Güneş, Afrika’nın kızıl topraklarını ısıtırken, Omar, hayatının en riskli kararını vermişti. Yirmi üç yaşında, çaresizlik içinde kıvranan, hayalleri çalınmış bir genç adamdı. Köyündeki kuraklık ve hükümetin acımasız baskıları, onu yasadışı yollardan Avrupa’ya gitmeye itmişti. Tek umudu, bir zamanlar dedesinin anlattığı, refah ve özgürlük dolu o efsanevi topraklara ulaşmaktı.
Omar, kaçakçıların karanlık ve pislik dolu kampında, diğer umutsuz insanlarla beraber beklerken kalbi ağzında atıyordu. Bu yolculuk, hayatı ya da ölümü getirebilirdi. Kaçakçılar, onları bir uçak kargosuna yerleştireceklerdi. Herkes gibi o da, neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Sadece hayatta kalmak istiyordu.
Gece yarısı, kamyonlar geldi. Omar ve diğerleri, kargoların arasına sıkıştırılmış, tahta sandıklara tıkıştırıldılar. Omar’ın sandığı, diğerlerinden daha dar ve daha eskiydi. İçinde, küflenmiş odun kokusu ve ağır bir nem vardı. Karanlık, boğucu bir battaniye gibi üzerlerine çökmüştü.
Uçak pistine gelindiğinde, sandıklar hızla uçağın altına yüklendi. Motorların gürültüsü, gök gürültüsünü andırıyordu. Omar, sandalyesinin altından geçen tekerlekleri ve gövdenin titreyişini hissediyordu. Sandık içinde, her an sallanıyor ve takırdıyordu.
Uçak havalandığında, Omar’ın dünyası değişti. İlk defa böyle bir yükseklikte bulunuyordu. Sandık içinde, sıkışık ve karanlıkta, korku ve heyecan karışımı bir duyguyla doluydu. Uçak, hava akımlarından dolayı sürekli sarsılıyor, sanki bir çamaşır makinesinin içinde dönüyormuş gibi hissediyordu.
Saatler, günler gibi geçiyordu. Omar, yiyecek ve su sıkıntısı çekiyordu. Sandığın içindeki hava, git gide daha bayat ve tükendikçe daha zor nefes alıyordu. Vücudu, kemikleri ağrıyana kadar bükülmüştü. Her hareket, acıya neden oluyordu. Yanındaki sandıklardan da inilti sesleri geliyordu. Herkes aynı acıyı çekiyordu.
Omar, zihninde köyünü, annesini, küçük kız kardeşini hatırlıyordu. Onlara daha iyi bir hayat vermek için buradaydı. Onlara kavuşabilmek için bu yolculuğu göze almıştı. Hatırladığı her şey ona güç veriyordu.
Birkaç gün sonra, Omar, sandığın içindeki karanlığa alışmıştı. Artık zaman kavramını yitirmişti. Uçak sarsıldıkça, öksürüyor ve zor nefes alıyordu. Susuzluktan dili damağına yapışmış, dudakları çatlamıştı. Birkaç kez bayılmış, kendine geldiğinde sadece acı çekiyordu.
Bir gece, Omar bir tuhaflık hissetti. Uçak, aniden alçalmaya başlamıştı. Gürültüsü azaldı, ardından da durdu. Kalbi, daha hızlı çarpmaya başladı. Umut mu yoksa korku mu hissediyordu, tam olarak anlayamıyordu.
Kapılar açıldı ve gün ışığı, karanlığı deldi. Kaçakçılar, sandıkları hızla boşaltmaya başladı. Omar’ın sandığı, en son çıkarılanlardan biriydi. Sandıktan çıktığında, gözleri kamaştı. Bacakları titriyordu, ayakta zor duruyordu.
Çevresindeki manzara, beklediğinden çok farklıydı. Burası, dedesinin anlattığı cennet değil, ıssız bir hangardı. Etrafta, yabancı diller konuşan insanlar, görevliler ve polisler vardı. Kaçakçılar, hızla kaçmıştı. Omar, tek başına ve çaresiz kalmıştı.
Omar ve diğer göçmenler, polisler tarafından alındı ve sorguya çekildiler. Günler süren prosedürler, parmak izleri, tıbbi muayeneler. Omar, kendini bir karmaşanın içinde bulmuştu. Ne konuşacağını, ne yapacağını bilemiyordu. Sadece hayatta kalmaya çalışıyordu.
Sonunda, Omar bir mülteci kampına gönderildi. Kamp, zor koşullara sahipti ancak Omar, yine de umutlu kalmaya çalışıyordu. Yaptığı yolculuğun zorluğunu hatırladıkça, ne kadar güçlü olduğunu anlıyordu. Yeni bir hayat kurmak, yeni bir başlangıç yapmak istiyordu.
Mülteci kampında, Omar, diğer göçmenlerle tanıştı. Onların da hikayeleri, kendi hikayesi kadar acı doluydu. Birbirlerine destek oldular, birbirlerini anladılar. Birlikte yeni bir dil öğrendiler, bir iş bulmaya çalıştılar. Yavaş yavaş, umut filizlenmeye başladı.
Omar, artık sadece hayatta kalmak değil, yaşamak istiyordu. Öğrenmek, çalışmak ve köyündeki ailesine yardım etmek istiyordu. Belki bir gün, dedesinin anlattığı o refah dolu topraklara ulaşacaktı. Ama şimdilik, sadece hayatta kalmak ve bu yeni hayata adapte olmak zorundaydı.
Uçağın altında geçirdiği o korkunç yolculuk, Omar’ı değiştirmişti. Onu daha güçlü, daha kararlı ve daha umutlu yapmıştı. Tahta bir sandık içinde çıktığı yolculuk, hayatının en zorlu ama en önemli dönüm noktalarından biri olmuştu. Omar, artık hayata başka bir gözle bakıyordu ve her şeye rağmen, hayallerinin peşinden gitmeye devam edecekti.
Omar, kaçakçıların karanlık ve pislik dolu kampında, diğer umutsuz insanlarla beraber beklerken kalbi ağzında atıyordu. Bu yolculuk, hayatı ya da ölümü getirebilirdi. Kaçakçılar, onları bir uçak kargosuna yerleştireceklerdi. Herkes gibi o da, neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Sadece hayatta kalmak istiyordu.
Gece yarısı, kamyonlar geldi. Omar ve diğerleri, kargoların arasına sıkıştırılmış, tahta sandıklara tıkıştırıldılar. Omar’ın sandığı, diğerlerinden daha dar ve daha eskiydi. İçinde, küflenmiş odun kokusu ve ağır bir nem vardı. Karanlık, boğucu bir battaniye gibi üzerlerine çökmüştü.
Uçak pistine gelindiğinde, sandıklar hızla uçağın altına yüklendi. Motorların gürültüsü, gök gürültüsünü andırıyordu. Omar, sandalyesinin altından geçen tekerlekleri ve gövdenin titreyişini hissediyordu. Sandık içinde, her an sallanıyor ve takırdıyordu.
Uçak havalandığında, Omar’ın dünyası değişti. İlk defa böyle bir yükseklikte bulunuyordu. Sandık içinde, sıkışık ve karanlıkta, korku ve heyecan karışımı bir duyguyla doluydu. Uçak, hava akımlarından dolayı sürekli sarsılıyor, sanki bir çamaşır makinesinin içinde dönüyormuş gibi hissediyordu.
Saatler, günler gibi geçiyordu. Omar, yiyecek ve su sıkıntısı çekiyordu. Sandığın içindeki hava, git gide daha bayat ve tükendikçe daha zor nefes alıyordu. Vücudu, kemikleri ağrıyana kadar bükülmüştü. Her hareket, acıya neden oluyordu. Yanındaki sandıklardan da inilti sesleri geliyordu. Herkes aynı acıyı çekiyordu.
Omar, zihninde köyünü, annesini, küçük kız kardeşini hatırlıyordu. Onlara daha iyi bir hayat vermek için buradaydı. Onlara kavuşabilmek için bu yolculuğu göze almıştı. Hatırladığı her şey ona güç veriyordu.
Birkaç gün sonra, Omar, sandığın içindeki karanlığa alışmıştı. Artık zaman kavramını yitirmişti. Uçak sarsıldıkça, öksürüyor ve zor nefes alıyordu. Susuzluktan dili damağına yapışmış, dudakları çatlamıştı. Birkaç kez bayılmış, kendine geldiğinde sadece acı çekiyordu.
Bir gece, Omar bir tuhaflık hissetti. Uçak, aniden alçalmaya başlamıştı. Gürültüsü azaldı, ardından da durdu. Kalbi, daha hızlı çarpmaya başladı. Umut mu yoksa korku mu hissediyordu, tam olarak anlayamıyordu.
Kapılar açıldı ve gün ışığı, karanlığı deldi. Kaçakçılar, sandıkları hızla boşaltmaya başladı. Omar’ın sandığı, en son çıkarılanlardan biriydi. Sandıktan çıktığında, gözleri kamaştı. Bacakları titriyordu, ayakta zor duruyordu.
Çevresindeki manzara, beklediğinden çok farklıydı. Burası, dedesinin anlattığı cennet değil, ıssız bir hangardı. Etrafta, yabancı diller konuşan insanlar, görevliler ve polisler vardı. Kaçakçılar, hızla kaçmıştı. Omar, tek başına ve çaresiz kalmıştı.
Omar ve diğer göçmenler, polisler tarafından alındı ve sorguya çekildiler. Günler süren prosedürler, parmak izleri, tıbbi muayeneler. Omar, kendini bir karmaşanın içinde bulmuştu. Ne konuşacağını, ne yapacağını bilemiyordu. Sadece hayatta kalmaya çalışıyordu.
Sonunda, Omar bir mülteci kampına gönderildi. Kamp, zor koşullara sahipti ancak Omar, yine de umutlu kalmaya çalışıyordu. Yaptığı yolculuğun zorluğunu hatırladıkça, ne kadar güçlü olduğunu anlıyordu. Yeni bir hayat kurmak, yeni bir başlangıç yapmak istiyordu.
Mülteci kampında, Omar, diğer göçmenlerle tanıştı. Onların da hikayeleri, kendi hikayesi kadar acı doluydu. Birbirlerine destek oldular, birbirlerini anladılar. Birlikte yeni bir dil öğrendiler, bir iş bulmaya çalıştılar. Yavaş yavaş, umut filizlenmeye başladı.
Omar, artık sadece hayatta kalmak değil, yaşamak istiyordu. Öğrenmek, çalışmak ve köyündeki ailesine yardım etmek istiyordu. Belki bir gün, dedesinin anlattığı o refah dolu topraklara ulaşacaktı. Ama şimdilik, sadece hayatta kalmak ve bu yeni hayata adapte olmak zorundaydı.
Uçağın altında geçirdiği o korkunç yolculuk, Omar’ı değiştirmişti. Onu daha güçlü, daha kararlı ve daha umutlu yapmıştı. Tahta bir sandık içinde çıktığı yolculuk, hayatının en zorlu ama en önemli dönüm noktalarından biri olmuştu. Omar, artık hayata başka bir gözle bakıyordu ve her şeye rağmen, hayallerinin peşinden gitmeye devam edecekti.