ŞAAB
Ayrılmak. * Yarmak.
ŞAAR
Ağaç, şecer.
ŞA'AR
Kıl büken.
ŞAB
(Bak: şap)
ŞA'B
Ayrılmak. Dağılmak. * Islah etmek, düzeltmek. * Helâk etmek. * Kırmak.
ŞA'B
(C.: şuub) Tâife, cemaat. Kabile.
ŞA'BAN
(Şâbân) Arabi ayların sekizincisi. Mübârek Şuhur-u selâsenin (Üç ayların) ikincisi.
ŞABAŞ
f. Alkış etme, alkışlama. Aferin deme. Bir hareketi güzel bulmaktan dolayı alkışlamak veya hediye vermek.
ŞABAŞHÂN
f. Beğenip alkışlayan.
ŞABB
Genç, delikanlı, yiğit.
ŞABBE
Genç kadın.
ŞABB-I EMRED
Bıyığı, sakalı henüz çıkmış delikanlı.
ŞA'BEZE
El çabukluğu.
ŞAB-HANE
f. Şap çıkarılan yer.
ŞABİH
Misil olan, nazir, benzeyen.
ŞABUB
(C.: Şeabib) Sağanak yağmur.
ŞACİNE
(C.: Şevâcin) Ağaçlı ve meşeli dere.
ŞACİR
Ayak altında ızdırap çekmek.
ŞAD
f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
ŞADAB
(Şâd-âb) f. Suya kanmış, sulu. Taze.
ŞÂD-ÂBÎ
f. Sulu olma, suya kanmışlık. Tazelik.
ŞADABTER
(şâd-âbter) f. Çok su verilmiş, fazla sulanmış.
ŞADAN
f. Sevinçli, bahtiyar.
ŞAD-HAB
f. Uykusu tatlı.
ŞADIRVAN
Etrafında bulunan bir çok musluklardan ve bir fıskiyeden su akan havuz tarzında kubbeli çeşme. Şadırvanlar daha ziyade cami avlularında halkın abdest almaları için yapılırdı.
ŞADİ
Mahkeme hademesi. Mübâşir. * İlimden, edebiyattan hissesi olan. * Nağme ile şiir okuyan.
ŞADİ
f. Sevinçlilik, memnunluk, mesruriyet, gönül ferahlığı.
ŞADİHE
Alından buruna varana kadar olan beyazlık.
ŞADKÂM
f. Çok sevinçli.
ŞADMAN
(Bak: şadüman)
ŞADNAK
f. Gönlü memnun, mesrur.
ŞADÜMAN
(şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik. * Mesrur, bahtiyar.
ŞAE
Diledi, istedi, murad eyledi.
ŞAFAK
Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz. * Nahiye. Cânib. * Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi. * Merhamet. * Harf.
ŞAFAK-ÂLUD
f. şafak gibi, şafak renginde.
ŞAFAK-GÛN
f. Şafak renkli, kızıl.
ŞAFE
Ayakta çıkan ve dağlamayınca gitmeyen çıban.
ŞAFİ
Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.
ŞAFİ'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
ŞAFİÎ
Şâfiî mezhebinden olan. (Bak: İmam-ı Şâfiî)
ŞAFİN (ŞEFUN)
Göz ucuyla bakan kişi.
ŞAGB
Ayıplamak. * Cidal, dövüş, niza. * Şerri tahrik etmek.
ŞAGİL
İşgal eden, tutan.* Meşgul eden, meşgul edici. * Meşgul olmayı gerektiren. * Bir mülkte oturan.
ŞAGR
Köpeğin bir ayağını kaldırıp bevletmesi.
ŞAGRABİYYE
(C.: Şegârib) Ayak bağlamak.
ŞAGŞAGA
Süngüyü vurduğu kimsede hareket ettirmek.
ŞAGVA'
(C.: Şuguv) Dişleri birbirine muhalif olup kimi fazla kimi eksik olan kadın.
ŞAGZEBİYYE
(C.: Şegâzib) Ayak bağlamak.
ŞAH
f. Pâdişah. İran veya Afgan hükümdarlarının nâmı. * Bir yere hâkim olan zât. Sâhip. * Asıl. * Atın ön ayaklarını yukarı kaldırarak durması.
ŞAH
f. Ağaç dalı. Budak. * Boynuz. Karın. * Su arkı. * Alın. * Kadeh.
ŞAH
Ayıp.
ŞAHA
f. Boyunduruk.
ŞAHADET
(Şehâdet) Şâhidlik. * Bir şeyin doğruluğuna inanmak. * Delâlet. Alâmet, işaret, iz. * Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik. (Bak: Şehid)
ŞAHADET GETİRMEK
Kelime-i Şehadet olan $ kelâmına inanıp söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.
ŞAHADETNAME
f. Bir işin yapılmasına müsaade veren resmî izin kâğıdı. Vesika. Diploma.
ŞAHAMET
Semizlik, yağlılık, şişmanlık.
ŞAHAN
(şâh. C.) f. şahlar, pâdişahlar.
ŞAHANE
Şah gibi, şaha yakışır bir surette.
ŞAHB
Yaradan kan akmak. * Emzikten süt akmak. * Rengin değişmesi.
ŞAHBAL
(Şehbal) f. Kuş kanadının en uzun tüyü.
ŞAHBAZ
f. İri ve beyaz doğan kuşu. * Mc: Çevik ve becerikli. Yiğit, şanlı, kahraman.
ŞAHBEYT
Edb: Bir şiirin en güzel beyti. Gazelde matla'dan sonraki beyt.
ŞAHDANE
f. İri inci tanesi. * Kenevir tohumu.
ŞAHDAR
f. Dallı, budaklı ağaç. * Dallı boynuzlu hayvan.
ŞAHENŞAH
f. Pâdişahlar pâdişahı. Şâhlar şâhı. En büyük pâdişah.
ŞAHESER
f. Üstün ve büyük eser. Eserin şâhı. * Yüksek değerde olan.
ŞAHET-İL VÜCUH
Yüzleri, bahtları kara oldu, yüzleri kararsın... meâlinde.
ŞAH-I MERDAN
Mertlerin şahı meâlinde Hazret-i Ali Radiyallahü anh'ın bir nâmı.
ŞAH-I RİSALET
Risaletin Şahı. Hz. Muhammed (A.S.M.)
ŞAHIS
(C.: Eşhâs) Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey'eti. * İnsanın uzaktan görülen karaltısı.
ŞAHIS
(şahs. dan) Ölçmek için dikilen ve işaret tutulan nişan. * Belirten.
ŞAHIS ZAMİRİ
İsim yerine kullanılan ve insanlara işaret eden kelimeler.Farsçada: $ (Men: ben), $ (Tu: sen), $ (U: o), $ (Mâ: biz), $ (Şümâ: siz), (İşân: onlar). Bunlar gayr-ı muttasıl (bitişik olmayan) zamirlerdir.Arapçada; gayr-ı muttasıl zamirler: $ (Ene: ben), $ (Ente-sen), $(Entümâ: ikiniz), $ (Hu: O), $ (Entüm: siz), (Entünne: siz) (Müennes), $ (Nahnu: biz), $ (Hüm: Onlar) (müzekker) $ (Hünne: Onlar) (müennes).
ŞAHÎ
f. şaha, hükümdara ait, şah ile ilgili. * Hükümdarlık, şahlık. * Eski topların bir çeşiti. * Nişastalı, yumurtalı bir helva. * Tar: Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han'ın bastığı altun para. (Bu ismin verilmesi, üzerinde "şah" kelimesinin yazılı bulunmasından dolayıdır.)
ŞAHİC
Eşek, hımar.
ŞAHİD
f. Sevgili, mahbube. * Güzel, dilber.
ŞAHİD
(C.: Şevâhid-Şühud) Veled yatağı denilen ve çocuk ile birlikte çıkan deri.
ŞAHİD
Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar mâkul ve mu'teber sayılan. Gören. * Resul-ü Ekrem Efendimizin (A.S.M.) bir vasfı. * Melâike-i kiram. * Hazır.
ŞAHİDE
(Müe.) Kadın şâhid. * Mezar taşı. * Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları. * f. Dilber, güzel.
ŞÂHİD-İ ÂDİL
Doğru sözlü şâhid.
ŞÂHİD-İ EZELÎ
Ezelden ebede her şey nazar-ı şuhudunda olan Cenab-ı Hak.
ŞAHİD-ZOR
f. Yalancı şâhit.
ŞAHİH
(C.: Şihah) Bahil kişi.
ŞAHİK
Yüce, büyük dağ. * Yüksek yapı veya ağaç.
ŞAHİKA
Dağ tepesi, zirve.
ŞAHİM
Semiz, yağlı, şişman, besili.
ŞAHİN
(C.: Şevâhin) Doğan'a benzer bir kuş ki, av avlamak için terbiye olunur.
ŞAHİNE
Öşür memuru.
ŞAHİS
Büyük cüsseli, iri yapılı kimse.
ŞAHİT
(C.: Şihât) İnce yufka olmuş nesne.
ŞAHKÂR
f. En güzel eser. Baş eser. şâheser.
ŞAHM
Bozulmak ve değişmek. Fâsid ve mütegayyer olmak.
ŞAHM
Etler arasında bulunan yağ, iç yağı. Don yağı.
ŞAHMERDAN
(Şâh-ı merdan) f. Mertlerin şahı, Hazret-i Ali (R.A.). * Aşağı yukarı çıkan büyük demir tokmak.
ŞAHM-PARE
f. İç yağın bir parçası. Bir kısım iç yağı.
ŞAHN
Doldurmak. * Sürüp reddetmek.
ŞAHNA'
Buğz, düşmanlık, adâvet.
ŞAHNE
İnzibat memuru, emniyet memuru.
ŞAHNİŞİN
f. Şahların oturmalarına lâyık yer. * Evin sokak üzerine olan çıkmaları.
ŞAHR (ŞAHİR)
Ağızını öttürmek. * Islık çalmak. * Sesi yükseltmek.
ŞAHRAH
f. Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol.
ŞAHREG
f. şah damar, büyük damar.
ŞAHS
(Bak: Şahıs)
ŞAHS
Acı çekmek. Iztırab çekmek.
ŞAHSAR
f. Dallı budaklı ağaçlar. Ağaçlık yer. Koruluk.
ŞAHSEN
Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi. * Yalnız uzaktan görerek.
ŞAHS-I MANEVÎ
Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs. * Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.
ŞAHSÎ
Şahsa mahsus, şahsa ait, dair. Kişi ile, şahıs ile alâkalı.
ŞAHSİYET
Bir kimsenin kendisine mahsus ahvâli. Şahıs olma. Karakter sâhibi ve makbul bir insan olma.
ŞAHSİYYAT
Kişinin şahsına, kendine ait sözler. * Birinin kendine ait münasebetsiz sözleri.
ŞAHSÜVAR
(C.: şâhsüvârân) f. Ata iyi binen.
ŞAHŞAH
Sözü doğru olan, yalan söylemeyen. * Gayretli, bahadır kimse.
ŞAHŞAH
Görevli, vazifeli.
ŞAHŞAHA
Kuşun hızla uçması.
ŞAHT (ŞÜHUT)
Iraklık, uzaklık, bu'd.
ŞAHTEREC
şahtere otu.
ŞAHUR
f. Ekmek fırını.
ŞAHVAR
(Şeh-vâr) f. Şâha, hükümdara yakışacak tarzda, şah gibi. * İri ve iyi cins inci.
ŞAHVE
Adım, hatve.
ŞAHZ
Keskinleştirmek.
ŞAHZADE
f. Şâh oğlu. Hükümdar veya pâdişah oğlu. Prens.
ŞAİBE
Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik.
ŞAİK
Dikenli.
ŞAİK(A)
Şevkli, hevesli, şevk verici.
ŞAİKANE
f. İsteklice ve şevkli olarak.
ŞAİLE
(C.: Şüvül-Şevâil) Sütü çekilmiş deve.
ŞAİR
Şiir yazan. Sözünü vezin ve kafiye ile tertib eden.
ŞAİR
(C.: Şairât) Arpa. * Kurban devesi.
ŞAİRÂNE
f. şairce. şaire benzer surette konuşmakla. Mevzuu şiir sayılabilecek kadar hoş, lâtif olan şey.
ŞAİRE
Bir tek arpa, arpa tanesi. * (C.: Şaâyir) Tıb: Arpacık.
ŞAİRE
(C.: Şâirât - Şevâir) Kadın şair.
ŞAİRİYY
Arpa satan kimse.
ŞAKA
Meşakkatli ve güç. * Musibet ânında yakasını ve yüzünü yırtan kadın.
ŞAKA' (ŞIKA')
Bedbahtlık. * Yaramazlık.
ŞAKA' (ŞÜKU')
Tulu etmek, doğmak. * Çıkmak, huruç etmek. * Dağıtıp perâkende etmek.
ŞAKAVET
(Bak: şekavet)
ŞAKCE
Henüz yeni renk almış olan hurma.
ŞAKIZ
Gözü değen kişi. * Gözüne uyku gelmeyen. * Daima güneş tarafına yönelen bir nevi büyük kertenkele.
ŞAKİ
Şikâyet eden. * Ağlayan. * Hiddetli ve şevketli.
ŞAKİ
Şekavette bulunan.
ŞAKİ
(Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
ŞAKİFE
(C.: Şukuf) Su dökülmemiş saksı parçası.
ŞÂKİ-İ SİLÂH
Harp âletleri keskin ve hazır olan kimse.
ŞAKİK
İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. * Öz kardeş.
ŞAKİKA
(C.: Şakayık) Yarım baş ağrısı. * Ana - baba bir olan kız kardeş. Öz kız kardeş. * Çatlak, yarık.
ŞAKİL
Yanakla kulak arası. * Âdet. Hilkat.
ŞAKİLE
Yol. Tarik. Meslek. * Yaradılış. Tıynet. Seciye. Mizac. Bir kimsenin yaratılışının temel hususiyeti.
ŞAKİR
Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren. (Bak: Şükr)
ŞAKİRÂNE
f. şükrederek. şükretmek suretiyle.
ŞAKİRD
f. Talebe, çırak.
ŞAKİRDÂN
şakirdler, talebeler.
ŞAKİRÎ
(Şakiriyye) Şakird, talebe, tilmiz.
ŞAKİS
Şerik, ortak. * Hisse, nasip.
ŞAKK
Silahlı kişi. * Şek ve şüphe eden.
ŞAKK
Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama. * Yırtma. Kırma.
ŞAKK
(Meşakkat. den) Eziyetli, zahmet verici, güç.
ŞAKK-I ASÂ
f. Değneği kırmak. * Mc: İhtilâfa sebeb olmak, topluluktan ayrılmak.
ŞAKK-I KAMER
Ayın iki parça olması mu'cizesi. (Kur'ân-ı Kerimin nass-ı kat'isi ile de sâbit olan ve mütevâtir olarak da bilinen Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın parmağının işâreti ile ayın iki parçaya ayrıldığı hadisesi ki, büyük mu'cizelerindendir.)
ŞAKK-I ŞEFE
Dudağını açıp konuşmak.
ŞAKLABAN
Şen şatır, hoppa. Avutucu, aldatıcı. Güldürücü, soytarı.
ŞAKN
Eksilmek, noksanlaşmak.
ŞAKŞAKA
Doğan kuşunun veya serçenin ötmesi.
ŞAKUL
(Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.
ŞAKULÎ
Şâkule bağlı, onunla alâkalı, onunla nisbeti olan şey. Geo: Düşey.
ŞA'LA'
Uzun, tavil.
ŞA'LA'
Kuyruğu beyaz olan davar.
ŞAM
(şâme. C.) Vücutta olan benler.
ŞAM
Akşam. Akşam yemeği. "Şe'm, şâm" Arapçada "sol" mânâsına gelir. "Yemen" sağ demek olduğundan Hicaz'a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. * Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. * Arabların Dımışk dedikleri şehrin adı. * Nuh'un (A.S.) oğullarından "Şam"ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus)
Ayrılmak. * Yarmak.
ŞAAR
Ağaç, şecer.
ŞA'AR
Kıl büken.
ŞAB
(Bak: şap)
ŞA'B
Ayrılmak. Dağılmak. * Islah etmek, düzeltmek. * Helâk etmek. * Kırmak.
ŞA'B
(C.: şuub) Tâife, cemaat. Kabile.
ŞA'BAN
(Şâbân) Arabi ayların sekizincisi. Mübârek Şuhur-u selâsenin (Üç ayların) ikincisi.
ŞABAŞ
f. Alkış etme, alkışlama. Aferin deme. Bir hareketi güzel bulmaktan dolayı alkışlamak veya hediye vermek.
ŞABAŞHÂN
f. Beğenip alkışlayan.
ŞABB
Genç, delikanlı, yiğit.
ŞABBE
Genç kadın.
ŞABB-I EMRED
Bıyığı, sakalı henüz çıkmış delikanlı.
ŞA'BEZE
El çabukluğu.
ŞAB-HANE
f. Şap çıkarılan yer.
ŞABİH
Misil olan, nazir, benzeyen.
ŞABUB
(C.: Şeabib) Sağanak yağmur.
ŞACİNE
(C.: Şevâcin) Ağaçlı ve meşeli dere.
ŞACİR
Ayak altında ızdırap çekmek.
ŞAD
f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar.
ŞADAB
(Şâd-âb) f. Suya kanmış, sulu. Taze.
ŞÂD-ÂBÎ
f. Sulu olma, suya kanmışlık. Tazelik.
ŞADABTER
(şâd-âbter) f. Çok su verilmiş, fazla sulanmış.
ŞADAN
f. Sevinçli, bahtiyar.
ŞAD-HAB
f. Uykusu tatlı.
ŞADIRVAN
Etrafında bulunan bir çok musluklardan ve bir fıskiyeden su akan havuz tarzında kubbeli çeşme. Şadırvanlar daha ziyade cami avlularında halkın abdest almaları için yapılırdı.
ŞADİ
Mahkeme hademesi. Mübâşir. * İlimden, edebiyattan hissesi olan. * Nağme ile şiir okuyan.
ŞADİ
f. Sevinçlilik, memnunluk, mesruriyet, gönül ferahlığı.
ŞADİHE
Alından buruna varana kadar olan beyazlık.
ŞADKÂM
f. Çok sevinçli.
ŞADMAN
(Bak: şadüman)
ŞADNAK
f. Gönlü memnun, mesrur.
ŞADÜMAN
(şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik. * Mesrur, bahtiyar.
ŞAE
Diledi, istedi, murad eyledi.
ŞAFAK
Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz. * Nahiye. Cânib. * Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi. * Merhamet. * Harf.
ŞAFAK-ÂLUD
f. şafak gibi, şafak renginde.
ŞAFAK-GÛN
f. Şafak renkli, kızıl.
ŞAFE
Ayakta çıkan ve dağlamayınca gitmeyen çıban.
ŞAFİ
Hastaya şifa veren (Allah. C.C.). * Yeter görünen, kifayet eden.
ŞAFİ'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
ŞAFİÎ
Şâfiî mezhebinden olan. (Bak: İmam-ı Şâfiî)
ŞAFİN (ŞEFUN)
Göz ucuyla bakan kişi.
ŞAGB
Ayıplamak. * Cidal, dövüş, niza. * Şerri tahrik etmek.
ŞAGİL
İşgal eden, tutan.* Meşgul eden, meşgul edici. * Meşgul olmayı gerektiren. * Bir mülkte oturan.
ŞAGR
Köpeğin bir ayağını kaldırıp bevletmesi.
ŞAGRABİYYE
(C.: Şegârib) Ayak bağlamak.
ŞAGŞAGA
Süngüyü vurduğu kimsede hareket ettirmek.
ŞAGVA'
(C.: Şuguv) Dişleri birbirine muhalif olup kimi fazla kimi eksik olan kadın.
ŞAGZEBİYYE
(C.: Şegâzib) Ayak bağlamak.
ŞAH
f. Pâdişah. İran veya Afgan hükümdarlarının nâmı. * Bir yere hâkim olan zât. Sâhip. * Asıl. * Atın ön ayaklarını yukarı kaldırarak durması.
ŞAH
f. Ağaç dalı. Budak. * Boynuz. Karın. * Su arkı. * Alın. * Kadeh.
ŞAH
Ayıp.
ŞAHA
f. Boyunduruk.
ŞAHADET
(Şehâdet) Şâhidlik. * Bir şeyin doğruluğuna inanmak. * Delâlet. Alâmet, işaret, iz. * Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik. (Bak: Şehid)
ŞAHADET GETİRMEK
Kelime-i Şehadet olan $ kelâmına inanıp söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.
ŞAHADETNAME
f. Bir işin yapılmasına müsaade veren resmî izin kâğıdı. Vesika. Diploma.
ŞAHAMET
Semizlik, yağlılık, şişmanlık.
ŞAHAN
(şâh. C.) f. şahlar, pâdişahlar.
ŞAHANE
Şah gibi, şaha yakışır bir surette.
ŞAHB
Yaradan kan akmak. * Emzikten süt akmak. * Rengin değişmesi.
ŞAHBAL
(Şehbal) f. Kuş kanadının en uzun tüyü.
ŞAHBAZ
f. İri ve beyaz doğan kuşu. * Mc: Çevik ve becerikli. Yiğit, şanlı, kahraman.
ŞAHBEYT
Edb: Bir şiirin en güzel beyti. Gazelde matla'dan sonraki beyt.
ŞAHDANE
f. İri inci tanesi. * Kenevir tohumu.
ŞAHDAR
f. Dallı, budaklı ağaç. * Dallı boynuzlu hayvan.
ŞAHENŞAH
f. Pâdişahlar pâdişahı. Şâhlar şâhı. En büyük pâdişah.
ŞAHESER
f. Üstün ve büyük eser. Eserin şâhı. * Yüksek değerde olan.
ŞAHET-İL VÜCUH
Yüzleri, bahtları kara oldu, yüzleri kararsın... meâlinde.
ŞAH-I MERDAN
Mertlerin şahı meâlinde Hazret-i Ali Radiyallahü anh'ın bir nâmı.
ŞAH-I RİSALET
Risaletin Şahı. Hz. Muhammed (A.S.M.)
ŞAHIS
(C.: Eşhâs) Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey'eti. * İnsanın uzaktan görülen karaltısı.
ŞAHIS
(şahs. dan) Ölçmek için dikilen ve işaret tutulan nişan. * Belirten.
ŞAHIS ZAMİRİ
İsim yerine kullanılan ve insanlara işaret eden kelimeler.Farsçada: $ (Men: ben), $ (Tu: sen), $ (U: o), $ (Mâ: biz), $ (Şümâ: siz), (İşân: onlar). Bunlar gayr-ı muttasıl (bitişik olmayan) zamirlerdir.Arapçada; gayr-ı muttasıl zamirler: $ (Ene: ben), $ (Ente-sen), $(Entümâ: ikiniz), $ (Hu: O), $ (Entüm: siz), (Entünne: siz) (Müennes), $ (Nahnu: biz), $ (Hüm: Onlar) (müzekker) $ (Hünne: Onlar) (müennes).
ŞAHÎ
f. şaha, hükümdara ait, şah ile ilgili. * Hükümdarlık, şahlık. * Eski topların bir çeşiti. * Nişastalı, yumurtalı bir helva. * Tar: Osmanlı Padişahlarından Yavuz Sultan Selim Han'ın bastığı altun para. (Bu ismin verilmesi, üzerinde "şah" kelimesinin yazılı bulunmasından dolayıdır.)
ŞAHİC
Eşek, hımar.
ŞAHİD
f. Sevgili, mahbube. * Güzel, dilber.
ŞAHİD
(C.: Şevâhid-Şühud) Veled yatağı denilen ve çocuk ile birlikte çıkan deri.
ŞAHİD
Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar mâkul ve mu'teber sayılan. Gören. * Resul-ü Ekrem Efendimizin (A.S.M.) bir vasfı. * Melâike-i kiram. * Hazır.
ŞAHİDE
(Müe.) Kadın şâhid. * Mezar taşı. * Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları. * f. Dilber, güzel.
ŞÂHİD-İ ÂDİL
Doğru sözlü şâhid.
ŞÂHİD-İ EZELÎ
Ezelden ebede her şey nazar-ı şuhudunda olan Cenab-ı Hak.
ŞAHİD-ZOR
f. Yalancı şâhit.
ŞAHİH
(C.: Şihah) Bahil kişi.
ŞAHİK
Yüce, büyük dağ. * Yüksek yapı veya ağaç.
ŞAHİKA
Dağ tepesi, zirve.
ŞAHİM
Semiz, yağlı, şişman, besili.
ŞAHİN
(C.: Şevâhin) Doğan'a benzer bir kuş ki, av avlamak için terbiye olunur.
ŞAHİNE
Öşür memuru.
ŞAHİS
Büyük cüsseli, iri yapılı kimse.
ŞAHİT
(C.: Şihât) İnce yufka olmuş nesne.
ŞAHKÂR
f. En güzel eser. Baş eser. şâheser.
ŞAHM
Bozulmak ve değişmek. Fâsid ve mütegayyer olmak.
ŞAHM
Etler arasında bulunan yağ, iç yağı. Don yağı.
ŞAHMERDAN
(Şâh-ı merdan) f. Mertlerin şahı, Hazret-i Ali (R.A.). * Aşağı yukarı çıkan büyük demir tokmak.
ŞAHM-PARE
f. İç yağın bir parçası. Bir kısım iç yağı.
ŞAHN
Doldurmak. * Sürüp reddetmek.
ŞAHNA'
Buğz, düşmanlık, adâvet.
ŞAHNE
İnzibat memuru, emniyet memuru.
ŞAHNİŞİN
f. Şahların oturmalarına lâyık yer. * Evin sokak üzerine olan çıkmaları.
ŞAHR (ŞAHİR)
Ağızını öttürmek. * Islık çalmak. * Sesi yükseltmek.
ŞAHRAH
f. Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol.
ŞAHREG
f. şah damar, büyük damar.
ŞAHS
(Bak: Şahıs)
ŞAHS
Acı çekmek. Iztırab çekmek.
ŞAHSAR
f. Dallı budaklı ağaçlar. Ağaçlık yer. Koruluk.
ŞAHSEN
Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi. * Yalnız uzaktan görerek.
ŞAHS-I MANEVÎ
Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs. * Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.
ŞAHSÎ
Şahsa mahsus, şahsa ait, dair. Kişi ile, şahıs ile alâkalı.
ŞAHSİYET
Bir kimsenin kendisine mahsus ahvâli. Şahıs olma. Karakter sâhibi ve makbul bir insan olma.
ŞAHSİYYAT
Kişinin şahsına, kendine ait sözler. * Birinin kendine ait münasebetsiz sözleri.
ŞAHSÜVAR
(C.: şâhsüvârân) f. Ata iyi binen.
ŞAHŞAH
Sözü doğru olan, yalan söylemeyen. * Gayretli, bahadır kimse.
ŞAHŞAH
Görevli, vazifeli.
ŞAHŞAHA
Kuşun hızla uçması.
ŞAHT (ŞÜHUT)
Iraklık, uzaklık, bu'd.
ŞAHTEREC
şahtere otu.
ŞAHUR
f. Ekmek fırını.
ŞAHVAR
(Şeh-vâr) f. Şâha, hükümdara yakışacak tarzda, şah gibi. * İri ve iyi cins inci.
ŞAHVE
Adım, hatve.
ŞAHZ
Keskinleştirmek.
ŞAHZADE
f. Şâh oğlu. Hükümdar veya pâdişah oğlu. Prens.
ŞAİBE
Leke, kir. * Süprüntü. Pislik. * Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik.
ŞAİK
Dikenli.
ŞAİK(A)
Şevkli, hevesli, şevk verici.
ŞAİKANE
f. İsteklice ve şevkli olarak.
ŞAİLE
(C.: Şüvül-Şevâil) Sütü çekilmiş deve.
ŞAİR
Şiir yazan. Sözünü vezin ve kafiye ile tertib eden.
ŞAİR
(C.: Şairât) Arpa. * Kurban devesi.
ŞAİRÂNE
f. şairce. şaire benzer surette konuşmakla. Mevzuu şiir sayılabilecek kadar hoş, lâtif olan şey.
ŞAİRE
Bir tek arpa, arpa tanesi. * (C.: Şaâyir) Tıb: Arpacık.
ŞAİRE
(C.: Şâirât - Şevâir) Kadın şair.
ŞAİRİYY
Arpa satan kimse.
ŞAKA
Meşakkatli ve güç. * Musibet ânında yakasını ve yüzünü yırtan kadın.
ŞAKA' (ŞIKA')
Bedbahtlık. * Yaramazlık.
ŞAKA' (ŞÜKU')
Tulu etmek, doğmak. * Çıkmak, huruç etmek. * Dağıtıp perâkende etmek.
ŞAKAVET
(Bak: şekavet)
ŞAKCE
Henüz yeni renk almış olan hurma.
ŞAKIZ
Gözü değen kişi. * Gözüne uyku gelmeyen. * Daima güneş tarafına yönelen bir nevi büyük kertenkele.
ŞAKİ
Şikâyet eden. * Ağlayan. * Hiddetli ve şevketli.
ŞAKİ
Şekavette bulunan.
ŞAKİ
(Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen.
ŞAKİFE
(C.: Şukuf) Su dökülmemiş saksı parçası.
ŞÂKİ-İ SİLÂH
Harp âletleri keskin ve hazır olan kimse.
ŞAKİK
İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. * Öz kardeş.
ŞAKİKA
(C.: Şakayık) Yarım baş ağrısı. * Ana - baba bir olan kız kardeş. Öz kız kardeş. * Çatlak, yarık.
ŞAKİL
Yanakla kulak arası. * Âdet. Hilkat.
ŞAKİLE
Yol. Tarik. Meslek. * Yaradılış. Tıynet. Seciye. Mizac. Bir kimsenin yaratılışının temel hususiyeti.
ŞAKİR
Allaha şükreden. Hâlinden memnuniyetini bildiren. (Bak: Şükr)
ŞAKİRÂNE
f. şükrederek. şükretmek suretiyle.
ŞAKİRD
f. Talebe, çırak.
ŞAKİRDÂN
şakirdler, talebeler.
ŞAKİRÎ
(Şakiriyye) Şakird, talebe, tilmiz.
ŞAKİS
Şerik, ortak. * Hisse, nasip.
ŞAKK
Silahlı kişi. * Şek ve şüphe eden.
ŞAKK
Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama. * Yırtma. Kırma.
ŞAKK
(Meşakkat. den) Eziyetli, zahmet verici, güç.
ŞAKK-I ASÂ
f. Değneği kırmak. * Mc: İhtilâfa sebeb olmak, topluluktan ayrılmak.
ŞAKK-I KAMER
Ayın iki parça olması mu'cizesi. (Kur'ân-ı Kerimin nass-ı kat'isi ile de sâbit olan ve mütevâtir olarak da bilinen Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın parmağının işâreti ile ayın iki parçaya ayrıldığı hadisesi ki, büyük mu'cizelerindendir.)
ŞAKK-I ŞEFE
Dudağını açıp konuşmak.
ŞAKLABAN
Şen şatır, hoppa. Avutucu, aldatıcı. Güldürücü, soytarı.
ŞAKN
Eksilmek, noksanlaşmak.
ŞAKŞAKA
Doğan kuşunun veya serçenin ötmesi.
ŞAKUL
(Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.
ŞAKULÎ
Şâkule bağlı, onunla alâkalı, onunla nisbeti olan şey. Geo: Düşey.
ŞA'LA'
Uzun, tavil.
ŞA'LA'
Kuyruğu beyaz olan davar.
ŞAM
(şâme. C.) Vücutta olan benler.
ŞAM
Akşam. Akşam yemeği. "Şe'm, şâm" Arapçada "sol" mânâsına gelir. "Yemen" sağ demek olduğundan Hicaz'a nisbetle sol taraftaki memleketlere Şam, sağ tarafdaki beldeye de Yemen ismi verilmiştir. * Suriye ve Lübnan memleketlerine de Şam denilmiştir. * Arabların Dımışk dedikleri şehrin adı. * Nuh'un (A.S.) oğullarından "Şam"ın nesli tarafından bu memleket mâmur edildiği için Şam denildiğini söyleyenler de vardır. (Kamus)