Türkiye'de arkeoloji
Türkiye'de arkeoloji Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk'ün ilgisiyle önem kazandı. R. O. Arık ve H. Z. Koşay başkanlığında bir ekip tarafından Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazıları yapıldı.
Türk Tarih Kurumu'nun kurulup kazılara mali destek sağlaması ve kazı raporlarının kurum matbaasında basılması da arkeolojiye büyük katkılar sağladı. Önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde arkeoloji kürsüleri kuruldu. Daha sonra Âsar-ı Atika Nizamnamesi ile güvence altına alman ören yerlerinde yerli ve yabancı uzmanlarca birçok kazılar yürütülmeye başladı. Bu kazılara gitgide yenileri eklendi ve Türkiye pek çok kazının sürdürüldüğü arkeolojik bir merkez haline dönüştü. Sonuçta kazılardan ele geçen yapıtları koruyabilmek amacı ile Türkiye'nin hemen hemen her ilinde müzeler açıldı.
Türkiye'de kazı yapmak yasalara bağlıdır. Kazı yapmak isteyen bilim adamı ya da uzman, kazı için gerekli mali desteği Türk Tarih Kurumu'ndan, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden ya da üyesi olduğu bir bilim kurumundan sağlar. Kazı izni için Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurulur. Yabancılar bu başvuruyu ülkelerinde bulunan Türkiye temsilcilikleri aracılığı ile yaparlar. Bir bilim adamına kazı izninin verilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır. Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün kendi sürdürdüğü kazılar dışındaki yerli ve yabancı bütün kazılara, bakanlığı temsil eden bir denetleyici katılır. Kazılarda ele geçen buluntuların tümü kazı mevsiminin bitiminde Türkiye müzelerine teslim edilir.
Yüzey araştırması. Arkeolojik yerleşmelerin bulunması, belgelenmesi ve bunların kazı yapılmadan bilimsel yöntemlerle incelenmesi eylemine yüzey araştırması denir. Henüz bilinmeyen yerler, açık arazide yürüyerek ya da araba ile dolaşılarak bulunur. Amaçlı olarak yapılan bu araştırma, arkeolojik yüzey araştırmasının gerekli bir bölümüdür ve çalışmanın ilk basamağını oluşturur.
Eski kayıtların ve yer adlarının incelenmesi, çoktandır unutulmuş yerlerin yeniden bulunmasına yol açabilir. Bu nedenle eski ve yeni yerlerin haritaya işlenmeside arkeolojik araştırmanın gerekli bir parçasıdır. Bu da gerek arkeolojik merkezlerin normal topografik haritalara işlenmesinde, gerekse belirli dönemlere özgü haritaların hazırlanmasında çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Özellikle insanın yaptığı nesnelerin dağılımını gösteren haritalar arkeolo¬jik incelemelerde anahtar niteliğindedir.
Hava fotoğrafçılığının gelişmesi de, yüzey araştırmasında önceleri yalnızca araziye bağlı olan arkeologa büyük bir kolaylık sağlamıştır. Hava fotoğrafçılığının arkeolo¬jik araştırmalarda kullanılması, I. Dünya Savaşı sırasında askeri keşiflerin bir yan ürünü olarak başlamıştır. II. Dünya Sa-vaşı.'nda, savaşan ülkelerin fotoğrafla h ber alma bölümlerinde daha çok arkeologların görev yaptığı izlenir. Bunlar bu alanda kazandıkları deneyimle savaştan sonra ar¬keolojik yüzey araştırmalarında hava fotoğ¬rafçılığından yararlanmaya yönelmişlerdir. Bugün Cambridge Üniversitesi'nde J. K. S. St. Joseph başkanlığında bir hava fotoğrafçılığı bölümü vardır. Bu bölüm üyeleri, kendi uçakları ve pilotları ile uçuşlar yapıp fotoğraf çekerler ve her yıl yeni yeni arkeolojik yerleşmeler saptarlar. Saptanan yerleşmelerden bir bölümü, sabahın erken saatlerinde ya da akşamüstü, yani özel ışık koşullarında daha iyi seçilebilen, yıkıntılatoprak üstünde yer aldığı yerleşmelerdir. Ama büyük bir bölümü, yürüyerek ya da araçla giderken gözle asla seçilmeyecek yerleşmeler olup ancak fotoğrafta toprak renginin ya da ekin yoğunluğunun değişme¬si ile kendilerini ele verirler. Arkeolojik merkezleri saptama çalışması, olağan yüzey araştırmaları ve havadan yapılan tarama ve fotoğraflama yöntemlerinden başka yollarla da yürütülür. Çok basit bir yöntem, toprağın dövülmesidir. Böylelikle alttaki yapılar ve dip topraktaki eşitsizlikler sese dayanarak bulunur. Dip sondalanyla duvar ve hendeklerin izini yakalama olanağı vardır. Roma ve Milano'daki Lerici Vakfı, ilk kez 1957'de Monte Abbatorre Mezarlığı'ndaki bir Etrüsk mezarını Nistri periskopu aracılığı ile bulmuştur. Bu periskopun geliştirilmesinden bu yana, bu yöntemle büyük başarılar elde edilmiştir. Örneğin periskop bir mezar odasına sokulup odanın duvarlarının ve mezarın içindeki eşyanın fotoğrafı çekilir. Bu, bir ön çalışma için çok başarılı bir sonuçtur. Arkeolojik yüzey araştırmasında uygulanan başka çağdaş tekniklerden biri de arazinin elektrik iletkenliğinin ölçülmesine dayanır, özellikle geniş ölçekli petrol aramaları için geliştirilmiş olan bu yöntem, 1940'ların sonlarında arkeologlarca kullanılmaya başlamış ve ya¬rarlı sonuçlar vermiştir. Bîr başka teknik, magnetik arama ya da jeofiziksel arama yöntemidir. Bu yöntemde toprağın altındaki nesneler, yarattıkları magnetik sapmalara dayanılarak bulunur. Proton magnetometresi gibi aygıtların kullanıldığı bu yöntemler İlk kez 1957-58'de denenmiştir. Bir Amerikan araştırma heyeti Sicilya'dakİ Sybaris'i bu yöntemle keşfetmiştir. Jeofiziksel araştırma yöntemi Türkiye'de arkeolojik amaçlarla ilk kez 1968'de, Keban kazılan sırasında kullanılmıştır. Kazı. Kazı, toprak altındaki kalıntının kazılıp çıkarılması eylemidir. Arkeolojik kazılar amaçlarına göre "planlı kazılar", "kurtarma kazılan" ve "rastlantısal kazılar" diye sınıflara ayrılır. Çoğu kazı önceden planlanarak yapılır. Örneğin bir bölgede bir kent kalıntısına rastlanması ya da bir yüzey araştırmasında ele geçen malzemenin çokluğu, kazı yapılmasına neden olur. Bir kentin adına yazılı kaynaklarda rastlanmasıyla da planlı bir kazıya karar verilebilir. Bir profesörün sırf öğrencilerine kazı yöntemlerini öğretmek amacı ile herhangi bir yerde gerçekleştirdiği eğitim kazısı da planlanarak yapılır ve genellikle çok uzun yıllar sürer (örn. Boğazköy, Perge, Kültepe, Ephesos kazılan). Bu kazıların amacı arkeolojik yerleşmeyi en iyi ve en doğru biçimde kazmak, buluntuları en iyi biçimde çıkar¬mak ve değerlendirmektir.
Birçok kazı da, özellikle Orta ve Kuzey Avrupa'nın yoğun yerleşim bölgelerinde olduğu gibi, isteyerek değil de zorunluluk nedeniyle yapılır. Çeşitli özel ve kamuya ait yapıların inşası sırasında sık sık arkeolojik kalıntılara rastlanır. Bu kalıntılar tümüyle yok olmadan, geçmişe ilişkin mad¬di belgeleri kurtarmak için ivedi kazılar yapılır, Bu kazılara "kurtarma kazısı" adı verilir. Türkiye'de bugün Keban Baraj Gölü altında kalan pek çok yerleşmede 1968-72 arasında yoğun kurtarma kazıları yapılmıştır (bak. Keban kazıları). Türkiye'de toplu olarak kurtarma kazılarının yürütüldüğü bir başka bölge de Atatürk ve Karakaya Baraj göllerinin oluşacağı Aşağı Fırat yöresidİr (bak. Aşağı Fırat Projesi).
Arkeolojik yerleşmelerin ve taşınabilir kalıntıların bulunmasında bazen şansın da büyük rolü olur. Çiftçiler tarla sürerken sık sık arkeolojik buluntulara rastlarlar. Güney Fransa'daki Paleolİtik Çağın ünlü Lascaux Mağarası, 194Û'ta dört öğrencinin kökün¬den sökülmüş bir ağacın oluşturduğu çukuru incelemeye kalkışması üzerine ortaya çıkmıştır. Lut Gölü Rulolarıda 1947' de, sürüden ayrılan hayvanını arayan bir Bedevi tarafından benzer biçimde rastlantıyla bulunmuştur. Bu rastlantısal buluşlar çoğu kez önemli kazılara yol açar.
Arkeolojik kazıların tümü büyük deneyim, beceri, özen ve dikkat gerektirir. Uzun süren bir eğitim olmaksızın bir kazıyı denetleyip' örgütlemek olanaksızdır. Bu nedenle yabancı ülkelerde üniversiteler ve müzeler "eğitim kazılan" düzenlerler. Türkiye'de de bu gelenek gittikçe yaygınlık kazanmaya başlamış, üniversiteler 1968'den bu yana eğitim kazılarına ağırlık vermişlerdir. Eğitim kazılarında öğrenciler defter tutmayı, buluntuları toparlayıp etiketlemeyi, plan ve stratigrafi çizmeyi, elek malzemesini sınıflamayı, fotoğraf çekmeyi, kazı buluntularının üstünü yazmayı, çizim ve envanter yapmayı uygulamalı olarak öğrenirler.
Bir kazıda kazı başkanı, benimsediği bir kazı tekniğini uygulayarak kazılacak alanı karelere böler. Her kare sayı ya da harflerle işaretlenir. Bazen tek bir kare, bazen yan yana iki üç tane ya da daha çok kare bir arada kazılır. Bu çukurlara "açma" adı verilir. Açmalar mala, ıspatula, fırça ve dişçi aletleri gibi küçük aletlerle kazılır. Kazı sırasında bir kerpiç duvarın topraktan ayırt edilmesi ne kadar büyük bir dikkat isterse, ezilmiş bir kafatasını dağıtmadan çıkarmak da o kadar beceri ve deneyim gerektirir. Bu nedenle, eğitim görmemiş amatörlerin kazı yapması büyük zararlara yol açabilir. Amatör arkeoloji birçok ülkede yasalarla yasaklanmıştır. Türkiye'de ise bu tür kazılar "define kazısı" adı altında hâlâ sürdürülmektedir. Amatörler, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurup, bakanlıkça uygun görülürse bir temsilci denetiminde define kazıları yapabilirler.
Arkeolojik merkezler çok çeşitlidir. Örneğin tapınak, kale, yol, köy, antik kert, saray ve sınai kalıntı yerleri yüzey 'în kolayca görülebilen merkezlerdir. Höyükler, tümülüsler ve piramitlerse dıştan görülebilen, ama kazmadan içlerinde ne olduğu anlaşılamayan örneklerdir. Bu nedenle kazılarda şaşırtıcı ve çarpıcı sonuçları höyük denen yapay tepeler verir. Höyükler, aynı yerde yüzyıllar boyu oturan çeşitli topluluklara ait maddi kültür belgelerinin üst üste yığılmasıyla oluşur. Troya ve Ur bu tür ünlü höyük yerleşmeleridir. Mağaralar ve kaya sığmakları da dışarıdan saptanamayan arkeolojik merkezlerdir.
Farklı tiplerdeki arkeolojik merkezlerin hepsinde birden uygulanabilecek tek bir kazı yöntemi yoktur. Her arkeolog kendi kazı yerine uygulayabileceği en uygun yöntemi kendisi seçer. Arkeologların kullandıkları kazı yöntemleri, farklı türdeki merZkezlere uygulandıklarına göre çeşitlilik gösterir. Örneğin bir höyükle bir mezar odasını açmak çok farklı yöntemleri gerektirir.
Kazı sonuçlarının yayımlanması ve yorum. Kazının boyutu ve arkeolojik merkezin türü ne olursa olsun, her arkeolojik kazının ortak bir teknik Öğesi vardır. Bu da, buluntuların çıktığı andaki durumunun yazı, ölçüm, çizim ve fotoğraflarla saptanmasına aşın özen gös¬terilmesidir. Çünkü arkeologun arazide tuttuğu notlar ve kazıdan sonra bu notlara dayanarak yayımladığı rapor, birinci derecede arkeolojik belge haline dönüşür.
Kazı sonuçlarının yayımlanmasının makul bir süreyi aşarak gecikmesi, arkeolojik yöntem açısından ciddi bir kusurdur. Kazı raporu basılıp tüm dünyaya ulaşmadıkça, bir kazı bitmiş sayılmaz. Çoğu kez raporun yayımlanması, arazideki çalışma süresi kadar, hatta daha uzun bir süre gerektirir.
Kazı bittikten sonra, çıkarılan küçük eşya ile mimari buluntuların durumu dikkate alınmalıdır. Binlerce yıl toprak altında kalan bu malzemenin yeni koşullara uyum sağlaması, onanlıp onanlmayacağı, restoratör ve konservatörlerle işbirliği sonucu karara bağlanır. Yüzey araştırması ve kazı, arkeolojinin yalnızca küçük bir bölümüdür. Arkeologun en önemli görevi, rastlantıyla ele geçen ya da yüzey araştırması ve kazıda bulduğu insanın geçmişini simgeleyen maddi kültür varlıklarını, kültürel ve tarihsel bağlamlar içine oturtarak yorumlamaktır. Bunun için her şeyden önce buluntuların hepsinin kesin ve doğru tanımlarını yapmak, sınıflamak, yapıldıkları malzemeyi çözümlemek gerekir. Bu çözümleme sırasında başka disiplinlerden uzmanların işbirliği zorunludur. Örneğin tahıl kalıntılarını botanikçiler, hayvan kemiklerini zoologlar ince¬ler. Böylece araştırılan evrede yaşayan insanın çevre koşullarının ne olduğu öğrenilir ve maddi kültür belgesi tek başına değil, doğal çevresi içinde görülüp irdelenir. Bundan sonra en büyük sorun tarihlemedir. Çünkü arkeolojide, örneğin yüzeyleri aşınmamış sikkeler, yazıtlar, mezar taşları gibi tarihleri üstlerinde yazılı olan malzeme azdır. Bu nedenle de (karşılaştırmalı, göreli ve mutlak tarihleme, dendrokronoloji, karbon-14'le, potasyum-argonla, ısıl ışıldamayla, arkeo-magnetizmayla tarihleme gibi) çeşitli tarihleme yöntemleri geliştirilmiştir.
Sualtı arkeolojisi. Sualtı arkeolojisi, ancak 20. yüzyılda gelişmiş bir kazı dalıdır. Kara arkeolojisinin temelini oluşturan araştırma, keşif ve kayıt teknikleri aynen, ama su altında çalışmanın getirdiği özel koşullara uyarlanmış olarak burada da söz konusudur. Denizaltındaki batıklarda çalışan bir arkeolog dalgıç eğitimi görür ve sualtı arkeologu adını alır. Fransız bilim adamı Jacques Yves Cousteau su altında soluk alıp vermeye yarayan aygıtı geliştirmiş, bunun oksijen tüpü (su ciğeri) denen türü de yaygın biçimde kullanılır hale gelmiştir. Cousteau' nun Marsilya yakınındaki Le Grand Cong-lou^'de, Amerikalı Peter Throckmorton ve George Bass'ın da Türkiye'nin güney kıyılarında yaptıkları çalışmalar, sualtı kazılarında öncü niteliktedir.
Throckmorton 1958'de Türkiye'de Bod¬rum yakınındaki Yassı Adada eski bir gemi kalıntısı bulmuş; daha sonra Gelidon-ya Burnunda İÖ 14. yüzyıla, yani Tunç Çağına tarihlenen ve bugüne değin bilinenlerin en eskisi olan batığı keşfetmiştir. Pennsylvania Üniversitesi'nden George Bass, 1961'den başlayarak Yassı Adada bir Bizans batığında çalışmıştır. Bu arada batıkların stereofotoğraflarla fotogrametrik olarak haritalarının çıkarılması yöntemini geliştirmiştir. Bu amaçla 1964'te iki kişilik bir denizaltı aracı kullanmıştır. "Asherah" adındaki bu araç, dünyada arkeolojik araştırma için inşa edilen ilk denizaltıdır.
Türkiye'de oldukça yeni bir dal olan sualtı arkeolojisi gittikçe gelişmektedir. Bugün Bodrum'da bir sualtı arkeoloji müzesi vardır; burada birçok sualtı arkeologu çalışmaktadır.
Türkiye'de arkeoloji Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk'ün ilgisiyle önem kazandı. R. O. Arık ve H. Z. Koşay başkanlığında bir ekip tarafından Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazıları yapıldı.
Türk Tarih Kurumu'nun kurulup kazılara mali destek sağlaması ve kazı raporlarının kurum matbaasında basılması da arkeolojiye büyük katkılar sağladı. Önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde arkeoloji kürsüleri kuruldu. Daha sonra Âsar-ı Atika Nizamnamesi ile güvence altına alman ören yerlerinde yerli ve yabancı uzmanlarca birçok kazılar yürütülmeye başladı. Bu kazılara gitgide yenileri eklendi ve Türkiye pek çok kazının sürdürüldüğü arkeolojik bir merkez haline dönüştü. Sonuçta kazılardan ele geçen yapıtları koruyabilmek amacı ile Türkiye'nin hemen hemen her ilinde müzeler açıldı.
Türkiye'de kazı yapmak yasalara bağlıdır. Kazı yapmak isteyen bilim adamı ya da uzman, kazı için gerekli mali desteği Türk Tarih Kurumu'ndan, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden ya da üyesi olduğu bir bilim kurumundan sağlar. Kazı izni için Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurulur. Yabancılar bu başvuruyu ülkelerinde bulunan Türkiye temsilcilikleri aracılığı ile yaparlar. Bir bilim adamına kazı izninin verilmesi Bakanlar Kurulu kararına bağlıdır. Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün kendi sürdürdüğü kazılar dışındaki yerli ve yabancı bütün kazılara, bakanlığı temsil eden bir denetleyici katılır. Kazılarda ele geçen buluntuların tümü kazı mevsiminin bitiminde Türkiye müzelerine teslim edilir.
Yüzey araştırması. Arkeolojik yerleşmelerin bulunması, belgelenmesi ve bunların kazı yapılmadan bilimsel yöntemlerle incelenmesi eylemine yüzey araştırması denir. Henüz bilinmeyen yerler, açık arazide yürüyerek ya da araba ile dolaşılarak bulunur. Amaçlı olarak yapılan bu araştırma, arkeolojik yüzey araştırmasının gerekli bir bölümüdür ve çalışmanın ilk basamağını oluşturur.
Eski kayıtların ve yer adlarının incelenmesi, çoktandır unutulmuş yerlerin yeniden bulunmasına yol açabilir. Bu nedenle eski ve yeni yerlerin haritaya işlenmeside arkeolojik araştırmanın gerekli bir parçasıdır. Bu da gerek arkeolojik merkezlerin normal topografik haritalara işlenmesinde, gerekse belirli dönemlere özgü haritaların hazırlanmasında çok yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Özellikle insanın yaptığı nesnelerin dağılımını gösteren haritalar arkeolo¬jik incelemelerde anahtar niteliğindedir.
Hava fotoğrafçılığının gelişmesi de, yüzey araştırmasında önceleri yalnızca araziye bağlı olan arkeologa büyük bir kolaylık sağlamıştır. Hava fotoğrafçılığının arkeolo¬jik araştırmalarda kullanılması, I. Dünya Savaşı sırasında askeri keşiflerin bir yan ürünü olarak başlamıştır. II. Dünya Sa-vaşı.'nda, savaşan ülkelerin fotoğrafla h ber alma bölümlerinde daha çok arkeologların görev yaptığı izlenir. Bunlar bu alanda kazandıkları deneyimle savaştan sonra ar¬keolojik yüzey araştırmalarında hava fotoğ¬rafçılığından yararlanmaya yönelmişlerdir. Bugün Cambridge Üniversitesi'nde J. K. S. St. Joseph başkanlığında bir hava fotoğrafçılığı bölümü vardır. Bu bölüm üyeleri, kendi uçakları ve pilotları ile uçuşlar yapıp fotoğraf çekerler ve her yıl yeni yeni arkeolojik yerleşmeler saptarlar. Saptanan yerleşmelerden bir bölümü, sabahın erken saatlerinde ya da akşamüstü, yani özel ışık koşullarında daha iyi seçilebilen, yıkıntılatoprak üstünde yer aldığı yerleşmelerdir. Ama büyük bir bölümü, yürüyerek ya da araçla giderken gözle asla seçilmeyecek yerleşmeler olup ancak fotoğrafta toprak renginin ya da ekin yoğunluğunun değişme¬si ile kendilerini ele verirler. Arkeolojik merkezleri saptama çalışması, olağan yüzey araştırmaları ve havadan yapılan tarama ve fotoğraflama yöntemlerinden başka yollarla da yürütülür. Çok basit bir yöntem, toprağın dövülmesidir. Böylelikle alttaki yapılar ve dip topraktaki eşitsizlikler sese dayanarak bulunur. Dip sondalanyla duvar ve hendeklerin izini yakalama olanağı vardır. Roma ve Milano'daki Lerici Vakfı, ilk kez 1957'de Monte Abbatorre Mezarlığı'ndaki bir Etrüsk mezarını Nistri periskopu aracılığı ile bulmuştur. Bu periskopun geliştirilmesinden bu yana, bu yöntemle büyük başarılar elde edilmiştir. Örneğin periskop bir mezar odasına sokulup odanın duvarlarının ve mezarın içindeki eşyanın fotoğrafı çekilir. Bu, bir ön çalışma için çok başarılı bir sonuçtur. Arkeolojik yüzey araştırmasında uygulanan başka çağdaş tekniklerden biri de arazinin elektrik iletkenliğinin ölçülmesine dayanır, özellikle geniş ölçekli petrol aramaları için geliştirilmiş olan bu yöntem, 1940'ların sonlarında arkeologlarca kullanılmaya başlamış ve ya¬rarlı sonuçlar vermiştir. Bîr başka teknik, magnetik arama ya da jeofiziksel arama yöntemidir. Bu yöntemde toprağın altındaki nesneler, yarattıkları magnetik sapmalara dayanılarak bulunur. Proton magnetometresi gibi aygıtların kullanıldığı bu yöntemler İlk kez 1957-58'de denenmiştir. Bir Amerikan araştırma heyeti Sicilya'dakİ Sybaris'i bu yöntemle keşfetmiştir. Jeofiziksel araştırma yöntemi Türkiye'de arkeolojik amaçlarla ilk kez 1968'de, Keban kazılan sırasında kullanılmıştır. Kazı. Kazı, toprak altındaki kalıntının kazılıp çıkarılması eylemidir. Arkeolojik kazılar amaçlarına göre "planlı kazılar", "kurtarma kazılan" ve "rastlantısal kazılar" diye sınıflara ayrılır. Çoğu kazı önceden planlanarak yapılır. Örneğin bir bölgede bir kent kalıntısına rastlanması ya da bir yüzey araştırmasında ele geçen malzemenin çokluğu, kazı yapılmasına neden olur. Bir kentin adına yazılı kaynaklarda rastlanmasıyla da planlı bir kazıya karar verilebilir. Bir profesörün sırf öğrencilerine kazı yöntemlerini öğretmek amacı ile herhangi bir yerde gerçekleştirdiği eğitim kazısı da planlanarak yapılır ve genellikle çok uzun yıllar sürer (örn. Boğazköy, Perge, Kültepe, Ephesos kazılan). Bu kazıların amacı arkeolojik yerleşmeyi en iyi ve en doğru biçimde kazmak, buluntuları en iyi biçimde çıkar¬mak ve değerlendirmektir.
Birçok kazı da, özellikle Orta ve Kuzey Avrupa'nın yoğun yerleşim bölgelerinde olduğu gibi, isteyerek değil de zorunluluk nedeniyle yapılır. Çeşitli özel ve kamuya ait yapıların inşası sırasında sık sık arkeolojik kalıntılara rastlanır. Bu kalıntılar tümüyle yok olmadan, geçmişe ilişkin mad¬di belgeleri kurtarmak için ivedi kazılar yapılır, Bu kazılara "kurtarma kazısı" adı verilir. Türkiye'de bugün Keban Baraj Gölü altında kalan pek çok yerleşmede 1968-72 arasında yoğun kurtarma kazıları yapılmıştır (bak. Keban kazıları). Türkiye'de toplu olarak kurtarma kazılarının yürütüldüğü bir başka bölge de Atatürk ve Karakaya Baraj göllerinin oluşacağı Aşağı Fırat yöresidİr (bak. Aşağı Fırat Projesi).
Arkeolojik yerleşmelerin ve taşınabilir kalıntıların bulunmasında bazen şansın da büyük rolü olur. Çiftçiler tarla sürerken sık sık arkeolojik buluntulara rastlarlar. Güney Fransa'daki Paleolİtik Çağın ünlü Lascaux Mağarası, 194Û'ta dört öğrencinin kökün¬den sökülmüş bir ağacın oluşturduğu çukuru incelemeye kalkışması üzerine ortaya çıkmıştır. Lut Gölü Rulolarıda 1947' de, sürüden ayrılan hayvanını arayan bir Bedevi tarafından benzer biçimde rastlantıyla bulunmuştur. Bu rastlantısal buluşlar çoğu kez önemli kazılara yol açar.
Arkeolojik kazıların tümü büyük deneyim, beceri, özen ve dikkat gerektirir. Uzun süren bir eğitim olmaksızın bir kazıyı denetleyip' örgütlemek olanaksızdır. Bu nedenle yabancı ülkelerde üniversiteler ve müzeler "eğitim kazılan" düzenlerler. Türkiye'de de bu gelenek gittikçe yaygınlık kazanmaya başlamış, üniversiteler 1968'den bu yana eğitim kazılarına ağırlık vermişlerdir. Eğitim kazılarında öğrenciler defter tutmayı, buluntuları toparlayıp etiketlemeyi, plan ve stratigrafi çizmeyi, elek malzemesini sınıflamayı, fotoğraf çekmeyi, kazı buluntularının üstünü yazmayı, çizim ve envanter yapmayı uygulamalı olarak öğrenirler.
Bir kazıda kazı başkanı, benimsediği bir kazı tekniğini uygulayarak kazılacak alanı karelere böler. Her kare sayı ya da harflerle işaretlenir. Bazen tek bir kare, bazen yan yana iki üç tane ya da daha çok kare bir arada kazılır. Bu çukurlara "açma" adı verilir. Açmalar mala, ıspatula, fırça ve dişçi aletleri gibi küçük aletlerle kazılır. Kazı sırasında bir kerpiç duvarın topraktan ayırt edilmesi ne kadar büyük bir dikkat isterse, ezilmiş bir kafatasını dağıtmadan çıkarmak da o kadar beceri ve deneyim gerektirir. Bu nedenle, eğitim görmemiş amatörlerin kazı yapması büyük zararlara yol açabilir. Amatör arkeoloji birçok ülkede yasalarla yasaklanmıştır. Türkiye'de ise bu tür kazılar "define kazısı" adı altında hâlâ sürdürülmektedir. Amatörler, Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne başvurup, bakanlıkça uygun görülürse bir temsilci denetiminde define kazıları yapabilirler.
Arkeolojik merkezler çok çeşitlidir. Örneğin tapınak, kale, yol, köy, antik kert, saray ve sınai kalıntı yerleri yüzey 'în kolayca görülebilen merkezlerdir. Höyükler, tümülüsler ve piramitlerse dıştan görülebilen, ama kazmadan içlerinde ne olduğu anlaşılamayan örneklerdir. Bu nedenle kazılarda şaşırtıcı ve çarpıcı sonuçları höyük denen yapay tepeler verir. Höyükler, aynı yerde yüzyıllar boyu oturan çeşitli topluluklara ait maddi kültür belgelerinin üst üste yığılmasıyla oluşur. Troya ve Ur bu tür ünlü höyük yerleşmeleridir. Mağaralar ve kaya sığmakları da dışarıdan saptanamayan arkeolojik merkezlerdir.
Farklı tiplerdeki arkeolojik merkezlerin hepsinde birden uygulanabilecek tek bir kazı yöntemi yoktur. Her arkeolog kendi kazı yerine uygulayabileceği en uygun yöntemi kendisi seçer. Arkeologların kullandıkları kazı yöntemleri, farklı türdeki merZkezlere uygulandıklarına göre çeşitlilik gösterir. Örneğin bir höyükle bir mezar odasını açmak çok farklı yöntemleri gerektirir.
Kazı sonuçlarının yayımlanması ve yorum. Kazının boyutu ve arkeolojik merkezin türü ne olursa olsun, her arkeolojik kazının ortak bir teknik Öğesi vardır. Bu da, buluntuların çıktığı andaki durumunun yazı, ölçüm, çizim ve fotoğraflarla saptanmasına aşın özen gös¬terilmesidir. Çünkü arkeologun arazide tuttuğu notlar ve kazıdan sonra bu notlara dayanarak yayımladığı rapor, birinci derecede arkeolojik belge haline dönüşür.
Kazı sonuçlarının yayımlanmasının makul bir süreyi aşarak gecikmesi, arkeolojik yöntem açısından ciddi bir kusurdur. Kazı raporu basılıp tüm dünyaya ulaşmadıkça, bir kazı bitmiş sayılmaz. Çoğu kez raporun yayımlanması, arazideki çalışma süresi kadar, hatta daha uzun bir süre gerektirir.
Kazı bittikten sonra, çıkarılan küçük eşya ile mimari buluntuların durumu dikkate alınmalıdır. Binlerce yıl toprak altında kalan bu malzemenin yeni koşullara uyum sağlaması, onanlıp onanlmayacağı, restoratör ve konservatörlerle işbirliği sonucu karara bağlanır. Yüzey araştırması ve kazı, arkeolojinin yalnızca küçük bir bölümüdür. Arkeologun en önemli görevi, rastlantıyla ele geçen ya da yüzey araştırması ve kazıda bulduğu insanın geçmişini simgeleyen maddi kültür varlıklarını, kültürel ve tarihsel bağlamlar içine oturtarak yorumlamaktır. Bunun için her şeyden önce buluntuların hepsinin kesin ve doğru tanımlarını yapmak, sınıflamak, yapıldıkları malzemeyi çözümlemek gerekir. Bu çözümleme sırasında başka disiplinlerden uzmanların işbirliği zorunludur. Örneğin tahıl kalıntılarını botanikçiler, hayvan kemiklerini zoologlar ince¬ler. Böylece araştırılan evrede yaşayan insanın çevre koşullarının ne olduğu öğrenilir ve maddi kültür belgesi tek başına değil, doğal çevresi içinde görülüp irdelenir. Bundan sonra en büyük sorun tarihlemedir. Çünkü arkeolojide, örneğin yüzeyleri aşınmamış sikkeler, yazıtlar, mezar taşları gibi tarihleri üstlerinde yazılı olan malzeme azdır. Bu nedenle de (karşılaştırmalı, göreli ve mutlak tarihleme, dendrokronoloji, karbon-14'le, potasyum-argonla, ısıl ışıldamayla, arkeo-magnetizmayla tarihleme gibi) çeşitli tarihleme yöntemleri geliştirilmiştir.
Sualtı arkeolojisi. Sualtı arkeolojisi, ancak 20. yüzyılda gelişmiş bir kazı dalıdır. Kara arkeolojisinin temelini oluşturan araştırma, keşif ve kayıt teknikleri aynen, ama su altında çalışmanın getirdiği özel koşullara uyarlanmış olarak burada da söz konusudur. Denizaltındaki batıklarda çalışan bir arkeolog dalgıç eğitimi görür ve sualtı arkeologu adını alır. Fransız bilim adamı Jacques Yves Cousteau su altında soluk alıp vermeye yarayan aygıtı geliştirmiş, bunun oksijen tüpü (su ciğeri) denen türü de yaygın biçimde kullanılır hale gelmiştir. Cousteau' nun Marsilya yakınındaki Le Grand Cong-lou^'de, Amerikalı Peter Throckmorton ve George Bass'ın da Türkiye'nin güney kıyılarında yaptıkları çalışmalar, sualtı kazılarında öncü niteliktedir.
Throckmorton 1958'de Türkiye'de Bod¬rum yakınındaki Yassı Adada eski bir gemi kalıntısı bulmuş; daha sonra Gelidon-ya Burnunda İÖ 14. yüzyıla, yani Tunç Çağına tarihlenen ve bugüne değin bilinenlerin en eskisi olan batığı keşfetmiştir. Pennsylvania Üniversitesi'nden George Bass, 1961'den başlayarak Yassı Adada bir Bizans batığında çalışmıştır. Bu arada batıkların stereofotoğraflarla fotogrametrik olarak haritalarının çıkarılması yöntemini geliştirmiştir. Bu amaçla 1964'te iki kişilik bir denizaltı aracı kullanmıştır. "Asherah" adındaki bu araç, dünyada arkeolojik araştırma için inşa edilen ilk denizaltıdır.
Türkiye'de oldukça yeni bir dal olan sualtı arkeolojisi gittikçe gelişmektedir. Bugün Bodrum'da bir sualtı arkeoloji müzesi vardır; burada birçok sualtı arkeologu çalışmaktadır.