Rus-Kafkas Savaşları ve Çerkez Göçleri

KUZEY KAFKASYALILARIN OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA YERLEŞTİRİLMELERİ

Türk hükümeti Kuzey Kafkasya göçmenlerini karşılamak üzere şu limanlan açmıştı: Trabzon, Samsun, Sinop, Akçakoca, Mudanya, Çanakkale, Gelibolu, Selanik, Köstence, Varna ve İstanbul. İstanbul limanı, sadece transit geçiş noktası olarak görev yapıyordu, çünkü 1865 yılında Türk hükümeti Çerkeslerin başkente girişini yasaklamıştı. Çerkes muhacirlerin buraya gelişlerinde, mutlaka, İstanbul'da ikamet edecekleri süreyi belirten bir özel izin belgesine sahip olmaları gerekiyordu.



Trabzon çevresinde büyük bir muhacir kampı oluşturulmuştu. Nisan 1864'te buraya 18 bin Çerkes taşıyan 34 tekne yanaştı. Zaten o sırada limanda 20 bin muhacir bulunuyordu. Bu durum üzerine Vali Emin Paşa, sadece 6 bin Çerkes'e kıyıya inme izni verince izdiham yaşanmış ve 100 kadar insan ezilerek ölmüştü. Buna rağmen, yeni gelen teknelerin çoğunda belirlenen sınırın iki misli yolcu vardı. Bu yüzden yolda yer darlığından havasız kalarak ya da ezilerek 134 kişi ölmüştü.1864 Mayıs ayında 27 bin kişi daha Trabzon'a geldi.



Sürgün edilenlerin yabancı topraklarda düştüğü zor duruma değinen Vsemirnuy Puteşesntvennik Gazetesi 1871 yılında şunları yazıyor.”Bir yıl içinde göçmenlerin üçte ikisi öldü. Batum yakınlarına yerleşen 22.000 göçmenden sadece 7.000 kişi kaldı.Samsun civarına yerleşen 30.000 kişiden 1.800 kişi kaldı.Binlerce insan ölüyor, çocuklara gelince bu zavallılar mal gibi satılıyorlar.Gençler hizmet için orduya giriyor.”



Çarlığın propogandacılarından Y. Drozdov da şöyle yazıyor:”Yolda gözümüzün önünde arz eden sarsıcı manzara şöyleydi:Oraya buraya dağılmış ve köpekler tarafından parçalanmış, yarı yenmiş çocuk, kadın ve yaşlı cesetleri…Açlıktan ve hastalıktan tükenmiş, zayıflıktan bacaklarını zor kaldıran, bitkinlikten düşen ve aç köpeklere canlı canlı yem olan göçmenler



Bu ölçülerde ve böyle sefalete insanlık nadiren şahit olmuştur.Ama bu savaşı vahşiler üzerinde etkili olmak onları ulaşılmaz dağlık kovuklarından çıkarmak ancak dehşet salmakla mümkündü”.



Bu sırada ortaya çıkan tifo ve suçiçeği nedeniyle muhacirler arasında ölüm oranı çok yükselmişti. Trabzon'daki Rus konsolosu, 1864 yılında gönderdiği raporda, sürgünün başında Trabzon ve civarına 247 bin canın ulaştığını, ancak 19 bininin öldüğünü, günde ortalama 180–250 kişinin ölmekte olduğunu, şimdilerde ise 63 bin 290 kişinin kaldığını bildiriyordu. Trabzon'a ulaşabilenler kara yoluyla Samsun ya da Erzincan'a yönlendiriliyorlardı.



Aşağıda verilen sayılar göç eden dağlıların ölüm oranını yansıtan sayısız göstergeyi ispatlayan örneklerdir: 1864 yılında Trabzon'a gelen bir gemideki 600 yolcudan sadece 370 kişi canlıydı. Trabzon’dakinden sonra göçmenlerin toplandığı ikinci büyük kamp olan Samsun'da (10 bin kişilik) tifo salgını sırasında ölüm vakası günde 200 kişiye kadar yükselmişti. Alman gazetesi Allgemeine Zeitung'te şunlar yazılıyordu: "Ölümler, sadece Çerkesler arasında değil, yerli halk arasında da duyulmamış boyutlardaydı ve 50 000'e yakın ceset gömülmüştü."1864 yılında Kıbrıs'a yanaşan gemide, "2 700 kişiden sadece l344'ü karaya inmişti, kalanı ise ya ölmüştü ya da geminin içinde ölmek üzereydi... Her gün, kırk elli yolcu ölüyordu; karaya çıkışların dördüncü gününde bile bu böyleydi.



Adolf Berje de şunları yazıyor: "... 1864 yılında Transkafkasya'dan, İstanbul üzerinden Yunanistan'a, oradan da İtalya'ya gittim. Batı Kafkasya'da savaş yeni sona ermişti ve Dağlıların Türkiye'ye göç ettiği en yoğun dönemdi. Anadolu kıyılarını izlerken onlara çoğunlukla açık denizde rastladım. Batum'da ve Trabzon'da acıklı durumlarına tanık oldum. Aynı yılın kasım ayında Avrupa'dan dönüş yolunda onları Rusçuk'ta ve Silistre'de öncekiyle karşılaştırılamayacak derecede kötü durumda buldum. Fakat Novorossiysk koyunda Dağlıların bende bıraktığı izlenimi hiçbir zaman unutmayacağım. Burada, kıyıda yaklaşık 17 bin kişi toplanmıştı. Yılın bu geç, havanın bozuk ve soğuk zamanında yaşamlarını sürdürecek temel ihtiyaç maddelerinden bile mahrum olmaları, yayılan tifo ve çiçek salgını durumlarını iyice umutsuz kılıyordu. Gerçekten şu manzarayla kimin yüreği parçalanmaz ki; açık havada, ıslak toprakta iki yavrusuyla paçavralar içinde yatan genç bir Çerkes kadını... Yavrularından biri ölüm öncesi titremelerle yaşamla mücadele ediyor, diğeri de artık son nefesini vermiş annesinin katılaşmış göğsünde açlığını gidermeye çalışıyor. Böyle sahnelere sık rastlanıyordu. Bütün bunlar dini fanatizmin ve Dağlıların, Osmanlı ajanlarının parlak renklerle tasvir ettikleri, onları Türkiye'de bekleyen geleceğe sarsılmaz inançlarının kaçınılmaz sonuçlarıydı..."



Çerkesler, varış limanlarındaki kamplarda bir süre tutulduktan sonra yerleştirilmek üzere iç vilayetlere yönlendiriliyorlardı. Daha önce üzerinde durulduğu gibi, padişah hükümeti, yerleştirilecekleri yerlerin seçiminde stratejik düşüncelerle hareket ediyordu. Hıristiyanların yaşadığı vilayetlerde, Müslüman öğenin güçlendirilmesi ve çoğaltılması; savaşkan Çerkeslerin, egemenlik altındaki ulusların, öncelikle de Hıristiyan olanların, kurtuluş hareketlerinin bastırılmasında kullanılması ve merkezî iradenin güçsüz ve padişah hükmü ancak temsili kaldığı için doğuştan yerli Müslüman halkın sürekli ihtilaf içinde olduğu yerlere Çerkeslerin yerleştirilmesi amaçlanıyordu. Avrupa'daki topraklar (Balkanlar), Ermeni vilayetleri Mezopotamya ve Ortadoğu'nun bir kısmı böylesi bölgelerden sayılıyordu. Bununla birlikte, Çerkeslerin Anadolu'da iskânı sırasında Türk hükümetinin bir başka duruma daha hâkim olması gerekiyordu:



Muhacirleri sık bir hat içinde ve yoğun olarak yerleştirmemek.



Bu, Çerkeslerin kendi aralarında dayanışma sağlayarak bir dirence yol açabilirdi. Bu nedenle Çerkesler adeta serpiştirilerek yerleştirildi.



Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu'na göçürtülmesiyle birlikte, Türk hükümetinin karşısına, imparatorluğun ağır malî şartları içinde bir de muhacirlerin geçimlerini temin etme sorunu çıkmış oldu. Bu sorun, daha 1852 yılında İstanbul'a gelen 47 dağlının, Türk hükümetine kendilerine parasal yardım yapılması için müracaat ettikleri sırada Babıâli'nin görüşme gündeminde yer almıştı.28 Ekim 1852 yılında (14 Muharrem 1269) Babıâli'den çıkan kararda, özellikle, "Bize gelen Çerkes muhacirler parasal yardım dileğinde bulunmaktalar. Ancak, gelmekte olan başka muhacirler için örnek teşkil eden bu yöntem hazine için ağır bir külfet getirecektir. Böyle bir tasarruftan kaçınmak şarttır. Bu nedenle gelenlere devlet mülkü (miri arazi)den boş toprak tahsis ederek, evlerini inşa etmelerine ve menkul mallar edinmelerine, meselâ 4–5 yıllığına kendilerini her türlü vergiden muaf tutarak yardımcı olmalı. Böylece hem onların maddî ihtiyaçları karşılanacak hem de boş topraklar ihya edilecektir" denmekteydi. Babıâli’nin aldığı bu karar, Çerkes muhacirlerin iskânında temel alınan siyaset oldu. Babıâli’nin kararı uyarınca Çerkes muhacirler, on yıl süreyle askerî yükümlülük ve vergiden muaf sayıldılar; kendilerine ev ya da inşaatının bedeli, aile başına da iki öküz verildi. Ayrıca, göçmenlerin Hıristiyan köylerinde meskûn kişilerin evlerine yerleştirildikleri, yanlarına yerleştirildikleri ailelerin ise muhacirlerle meşgul olmaya, evlerini bedava inşa etmeye, ailelerinin bakımını ve taşınmalarını kendi ceplerinden sağlamaya zorlandıkları sık sık görülmekteydi.



Türk hükümeti, Çerkes iskânını düzenlemek üzere üç komisyon kurdu: Balkanlar, Küçük Asya ve Ortadoğu ülkeleri iskân komisyonları.



Kafkasyalı muhacirlerin Balkanlara yerleştirilmesi işiyle Çerkes kökenli Nusret Paşa'nın öncülüğündeki bir komisyon ilgileniyordu. Onun çabaları ve becerikli yönetimi sayesinde Çerkeslerin Balkanlara yerleştirilmesi çok kısa süre içinde ve önemli bir kayıp olmaksızın gerçekleştirildi. Çerkesler Trabzon'dan Bulgaristan'daki limanlara ulaşıyor (özellikle de Varna'ya), buradan da yerleşmeleri gereken yerlere gidiyorlardı. Varna'ya 1864 Aralık ayı başında 7 bin, Aralık sonunda da 7 bin 400 Çerkes daha geldi. Göçleri sırasında herhangi bir ölüm vakası tespit edilmedi.



Kuzey Kafkasya Müslümanları, Balkanlarda Dobruca bölgesinin kuzeyine ve merkezine, Tulca, Babadağ, Boğazköy (Çernavoda), Köstence şehirlerinin civarıyla Varna yakınlarına, Tuna, Rusçuk, Nikopolis, Vidin, Silistre, Kolarovgrad şehirleriyle, Sofya ve Niş çevresine yerleştirilmişlerdi. Çerkesler, Makedonya ve Trakya'daki Selanik, Larissa ve Serez'e yerleştirildiler. Bunların dışında, Çerkesler ayrıca Kosova ve Filibe ovalarına da yerleştirilmişlerdi.



Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki vilayetlerine yerleştirilen Kuzey Kafkasyalılar, Kemal Karpat'a göre, genel olarak 12 bin aile, İzzet Aydemir'e göre ise, 200 ile 400 bin kişilik 50 bin aileydi. Osmanlı’nın resmî istatistik kayıtlarında ise, Bulgaristan ve Sırbistan sınırına yerleştirilenlerin, 200 bin kişiden oluşan 70 bin aile olduğu belirtilmektedir.



Kafkas göçmenlerinin büyük bir bölümü Küçük Asya, Anadolu'nun batısı ve ortasına yerleştirilmişti. Mc Carthy'nin de teyit ettiği gibi, aslında Çerkesler Anadolu'nun her tarafına yerleştirilmişlerdi. Hâlbuki 1877–78 Rus-Türk Savaşı öncesinde Osmanlı makamları, Rus hükümeti ile yapılan anlaşma gereğince, Çerkesleri Rus sınırı yakınlarına ve Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere iskân etmiyordu. Tek istisna, 1866–67 yıllarında Osetlerin (15 aile–350 kişi) Sarıkamış'a ve önemsiz sayıda Çeçen'in Kars ve Erzurum'a yerleştirilmesiydi. Türk yazarı A. Saydam’ın da vurguladığı gibi, "Elimizde bulunan dönemin belge ve gazetelerinden edindiğimiz kanaat göçmenlerin gönderilmediği tek bir vilayet kalmadığıdır. Bir tek Kudüs, Basra, İşkodra, Hersek, Yemen ve Hicaz'a gönderildikleri söylenemez. Bu vilayetlerin dışında kalan yerlere değişik sayıda muhacir gönderilmişti".
 
erkesler Anadolu'da Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı ve Bursa'ya gönderilmişlerdi. Kafkasya'nın farklı Müslüman halklarının Osmanlı İmparatorluğu'nda yerleştirilişleri etnik açıdan ele alındığında ortaya çıkan tablo şöyledir:


Abazalar
Samsun, Tokat, Sinop, Balıkesir
Şapsuglar
Samsun, Balıkesir, Bolu, Aydın, Sakarya
Ubıhlar
Balıkesir, Bolu, Sakarya, Samsun
Biceduhlar
Çanakkale (Biga)
Natuhaylar
Kayseri
Temirgoyevler
Bolu (Düzce)
Kabardinler
Kayseri, Tokat, Sivas
Beslenevler
Çorum, Amasya
Mahoşevler
Samsun (Alaçam)




1866 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden 4 bin 989 Çeçen aileden bin 200'ü Res-ul Ayn'a gönderilmiş, geriye kalanı ise aşağıda gösterildiği gibi yerleştirilmişlerdi



Sivas çevresine(Şarkışla, Aziziye, Elbistan bölgelerine)
47 aile
Amasya bölgesine
25 aile
Halep, Çardak (Habur) bölgelerine
90 aile
Adana bölgesine
46 aile
Erzurum ve Muş bölgelerine
14 aile
Hınıs bölgesine
24 aile
Kars bölgesine
47 aile​



Çerkeslerin bir kısmı da Diyarbakır, Mardin, Halep ve Şam vilayetlerine ve 1868'de ilk Çerkes grubunun geldiği Ürdün’e yerleştirilmişlerdi. Göçmenlerin en kalabalık kısmı Şapsuglar, Kabartaylar, Abazalar ve Biceduhlardan oluşuyordu. Göçmenler, Ürdün'e Beyrut üzerinden deniz yoluyla ya da Halep ve Şam üzerinden kara yoluyla ulaşıyorlar, Amman'a 50 km uzaklıkta olan Ceraş haricinde, Amman'ın 12–15 km yakınlarındaki her yere yerleşiyorlardı. Çerkeslerin Ürdün'de kavimlerine göre yerleştirilmeleri şöyleydi


Amman
Şapsuglar, Kabardinler, Abazalar
Bade Şehir
Şapsuglar, Biceduhlar, Abazalar
Sveley
Kabardinler
Ceraş
Kabardinler
Ruseyfa
Kabardinler
Zagra
Kabardinler (1902–05 göçünde)
Naur
Abazalar, Biceduhlar​

 
Çerkeslerin Ürdün ve Suriye'ye yerleştirilmelerinin özel nedeni, padişah hükümetinin muhacirleri Bedevi kavimlerine karşı kullanmaya eğilimli olmasıydı. Çerkeslerin, resmen hazineye ait görünen ama aslında Bedevilerin olan topraklara yerleştirilmeleri, iki halk arasında düşmanlığın anında kıvılcımlanmasına neden olmuştu. Çerkeslerin, padişah toprağını göçebe Bedevilerin akınlarından korumaları için kentlerin etrafında halka oluşturacak biçimde iskân edilmelerinin nedeni buydu. Aynı amaçla, sonraları Şam-Hicaz demiryolu boyunca da Çerkes yerleşimleri ortaya çıktı.

1867'den itibaren bir Kuzey Kafkas kavmi daha Türkiye'ye göçe koyuldu: Abazalar. Nisan 1867'de Türk hükümeti 4 bin Abaza ailesinin göç etmesine izin verdi. Abazalar Trabzon, Sinop, Samsun limanlarına getiriliyor, oradan da İzmit, Mudanya, İzmir, Mersin, Samsun, Silifke ve İskenderun üzerinden Kocaeli, Viranşehir, Karahisar, Kütahya, Manisa, Denizli, Niğde, Maraş, Kayseri, Erzincan, Maden, Konya, Burdur ve Urfa'ya doğru yönlendiriliyorlardı. Abazalar’ın bir bölümü, bin 32 kişi, Bulgaristan'da iskâna tâbi tutulmuşlardı.1867 yılında göç etmiş Abazaların sayısı genel olarak 10 bin 865 kişidir. Abazaların, Türklerin kışkırtması ile başlattıkları ancak başarısız olan isyanlarından sonra topluca (200 bin kişi) Türkiye'ye sürülmeleri ise 1878'de olmuştur. Ş.D. İnal-İpa'nın da belirttiği gibi, "muhacirlerin sürülmesinin ardından, bir tek Megreli sınırında Samurzakan Abazaları ile biraz Abzuy ve Bzıb kalmıştı".

Böylece, 1857–66 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden Çerkeslerden 200 ile 400 bini Balkanlara, l milyonu Anadolu'ya, 25 bini Suriye ve Ürdün'e, 10 bin kadarı da (aslında Cihetler, biraz da Ubıh) Kıbrıs'a yerleştirilmişlerdi.

Türk hükümetinin Kuzey Kafkasyalıları iskân planları Hıristiyan tebaa arasında kuşkuyla karşılanıyordu. Rusya'nın Edirne konsolosunun 12 Aralık 1860'taki raporunda, vilayete Kafkas muhacirlerin gelmesinin "yerli Hıristiyanlar arasında çok olumsuz bir izlenim yarattığını" belirtmesi buna bir örnektir. Konsolos, "Akıl mantık kalmadı" diye yazıyor, "iş geldi Rusya’ya karşı mesnetsiz, kötü niyetli suçlamalara dayandı: Bir yandan, ülkede sönmekte olan Müslüman halk yerleşimini desteklemek ve Türkiye'yi taze bir orduyla donatmak, diğer yandan da Bulgarlara Rusya'ya göçmeleri için davet çıkarırcasına dalkavukluk ederek Hıristiyanlığı zayıflatmak".

Yunanistan'ın Epir bölgesine bin Çerkes ailesinin iskân edilmesinin olumsuz sonuçlarına yöredeki Rus konsolosu şöyle işaret ediyordu: "Epir'de tamamen Hıristiyan nüfus meskûndur. Buradaki dağlıların arasına çok sayıda Müslümanın sokulması çok kötü bir etki uyandıracak ve akıllara durgunluk verecek sonuçları olacaktır."

Endişe artıyordu; çünkü gelen muhacirler silahlıydı, yerel Türk makamlarının göz yummasıyla da, Hıristiyanların diledikleri saldırı nesnesi olduklarını farkediyor, çapulculuk ve yağmalamaya girişiyorlardı. Varna'daki Rus konsolosu, bir grup muhacirin yerine ulaştığını bildirirken, "En kaygı verici olan gelen Çerkeslerin tutumu. Salınmış oldukları her yerden yağma ve zorbalık öyküleri duyuluyor. Gerçi Hıristiyanlar adet olduğu üzere Türklerden daha çok çekiyor ama onlara da aman vermiyorlar" diyordu. Trabzon’daki Rus konsolosu, yerel makamların muhacirler karşısındaki iradesizliğini, "Çerkeslerin üzerinde hiçbir yaptırım yok ve yerel makamlar onlardan korkuyor" cümlesiyle ifade ediyordu. Bölgeye ulaşan çok sayıda silahlı Çerkes'in, iskânlarına ayrılan yerin garnizonunun yetkisine tecavüz ettiği, Lamaka'daki gibi olaylar da oluyordu.

Kuzrv Kafkasyalıların Osmanlı İmparatorluğu'na göç öyküsünde 1877–78 Türk-Rus Savaşı'nın ve ardından gelen 1878'deki Berlin Konferansı'nın anlamı büyüktür. Bu konferansta padişah hükümeti, Rusya'nın baskısıyla, daha önce Balkanlara yerleştirdiği Çerkeslerin yerini değiştirmek ve imparatorluğun iç bölgelerine, Anadolu'ya ve Yakın Doğu'ya çekmek zorunda kalmıştı. Çerkesler de, bir kitlesel içgöç dönemi olarak tanımlanabilecek olan 1879'u "Göç Yılı" olarak kabul etmektedirler.

1876'da Bulgaristan'da Türklere karşı, Türk orduları tarafından, oraya yerleştirilen Çerkeslerin de etkin desteğiyle, anında bastırılan bir isyan patlamıştı. Çerkesler, Dranov yakınlarında, Hariton isyanının başını çeken büyükçe bir Bulgar birliğini yok etmişlerdi. Tüm Hıristiyanlara karşı düşmanlıkla dolu Çerkesler, koca koca köyleri kılıçtan geçirerek başkaldırı odaklarını acımasızca eziyorlardı. "Filibe sancağında Çerkesler ve başıbozuklar (Türkiye'nin düzensiz sipahi orduları) tarafından birkaç gün içinde 15 000 kişi kılıçtan geçirilmişti; öldürmelere eziyetler ve her türde kirletme eşlik ediyordu."

Babıâli'nin, savaşkan ve kapalı bir topluluk olarak yaşayan Kuzey Kafkasyalılarla Balkanların demografik yapısını değiştirerek, Slav halklarının kurtuluş hareketlerini ezmek üzere tıkır tıkır işleyen bir düzenek kurma girişiminden zaten rahatsızdan Rus hükümeti, Çerkeslerin Balkanlar'dan uzaklaştırılması için bir bahane arıyordu. Filibe katliamı bu fırsatı yarattı. 18 Aralık 1876'da, İstanbul Konferansı'nın beşinci oturumunda Osmanlı imparatorluğu nezdindeki Rus sefiri Çerkeslerin Balkanlardan uzaklaştırılmasını resmen talep etti. İstanbul Konferansı tavsiye kararlarının dördüncü maddesinde, "Çerkeslerin Bulgaristan'da ikamet etmeleri men edilmektedir, daha önce yerleştirilen Çerkesler de Asya'daki vilayetlere gönderilmelidir" deniyordu.

1877–78 Türk-Rus Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu muzaffer tarafın şartlarını kabul etmek ve Kuzey Kafkasyalıların Balkanlardan çekilmesi konusundaki isteğini yerine getirmek zorundaydı.

Berlin Antlaşması’nın imzalanmasının hemen ardından Çerkesler Balkanlardan sürülmeye başlandı. Sultan II. Abdülhamit, anılarında Çerkeslerin Balkanlardan sürülmesi hakkında şunları yazıyordu: "Ben dindaşımız olan bu muhacirlerin iskânı ve müdafaası için elimden gelen herşeyi yaptım. İstanbul'dan Halep'e muhacir yerleşimleri kurdum. Onların yerleştirilmeleri için yapılan masrafların çoğunu feragatle kendi cebimden ödedim."

Balkanlardan sürülen Çerkesler Edirne, Selanik ve Kosova vilayetine geliyorlardı. Edirne sürülenlerin toplama merkezine dönüşürken, Selanik limanından Anadolu limanlarına ve Suriye'ye gönderiliyorlardı. 1879 yılı Mayıs ayında Edirne'de 41 bin 38 kişi birikmişti. Bunlardan 176'sı Romanya'dan, 4 bin 352'si Bulgaristan'dan, 26 bin 613 kişi de Batı Rumeli'den geliyordu.

18 Nisan 1879'da Babıâli, imparatorluğun Asya vilayetlerinin valilerine, Çerkeslerin Balkanlara geri dönmesine engel olunmasını yazılı olarak bildirdi ve bir nota ile bu uygulamasını büyük devletlere duyurdu.

Balkanlardan nakledilen Çerkeslerin sayısı genel olarak 300 bin kişiydi. Bunlar aşağıdaki vilayetlere ve bölgelere yerleştirilmişlerdi

Aile Sayısı
İnsan Sayısı
Yerleşim Yeri
10000
50000
Halep, Deyr-Zor
5000
25000
Şam Vilayeti
5000
25000
Adana Vilayeti
2000
10 000
Konya Vilayeti
2000
10000
Kıbrıs
1000
5000
Kastamonu
1000
5000
Ankara Vilayeti
900
4500
Samsun ve Amasya
100
500
Cezayir​



Balkanlardan göçen Çerkesler, bu yerlerin dışında ayrıca Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerleştirilmişlerdi. Berlin Antlaşması'nın 61’nci maddesi uyarınca padişah hükümetinin Ermenileri Çerkes ve Kürt saldırılarından koruma yükümlülüğü olmasına rağmen, Ermeni vilayetlerindeki Çerkes sayısını arttıran bu son uygulama, Ermeni nüfus ve Patrikhanenin şiddetli protestosuna yol açmıştı. Bunun üzerine, 1879 Ocak ayında 40 bin Çerkes Diyarbakır üzerinden Res-ul Ayn'a gönderildi. Bu ailelerden 4 bin ile 5 bini Türk hükümeti tarafından Diyarbakır vilayetine yerleştirilmişti. Bu nedenle, Diyarbakır Ermeni Piskoposu İngiliz konsolosu ile buluştu ve ondan bu kararın geri alınması için uğraşmasını rica etti. Adapazarı’ndaki Ermeni ve Rum cemaatlerinin temsilcileri, kente 40 bin Çerkes'in yerleştirilmesinin önünün alınması için, Haziran 1879'da İstanbul'daki İngiliz Elçisi Layard'a müracaat etmişlerdi. Gene o sıralarda Muş'a 4 bin Kuzey Kafkasyalının yerleştirilmesini protesto etmek için Ermeni Patriği Nerses de Layard'a başvurmuştu.

Balkanlardan Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere nakledilen Çerkeslerden Oset ve Çeçen olanlar Hınıs ovasına ve Varto kazasına, Çerkesler ise Malazgirt, Bulanık, Ahlat ve (Van'a bağlı) Adilcevaz kazalarına ve Bitlis'e bağlı Genç'e yerleştirilmişlerdi. Daha sonraki yıllarda Kuzey Kafkasya'dan gruplar halinde gelen yeni muhacirlerin hemen hemen hepsi Ermenilerin yaşadığı vilayetlere, öncelikle de Muş'a ve Muş sancağına yerleştirilmişti. Erzurum’daki Rus konsolosunun verdiği bilgiye göre: "Bütün Kafkasya kökenlilerin Erzurum vilayetinden gönderilmeleri konusundaki ısrarlı taleplerime hazırcevapla ve vaatle karşılık veriliyor ancak herhangi bir önlem alınmıyor; hatta valilerin onların bu bölgeye taşınmasına vesayet ettiklerini bile söyleyebilirim."

Aşağıda 1857–66 ve 1879 yılındaki göçlerinden sonra Kuzey Kafkasyalıların Küçük Asya'da yerleştirilmelerine ilişkin tablo verilmektedir


Bölge
Sayı
Bölge
Sayı
Kars
500
Ankara
60000
Bitlis
2500
Konya
12000
Muş
2500
Bolu
32000
Erzurum
3000
Antakya
1500
Mardin
1 000
Afyon
5000
Gümüşhane
1 000
Eskişehir
14000
Gaziantep
17000
Sakarya
35000
Sivas
49000
Kütahya
3000
Samsun
60000
Bilecik
1000
Amasya
6000
Kocaeli
15000
Tokat
33000
Burdur
10000
Hatay
1 500
İstanbul
100 000
Adana
13000
Denizli
1 500
Kayseri
35000
Balıkesir
35000
Sinop
10 000
Manisa
2000
Çorum
16000
Aydın
9000
Yozgat
7000
Çanakkale
10000
Mersin
1 000
İzmir
30000
Kırşehir
2000
Kastamonu
50000
 
Karadeniz kıyılarına yerleştirilen Çerkeslerin sayısının Osmanlı İmparatorluğu verilerinde Lazlar ve Müslümanlaşmış Mingreller (Gürcüler) de dahil edildiği için abartılı olması sık karşılaşılan bir durumdu. Bu iki halkın yaşam tarzı birbirine benzediği için Karadeniz'in Anadolu sahiline yerleştirilen Çerkeslerin bir kısmı Lazlarla karıştırılmıştı. 1881'de Lazların sayısı 200 bin kişiydi. Lazların esas bölümü, nüfusun yüzde 11’ini oluşturdukları Trabzon vilayetinde yaşamaktaydı.

Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu'na göçü sonraki yıllarda da sürdü ve 1917'ye dek devam etti. Kuzey Kafkasya Müslümanları fazla büyük olmayan gruplar halinde ya da 20–30 evlik küçük partiler halinde Türkiye'ye geçiş yapıyorlardı. Türkiye'nin görevlendirdiği kişilerin yaptığı propaganda, 1880–1917 arasındaki göçte önemli rol oynadı. Buna karşın Rus hükümetinin aldığı tavır nedeniyle, artık bir daha dağlıların yığınsal olarak göç ettiği görülmedi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, 60'lı yıllarda dağlıların Anadolu'ya göç etmeleri konusunda Çar hükümetinin takındığı tavır esaslı değişiklik geçirdi. Kuzey Kafkasya'da koca bölgelerin bütünüyle insansızlaşmasının ileride yaratacağı tehlikelere karşın, etrafı büyük bir Rus kitlesiyle çevrilen ve dağıtılan dağlıların artık eskisi gibi tehdit oluşturmaması bu siyasetin nedenini açıklamaktadır. 1867'de Kafkasya Genel Valisi Büyük Prens Mihail, Kuban bölgesindeki bir turunu, "Türkiye'ye göçün artık tamamen son bulması gerektiğini dağlılara şahsen bildirerek" noktaladı. Bundan sonra köylerin (avul) tamamının Türkiye'ye göçmek üzere izin talepleri Kafkasya makamlarınca kabul görmedi. Göç iznini ancak dağlı küçük gruplar koparabiliyordu. Bunun dışında, bazı Çerkesler kendi başlarına Türkiye'ye gitmeyi başarıyorlardı. Böylece 1873 sonbaharında Kuban bölgesinden 420 aile (3 bin 400 kişi) Türkiye'ye gitmek üzere sınır dışına çıktı.15 Ocak 1890'da Trabzon'daki Rus konsolosu, "Batum yöresinden büyük partiler halinde göçmenlerin gelmekte olduğunu ve birkaç geminin bunları taşımakta olduğunu" bildirdi. Mart 1895'te sadece Tersk yöresinden 2 bin 108 aile (toplam olarak 16 bin 708 kişi) göç etmek için dilekçe verdi. Yine 1895 yılında Kuban yöresinden Karamurza, Urup, Konokov, Kuronov avulları (647 ev–2 bin 59 kişi) Türkiye'ye göç izni alabildiler. Türk hükümeti bunları Boğazan'a iskân etti. Bir bölümü de Bayburt'a yerleştirilmişti.

Türkiye'ye göç etme taleplerinin artması Rus hükümetini telâşa düşürdü. 1899 yılı başında İçişleri Bakanlığı bünyesinde, göçü zorlaştırmaya yönelik bir önlemler paketi üzerinde çalışacak olağanüstü bir danışma kurulu toplandı. Hazırlanmış olan ve Çar II. Nikola'nın 1901'de onayından geçen önerilere uygun olarak, göçmek isteyenler, Türk hükümetinin kendilerini sınırlarına ve Türk tebaasına kabul ettiğini gösteren bir belge sunmalıydılar. Muhacirler ancak böyle bir belge edindikten sonra, yerel valilik makamlarına dilekçe verip onay almak, Rus uyruğundan çıkmak ve gitmeden önce arkalarında kalabilecek bütün borç ve vergilerini temizlemek durumundaydılar. Üstelik bütün taşınma masraflarını da kendi ceplerinden karşılamaları gerekiyordu.
Danışma Konseyi'nin aldığı kararla sınır dışına çıkma sürecinin zorlaştırılması bile göçe engel olamıyordu. 1900–1902 yılları arasında, Nalçik dolaylarından 4 bin 392 Kabartay Türkiye'ye göçmüştü.1901'de Konya'ya 242 Çerkes, Çeçen, Dağıstanlı, İnguş ve Kabartay ailesi (bin 210 kişi) geldi. Bu muhacirlerden 20 aile Sivas'ta, biri Biga'da (Gelibolu), 12'si Beyşehir'de (Konya'nın bir ilçesi), 19 aile de Niğde'de iskân edildi. Diğerleri Konya'da kaldı. II. Abdülhamit’in talimatıyla Konya'da kalan Çerkesler (Konya'dan başlayan) Bağdat demiryolu boyunca yerleştirildiler.

25 Haziran 1901'de 2 bin Çeçen daha Rus hükümetinin verdiği sürekli ikamet izniyle Türkiye'ye gitti.

1900 yılında Çerkes göçmenler Türkiye'ye vardıkları andan itibaren Şam'a yöneliyorlar, oradan da ya Şam vilayeti civarında ya da Amman çevresinde yerleştiriliyorlardı. Kafkasyalıların Türkiye'ye böylesi kitlesel göçü ilk Rus burjuva devrimi yıllarında (1905–7) da görülmüştü. Çar hükümeti, 1905 Mayıs ayında 260 Kabartay ailesine Türkiye'ye gidiş izni vermişti. Bu ailelerin tümü Şam vilayetinde iskân edildiler.1905 yılının Haziran-Ağustos aylarında İstanbul'a yasal olmayan yollardan bin 517 kişi (81 aile) daha ulaştı. Kafkas yönetimi onları istenmeyen kişi ilân edince, İstanbul'daki Rus konsolosunun çabalarıyla Türk makamları bu Çerkeslere Anadolu'da yerleşme izni çıkardı.

1906 yılında Kafkasya'dan 200 Müslüman aile Bitlis vilayetinde iskân edilmişti.

Kafkasya'da görülen sürekli göç süreci bu bölgenin gelişmesine büyük bir darbe vurdu. Buna karşın Türk propagandasının etkisinde kalarak göç eden Çerkesler, çok az istisnayla, çok çabuk düş kırıklığına uğradılar ve umduklarını bulamadılar. Osmanlı İmparatorluğu'na göç sorunu, gerek Avrupa'da gerekse Osmanlı imparatorluğu'nda yayımlanan (1908 Jön Türk darbesinden sonra) Çerkes gazetelerinin sayfalarında ve Çerkes yayınlarında durmadan işlendi. Paris'te yayımlanan Mousoulma-nine gazetesinin bir sayısında yer alan "Acı Soru" başlıklı makalede şöyle deniyordu: "Dağlı Müslümanların öz vatanlarında ekonomik durumlarını düzeltmelerini, eğitimi, kültürü ve herşeyi etkileyen başlı başına engel, geçen yüzyılın 60'lı yıllarından başlayarak düzenli olarak sürekli körüklenen Türkiye'ye göç sorunudur."

Osmanlı İmparatorluğu'nda önemli mevki sahibi Kuzey Kafkas cemaatinden pek çok kişinin söylemleri, yurttaşlarının olmadık umutlara bel bağlamamaları ve göç etmemeleri konusunda uyarıcıydı. Bunlardan Muhammed Eceruh şöyle yazıyordu: "Benim birçok akrabam ve tanıdığım artık yeni hükümette mümtaz mevkiler tutmuş bulunuyor. Ancak buna hep dediğim ve durmadan yinelediğim gibi; sevgili din kardeşlerim, Türkiye'ye göç etmekten sakının: Pek az bir istisna dışında sizleri orada bekleyen tek şey soğuk bir mezardır. Yeni bir hayatın göçmenlerle hiçbir alâkası yoktur... Olayların etkisi altında kalarak, belki de en temiz emellerle bize koşanlar, şimdi Boğaziçi sahillerine ayak bastıkları o güne lanet yağdırıyorlar.

Ancak, tüm uyarılara karşın, dağlıların Türkiye'ye göçü, önemsenmeyecek sayılarda da olsa 1910'dan sonra da devam edecekti.

Kafkas muhacirlerinin Türkiye'de meşguliyet alanları üzerinde kısaca durmak gerekir. Muhacirler, göçten hemen sonra, Kafkasya'da sürdürmüş oldukları yaşam tarzını, yeni vatanlarında tutturmaya yöneldiler. Çerkes yerleşimleri bu nedenle içine kapanıklıklarıyla göze çarpıyordu. Kuzey Kafkasya'da edindikleri âdetler, yaşlılara saygı vb. bu kapalı çevrelerde uzun yıllar boyunca aynen korundu. Köyde tüm sorunların çözümlenmesi için bir ihtiyar meclisleri vardı, Çerkesler, bu konuda zaten pek istekli olmayan yerel resmî makamların kendi topluluklarının iç işlerine karışmalarını sınırlamaya çalışıyordu. Dolayısıyla Çerkes köyleri kendine özgü bir iç özerklikten yararlandı.

Çerkesler temelde devlet görevlerinde yer aldılar, özellikle de ordu, polis ve jandarmada. Osmanlı yönetimi onları bu tür işlere faal bir biçimde yöneltiyordu. 1867'de Varna'daki Rus konsolosunun raporunda, "Türk ordusunun saflarına katılmış olanlar bir yana, Çerkeslerden çoğu yerli Türk konaklarında koruma görevlisi olarak çalışmaktalar"deniyordu.

Çerkesler, tarım dışında hayvancılıkla (at yetiştirme) da uğraşıyorlardı. Bu konuda, en çok da Çerkes atı ile yerli türleri melezleştirerek iki hara kurmuş olan Adana vilayetindeki muhacirler başarı kazanmışlardı

Kafkas muhacirler Osmanlı İmparatorluğu'nda daha çok gözü pek eşkıya ve at hırsızı olarak bilinirlerdi. Rus Genelkurmay Albayı V.N. Filipov'un edindiği izlenim şöyleydi: "Dağlılar yerleşik bir yaşam tarzı sürdürmekteler ve buğday ekimi ile meşguller; ancak herşeye rağmen hırsızlık önde gelen uğraşları, özellikle de, sistemleştirilmiş at hırsızlığı. Bu öylesine görkemli bir organizasyona dönüşmüş ki, örneğin Sivas'ta çalınan bir at, bir hafta sonra 400 verst (l verst=l,06 km) uzaklıktaki Ankara'da ortaya çıkıyor".1904 yılında Adana vilayetinde bulunmuş olan Rus Genelkurmayından bir başka subay, Yarbay Tomilov da, "Dağlıların hırsızlık ve talana olan eğilimleri nedeniyle yerli nüfus tarafından sevilmediklerini" belirtiyordu.

Son olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda nüfus kayıtları dinî aidiyet kıstası gözetilerek tutulduğu için Çerkeslerin sayısı konusundaki bilgilerin de Osmanlı İmparatorluğu'ndaki diğer Müslüman halklarınki gibi nispi olduğunu dikkate almak şartıyla, buralara gelmiş olan Avrupalı gezgin ve konsolosların verilerinden yararlanarak, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ve Kilikya'daki Çerkeslerin genel nüfusu üzerinde durmak yerinde olacaktır.

1912 yılında Averyanov ve Filipov'un verdikleri bilgilere göre Anadolu'daki Çerkeslerin toplam sayısı 400 bin kişiydi. Ancak bu sayı oldukça az gösterilmiştir. Yarbay Tomilov'un kaydettiği verilere göre, Adana vilayetinde 13 bin 200 Çerkes yaşıyordu ki bu genel nüfusun yüzde 3,2'siydi.Aynı kaynağa göre, Çerkesler Kuzey Suriye'de genel nüfusun yüzde 2'sini oluşturuyorlardı. Çerkesler Habura semtinde, Çeçenler ise Resul Ayn'da yaşıyorlardı."Ayrıca", diye yazıyor Tomilov, "onlara birçok başka kentte de rastlanabilir: Çerkeslerin çoğu ordularda subay ve de jandarma (zaptiye) olarak hizmet vermektedir".

Çerkesler, Halep vilayetinde aşağıdaki kazalarda yerleştirilmişlerdi


Kaza
İnsan Sayısı
Kilis
1 500
Antakya
3000
Harim
3000
Membic
1500
Toplam
90 000​



Çerkesler, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Van, Bitlis ve Muş'a yerleştirildiler, Muş ovasındakiler 1894 ve 1904 Ermeni isyanlarından sonra Sasun'a iskân edildiler.

İstanbul'daki Ermeni Patrikhanesinin verilerine göre, 1912–13 yıllarında Ermeni vilayetlerinde yaşayan Çerkeslerin sayısı 62 bindi.

Avrupalı yazarların ve konsolosların açıklamış olduğu çeşitli bilgi ve verilere dayanarak Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı, 1913'te Çerkeslerin, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde nereye, ne kadar yerleştirildiklerine dair bir tablo hazırlamıştı.
 
ABAZALAR


Ruslar kendi kazanımlarının büyüklüğünü idrak edip, Kafkasya yaylaları üzerinde kendi askerî denetimlerini berkitmeğe koyulduklarında, müslüman aşiret halklarının Kafkasya’dan sürülmesi yavaşladı. Bunun üzerine, Çerkesler’in ana göçünden üç yıl sonra, merkezinde Sohumkale'nin bulunduğu yörede yerleşik Abazalar’ın kendi yurtlarından sürülmesine sıra geldi. 1867'de Abazalar’ı göçe zorlamak için onların başına musallat edilen yöntemler, öz olarak, daha önce (başka müslüman halklara karşı) kullanılmış bulunanların aynı idi. Rus askerleri Abaza köylerine geliyor, evleri yakıyor, sürü hayvanlarını ve öteki malları gasp edip götürüyor, Abaza’ların elinde ancak ölmeyecek kadar bir şeyler bırakıyorlardı. Abazalar etkili bir direniş gösterebilecek durumda değillerdi ve bu konuda yapılmış bütün girişimler çabucak başarısızlığa uğradı. Abhazistan'da, durum hakkında bilgi toplamak amacıyla at sırtında bir uçtan ötekine yöreyi geçen İngiliz Konsolosu Gifford Palgrave'in açıkladığı üzere, Rusların bu halka karşı niyetleri, Kafkasya'nın bütün Müslümanları hakkındaki niyetlerinin aynı idi. Palgrave, Abhazistan'ın ve çevresindeki yörelerin Müslümanlarından dörtte üçünün göçe çıkacağını saptadı. Kanısına göre, Ruslar, yalnızca değerli arazilerdeki müslüman halkı oralardan söküp atmak amacını değil, bir yandan da "Ülkesinin kıyı bölümlerine, açlıktan kıvranan ve tek meteliği olmayan bir dindaşlar yığını böylece fırlatılıp atılacak olan Türk devletini zor duruma sokmak" amacını gütmekte idiler.



Ruslar, Abazalar’dan binlercesini göçe zorladılar, ama birçoğunu da geride tuttular. Kırım Tatarları ve Çerkesler konusundaki deneyimlerinden, toptan göçe sürmelerin, yöre ekonomisi üzerinde ters bir etki yarattığını öğrenmiş görünüyorlar. Yaşlı erkeklerle kadınlar ve çocuklar göç etmeğe teşvik ediliyor yahut zorlanıyor iken, ekonominin ihtiyaç duyduğu güçlü kuvvetli erkekler geride tutuluyor ve zorunlu çalışmada kullanılıyordu, Arkada bırakılanların tam sayısı bilinmiyor. Abazalar’ın; önderlerinin iddia ettiğine bakılırsa, aileleri göçe zorlanmış binlerce erkek geride alıkonmuşlardı. Bazan, aileler, bütün bireyleriyle sürülüyorlardı; bazan ailelerde ise, çalışabilecek durumdaki erkekler alıkonuyor, ötekiler gidiyordu. Her iki durumda, Kafkasya’daki Abaza aileleri ülkeyi terketmiş oluyordu ve [ülkede] bir Abaza ulusunun varlığı fiilen son bulmuştu, pek küçük bir bölümcük geride kalmıştı. Palgrave’in; kaydettiği üzere, "Tek suçları Rus olmamaktan ibaret bulunan bir ulusun böylesine yok edildiğine tanık olmak, çok acı verici" idi.



Abazalar’ın, zor kullanılarak, soyulup soğana çevrildikten sonra ülkelerinden sürülmelerine ilişkin olarak bütün anlatılanlar doğrulanıyor. Üstüne üstlük barbarca şeylerin yapıldığı konusunda ayrıntılı anlatımlar buna ekleniyor; sürgüne gidenlerin kendilerinin anlattığına göre, kendi memleketlilerinden nicesi, onları Türkiye’ye götürecek bahanesiyle ve zorla Rus gemilerine bindirildikten sonra, Türkiye yerine Kerç'e ya da Novorusiska'ya götürülmüşler ve sonra da oralardan Rusya’nın iç bölgelerine sürülmüşlerdir.



"... Abzehlerin durumu da gıpta edilecek gibi değildi; yarı çıplak, ayakkabısız, soğuktan tir tir titreyerek el işi bazı şeyleri ekmekle takas etmek için kampımıza geliyorlardı. Sonradan, askerlerin kuru odun için uzaklara gittiğini fark edince çok az ekmek karşılığında kampa kütükler sürükleyip getirmeye başladılar. Bize garip gelen sadece şuydu: Kampa gelen Dağlılar Pşış ve Pşekups arasındaki bölgenin sakinleriydi, yani birliklerimizin henüz girmediği, savaşın feci sonuçlarını henüz yaşamayan yerlerin. Acaba her zaman mı böyle yoksuldular?"



"Abzehlerin durumu bu kış boyunca son derece kötüydü.Dağlıların ölüm oranı Pşekups'ta çok büyük ölçülere ulaşmıştı. Bu verimli vadilerin yoğun nüfusu, birliklerimiz tarafından işgal edilen yerlerden ayrılan Abzehlerin gelişiyle o kadar artmıştı ki, bir kulübede dört, bazen de beş aile birlikte yaşıyordu. Dağlıların bir yerden bir yere göç ederken kaptıkları tehlikeli soğuk algınlıkları bu sıkışıklıkta ve kışın korkunç soğuğunda tifonun şiddetle yayılmasına yol açıyordu.



Pşış ve Pşekups arasındaki bölge çok sayıda dağ deresinin ve çayının kestiği, hafif tepelik bir araziydi. Yapısı itibarıyla toprak çernozeme (kara toprak) benzetilebilirdi. Elbette, ancak bir su kolunun aktığı bütün derelerin sık köylerle dolu olması şaşırtıcı değildi. İlk kez bu kadar büyük bir nüfusun izine rastlıyorduk. Dağlılar için bu yerleri bırakmak üzüntü vericiydi. Ateş yüzlerce köyü sardığında bile, bir sonrakilerde halkın Laba'ya veya İstanbul'a göç için daha yeni çıkmaya başladığını görüyorduk. Bu büyüleyici yerleri savunmak için bir kurşun bile atmadılar: Dağlılar itiraz etmeden göç etmek gerektiğine artık inanmışlardı...



Yolda, Şeneps vadisindeki köylerinden çıkıp deniz kıyısına doğru ilerleyen ailelerin yanından geçiyorduk. Açık kamp kurmuşlardı. Dağlılar arasında yakışıklı erkeklere ve çok güzel kızlara rastlanıyordu. Bu durumdan çok üzüntü duymadıkları görülüyordu. Gülümsemelerinde üzüntü belirtisi olmayan bir neşe vardı. Niye üzülsünler ki? Küçük yaşlardan beri Türkiye'ye satılabilecekleri düşüncesine alışmış olmaları onları vatanlarından çok İstanbul'u düşünmeye zorluyordu."



"Yolda karşımıza çıkan ilk şey, kısa süre önce göçmenlerin gecelediği, çalılardan, derme çatma barakalardan oluşan bir kamptı. Gerek bu işaretlerden, gerekse yolda her beş on adımda bir rastladığımız at ölülerinden izledikleri güzergahı tahmin etmek kolaydı."



Ayın 2'sinde gün boyunca kampımızın yanından varını yoğunu yüklenmiş göçmen kafileleri geçti. İpini göğsüne bağladığı en az bir pud ağırlığındaki yükü sırtına vurmuş genç bir kadına, kollarında küçük yavrusu ve sırtında kocaman bir yatakla genç bir anneye rastlamak mümkündü. Başlarının üzerinde demir kazanlar, ayrıca ellerinde leğen gibi şeyler taşıyan en fazla altı yedi yaşlarında çocuklarla karşılaşıyorduk. Yem yokluğundan atlarını kaybeden aileler yüklerini kendileri taşıyordu."



"Göç Dağlılara pahalıya mal oluyordu. Yanlarına silah ve büyükbaş hayvan almalarının yasaklanması onları mal varlıklarının büyük bir kısmından mahrum bırakıyordu, ihtiyaç yüzünden mallarını yok pahasına satmak zorunda kalıyorlardı.



Ancak yaşlıların en müşkül durumda bile silahlarını satmadıkları, bu ticaretle daha çok gençlerin uğraştığı fark edildi. Bir ihtiyar geç kalmış, atla yetişerek denize açılmak üzere olan tekneye atlamış. Atın dizginlerini çıkarıp denize atmış, atı ise serbest bırakmış. Sonra tüfeğiyle havaya ateş edip onu da denize atmış. Aynı şeyi tabancasıyla da yapmış, sonra onu kama izlemiş. Öyle görünüyor ki, ülkesini terk ederken yaşlı adam, ellerinde güçlü düşmanı durduramayan silahıyla birlikte yüreğini de söküp atıyordu."



Kafkasya’daki yurtlarından sürülüp atılan Çerkesler’in ve diğerlerinin sayısı hakkında çok tartışma yürütülmüştür. Tatar ya da Çerkes Müslümanların özenli bir sayımı yapılmış değildi; bu nedenle, kaç kişinin göçe çıktığı söylenemez. Çeşitli tahminleri analiz edince, Ruslarca fethedilen ülkelerden aşağı yukarı 1 200 000 Kafkasyalının göçe çıktığını ve bunlardan 800 000 kadarının Osmanlı ülkesinde yerleşmek üzere sağ kalabildiğini [sağ olarak, Osmanlı Ülkesine varıp iskân edilebildiğini] belirtmek akla yakın görünüyor.



Rus imparatorluğu, fethedilmiş müslüman ülkelerinin, soy yönünden kendisine daha yakın saydığı halklarca iskân edilmesinin önlemlerini aldı, çaresine baktı. Tıpkı Kırım'da Ruslarla Ukraynalıların nüfus içinde ana öğe durumuna gelmesi gibi, eski Çerkeş ve Abaza ülkelerini de Ruslar, diğer Slavlar ve Kazaklar aldı. Güvenilebilir sayılacak ilk Rus nüfus sayımı 1897'de yapılmıştır ve değişim üzerine gerçekleşen durumu saptamaktadır; artık Hıristiyanlar [bu ülkelerde] Müslümanların karşısında bire ondan daha yüksek oranda çoğunlukta idiler.

HASTALIK


Yurtlarından çıkıp gitmeğe zorlanmış Çerkesler’in ve diğer Kafkasyalıların en kötü düşmanı, beslenme eksikliği yüzünden gelişen hastalıklardı. Çerkesler Rus denetimindeki limanlarda, gemilere gerçek anlamda istif edilmişlerdi. Kendilerine ne yardım sağlanmıştı ne de yiyecek içecek verilmişti ve daha ilk uğranılan Osmanlı limanında, Trabzon'da, çiçekten, tifüsten ve iskorbüt'ten büyük sayılarda telef olup öldüler. 1863 kışında, Trabzon’da günde yirmi ile elli arasında Çerkes ölüp gidiyordu. Gelen baharın en kötü günlerinde, ölenlerin sayısı günde 500'e çıkmıştı; yalnız Trabzon'da ölenlerin sayısı 30.000'i bulmuş olabilir. Samsun ve Sinop gibi diğer limanlarda karaya çıkmış olanlar da benzer [yüksek oranda] ölüm yazgısını paylaştılar. Göçün en yoğun olduğu zamanda, Samsunda günde 50 sığınmacı ölmekte idi.



Osmanlı imparatorluğu, Çerkesler’in bu zorlanmış göçüne kesinlikle hazırlıksız yakalandı. Ülkede sağlık şartları zaten en iyi döneminde bile gerçekten iyi denebilecek halde olmaktan uzaktı ve devletteki genel yoksulluk, destek sağlayıcı para yardımı yapılması yahut yiyecek içecek sağlanması konusunda imkanları pek kısıtlıyordu.



"Mezarlıkların yakınlarındaki semtler, bu mezarlıklara ölüler gömülürken gösterilmesi gereken dikkatin gösterilmemesi ve bundan kaynaklanan sakıncalı sonuçlar nedeniyle oturulamaz olmuşlardır ve aileler tüm bireyleriyle konutlarından ayrılmaktadır. Kentin çeşmelerine su ileten kemerli ana su kanalında, bir Çerkesin suyun içinde yüzeduran ölüsü bundan birkaç gün önce bulunmuş ve o su kanalı murdar olmuştur [kullanılamamaktadır]. Caddeler ve sokaklar perişan derecede pis durumdadır; yiyecek kıtlaşmakta ve pahalılanmaktadır, yakacak hiç bulunmamaktadır, bütün bu haller sefaleti arttırmakta ve hastalığın yayılmasına imkan sağlamaktadır"



Ellerinde bulunan üç beş Doktoru ve bulabildikleri ilâçları göndermek dışında Osmanlılar bir şey yapabilecek halde değillerdi. Her ne olursa olsun çiçekle tifüs için tedavi çaresi [henüz, dünyada] yoktu. Tek çare [hastalığı birbirine bulaştırmamaları için] göçmenleri Karadeniz kıyılarındaki sığınmacı kamplarından alıp imparatorluk ülkesi içinde öteye beriye dağıtmaktı. Osmanlılar onları Karadeniz limanlarından, iskân edilecekleri yerlere gönderdiği süre boyunca da Çerkesler’in telef olup ölmeleri önlenemedi. Ölümlerle ilgili kayıtlar, taşıma gemilerinde, hastalıktan ileri gelen ölümlerde üç kişiden birinin hatta bazan daha fazlasının öldüğünü gösteriyor. Bir rapora göre. Çerkesler'den 2 718 kişilik bir topluluk Kıbrıs'a gitmek üzere Samsun'dan gemiye bindirilmişlerdi; bunlardan 202'si Samsun ile İstanbul arasında öldü, 528'i İstanbul’da gemiden indi, Kıbrıs'a doğru yolculuğu sürdüren I 988 kişiden 637'si daha yolculuk sırasında öldü, Kıbrıs’tan yazılmış bir diğer rapor, sözü edilen bu gemi dolusu Çerkesler'in yazgısı hakkında başka bilgiler içeriyor: "Karaya çıkanların yarıdan fazlasının öleceği belliydi, gerçekten de günlük ölümler 30 ile 50 arasında süre gitti"



Abazalar’ın Karadeniz limanlarına varışı zamanında ise, Osmanlı hükümeti daha iyi hazırlıklı idi. Süregiden parasal sıkıntılara rağmen, Osmanlılar Abazalar’’a daha özenli ilgi gösterebildiler ve onların [Abazalar’ın] arasında hastalıktan ileri gelen telefat az sayıda oldu. Sığıntıların sayısı da, daha önceki göçte görüldüğüyle karşılaştırıldığında, çok daha azdı ve bu durum hiç kuşkusuz selâmet sağlayıcı bir etki yarattı.



C. Marvin adında bir İngiliz yazarın kaleme alıp 1888 yılında Londra'da yayınladığı, "The Region of Eternal Fire" (İç Ateş Bölgesi) adlı kitabının 85-86. sayfalarında çok ilginç bir gerçeği açıklar: "1864'de doruk noktasına ulaşan sürgün sırasında Çerkesler, düşmanları olan ve onlara bunca eziyet eden Ruslara hayvan sürülerini bırakıp gitmek istemediler. Gemilerde kendilerine ancak yer bulabilen göçmenler, binlerce inek, öküz, sığır, koyun, keçi gibi değerli hayvanlarım ve hatta sevgili atlarını öldürmek zorunda kaldılar. Amaç düşmanın eline geçmemesiydi (...) Bu kadar çok hayvanın öldürülüp ölülerinin açıkta bırakılmasını düşünebiliyor musunuz? Çerkeslerin gidişinden sonraki aylarda, Çerkesya'da salgın hastalıklar kol gezmeye başladı. Dereler kan aktı, sular mikroplandı, Sıtma, tifo ve bir veba türü çevreye dehşet saçtı, Bu yüzden Ruslar planladıkları gibi oralara Kazak ve mujikleri hemen yerleştirmediler. Gelenler de öldüler. Çerkeslerin laneti tutmuştu."


"Çerkesya sahilleri olağanüstü harika yerler. Kırım'dan çok daha güzel ve vahşi bir doğal görünümü var. Bazı sahillerde dağlar hemen denizin kenarında göklere yükselir. Zengin ve tropikal sayılabilecek kadar yeşil bitki örtüsü düzlükleri ve dağ yamaçlarını kaplıyor. Havanın açık olduğu günlerde muhteşem Kafkas dağlarının gururlu zirveleri görünür. Burası dünyanın en güzel ve en verimli bölgelerinin başında gelir. Fakat ne yazık ki son 40 yıldan beri burası boş ve insandan arınmış, perişan bir durumdadır.



Tüm bu bölgenin bugünkü (1906) nüfusu 65.000 kişiyi geçmez. Bunların 25 bini Novorossiysk'de yaşar, 8 bin kişi de Sohum'da. 1864'den önce bu ülke bağımsızdı ve en az bir milyon yerli Çerkes nüfusa sahipti. Bu insanlar Rus emperyalizmine karşı koyan son halk idiler. Savaşçı, yiğit, azimli ve güzel insanlardı. Dinleri İslam olmakla beraber, aralarında eski pagan inançlara bağlı olanlar da bulunurdu. İşgalcilere karşı canla başla çarpıştılar. Sonunda üstün güçteki Rus ordusu ülkeyi işgal edince Çerkesler esaret altında yaşayamadılar ve Osmanlı topraklarına göç ettiler, daha doğrusu sürüldüler.



Bu sürgünün hikâyesi çok korkunç ve acıklıdır. Çünkü 300 bin Çerkes açlık, yokluk ve hastalıktan telef oldu. Sonunda Osmanlı'ya ulaşanlar oranın en zorlu kişileri oldular. Rusların ele geçirdikleri bu ülkeyi iskân etme gayretleri sonuçsuz kaldı. Çünkü bir anda sıtma salgını tüm sahili sardı ve burası dünyanın en sağlıksız bölgelerinden biri oldu.



Rusya ülkeyi fethetmiş fakat doğa ona bu toprakları kullanma izni vermemişti. Ülkelerinde 30 bin kadar Çerkes kalmıştı. Birkaç bin Rus mujik ve resmi memur, kıyı boyunca aralıklı yerleşim merkezleri kurdular. Bu doğa güzelliği ortasında sefil köyler oluşturdular. Çok az toprak işlendi. Bazı soylular ve Grandük tarımsal projeler gerçekleştirdiler. Bunlardan biri Novıy Afon'dur (Abhazya'da). Denizden baktığınızda Gagra yakınlarında Oldenburg prensinin yaptırdığı otel ve bahçeleri görürsünüz ve gizemli bir vadi ormanlar içinde kaybolur. Fakat içine girince anlarsınız ki sıtma, veba ve ulaşım zorluğu burada yaşamayı imkansız kılar
 
GÖÇÜN OSMANLI İMPARATORLUĞU ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ


Yüzbinlerce Kafkasyalı göçmenin sel basar gibi akıp gelmesi, elbette ki, imparatorluk ülkesinde yerleşik olan insanların yaşamı üzerine pek büyük bir etkide bulundu. Hemen kendini gösteren etki, imparatorluğun Karadeniz limanlarında [liman kentlerinde, göçmenlerin getirdiği] hastalıkların yayılmasıydı. Çerkesler, Trabzon’a gelirken, kendileriyle birlikte tifüsü de getirmişlerdi; şartlar bir aralık öylesine kötüleşti ki [Trabzon’un] bütün halkı, kentten kaçtı. Ticaret hayatı tümüyle felce uğramıştı ve ekmek kıtlığı baş göstermişti. Samsunda bile olağan zamanlara göre daha az ekmek bulunabiliyordu, çünkü bu kentte bütün fırıncılar fırınlarını kapamış, Çerkesler’in getirdiği tifüs ve çiçek hastalıklarına yakalanmamak için [kentten] kaçmışlardı.



Aralık ile 1864 yılı Şubatının ortası arasındaki dönemde Trabzon'da hastalık nedeniyle ölenlerin sayısına ilişkin olarak Tablo l’de aktardığımız sayılar gösteriyor ki yörenin yerlileri, her ne kadar göçmenler arasında görüldüğü kadar yüksek oranda ölüm felâketine uğramamış idiyseler de, kendi geleceklerinden pek korkmalı idiler.


TABLO 1

Trabzon’da 1 Aralık 1863–17 Şubat 1864 arası döneme hastalık nedeniyle gerçekleşen ölümler

Göçmenlerden
3.000

Yerli Türklerden
470

Yerli Rumlar’dan
36

Yerli Ermeniler’den
17

Yerli Katolikler’den
9

Avrupalılardan
9

Çerkesler’in iskân edildiği her yerde, yerli müslümanlar arasında da böylesine [yüksek sayıda] ölümler görüldü. Önceleri, sığıntılar, kamplarda ya da kamu yapılarında, ticaret yapılarında bir arada olmak üzere yerleştiriliyordu. Daha sonra kırsal alanlara dağıtıldılar ve kamplarda yoğunlaşmış hastalığı yaydılar:

Haziran ayında, içlerinde ishalin [dizanteri kastediliyor] ve tifüs'ün pek yayılmış bulunduğu 2000 Çerkes göçmen, Uşak'a geldi. Bunlar önce han'lara ve yerlilerin [zaten] kalabalık sayıda insan oturan evlerinde barındırıldılar, ama sonra kentin kuzeydoğu yanındaki köylere dağıtıldılar. Bunların yerli halkla temasa gelmesi, önce barsak rahatsızlıklarını, çok geçmeden de tifüs'ü yaydı. Altı aylık bir süre içinde (Hazirandan Kasıma kadar) 500 müslüman hastalığa yakalandı, bunlardan 200'ü öldü; Hıristiyanlardan da 100'ü hasta oldu ama onların içinde yalnız 20'si öldü.

Tüm imparatorluk ülkesindeki köylerde, Çerkesler’in göçmen gelişinin etkileri duyuldu. Osmanlılarda, yeni gelenlerin iskânı sorunuyla başa çıkmak için ne yeterli finans kaynağı ne de yönetim örgütünde uzman insan gücü vardı; bu nedenle, kendi yörelerine gönderilen Çerkesler’in derdine derman olma işi yerel birimlere bırakıldı. Köylülerin çalışmasıyla ve giderini üstlenmesiyle, evler yapıldı, tahıl sağlandı; onlara [yerlilere] kendi çileleri için üstelik bir de bedel ödemek zorunda bırakılmışlar gibi gelmiş olmalı, çünkü Çerkesler’in iskân edildikleri yörede talana giriştikleri söylentisi çabucak yayıldı. Köylü takımından, evvelce var olmayan bir yükümlülük getirilmesiyle yeni ödemeler istenmesi besbelli ki öfkeye yol açar; ama, kendilerinden korkmak için nedenleri varken yanı başlarına iskân edildiğini gördükleri bazı kimseler [göçmen gelmiş Kafkasyalılar] için bir de kendilerinin [gider katkısı vb. olarak] ödeme yapma zorunda kalmaları, iskân alanı seçilmiş köylerin nice zamandır ne çileler çekmiş Anadolulu, Bulgar, Suriyeli köylülerine bile katlanılmaz, ölçüde aşırı ağır gelmiş olsa gerek.

Kafkasya limanlarının Ruslarca ele geçirilmesi ve gerek kentlerde gerek kentlerin art ülkelerinde müslüman nüfusun yerine Hıristiyanların geçirilmesi çok büyük ekonomik kopukluklara yol açtı. Doğu Karadeniz yöresinde geleneksel ticaret ilişkilerinin çoğunu müslüman tacirler yürütmekteydi; Rusya, Müslümanların ticaret etkinliği son bulsun diye elinden ne geliyorsa yaptı. Rus eylemleri çoğu kez zorbaca hatta katilce idi. Osmanlıların kıyı ticareti yürüten takaları Ruslarca tahrip ediliyordu ve bu da geleneksel modelde balıkçılık ve ticaret etkinliğine zarar veriyordu. Ama Rusların Müslümanlarca yürütülen ticarete karşı sürdürdüğü etkinliğin ağırlıklı kaynağı Yönetim Örgütü idi. Abazalar’ın göçe çıkması sıralarında, Karadeniz kıyısında yaşayan Türk ticaret adamlarına yasa dışı vergiler yüklendi. Tacirlere, eğer bu vergileri ödemezlerse kendilerinin de Abazalar’ın yanı sıra ülkeden kovulacakları söylendi.
 
KAFKAS GÖÇLERİYLE İLGİLİ OSMAN RESMİ BELGELERİ​



Osmanlı imparatorluğu, pek güçlü olasılıkla, kendisinde verecek pek az şey bulunduğu halde, sığıntılar için elinden geleni yapmağa çırpınırcasına çabaladı. Osmanlı arşivleri, gelen göçmenlerin kalkındırılmasına katkıda bulunmak için hükümetçe alınmış kararlara göndermede bulunan tasnif edilmiş kutularla doludur [çeşitli devlet yazışmalarında, bu gibi kararlara gönderme yapılarak onların gereğine göre işlemler yürütülmüştür ve o yazılar şimdi tasnif edilerek arşivlerde araştırmacının incelemesine hazır tutulmaktadır]. Devletin, [meşrutiyetin ilân edilmesiyle Meclis-i Meb'usanın açılması öncesinde, Tanzimat döneminde Meclis-i Vâlâ vb. adlarla oluşturulmuş bulunan ve atanmış kişilerin görev yaptığı] Meclis'leri, sığıntılara yardım konusunda yapılmış tartışma ve oturumlara pek çok zaman ayırmışlardı [ve bu tartışmalar, tutanaklara geçirilmiştir]. Aşağıdakiler, bu gibi belgelerin Örneklerinden birkaçıdır:

Sığıntıların genel durumu hakkında: Cevdet-i Dâhiliye, Yıl 1280 No. 2157. (Bundan sonrakilerin hepsi İrade'ler derlemesi içindendir ve hangi meclis ile bağlantılı olduğu, yılı ve tasnif numarası gösterilmiştir) Meclis-i Mahsus, yıl 1280 No. 1220 ve 1279, yıl 128Ü No. 837. Dâhiliye, yıl 1281 No. 36490 ve 37096. Meclis-i Vâlâ, yıl 1281 No. 23041, 23524 ve 23323. [Yine] Meclis-i Vâlâ, yıl 1282 No. 23885, 24004 ve 24269. Meclis-i Mahsus, yıl 1283 No. 25094. Meclis-i Vâlâ, yıl 1284 No. 26193.

Sığıntılara gönderilen ilâçlar, Doktorlar vb. hakkında: Meclis-i Vâlâ yıl 1281 No. 23171 ve 23392. Meclis-i Mahsus yıl 1283 No. 24898. Dâhiliye, yıl 1285 No. 40688.

Sığıntılarla ilgilenmek üzere gönderilen zaptiyeler ve diğer hükümet memurları hakkında: Meclis-i Vâlâ, yıl 1281 No. 23263. [Yine] Meclis-i Vâlâ, yıl 1282, No. 24727. Meclis-i Mahsus, yıl 1283 No. 25052.

Sığıntılar için yaptırılmış camiler, onlara gönderilen hocalar vb. hakkında: Meclis-i Vâlâ, yıl 1281 No. 23217, 23518, 23617. [Yine] Meclis-i Vâlâ, yıl 1282 No. 24322. Meclis-i Mahsus, yıl 1283 No. 24791 ve 24886.

Bunlar, Kafkasyalıların göçmen gelişine karşı Osmanlıların gösterdiği tepki [ve aldığı önlemlere, yaptıklarına] ilişkin belgelerden seçilmiş sadece birkaç örnektir. Yazık ki, Osmanlı belgeleri bize Osmanlıların konuya gösterdiği ilgi ve üstlendikleri giderler dışında pek birşey anlatmıyorlar. Bu belgeler, görevlendirilmiş memurların adlarını ve harcanan para tutarlarını gösteriyor ama sığıntıların durumu hakkında pek az şey anlatıyorlar. Osmanlılar, çeşitli illere iskân ettikleri göçmenlerin sayıları hakkında tam bilgi veren kayıtlar tutmağa özen göstermişlerdir (göçmen gelenlerin sayımdan geçirilmesine ilişkin olarak hükümetin yaptığı düzenlemelere ilişkin, Meclis-i Vâlâ yıl 1281 No. 23167'deki İrade’yi inceleyiniz); bu kayıtlardan birçoğu Osmanlı arşivlerinde incelenebilecek durumdadır.Ne var ki, Çerkes sığıntılar hakkında [sırf sayısal bilgi değil her birinin kimliği hakkında bilgi veren] özetlenmiş sicil niteliğinde herhangi bir belge şimdiye dek bulunmuş ve (Osmanlı arşivlerinin içeriğini gösteren listelerde] tasnife sokulmuş değildir. Böyle siciller bulunacak olsa bile böyleleri olsa olsa çeşitli Osmanlı illerine ulaşmayı başarabilenler hakkında bilgi veriyor olacaktır; onlarla birlikle yola çıkmış pek kalabalık sayıdaki diğerleri [yollarda ölüp gidenler] hakkında değil.

ÇERKESLER OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA​


Kırım Tatarları, Osmanlı imparatorluğunda yerleştikten sonra olağan yaşama çabucak geçmişlerdi. Başlangıçta duydukları iç sızısı geçince, Osmanlı hükümetinin sağladığı çiftliklere gittiler ve yeniden tarımsal üretim emekçisi kimliklerine döndüler. Dilleri ve gelenekleri, çevrelerindeki yerli Türklerden pek az farklı idi, sonuçta [kolayca] özümsendiler. Onlarla Türk dostları arasında tek fark, çocuklarına anlatacakları anıların içeriğinde idi. Oysa durum Çerkesler için böyle değildi.

Çerkesler Türkçe konuşmadıktan başka, ağırlıklı olarak tarım emekçisi kimliğinde değillerdi. Tatarların tersine, onlar, imparatorluğun diline ve göreneklerine özümsenmelerinin sağlanması gereken, dil açısından yabancı bir halk idiler. Çoğu, özellikle de kendilerine Balkanlarda yahut Anadolu’da bereketli topraklar verilmiş olanlar, yaratıcı bir varlık sürdürmek üzere, yerleşik yaşama geçtiler. Ancak yaşamalarına yetecek ölçüde verim sağlayan topraklara yerleştirilen bazı diğerleri ise, geçim yolu olarak talancılığı yürütmeğe koyuldu ve bunların çevresindeki herkes, gerek Hıristiyanlar gerek Müslümanlar, verdikleri zarardan dolayı çile çekti. Tatarların gelişi imparatorlukla olumlu etkilere yol açmışken, Çerkesler’in etkisi, hiç değilse ülkedeki yeni yaşantılarının başlangıç döneminde, alacalı idi [yarar sağlayanı da, zarar vereni de vardı]. Bir hayli zaman boyunca, bunların, Türk toplumunun yaşantısı içinde olağan bir parça niteliğiyle "durmuş oturmuş" halde bulundukları söylenemez.[24]


RUSLAR VE KAFKASYA HALKLARI


Rusya'da Çarlık yöneticileri, özellikle Kuzey Kafkasyalıların savaşçı niteliklerinden yararlanmak için 1897 yılından başlayarak bir Kafkas Tümeni oluşturdular. Rus Çarlığı İmparatorluk ordusuna bağlı bu tümen, Çerkes, Çeçen-İnguş, Dağıstanlı ve az sayıda Tatardan oluşan bir süvari birliğiydi. Başkomutanı ise çarın küçük kardeşi Grandük Mihail idi. Çok çetin savaş yöntemleri ve acımasız özelliklerinden dolayı bu tümene, gayri resmi olarak "Dikaya Diviziya", yani "Vahşi Tümen" adı verildi, Resmi adı ise "Kuzey Kafkasya Tümeni"ydi. Teğmen Sergei Kournakoff bu birlikte 4. Çerkes Süvari Bölüğü'nde görevliydi. Birinci Dünya Savaşı'nda Galiçya ve Batı cephelerinde Almanlara ve Avusturyalılara karşı savaştılar.

Vahşi Tümen (Dikaya Diviziya), 1. Dünya Savaşı'nda Galiçya ve Batı cephelerinde savaşmıştır. Savaş devam ederken Rusya'da devrim oldu (1917) ve tümen yeni hükümet tarafından dağıtıldı. O zaman tuğgeneral rütbesinde olan Sultan Kılıç-Giray, emrindeki Kabardey süvarileriyle Kuzey Kafkasya'ya gelip, yeni kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti emrine girdi ve Bolşeviklere karşı savaşa katıldı.[25]

EKLER


İMAMIN KILICININ BAZI SAVAŞLARDAKİ IŞILTISI




"Şamil'in bir yazıcısı vardı: Muhammed Tahir el-Karâhî. Şamil onu hiçbir zaman tehlikeli yerlere sokmazdı. Ama Muhammed Tahir bu durumdan hiç hoşnut değildi. Bir gün:
'-İmam, -dedi- yoksa bana güvenin mi yok? Beni de cenk alanına gönder!'
'-Herkes ölse bile sen sağ kalmalısın, Tahir. Elde kılıç çarpışan savaşçılarımızdan yitenlerin yerlerine yenilerini buluruz, ama senden başka eli kalem tutanımız yok. Sen, savaşlarımızın kitabını yazmayı sürdür.'

Bu kitabın adı şöyleydi: 'İmamın Kılıcının Bazı Savaşlardaki Işıltısı."
(Resul Hamzatov)[26]

[1] Kadri Mustafa ORAĞLI:Millet Katilleri Sayfa:25-26 Hamle Yayınları

[2] John F. Baddeley: Ruslar’ın Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil S:19–33 (Çeviren: Sedat Özden) Kayıhan Yayınları İstanbul

[3] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:28 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[4] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:55 (Lonworth- A Year Among the Circassians Çerkesler’le Bir Yıl) İstanbul,1999 Çiviyazıları

[5] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:79 (Clive Philipps-Wolley- Kırım ve Kafkasya’da Avcılık Anıları) İstanbul,1999 Çiviyazıları

[6] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:30 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[7] Huaho:Çerkeslerin şölenlerde ve çeşitli toplantılarda, biri veya bir olay hakkında yaptıkları övgü konuşması

[8] Moritz Wagner:Kafkas Rus Savaşı’nda Çerkesler-Çeçenler-Kazaklar ve Gürcüler Sayfa:30-34 Çeviren:Sedat ÖZDEN Kayıhan Yayınları İstanbul

[9] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:31 -32 İstanbul,1999 Çiviyazıları


[10] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:34 -36 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[11] Kinjal:Çerkesler arasında “kama” olarak adlandırılan, iki ağızlı ve bütün Kafkas halkları tarafından her zaman vücudun ön tarafında kemere takılan, hançerden uzun, kılıçtan kısa silah.


[12] Moritz Wagner:Kafkas Rus Savaşı’nda Çerkesler-Çeçenler-Kazaklar ve Gürcüler Sayfa:40-43 Çeviren:Sedat ÖZDEN Kayıhan Yayınları İstanbul

[13] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:68 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[14] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:87 (Elizabeth Wormeley Latimer: Russia and Turkey in 19th Century-19.y.y’da Rusya ve Türkiye) İstanbul,1999 Çiviyazıları

[15] İmam Şamil’in Hatıratı: Şamil’in Kâtibi M.Tahir el-Karahi’nin Kaleminden Hazırlayan: Ahmet Özdemir Semerkand Yayınları İstanbul 2002

[16] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:54-55 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[17] Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler “Çar II. Aleksandr’ın Abzehler’le Görüşmesi Sayfa 95–100 Chiviyazıları İstanbul 2004


[18] Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler “Aleksandr'ın Abzehler'e Gelişi” Seferbiy Siyuh Sayfa 100-105 Chiviyazıları İstanbul 2004

[19] Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 35 Chiviyazıları İstanbul 2004

[20] Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 32-33 Chiviyazıları İstanbul 2004

[21]Murat Paşpu: Vatanından Uzaklara Çerkesler Sayfa 51-53 Chiviyazıları İstanbul 2004

[22] Arsen AVAGYAN:Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde Çerkesler Sayfa:21-79 Belge Yayınları İstanbul 2004

[23] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:97-98 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[24] Justin McCarthy:Ölüm ve Sürgün (Çeviren:Bilge Umar) Sayfa:32-44 İnkılap Yayınları İstanbul

[25] Aydın O.ERKAN:Tarih Boyunca Kafkasya Sayfa:124-125 İstanbul,1999 Çiviyazıları

[26] İmam Şamil’in Hatıratı: Şamil’in Kâtibi M.Tahir el-Karahi’nin Kaleminden Hazırlayan: Ahmet Özdemir Semerkand Yayınları İstanbul 2002




kaynak...
 
ÇERKEZLERİN 21 MAYIS 1864’DE Kİ BÜYÜK SÜRGÜNÜ

Çerkeslerin sürülme sebebi


Ekonomik, dini, siyasi ve kültürel sebepler yanında tarih boyunca en çok karşılaşılan göç sebebi savaşlar olmuştur. Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan nüfus hareketinin de -siyasi ve dini boyutu da olmakla beraber- en mühim sebebi iki asır devam eden Rus savaşlarının Çerkesler aleyhine mağlubiyetle sonuçlanmasıdır.




Sürgünün acı yüzü

Osmanlı Devleti'nin tehcir ve iskân politikası


Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu 17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir kısmı vezirlik yapmış 300 paşa vardı. Osmanlı Devleti Kafkasya'yı hakimiyeti altına almak için bu üst düzey insanlardan yararlanmıştır

Kuruluşundan beri iç problemlerini çözmede tehcir ve iskân metoduna sıkça başvuran Osmanlı Devleti, 9 Mayıs 1857'de tehcir kanununu çıkarmıştır. Bu arada Rus Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi verilmesi vaat edilmişti. Anadolu'ya yerleşenler 12 yıl askerlikten muaf tutulmuştu.

Rusya'nın iskâna müdahalesi

Yurdundan zulüm ve kanla sürdüğü milyonlarca insanı gittiği yerde de rahat bırakmayan Rusya, onların nerelerde iskân edileceğine de müdahale etmiştir. Rusya'nın 2 Mart 1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı anlaşmada, Rus hududuna yakın yerlerde iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde durulmuştur (Berzec, 126). Nitekim öyle de yapılmış, 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli'den Anadolu'ya göçürülmüştür.

Çerkes diyasporası

Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler, başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a 1000 aile gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak, Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi Çerkes varlığına rastlanmaktadır. Mısır'da üç asırdan fazla hüküm süren Çerkes Memlükleri ayrı bir ***** konusudur.


Çerkezler Kimdir ?​
Çerkezlerin ana vatanı Kuzey Kafkasya olup 1864de Rus yayılımcılığına karşı verdikleri mücadelede uğradıkları
yenilgiden sonra Kafkasya'dan sürgün yoluyla Anadolu’ya gelmişlerdir.

Kuzey Kafkasya denildiğinde Kafkas dağlarının kuzey yamaçları ile Kuban nehileri akla gelir.
Kafkasya 2 nehir arasındaki bu boşluğu dolduran dağ silsilesidir.En yüksek zirveleri Elburuz ve Kozbek ile Ağrı dağıdır. Kafkas dağları arasında 4geçit mevcuttur.

Kafkasya vatanı güzel olup, toprağı verimli ve bereketlidir. kafkaslar bu nedenle maddi ve manevi ihtiyaçlarını kolaylıkla vatanlarından temin etmektedir.Aynı zamanda Kafkasyanın coğrafi konumu Kafkasları harici tecavüzden korumuştur.

Kafkasya’nın bu coğrafik yapısı Kafkasların dışarıya ve farklı kültürlere kapalı yaşamasına neden olmuştur.
Bütün Kafkas Kafkasya’nın coğrafi yapısını üzerinde taşımaktadır ki; Bu nedenle Kafkaslılar tarihlerinin ve vatanlarının kendilerine kazandırdıkları karekteristik vasıfları temsil etmek ve yaşatmak hususunda gösterdikleri sadakatle bütün milletlerin dikkatini çekmiştir.

Çerkeslerin ne zaman Kafkasya'ya geldikleri tam olarak bilinememekle birlikte eldeki bulgular Çerkeslerin tarihinin MÖ 6000 yıllarına kadar uzandığını göstermektedir. Çerkeslerin Avrupa'da yaşamış vahşi kavimlerle ilgileri olmadığı gibi, Asya'dan gelen Moğollarla da bir ilgileri yoktur. Kafkasya'nin en güzel ve en mükemmel giysili, soylu bir ulustur. Eski zamanlardan beri Kafkasya'yı işgal eden devletlere bağlı olmak zorunda kalan Çerkesler büyük bir devlet kuramamışlardır. Ancak hiçbir ulusun yönetiminde de kendi dil ve kültürlerini kaybetmemişlerdir.

Bugün Kafkasya’dan ve Kuzey Kafkasya'dan göçen; dil ile beraber bir ortak kültürü paylaşan halkların hepsi için ÇERKEZ (adıge) kelimesi kullanılır.

Çerkez kelimesi Kafkasya'da yaşayan Adıge, Abzah, Ubıh, halklarının ortak adıdır.


Çerkez Kızları Ve Delikanlıları


Çerkes Kızları


Çerkes kızlarının sosyal durumu hiç bir ulusun kızlarına benzemez. Doğuda kızlar kapalı, örtülü ve hapis, batıda güvensiz bir özgürlüğe sahip. Çerkes kızları ise tam bir gelecek ve özgürlüğün sahibidir.




Kızlar ailenin en nazlı bir bireyidir. Peder çouklarından yanlız kızlarına yumuşak davranır. Anne bütün şevkat ve dikkatini ona yöneltir. Kardeşleri taparcasına severler. Aile içinden hiç biri bu aziz konuğun gönlünü kırmaz. Kız annesinin bir görev arkadaşıdır. Ona her konuda yardım eder. Dikiş tümüyle kıza aittir. Hatta kızı olmayan komşuların dikişlerinede yardım eder. İplik eğirmek, şayak dokumak kızın görevlerindendir. Aile bireylerinin elbiselerinin temiz olması, yırtık bulunmaması, konuk ve oturma odalarının yılda birkaç kez badana edilmiş olması, konuk odası yatak ve takımlarının temiz bulunması, kızın ününü ve değerini artırır. Çünkü Çerkesler; kızların değerini güzelliğiyle değil ev kadını olabilmek için gösterdiği yetenekle değerlendirdikleri için kızlar tembel ve beceriksiz, havai olmamaya, son derece aktif ve temizliğe uymaya zorunludurlar. Köylü yaşamı yaşayan ve genellikle zengin olmayan Çerkesler'in yalın ve rahat küçük evlerinde görülen ve ruhu okşayan temizlik ve özen, kadınların yoktan var ettikleri gönül çekici düzenlerle ve güzelleştirmelerde herhalde takdire değer.Yüksek bir terbiye ruhunun orada hakim olduğunu gösterir.



ÇERKES DELİKANLILARI

Delikanlı deyimi Çerkesler'de ergenlik çağı gelmiş genç anlamında kullanılmaz. Çünkü Çerkes çocukları on yaşını geçince artık delikanlı sayılır. Kendilerinden mertlik özellikleri beklenir ve istenir. Bunu sağlama konusunda Çerkes görgü yöntemleri rekabet kabul etmez.


Delikanlı arsız değildir. Ancak acizlik bilmez. Uyuşuk ve sessiz yaşamı sevmez. Sonsuz özgürlük diyarı olan bir yerde doğup büyüdüğünü çok iyi bilir. Hareketli ve atak bir ortam içinde canlı ve hareketli olmak gerektiğini bilir. Bundan dolayı ortama uymaya çaba gösterir. Söz kendisine düştüğü zaman oldukça rahat konuşur sorununu dile getirir. Özellikle toplantılarda güzel söz söylemek, Çerkeslerce çok onurlu bir özellik sayıldığı için, o gibi yerlerde sıkılmak, kekelemek, beceriksiz davranmak delikanlı için büyük bir özür ve ayıp sayılır

Adighe delikanlısı korku bilmez. Yürek, akıl, irade onun için esas olduğu gibi cesareti cahilce değil akıllıca yapmak ister. Bundan dolayı Çerkesler; “cesurdan korkma o, cesaretini haklı işlerde mücadelede gösterir” derler. Delikanlıların medeni cesaret konusundaki Mr. Bell’in önceden anlatılan sözleri de dikkate değer. “Onlarda korku büyük bir kusur sayılır.”

Çerkes delikanlılarının kahraman yetişmesindeki etkenlerden biri de şiirleridir. Onlarda cinsellik duygularına seslenen şiirler yoktur. Dans müzikleri dışında bütün şiirleri yiğitliğe, iyiliklere ilişkin taşlama ile ağıtlardır.


EVLİLİK

Çerkesler başka uluslardan kız almaya ve başka uluslara kız vermeye fazla sıcak bakmazlar.


Çerkeslerin evlenme geleneklerinde "Yeplıxi kaşe, depleyi yet" yani "Aşağı bak al, yukarı bak ver" kuralı esastır. Bu erkeğin kadın sayesinde değil, kadının erkek sayesinde refah görmesi anlamına gelir. Erkeğin makam ve servetçe daha altta olan kızları eş seçmesini öngören bu kural, Çerkeslerin kızlarına değer verme konusunda ne kadar duyarlı olduklarının göstergesi sayılır.

Eş Seçme Hakkı
Çerkes kız ve delikanlıları serbest hareket ettikleri için eş seçiminde fazla zorluk çekmezler.
Her kız çevre yerleşim yerlerindeki bütün delikanlıları tanır. Sürekli olarak düğün ve toplantılarda delikanlıları görme ve konuşma fırsatı bulabilirler. Bu toplantılarda birbirlerini beğenen gençler daha fazla konuşmaya çalışırlar ve evlenme niyetlerini açığa vururlar.

KAŞENLİK
Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de "kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.

Çerkes kız ve erkekleri birbirleri ile düğünlerde, toplantılarda, muhabbet ortamlarında birlikte olurlar. Bu toplantılar en yaygın olarak köylerde görülür. Bu tür toplantılarda genellikle bir kaç köyün gençleri biraraya gelir. Sabahlara kadar süren sohbetler, oyunlar ve eğlenceler yapılır. Bu geceler gençlerin birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktadır. Muhabbet geceleri bir eğlence kaynağı olduğu kadar aynı zamanda eğitim yereri de sayılmaktadır. Kızlar ve erkekler belirli bir yaştan başlayarak bu tip toplantılarda Çerkes adet ve görenekleri çerçevesinde eğitilirler. Bütün eğlence, düğün ve toplantılarda "thamate" adı verilen bir kişi bulunur


Kim Kimle Kaşen Olabilir?

Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz. Bu kural günümüzde biraz yumuşamıştır. Artık aynı sülaleden olmamak koşuluyla kaşenliğe fazla tepki duyulmamaktadır. Muhabbet toplantılarında kızlar ve erkekler karşılıklı otururlar.



EVLENDİKTEN SONRA


Evlendikten sonra aksine katıdır. Asla kayınpederinle konuşamaz, sırtını dönüp kapıdan çıkamaz, ayak ayak üstüne atamazsın. Sana söz verilmedikçe sesini duymazlar, büyüklerin odasında oturamazsın, çocuğunu büyüklerinin yanında sevemezsin. Ancak büyükler çekilir, kendi odanda normal aile mutluluğunu yaşarsın. Buna karşılık da o sana söz vermedikçe konuşamadığın kayınpederin seni anormal derecede kayırır ve kollar.

ÇERKEZLERDE SOSYAL HAYAT

Çerkezlerin en çok önem verdiği konulardan biri dilleri olup çerkezceyi daha çok yaşlılar kullanır. Yeni nesil daha çok anlamakta ama konuşamamaktadır çocuklar çerkezceyi yazılı olrak değil , küçük yaştan itibaren duyarak öğrenirler. Bir ailede çerkezce ne kadar çok konuşulursa çocuklar okadar çok öğrenir.
Çerkezce özellikle düğün ve cenazedelerde daha çok kullanılır.

Çocuklar çerkez öfr ve adetlerine göre yetiştirilir son derece dikkatli ve geleneksel aile terbiyesinden geçerler ve ilke olarak büyüklere saygıyı , yardım severlik, cömertlik misafir perverlik gig unsurlarla bezenmiş ahlaki yapı unsurları dahilinde eğitilirler.
Evliliklerde evlenilicek kişinin çerkez olması tercih edilir.Bunu nedenleri altında gelenek ve göreneklerinin farklı olması, kültürlerinin devam etmesini istemeleri yatar.
Akraba evlilikleri kesinlikle yasaktır. aynı sülaleden kesinlikle kız alıp veilmez.
Evlenme gelenekleri çerkezlerin en az değişime uğramış bir parçasıdır.
Düğün ve eylencelerde geleneksel çalgıları olan mızrak veya akardion eğlenirler. Düğünler erkek tarafında daha coşkulu yapılmaktadır.Düğünler en az bir hafta sürer.Çevredeki çerkez köyleri düğünlere davet edilir.

Oyunlarda kızlar ve erkekler karşılıklı sıralanırlar. Oyun mekanında bulunanlar yaş ve misafirlik derecesine göre sıralanırlar. Erkekler sıradaki yerlerine göre piste çıkarlar ve karşıda beyendiği genç kızın önüne dans ederek gelir. Bir dizini yere koyarak çömelir. Bu sözel olmayan bir dansa davet biçimidir. Eğer kızda oynamak isterse oynayarak piste yönelir. Ayakta karşılıklı sırada bekleyen kız ve erkekler alkışla tempo tutarak oyunun coşkusunu arttırırlar.
Oyunlar sırasında uyulması gereken kurallar vardır sigara içmek, oturmak, yüksek sesle gülmek, sakız çiğnemek ve izin almadan oynan yeri terketmek gibi davranışlar saygısızlık olarak algılanır.
Başlıca çerkez dansları Çeçen, wig , Kafe, Leperuş, Apsuvadır. Çerkez kültüründe eğlence önemli bir yer tutar. Eğlenmek için sadece düğün beklenmez. Köye misafir bir genç geldiğinde gençler bir araya gelir misafirin onura sohbetli, müzikli, danslı toplantılar yaparlar. Düğün ve eylencelerde yapılan bu toplantıya zexes(zehes) denir. Ve bu toplantılar geç saatlerde başlar ve sabaha kadar sürer toplantıda bir thamate bulunur. Thamate tdüğünü organize eden gelenek ve görenekleri iyi bilen kişidir. Toplantılarda gençlerin iletişim kurmasını sağlayan oyunlar oynanır :eşinden memnunmusun bir üç beş gibi.

Başlık almak çerkez geleneklerinde vardır. Ama buna toprak bastı denir. Eğer damat kızı başka bir çerkez köyünden aldıysa o köyün gençleri damattan toprak bastı parası alır.

Gelinler kocasının ailesindeki aile büyüklerine gelinlik yapar. Ailedeki kayınvalide, kayıpeder, görümce yada uzaktan aile büyüklerine gelinlik yapar. gelinlik yapmak : büyüklerin yanında konuşmamak, oturmamak başkalarından bahsederken bile aile büyüklerinin isimlerini kullanmamak biçimindeki davranışları içerir. Bu geleneğin önceki kuşaklarda eşlerden birinin ölümüne kadar sürdüğü bilinir. gelinlik etmeye bazı aile büyüklerinin geline değerli şeyler hediye etmesiyle son verilir.

Çerkezlerde yaşlılara saygı son derece önemlidir. Yaşlılara ve büyüklere son derece saygılı davranılmaktadır. Herhangi bir yaşlı uzaktan bile geçse ayağa kalkılır. Yaşlılara saygıda yanında oturmak, konuşmamak , yiyp içmemek de vardır.Örneğin yeni evlenen bir eş aile büyüklerinin yanında eşiyle bir arada görünmezler ve birbirleriyle konuşmazlar.Gerekmedikçe kayın pederinin yanında çocuklarıyla ilgilenmezler.
Yaşlılar bilgi ve deneyimli kişilerdir; Çerkezlerde yaşlılara bu yüzden çok değer verir çok büyük bi saygı gösterir.
 
Geri
Top