.......
Bu bölümü yazarken, elbette birçok kaynaktan yararlanacağız. En çok da Dr. Ramazan Balcı’nın Sarıkamış kitabından…
Birinci Dünya Savaşı’nın mağdurları içinde en talihsiz kesim, hiç şüphesiz, Ruslara esir düşen Türk askerleridir. Alman ve Avusturyalı esirler, Rusların Avrupa kıtasındaki şehirlerinde tutulurken, Türk esirleri özellikle Sibirya’ya gönderiliyordu. Türkler söz konusu olduğunda, otuz kişilik vagonlara yüz kişi istif ediyorlardı. Türk esirler, bu halde, Sibirya’nın en uzak ve en soğuk bölgelerine sevk ediliyorlardı. Yaklaşık iki ay süren yolculuk esnasında, açlık ve hastalık yüzünden, esirlerin yüzde ellisinden fazlası yollarda şehit oluyordu. Yolculuk esnasında vagonların açılmasına izin verilmiyordu. Tuvaletin bulunmadığı vagonlarda insan pislikleri mecburen ayak altına bırakılıyordu. Kokunun şiddetinden vagonların yanına yaklaşma imkanı yoktu. Asker arasında her gün yeni ölümler yaşanıyordu ve cenazeler beş on gün boyunca vagonlardan alınmıyor ya da yolculuk esnasında dağ başlarına atılıyordu.
Her birinde elli esirin bulunduğu iki vagon, kapıları kilitlenerek Tiza istasyonuna terk edilmiş, günler süren yürek parçalayıcı feryatlara kimse kulak vermemiş, açlık ve susuzluktan esirlerin tamamı şehit olmuştur. Bu cinayetten bir iz bırakmak istemeyen Ruslar, vagonları ateşe verdiler.
Ruslar, “hastalık var” bahanesi ile beş yüz askerin üzerlerindeki elbiseleri soydular. Yalnız don gömlek kalan askerlerin tamamı soğuktan donarak şehit oldu. Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelere sevk edilen Türk esirlerinin imhası daha kolay oluyordu. Ermeni askerler, sırf zevk için Türk esirlerini öldürüyor ya da işkence ediyorlardı. Hatta, Türk esirlerini alıp satmak için pazarlar bile kurulmuştu. Sağlam esirler 12 Ruble’ye, zayıflar daha ucuz, hastalar bir paket tütüne satılıyordu.
Hasankale’den 13 subay ve 350 askerle yola çıkartılan bir esir kafilesinde, yolda yürümekte zorlanan 95 asker, kafilenin gözleri önünde kurşuna dizildi. Aynı kafilede ikinci gün, 80 asker daha şehit edildi.
Esirler, hasta da olsa, tamamen kuru tahta üzerinde yatırılıyordu. Türk esirlerinin üzerlerindeki elbiseler alınmış, bir çoğu, iç çamaşırları ile Sibirya’nın soğuğuna terk edilmişti. Ruslar, ele geçirdikleri yaralı esirlerin tedavisi ile ilgilenmediler. Yaralıların büyük kısmı, bulundukları yerde ölüme terk edildi. Zaten, Türklerle ilgilenen(!) doktorlar Ermeni olduğundan, hastaneye götürülseler de bir şey fark etmeyecekti. Ruslar, hasta ve yaralılara ilaç vermedikleri gibi, dışarıdan ilaç getirilmesini de engelliyorlardı.
Osmanlı esirlerinin halini gören Batılılar bile, insanlıklarından utanıyor, ağlamadan edemiyorlardı. Mesela Tomask’ta bulunan 1400 Türk esirden ancak 200’ü hayatta kalmayı başarmıştı. Sarıkamış ve Oltu civarında esir alınan 4000 Türk askerinin ancak 400’ü Kars’a ulaşabilmişti. Sadece Hamamlı’daki esir kampında, soğuktan ve açlıktan şehit olan Türk askerlerinin sayısı 30 bindi. Nargin Adası’ndaki esir kampından kurtulmanın ise imkanı yoktu. Her türlü zor şartlara rağmen sağ kalmayı başaranlar bile, bu kez susuzluktan ölüyor, daha doğrusu öldürülüyordu. Özellikle Ermeniler, Türk esirleri üzerinden milli duygularını tatmin ediyorlardı. Ve Ruslar da, bunu iyi bildiklerinden, Türk esirleri Ermenilere “emanet” ediyorlardı.
Burada, kuşkusuz, yazılması, anlatılması gereken birçok şey var. Fakat biz, şimdilik bu kadarı ile yetinelim.
Sonuç olarak; kar yağdı diye “evde esir hayatı yaşadığını” söyleyen arkadaşım da bu yazıyı okuyacak ve gerçek esaretin ne demek olduğunu görüp haline binlerce kez şükredecektir.
(İbrahim Tenekeci)