SABIR, ACI BİR BAL
Her şey sabırla güzel
…
Sabır…
Tılsımlı bir kelime… Söylenişinde bile insanın ruhunu serinletiyor; “sabır”…
Sabır denilince akla ilk gelen ne olurdu acaba? İlk cümleniz “acı, ızdırab, hüzün mü” olurdu?
Sabır… Sabır… Sabır…
İçimi yakan acım, ızdırabım sabır…
Sabır… Belalara, musibetlere, hastalıklara, afetlere… Hâşâ, “Ya Rabbi! Benden başkası yok muydu?” demeden. O misal ki, Cenaba-ı Hakk’ın: “Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı (rıza halinde bir kul) bulmuştuk. O ne güzel kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sad; 44) buyurduğu, Hz Eyüp misali sabır…
Bir kul niyaz ederek:
“Ya Rabbi! Peygamberlerini, büyük dostlarını, velilerini, bedenlerini layık gördüğün bu rahatsızlığa beni de layık gördün. Sana şükürler olsun. Allah’ım onu benim için hayırlı ve mübarek kıl! Onun hakkını verebilmeyi, layığı veçhiyle şükredebilmeyi nasip eyle. Ya Rabbi! Şu dünya hayatında, hastalıklar, kederler, musibetler, belalar üzerimize gelmese, biz gafletimiz içinde boğulur, seni ve sana olan kulluğumuzu unuturduk…
“Ya Rabbi! Bizi inkâra götüren, gücümüzü aşan, belimizi büken, bize Seni unutturan felaketler verme. Bizi sana yaklaştıran, senin rızanı kazanmamıza vesile olacak; başı hayır, ortası hayır, akıbeti hayır güzelliklerle nimetlendir. Allah’ım! Senden keder ve bela istenmez. Bize bu dünyada da ahiret hayatında da güzellikler ihsan eyle!”
Sabır… Verilen nimetlere boğulmadan, bolluğa dalmadan, kulluğu unutmadan…
Şımartmadığı, şımartmayacağı bir kulluk şuuru ile sabır…
İbadetlere sabır, kulluğa sabır…
Orucun meşakkatine, namazın devamlılığına, haccın rükünlerine, zekât ve sadakanın hassasiyetlerine, cihadın zorluklarına…
Sabır, ailede sabır… Zevç veya zevcenin hatalarına, çocukları yetiştirip terbiye etmenin çilelerine, anne babaya, onların bazen çocukça isteklerine, duygularına, düşüncelerine “öf” bile demeden…
Hz. Yakub’un sabrı
Hz. Yakup misali; evladının evladına yaptığını bile bile kınamadan, küsmeden sabrı cemil ile halini hüznünü sadece Allah’a takdim ederek: “… Ben sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum…” (Yusuf 86) Yine tarihi bir hadisedir ki, Züleyha cenab-ı Yusuf için ömür boyu yandı, tutuştu; sitem etmedi. Sabırlı oldu.
Gönlünde hicran ırmakları taştı: “Ey gönül, ey gönül; ‘Gel de güzelliği seyret’ demedesin. Ama o ayın bile kıskandığı güzel benden kaçmakta, o bir şahin bense bir serçe, ona nasıl ulaşılır ki?”
Hz. Yakup da yine o seçilmiş incinin derdiyle gözlerini kaybetti. Biri aşkta, biri şefkatte birbiriyle adeta yarıştı. Sonunda ikisi de ihlâsları ve sabırları sebebiyle Hz. Yusuf’un cemali kâsesinden visal zemzemini içmek devletine mazhar oldular.
Sabır, insanca yaşamaya, müslümanca yaşamaya… Dininden, inancından taviz vermemeye, emri bil marufa, nehyi anil münkere, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye, insanların hepsinin terk ettiği bir sünneti ifaya, unutulan bir farzı ihyaya…
Sabır, Allah’ın emirlerini yerine getirmede gösterilmesi gereken sabır, günahlara karşı direnme ve Allah’ın yasaklarından kaçınmada gösterilmesi gereken sabır…
Aceleci olmama ve zamanın şartlarının getirdiği olumsuzluklar karşısında, ümitsizliğe düşmeme manasında sabır…
Hakk’ın kaza ve kaderine rıza gösterme, dolayısıyla başa gelen musibetlere hiç şikâyetsiz dayanma manasında sabır ve dünyanın çekiciliklerine kapılmama anlamında sabır…
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin.” (Bakara,153) Sabırla namaz, birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir. Çünkü namaz, Allah’a imandan sonra kulluk adına yapılabilecek en büyük iştir. Namaz bütün ibadetlerin piri ve din gemisinin rotası ve kalpte miraca ulaşmanın da ışıktan merdivendir.
Allah’ın, her şeyi bütün teferruatıyla bildiğinin, kulunu hiçbir zaman unutmadığının, onun gücünün üstünde sorumluluklar yüklediğinin, her şeyin hayırlısını takdir ettiğinin farkında olarak sabır…
Sabır; amelle, tevekkülle…
Sabır; gayretle, alın teriyle…
Sabır; taviz vermeden, direnerek…
Sabır; kalbini günah lekesiyle kirletmeden…
Sabır; incitmeden ve daha çok zoru incinmeden…
Sabır… Bir kardelen çiçeği misali narin, nazik ama kararlı… Ya da Nemrut’un ateşini gül bahçesine döndüren Hz. İbrahim gibi emredileni sadece emredildiği için ve emredildiği şekliyle yaptıktan sonra, başa gelene boyun eğerek…
Zindanı mektebe, yatağı ibadethaneye, sürgünü hicrete, zahmet ve çileyi nimete, idamı şehadete çeviren sabır…
Sabır, sabır, sabır…
Bizdeki de sabır mı?
Sabır, imanla, ibadetle, var olur, Kuran’la kuvvetlenir, gece ibadetleriyle perçinlenir.
“…Rabbimiz bize bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al!” (Araf, 126)
Ya da Talut’un ordusunun Calut ve askerleriyle karşı karşıya geldiklerinde, ettikleri niyaz gibi: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir kavme karşı bize yardım eyle…” (Bakara, 250)
Sabır derken, hayatta en çok sabırlı olan Eyüp aleyhisselamın nelere sabrettiğine bakalım birde… Hastalığının en şiddetli günlerini yaşıyordu. Hanımı Rahime Hatun:
– Sen bir Peygambersin! Allah Teâlâ’dan sıhhat ve afiyet istesen de bu dertten kurtulsan!”dedi. Eyüp aleyhisselam:
– Sıhhat ve afiyetle geçen günlerimiz ne kadardı? Diye sordu. Rahibe Hatun:
– Seksen yıl idi. Bunun üzerine Eyüp aleyhisselam:
– Ey Rahime! Cenab-ı Hak bana, seksen sene sıhhatli ömür ihsan etti. Hastalık müddettim sıhhatle geçen ömrüme nazaran çok az. Hal böyleyken, Cenab-ı Mevla’ya halimi şikâyet etmekten hayâ ederim. Allah Teâlâ, bizlere nimetler verirken (razı oluyoruz da) gelen belalara niçin sabretmeyelim? Ben Rabbimden razıyım, dedi.
Eyüp aleyhisselamın bu tavrı, rızasının en güzel misalini sergiler. Eyüp (as) bütün musibet ve sıkıntılara rağmen, halinden şikâyetçi duruma düşmemek ve takdire rızada kusur göstermemek için hastalığını Cenab-ı Hakk’a arz etmekten, kendisi için sıhhat ve afiyet dilemekten bile çekinmiştir.
Nihayet zevcesinin ısrarları karşısında sadece: “…(Rabbim!) Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (Enbiya, 83) diye, niyazda bulunmuştur. Bu dua üzerine Allahu Teâlâ, kullukta daim olanlara bir rahmet hatırası olmak üzere onun derdini gidermiş, kendisine yeniden mal ve evlatlar lütfetmiştir.
Cenabı-Hak, sabır, şükür ve rıza makamında zirveleşen Eyüp (as) için: “O ne güzel kul!” (Sad, 44) iltifatında bulunmuştur.
Mevla’dan gelen belalara bizler de Eyüp (as) gibi sabretmeliyiz.
Mevla sabredenlerle beraber. “Alan sensin, veren sensin, kılan sen. Ne verdinse odur, Ya Rab! Dahi senden başka neyimiz var.”
(Aziz Mahmut Hüdayi)
Ya Hâdi!
Sonu olmayan bu yolun başındayız
Evvel de sensin, Ahir de sen
Evvel de de sen varsın, ahir de de…
Ucu sana ulaşan bu yolda, kalp adımlarımızla yürüyoruz, ışığımız zayıf…
Sen kavi eyle, sen bizi vasıl eyle! (Âmin)