bak: Fursat)
FIRTINA
Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması. * Rüzgârın çok şiddetli esmesi.
FISAD
Kan alma, hacamet.
FISAL
(Bak: Fisâl)
FISFISA
(C: Fısfıs-Fesâfıs) Yaş yonca.
FISH
Nasârâ bayramı.
FISK
Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak. * Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.(Fısk; haktan udul, ayrılmak; hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terketmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş'et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani sahife-i âlemde yaratılan delâil, uhud-u ilâhiyye hükmündedir. O delâile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intac eden esbabdandır. Buna, fıskın birinci sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve keza, ifrat ve tefrit, hayat-ı içtimaiyeye karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet, bu âmiller Hayat-ı içtimaiyeyi nizam ve intizam altına alan râbıtaları, kanunları keser atar. Evet şehvet veya gazab, haddini aşarsa, ırz ve namuslar pay-mal olur, masumlar mahvolur. Buna da, fıskın ikinci sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve keza, dünya nizamının bozulmasını intac edip fesad ve ihtilâle sebebiyet veren iki ihtilâlcidirler. Buna dahi fıskın üçüncü sıfatı olan $ cümlesiyle işaret edilmiştir. Evet fâsık olan kimsenin kuvve-i akliye ve fikriyesi i'tidali kaybedip safsatalara düşerse, itikadâta ait râbıtaları kesmekle, hayat-ı ebediyesini yırtar atar. Ve keza, kuvve-i gazabiyesi hadd-i vasatı tecavüz ederse, hayat-ı içtimaiyenin hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Ve keza, kuvve-i şeheviyesi haddi aşarsa, heva-i nefse tâbi olur, kalbinden şefkat-i cinsiye zâil olur, kendisi berbad olacağı gibi başkalarını da berbad edecektir. Bu itibarla, fâsıklar hem nev'inin zararına, hem arzın fesadına çalışmış olur. İ.İ.)(Şer'an fıskın üç mertebesi vardır: Birincisi, günahı çirkin addetmekle beraber ara sıra irtikâb etmek; İkincisi, üzerine düşerek inhimak ile yapmak; üçüncüsü, çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür mertebesidir. Fâsık bu hâle gelmedikçe ehl-i sünnet mezhebinde mü'min namı kendisinden selbolunmaz. Binaenaleyh fâsık vasfı içinde kâfirler bulunabileceği gibi, imanını zayi etmemiş olanlar da bulunabilir. E.T.)
FISK U FÜCUR
Allah'a isyan içinde olmak, günah işlemek.
FISKIYE
Suyu muhtelif şekillerde yukarıya doğru fışkırtan ve ekseriya havuzların ortasında yapılan borunun üzerindeki aletin adıdır. Buna, Arapçası olan fevvare denildiği gibi, Türkçe olan fışkırak da denilir.
FISSA
Yonca dedikleri ot.
FIŞKI
Pislik. Çör çöp. Fazladan olan. Hayvan gübresi.
FITAM
Çocuğu veya yavruyu sütten kesme.
FITHIL
Âdem Aleyhisselâm'ın yaratılışından evvel olan zaman.
FITIK
(Bak: Fetk)
FITNAT
Cibillî ve fıtrî ve âni anlamak ve idrak etmek. * Hikmet. * Zekâvet, basiret, tedbir, fatânet, zeyreklik. Fıtnet diye de okunur. (Zıddı: Gabâvet'tir.)
FITNE
Akıllılık. İdrak ve anlayışı kuvvetli olmak. (Bak: Fıtnat)
FITR
(C: Eftâr) Açıldığında baş parmakla şehadet parmağının arası. Karış.
FITR
Oruç açmak, iftar etmek.
FITRA
(Fitre) Fıtrat sadakası, yaradılış atiyyesi.
FITRAT
Yaradılış, tıynet, hilkat. (Bak: Evamir-i tekviniye)
FITRATEN
Yaradılıştan, fıtrî olarak.
FITRAT-I İLÂHİYE
San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.
FITRAT-I SELİME
Selim fıtrat. Kusursuz sağlam huy. * Ahlâk, din. Haram ve çirkin işlerden uzak ahlâk. * Noksansız yaradılış.
FITRÎ
Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.(Evet Hz. Muhammed'in (A.S.M.) getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın râbıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir. Zaman uzadıkça aralarında ittisal peyda olmuştur. Bundan anlaşılır ki; İslâmiyet nev'-i beşer için fıtrî bir dindir. Ve içtimaiyatı tezelzülden vikaye eden yegâne bir âmildir. S.)
FIZZA
Gümüş.

Arabçada harf-i cerrdir. Mekâna ve zamana âidiyyeti bildirir. Ta'lil için, isti'lâ için ve yine harf-i cerr olan "bâ, ilâ, min, maa" harflerinin yerine kullanılır. Geçen mef'ul ile gelecek fasıl arasında geçer. Te'kid mânası da vardı. (L.R.)Başka bir ifade ile kısaca (fî) : "İçinde, içine, hakkında, hususunda, üzere, dâir, mütedair, beherine ve herbirine" mânalarına gelir. Kelimenin başına yazılır ve o kelimeyi "i" diye okuttuğu için ona harf-i cerr denir. Farsçada "Der", "Fî" yerinde kullanılır.

(C.: Fîat) Baha, fiat, kıymet.
Fİ AMAN-İLLAH
Allahın muhafaza, siyânet ve hıfzında.
FİAL
Çocuk oyunudur. (Bir şeyi toprak içinde gizleyip sonra taksim edip "hangimizin hissesinde çıkar" diye ararlar.)
FİAL
(Fiil. C.) Fiiller, yapılan şeyler.
FİAM
Çok kalabalık olan erkekler topluluğu.
FİAT
(Fî. C.) Kıymetler, değerler, bahalar.
FİCA
Birdenbire, ansızın.
FİCAC
İki dağ arasında geniş yol. (Bak: Fecc)
FİCACEN SÜBÜLÂ
Turuk-u vâsia, geniş yollar.
FİCC
Şam karpuzu. * Tam olmamış olan meyve.
FİDA
Dağıtmak. * Atâ etmek. Hediye veya bahşiş olarak vermek. * Bedel vermek.
FİDAM
(Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç. * Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.
FİDRE
Et parçası.
FİDYE
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka. * Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para. * Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
FİDYE-İ NECAT
Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.
FİE
Kalabalık, topluluk, cemaat.
FÎF
(C: Efyâf- Füyuf) Düz yer.
FİGÂN
f. Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.
FİGÂN-PERVER
f. Feryad ettiren, bağırtan.
FİGÂN-TİZ
Yüksek feryad.
FİGÂR
f. Ceriha, yara. * İncinmiş, yaralı, müteessir manalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-figâr $ : Yüreği yaralı.
FİGEN
f. Yıkıcı, düşürücü, atıcı.
FİGENDE
f. Yıkık, yıkılmış, düşkün.
FİGÜR
Fr. Oyuncunun hareketi. * Resim, şekil, canlı resim. * Mecaz.
FÎH
(Fî-h) Onda, onun hakkında.
FİHAL
(Fahl. C.) İtibarlı, seçkin ve üstün kimseler.
FİHAM
(Fahîm ve fahm. C.) İtibar ve nüfuz sahibi kişiler, ulu kimseler.
FİHHÎR
Çok gururlanıp fahirlenen kimse.
FÎHİ NAZAR(UN)
Şüphe edilen bir mes'ele hakkında söylenir. "Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır" demektir.
FİHR
(C: Efhâr) Destesenk dedikleri taş. * Taş.
FİHRİS
(Fihrist) Bir dükkânda veya bir kitabın içerisinde ne bulunduğunu sıra ile gösteren liste. (Kataloğ) * (C: Fehâris) Her nesnenin aslı. * Kanun.
FÎ-İ CÂRÎ
Geçer değer, muteber fiat.
FÎ-İ MAKTU'
Biçilmiş kıymet, kararlaştırılmış değer.
FİİL
(Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş. *Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)
FİİLEN
Gerçekten, işleyerek, hakikatte.
FÎKA
(C Efavık-Efvak) İki defa sütü sağmak arasında biriken süt.
FİKAK (FEKÂK)
Halas, kurtulma. * Bir şeyin karşılığında verilen şey.
FİKR
(Fikir) Akıl. * Re'y, istek, düşünce.
FİKREN
Zihnen, fikir ile, düşünerek.
FİKRET
Düşünme, tefekkür, teemmül, fikir, Düşünülen şey.
FİKRET-İ BEYZA
Münevver fikir. Parlak fikir.
FİKRÎ
(Fikriye) Fikir cinsinden, fikirle alâkalı. Fikre âit ve müteallik.
FİKR-İ ÂMİYANE
Bayağı fikir, alelâde düşünce.
FİKR-İ FÂSİD
Bozuk fikir, fâsid fikir.
FİKR-İ İNFİRADÎ
Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık. (Bak: Himmet)
FİKR-İ MUZMER
Gizli kalmış ve dışarı vurulmamış fikir.
FİKR-İ TA'KİB
Sona erdirme, peşini bırakmama.
FİKR-İ VATAN
Vatan düşüncesi, vatan fikri.
FİKRİYYAT
Fikir ve düşünce ile olan işler.
FİL
(C.: Efyal-Füyul) Daha ziyade Hindistan ve Asya gibi yerlerde bulunan iri vücudlu, hortumlu bir hayvan.
FİL SURESİ
Kur'an-ı Kerim'de 105. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
 
FİL VAK'ASI
(Bak: Ebrehe)
FİLAHET
Çiftçilik, tarla işleri, rençberlik, çift sürmek.
FİLASL
(Fi-l-asl) Aslında olduğu gibi.
FİLCÜMLE
(Fi-l-cümle) Ezcümle, minelcümle. Bir hayli. Emsalinden beri.
FİLHAKİKA
(Fi-l-hakika) Hakikatte, esasında, hakikaten, doğrusu.
FİLHAL
(Fi-l-hâl) Şimdi, hemen. * Bu halde. * Hadd-i zâtında.
Fİ'L-İ BASİT
Gr: Basit fiil, tek kökten yapılan fiil. Meselâ: Gitmek, gelmek, olmak gibi.
Fİ'L-İ HİKÂYE
Gr: Geçmiş zamanda olmuş fakat konuşan kimsenin görmüş olduğu bir işi anlatan fiil. Meselâ: Okumuş idi, yazmış idi, vurdu gibi.
Fİ'L-İ KIYASÎ
Gr: Kurallı ve kaideli fiil. (İş'ten: işlemek; ateşten: Ateşlemek gibi)
Fİ'L-İ MA'LUM
Etken fiil. Öznesi yani, faili belli olan fiil.
Fİ'L-İ MECHUL
Gr: Faili yani öznesi bilinmeyen fiil. Edilgen fiil. Mesela: Yazılmak, içilmek, vurulmak gibi.
Fİ'L-İ MEZİD
Fiilin aslına harf ilâve edilen fiil.
Fİ'L-İ MEZMUM
Kötü, fenâ iş. Livâta ve zina.
Fİ'L-İ MUTÂVAAT
Mâlum sigasında olduğu halde müteaddi bir fiilin mechulü gibi mânası olan fiildir. (Sevinmek, dövünmek gibi)
Fİ'L-İ MÜN'AKİS
Organizmanın bir uyarmaya karşı birdenbire aldığı vaziyet, refleks.
Fİ'L-İ MÜREKKEB
Gr: Yardımcı bir fiille birleşerek tek kelime hükmüne geçen fiil. Birleşik fiil. (Vurabilmek, yazabilmek, okuyabilmek gibi.)
Fİ'L-İ MÜSBET
Gr: Müsbet fiil. Kendinde nefiy edatı bulunmayan fiil.
Fİ'L-İ ŞART
şart fiili. (Bak: şart)
Fİ'L-İ ŞENİ'
Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.
Fİ'L-İ VÜCUBÎ
Yapılması gereken, lâzım olan fiil.
Fİ'LİYAT
İş olarak yapılan şeyler, işler, fiiller.
FİLİZ
Ağaç ve çiçek fidanı, taze sürgün. * Eritilip temizlenmemiş olan altun, gümüş,demir, bakır gibi külçe, ham maden. * Erimiş bakır.
FİLK
Zahmet, meşakkat. * Acib emir. * Parça.
FİLL
Yağmur yağmayıp ot bitmeyen yer, otsuz yer.
FİLMEDİNE(Tİ)
(Fi-l-Medine(ti)) : Medine şehrinde.
FİLMESEL
Misaldeki gibi, meselâ.
FİLO
Birkaç savaş gemisinden mürekkep donanma parçası. Donanmanın bir kısım ve bölüğü.
FİLOZOF
(Bak: Feylesof)
FİLS
Put, sanem.
FİLUS
(Bak: Fülus)
FİLVAKİ'
Vâki hâle göre. Vakide olduğu gibi.
FİLZE
(C: Fülüz-Eflâz) Parça, kıt'a.
Fİ-MABA'D
Bundan böyle, bundan sonra, bundan itibaren, bir daha.
FİNÂ
Evin önü. Civar.
FİNÂ-İ BELDE
Beldenin civarı.
FİND
Dağ burnu.
FİNHAN
Leğen dedikleri kap.
FİNTÎSE
Kurt ve kuş ağzı.
FİRAD
(Ferd. C.) Fertler, kişiler.
FİRAK
Ayrılık. Ayrılmak. Hicran.
FİRAR
Kaçmak. Kaçış.
FİRARÎ
Kaçkın, kaçak.
FİRAS
Çok fazla kırmızı nesne.
FİRASET
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur. (L.R.) * Yiğitlik. * Binicilik.
FİRAŞ
Döşek. Yatak. Yere serilen şey. Minder. şilte.
FİRAŞ-I İSTİRAHAT
Rahat döşeği.
FİRAŞ-I KAVÎ
Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.) (O.T.D.S.)
FİRAŞ-I MÜTEVASSIT
Fık: Ümmü veledin firaşı mânâsına gelen bir tabirdir. Firaş-ı mütevassıtta bilâ davet neseb sahih olmaz.
FİRAŞ-I SAHİH
Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâzım gelirdi. (O.T.D.S.)
FİRAŞ-I ZAİF
Fık: Cariyenin firaşı. (Bununla neseb sâbit olur) (O.T.D.S.)
FİRAŞİYET
Karılık. * Fık: Birisinin karısı oluş. Zevciyet.
FİRAVAN
f. Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla.
FİR'AVN
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar. * İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan. (Bak: Enaniyet, Mumya)
FİR'AVNÎ
f. Firavunluk. Firavun ile ilgili.
FİR'AVNİYYET
Firavun gibi oluş, isyankârlık ile Allah'ı tanımayış. İnat ile Allah'a isyan edip halkı sapık yollara, dalâlete ve dinsizliğe sevke çalışmak.
FİRAZ
f. Yukarı, yüksek. * Çıkış, yokuş. * Kaldıran, yükselten, yücelten.
FİRAZ
Ayrılmak.
FİRAZ
Geniş, vâsi. * Irmak ağzı. * Sokak ağzı. * Elbise.
FİRAZÎ
f. Yukarılık, yükseklik.
FİRBAR
Ululuk, azamet. * Ardınca gelicilik, peşinden gelmek.
FİRC
Sır saklamayan kişi.
FİRDEVS
Cennet. Cennette altıncı kat. * Bostan.
FİREUNÎ
Hat, minyatür, tezhib gibi güzel san'atlarda kullanılan bir kâğıt cinsi.
FİREZDEK
(C: Ferâzık) Hamur yuvarlağı, hamur parçası.
FİRFÎR
Menekşe.
FİRFİS
Yaban sineği.
FİRİB
f. Aldatıcı, aldatan, kandıran manasında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-firib $ : Gönül aldatan. Nazar-firib $ : Göz aldatan.
 
FİRİBENDE
f. Kapılmış, aldanmış.
FİRİFTE
f. Kandırılmış, aldanmış, aldatılmış.
FİRİFTE-DİL
f. Gönlü aldanmış.
FİRİSTADE
(C.: Firistâdegân) f. Elçi, gönderilmiş. * Peygamber.
FİRİŞTE
(C.: Firiştegân) f. Mâsum, suçsuz, günahsız. * Melek. * Mc: İyi huylu kimse.
FİRİŞTE-SIFAT
f. İyi huylu kimse, huy ve tabiatça melek gibi olan.
FİRK
Koyun sürüsü. * Parça.
FİRKAT
(Fürkat) İftirak. Dostlardan ve sâir sevdiği şeylerden ayrılış. Firak. Müfarakat.
FİRKATEYN
Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
FİRMA
ing. Tescil edilmiş ticarî müessese.
FİRNAS (FÜRÂNİS)
(C: Ferânis) Boynu kalın arslan. * Köylü reisi.
FİRS
Bir nevi ot.
FİRSA
(C: Firâs) hayız bezi.
FİRSAD
Kırmızı dut. * Böğürtlen.
FİRSEK
(C: Ferâsik) Çekirdeğinden ayrılmayan şeftali.
FİRŞAT(A)
Genişlik, vüs'at. * İki ayağının arasını ayırıp genişletmek.
FİRUDEST
f. Birkaç hânendenin hep bir ağızdan usûlüne uygun olarak söyledikleri nağme.
FİRUZ
Said, hurrem, saadetli, uğurlu, muzaffer, mansur.
FİRUZ ABADÎ
(Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri olan altmış ciltten müteşekkil El-Lâmi lügat kitabından hülâsa ettiği Kamus'tur. Yemen'de kadı iken vefat etmiştir. (R. Aleyh)
FİRUZ-BAHT
f. Şanslı, uğurlu.
FİRUZE
Nişabur'da çıkan açık mavi renkli ve kıymetli bir taş.
FİRUZE-FAM
Açık mavi renkli, gök renkli.
FİRUZENDE
f. Meşhur bir cins lâle.
FİRUZE-RİVAK
Gökyüzü, sema.
FİRUZ-MENDÎ
f. Galebe, zafer.
FİRYE
Yalan, kizb.
FİRZAH
Göğsü geniş, etli kimse.
FİRZAN
(C: Ferâzine) Arif. * Fen sahibi kimse.
FİRZE
Parça.
FİRZEL
Demircilerin demir kestikleri alet. Kayıt.
FİSAL
(Fasıl. C.) Ayrılmış olanlar. * Yavrunun sütten kesilmesi. * Kısa duvar. * İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan. * Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)
FÎSEBİLİLLAH
Allah yolunda. Allah için.
FİSFİSE
Yonca otu.
FİSK
(Bak: Fısk)
FİSKİL
Yarış atlarından cemeleden sonra geleni.
FİSL
Ahmak.
FİSSÎK
Fıskı dâim olan.
FİSTAN
Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir. * Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf. (O.T.D.S.)
FİTAM
Çocuğu sütten kesmek.
FİTAN
Eyer örtüsü.
FİTEN
(Fitne. C.) Fitneler.
FİTİL
Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir. * Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası. * Topa veya lâğıma ateş vermek için baruta ıslak batırılıp güneşte kurutulmuş bükme. (O.T.D.S.)
FİTNE
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.(Mübarek İslâmiyet ve nurani Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünki onlar, kahra lâyık değil idiler?Elcevab: Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her tâife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar; fıtri birer vazife başına geçer... Öyle de: Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı; "İslâmiyet tehlikededir, yangın var!" diye her tâifeyi korkuttu. İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre, câmia-ı İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı, Şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı imâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur'anın muhafazasına çalıştı ve hâkeza... herbir tâife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette hummalı bir surette sa'yettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan Âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid'a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.Güya dest-i kudret, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anil-merkeziye ile pek çok münevver müçtehidleri ve nurani muhaddisleri, kudsi hâfızları, asfiyâları, aktabları âlem-i İslâmın aktarına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur'an'ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı... M.)
FİTNE-ÂMİZ
f. Fitne çıkaran, fesat karıştıran.
FİTNE-CİHAN
f. Fitne koparan, fesat karıştıran, bozgunculuk yapan.
FİTNE-CU
f. Fesat arayan.
FİTNE-ENGİZ
f. Fitne çıkaran.
FİTNE-İ ÂHİRZAMAN
Âhirzamandaki fitne. Deccal fitnesi.(Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz. " Bunun için binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azâb-ı kabirden sonra $ vird-i ümmet olmuş. Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ: Rusya'da hamamlarda, kadın erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri ve bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz. ş.)
FİTNE-KÂR
f. Ortalığı bozmağa çalışan. Fitneci. Fesâd verici. Fitne çıkarmak isteyen.
FİTNET-ÜD DEHMA
(Fitnetüddehmâ) Küfürde olmak, kara fitne. Rezil olmak.
FİTRAK
f. Atın terkisi, terki kayışı, eyerin ardındaki tasma.
FİTRE
İmtihan. * Belâ, musibet.
FİTRE
(Bak: Sadaka-i fıtır)
FİTRET
(Bak: Fetret)
FİTYAN
(Fetâ. C.) Delikanlılar, yiğitler, bahadırlar, gençler, mertler.
FİTYE
(Fetâ. C.) Gençler. Genç yiğitler.
FÎ-ZAMANİNA
Devrimizde. Zamanımızda.
FİZAR
f. Ağlayıp inlemek. Sesli ağlamak.
 
FİZR
Koyun sürüsü. * Yaşlı, ihtiyar kimse.
FİZYOLOJİ
Doku ve organların vazifelerini ve bu görevlerin nasıl yapıldığını inceleyen ilim kolu.
FLAMA
Mızrak ve süngü ucuna takılan, gemi direğine çekilen ince bayrak.
FLANDRA
Harp gemilerinin ve bilumum beylik gemilerin grandi direklerine çekilen ensiz ve uzun şerit sancaklar.
FOBİ
(Fobya) Fr. Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku.
FONOĞRAF
Fr. Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet.
FORMA
Fr. Cüz. Kısım. Parça. * Şekil. Biçim. Askeri nişan. Rütbe işareti. * Bükülünce 8, 16, 32 sayfa olan kitap dizgisi.
FORMALİTE
Fr. Resmi işlerin gerektirdiği muameleler.
FORSA
Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erbabından küreğe mahkum olanlar hakkında kullanılırdı. Harp esirlerinin gençleri ve çocukları, saraylara ve acemi olanları kışlalarına verilir, yirmi yaşından yukarı olanları da küreğe konulmak üzere tersaneye gönderilirdi. Gemilerde harp esirlerine kürek çektirmek âdeti 15 ve 16. yüzyıllarda çok revaç bulmuştu. Venedik, Ceneviz, Barselona, Cezayir, Malta ve Osmanlı kaptanları, harp esirlerine, hatta mensub oldukları milletlere karşı vuku bulan muharebelerde bile zorla kürek çektirerek, bu tarik ile harbi kazanmağa çalışırlardı. (O.T.D.S.)
FOSİL
Fr. Eski jeolojik devirlerde toprağa gömülerek kalmış bitki, hayvan; bunların parçaları veya izleri.
FOŞTINA
Eskiden Tuna nehrinden istifade edenlerden alınan su resmi.
FOYA
İtl. Gizli oyun, hile. Göz boyacılığı, sahtekârlık. * Elmasların yuvalarında yatağına konulan ince madeni yaprak.
FRENGİSTAN
f. Avrupa, garb âlemi, batı memleketleri.
FRENK
Avrupalı. Fransız. (Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız!... Ayâ Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetden sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki!... siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!... Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır! L.)
FRENK SAKALI
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
FRENKVÂRİ
f. Frenk gibi.
FUA
Keler, kertenkele. * Her nesnenin evveli. * şiddetli koku. Güzel koku.
FUAD
Kalb, gönül, yürek.
FUADÎ
Gönül ve kalble alâkalı.
FUAK
Can çekişme. * Midenin çekilip toplanması. * Hıçkırık.
FUALA
(Fâil. C.) Fâiller, özneler, işi yapmış olanlar.
FUDALA
(Fazıl. C.) Faziletliler. Fâzıllar.
FUHŞ
Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. * Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. * Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
FUHŞİYYAT
(Fuhş. C.) Çok çirkin işler, günahlar.
FUHUL
(Fahl. C.) Büyük âlimlerin ileri gelenleri. Emsalinden üstün olanlar. (Bak: Fahl)
FUHUL-İ MÜFESSİRÎN
Tefsircilerin en ileri gelenleri, müfessirlerin en önde olanları.
FUHUL-İ ŞUARA
şâirlerin en üstünleri.
FUHUL-İ ULEMA
İlim ve faziletçe emsallerinden üstün olan âlimler.
FUKAHA
(Fakih. C.) Fakihler. Fıkıh âlimleri. (Bak: Fıkıh)
FUKARA
(Fakir. C.) Yoksullar, fakirler.
FUKARA-PERVER
f. Fakire bakan. Fukarayı koruyan.
FUKARA-YI SÂBİRÎN
Sabreden ve avuç açmayan fakirler.
FUKKA'
Ekseriya şerbet içilen kap. * Yağmur suyunun üstünde olan kabarcık ve köpük.
FUKM
(Fukum) Çene.
FUKU'
(C: Faki) Çok sarı olmak. * Safi olmak.
FUKVE
(C: Fukâ) Ok gezi.
FUL
Bakla. Fasulye.
FULAD
Çelik.
FUM
Buğday.
FUNDUK
Fındık. * Misafirhane, han. Otel.
FURAG
f. Işık, ziya, parıltı.
FURKAN
Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran. * Kur'an-ı Kerim. * Kur'an-ı Kerim'in 25. suresinin ismi.(Furkan; ayırmak, ayırd etmek mânalarından masdardır. Ekseriyetle fark ma'kulâtta, tefrik mahsusatta kullanılır. Sonra furkan, fârık veya mefruk mânasına da gelir. Bu suretle mühim davaları hall ü fasleden kat'i bürhanlara, mu'cizelere furkan ıtlak olunur. Bu mâna ile Kur'an-ı Kerim'in bir ismi de "El-Furkan'dır. E.T.)
FURSA
(C: Furus) İçmek, şirb. * Nöbet.
FURSAT
Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.
FURSAT-CÛ
f. Fırsat bekleyen, fırsat arıyan.
FURSAT-YÂB
f. Eline fırsat geçen, fırsat bulan.
FURUDE
f. Alçaklık, âdilik, hasislik. * Kavrulmuş, yanmış. * Alçak, âdi, deni, hasis.
FUSAHA
(Fasih. C.) Fasih kimseler. Güzel ve usule uygun konuşabilenler. Güzel söz söyleme kabiliyetinde olanlar.
FUSSİLET
(Fasıl. dan) Ayırd edilmiş, izâh ve tafsil edilmiş.
FUSSİLET SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 41. suresidir. Mekkî'dir. Secde, Sure-i Akvat ve Mesabih Suresi de denir.
FUSTAT
(Fistat) Göçebelerin kıldan yapılan çadırı. Büyük çadır. * Kapıya asılan perde. * Cemaat.
FUSUL
(Fasıl. C.) Fasıllar. Mevsimler. Bölükler. Kısımlar.
FUS'UL
Akrep. Yaramaz, kötü kimse.
FUSUL-Ü ERBAA
Dört fasıl olan, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış mevsimleri.
FUSUS
(Fass. C.) Yüzük taşları. (Bak: Fass)
FUTA
f. Hamamlarda kullanılan bir kumaş cinsi. * Peştemal. Havlu.
FUTR
(Fitre) Yaratmak, halk.
FUTUNC
Yarpuz denilen ot.
FUTUR
Büyük ve beyaz mantar.
FUTUR
(Fatır. C.) Yarıklar. Çatlaklar.
FUZALA
(Bak: Fudala)
FUZAZ
Ayrılmış ve dağılmış nesne.
FUZLA
(Müe.) Daha, en faziletli. Çok faziletli.
FUZUH
Gizli işlerin zahir olup açığa çıkması.
FUZUL
(Fazl. C.) Fazla şey. Lüzumsuz söz.
FUZULAT
Ziyade olup işe yaramayan şeyler. Fazlalıklar.
FUZULEN
Yersiz, usulsüz, haksız olarak.
FUZULÎ
Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna. * Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden. * Haksız olarak fiile çıkarılan iş. * Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse. * Büyük bir şâir ismidir. Türk Divan Edebiyatı'nın birçok sahalarında kuvvetli te'sir ve nüfuz sâhibi olan bu büyük şâir, Azeri-Osmanlı edebiyatı kurucularındandır. Türkçe, Arabça, Farsça manzum ve mensur birçok eserler yazmıştır. Leylâ ile Mecnun mesnevisi meşhurdur. Milâdi 16. asırda yaşımış ve tâundan 1555'de vefat etmiştir. Asıl adı Mehmed'dir.
FÜCCAR
(Fâcir. C.) Günahkârlar. Açıktan günah işleyenler.
FÜC'E
Ansızın, birdenbire.
FÜC'ETEN
Apansızın. Birdenbire. Ansızın. Hiç beklenmedik anda.
FÜCLE
Turp.
FÜCRE
Suyun çıkıp aktığı yer.
FÜCUR
Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.(Fücur, haktan udul etmek, hak yolunu yarıp nizamından çıkarak fısk u isyana düşmektir. Bilhassa zina etmek, yalan söylemek, edebsizlik etmek mânasına isimlendirilir. E.T.)
FÜDS
(C.: Fedese) Örümcek.
FÜFS
Kırman dağlarında bulunan bir taife.
FÜGEN
f. Yıkıcı, atıcı, düşürücü.
FÜKAHET
(C.: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.
FÜKUK
Yaşamak. * Kocalmak, ihtiyarlamak. * Ayrılmak.
FÜLC
(C: Füluc) Fevz ve zafer. * Yarık.
FÜLFÜL
(C: Felâfil) Karabiber.
 
FÜLFÜL-İ TAVİL
Uzun biber.
FÜLGUR
Kuzukulağı dedikleri ot.
FÜLK
Gemi, sandal, kayık.
FÜLLEYK
Bir şeftali cinsi.
FÜLS
(Fels) Mangır, akça, pul.
FÜLS-İ AHMER
Bakır sikke, kızıl mangır.
FÜLÛ'
Yarıklar.
FÜLUS
(Fels. C.) Bakır paralar. * Balık pulu.
FÜNDAK
Hesap defteri.
FÜNUK
İnat etmek.
FÜNUN
(Fen. C.) Fenler, ilimler. (Bak: Fenn)
FÜNUN-U EKVÂN
Kâinata dair fenler. Âlemlere, vücudlara, keyfiyetlere dair olan fenler.
FÜNUN-U KEVNİYE
Kevne (kâinattaki fizikî, kimyevî ve hayatî hâdiselere) dair fenler.
FÜRADE
Yalnızlık.
FÜRAFÜR
Kulağı yırtık kişi.
FÜRAGA
Nutfe, meni.
FÜRAKIS
Galiz ve şiddetli nesne.
FÜR'AL
Sırtlan eniği.
FÜRAT
Tatlı su. * Fırat Nehri.
FÜRAYIK
(C: Ferâyık) Yumuşak bedenli güzel yiğit.
FÜRCE
Medhal, girecek yer, boşluk, açıklık, çatlaklık.
FÜRFUR
Semiz, besili koç. * Bir kuşun adı.
FÜRHÜD
Arslan eniği. * Yüzü güzel oğlan. * Kaba şiş.
FÜRKAN
(Bak: Furkan)
FÜRKAT
(Firâk) Ayrılık.
FÜRRAA
Kalem silmekte kullanılan bez.
FÜRRE
Katılık, şiddet. * Evvel.
FÜRS
şark kavimleri. (Bak: Fars)
FÜRSİYYAT
Fars dili ve edebiyatı bilgisi.
FÜRTUM
Pabuç burnu.
FÜRTUSE
Hınzır burnu.
FÜRU
f. Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
FÜRU'
(Feri'. C.) Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar. Budaklar. * Bir sülâleden gelmiş torunlar. Çocuklar. * Fık: Cüz'î hüküm ve kaideler. Ahkâm-ı cüz'iyye.
FÜRUAT
Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.
FÜRU-BERDE
f. Öne eğilmiş, aşağı eğilmiş.
FÜRUC
Çatlaklık, yarık. * Geçit, kapı. * Boşluk. * Ayıp, kusur.
FÜRUG
Işık. Ziya. Aydınlık. Nur.
FÜRUG-EFŞAN
f. Işık saçan.
FÜRUHT
f. Satım. Satış.
FÜRUHTAR
f. Satıcı.
FÜRUK
(Fark. C.) Farklar. Ayırma vasıfları. Alâmetler.
FÜRU-MANDE
f. Yorgun. bitkin. * Şaşkın, şaşırmış. * Âciz, beceriksiz. * Aşağıda, geride kalmış olan.
FÜRU-MANDEGÎ
f. Yorgunluk, bitkinlik. Beceriksizlik.
FÜRU-MAYE
Soyu alçak. Kötü soylu. Sütü bozuk.
FÜRUN
Ekmekçi fırını.
FÜRU-NİHADE
f. İndirilmiş, tenzil edilmiş.
FÜRUSÎ
f. İyi binici, ata iyi binen.
FÜRUŞ
(Firaş. C.) Döşemeler. Yerlere serilen örtüler. * Yataklar.
FÜRUŞ
f. Satan. Satıcı.
FÜRUT
(C: Efrât) Haddini tecavüz eden. * İsraf. * Zayi. * Yüksek mevzi.
FÜRUZ
f. Parlatan. Nurlandıran.
FÜRUZAN
f. Parlak, parlayıcı, parlayan.
FÜRZA
Irmak kenarından başka yere su gitmesi için açılan gedik. Deniz kenarında gemilerin durmasına mahsus yer. Liman.
FÜRZEL
Sırtlan eniği.
FÜRZUM
Yuvarlak ağaçtan yapılıp, üstünde bir şey yontmağa mahsus dülgerler örsü.
FÜSA
Yellenmek.
FÜSAFİS
Keneye benzer murdar kokulu bir böcek. * Tahta kurusu.
FÜSAT
(Füstât) Kıl. Büyük çadır. * Kapıya asılan perde. * Cemaat. * Mısır'da bir mahallin adı.
FÜSEHA
(Bak: Fusaha)
FÜSEYFİSA
Küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş satıh.
FÜSHAM
Göğsü geniş olan.
FÜSHAT
Vüs'at, genişlik, açıklık.
FÜSHAT-KEDE
f. Geniş yer.
FÜSHAT-SERÂY
f. Geniş yer, geniş saray.
FÜSHAT-ZÂR
f. Geniş yer.
FÜSUK
(Fısk. dan) Yalancılık. Doğruluk ve itatten ayrılmak. Sıdk u taatten huruc.
FÜSUL
(Bak: Fusul)
FÜSUN
f. Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. * Büyü.
FÜSUNGER
f. Sihirbaz.
FÜSUNKÂR
f. Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici.
FÜSUNPERVER
f. Büyüleyici, hayranlık verici, cezbedici, celbedici.
FÜSUNSÂZ
f. Büyüleyici, câzibedâr.
FÜSUS
f. Eyvah! Yazık!
FÜSUS
Nükte, maskaralık.
FÜSÜRDE
f. Donmuş, sertleşmiş. Müncemid.
FÜSÜRDE DİL (EFSÜRDE DİL)
Kalbi donmuş. Hissiz. Kalbi katılaşmış.
FÜŞAG
Sarmaşık otu.
FÜŞÜRDE
f. Direnen, inad eden, ısrar eden.
FÜŞÜRDE-KADEM
f. Ayak direyen, inad eden, ısrar eden.
FÜŞV
Aşikâre ve zâhir olmak. Görünmek.
FÜTADE
(C.: Fütâdegân) f. Mübtelâ, tutkun. * Biçare, zavallı. * Düşkün, düşmüş.
FÜTAHA
Hükmetmek.
FÜTAN
f. Düşen, düşerek.
FÜTAR
Kesmez kılıç.
FÜTAT
Parçalanmış ve dağılmış olan şey. * Her nesnenin ufağı, parçası.
FÜTL
(Eftel. C.) Kolları göğsünden uzak olan kimseler.
FÜTTAK
(Fâtik. C.) Fırsat buldukça adam öldürenler.
FÜTUH
(Feth. C.) Fetihler. * (C: Fütuhât) Açılmak. * Yardım. * Lütf-u İlâhîye ulaşmak. * Zafer. Galibiyet. * Açıklık. Gönül ferahlıkları.
FÜTUHAT
(Fütuh. C.) Fetihler, zaferler, galibiyetler.
FÜTUN
İmtihan ve tecrübe etmek. * Birbiri ardınca mihnete ve şiddete düşmek.
FÜTUR
Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
FÜTÜVVET
Dostlara afv ve safh ile muamele. * Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankârlık. * Kerem ve seha. * Soy temizliği.
FÜTÜVVET-MEND
f. Elaçıklık, cömertlik.
FÜUS
(Fe's. C.) İki yüzlü baltalar.
FÜVAK
(C: Efâvık) Hıçkırık.
FÜVEYSİKA
Fare.
FÜVFE
(C: Füvek) Pamuk. * Tırnakta olan beyazlık. * Hurma çekirdeği içinde olan beyaz tane. (Hurma ağacı ondan biter). * Çekirdek içinde olan yufka kabuk. * Şey.
FÜVH
(C: Efvâh) Hoş koku.
FÜVK
(C: Efvâk) Ok gezi. * Rum meliklerinden birinin adı.
FÜVLE
(C: Füvel) Bakla. * Sırtlan eniği.
FÜVM
Buğday. Hınta.
FÜVR
Geyik.
FÜVVE
Kızıl boya dedikleri damarlar.
FÜVVEHE
Irmak ağzı. * Sokak ağzı.
FÜYAK
Su kuşlarından uzun boyunlu bir kuş.
FÜYUL
(Fil. C.) Filler.
FÜYUZ
(Feyz. C.) Feyizler. İnâyetler. Keremler. * Suyun çoğalıp taşması. * İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi. * Bir haberin fâş ve şayi' olması.
FÜYUZAT
Feyizler. İnayetler. Füyuzlar. Mânevi tecelliler.
FÜZUD
f. Çoğaltan, ziyadeleştiren, artıran. Muhabbet-füzud $ : Muhabbet artıran, sevgi artıran.
FÜZUL
(Fazl. C.) Ganimetten artıp taksimi mümkün olmayan şey.
FÜZULAT
(Bak: Fuzulât)
FÜZUN
(Efzun. dan) f. Çok. Fazla.
FÜZUNÎ
f. Fazlalık, aşırılık, ziyadelik, çokluk.
FÜZUN-TER
f. Pek fazla, pek çok.
 
Geri
Top