ZeyNoO'dan Alıntılar...

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
Bu gece ne bir yıldız, ne ay var yaşlı gecede
Hüzne yer yok yüreğimizde hüzne yer yok
Nasıl olsa kıramazlar filizlerini
mutluluk pınarından kaynaklanan sevgimizin.
Çabuk gelir geçer yaz yağmurları
Bu gece ne bir yıldız, ne ay var yaslı gecede
Yine de hüzne yer yok yüreğimizde

A. Kadir

4.webp
 
Ey benim yüreğimin nazlı çiçeği..
Barışın ellere, küsün bana mı?
Sana kim öğretti böyle sevmeyi.
Bayramın ellere, yasın bana mı?..
Duymadın gönlümün haykırışını, Kırdın şu gönlümün sabır taşını,
Görmekten usandım çatık kaşını, Gülüşün ellere de nazın bana mı?
Uçurdun yellere ümitlerimi, Düşürdün dillere çektiklerimi, Soldurdun içimde hayalleri mi,
BAHARIN ELLERE’DE, KIŞIN BANAMI…?

MEVLANA
 
Duası olmayanın ola mı umudu;
duaya durmayanın kala mı su’du?
Duadan ayrılsa kul mu kalır, insan mı kalır;
duadan özge eylül mü kalır,nisan mı kalır?
Gelin dua edelim, Hakk’a gidelim.
Mavi bir şeyler girsin hayallerimize,
aklar ve yeşiller vursun hallerimize.
Zaman ve mekanı bahşedelim süveydalarımıza,
sevdalarımızı nakşedelim zamanlar ve mekanlarımıza.
Kabul olunmayacak duadan O’na sığınarak gelin dua edelim,
düşelim yollarına görüşelim,varalım illerine yalvaralım.
O vermek istemeseydi istemeyi vermezdi bize; O sevmemizi istemeseydi sevmeyi istetmezdi bize.

İskender Pala
 
Hatırlar mısın oyuna daldığın solgun ikindileri? Terk edilmiş sokak başlarını süsleyen çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırm…azdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”

Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”
Kalbine bir ana bakışıdır namaz.

De ki:
iyi ki geldin sıcak yanım
ölümü sol köşede eritti bakışların*

Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.

Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…
Gözlerine bir kız çocuğu ağ(lay)ışıdır namaz.

De ki:
gözlerin ışık seli senin
al kara(n)lıklarımı gözbebeklerinde yıka

SENAİ DEMİRCİ.
 
SABIR, ACI BİR BAL

Her şey sabırla güzel

Sabır…
Tılsımlı bir kelime… Söylenişinde bile insanın ruhunu serinletiyor; “sabır”…

Sabır denilince akla ilk gelen ne olurdu acaba? İlk cümleniz “acı, ızdırab, hüzün mü” olurdu?

Sabır… Sabır… Sabır…
İçimi yakan acım, ızdırabım sabır…

Sabır… Belalara, musibetlere, hastalıklara, afetlere… Hâşâ, “Ya Rabbi! Benden başkası yok muydu?” demeden. O misal ki, Cenaba-ı Hakk’ın: “Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı (rıza halinde bir kul) bulmuştuk. O ne güzel kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sad; 44) buyurduğu, Hz Eyüp misali sabır…

Bir kul niyaz ederek:
“Ya Rabbi! Peygamberlerini, büyük dostlarını, velilerini, bedenlerini layık gördüğün bu rahatsızlığa beni de layık gördün. Sana şükürler olsun. Allah’ım onu benim için hayırlı ve mübarek kıl! Onun hakkını verebilmeyi, layığı veçhiyle şükredebilmeyi nasip eyle. Ya Rabbi! Şu dünya hayatında, hastalıklar, kederler, musibetler, belalar üzerimize gelmese, biz gafletimiz içinde boğulur, seni ve sana olan kulluğumuzu unuturduk…

“Ya Rabbi! Bizi inkâra götüren, gücümüzü aşan, belimizi büken, bize Seni unutturan felaketler verme. Bizi sana yaklaştıran, senin rızanı kazanmamıza vesile olacak; başı hayır, ortası hayır, akıbeti hayır güzelliklerle nimetlendir. Allah’ım! Senden keder ve bela istenmez. Bize bu dünyada da ahiret hayatında da güzellikler ihsan eyle!”

Sabır… Verilen nimetlere boğulmadan, bolluğa dalmadan, kulluğu unutmadan…
Şımartmadığı, şımartmayacağı bir kulluk şuuru ile sabır…
İbadetlere sabır, kulluğa sabır…

Orucun meşakkatine, namazın devamlılığına, haccın rükünlerine, zekât ve sadakanın hassasiyetlerine, cihadın zorluklarına…

Sabır, ailede sabır… Zevç veya zevcenin hatalarına, çocukları yetiştirip terbiye etmenin çilelerine, anne babaya, onların bazen çocukça isteklerine, duygularına, düşüncelerine “öf” bile demeden…

Hz. Yakub’un sabrı

Hz. Yakup misali; evladının evladına yaptığını bile bile kınamadan, küsmeden sabrı cemil ile halini hüznünü sadece Allah’a takdim ederek: “… Ben sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arz ediyorum…” (Yusuf 86) Yine tarihi bir hadisedir ki, Züleyha cenab-ı Yusuf için ömür boyu yandı, tutuştu; sitem etmedi. Sabırlı oldu.
Gönlünde hicran ırmakları taştı: “Ey gönül, ey gönül; ‘Gel de güzelliği seyret’ demedesin. Ama o ayın bile kıskandığı güzel benden kaçmakta, o bir şahin bense bir serçe, ona nasıl ulaşılır ki?”

Hz. Yakup da yine o seçilmiş incinin derdiyle gözlerini kaybetti. Biri aşkta, biri şefkatte birbiriyle adeta yarıştı. Sonunda ikisi de ihlâsları ve sabırları sebebiyle Hz. Yusuf’un cemali kâsesinden visal zemzemini içmek devletine mazhar oldular.

Sabır, insanca yaşamaya, müslümanca yaşamaya… Dininden, inancından taviz vermemeye, emri bil marufa, nehyi anil münkere, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye, insanların hepsinin terk ettiği bir sünneti ifaya, unutulan bir farzı ihyaya…

Sabır, Allah’ın emirlerini yerine getirmede gösterilmesi gereken sabır, günahlara karşı direnme ve Allah’ın yasaklarından kaçınmada gösterilmesi gereken sabır…
Aceleci olmama ve zamanın şartlarının getirdiği olumsuzluklar karşısında, ümitsizliğe düşmeme manasında sabır…

Hakk’ın kaza ve kaderine rıza gösterme, dolayısıyla başa gelen musibetlere hiç şikâyetsiz dayanma manasında sabır ve dünyanın çekiciliklerine kapılmama anlamında sabır…

“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin.” (Bakara,153) Sabırla namaz, birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir. Çünkü namaz, Allah’a imandan sonra kulluk adına yapılabilecek en büyük iştir. Namaz bütün ibadetlerin piri ve din gemisinin rotası ve kalpte miraca ulaşmanın da ışıktan merdivendir.

Allah’ın, her şeyi bütün teferruatıyla bildiğinin, kulunu hiçbir zaman unutmadığının, onun gücünün üstünde sorumluluklar yüklediğinin, her şeyin hayırlısını takdir ettiğinin farkında olarak sabır…

Sabır; amelle, tevekkülle…
Sabır; gayretle, alın teriyle…
Sabır; taviz vermeden, direnerek…
Sabır; kalbini günah lekesiyle kirletmeden…
Sabır; incitmeden ve daha çok zoru incinmeden…
Sabır… Bir kardelen çiçeği misali narin, nazik ama kararlı… Ya da Nemrut’un ateşini gül bahçesine döndüren Hz. İbrahim gibi emredileni sadece emredildiği için ve emredildiği şekliyle yaptıktan sonra, başa gelene boyun eğerek…

Zindanı mektebe, yatağı ibadethaneye, sürgünü hicrete, zahmet ve çileyi nimete, idamı şehadete çeviren sabır…
Sabır, sabır, sabır…

Bizdeki de sabır mı?

Sabır, imanla, ibadetle, var olur, Kuran’la kuvvetlenir, gece ibadetleriyle perçinlenir.
“…Rabbimiz bize bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al!” (Araf, 126)
Ya da Talut’un ordusunun Calut ve askerleriyle karşı karşıya geldiklerinde, ettikleri niyaz gibi: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir kavme karşı bize yardım eyle…” (Bakara, 250)

Sabır derken, hayatta en çok sabırlı olan Eyüp aleyhisselamın nelere sabrettiğine bakalım birde… Hastalığının en şiddetli günlerini yaşıyordu. Hanımı Rahime Hatun:
– Sen bir Peygambersin! Allah Teâlâ’dan sıhhat ve afiyet istesen de bu dertten kurtulsan!”dedi. Eyüp aleyhisselam:
– Sıhhat ve afiyetle geçen günlerimiz ne kadardı? Diye sordu. Rahibe Hatun:
– Seksen yıl idi. Bunun üzerine Eyüp aleyhisselam:
– Ey Rahime! Cenab-ı Hak bana, seksen sene sıhhatli ömür ihsan etti. Hastalık müddettim sıhhatle geçen ömrüme nazaran çok az. Hal böyleyken, Cenab-ı Mevla’ya halimi şikâyet etmekten hayâ ederim. Allah Teâlâ, bizlere nimetler verirken (razı oluyoruz da) gelen belalara niçin sabretmeyelim? Ben Rabbimden razıyım, dedi.

Eyüp aleyhisselamın bu tavrı, rızasının en güzel misalini sergiler. Eyüp (as) bütün musibet ve sıkıntılara rağmen, halinden şikâyetçi duruma düşmemek ve takdire rızada kusur göstermemek için hastalığını Cenab-ı Hakk’a arz etmekten, kendisi için sıhhat ve afiyet dilemekten bile çekinmiştir.

Nihayet zevcesinin ısrarları karşısında sadece: “…(Rabbim!) Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (Enbiya, 83) diye, niyazda bulunmuştur. Bu dua üzerine Allahu Teâlâ, kullukta daim olanlara bir rahmet hatırası olmak üzere onun derdini gidermiş, kendisine yeniden mal ve evlatlar lütfetmiştir.
Cenabı-Hak, sabır, şükür ve rıza makamında zirveleşen Eyüp (as) için: “O ne güzel kul!” (Sad, 44) iltifatında bulunmuştur.

Mevla’dan gelen belalara bizler de Eyüp (as) gibi sabretmeliyiz.
Mevla sabredenlerle beraber. “Alan sensin, veren sensin, kılan sen. Ne verdinse odur, Ya Rab! Dahi senden başka neyimiz var.”


(Aziz Mahmut Hüdayi)

Ya Hâdi!
Sonu olmayan bu yolun başındayız
Evvel de sensin, Ahir de sen
Evvel de de sen varsın, ahir de de…
Ucu sana ulaşan bu yolda, kalp adımlarımızla yürüyoruz, ışığımız zayıf…
Sen kavi eyle, sen bizi vasıl eyle! (Âmin)
 
Sabahleyin, bülbül yeni açılmış gül goncasına:

”Çok nazlanma. Zira bu bağda senin gibi nice güller açtı.” dedi.

Gül gülerek :

”Doğru sözden incinmeyiz lakin, hiç bir aşık da maşuğuna böyle ağır söz söylememiştir!”

diye cevap verdi.



Hâfız-ı Şirâzî
 
Geri
Top