Alay
Türkçe'de tören veya gösteri gayesiyle bir araya gelen topluluğa; başında bir albayın bulunduğu tabur ile tugay arasındaki askeri birliğe; Osmanlılar'da askeri ve mülki merasimin tertip ve düzenine verilen ad.
Sultan İkinci Mahmud Han tarafından 1826 senesinde kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin 12.000 kişilik kuvvetinin tamamı, İstanbul’da bulunan sekiz tertibe bölünmüştü. Daha sonra imparatorluğun başka bölgelerinde de tertipler kuruldu. 1828 senesinde “tertip” terimi “alay”a çevrildi. Her alay, üç taburdan meydana geliyor, komutanlığını miralay (albay) rütbesinde bir subay yapıyor, ayrıca yardımcı bir kaymakam (yarbay) bulunuyordu. 1831’de bir alayın dört taburdan kurulması ve dördüncü taburun avcı taburu olması kabul edildi. Arkasından iki alaydan meydana gelen livalar (tugaylar) kuruldu.
Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, bulundukları bölgenin güvenlik ve savunmasını yürütmek üzere Hamidiye Alayları teşkil edildi. İkinci Meşrutiyet'ten sonra piyade alayları, üç taburdan meydana gelmeye başladı. Süvari alayları altı bölükten, topçu alayları ise 12 bataryadan ibaretti. Cumhuriyet döneminde ise bir piyade alayı üç piyade taburundan, bir tanksavar bölüğünden, bir piyade hava bölüğünden, bir muhabere takımı ve piyade hafif koluyla bir alay karargahından teşkil edildi. Bir topçu alayı ise iki veya daha fazla topçu taburundan meydana geldi.
Alay kelimesinin başına ve sonuna getirilen eklerle bir hayli tabir, terim ve deyim meydana gelmiştir. Alaylı, alay beyi, alay emini, alay katibi, alay imamı, alay müftisi, alay çavuşu, alay-ı hümayun, alay köşkü, alay kanunu, alay meydanı, alay meclisi, alay erkanı, alay sancağı, alay bağlamak, alay göstermek, alaya binmek, mevlid alayı, valide alayı, sürre alayı, kılıç alayı, selamlık alayı, Hırka-i seadet alayı, baklava alayı, amin alayı, kadir alayı, bayram alayı, mızraklı alayı, hassa alayı, düğün alayı, bunların belli başlılarıdır.
İslamiyet'ten önce örf, adet ve geleneklerine düşkün olan Türkler, Müslüman olduktan sonra da İslamiyet'in yasak etmediği adet ve geleneklerini sürdürdüler. Müslüman olduktan sonra, dinin ışığında pekçok güzel adet ve gelenekler ortaya koyarak, İslamiyet'in emirlerini toplum olarak yaşamaya ve yaşatmaya gayret gösterdiler. Osmanlılar zamanında, daha önceki Müslüman-Türk devletlerinde görülen bazı merasim ve gelenekler aynen devam ettirildiği gibi, yeni ilaveler de yapıldı. Bu merasimlere umumi olarak, alay adı verilirdi. Saray erkanı ile halkın kaynaşmasına vesile olan bu alaylar, halktan büyük ilgi görür ve çok ihtişamlı olurdu.
Padişahın tahta çıktığı gün, sabahın erken saatlerinde Topkapı Sarayı-Akağalar Kapısında biat merasimi yapılırdı. Padişah, hazine-i hümayundan çıkarılan tahta oturur, teşrifata (protokole) riayet olunarak, başta hanedan mensupları olmak üzere bütün rütbe sahipleri, birliğin ve kuvvetin sembolü olan padişahı selamlayarak yerlerini alırlardı. Bu merasim, büyük bir sessizlik içinde cereyan eder, mızıka çalınmazdı.
Bayram gümlerinde de buna benzer bayram alayı veya muayede denilen bayramlaşma merasimi yapılırdı. Bayramlaşma merasimini, Babıali teşrifat kalemi idare ederdi. Herkes yerini aldıktan sonra, padişah, mızıka-i hümayun efendilerinin; “Aleyke avnullah” ve; “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” sesleri arasında tahta oturur ve bu esnada mehteran bölüğü tarafından hünkâr marşı çalınırdı. Teşrifata uygun olan bu merasim, son zamanlarda umumiyetle Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonunda icra edilirdi.
Bu merasimlerden başka şu alaylar yapılırdı:
Beşik alayı: Harem'de kus-i şadımani çalınınca, Enderunlular doğum olduğunu anlarlar, kurbanlar hazırlanırdı. Her koğuşun önünde kurban kesilirdi. Padişah, Çinili Köşkün içinden altın serperdi. Mehter takımı, marşlar çalarak bu sevince iştirak eder, doğan şehzadenin veya sultanın ismini öğrenen şairler, tarih düşürmekte yarışırlardı. Hazine kâhyası, darphaneye giderken gümüş kabartmalı beşik ısmarlardı. Kısa zamanda yapılan beşik, alayla saraya getirilir, harem kapısında kızlarağasına verilirdi. Hazine kâhyası ve maiyetindekilere, padişah tarafından ihsanda bulunulurdu.
Sürre alayı: Osmanlılar zamanında, hac mevsiminde Mekke ve Medine’ye, saraydan ve halktan gönderilecek hediyeleri yollamak üzere düzenlenen merasimdir.
Hırka-i saadet alayı: Ramazan ayının on beşinde yapılırdı. Hazine kâhyası, vezirlere, divan çavuşları vasıtasıyla davetiyeler gönderirdi. Ayrıca, ilmiye sınıfı mensuplarına, mülki ve askeri erkâna da haber giderdi. Merasimden önceki gece padişah, süngerlerle Hırka-i saadetin bulunduğu sandukayı ve dolapları silerdi. Padişah, sabah namazını Hırka-i saadet dairesinde kılar, öğleden evvel hasodalılar, Hırka-i saadetin gümüş yaldızlı sandukalarını, altın anahtarla açarlar, yedi kat ipek kadife üzerine som sırma ve incilerle işlenmiş bohçaların şeritlerini çözerlerdi. İkinci mahfaza bundan sonra, padişahın yanında bulunan altın anahtarla açılırdı. Hırka-i saadet sandukasının açılışında, silahdar, çuhadar, rikabdar, dülbentdar ağa, anahtar ve peşgir ağaları, hasodalılar, saray imamları da hazır bulunurlardı. Bu esnada güzel sesli müezzin ve çavuşağaları Kur’an-ı kerim okuyarak, ziyarette bulunanlara ayrı bir manevi haz verirlerdi. Ziyareti evvelâ padişah, sonra sırayla diğerleri yapardı.
Baklava alayı: Ramazan-ı şerifin on beşinci günü, gayet muhteşem bir surette yapılan Hırka-i saadet alayından sonra, yeniçeri ocağı neferlerine baklava verilirdi. Bu uygulamaya ilk olarak, Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında, harplerden zaferle dönen orduya pilav, zerde ve yahni gibi yemeklerle ziyafet verilmekle başlandı. Askeri, gazaya teşvik etmek maksadıyla çekilen bu ziyafetler, sonraki padişahlar zamanında da devam etti. Ramazan-ı şerifin on beşinci günü, İstanbul’da bulunan askerlerin her on neferine bir tepsi baklava ikramı adet oldu.
Bu alay yapılırken yeniçeri ortaları, saka, usta ve karakullukçuları ile diğer zabitler, sarayın orta kapısının iki tarafındaki divan yeri sofasından ilerideki mutfaklar önünde, futa denilen ipekli peştamallara bağlı olarak hazır bulunan baklava tepsileri hizasında yer alırlar; bu sırada ortakapı açılıp Babüssaâde'de bekleyen silahdarağa, sağ koltuğunda anahtar ağası, sol koltuğunda başlala ile, akağalar kapısından çıkar. Kilerci baltacısıyla, palüdeci ağadan başkasını kapının önünde terk ederek, bu iki kişiyle baklava tepsileri hizasına yanaşırdı. Kilercibaşı baltacısıyla palüdeci, padişah için hazırlanan bir tepsi baklavayı alır, silahdara verirdi. Bunu müteakip, askerden ikişer nefer, sarılı baklava tepsilerini yeşil yollu sırıklara geçirirlerdi. Hazır oldukları, orta kapıya işaret olununca kapı açılırdı. Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı, karakullukçu ve bayraktarı, bölüklerinin önüne düşerek, baklavacılar da arkadan gelerek, alay ile kışlalarına giderlerdi. Ertesi gün ise tepsi ve futalar, saray mutfağına (Matbah-ı amireye) gönderilirdi.
Adalet ve ihsanla altı yüz sene hüküm sürmüş ve insanlığın kurtuluş ve refahı için gayret göstermiş olan Osmanlıların, askere ihsan ve bahşişinin küçük bir bölümü olan baklava alayı, yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar devam etti. 1826’daki son baklava alayı sırasında, yeniçerilerin, İstanbul halkını inciten taşkınlıkları, ocağın halk nazarında itibarını büsbütün kaybettiren son sebeplerden biri olmuştur.
Kadir gecesi alayı: Ramazan ayının son günlerinde bulunan Kadir gecesinde, Hırka-i saadet dairesinden Ayasofya Camiine kadar bütün yol boyları, meşalelerle aydınlatılırdı. Alayın önünde yirmi kadar meşale ve onun arkasında kırmızı-yeşil kırk kadar fenerle hasekiler yürür ve böylece Ayasofya Camiine gidilir ve padişahın imamı namaz kıldırırdı. Son padişahlar zamanında Kadir gecesi alayı, saltanat kayıklarıyla gidilerek Tophane’deki Nusretiye Camiinde yapıldı.
Yılbaşı tebriki alayı: Hicri yılbaşı olan Muharrem ayının ilk günü, padişah Çinili Köşke gelir, saray ağalarına Muharremiye adıyla bahşiş ve ihsanda bulunurdu. Ayrıca helvahanede yapılan ve kâselere konulan kırmızı renkli şekerlemeler ikram edilirdi. Muharrem ayının üçüncü günü, umumiyetle Çırağan Sarayına rikab (özengi) ısmarlanır, sadrazam ve şeyhülislam, padişah tarafından huzura alınarak, tebrikler kabul edilirdi.
Mevlid alayı: Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyayı teşrif ettiği gün olan Rebi-ul-evvel ayının on ikinci gecesinde Balıkhane köşkünde, ertesi gün de Sultan Ahmed Camiinde mevlid okunurdu.
Kılıç alayı: Yıldırım Bayezid Han zamanında ilk defa Niğbolu Zaferi'nden sonra yapılmaya başlanan bu alayda, devrin ileri gelen âlimi tarafından, padişaha kılıç kuşatılırdı. Kılıç alayı, usul olarak padişahın cülusunu takip eden günlerde taç giyme merasimine benzer ve halkta büyük bir coşkunluğa sebep olurdu. Talebeler yollara dizilir, Edirnekapı’da muhteşem bir çadır kurulur, yabancı devlet temsilcileri, geçenleri buradan seyrederlerdi. Padişah, onları arabadan selamlardı. Padişahın arabasını, başta sadrazam olmak üzere bütün nazırlar (bakanlar), meclis reisleri ve saray erkânının arabaları takip ederdi. Alay, Eyüp Sultan’a varınca arabalardan inilir ve yürüyerek Ebu Eyyub el-Ensârî'nin (radıyallahü anh) türbesine gidilirdi. Burada yeni padişaha kılıç kuşatılır ve dua edilirdi.
Alay-ı Hümayun: Padişah sefere giderken, seferden dönerken, sefere gideni uğurlarken, seferden dönen orduyu karşılarken, saraydan Davutpaşa’ya kadar tertip edilen alaylardı. Osmanlıların haşmet devirlerinde, bu alaylar, büyük bir ihtişamla yapılırdı.
Sadaret alayı: Sadrazamlara, sadaret mührü vermek için tertiplenen alaydır. Tanzimat'a gelinceye kadar, sadaret mührü, Hırka-i saadette verilirdi. Bu münasebetle sadrazama, has odabaşı vasıtasıyla yeniden samur kürk giydirilirdi.
Sadaret alayı merasimi, Beşiktaş’ta başlar, denizden Sirkeci’ye gelinirdi. Önde mabeyn başkâtibi, onu takiben yaverler ve en arkada sadrazam, ata binmiş olarak, halkın önünden geçer, Babıali’de divan odasına gelirlerdi. Başkâtip, sadaret mektupçusuna, atlasa sarılı nameyi öperek verir, o da gür bir sesle okurdu. Daha sonraki devirlerde bu merasim, arabalarla yapıldı.
Selamlık alayı: Padişahın Cuma namazı için camiye gitmesi anında tertiplenen alaydır. Sultan İkinci Abdülhamid Han, Cuma selamlığını Yıldız Camiinde yaptırırdı. Ermeniler, böyle bir selamlık esnasında suikast tertibinde bulunmuşlardı.
Valide alayı: İlk defa, Dördüncü Murad Han'ın annesi için tertiplenen bu alay daha sonraki devirlerde gelenek haline geldi. Tahta çıkan padişah, annesini eski saraydan yeni saraya getirtirdi. Sultan İkinci Mahmud Hanın annesine yapılan alay, pek gösterişli olmuştu. Valide Sultanı, yeni sarayda önce saray mensupları, sonra padişah karşılar ve tebrik ederdi.
Amin alayı: Osmanlı Devletinde ana okuluna başlayan çocuklar için yapılan merasim.
Alayla alâkalı terim ve deyimler de şunlardır:
Alay arabası: Alaylarda padişahların bindiği arabaya verilen addır. Buna saltanat arabası da denilirdi. Muhteşem olan bu arabayı, ihtişamı bir kat daha arttıran atlar çekerdi. Seyislerin elbiseleri de sırmalıydı.
Alaya binmek: Resmi sıfatı haiz olanların, bayramlarda ve resmi günlerde yapılan alaylara iştirak etmeleri demektir. Vaktiyle alaylara atla katıldıkları için, bu tabir kullanılırdı.
Alay bağlamak: Ordunun, düşman karşısında harekete geçmek üzere, emir ve kumandayı beklemesi veya merasimde, alayın tamamen tertip ve tanzim edilmiş olması demektir.
Alay elbisesi: Alaylarda ve diğer merasimlerde giyilen resmi elbiseye verilen ad.
Alay kanunu: Alaylarda ve seferlerde, padişahın huzurunda tertiplenen ve büyük geçit törenlerinde ve hükümetçe tespit edilmiş olan diğer merasim ve alaylarda; vezirler, alimler, devlet ricali ile askeri erkânın tertip (protokol) ve kıyafetlerine dair kanundur.
Alay meydanı: Topkapı Sarayında ortakapı ile Babüssaâde arasındaki sahaya verilen ad. Ayrıca bir bayrağın veya büyük bir resmî binanın önünde askeri geçit yapmaya ve merasim için toplanmaya mahsus geniş saha ve meydana da bu ad verilirdi.
Askeri teşkilat birimi olan alayla ilgili terim ve deyimler de şöyledir:
Alay beyi: Vaktiyle, miralay yani albay rütbesinde olan, vilayet merkezlerindeki jandarma kumandanlarına verilen addı. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra bu tabir terk edilerek, yerine alay kumandanı tabiri kullanıldı.
Alay çavuşu: İki manâda kullanılırdı. Birincisi; padişahların bir yere gidişinde, geçit resimlerinde önden gidip yol açan divan-ı hümayun çavuşlarıydı. İkincisi; birlikteki yazılı ve sözlü emirleri, askerlere bildiren çavuşlardı. Bunlar, tellal gibi yüksek sesle bağırarak, verilen emirleri tebliğ ederlerdi.
Alay emini: Yüzbaşıdan büyük, binbaşıdan küçük, askeri kâtip sınıfından bir vazifelinin unvanıydı. Alay kâtipliğinden terfi ederek alay emini olanlar, alayın idari ve hesap işleriyle meşguldüler. Diğer askerler gibi resmi elbise giyerlerdi. Ancak bunların elbiselerinin şerit ve yıldızları, diğer askerlerin elbiseleri gibi sarı olmayıp beyazdı. Alay eminleri, binbaşılığa terfi ettikten sonra, diğer askerler gibi yükselirlerdi. 1908’de bu unvan, teşkilattan kaldırıldı.
Alay erkânı: Başta miralay (albay) olmak üzere, alayı teşkil eden taburların binbaşılarıyla alay müftileri ve alay kâtipleri gibi yüksek rütbeliler hakkında kullanılan bir terimdi.
Alay imamı: Alayın birinci taburunun imamına verilen addı. Teşrifatta (protokolde) yüzbaşıdan önce gelirdi.
Alay kâtibi: Alayın yazı ve hesap işlerini gören askerin adıydı. Tabur kâtipleri, terfi ederek alay kâtibi olurlar, alay kâtipliğinden de alay eminliğine terfi edilirdi.
Alay meclisi: Alay işleri hakkında icab eden kararları vermeye yetkili meclise verilen addı. Miralayın başkanlığında, alayı teşkil eden taburların binbaşılarıyla alay müftisinden ve alay kâtibinden teşekkül ederdi.
Alay müftisi: Alay imamının üstü olan, rütbe sahibi, sarıklı askere verilen addı. Teşrifatta (protokolde) binbaşıdan önce gelirdi. Askerlere dinî vazifeleri öğretmek ve onların suallerine cevap vermek için, taburlarda tabur imamı, alaylarda ise alay müftisi bulunurdu. Bu vazife, Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir.
Alay sancağı: İki manaya gelirdi. Birincisi, bir alaya mahsus olan sancak demekti. İkincisi, resmi günlerde gemileri donatmak için asılan rengârenk bayraklar hakkında kullanılan bir tabirdi.
Alaylı: Vaktiyle, mektep mezunu olmayıp, erlikten yetişen askerler hakkında kullanılırdı. Bir mektep bitirmeden, meslek içinde yetişen diğer devlet memurları için de bu tabir, mecazi olarak kullanılmıştır.