ŞİVEKÂR
f. İşveli, şiveli, cilveli.
ŞİVEN
f. İnleme, sızlanma. * Mâtem, yas.
ŞİYA'
Zahir olmak, görünmek. * Çobanın kavalından çıkan ses. * Odun takıltısı.
ŞİYAM
Yerden kazılan toprak.
ŞİYAT
Yanmış yün ve pamuk kokusu.
ŞİYEM
(Şime. C.) Huylar, tabiatlar.
ŞİZ
Abnus ağacı.
ŞİZAF
Katılık, sertlik.
ŞÖHRE
Ünlü, şöhretli, meşhur.
ŞÖHRET
Ad yapma. Ün. Şân. * Hadis ilminde: Meşhur hadis mânasında kullanılır.(Ey şân ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al. Şöhret ayn-i riyâdır. Ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen $ de, o belâdan kurtul. M.N.)
ŞÖHRETGİR
f. şöhretli, ünlü. Meşhur.
ŞÖHRET-İ KÂZİBE
Geçici şöhret. Yalancı dünyalık, fâni şöhret. Aldatıcı nâm.
ŞÖHRETŞİÂR
f. şöhretli. şöhret sahibi.
ŞÖHRETŞİÂR-I ÂLEM
Âlemde şöhret ona nişan olmuş olan. Çok meşhur olan.
ŞUA
(C.: Şu') Sorgun ağacı.
ŞUA'
Bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri.
ŞUAAT
Işıklar, parıltılar, nurlar.
ŞUAB
(şu'be. C.) şubeler. Kollar, bir cisimden ayrılan çatallar. (Bak: Şiâb)
ŞUABAT
(Şu'be. C.) Şubeler, kısımlar, takımlar, bölükler. Dallar.
ŞUAL
(şu'le. C.) Alevler, şu'leler. Ateş alevleri.
ŞUARA
(Şâir. C.) Şâirler. * Kur'an-ı Kerim'in 26. suresinin ismidir. Mekkîdir.
ŞUAYB (A.S.)
Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm kendisine inananlarla Mekke'ye gitti ve orada yerleşti. Musâ Aleyhisselâm'ın kayınpederi idi. (Bak: Ashab-ı Eyke)
ŞUBAN
f. Çoban.
ŞU'BE
Bölük, bölüm. * Dal, budak. * İkinci derecedeki kollar. Kol.
ŞU'BUB
(Bak: şü'bub)
ŞUGL
İş, meşgul olunacak şey, gaile.
ŞUGMUM
Uzun, tavil.
ŞUGUL
(Şugl. C.) İşler, uğraşacak şeyler, gaileler.
ŞUH
(Şıh) Bahil, cimri, hasis kimse.
ŞUH
f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.
ŞUHA
Karın ağrısı.
ŞUHH (ŞIHH)
Bahillik.
ŞUH-MEŞREB
f. Açık meşrebli, şen ve neşeli.
ŞUHUD
(Bak: şühud)
ŞUHUM
(Şahm. C.) Yağlar, içyağlar.
ŞUHUR
(Bak: şühur)
ŞUKAK
Bir çeşit hayvan hastalığı.
ŞUKKA
Parça. Kâğıt veya kumaş parçası. * Küçük tezkere.
ŞUKRE
Sâfi kızıllık, tam ve koyu kırmızılık.
ŞUKUK
(Şakk. C.) Çatlaklar, yarıklar.
ŞUKUNE
Azlık.
ŞU'LE
Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
ŞU'LEBÂR
f. Işıklı.
ŞU'LEDÂR
f. Alevlenmiş, alevli. Işıklı.
ŞU'LEFEŞÂN
f. Işık saçan, parlatan.
ŞU'LEGİR
f. Tutuşan, alevlenen, alev alan.
ŞU'LE-İ BERKIYYE
Yıldırım ışığı. Şimşek parıltısı.
ŞU'LE-İ CEVVAL
Daim hareket ederek etrafına ışık saçan parıltı.
ŞU'LENÜMÂ
f. Alev gösteren, alevli.
ŞU'LEPÂŞ
f. Işık saçan.
ŞU'LEPERVER
f. Işıklandıran. Alevlendirici.
ŞU'LEPUŞ
f. Alev içinde kalmış, alevle örtülü.
ŞU'LERİZ
f. Işıldayan, alev saçan.
ŞUM
Hayırsız kişi.
ŞU'M
(Şum) f. Uğursuzluk. Meş'um olma. Uğursuz.
ŞUMA
f. Siz. (Bak: Şahıs zamiri)
ŞUR
f. Tuzlu, kekremsi. * şamata, gürültü.
ŞURA
Konuşma yeri, istişare meclisi. Büyüklerin istişare için toplanma yeri. * Meşveret için toplantı. * Meşveret etme.(Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim, bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaattan çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şurâlar o ruhu temsil eder. Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şurâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî olmak gerektir. Tâ ki sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan sırat-ı müstakime sevkedebilsin.) Sünühat'tan.(Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer'iyyedir. $ Ayet-i Kerimesi, şurayı esas olarak emrediyor. Evet nasılki, nev'-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasiyle birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi o şurâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.Asya Kıt'asının ve istikbâlinin keşşafı ve miftahı şura'dır. Yâni, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şurayı yapmaları lazımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak meşveret-i şer'iyye ile şehamet ve şefkat-i imâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyyedir ki, o hürriyet-i şer'iyye, âdâb-ı şer'iyye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmândan gelen hürriyet-i şer'iyye iki esası emreder: $ $Yani: İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek.. ve zâlimlere tezellül etmemek.. Allah'a hakiki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah'tan başka- kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah'ı tanımayan, herşeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer'iyye Cenab-ı Hakk'ın Rahman, Rahim tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.Eğer denilse: Neden şuraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet'in hayatı ve terakkisi nasıl o şura ile olabilir?Elcevab: Nur'un Yirmibirinci Lem'a-i İhlâs'ında izah edildiği gibi; haklı şura ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlâs ve tesânüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacâtı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şura-yı şer'î ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. H.)
ŞURA SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 42. suresi olup, "Hâ mim ayn sin kaf" Suresi de denir.
ŞURAB (ŞURÂBE)
f. Kirli ve acı su. * Mc: Gözyaşı.
ŞURA-YI DEVLET
İdare dâvâlarını veya nizamname (tüzük) hazırlıklarını inceleyip fikrini bildiren resmi daire. Danıştay.
ŞUR-BAHT
f. Bahtsız, talihsiz.
ŞURE
Heyet.
ŞURE
f. Çorak, tuzlu, verimsiz toprak.
ŞUR-EFGEN
f. Karma karışık yapan, kargaşalık çıkaran.
ŞUR-ENGİZ
f. Gürültü çıkaran, şamata yapan.
ŞUREZAR
Çorak yerler, verimsiz araziler.
ŞURİDE
f. Perişan, karışık. * Tutkun, âşık, meftun.
ŞURİDEGÎ
f. Karışıklık, perişanlık. * Tutkunluk, düşkünlük.
ŞURİSTAN
Çorak yerler.
ŞURİŞ
f. Karışıklık, kargaşalık.
ŞURTA
(Yelkenliye) uygun rüzgâr. * Önde gidip düşmanla savaşan asker. * Polis, jandarma.
ŞURU'
Başlama. Mübaşeret etme.
ŞURUT
(Şart. C.) Şartlar. Bir şeyde bulunması lâzım gelen esaslar, temeller.
ŞURUT-U SALÂT
Namazın şartları.
ŞUS
Pak etmek, temizlemek.
ŞUSY
Ölünün şişip el ve ayağının sertleşmesi.
ŞUTBE
(C.: Şütab) Kılıcın yüzünde yapılan yol.
ŞUTTAR
Pazu hareketi.
ŞUTUR
Irak, uzak, baid. * Bir memesi birisinden uzun olan koyun. * İki emziği kurumuş olan deve.
ŞUTUR
Irak, uzak, baid.
ŞUTUT
(şatt. C.) Büyük nehirler.
ŞUUB
(şa'b. C.) Cemaatler. Taifeler. Kabileler.
ŞUUBAT
(şu'be. C.) Şubeler, kısımlar, bölümler.
ŞUUN
(Şe'n. C.) İşler, fiiller. Havadis.
ŞUUNAT
Şuunlar. Keyfiyetler, haller. * Emirler. Kasıtlar. Talepler.
ŞUUN-U SEYYALE
Akıcı, bir halde durmayan işler.
f. İşveli, şiveli, cilveli.
ŞİVEN
f. İnleme, sızlanma. * Mâtem, yas.
ŞİYA'
Zahir olmak, görünmek. * Çobanın kavalından çıkan ses. * Odun takıltısı.
ŞİYAM
Yerden kazılan toprak.
ŞİYAT
Yanmış yün ve pamuk kokusu.
ŞİYEM
(Şime. C.) Huylar, tabiatlar.
ŞİZ
Abnus ağacı.
ŞİZAF
Katılık, sertlik.
ŞÖHRE
Ünlü, şöhretli, meşhur.
ŞÖHRET
Ad yapma. Ün. Şân. * Hadis ilminde: Meşhur hadis mânasında kullanılır.(Ey şân ve şerefi, nam ve şöhreti isteyen adam! Gel, o dersi benden al. Şöhret ayn-i riyâdır. Ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen $ de, o belâdan kurtul. M.N.)
ŞÖHRETGİR
f. şöhretli, ünlü. Meşhur.
ŞÖHRET-İ KÂZİBE
Geçici şöhret. Yalancı dünyalık, fâni şöhret. Aldatıcı nâm.
ŞÖHRETŞİÂR
f. şöhretli. şöhret sahibi.
ŞÖHRETŞİÂR-I ÂLEM
Âlemde şöhret ona nişan olmuş olan. Çok meşhur olan.
ŞUA
(C.: Şu') Sorgun ağacı.
ŞUA'
Bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri.
ŞUAAT
Işıklar, parıltılar, nurlar.
ŞUAB
(şu'be. C.) şubeler. Kollar, bir cisimden ayrılan çatallar. (Bak: Şiâb)
ŞUABAT
(Şu'be. C.) Şubeler, kısımlar, takımlar, bölükler. Dallar.
ŞUAL
(şu'le. C.) Alevler, şu'leler. Ateş alevleri.
ŞUARA
(Şâir. C.) Şâirler. * Kur'an-ı Kerim'in 26. suresinin ismidir. Mekkîdir.
ŞUAYB (A.S.)
Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm kendisine inananlarla Mekke'ye gitti ve orada yerleşti. Musâ Aleyhisselâm'ın kayınpederi idi. (Bak: Ashab-ı Eyke)
ŞUBAN
f. Çoban.
ŞU'BE
Bölük, bölüm. * Dal, budak. * İkinci derecedeki kollar. Kol.
ŞU'BUB
(Bak: şü'bub)
ŞUGL
İş, meşgul olunacak şey, gaile.
ŞUGMUM
Uzun, tavil.
ŞUGUL
(Şugl. C.) İşler, uğraşacak şeyler, gaileler.
ŞUH
(Şıh) Bahil, cimri, hasis kimse.
ŞUH
f. Şen ve hareketlerinde serbest olan. * Nazlı, işveli. * Açık saçık, hayasız. Oynak.
ŞUHA
Karın ağrısı.
ŞUHH (ŞIHH)
Bahillik.
ŞUH-MEŞREB
f. Açık meşrebli, şen ve neşeli.
ŞUHUD
(Bak: şühud)
ŞUHUM
(Şahm. C.) Yağlar, içyağlar.
ŞUHUR
(Bak: şühur)
ŞUKAK
Bir çeşit hayvan hastalığı.
ŞUKKA
Parça. Kâğıt veya kumaş parçası. * Küçük tezkere.
ŞUKRE
Sâfi kızıllık, tam ve koyu kırmızılık.
ŞUKUK
(Şakk. C.) Çatlaklar, yarıklar.
ŞUKUNE
Azlık.
ŞU'LE
Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
ŞU'LEBÂR
f. Işıklı.
ŞU'LEDÂR
f. Alevlenmiş, alevli. Işıklı.
ŞU'LEFEŞÂN
f. Işık saçan, parlatan.
ŞU'LEGİR
f. Tutuşan, alevlenen, alev alan.
ŞU'LE-İ BERKIYYE
Yıldırım ışığı. Şimşek parıltısı.
ŞU'LE-İ CEVVAL
Daim hareket ederek etrafına ışık saçan parıltı.
ŞU'LENÜMÂ
f. Alev gösteren, alevli.
ŞU'LEPÂŞ
f. Işık saçan.
ŞU'LEPERVER
f. Işıklandıran. Alevlendirici.
ŞU'LEPUŞ
f. Alev içinde kalmış, alevle örtülü.
ŞU'LERİZ
f. Işıldayan, alev saçan.
ŞUM
Hayırsız kişi.
ŞU'M
(Şum) f. Uğursuzluk. Meş'um olma. Uğursuz.
ŞUMA
f. Siz. (Bak: Şahıs zamiri)
ŞUR
f. Tuzlu, kekremsi. * şamata, gürültü.
ŞURA
Konuşma yeri, istişare meclisi. Büyüklerin istişare için toplanma yeri. * Meşveret için toplantı. * Meşveret etme.(Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim, bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve ta'dil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaattan çıkmış az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı manevîdir ki, şurâlar o ruhu temsil eder. Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şurâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı manevî olmak gerektir. Tâ ki sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan sırat-ı müstakime sevkedebilsin.) Sünühat'tan.(Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i şer'iyyedir. $ Ayet-i Kerimesi, şurayı esas olarak emrediyor. Evet nasılki, nev'-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasiyle birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi o şurâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.Asya Kıt'asının ve istikbâlinin keşşafı ve miftahı şura'dır. Yâni, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şurayı yapmaları lazımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak meşveret-i şer'iyye ile şehamet ve şefkat-i imâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyyedir ki, o hürriyet-i şer'iyye, âdâb-ı şer'iyye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. İmândan gelen hürriyet-i şer'iyye iki esası emreder: $ $Yani: İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek.. ve zâlimlere tezellül etmemek.. Allah'a hakiki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah'tan başka- kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah'ı tanımayan, herşeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer'iyye Cenab-ı Hakk'ın Rahman, Rahim tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.Eğer denilse: Neden şuraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet'in hayatı ve terakkisi nasıl o şura ile olabilir?Elcevab: Nur'un Yirmibirinci Lem'a-i İhlâs'ında izah edildiği gibi; haklı şura ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlâs ve tesânüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacâtı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şura-yı şer'î ile yaşayabilir. O düşmanları durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. H.)
ŞURA SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 42. suresi olup, "Hâ mim ayn sin kaf" Suresi de denir.
ŞURAB (ŞURÂBE)
f. Kirli ve acı su. * Mc: Gözyaşı.
ŞURA-YI DEVLET
İdare dâvâlarını veya nizamname (tüzük) hazırlıklarını inceleyip fikrini bildiren resmi daire. Danıştay.
ŞUR-BAHT
f. Bahtsız, talihsiz.
ŞURE
Heyet.
ŞURE
f. Çorak, tuzlu, verimsiz toprak.
ŞUR-EFGEN
f. Karma karışık yapan, kargaşalık çıkaran.
ŞUR-ENGİZ
f. Gürültü çıkaran, şamata yapan.
ŞUREZAR
Çorak yerler, verimsiz araziler.
ŞURİDE
f. Perişan, karışık. * Tutkun, âşık, meftun.
ŞURİDEGÎ
f. Karışıklık, perişanlık. * Tutkunluk, düşkünlük.
ŞURİSTAN
Çorak yerler.
ŞURİŞ
f. Karışıklık, kargaşalık.
ŞURTA
(Yelkenliye) uygun rüzgâr. * Önde gidip düşmanla savaşan asker. * Polis, jandarma.
ŞURU'
Başlama. Mübaşeret etme.
ŞURUT
(Şart. C.) Şartlar. Bir şeyde bulunması lâzım gelen esaslar, temeller.
ŞURUT-U SALÂT
Namazın şartları.
ŞUS
Pak etmek, temizlemek.
ŞUSY
Ölünün şişip el ve ayağının sertleşmesi.
ŞUTBE
(C.: Şütab) Kılıcın yüzünde yapılan yol.
ŞUTTAR
Pazu hareketi.
ŞUTUR
Irak, uzak, baid. * Bir memesi birisinden uzun olan koyun. * İki emziği kurumuş olan deve.
ŞUTUR
Irak, uzak, baid.
ŞUTUT
(şatt. C.) Büyük nehirler.
ŞUUB
(şa'b. C.) Cemaatler. Taifeler. Kabileler.
ŞUUBAT
(şu'be. C.) Şubeler, kısımlar, bölümler.
ŞUUN
(Şe'n. C.) İşler, fiiller. Havadis.
ŞUUNAT
Şuunlar. Keyfiyetler, haller. * Emirler. Kasıtlar. Talepler.
ŞUUN-U SEYYALE
Akıcı, bir halde durmayan işler.