Osmanlıcada ''R''ile başlayan kelimelerin anlamları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
RA
f. İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana.
RA
Kur'an alfabesinde onikinci harftir. Ebced hesabında 200 sayısına işaret eder. Bu harfe "Rı" denildiği gibi, "Ra-i mühmele" de denilir. Bazı tarih kayıtlarında" Rebi-ül Evvel" ayına işaret olarak geçer.
RA'
şiddetle sürmek.
RA'
Küçük kene.
RAA'
Boğazına hizmet eden adi insan.
RAABE
Genişlik, vüs'at. * Büyük olmak.
RA'AD
Geveze kimse. Çok konuşan adam. * Torpil balığı.
RAALE
Hamakat, ahmaklık.
RAAŞ
(Ra'şe-Ra'şen) Titretmek.
RA'B
Doldurmak. * Efsun, (sihir yapanlar okurlar.)
RAB'
Vasat, orta boylu. * Avlulu ev.
RAB'AT
(C.: Rabeât) Attarların dağarcığı ve kutusu. * Orta boylu kimse.
RABB
Sâhib, mâlik, seyyid. Cenab-ı Hak (C.C.) * Besleyen, yetiştiren, terbiye eden. Müstahik. Hüdâvend. (Kur'an-ı Kerim'de bu "Rabb" ismi ile Cenab-ı Hak 846 def'a zikredilir.) (Bak: Âlem)( Yâni : Herbir cüz'ü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi bütün eczasiyle terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüz'lerin zerratını kemal-i intizamla tahrik eder. Evet Cenab-ı Hak herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir. Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki mânevi bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve mânilerini def'eden, şüphesiz Cenab-ı Hakk'ın terbiyesidir. Evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi, kâinatın zerratı, münferiden ve müçtemian Hâliklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. " Yalnız bedbaht insanlar müstesna!" İ.İ.)
RABB
Üveybaba.
RABBANÎ
(Rabbaniye) Rabbe âit. Cenab-ı Hakk'a dair ve müteallik. İlâhî. * Ârif-i Billâh olan, ilmi ile amel eden âlim.
RABBANİYYUN
(Rabbaniyyîn) Kendisini tamamen Cenab-ı Hakk'a vermiş olanlar. Putperestlikle alâkası olmayanlar.
RABBAT
Kadınların efendileri, sâhipleri, kocaları.
RABBE
Üveyana.
RABBENA
Ey bizim Rabbimiz! Ey Sâhib-i Hâlikımız! Ey bizi terbiye edip besleyen sâhibimiz! (meâlinde).
RABBÎ
Ey benim Rabbim.
RABBİ YESSİR VELÂ TÜASSİR
Ey Rabbim! Kolaylaştır, zorlaştırma, bana imdad eyle, yardım eyle (meâlinde).
RABB-ÜD DÂR
Ev sâhibi.
RABB-ÜL ÂLEMÎN
Bütün âlemlerin Rabbi. Her âlemi doğrudan doğruya Rububiyyeti ile tâlim, terbiye, tedbir ve idâre eden Cenab-ı Hak.(Kur'an-ı Kerim) (bazan iki kelimede, meselâ... Rabbüke tabiri ile ehadiyyeti ve Rabb-ül âlemîn ile vâhidiyyeti bildirir. Ehadiyyet içinde vâhidiyyeti ifade eder. Hattâ bir cümlede bir zerreyi bir göz bebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi; güneşi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün göz bebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar. M.N.)(Her bir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet nâmına zabteder. Demek, bütün yıldızları elinde tutmayan, bir tek zerreye Rabb olamaz. S.)
RABB-ÜL ERBAB
Bütün sâhiblerin, terbiyecilerin Rabbi, Allah. (C.C.)
RABB-ÜL MAL
Mal sâhibi. Sermaye sâhibi.
RABE
Yoğurt damızlığı.
RABEA
Devenin katı katı yelmesi.
RABIT(A)
Rabteden, bağlayan, bitiştiren. * Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip. * Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak. * Tertip, sıra, düzen, usûl.(...Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyyeyi iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir râbıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan arkadaşane bir alâka telâkki edersin. M.)
RABITABEND
f. Rabtedici, bağlayıcı.
RABITA-İ İMAN
İman bağı, insanları hususan iman edenleri birbirine bağlayan iman.
RABITA-İ MEVT
Ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmak.
RABITA-İ ŞEYH
Tarikat-ı Nakşiyede, müridin hayalen şeyhinin huzurunda kendini tasavvur etmesine denir.
RABIZ
Koyun ağılı.
RABİ'
Dördüncü.
RABİA
(Müe.) Dördüncü. * Saatteki sâlisenin altmışta biri.
RABİA-İ ADEVİYE
(Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliyedir. (R. Aleyha)
RABİAN
Dördüncü olarak.
RABİB
Yoğurt.
RABİH(A)
(Ribh. den) Kârlı, kazançlı, faydalı.
RABİ-İ AŞER
Ondördüncü.
RABİT
Bağlı, bağlanmış, merbut.
RABİYE
(C.: Revâbi) Yüce, yüksek yer.
RABT
Bağlamak, bitiştirmek, bir şeye bağlamak. * Nizam vermek, intizam bulmak. * Gr: Cümleleri lüzumlu edatlarla birbirine bağlamak.
RABT EDATI
Gr: Bağlama edatı. Kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan harf veya kelime. (Hem, ve... gibi)
RABT-I KALB
Kalb bağlama, gönül bağlama.
RABTİYYE
Rabtiye. * Bağlayacak şey.
RAC
f. Mide.
RA'C
Şimşeklerin birbiri ardınca şakımaları.
RACİ
Rica eden, eden, uman, yalvaran. Niyaz eden. Ümitli.
RACİ'
(Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden. * Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik. * Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.
RACİBE
(C.: Revâcib) Parmağın el ayasına bitişik olan boğumu.
RACİFE
Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.
RACİH
Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan. * Fık: Beyyinatta, bürhan ve delilin tercihinde delili üstün, beyyinesi evlâ ve makbul olan taraf.
RACİHA
Tercihli, daha önce diğerlerinden üstün.
RACİH-İ MERCUH
Bürhan ve delillerin tercih ve üstünlük esasları.
RACİL
Yaya olarak, yürüyerek.
RACİLEN
Yaya. Piyade. * Mc: Cahil, bilgisiz.
RACİN
Adama alışmış davar.
RACİYANE
f. Rica ederek, yalvararak.
RAD
f. Cömert, eli açık, faziletli, üstün, değerli.
RA'D
Gök gürültüsü. * Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı. * Tehdit etmek, korkutmak.(Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)
RAD'
Men'etmek, engel olmak. * Bırakmak, terk etmek. * Güzellik eseri. * Kına.
RA'D SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 13. Suresi.
RA'D U BERK
Gök gürültüsü ve şimşek.
RADAF
Üzerine ateş yakıp kızdırdıkları taş.
RADAFE
(C.: Razf) Kızdırılmış sıcak taş (süte bırakıp sıcaklık verirler.)
RADD
Süt ile pişmiş hurma. * Vurmak, dövmek.
RÂDD
(Redd. den) Geri döndüren, reddeden, geri bırakan.
RADDE
Derece. Rütbe. Sıra. Kerte. Mertebe. * Aşağı yukarı. * Fayda, menfaat. * Çizgi, hat.
RÂDD-ÜS SELÂM
Başkasının verdiği selamı alan.
RADE
Faide, menfaat.
RA'DE
Muztarib oluş, azablı ve sıkıntılı hâl. (Rı'de şeklinde de okunur)
RA'DENDAZ
(Ra'd-endaz) f. Gürleyen, gürleyici. Gök gürültüsü gibi gürleyen.
RADGA
(C.: Radg-Ridag) Sulu ve sıvı balçık.
RADH
Az bir şey verme. Az verilen şey. * Fık: Cihada iştirak eden kadınlara, kölelere, çocuklara ve zimmilere ganimet malından verilen mal.
RADHE
(C.: Radh-Ridh) Taşlı yer, taşlık arazi. * Büyük taşlardan olan çukur yer. (İçinde su birikip kalır.)
RADI'
(Rıda'. dan) Süt kardeş. * Süt emen çocuk. * Levmedilen kimse.
RA'D-I KASIF
Korkunç gök gürültüsü.
RA'D-I KAZA
Kaza yıldırımı, kaza şimşeği.
RADIYALLAHÜ ANH
Allah (C.C.) ondan razı olsun, mealinde duâdır. Aslında Allah ondan razı oldu demektir.(Sahabe-i Kiram Hazeratına Radıyallahu Anh denildiğine binaen, başkalara da bu mânada söylemek muvâfık mıdır?Elcevab: Evet denilir. Çünki Resul-i Ekrem'in bir şiarı olan Aleyhissalâtü Vesselâm kelâmı gibi Radıyallahu Anh terkibi, Sahabeye mahsus bir şiar değil, belki Sahabe gibi veraset-i nübüvvet denilen velâyet-i kübrada bulunan ve makam-ı rızaya yetişen Eimme-i Erbaa, Şâh-ı Geylanî, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi zatlara denilmeli. Fakat örf-ü ulemâda sahabeye, Radıyallahu Anh; Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîne, Rahimehullah; onlardan sonrakilere, Gaferehullah; ve Evliyaya, Kuddise Sırruhu denilir. M.)
RADIYALLAHÜ ANHA
(Kadın için) Allah ondan razı olsun.
RADIYALLAHÜ ANHÜM
Allah onlardan razı olsun.
RADIYALLAHÜ ANHÜMA
Allah onların ikisinden razı olsun.
RADİ
(Râdiye) Razı olan, rıza gösteren, itaat eden.
RADİ'
(C.: Ruzâa-Ruzâ) Süt emen çocuk.
RADİB
Zayıf yağan yağmur. * Sidre ağacından bir cins.
RA'DİD
Korkak.
RADİF
Kızmış taşla ısıtılan süt. * Kızmış taş üzerine pişirilen et. (Merzuf da derler.)
RADİF
Binicinin ardına binen kişi.
RADİFE
Kıyametteki ikinci Sur'un ismi. (O'nunla bütün ölüler hayat bulurlar.)
RADİG
Ahmak, akılsız kimse.
RADİN
Za'feran çiçeği.
RA'DİN
Gürleyen. * Gürültülü.
RADİYEN
Razı olarak, beğenilerek, hoşnud olmak suretiyle.
RADK
Her nesnenin evveli.
RADM
Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)
RADM
Büyük set.
RADME (RADMÂ)
Büyük taş.
RADUA
Kuzusunu emziren ve hem de sağılır olan koyun.
 
RADYASYON
(Fr. Radiation) Bir enerjinin ışık demeti halinde yayılması.
RAFIZ
Terk eden. Salıveren. Bırakan.
RAFIZA
Şii fırkalarından bir tâife. Hak mezhepten ayrılmış, namazsız, itikadı bozuk kimse. * Asker kaçağı güruhu. * Düstur, akide ve nizam kabul edilen esaslardan ayrılanlar.
RAFIZÎ
(Râfiziyye) Rafıza fırkasından olan. Hazret-i Ebu Bekir'in ve Hazret-i Ömer'in (R.A.) halifeliklerini kabul etmeyenlerden olan.
RAFIZİYYUN
(Rafızî. C.) Rafızîler.
RAFİ'
Yükseltici. Hâmil. Sâhib. Kaldırıcı, kaldıran. * Esma-i İlâhiyedendir.
RAFİA
Yükselten. * Kaldırmak için destek.
RAFİDAN
Dicle ve Fırat ırmakları.
RAFİDE
Binanın direği.
RAFİH
Rahat içinde ve refahla yaşıyan.
RAFİT
Nikâh. Cima. Fuhşiyyat.
RAFİ-ÜD DERECAT
Dereceleri yükselten. Allah. (C.C.)
RAFZ
Bırakma. * Rafızîlik.
RAG
f. Çimenlik, çayırlık, bahçelik, bağlık. * Dağ eteği.
RAGABAT
Rağbetler, istekler, istekle karşılamalar.
RAGAD
Refah, genişlik, kolaylık. * Geçim kolaylığı.
RAGAME
(C.: Rugâm) Toprak.
RAGBA'
Rağbet etmek.
RAGD
Maişet genişliği, geçim bolluğu.
RAGIB
(Râgıbe) (Ragbet. den) İsteyen, rağbet eden.
RAGIM
Galebe eden, galip olan.
RAGIYE
Dişi deve.
RAGİB
İçi geniş olan nesne.
RAGİBE
Rağbet olunan veya rağbetle istenilen şey. * İhsan, hediye.
RAGİD
Süt bulamacı.
RAGİF
Pide. Yufka.
RAGİFE
Sütlü bulamaç.
RAGMİYYAT
Aksine, rağmına, inadına, zıddına yapılan işler.
RAGN
Meyletmek, yönelmek, eğilmek.
RAGS
Nimet. Lütf-u İlâhî. Bereket. Hayır. * Çoğalmak ve uzamak.
RAGSA'
İçinden sütün aktığı meme içindeki damar.
RAĞBET
(Ragbet) İstek, arzu. İyi sayılmak. Bir şeyi çok iştiyakla istemek. İhlasla dua etmek, teveccüh etmek.
RAĞBETEN
Rağbet ederek, istekle.
RAĞBET-İ UMUMİYE
Umum tarafından rağbet edilip beğenilme. Herkes tarafından istenme.
RAĞM
(Ragm) Bir şeyden hoşlanmayıp kerih görmek. Bir işi birisine zor ile tutturmak. Züll ve hakaret. Kahretmek.
RAĞMEN
Aksine olarak, inadına, zıddına olarak, zoraki.
RAĞMEN ALÂ-ENFİHİ
Tahkir maksadıyla, birinin kibrini, burnunu kırmak için.
RAĞMEN Lİ-ENFİHİ
(ve alâ rağmihi) Zoraki ve mahsus tahkir ve tezlil için olan hareket.
RAH
(C.: Rayâh) Şarap, içki, hamr. * El ayası mânâsına olan "Râha'nın C." * Gitmek.
RAH
(Reh) f. Yol. Tarz. Usûl. Meslek.
RAH
f. Zan, sanma. Kaygı, keder.
RAHA
Değirmen.
RAHABE
Genişlik, vüs'at.
RAHAH
Davanın tırnağının geniş ve büyük olması.
RAHAL
(C.: Rihâl) Semer. Palan.
RAHAMET
Rahim hastalığı.
RAHASA
Yumuşaklık.
RAHAT
Üzüntüsüz, tasasız, kedersiz bir halde olmak. İstediği her şeyi bulup telâşsız olmak. Müsterih. * Dinlenmek. * El ayası.
RAHAT-EFZA
f. Rahat arttıran.
RAHAT-I DİL
Gönül rahatı.
RAHAT-NİŞİN
f. Rahat eden, rahat oturan.
RAHCEN
Ağırlık, sıklet. * Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
RAHDAN
f. Yol bilen.
RAHE
Avuç içi, el ayası.
RAHF(E)
Kaymak. * Elde durmaz derecede sıvı olan hamur.
RAH-I HAK
Hak yolu.
RAH-I NECAT
Kurtuluş yolu.
RAH-I RAST
Doğru yol.
RAH-I VATAN
Vatan yolu.
RAHİ
Rahat yürüyüşlü binek. * Sâkin, rahat.
RAHİ
f. Yola ait, yolla alâkalı, yola dâir.
RAHİB
Bol, geniş. * Obur, çok yiyen kişi.
RAHİB
Kendisinden korkulan şey. Korkulu.
RAHİB
Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan. * Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş. * Aslan.
RAHİBAN
(Râhib. C.) Râhibler. Keşişler.
RAHİBE
Kadın rahib.
RAHİB-ÜR RÂHE
Cömert, eli geniş.
RAHİH
Yumuşak, sulu balçık.
RAHİK
Safi şarap, Cennet şarabı.
RAHİL
Göç. Göçme, hicret etme.
RAHİL
(C.: Ruhal-Rihâl) Dişi olan koyun kuzusu. (Erkeğine "hamel" derler.)
RAHİL
Göç eden, göçen, ölen, rıhlet eden.
RAHİLE
Yük hayvanı. * Yük getiren deve. * Topluluk, kafile. * Üzerine binilen deve.
RAHİLEZEN
f. Yük hayvanını süren.
RAHİM
(Rehm) Döl yatağı. Çocuğun, içinde yetiştiği ve dişi canlılara mahsus organ. * Karabet, akrabalık.
RAHİM
(Rahm. dan) Rahmet edici, acıyan, merhamet eden.
RAHİM
(Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)
RAHİM(E)
Hafif sesli, lâtif sözlü kız.
RAHİMALLAH
Allah rahmet eylesin.
RAHİMANE
Şefkat ederek, acıyarak. Merhamet ve rahmet ile Cenab-ı Hakk'a yakışır tarzda.
RAHİME
Rahmet eylesin.
RAHİMEHULLAH
Allah ona merhamet eylesin, Allah rahmet eylesin meâlinde duâdır.
RAHİMEHUMALLAH
Onların ikisine de Allah rahmet eylesin meâlinde duâdır.
RAHİMEHUMULLAH
Allah onlara rahmet eyleye meâlinde duadır.
RAHİMÎN
(Rahîmûn) Merhametliler, acıyıp esirgeyenler, rahmet edenler, şefkat edenler.
RAHİMİYYET
(Bk: Rahmaniyet)
RAHİN
Rehin veren, malını rehine koyan. *Sâbit, dâim, devamlı. * Devenin ve adamın zayıfı.
RAHİS
Ucuz, yumuşak elbise. * Ansızın ölüm.
RAHİYE
(C.: Revâhi) Bal arısı.
RAHİYYE
Yolluk. Yol masrafları.
RAHK
Sarmak, istilâ etmek.
RAHL
(C.: Rihâl) Semer, palan. * Yağmurluk ve saire gibi yol levâzımı.
RAHL (RIHL)
Göçmek, irtihal etmek.
RAHLÂ'
Arkası beyaz, diğer yerleri siyah olan dişi koyun. * Yalnız arkası kara olan deve.
RAHLE
Küçük masa.
RAHLE-İ TEDRİS
Üzerine ders verilen veya alınan rahle. * Bir âlimden alınan ders.
RAHM
Acıma, koruma, esirgeme, şefkat etmek. * Hısımlık, karabet, akrabalık.
RAHM Ü ŞEFKAT
Merhamet ve şefkat etmek.
RAHMA'
Başı beyaz olan dişi koyun.
RAHMAN
Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
RAHMAN SURESİ
(Errahman Suresi de denir.) Kur'an-ı Kerim'in 55. suresidir. Bu sureye Arus-ül Kur'an da denilmiştir. Mekkîdir.
RAHMANÎ
Rahman'a ait ve müteallik. Allah'tan gelen, her hususta hayırlı olan.
RAHMANİYYET
Cenab-ı Hakk'ın Rahman oluşu.(Yâni: Gözümüzle görüyoruz, birisi var ki, bize zemin yüzünü rahmetin binlerle hediyeleri ile doldurmuş, bir ziyafetgâh yapmış ve Rahmâniyetin yüz binlerle ayrı ayrı lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş ve zemin içini rahimiyyet ve hakîmiyetin binlerle kıymettar ihsanlarını câmi' bir mahzen yapmış. Ve zemini devr-i senevîsinde bir ticaret gemisi hükmünde her sene âlem-i gaybdan levâzımat-ı insaniyye ve hayatiyyenin yüz bin çeşitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi sefine veya şimendifer gibi; ve her baharı ise, erzak ve elbisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gönderir. Bizi gayet rahimane beslettirir. Ve bütün o hediyelerden, o nimetlerden istifade etmemiz için bize de yüzlerle ve binlerle iştihalar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyatlar, hisler vermiş...Evet, bize öyle bir mide vermiş ki, hadsiz taamlardan lezzet alır. Ve öyle bir hayat ihsan etmiş ki, duyguları ile bir sofra-i nimet gibi koca cismâni âlemde hadsiz nimetlerinden istifade eder. Ve öyle bir insaniyet bize lutfetmiş ki, akıl ve kalb gibi çok âletleri ile hem maddi hem mânevi âlemin nihâyetsiz hediyelerinden zevk alır. Ve öyle bir İslâmiyet bize bildirmiş ki; âlem-i gayb ve âlem-i şehâdetin nihâyetsiz hazinelerinden nur alır. Ve öyle bir iman hidayet etmiş ki, dünyâ ve âhiret âlemlerinin hasra gelmez envarından ve hediyelerinden tenevvür edip müstefid eder. Güyâ Rahmet tarafından bu kâinat hadsiz antika ve acib ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır. Ve bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak olan anahtarlar insanın ellerine verilmiş ve bütün onlardan istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar insanın fıtratına verilmiş.İşte böyle dünyayı ve âhireti ve her şeyi kaplamış bir rahmet, elbette o rahmet, Vahidiyyet içinde bir Ehadiyyetin cilvesidir.Yani nasıl ki güneşin ziyası, mukabilindeki umum eşyayı ihâta etmesi ile Vahidiyyete bir misâl olduğu gibi, parlak ve şeffaf her bir şey dahi kabiliyetine göre güneşin hem ziyasını, hem hararetini hem ziyasındaki yedi rengini, hem aks-i misâlini almakla Ehadiyete bir misâl olduğundan elbette o ihâtalı ziyayı gören adam, arzın güneşi vâhiddir, bir tektir diye hükmeder. Ve her parlak şeyde hatta katrelerde güneşin ışıklı, harâretli aksini müşâhede eden o adam, güneşin ehadiyyetini, yâni; bizzat güneşi sıfatları ile "her şeyin yanındadır ve her şeyin âyine-i kalbindedir" diyebilir.Aynen öyle de: Rahmân-ı Zülcemâlin geniş rahmeti dahi ziya gibi umum eşyayı ihatası o Rahmânın Vahidiyetini ve hiç bir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi, her şeyde hususan her bir zihayatta ve bilhassa insanda o cemiyetli Rahmetin perdesi altında o Rahmânın ekser isimlerinin ışıkları ve birnevi cilve-i zâtiyyesi bulunarak, her ferdde bütün kâinata baktıracak ve münâsebettarlık verecek bir cem'iyyet-i hayatiye vermesi dahi, O Rahmânın ehadiyyetini ve herşeyin yanında hâzır ve herşeyin her şeyini yapan (O) olduğunu isbat eder.Evet nasıl ki, O Rahmân, o rahmetin vahidiyyetiyle ve ihatası ile kâinatın mecmuunda ve zeminin yüzünde celâlinin haşmetini gösteriyor. Öyle de ehadiyyetin cilvesi ile her bir zihayatta, hususan insanda bütün nimetlerin nümunelerini o ferdde toplayıp o zihayatın âlât ve cihâzâtına geçirip tanzim ederek mecmu-u kâinatı (parçalanmadan) o tek ferde bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesi ile dahi cemâlinin hususi şefkatini ilân eder ve insanda enva-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.Hem nasıl ki, bir kavunun (meselâ) her bir çekirdeğinde o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan zat, elbette odur ki, o kavunu yapar. Sonra ilminin hususi mizanı ile ve hikmetinin ona mahsus kanunu ile o çekirdeği ondan sağar, toplar, tecessüm ettirir ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiç bir şey o çekirdeği yapamaz. Ve yapması muhaldir. Aynen öyle de: Rahmaniyyetin tecellisi ile kâinat bir ağaç, bir bostan; ve zemin bir meyve, bir kavun; ve zihayat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan elbette en küçük bir zihayatın Hâlikı ve Rabbi bütün zeminin ve kâinatın Hâlikı olmak lâzım gelir.Elhâsıl: Nasıl ki, ihâtalı olan Fettahiyet hakikatı ile bütün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle isbat eder. Öyle de, her şeyi ihata eden Rahmaniyyet hakikatı dahi vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zihayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemâl-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiç birini unutmaması ve aynı rahmet her yerde, her anda ve her ferde yetişmesi ile bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyyeti gösterir. Ş.)
 
RAHME
(C.: Ruham) Kartal. * Rahmet, muhabbet.
RAHMET
Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. * Mc: Yağmur.(...Sâni-i Âlem'in her şeyi içine almış ve her şeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet -i vâsiası vardır. Vâlidelerin, hattâ bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının sühulet-i rızkları, o rahmet deryasından bir katredir. M.N.)
RAHMETEN-Lİ-L-ÂLEMİN
Bütün âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm.
RAHMET-İ BÎPAYAN
Sonsuz rahmet.
RAHMETULLÂHİ-ALEYH
Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
RAHMİ
Rahmete mensub, rahmetle alâkalı, rahmete müteallik.
RAHMUT
Mübalağa ile esirgemeklik.
RAHNAME
f. Yol ve yön gösteren kâğıt. Harita.
RAHNE
f. Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar. * Yara. * Bozukluk. Zarar.
RAHNEDÂR
f. Eksiği, bozuğu olan. * Zarara uğramış. * Yıkığı olan.
RAH-NÜMA
f. Yol gösteren, kılavuz. (Bak: Rehnüma)
RAHREV
f. Yolcu.
RAHS
Yıkamak. * Yumuşak.
RAHŞ
Gösterişli, güzel at. * Rüstem adlı bir pehlivanın atı.
RAHŞA
(Rahşân) f. Parlak.
RAHŞENDE
f. Parıldıyan, parıldayıcı.
RAHŞİŞ
f. Parlayış.
RAHT
(C.: Ruhut) Binek atlarına vurulan eyer, takım. * Pencere ve kapıların menteşe takımı. * Yol levazımı. * Döşeme ve ev takımı.
RAHT-I ARUS
Gelin eşyası.
RAHT-I HÜMAYUN
Padişahın mücevherli eyer takımı.
RAHTLAMAK
Ata raht ve takım takmak.
RAHUM
Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.
RAHV
Gevşek, sölpük, rahâvetli.
RAH-VAR
f. Sarsmadan yürüyen at, rahvan at. * Atın sarsmadan yürüyüşü.
RAHVE
(Bak: Rihve)
RAHYAN
Kaburganın omuz kemiği ile bitişmesi.
RAHYE
Düz meydan.
RAHZ
Yıkamak.
RAHZEN
f. Yol vuran. Yol kesen. Eşkiyâ, haydut.
RAHZENÎ
f. Haydutluk, eşkiyâlık. Yol kesicilik.
RAİ
Çoban. * Gözetleyici ve koruyan kimse. * Vâli. * Güvercin kuşundan bir kısım.
RAİ
(Rü'yet. den) Görücü, gören. * Gr: R harfiyle alâkalı. R harfine mensub.
RA-İ MÜHMELE
Noktalı ze'den ayırmak için "rı" harfine verilen bir ad.
RAİB
Göz bağlayıcı, büyücü. * Doldurucu.
RAİB
Korkmuş. * Semizliğinden yağı damlar olan. * Dolu.
RAİC
Revaçta olan, sürümü olan. Rağbet bulan.
RAİC-İ MAL
Malın değeri.
RAİC-İ VAKT
Bir şeyin şimdiki değeri.
RAİD
Konaklanacak yeri görmek için önceden gönderilen kimse. * El değirmeni.
RAİD
Gürleyen, gürüldeyen.
RAİDE
(C.: Revâid) Gürleyen bulut. * Sözü çok olan kişi.
RAİF
Önde giden at. ("pişnek" derler) * Burun ucu. * Dağ burnu.
RAİF
Merhametli, re'fetli.
RAİK(A)
Hâlis, sâfi, sâde, katışıksız.
RAİN
Muhkem, sağlam yapılı, berk yer.
RAİŞ
Huk: Rüşvet veren kimse ile rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimse.
RAİYANE
f. Çobanca. Çobanlığa ait.
RAİYYE
(C.: Raâyâ) Saklı, mahfuz.
RAİYYET
Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. Devletin idâresindeki umum insanlar. * Sürü. Otlatılan hayvan sürüsü.
RAİYYET-PERVER
f. Halka iyi bakan, iyi idare eden. İnsanların ihtiyacını te'min eden, onların iyiliğini seven ve onlar için iyilik isteyen.
RAİZ
(Râyiz) Öfkeli, kızgın.
RAK
Erkek yengeç.
RAK'
Eğilmek.
RAK'
Kaftana yama vurmak. Elbiseyi yamamak.
RAKAAT
Hamâkat, ahmaklık.
RAKABAT
(Rakabe. C.) Boyunlar. Ense kökleri. * Köleler, câriyeler. Kullar.
RAKABE
Ense kökü, boyun. * Kul, köle, câriye.
RAKADAN
Oynayıp sıçrama.
RAKAHA
Ticaret. * Kesb, kazanma.
RAKAK
Üstü yumuşak, altı sert olan düz yer.
RAKAM
Yazı ile işaret, sayıları gösteren işaret. * Yazı yazmak.
RAKAM
Bütün satıcı, bütün satan.
RAKAMÎ
Rakam ve sayıya ait. Rakamla alâkalı.
RAKAMKEŞ
f. Rakam atan. Yazan çizen.
RAKAMZEDE
f. Yazılan, söylenen. Yazılmış.
RAKAMZEN
f. Yazıcı, yazan. Kayıt ve işâret eden.
RAKAN
(Rakun) Za'feran çiçeği. * Kına.
RAKB
Muntezir olmak, beklemek.
RAKD
Uyumak üzere bulunma. Uykuya dalar gibi olma.
RAKDE
Uyku. Berzah.
RAKIB
Gözeten, bekleyen.
RAKIDE
Mertek adı verilen uzun ince ağaç.
RAKIM
Belâ, musibet. Zahmet. Dâhiye.
RAKIM
Bir yerin deniz seviyesinden yükseklik derecesi. Kod. * Rakam yazan. Çizen. Tahrir eden, yazan.
RAKİ'
Rüku' eden. Huzur-u İlâhîde eğilen.
RAKİ'
Ahmak kimse. * Gökyüzü.
RAKİAN
Rüku' ederek, huzur-u İlâhîde eğilerek. Rüku' etmek suretiyle.
RAKİANE
f. Rüku' eder gibi. Eğilerek.
RAKİB
Binen. Binici. * Herhangi bir nakil vasıtasına binmiş olan.
RAKİB
(Rekabet. den) Daima görüp kontrol eden, gözeten. * Bekçi. * Herhangi bir işte birbirinden üstün olmaya çalışanlardan her biri. Rekabet edenlerin beheri. * Esma-i Hüsna'dandır.
RAKİBAN
(Rakib. C.) f. Rakibler. Birbirleriyle yarışanlar. * Bekçiler.
RAKİBEN
Binmiş olarak, binerek.
RAKİD(E)
Hareketsiz, durgun.
RAKİK Ü NİZÂR
İnce ve zayıf.
RAKİK(A)
(Rikkat. den) Yufka yürekli, ince merhamet ve şefkat sahibi olan. * Köle, câriye.
RAKİK-ÜL KALB
Yufka kalbli, çok merhametli, ince duygulu.
RAKİM
Yazılmış nesne. Yazı yazılacak levha. * Ashab-ı Kehf'in mağarasının bulunduğu dağ; veya bazılarınca mağaranın bulunduğu dere; veya Ashab-ı Kehf'in başka bir ismi. * Ashab-ı Kehf'in isim ve kıssalarının yazılı bulunduğu kitabe.
RAKİME
Yazılmış kâğıt. Mektub.
RAKİS
Yol gösteren, kılavuz. * Harman yerinde harmanı döğerken öküzün dönmesi.
RAKK
Kitap, sahife. * Kâğıt yerine kullanılan ince deri parçası. * Tomar. * Yama.
RAKKA
Dere yanında olup sel geldiğinde üzerine yayılan arazi. * Bir yerin adı.
RAKKAS
Oynayan, dans eden, köçek.
RAKKASÂNE
f. Oynar şekilde. Raksederek.
RAKKASE
Oynayıp dans eden kadın.
RAKLE
(C.: Rikal) At sürüsü. * Uzun hurma ağacı.
RAKM
Yazmak. * Mühür yapmak.
RAKME
Derenin kenarı. * Bahçe.
RAKMİYYAT
Medine yakınında bir yere nisbet edilen oklar.
RAKRAK
Şuleli ve ziyâlı, parlak, nurlu.
RAKRAKA
Nâzik ve derisi yumuşak olan kadın.
RAKRAKA
Su dökmek. * Su gelip gitmek. * Parlamak. * Suyun akması.
RAKRAKAN
Serap.
RAKS
Sıçrayarak oynamak, dansetmek.
RAKSÂN
Rakseden, dans eden, oynayan.
RAKS-I MÜKERRER
Tekrar tekrar yapılan raks. Döne döne oynama.
RAKSKÜNÂN
f. Raksederek, raksede ede, oynıyarak, oynıya oynıya.
RAKŞ
Nakşetme, süsleme.
RAKŞA'
(C.: Rukaşâ) Alaca yılan. * Süslü kadın.
RAKUD
(C.: Revâkıd) Derinliği fazla olan küp.
RAKY
Yükselmek, terakki etmek.
RAL
(C.: Rilâl-Ri'lân-Er'ül- Reele) Deve kuşunun yavrusu.
RA'L
Koyunun kulağından kesilen parça.
RA'LA'
(C.: Rual) Akılsız kadın. * Kulağının ucu kesilip ilişik duran dişi koyun.
RA'LE
(C.: Riâl-Erâl-Erâil) At sürüsü. * Hurma ağacının uzunu.
RAM
f. İtaat eden, boyun eğen, itaatli, münkad.
RAMAD
Kül, ateş külü.
RAMAK
Nefes alacak kadar kalan hava, az bir hayat eseri. * Çok az şey.
RAMAS
Göz çapağı.
RAMAZ
Güneşin sıcaklığı şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak. * Kesinleştirmek.
RAMAZAN
Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başladığı oruç ayı. Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.(Ramazan-ı Şerif'te mü'minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevi sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübârek ayda oruç vasıtasiyle çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen onlar masumâne gülüyorlar. M.)(İşte Ramazan-ı Şerif, âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevi hasılat için gâyet münbit bir zemindir. Ve neşv ü nema-i a'mâl için, bahardaki mah-i nisandır. Saltanat-ı Rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsi bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan yemek, içmek gibi nefsin gafletle hayvani hâcatına ve mâlâyani ve hevâperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevi hâcâtını muvakkaten bırakmakla uhrevi bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir. Evet, Ramazan-ı Şerif; bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır.Evet bir tek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise nass-ı Kur'ân ile bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i katıadır. M.)
RAMAZANİYE
Ramazana ait. Ramazan hakkında. * Ramazan ayına dair medhiye veya kaside.
RAMETMEK
Boyun eğdirmek, itaate getirmek.
RAMİ
(Remy. den) Ok, mermi v.b. şeyler atan atıcı.
RAMİ
f. Çok itaatkâr olan.
RAMİH
Süngü batıran, mızrak saplayan.
RAMİK
Miskle karıştırılan siyah bir madde.
RAMİLE
Yelmek. * Şam vilâyetine bağlı bir yerin adı.
RAMİS
Toprağı her yöne sürüp savuran rüzgâr.
RAMİŞE
İyilik, gökçelik, hasene.
RAMİŞGER
f. Çalgıcı. Saz çalan.
RAMK
Nazar etmek, bakmak.
RAMPA
Fr. İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi. * Şose veya demiryolundaki yokuş. * Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set.
RAMPACI
Eski deniz muharebelerinde yakından dövüşerek zabtedilmek istenilen bir düşman gemisine hücumla borda bordaya gelindiği sırada düşman gemisindeki askerlerin vuku bulacak hücumunu menetmek için güverteye yayılan silâhendazlar.
RAMT
Ayıplama.
RAMUZ
Deniz.
RAN
f. Bacağın uyluk kısmı. Uyluk. * Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân $ : Hüküm süren.
RAN
(Reyn. den fiil) Kalb katılaşması, lekelenmek. Kalbin kasavetlenmesi. * Pas, kir. (Bak: Reyn)
RA'N
(C.: Ruun-Riân) Ahmaklık. * Sarp dağ. * Önüne sivrilmiş dağ burnu.
RA'NA
İyi, güzel, hoş, lâtif. Pür ve revnak olan.
RANEC
Hindistan cevizi.
RANİN
f. Pantolon. şalvar. Don.
RAPOR
Fr. Bir tedkik neticesini bildiren yazı.
RAPÖRTAJ
(Bak: Röportaj)
RA'RA'
(C. Raâri') Kötü, alçak kimse. * Yaramaz gönüllü. * Çok uzun boylu adam. * Güzel itidalde olan kimse.
RA'RAA
Suyun şiddetle akması. * Depretmek. (Çocuk) büyümek. * Bitirmek.
RA'S
Yorulduğunda yab yab yürümek. * Birşeyi silmek.
RA'S
Boyanmış renkli yün. * Süt vermek. * Süt içmek.
RAS'
Yapışmak.
RA'SA'
Kulakları küpe gibi uzunca sarkık olan yahut ucunu kesmekten ilişik kalıp sallanıp duran kulakları asılı olan dişi koyun.
RASAA
(C.: Rusâ) Bal arısının yavrusu.
RASAD
Gözetlemek, beklemek, pusuda olmak.
RASADGÂH
f. Bekleme yeri, gözetleme yeri. Gözlemevi.
RASADHÂNE
f. Havanın değişen şekillerini, sıcaklık ve soğukluğu tesbit etmek için veya yıldızların hareketlerini tesbit ve takib maksadiyle çalışılan yer.
 
RASAF
Kaldırım. Kaldırım taşları.
RASAFE
(C.: Risâf) Ok üstüne sarılan kiriş.
RASAFET
Dayanıklılık, sağlamlık.
RA'SAN
Yorgunluktan dolayı yab yab yürümek.
RASANET
Sağlamlık, dayanıklık. * Sabit, muhkem, metin.
RASAS
Kurşun, kalay, lehim.
RASAS-I MÜZAB
Eritilmiş kalay.
RASASÎ
Kalaycı. * Kurşun renginde olan.
RASD (RUSUD)
Yol gözlemek.
RA'SE
(C.: Riâs) Kulağa takılan küpe.
RASF
Oka kiriş sarmak. * Birbirine zammetmek. * Kaldırım döşemek.
RASĞ
Bilek, elbileği.
RASID
(C.: Râsıdân) (Rasad. dan) Gözleyen, gözeten, rasad eden. Dikkatle bakan.
RASIDÂN
(Râsıd. C.) Dikkatle bakıp gözliyenler, rasad edenler.
RASİ'
Hırs ve tama eden.
RASÎ
Kımıldamıyan, sâbit. * Lenger atmış olan gemi. Demirlemiş gemi.
RASİA
(C.: Rasâyi) Halka.
RASİB (RÂSİBE)
Tortulaşan, dibe çöken.
RASİD
Muntazır, bekleyen kimse. * Avını bekleyen ve yaklaştığında hemen üzerine sıçrayan canavar.
RASİF
Dayanıklı, sağlam, muhkem. * Taş temel, rıhtım. * Denizin yüzüne çıkmış kayalar.
RASİFE
Su içinde yapılan sed. Rıhtım.
RASİH(A)
(C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
RASİHÂNE
f. Sağlamca, sağlam delil ve bürhana dayanmak suretiyle.
RASİHUN
(Rasihîn) (Râsih. C.) Âlimler, din bilgisi çok sağlam ve derin olan büyük zatlar. * Temeli kuvvetli ve sağlam olanlar.
RASİM
Resim yapan, çizgi çizen. * Akar su.
RASİME
Âdet. Eskiden kalma âdet.
RASİN
Andız otu.
RASİN
Sağlam, dayanıklı. * Sabit hüküm.
RASİYE
(C.: Revâsi) Büyük dağ.
RASN
İkmal etmek, tamam etmek, muhkem kılmak.
RASRAS
Sağlam ve sert yer.
RASRASA
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
RASS
Binayı sağlamlaştırmak. * Birbirine darlık getirmek. * Bazısını bazısına ulaştırmak.
RASSAD
(Rasad. dan) Rasad eden. Dikkatle gözleyen.
RASSAS
Kalaycı.
RAST U ÇEP
f. Sağ sol, sağdan soldan.
RASTAN
(Râst. C.) Doğru olanlar. Haklı kimseler.
RASTBÎN
f. Herşeyin hak ve doğrusunu görüp farkeden.
RASTGÛ
(C.: Râstguyân) f. Doğru konuşan, hak konuşan.
RASTÎ
f. Doğruluk, gerçeklik.
RASTKÂR
f. Doğru adam.
RASYONALİZM
Fr. Fls: Akliyecilik. Her şeyin yalnız akıl ile bilinebileceğini iddia eden bir felsefi görüş. (Bak: Felsefe)(Nazar-ı nübüvvet ve tevhid ve iman; vahdete, âhirete, uluhiyyete baktığı için hakaiki ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı; kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır. Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı ehl-i usul-id din ve ülemâ-i İlm-i Kelâm'ın makasıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir.İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mâhiyetinde ve ince ahvâllerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat hakiki hikmet olan ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü'minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkikîn-i İslâmiyeyi hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i nübüvvet ile makasıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler. Hem her bir şey, iki nazar ile bakıldığı vakit iki muhtelif hakikatı gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiç bir hakikat-ı kat'iyyesi Kur'anın hakaik-ı kudsiyyesine ilişemez. Fennin kısa eli onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümune olarak bir misâl zikrederiz.Meselâ : Küre-i arz, ehl-i hikmet nazarı ile bakılsa, hakikatı şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahluk. Fakat ehl-i Kur'ân nazarı ile bakıldığı vakit hakikatı şöyledir ki; semere-i âlem olan insân, en câmi, en bedi' ve en âciz, en aziz, en zayıf, en lâtif bir mu'cize-i kudret olduğundan beşik ve meskeni olan zemin semaya nisbeten maddeten küçüklüğü ile ve hakareti ile beraber, manen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizat-ı sanatının meşheri, sergisi, bütün tecelliyat-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet Rabbaniyenin mahşeri, ma'kesi; hadsiz hallakıyet-i İlâhiyenin, hususan, nebatat ve hayvânâtın, kesretli enva-ı sagiresinden cevadane icadın medarı, çarşısı ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuatın küçük mikyasta nümunegâhı ve mensucat-ı ebediyenin sür'atle işleyen tezgâhı ve menazır-ı sermediyenin çabuk değişen taklidgâhı ve besatin-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.İşte arzın bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-ı Hakim semâvata nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semavata karşı küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor, mükerreren $ diyor. İşte sair mesaili buna kıyas et. Ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatları Kur'anın parlak, ruhlu hakikatları ile müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için ayrı ayrı görünür. S.)(...Acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi "aklımız bize yeter" deyip sana ittiba'dan istinkâf mı ederler? Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünkü bütün dediğin mâkuldür. Fakat akıl kendi başı ile ona yetişemez...Yahut inkârlarına sebeb, tâgi zâlimler gibi hakka serfüru etmemeleri midir? Halbuki mütecebbir zâlimlerin rüesaları olan fir'avunların, nemrudların âkibetleri mâlumdur... S.) (Bak: İsbatiyecilik)
RASYONEL
Fr. Fls: Akla uygun, hesaplı, ölçülü, biçili.
RA'ŞAN
Titreme, titreyiş.
RA'ŞE(T)
Titreme, titreyiş. * Korkmak, havf ve dehşete giriftar olmak.
RA'ŞEAVER
(Ra'şe-âver) f. Titretici.
RA'ŞEDAR
f. Titreyen, ürken.
RA'ŞE-İ DEST
El titremesi.
RA'ŞEVER
f. Titretici.
RAŞİ
Rüşvet veren.
RAŞİD(E)
(Rüşd. den) Hak dinini kabul eden, doğruya giden, rüşde erişmiş olan. * Akıllı.
RAŞİDÎN
Hakka erişmiş olanlar. Kâmil ve çok ileri olgun kimseler. Akıllılar.
RAŞİH
Yürüyebilen geyik yavrusu.
 
RAŞİN
Adı tufeylî olan ve davetsiz olarak ziyafetlere giden kimse.
RAT'
(Bak: Ret')RATA' : Hamakat, ahmaklık.
RATABET
(Ratb. dan) Rutubet, nem, yaş.
RATANET
Arapçanın hâricindeki bir dille konuşma.
RATB
Rutubet, nemlilik yaşlık. * Rutubetli, yaş. * Yaş hurma. * Mülâyim, yumuşak.
RATBE
(C: Ritâb) Genç ve güzel sevgili. * Yonca otu.
RATB-ÜL LİSÂN
Yumuşak sözlü. Mülâyim lisanlı.
RATH
Yoğurmak. * Yumuşak etmek, yumuşatmak.
RATIB
Islak, nemli, çok yaş, rütübetli. Tâze.
RATIK
Bitişik etmek, bitiştirmek, beraber etmek, karıştırmak. * Yırtık bir şeyin parçalarını bitiştirmek.
RATIK
Bir şeyin yarığını bitiştiren, yırtığını kavuşturup birleştiren.
RATİB
Tertib edip sıraya koyan.
RATİBE
(C.: Revâtib) Maaş. Vazife.
RATİBEHÂR
f. Vazifeli. Görevli.
RATİC
Çam sakızı.
RATİN
Reçine. Çam sakızı.
RATİT
Avaz, ses. * Ahmak, akılsız kişi.
RATİYAN
(Râtiyâne) f. Çam sakızı, reçine.
RATK
Ulaşmak, yetişmek.
RATL
(Ratıl) Eskiden kullanılan sıvı ölçüsü olup bâzı yerlerde yüzotuz dirhem sayılmıştır. Bâzen oniki kıyyedir. Kıyye kırk dirhemdir.
RATRAT
Bir nevi pelte. * Deve su içtiğinde havuz içinde artıp kalan su.
RATS
El ayasıyla vurmak.
RAUF
Çok acıyan, esirgeyen, merhamet sâhibi. * Esmâ-i İlâhiyedendir.
RAUFE
Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş. * Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.
RAUK
Süt süzeği.
RAUM
Burnundan sümükleri akan zayıf hasta koyun.
RAUS
İhtiyarlıktan dolayı başını titreten kişi.
RAV'
Ürkmek, korku, halecan. Hareket-i nefsaniye. Havf.
RAVH
Rahatlık. Rahmet ve kolaylık. * Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa. * Koklamak.
RAVHULLAH
Allah'ın verdiği rahatlık.
RAVİ
Rivayet eden. İnsanlara haberleri nakleden. * Hadis nakleden. * Söyleyen, anlatan.
RAVİ-İ HADİS
Hadis rivayet eden.
RAVİ-İ KISSA
Bir hâdiseyi hikâye eden. Hikâye anlatan.
RAVİYAN
(Râvi. C.) Rivayet edenler. Hikâye anlatanlar.
RAVİYE
Su taşıyan hayvan.
RAVUK
Süzek, süzgeç.
RAVVAH
Rahat ettirmek. (Bak: Ravh)RAVZ : Bahçeler. Ağaçlık ve çimenlik yerler.
RAVZA
Sulu yer, bahçe, bostan, çimenlik yer.
RAVZA-İ CİNÂN
Cennet bahçeleri. Cennetlere giden yol.
RAVZA-İ MUTAHHARA
Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
RAVZA-İ RIDVÂN
Cennet.
RAVZAT
(Ravza. C.) Bahçeler. Çimenlik ve ağaçlık yerler.
RAY
Re'y, fikir, Hüküm ve itikad. (Bak: Re'y)
RA'Y
Teslim olma. * Otlatma, gütme. Otlama.
RAY'AN
Her nesnenin evveli.
RAYAT
(Râyet. C.) Bayraklar.
RAYB
şek, şüphe, reyb.
RAYB-EL MENUN
Zamanın hâdiseleri. * Ölüm. * Iztırab veren hâdiseler.
RAYET
Bayrak, alem, livâ, sancak. * Gerdanlık.
RAYGAN
f. Parasız, bedâva. * Pek fazla, pek çok.
RAYİ'
Acib nesne. * Cömert kişi.
RAYİC
(Bak: Râic)
RAYİHA
Koku, hoş koku.
RAYİHADAR
f. Kokulu. Hoş kokulu.
RAYİHANİSAR
f. Koku saçan.
RAYİK
Acib ve hâlis nesne.
RAYİŞ
(Bak: Raiş)
RAYİZ
Seyis.
RAZ
f. Gizli sır, saklı şey. * Mimar. * Marangozların işini tanzim eden.
RAZ PUŞ
f. Sır saklayan, sır gizleyen.
RAZAN
f. Gizli sırlar, gizlilikler.
RAZ-AŞNA
f. Bir sırrı bilen.
RAZ-DAN
f. Sırrı bilen, sırra ortak olan dost.
RAZI
Hoşnud, rıza gösteren, kabul eden. * Boyun eğen, itaat eden.
RAZ-I NİHAN
Gizli tutulan sır.
RAZIA
Emzikli, çocuklu kadın.
RAZIK
Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)
RAZIK-I HAKİKİ
Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)
RAZİYANE
(Rezene) Dere otu nev'inden bir nebat adı.
RAZİZ
Dökülmüş ve parçalanmış.
RAZRAZ
İri vücutlu kimse. * Dökülmüş ve ufanmış taş.
RAZZ
Kesmez âlet.
RAZZE
(Razz. dan) Ezen, ezici.
REALİST
Fr. Fls: Hakikatçı. Nefs-ül emre uygun düşünen. Realizm taraftarı.
REALİTE
Fr. Gerçekten olan şey. Olduğunun tıpkısı. Gözümüzle gördüğümüz gibi. (Bak: Rasyonalizm)
REALİZM
Umumi fikirleri birer hakikat sayan felsefi görüş. Hadiseleri olduğu gibi anlatma ve gösterme gayesi güden san'at çığırı, fikri.
REAYA
(Raiyet. C.) Bir kimsenin emri altında bulunanlar. * Bir hükümdar idaresi altında bulunan halk. * Hristiyan tebaa. * Bütün halk.
RE'B
Mantar. * Toplamak, cem'etmek. * Islah etmek, düzeltmek.
REB'
Ev, arazi. Barınılan, iskân olunan yer.
REBA'
Uzunluk.
REBABE
(C.: Ribâb) Bazısı bazısına binmiş olan beyaz bulut.
REBACE
Bönlük, ahmaklık, biladet.
REBAH
Faide, menfaat. * Kediye benzer bir canavarın adı.
REBAİYE
(C.: Rebâıyyât) Seniyye ile nâb arasında olan dört diş.
REBAZ
Şehrin yarısı ve etrafı. * Her nesnenin eğlenecek ve duracak yeri. * Koyun ağılı. * "Göden bağırsak" denilen büyük bağırsak.
REBAZE
Zeki ve anlayışlı kimse. Zarif kimse.
REBBİ
İlmiyle amel eden kişi.
REBEB
Tatlı ve çok su.
REBELE
(Buğday) Çok olmak.
RE'BELE
Cür'et, ikdam.
REBEZ
Ayağı hafif. Hızlı yürüyüşlü.
REBEZE
(C.: Rebez-Rebezât) Devenin boyun yünü.
REBİ'
Yaz günü. * Küçük nehir.
REBİB
(C.: Rebâib) Üvey oğul. * Evde beslenen koyun. (Müe: Rebibe)
REBİBE
Üvey kız. * Dadı.
REBİE
(C.: Rabâyâ) Gözcülük eden kişi.
REBİH
Organları sülpük ve sarkık olan iri insan.
REBİÎ
Bahara ait, baharla ilgili.
REBİ-İ EVVEL
İlkbahar. Çiçeklerin açıp otların bittiği mevsim. (Bak: Rebi-ül Evvel)
REBİ-İ SÂNİ
Sonbahar.
REBİKA
İp ile bağlanan davar.
REBİKE
Hurmayı yağla ve keş ile karıştırıp hamur ederek yapılan bir yemek. * Öğünmüş keşi, un ve yağ ile karıştırıp yapılan yemek. * Bulamaç aşı.
REBİL
(C.: Rubul) Yoğun, semiz, besili. * Yer kuruyunca biten bir ot. * Uyluğun iç yanı.
RE'BİL
Câriye, kadın esir.
REBİLE
Semizlik, besililik.
REBİS
Bahadır, kahraman. * Meşakkat.
REBİ-ÜL AHİR
(Rebi-i Sâni) Kamerî ayların dördüncüsü.
REBİ-ÜL EVVEL
Arabî ayların üçüncüsü.
REBİZ
Semiz ve kuyruğu büyük olan koç.
REBİZ
Koyun sürüsü.
REBK
Karıştırmak.
REBRAK
Tilki üzümü.
REBREB
Yaban sığırı sürüsü.
REBS
El ile vurmak.
REBS
Hapsetmek. * Engel olmak, men'etmek.
REBSA'
Müenneslik özelliğindendir. * Katı nesne.
REBT
Şişmek. * Terbiye etmek. * Uyusun diye çocuğun yan taraflarına yab yab vurmak.
REBUB
Üvey oğul. * Üvey baba.
REBUN
Pey akçesi, pey olarak verilen para.
REBUZ
Büyük.
REBVET
(Rubve - Ribve - Rebâvet) Yüce, yüksek yer.
REC'
Geri döndürmek. * Döndürülmek. * Yağmur. * Menfaat, fayda. * Rücu' etmek veya ettirmek.
RECA
Kenar, yan. Taraf.
RECA
Emel, ümit, yalvarmak. * Cânib, taraf. * İstek, arzu, dilek.
REC'A
Geri gelme, dönüş. * Öldükten sonra tekrar diriliş.
RECAC
Her şeyin zayıfı.
RECAH
(C: Rucah) Oturak yeri etli ve büyük olan kimse.
RECAİ
Ricacı. Ricayla ilgili. Dua ve yalvarmağa, ümide dair.
RECALE
Yayan yürümek.
RECAZE
Mahfeden küçüktür ve deve arkasına vurup üzerine binerler.
RECC
Deprendirmek. Sarsılmak. Gidip gelmek.
RECCA'
Hörgücü büyük dişi deve.
RECEB
Azametli, heybetli. Ta'zim etmek. * Cennet'te bir nehir ismi. * Mübarek üç ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi. * Erkek ismi.
RECEBAN
Receb ile Şaban ayları.
RECEFAN
Şiddetle sarsılma, sallanma. * Şiddetle gürüldeme. Şiddetli ıztırab, büyük acı.
RECEFE
Zelzele. * Ortalığı sarsacak kışkırtmalar yapmağa ircaf denir. Yalan, yanlış haberlerle umumî efkârı şaşırtıcı neşriyatlara ise Eracif denmektedir. (Bak: Mürcif)
RECEL
Saçın ne sarkık ve ne de çok kıvırcık olması. * İstedikçe emsin diye davarı yavrusuyla beraber otlağa salmak.
RECEN
Hapsetmek.
RECEZ
Vezni altı defa müstef'ilün'den ibaret olan bir nevi şiir veya bahire denir. * Kaside tarzında yazılan manzume. (Bak: Kaside, Ercüze)
RECF
Şiddetle sarsmak veya sarsılmak.
RECFE
(C: Recefât) Zelzele, deprem.
RECİ'
Necis, pislik. Terslemek.
RECİF
Şiddetli ıztırab.
RECİL
Çok yürüyen.
RECİM
(Recm. den) Taşlanmış, taşa tutulmuş. * Lânetlenmiş, mel'un.
RECİN
Devecilerin ini.
RECLA'
Katı, sağlam, sert. * Bir ayağı beyaz olan dişi koyun. (Müz: Ercel)
RECLAN
(C.: Raclâ-Rıccâl) Yayan kimse.
RECM
Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek. * Atılan taş. * Kabre taştan nişan dikmek. * Şeytan üzerine atılan nücum. * Tardetmek, kovmak, sövmek. Terketmek. * Zan ve kıyas etmek. (L.R.)
RECMETMEK
Taşlamak, taşlamak suretiyle öldürmek. * Mc: Aleyhte konuşmak.
RECRACE
Asker kalabalığı. * Ses çokluğu.
RECRECE
Sarsılma, titreme, sallanma.
RECS
(Recse) şiddetli gök gürültüsü. * şiddetli ses.
RECSAN
Gök gürlemesi sesi.
RECÜL
Yetişkin erkek. Bir işin ehli. Er kişi. Adam.
RECÜLE
Giyiniş ve hareketleriyle kendini erkeklere benzeten kadın.
RECÜLET
Erlik, erkeklik.
RECÜLİYET
Erkeklik, erkek olmak. * Cesâretlilik, erişkenlik.
RED'
Geri verme, reddetme.
REDA'
(Redaet) Süt emmek.
REDA'
Önleme, men'etme, yasaklama.
REDAET
Kötülük, fenalık, bayağılık.
REDAH
(C.: Rudüh) Dolu büyük çanak. * Etli ve şişman kadın.
REDANE
Tentelerin kenarlarında açılan ufak deliklerin yırtılmaması için o deliklere geçirilen mâdeni halka.
REDD
Geri döndürmek, kabul etmemek, çevirmek, def etmek. * Bir şeyin karşılığını icra etmek. * Sözü selâset ve talâkatla eda edemeyip harfleri geri çevirerek konuşmağa sebep olan dilin tutukluğuna denir. * Cerhetmek. * Kötü ve fena şey.
 
REDDET
Güzellikler arasında nazara çarpan çirkinlik. * Bir defa reddediş.
REDD-İ CEVAB
Suâlin cevabını vermek.
REDD-İ HÂKİM
Taraf tutan hâkimi kabul etmeyip reddetmek.
REDD-İ KELÂM
Söze itiraz etme, karşılık verme.
REDD-İ SELÂM
Selâm verenin selâmını almak.
REDDİYE
Bir mes'ele hakkında zıt karşılık. Cevap. Beğenilmeyen bir şeye cevap vermek.
REDE
Sıra. Bir duvardaki tuğla veya taş sırası.
REDEN
Hazz denilen kumaş. * Silâhların biribirine dokunmasından çıkan ses. * İplik eğirmek.
REDİ
(Rediye) Fenâ, kötü, bayağı.
RED'-İ CEYB
Mc: İçinden sıkıntıyı atma.
REDİF
Arkadan gelen, birisinin ardından giden. * Birbiri ardınca zuhur etmek. * Terhis olup ihtiyata geçen asker. * Edb: Beytin sonunda kafiyeden sonra tekrarlanan kelime.
REDİG
Yere vurulmuş. * Nâdan, ahmak.
REDİM
Eski, köhne kaftan.
REDM
(C.: Rüdum) Bir şeyin önüne sed yapma. * Bir şey dâimi olmak ve akmak. * Pencere, kapı ve delik gibi yerleri tıkama. Tamâmen kapama. * Zülkarneyn seddinin ismi.
REDM-İ AZİM
Zülkarneyn Seddi'nin ismi.
REDS
Taş atmak.
REDYAN
Davar yelmek.
REE
(Bak: Rie)
REEL
Fr. Gerçek, hakiki, sahici.
REF'
Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz bırakma. * Gr: Arapça bir kelimenin sonunu merfu' (ötreli) okumak.
REFAGAT
Bolluk içinde geçinme.
REFAH(ET)
Bolluk, rahatlık.
REFAKAT
Arkadaşlık, beraberlik.
REFD
Atâ etmek, hediye vermek. * Yardım etmek. * Büyük kadeh.
RE'FE
Esirgemek, korumak. Acımak. Şefkat etmek.
REFENN
Kuyruğu uzun olan at.
REFES
(Rüfâs) Kinayesi icab eden şeyi açık söylemek. * Kinâye olarak. * Cimâ, nikâh. * Fuhşiyyât.
RE'FET
Merhamet, acımak. * Yüce.
RE'FETLÜ
Eskiden kumandanlara, serdarlara mahsus resmi ünvan.
RE'FETMEÂB
f. Çok merhametli.
REFEZ
Bölük bölük olan cemaat. (C: Erfaz) Kap dibinde kalmış azıcık su.
REFF
Elbise koymak için duvara çıkıntı yapmak veya duvara tahta çakmak. Raf.
REFH
Yağlanmak.
REFHAN
(Refâh. dan) Varlık içinde yaşıyan.
REFİ'
Yüksek, bülend, âli, yüce.
REF'-İ CİDAL
Kavga ve çekişmeye son verme.
REF'-İ İMTİYAZ
İmtiyazın, sınıflamanın kalkması. Aynı hakka sahip herkese aynı muâmele yapılması.
REFİF
(Ateş) Parlamak.
REFİG
Bolluk ve rahat içinde geçinen adam.
REFİH
Rahatlık ve huzur içinde geçinen. Refah ve rahat ile yaşıyan.
REFİK(A)
Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş.(Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklid eder, refikasını, hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyânetine bakıp, " Ebedi arkadaşımı kaybetmiyeyim" diye takvaya girer. Veyl o erkeğe ki: Saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. L.)
REFİK-İ A'LÂ
En iyi, en yüksek refik. Cenab-ı Hak (C.C.)
REFİK-İ RÂH
Yol arkadaşı.
REFİL
Kaftanını yukarı kaldırıp sallana sallana yürüyen. * Ahmak kimse. * Kuyruğu uzun at.
REFİŞ
Ağaç kürek. * Dövmek.
REFİ'-ÜD DERECÂT
Derece ve itibarı yüksek olan.
REFİ'-ÜL KADR
Şanı, kadri, değeri yüce olan.
REFİZ
(Rafz. dan) Atılmış, bırakılmış, terkedilmiş. Metruk.
REFL
Kaftanını uzun diktirip yürürken eteklerini çekip sallamak.
REFORM
Fr. Düzeltme, tanzim. Asıl şeklini verme. Islah etme. Avrupa'da başlayan dinde reform hareketini, İslâm dinine tatbik etmenin yeri yoktur. Çünkü İslâm dini, bütün zaman ve mekânların insanlarına her cihetle cevap verecek câmiiyette olduğundan ve ilmi esaslara dayanmış olarak asliyetini muhafaza ettiğinden, İslâm dininde reform olamaz. Ancak dinde yeni izah ve isbat şekli vardır. (Bak: Müceddid, Ehl-i bid'a)
REFREF
Kuşu çok olan çimenlik, kır. * Mânevi bir binek. * Dalları salkım salkım olan ağaç. * Kenar saçağı. * Yeşil elbise. * İnce yumuşak kumaş. * Döşek. * Cennet.
REFREFE
Kuşun kanatlarını oynatıp açması.
REFS
Ayakla vurmak.
REFS
Edeb hârici söz söyleme. * Kadınlara lâf atma.
REFSE
Tokuşmak.
REFŞ
Küçük kazma. * Çapa. * Büyük kulaklık. * Kulağı büyük olma.
REFT
Bir şeyi ufalıyarak kırıntı hâline getirme. Bir şeyi ufalama.
REFT
f. Gitmek, yürümek. * "Gitti" mânasında fiildir.
REFTAR
f. Gidiş, salınarak yürüyüş.
REFTE
f. Gitmiş.
REFTE REFTE
f. Git gide, azar azar.
REFTEN
f. Gitmek.
REFUŞE
f. Lâtife, şaka. * Suç, günah.
REFV
Sabretmek. * Korkudan emin etmek. * Islah etmek, düzeltmek.
REFZ
Terketmek.
REG
f. Damar.
REGABE
Yumuşak arazi.
REGAD
Varlık, genişlik.
REGAİB
(Ragibe. C.) Çok istenilecek şeyler. Hediye, atiyye. Çok rağbet olunan şeyler. Bol bol ihsan etmek.
REGAİB GECESİ
Receb ayının ilk perşembe gününün akşamı (Cuma gecesi).
REGAMİ
Çekirge çokluğu.
REG-İ CÂN
Can damarı, şah damarı.
REH
f. Yol, kaide, tarz, usul. (Bak: Râh)
REHA
f. Kurtuluş, kurtulma. Halâs. * Urfa şehrinin eski ismi. (Bak: Rüha)
REHA'
Geçim bolluğu. * Genişlik, gevşeklik, pörsüklük, yumuşaklık.
REHA'
Geniş yer.
REHABE (RİHÂBE)
Göğüs üzerinde olan yumuşak kemik.
REHABİN(E)
(Ruhban. C.) Râhibler. Ruhbanlar.
REHAFE
İncelik.
REHAFEŞAN
f. Kurtarıcı.
REHAH
Yumuşak. * Geniş.
REHAİN
(Rehine. C.) Rehineler. Garanti olarak elde tutulanlar.
REHAK
Gaşyetmek, sarıp bürünmek. Bir adamın arkasından yaklaşıp çatmak. * Haramlara ve menhiyata dalıp, hep onunla uğraşmak. (E.T.)
REHAKÂR
(C.: Rehakâran) f. Kurtarıcı.
REHAMET
Sözün, sesin yavaş, ince ve tatlı olması.
REHAN (RİHÂN)
Bahadırlık, kahramanlık. * Denemek, tecrübe etmek. * At yarıştırmak, müsabaka.
REHASET
Tazelik, yumuşaklık, incelik. * Ucuzluk. * Bir işi gevşek tutma.
REH-AVERDE
f. Yolcunun getirdiği hediye.
REHAVET
Tembellik, gevşeklik, pörsüklük, ihmalkârlık.
REHAVÎ
f. Urfa'lı.
REHAYAB
f. Kurtulan. * Yolcu olan.
REHAYAFTE
f. Kurtulmuş.
REHAYÎ
f. Kurtulma, halâs, necat.
REHB
Korku. Havf.
REHBANİYYET
Râhiblik. Papazlık.
REHBELE
Yelmek.
REHBER
f. Yol gösteren, kılavuz. (Bak: Mürşid)(...Hem Rabb-ül-Âlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs'at-ı istidat verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya mübtelâ olduğundan; bir rehber vasıtasiyle yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en âzami bir derecede, en eblâğ bir surette, Kur'an vasıtasiyle en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifa eden yine bilbedahe O Zâttır... S.)
REHBERÎ
Kılavuzluk, rehberlik.
REHBET
Fazla korku, yılmak, çekinmek.
REHBETEN
Korkup çekinerek, çekingenlikle.
REHC
Toz, gubar. * Fitne.
REHD
Bastırarak ezme.
REHDEN
(C.: Rahâdin) Serçeden büyük bir kuş.
REHEB
Korkmak, yılmak. Çekinmek. * Korku, havf.
REHEBUT
Çok korkmak.
REHEC
Toz.
REHF
Keskinleştirmek, bilemek.
REH-GÜZER
(Reh-güzâr) : f. Geçilen yol. Yol üstü. Geçit.
REHHAS
Kârgir bina yapan.
REH-İ NAREFTE
Gidilmemiş yol.
REHİDE
f. Sıkıntı ve dertten kaçmış olan.
REHİN
(Rehn-Rehine) Bir şeyin yerine teminat olarak tutulmuş olan şey, rehin edilmiş. * Mevkuf ve mahpus kılmak.
REHK
Aradan yetişip yaklaşma. * Yürüme. * şaşa kalma, taaccüb etme, hayrette kalma. * Kötü şeylere düşkünlük.
REHKET
Güçsüzlük, kuvvetsizlik, zayıflık.
REHL
Sülpük olmak. Kendini salıvermek. * Acı çekmek, muztarib olmak. * Çok uyumaktan yüzü şişip uyuşuk olmak.
 
REHLET
şişkinlik, şişme.
REHMET
Yağmur, rahmet.
REHN
Sâbit ve dâim olmak. *Devamlı oluş. * Hapsetmek.
REHNEVERD
f. Yola çıkan. Yolcu.
REHNÜMA
f. Yol gösteren. Kılavuz.
REHNÜMUN
Rehberler, yol göstericiler.
REHNÜMUNÎ
f. Kılavuzluk, rehberlik.
REHPEYMA
f. Yol ölçen.
REHPEYMAYÎ
f. Yolculuk.
REHREHE
Parlamak.
REHREV
f. Yolcu. Yola giden.
REHS
Kârgir bina yapmak. * Bir nesneyi çok sıkmak.
REHS
Bir şeyi ayakla çiğniyerek ezme.
REHŞ
Asmacık.
REHT
(C.: Erhüt-Erhât-Erâhit) Cemaat, kalabalık. * Kavim, kabile. * Ondan az olan adamlar. * Göbekle diz arası miktarı deri. (Hayızlı avretler giyerler)
REHV(E)
(C.: Rahâ) Yüksek mekân, yüksek yer. * Alçak, çukur yer, (içinde su toplanır) * Mahalle içinde, yağmur suyu ve çeşme suyu akan ark. * Üveyik kuşu. * Arası açılmış ve ayrılmış.
REHVAC
Kebabı iyi pişirmek.
REHVECE
Sür'atle gitmek.
REHYAB
f. Yolunu bulabilen, girebilen.
REHYAT
Acizlik. * Zayıflık, süstlük. * Bir dengi birinden ağır etmek.
REHZ
Hareket etmek.
REHZEN
f. Yol kesen, haydut, eşkiya.
REİM
(C.: Arâm) Beyaz geyik.
REİS
Baş, başkan.
REİS-İ ÂLEM
Âlemin reisi. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. (Bak: Mefhar-ı Kâinat)
REİS-İ KABİLE
Kabile reisi.
REİS-İ VÜKELÂ
Vekillerin başı. Başvekil. Başbakan.
REİS-ÜL KÜTTAB
Eskiden Hâriciye Nâzırı, Dışişleri Bakanı.
REJİM
Fr. Bir devletin sevk ve idare usulü, yolu. * Tıb: Hastanın tedavisinde tatbik edilen gıdalandırma yolu. Perhiz.
REKABET
Kıskanmak. * Hıfzetmek. * Gözetmek. * Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak. * Kendi işini yürütmeğe çalışmak.
REKAİK
(Rakik. C.) İnce ve nâzik olan şeyler.
REKAKET
Kekeleme, dil tutukluğu. * Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak. * Zayıf ve ince olmak, yufka olmak. * El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak. * Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.
REKAM
Birbiri üstüne kat kat yığılmış nesne.
REKANET
Vakarlılık, ağırbaşlılık.
REK'AT
(Rik'ât) Huzur-u İlâhîde beli eğip yüzü üzeri kapanmak. * Bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden ibaret olan namazın bir rüknü.
REK'ATEYN
İki rekât.
REK'AT-I SÂNİYE
İkinci rekât.
REK'AT-I ULÂ
Birinci rekât.
REKB
Atlılar alayı, süvari takımı. * Diz ile vurmak. Dizi vurmak.
REKD
Kımıldamamak, durgun olmak.
REKEAT
(Rek'at. C.) Rekâtlar.
REKEB
(C.: Erkâb) Kasığın kıl bittiği yeri.
REKİK
Dili tutuk, kusurlu, peltek. * Rey ve idraki zayıf olan. * Gayret ve namusu olmayan. * Zayıf, kuvvetsiz.
REKİK-ÜL LİSÂN
Dili tutuk. Peltek. Kekeme.
REKİN
Yüce, yüksek, âli. * Ağırbaşlı, ciddi, vakarlı.
REKİZ
(Rekz. den) Sağlam. * Gizli, gömülü define.
REKK
İlzâm etmek, susturmak. * Birbiri üstüne bırakmak.
REKL
Ayağıyla vurmak.
REKM
Biriktirme, yığma.
REKME
Cem'olmuş, toplanmış. * Yön, cânip. * Parça, cüz'.
REKN
Meyletmek, yönelmek, eğilmek.
REKS
(Rekkese) Geri döndürmek, çevirmek, tepesi aşağı etmek.
REKTÖR
Fr. Üniversitenin başkanı.
REKU'
Sâkin olmak. * Kesilme.
REKUB
Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın. * Evlâdı durmayan avret. * Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.
REKUB
Binek hayvanı, binilecek şey.
REKUD
Uyumuş.
REKVE
(C.: Rukâ-Rekavât) İbrik.
REKYE
(C.: Rekâyâ-Rekâ) Örülmemiş kuyu.
REKZ
Dikme, yere saplayıp sabit kılma.
REKZ
Harıl harıl ayak ile tepmek. Hayvana tekme ile vurmak. Kakıvermek. * Kaçmak. Seğirtmek, koşmak. * Hicret. Gaza.
REKZ-İ ALEM
Bayrağı bir yere dikme.
REKZ-İ HİYÂM
Çadır kurma.
RE'L
(C.: Riâl-Ri'lân-Er'ul) Deve kuşu yavrusunun erkeği.
REM
f. Titreme. * Ürkme. * Sürü.
REMA
Bir yerde ikamet eylemek. * Ziyade olmak. * Riba, faiz. * Bir haberi zan ile anlayıp idrak etmek.
REMAD
Kül. (Bak: Ramad)
REMADET
İnsan veya hayvan kırımı.
REMAK
Bedende ruhun bakiyyesi. * Koyun sürüsü.
REMAN
(Remen) f. Sürü. * Ürken, ürkücü.
REMAS
Göz pınarında toplanan çapak.
REMAZ
Güneşin harâretinin çoğalması.
REMAZE
Oturak yeri. * Zina eden kadın.
REMD
Helâk olmak. * Gözün çapaklanması. Göz hastalığı.
REME
Ürkek, ürken. * İyi nesne.
REMED
Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı.
REMEKE
(C.: Rimâk-Ramek-Ramekât-Ermâk) Kısrak.
REMEL
(C.: Ermâl) Yelmek. * Yağmurun az yağması. * Vahşi sığırın ayağında olan hatlar.
REMENDE
f. Ürkek, ürkücü.
REMES
(C.: Ermâs) Denizde üzerine binilen sal. * Kalan süt artığı.
REMG
Bâtıl etmek. * Baş yarmak.
REMGERDE
f. Titremiş. * Ürkek, ürkmüş.
REMH
Süngü ile vurmak. * Tekme vurmak.
REMİ
(C.: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.
REMİDE
f. Ürkmüş, korkmuş, çekingen.
REMİM
f. Kemiğin çürümesi. Çürük.
REMİYYE
Bir nesne ile atılmış olan av.
REMK
Durmak, ikâmet. * Boz renk.
REML
(Remil) Kum falı, bir takım nokta ve çizgilerle fala bakmak oyunu. * Filistin'de bir kasaba.
REMLA'
Ayakları siyah, diğer tarafları beyaz olan dişi koyun.
REMLÎ
(Şihâbüddin Remlî) (Mi: 1371-1440) Filistin'in Reml kasabasında doğmuş, Şeyhülislâm'dır. Mecmuat-ul Ahzab'da namı Kutb-ül Ârifîn diye geçer. Kimya-yı Saadet namında salâvatları ile meşhurdur. Fıkh ve tevhide, tasavvufa dair manzumeleri vardır. " İmam-ı Remlî" diye anılır.
REMM
Islah etmek, düzeltmek. * Yemek, ekletmek.
REMMA'
Beyaz tenli kadın.
REMMAA
Oturak yeri. * Çocukların başındaki oynak yer.
REMMAH
Mızrakçı, süngücü.
REMMAZ
(Remz. den) İşaretlerle konuşan.
REMRAM
Bir ağaç cinsi. * Yazın biten bir ot.
REMS
Sürtme odunu. * El ile meshetmek. * Islah etmek, düzeltmek.
REMS
(C.: Rumus) Mezar, kabir.
REMY
Atma. Tüfek atma.
REMZ
İşaret. İşaretle anlatmak. * Güç anlaşılır. * Gizli ve kapalı söyleme.
REMZA'
Güneşin tesiriyle kızmış taş.
REMZEN
İşaretle. Remz olarak.
REMZÎ
İşarete ait, işaretle alâkalı.
REMZŞİNAS
f. Bir maksad anlatan şekil, resim vb. * Gizli ve kapalı olarak anlatılan şeyleri ve işaretleri bilen.
RENA
Nazar olunan, bakılan.
RENAK
Mastar. * Suyun bulanık olması. * Kederli olmak, mükedder olmak.
RENANET
İnleme.
RENC
f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım.
RENC-BER
f. (Renc; sıkıntı, zahmet. Ber; çeken) Tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. Amele, ırgat. * Çiftçi.
RENCİDE
f. İncinmiş, kırılmış.
RENCİDEGÎ
f. İncinip hatırı kırılmış olma. * Dertlilik, kederlilik.
RENCİDEHÂTIR
f. Gücenmiş, hatırı kırılmış.
RENCİŞ
f. Sızlanış, inciniş, eziyet ve sıkıntı veriş. Keder.
RENCUR
f. İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta.
RENCURÎ
f. Dertlilik, rahatsızlık, hastalık. İncinmiş olma.
REND
Mersin ve defne ağaçları.
RENDE
f. Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet. * Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet.
RENDELEMEK
Pürüzlerini gidermek. Rende ile düzlemek, pürüzlü yerlerini kazımak. Rende ile ufalamak.
RENDİDE
f. Rendelenmiş, ufalanmış.
RENEM
Avaz, ses, savt. * Ayrılmak.
RENEVNA
Dâim sâkin olmak, devamlı durmak.
 
RENF
(Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.
RENG
f. Renk, levn. * Suret, şekil. * Oyun, hile, dalavere.
RENG Ü BU
Renk ve koku.
RENG-AMİZ
f. Renk renk, çeşitli renkli.
RENGÂRENG
f. Renkli, çeşit çeşit.
RENG-AVER
f. Dalavereci, hilekâr.
RENGİN
f. Renkli, boyalı. Parlak. Hoş. Süslü. Mülevven. Lâtif.
RENİM
Türkü söylemek.
RENİN
Bağırma, haykırma. * İnleme, inilti.
RENK
Bulanık su.
RENNA'
Devamlı kadınlara bakan kimse.
RENNAN
Çok ses çıkaran, inleyip duran. Çınlıyan.
RENNE (RİNNE)
Avaz, ses, savt.
RENV
Bakma hususunda mübâlağa etmek.
RE'REE
Gözü tez tez döndürmek. * Koyun çağırmak.
RES
f. (Residen: Erişmek mastarının emir köküdür.) "Ulaşan, erişen, yetişen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
RE'S
Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.
RESA
f. Yetişen, erişen. Yetiştiren.
RE'SA
Başı ve yüzü siyah olan koyun.
RESA'
Şiddetli hırs.
RESA'
Tatlı sütü ekşi yoğurtla karıştırmak. (O yapılan yemeğe "resise" derler.)
RESAE
Ölünün üzerine ağlayıp, onun iyiliklerini saymak.
RESAG
Devenin ayaklarında olan gevşeklik.
RESAİL
(Risale. C.) Risaleler, bir mevzuda yazılan mektuplar veya küçük kitaplar. * Dergiler, mecmualar.
RESAİL-ÜN NUR
Nur Risaleleri. (Bak: Risale-i Nur)
RESALET
Saçı salıverme. * Deveyi eşkin yürütme. (Bak: Risalet)
RESAN
Ulaştırı yağan yağmur.
RESAN
f. (Residen mastarından) "Yetişenler, ulaşanlar, getirenler" mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır.
RESANE
f. Teessüf. * Hasret.
RESANEHÂR
f. Hasret çekici.
RESANENDE
f. Ulaştırıcı, getirici.
RESANET
(Bak: Rasanet)
RESAS
(Bak: Rasas)
RESASET
Eskilik, köhnelik. Yıpranmış olma.
RESATİK
(Rustâk. C.) Köyler, çiftlikler.
RESD
Eşyaları birbiri üstüne yığmak.
RESED
Ev eşyası.
RESED
f. Lâyık, şâyan, şâyeste.
RESEL
(C.: Ersâl) Deve ve koyun sürüsü. Topluluk, cemaat.
RESEM
Atın üst dudağında olan beyazlık.
RESEN
(C.: Ersân) Atı veya davarı ip ile bağlamak. * İp, halat, urgan.
RE'SEN
Kendi başına, bizzat. * Kimseye danışmadan. Müstakil olarak. * Doğrudan doğruya.
RESENBAZ
f. İple oynayan. İp cambazı.
RESENBEND
f. Halat atmış, halatla bağlı.
RESF (RESFÂN)
Ayağı köstekli gibi yürümek.
RESH
Âcizlik, zayıflık. * Uyluk etleri az olmak.
RESH
Bir şeyin, yerin sabit olması.
RESİBE
(C.: Rasibât) Dizlerde ve mafsallarda olan hastalık.
RESİDE
f. Erişmiş, ulaşmış, yetişmiş.
RESİDE-İ HİTÂM
Sona ermiş, hitâm bulmuş, bitmiş.
RESİF
Su yüzüne kadar gelen sıralanmış kayalar.
RESİL
(C.: Rüsül - Rüselâ) Elçi.
RESİM
Bir çeşit deve yürüyüşü.
RESİS
Sâbit, devamlı. * Bakıyye, artık. * Akıllı, zeki kimse. * Sahih olmayan haber. * Aşk-ı muhabbetin ibtidası. * Hastalık başlangıcı.
RESİS
Yaralı, mecruh. * Köhne, eski. Eskimiş, yıpranmış.
RESİYY
Hayır veya şerde musırrâne direnen. * Çatıyı ayakta tutan direk.
RESL
Kıvırcık olmayan saç.
RESM
(Resim) Yazma, çizme, desen. * Eser, iz, nişan, alâmet. * Suret. * Tertib. Tarz, üslub. * Fotoğraf resmi. * Âdet, usul, tavır, davranış. * Alay, merâsim. * Man: Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif.
RESMEN
Devlet namına, resmî olarak, devlet tarafından. * Kat'i olarak anlaşıldığına göre. * İsteye isteye. Bile bile. * Görünüşte, âdet yerini bulsun diye. Nezaket icabı olarak.
RESMÎ
Devlet adına veya devlet tarafından. * Ciddi. Çok sert. * Resme, yazıya, çizgiye ait. Resme dair.
RESM-İ GEÇİT
Askerî bir kıt'anın yahut bir mektebin talebelerinin gösteri mahiyetinde geçişi. Geçit resmi.
RESM-İ GÜMRÜK
Gümrük vergisi.
RESM-İ KADİM
Eski usûl.
RESM-İ KÜŞAD
Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.
RESMİYÂT
Resmî olan işler.
RESMİYET
Resmîlik. Resmî olmaklık.
RESS
Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu. * Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı. * Maden. * Dere. * İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.
RESSAM
Resim yapan, resim çizen.
RESSE
(C.: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne. * Ev eşyasından eskiyip atılanı.
RESSE
Avcıların gizleneceği yer. * Hastalığın başkasına bulaşması.
RESTE
(C.: Restegân) f. Kurtulmuş.
RESTEGÂN
(Reste. C.) f. Kurtulmuş olanlar.Restgâr : f. Kurtulan.
RESTGÂRÎ
f. Kurtulma, necat.
RESTORASYON
Fr. Tarihî eserlerin aslına uygun tarzda tamiri.
RESÜL
Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir. * Haberci. * Huk: Tasarrufta hakkı olmaksızın, birisinin sözünü olduğu gibi bir başkasına bildiren kimse. * Elçi.
RE'S-ÜL MAL
Ana para, sermâye, kapital. * İnsan ömrü, hayat.
RE'S-ÜL MAL
Ana para, sermaye, kapital. * İnsanın ömrü. Hayat.
RESÜL-İ EKREM (A.S.M.)
(Bak: Muhammed (A.S.M.)
RESÜLULLAH
Allah'ın (C.C.) gönderdiği Peygamber. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.
RESÜL-ÜL MELÂHİM
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Cenk ve muharebe ile de vazifeli olduğundan ümmeti ve kendisi din için, dinin ihyası uğrunda büyük muharebelere mükellef olduğundan bu isim ile de yâd edilmiştir.
RESÜL-ÜR RAHAT
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara en büyük selâmeti ve rahatı bahş eden Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) getirdiği İlâhî hakikatlar, beşeriyeti Cemalullâh'a ulaştırır ve en büyük rahata kavuşturur. (D.H.)
RESÜL-ÜR RAHMET
Peygamberimize (A.S.M.) verilen bir isim. Çünkü bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Rahmeten lil-âlemîn'dir.
RESVE
(C.: Rasa) Kadınların kollarına boncuktan veya inciden yaptıkları kolbağı.
RESY
Sâbit olmak, devamlı olmak.
RESYE
Romatizma.
REŞA'
Yürüyebilen geyik yavrusu.
REŞAD
Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak. * Aklın kuvvetli olması.
REŞAD-PENAH
Reşada sebep olan. Kurtuluşa sebep.
REŞAHAT
(Reşehât) (Reşha. C.) Reşhalar. Sızıntılar, serpintiler.
REŞAHAT-İ İHTİYAR
İstekle yapılma alâmetleri. İhtiyar sızıntısı, yâni bir irade ve tercih ile yapıldığını gösteren alâmetler.
REŞAHAT-İ KALEM
Kalem sızıntısı, kalemden dökülen fikirler, yazılar.
REŞAK
Helâk etmek. * Atmak.
REŞAKAT
Bel inceliği. * Davranma ve kımıldanıştaki incelik ve hoşluk.
REŞAŞ
(Reşâşe) Serpinti ve toz gibi ince yağmur.
REŞAŞAT
Su sızıntıları, serpintiler.
REŞAŞET
Su serpintisi. * Emmek, emerek içmek.
REŞAT
(Bak: Reşad)
REŞED
Hayır. Rahmet. Hidayet.
REŞEHAT
(Reşha. C.) Reşhalar, damlalar, sızıntılar.
REŞEM
İlk evvel çıkan ot.
REŞEN
Tar: Yeniçeri maaşlarının üçüncü üç aylığı.
REŞF
Suyu dudakları ile emmek, emerek içmek.
REŞH
Sızma, terleme, sızıntı.
REŞHA
Damla, katre. Sızıntı, ter, rutubet, yaşlık.
REŞHAPÂŞ
f. Damla saçan.
REŞHARİZ
f. Damla döken.
REŞHAYÂB
f. Sızıntı bulmuş.
REŞİD(E)
Doğru yolda giden, hak yolunda olan. * Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun. * Büluğ çağına girmiş kimse. * Doğru yola sevkeden, hayra delâlet eden. * Fık: Malını muhafaza hususunda aklı eren, istediği gibi meşru yolda sarfedebilen kimse.
REŞİDİYYE
Reşid olanla ilgili. * Şeker ve nişasta ile yapılan bir çeşit tatlı.
REŞİH
Ter.
REŞİK
Boyu, endamı lâtif ve güzel olan.
REŞK
Kıskanma. Kıskanmayı uyandıran. Kıskanılmış. Hased ve gıpta veren.
REŞK-ÂVER
f. Hasede düşüren, kıskanmayı uyandıran.
REŞK-ENDÂZ
f. İmrendirici, gıpta ettirici. Kıskandırıcı.
REŞK-İ ÂLEM
Herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.
REŞKİN
f. Kıskanç. Kıskanan. Hased eden. Hâsid.
REŞK-SAZ
f. Gıpta ettiren, imrendiren.
REŞN (RÜŞÜN)
Köpeğin, başını kaba sokması.
REŞRAŞ
Kavak ağacı. * Su veya yağ damlayan kebap. * Su saçmak.
REŞREŞ
Yumuşak döş kemiği.
REŞŞ
Serpmek, püskürtmek. * Serpinti, serpintili yağmur, çisilti.
REŞV
Rüşvet almak.
RET'
(Rita' - Rütu') Yemek, içmek. Bolluk içinde dilediğini yiyip içmek. * Oynamak.
RETAİM
(Retime. C.) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplikler.
RETC
Kapıyı sürgülemek. Kapının kilitlenmesi.
RETEB
Zahmet. Şiddet. * Şehadet parmağı ile orta parmak arası.
RETEC
(Ritâc) Büyük kapı.
RETED
Defne ağacının yaprağı.
RETEH
Bündük-i Hindî denilen yuvarlak taş.
RETEL
Muntazam, hoş. Gönül çeken.
RETEME
(C.: Ratem) Bir ağaç cinsi.
RETİME
(C.: Retaim) Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplik.
RETK
Yırtığı onarmak, yarığı düzeltmek, bitiştirmek.
RETK (RETKÂN)
Adımların birbirine yakın olması. * Deve kuşunun sür'atle gitmesi.
RETK Ü FETK
Noksanları düzelterek idare etme. * Ayırmak ve bitiştirmek. * İyi idare etme.
RETL
(Diş) seyrek olmak. * Bir şeyi okurken her kelimenin arasını ayırıp açıklamak.
RETM
Kırmak.
RETN
Karıştırmak.
RETT
şerif, seyyid.
RETV
Kuyudan kova çekmek.
RETVE
Adım. Hatve.
 
REUM
Yavrusunu seven deve. * Yanından geçen kimsenin elbisesini yalayan koyun.
REV
f. (Reften mastarının emir kökü) "Giden, yürüyen" mânasında olup birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Piş-rev $ : Önde giden.
REV'
Korku, halecan. Ürkmek. * Nefsanî hareket.
REVA
f. Lâyık, uygun. Meydana gelmek. * Gidici.
REV'A
Korkak kadın. * Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız. (Müz: Ervâ)REVA' : Tatlı.
REVABIT
(Rabıta. C.) Râbıtalar, bağlılıklar. Münasebetler. * Düzenler, sıralar, tertibler.
REVAC
Sürüm. Kıymet, değer, geçerlik, makbuliyet.
REVACDÂR
f. Sürümlü ve revâcda olan mal.
REVADAŞTE
f. Uygun bulmuş.
REVAH
Öğleden akşama kadar olan vakit. * Bir şeyin tahsilinden dolayı gelen sürur ve şâdlık, neş'e.
REVAHİ
(Râhiye. C.) Bal arıları.
REVAHİL
(Râhile. C.) Yük hayvanları.
REVAİD
Göçebe topluluk.
REVAİH
(Bak: Revâyih)
REVAK
(Rivak) Ev önündeki saçak. * Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.
REVAK-I UHREVİYE
Âhirete açılan yer, mezar. * Cennet bahçesi. Âhiretin mukaddemesi.
REVAKİD
(Râkid. C.) Durgun olanlar.
REVAK-ÜL AYN
Kaş.
REVALVER
(Bak: Rovelver)
REVAN
f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz.
REVAN-BAHŞ(A)
f. Canlandırıcı, can bağışlayıcı.
REVANE
f. Yürüyen, giden.
REVAN-I TABİAT
Âlemin canlılığı, akıcılığı, hareketli oluşu.
REVANİ
f. Değerli, rağbetli revaçlı. * Tepside pişirilen irmik veya undan bir tatlı çeşidi.
REVANİ-FÜRUŞ
f. Revanici. Revani satan.
REVASİ
(Râsiye. C.) Büyük dağlar.
REVASİB
(Rüsub. C.) Tortular.
REVASİB-İ REMLİYE
Kum tortuları.
REVASİM
Akarsu.
REVASİR
(Reysar. C.) Reçeller.
REVATİB
Vazifeler, maaşlar. * Farz namazından önce kılınan müekked sünnetler.
REVAYİH
(Revâih) Râyihalar, güzel kokular. (Aslı: Revâih)
REVAZİN
(Revzen. C.) f. Pencereler.
REVB (RUB)
Sütün yoğurt olması.
REVBAN
(C.: Rübâ) Sütün yoğurt olması. * Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.
REVC
(Revac) Geçmek. * Rüzgârın karışık esmesiyle ne taraftan geldiği belli olmaması.
REVENDE
f. Giden, gidici. * Çok yürüyen.
REVENDEGÂN
(Revende. C.) f. Yürüyenler, gidenler.
REVG
Talep etmek, istemek. * Yönelmek, eğilmek, meyletmek.
REVGAN
f. Yağ. * Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık. * Üstü yağ gibi kayan parlak nesne. * Parlak deri.
REVGANDÂN
f. Yağ kandili.
REVGAN-I ZEYT
Zeytinyağı.
REVGANİ
f. Revani tatlısı.
REVH U REYHAN
Rahat ve rızık, bolluk ve hoşluk.
REVH(A)
İç açıklığı. Rahat. * Rahmet. * Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık. (Bak: Ravh)
REVHANÎ
İyi ve pâk olan, ferahlık veren yer.
REVHANİYET
Gönül açıcılık, güzel görünüşlülük.
REVHAT
Öğlen vaktinden akşama kadar gitmek.
REVHULLAH
(Bak: Ravhullah)
REVİR
Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri. * Bölge, mıntıka.
REVİŞ
f. Gidiş, hal, tavır. * Tutum, yol.
REVİY
Edb: Kafiye olan kelimenin son harfi. Şiirde kafiye harfi.
REVİYYET
(C.: Reviyyât) Bir işin her cihetini iyice düşünme.
REVK
(C.: Ervâk) Perde, hicâb. * Boynuz. * Ev önü. * Saf, hâlis, katıksız.
REVK-UŞ ŞEBAB
Gençlik başlangıcı.
REVM
Maksad. Taleb, istek. * Tevcidde: Sükûndan ayırd edilmeyecek derecede olan belirsiz hareke.
REVNAK
f. Zinet. Parlaklık. Göz alıcılık, güzellik. Safa, taravet.
REVNAK-BAHŞ
f. Güzellik, tazelik ve parlaklık veren.
REVNAK-DÂR
f. Parlak, lâtif, güzel, hoş.
REVNAK-EFZA
f. Bir şeyin parlaklığını artıran. Güzelleştiren.
REVNAK-I BAHAR
Baharın güzellik ve tazeliği.
REVNAK-I CEMAL
Yüzün güzellik ve parlaklığı.
REVNAK-NÜMA
f. Tâzelik, güzellik ve parlaklık gösteren.
REVNÜMA
(Ru-nüma) f. Zuhur eden, kendini gösteren. * Yüz görümlüğü.
REVS
Sabit olmak.
REVSE
Pislik. * Fışkı, tezek.
REVV
Çift, karı-koca, zevc.
REVY
(Davar) Suya kanmak.
REVZ
Sınamak, denemek, tecrübe.
REVZAT
(C.: Ravz-Ravzât-Riyaz-Rizât) Çayırlı, çimenli ve sulu yer. * Bostan.
REVZEKE
(C.: Revâzik) Küçük kuzu ve oğlak.
REVZEN
(C.: Revâzin) Pencere.
REVZENE
(C.: Revâzin) Pencere.
REVZEN-İ MAHLU
İndirilmiş pencere.
RE'Y
Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.
REY'
Arpa, buğday, tahıl. * Rücu', geri dönme, avdet. * Ziyade, çok.
REYAH
(Râh. C.) şaraplar. * Gökçek kokulu küçük bir kuyu.
REYB
(Bak: Rayb)
REYC
Akça, para, pul. * Örtülmüş ve kilitlenmiş olan büyük kuyu.
REYDE
(C.: Ruyud) Dağın sivri ve yumru tarafı. * Yavaş ve yumuşak esen rüzgâr.
REYEAN
Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme. * Her şeyin evveli, tazelik zamanı.
REYEAN-I ŞEBAB
Gençlik çağı.
REYHAN
Hoş güzel koku. * Rızık ve maişet, rahmet. * Ekin yaprağı. * Fesleğen denilen kokulu bir ot.
REYHANÎ
Fesleğen gibi ince nakışlı. * Divanî hat da denilen bir yazı tarzı.
REYHEKAN
Za'feran.
RE'Y-İ ÂM
Umumun re'yi, ekseriyetin fikri. Umumun görüşü.
RE'Y-İ SÂLİM
Doğru fikir ve düşünce.
REYK
Her nesnenin evveli ve efdali, iyisi.
REYM
Alçak yer. * Kabir. * Derece. * Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik. * Ziyâde çok, fazla.
REYN
Leke, kir, pas. * Gönül karası, kalb katılığı, günahın artması. * Uyku, mestlik galebe etmek. * Çıkması mümkün olmayan şey.
REYS
(Reysân) Sallanmak. * Gururlanmak, tekebbürlenmek.
REYS
Eğlenmek, eğlendirmek.
REYŞ
Ok yeleklemek.
REYTA
(C.: Riyat-Riyâtâ) Car denilen örtü.
RE'Y-ÜL AYN
Kendi gözüyle görerek.
REYYA
Güzel koku.
REYYAN
(C.: Rivâ) Suya kanmış, sudan doymuş. * Sarhoş.
REYYE
Çokluk, fazlalık, kesret.
REZ
f. Bağ kütüğü, asma.
REZA'
(Bak: Reda')
REZAAT
Süt emme.
REZAG
Sıvı balçık. * İnce çamur.
REZAHAT
Yorulmak. * Hali yaramaz, vaziyeti kötü olmak.
REZAİL
(Rezile. C.) Utanılacak çok fena işler, alçakça hareketler.
REZALET
Utanç verici şey. Utanılacak hal. * Alçaklık, rezillik. * Maskaralık. * Arsızlık.
REZAN
Ağır, ciddi, vakarlı, ağırbaşlı ve temkinli kimse.
REZANET
Ağırbaşlılık, vakarlılık, temkinlilik, ciddilik.
REZAYA
(Rezie. C.) Musibetler, belâlar.
REZAYİL
(Rezile. C.) Çörçöp. * Faydasız ve asılsız nesne.
REZAZ
Zayıf yağan yağmur.
REZBAN
f. Bağ bekçisi, bağcı.
REZEME
(C.: Ruzum) Devenin ağzını açmadan boğazından çıkan ses.
REZEN
(C.: Revâzin) İçeri çukurca olup su toplanabilen yüksek ve sağlam yer.
REZİE
(C.: Rezâyâ) Musibet, felâket, belâ.
REZİL
Alçak, adi, utanmaz, hayâsız, soysuz.
REZİL Ü RÜSVA
Kusur ve ayıpları meydana çıkarılmış, kepâze olmuş olan.
REZİLE
(C.: Rezâil) Fenâ ve kötü huy.
REZİM
Arslan kükremesi.
REZİN
Vakarlı, temkinli, ağır başlı, sağlam.
REZİZ
Elbise boyamada kullanılan bir ot cinsi.
REZM
f. Cenk, muharebe, çarpışma, savaş.
REZM
Akmak, seyelân.
REZM
Deve avazı. * Gök gürlemesi. * Cem'etmek, toplamak.
REZMGÂH
f. Savaş meydanı, muhârebe sahası.
REZMÎ
f. Savaşla ilgili.
REZMYUZ
f. Savaşçı, kavgacı, muhârib.
REZN
Koparmak.
REZN
Bir şeyi kaldırıp ağır mı hafif mi diye görmek.
REZZ
Bir şeyi yere batırmak. * Çekirgenin, kuyruğunu yere batırıp yumurtasını dökmesi.
REZZAK
Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
REZZAKANE
f. Rızık verene, rezzaka yakışır surette.
REZZAKİYET
Her mahluka münasib rızkını verici olmak.
REZZAZ
Pirinç satan. Pirinç satıcı.
REZZE
İçine kilit sokulan kapı razzesi.
RI
Kur'an alfabesinin onuncu harfi olup, ebcedî değeri 200'dür.
RIAS
Tâç.
RIBH
(Bak: Ribh)
RIBKA
(C.: Ribak) Davar bağlamada kullanılan ip.
 
RID'
Yardımcı, muavin. * Gözleyici.
RIDA'
(Bak: Red'a)
RIDDİDÎ
Reddetmek.
RIDDİS
(Mübalağa ile) Taş atan.
RI'DE
Titremek, hareket etmek.
RIDFE
(C.: Ruzuf) Diş aşığı kemiği.
RIDVAN
Memnunluk, razılık, hoşnudluk. * Cennet'in kapıcısı olan büyük melek.
RIDVANULLAHİ ALEYH
Allah ondan razı olsun meâlinde dua.
RIFK
Yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezaket. (Zıddı: unf)
RIFKÎ
(Rıfkıye) Yumuşaklıkla, tatlılıkla ilgili.
RIHAL
Büyük halı.
RIHLET
(Bak: Rihlet)
RIHTIM
f. Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı.
RIHV (RAHV)
Yumuşak.
RIHVET
Gevşek ve sölpük olma. Rahavet.
RIKA
Darbolunmuş dirhem.
RIKA
Üzerine yazı yazılan deri veya kağıt parçaları. * Kısa mektublar. * Yamalar. * İstidalar. Müzekkereler. Dilekçeler.
RIK'A
Kur'an-ı Kerim'in harfleri ile bir yazı çeşidi.
RIKAK
Yer yarığı.
RIKK
(C.: Erkâ) Kul, abd. * Kulluk, esirlik, kölelik, ubudiyet. * Yufka nesne.
RIKKIYYET
Kölelik, kulluk.
RIŞK
Atılan ok.
RITANE
Arap lisanından başka dille konuşmak.
RITL
(Bak: Ratl)
RI'VE
Depretmek.
RIYY
Suya kanmak. * Beni Amir vilâyetinde bir dağın adı.
RIZA
Memnunluk, hoşluk, razı olmak. * İstek, arzu. Kendi isteği.
RIZA-CU
f. Allah'ın rızasını arayan. Razı etmeyi gaye edinen.
RIZA-DÂDE
f. Razı olmuş, kabul etmiş.
RIZAEN
Razı olarak.
RIZAEN-LİLLÂH
Allah rızası için.
RIZAM
Büyük kaya parçası.
RIZA-YI BÂRİ
Allah'ın rızası.
RIZA-YI İLÂHÎ
Allah'ın kulundan memnun olması. Her hangi bir hareketinde mü'minin en yüksek derecesi.(Rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür. Yoksa arzu edilecek bir şey değildir. Çünkü kabir kapısında söner, beş para etmez. M.)
RIZA-YI TARAFEYN
İki tarafın isteği.
RIZK
Yiyip içecek şey. Maddi mânevi ihtiyaca lâzım nimet. Allah'ın herkese lütuf ve kısmet ettiği ve bekaya sebeb olan nimet.(Rızk-ı helâl, iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat'i; iktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dik-ı mâişeti; hem, zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücutça zaifliğidir. Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkusen mütenasiptir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense, o derece derd-i maişete mübtelâ olur. S.)(Rızk ise; hayattan sonra ni'metlerin en büyük bir hazinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve ubudiyet ve dua ve ricaların en cem'iyetli bir mâdeni olmasından, suret-i zâhirede müphem ve tesadüfe bağlı gibi gösterilmiş. Tâ her vakit Rezzak-ı Kerim'in dergâhına iltica ve rica ve yalvarmak ve hamd ve şükür şefaatiyle rızk istemek kapısı kapanmasın. Yoksa muayyen olsa idi, mâhiyeti bütün bütün değişecekti. Şâkirane, minnetdarane ricalar, dualar, belki mütezellilâne ubudiyet kapıları kapanırdı. Ş.)( $ sarahatiyle; ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünki şu âyet taahhüd ediyor. Evet, rızk ikidir:Biri hakiki rızktır ki, onunla yaşıyacak. Bu âyetin hükmü ile o rızk, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin su-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeğe mecbur olmaz.İkincisi: Rızk-ı mecazîdir ki, su-i istimâlât ile hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsiyle tiryaki olup, terkedemiyor. İşte bu rızk, taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. R.N.)
RIZVAN
(Bak: Rıdvan)
RİA
Yüksek yer.
RİA
(Râî. C.) Çobanlar.
RİAT
(Rie. C.) Akciğerler.
RİAYET
İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.
RİAYETEN
Saygı ve hürmet göstererek. Sayarak. Hürmet ederek. * Tâbi olarak.
RİAYETKÂR
f. Hürmetkâr, itaatkâr. Sevgi ve saygı gösteren.
RİB'
Sıtmanın bir gün tutup iki gün tutmaması ve dördüncü gün yine tutması.
RİBA
Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir. * Faiz. * Muamelede meşru miktardan tecavüz. * Bir şeyin artması, çoğalması. * Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hâsıl olan haram kazanç. (Bak: Faiz)
RİBA
Bahar evleri, çadırlar. Arazi. * Yaz yağmurları.
RİBAB
Arap kabilelerinden Zubeh, Sevr, Akl, Teym ve Ady denilen beş kabilenin adı.
RİBABE
Ahd, söz, yemin, misak.
RİBAC
Kanatlarının ortasında küçük kapısı bulunan büyük kapı.
RİBAH
(Ribh. C.) Kazançlar, kârlar, ticaretten elde edilen kârlar.
RİBA-HAR
f. Faizle para işleten, tefeci.
RİBA-İ FAZL
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.(Beşerin hayat-ı içtimaiyesinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir. Birisi: "Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne..." İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim.." Bu iki kelimeyi de idame eden; cereyan-ı riba ve terk-i zekâttır. Birinci kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki; o da vücub-u zekâttır. İkinci kelimenin devası hürmet-i ribadır. Adalet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya: "Yasaktır, girmeğe hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhişini yemeden dinlemeli. M.)(Ribanın kap ve kapıları olan bankaların nef'i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zâlimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâm'a zarar-ı mutlaktır. Mutlak beşerin refahı nazara alınmaz, zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir. M.)
Rİ'BAL
(Ri'bân) Arslan.
RİBAT
(C.: Ribâtât) Han gibi konaklanacak yer. Tekke. * Bağ, ip. * Sağlam yapı.
RİBATET
Kalb kuvveti. * Tahammül, sabır. * Kalbi sağlam olma.
RİBATÎ
Hancı, odacı.
RİBBÎ
(C.: Ribbiyyun) Büyük kalabalık.
RİBBİYYUN
(Rabb. dan) Âlimler, fakihler. * Büyük topluluk.
Rİ'BE
(C.: Riâb) Sihir.
RİBET
(C.: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.
RİBH
Kâr, kazanç. * Fâiz.
RİBHALE
Azası büyük olan, organları iri olan.
RİBH-İ TİCARÎ
Ticaret kazancı.
RİBKA
Kement. Kement bağı. İlmekli ip.
RİBZE
Deveye katran sürmede kullanılan yün parçası.
RİCA
Yalvarmak, niyaz eylemek. * Canib. Taraf. (Bak: Recâ)
RİCAL
(Recül. C.) Erkekler, er kişiler. * Mevki sahibi kimseler, devlet adamları. * Yaya olanlar.
RİCALEN
Yaya olarak. Yayan. * Erkek olarak.
RİCAL-İ DEVLET
Devlet adamları, devletin ileri gelenleri. Devlet ricali.
RİCAL-İ GAYB
Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.
RİCALULLAH
Mânevi kudret ve kuvvet sahipleri olan evliya. (Bak: Ebdal)
RİCAM
Büyük taş.
RİCANAME
f. Bir iş için yazılan rica mektubu.
RİC'AT
Geri dönme, çekilme, kaçma, vazgeçme.
RİC'Î
Geri dönmeye ait ve mensub. * Üç talakla boşanmamış kadın. Tekrar kocasına dönmesi mümkün olan. Buna talak-ı ric'î denir.
RİCL
Ayak, kadem.
RİCLE
Semizlik otu.
RİCL-ÜL BAHR
Körfez.
RİCS
Dinin haram kıldığı şey. Günah, pislik, murdarlık.
RİCZ
Azab, vesvese. * Maddi ve mânevi pislik. * Puta tapma.
RİÇAL
f. Reçel.
RİÇAR
f. Reçel.
RİDA
Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. * Akıl. İlim. Seha. * Zinet. Parlaklık veren şey. * Hırka.
RİDAS
Taş atmak.
RİDA-YI MEMAT
Ölüm örtüsü.
RİDDET
İslâm dininden dönme. İrtidad. * Doğumdan evvel davarın memesinin süt ile dolu olması.
RİDF
(C.: Erdâf) Arka.
RİDFAN
Gece ve gündüz.
RİE (RE')
Akciğer.
RİETEYN
İki akciğer.
RİF
(C.: Eryâf) Mâmur, bayındır yer. * Ekini bol ve ucuz olan yer.
RİFA'
Ekini tarladan getirip harman yerine ilettikleri vakit.
RİFADE
Yara üstüne sarılan bez. * Ziyâfet.
RİFAS
Ayakla vurmak, tepmek.
RİF'AT
Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak.
RİFD
(C.: Erfâd - Rufud) Atâ, hediye, bahşiş. * Yardım, muavenet.
RİG
f. Kum. * Toz.
RİH
Rüzgar, yel. * Sızı, romatizma. * Mc: Galebe, kuvvet. Rahmet. * Devlet. Hoş ve iyi şey. * Koku.
RİHAL
(Rahl. C.) Deve palanları.
RİHALE
At semeri, eyer.
RİHAT
Kayış yapımında kullanılan deri.
RİHLET
Geçmek. Göç etmek, göçmek. Ölmek.
RİHME
(C.: Ruhum-Rihâm) Yağmur çisintisi.
RİHS
(C.: Revâhıs) Alçak duvar.
RİHTE
f. Dökülmüş, akıtılmış.
RİHTE-GER
(C.: Rihte-gerân) Dökmeci.
 
Geri
Top