• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

34 - İstanbul

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Yüzölçümü: 5.712 km²
Nüfus: 7.309.190 (1990)
İl Trafik No: 34

"Orada, Tanrı ve insan, doğa ve sanat hep birlikte, yeryüzünde öylesine mükemmel bir yer yarattılar ki, görülmeğe değer." Bir koluyla Asya'ya, diğeriyle Avrupa'ya uzanarak iki kıtayı da kucaklayan kenti Lamartine böyle tanımlıyor.

Başkentler başkenti olarak bilinen, önce Roma, ardından Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ve kıtalara hükmederek büyük barış coğrafyaları yaratmış, Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik yapan İstanbul, geçmişin ihtişamını gururla korurken modern bir geleceğe doğru ilerlemektedir. İstanbul'daki çeşitlilik ziyaretçileri gerçekten büyülemektedir. Müzeleri, kiliseleri, sarayları, camileri, pazar yerleri ve doğal güzellikleri bitmez tükenmez nüanslar sunmaktadır. Boğazın kıyısında şöyle bir arkanıza yaslandığınızda, grupta kızaran renklerin karşı sahildeki evlerin pencerelerine yansımasını seyrederek, yüzyıllar öncesinde, insanların bu olağanüstü yeri neden seçtiklerini birden anlar ve İstanbul'un "dünyanın merkezindeki" şehir olduğunu hissedersiniz.

Şehrin en güzel anıtları, Haliç-Marmara Denizi-Surlar arasında kalan yarımadada yer alır. Kentin tepelerinden yükselen 500'ü aşkın caminin sulieti baş döndürücü bir atmosfer yaratır. İnsan kendini geçmiş zamanla bugün arasında bir rüyada gibi hisseder! Altı minaresiyle İstanbul'un sembolü haline gelen, dekorasyonunda kullanılan mavi çiniler nedeni ile "Mavi Cami" diye anılan Sultanahmet Camii'ni mutlaka görmelisiniz. Karşısında, İmparator Justinien zamanında kilise olarak inşa edilmiş olan ünlü Ayasofya Müzesi yer alır; mimari hünerler örneği olan bu yapı, Hz. İsa'yı, Hz. Meryem'i ve imparatorları tasvir eden nefis mozaik panolarla bezenmiştir. Bir başka tepeden bu iki muhteşem abideyi seyreden Süleymaniye Cami ise Osmanlı mimarlık sanatının zirvesidir. Kanuni Sultan Süleyman'ın isteği üzerine Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir.

Marmara'ya ve Boğaz'a hakim bir tepe üzerinde, 400 yıl boyunca Osmanlı sultanlarına konutluk ve siyasi merkezlik etmiş olan Topkapı Sarayı yer alır. Topkapı'da Çin Porselenleri koleksiyonunu, altın işlemeli ve değerli taşlarla süslü tahtları, sultan kostümlerini, masallardakileri andıran mücevherleri, nadir elyazması kitapları, yüzyıllarca merak uyandırmış olan harem salonlarını görebilirsiniz.

Ayasofya ile Sultanahmet Cami arasında araba yarışlarının yapıldığı Bizans Devrinin ünlü Hipodromu ve bu Hipodromun orta yerinde, bu dönemden kalma üç dikilitaş bulunur.

Yerebatan Sarayı Bizans döneminde yapılmış en önemli su sarnıçlarından biridir. En güzel Bizans devri eserlerinden biri sayılan Kariye Müzesi mozaik ve fresklerle süslü orijinal dekorunu muhafaza etmektedir. İstanbul'da görmeden edemeyeceğiniz bir başka mekan da Eyüp Camiidir. Burası, Eyüp Sultan'ı ziyaret edip manevi haz arayanlara güvercin sesleriyle her an cıvıl cıvıl bir ortam sunar.

İstanbul tarihsel yapıların yeniyle buluştuğu, yenilendiği bir şehirdir aynı zamanda. Kapalıçarşı labirentvari yapısıyla geçmişin hülyalı günlerinin izlerini taşımakta ısrar ederken bir yandan da modern dünyanın yepyeni ürünlerini serer önünüze; büyüleyici mücevherler, bakır eşyalar, halılar, çeşit çeşit deri ve süet giyim... Cazibesine kapılınca en ufak bir yorgunluk duymadan saatlerce dolaşabilirsiniz bu çarşıda.

Boğaz'da bir vapur gezisi, unutulmaz anılarınız arasına girecektir. Boğaz'ın iki yakasında sıralanan her birinden ayrı bir sevda masalının sulara yansıdığı asude ve emsalsiz yalılar, 20. yüzyılda yapılan lüks villalar, Dolmabahçe, Göksu ve Beylerbeyi Sarayları, Rumeli ve Anadolu Hisarları, balıkçı köylerinden kalma izler, lokantalar, çay bahçeleri, parklar, gece kulüpleri sizi büyüleyebilir. Aynı günde Karadeniz'in vahşi sahillerinde denize girip ardından Marmara'nın sakin kıyılarında bir çay bahçesinde bir fincan kahvenizi yudumlarken belki de tarihe geçecek anılarınızı kaleme alabilirsiniz.

Eşsiz tarihi ve kültürel geçmişi ve sayısız cazibesine ilave olarak modern oteller, istisnai lokantalar, gece kulüpleri, kabareler, tarihi çarşılar ve dükkanlar İstanbul'u konferans ve kongreler için dört dörtlük bir mekan yapmaktadır.

İlçeler

Adalar, Bakırköy, Beşiktaş, Beykoz, Beyoğlu, Eminönü, Eyüb, Fatih, Gazi Osman Paşa, Kadıköy, Kâğıthane, Kartal, Küçükçekmece, Pendik, Sarıyer, Şişli, Ümraniye, Üsküdar, Zeytinburnu, Büyükçekmece, Çatalca, Silivri, Şile, Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Bayrampaşa, Esenler, Güngören, Maltepe, Sultanbeyli, Tuzla.
 
NASIL BİR ŞEHİR BU İSTANBUL ??



Nasıl bir şehirdir bu İstanbul ?
Sensizlik ,üzerime çöreklenmiş bir akşamda,
Denizden gelen dalga sesleri arasında,
Köşeye kıstırılmış kedi misali,tırsmışım.

Bu kadar mı boğar sensizlik bu şehirde,
Bu kadar mı yalnız hisseder kendini insan,
Sensizlik mi sarhoş eder içmeden
Nesin, kimsin, necisin,nerdesin
Şehre küfretsem ,şehrin suçu yok
Sana küfretsem,faydası yok,
Bana küfretsem anamın ne suçu var.
Kaderse bu yaşadıklarım,
Adı mutsuzluksa payıma düşen
Ben mi yazdım , yaşıyorum bunları

Elimde bir olta,
Kıyısındayım denizin.
Binlerce balık olsa ,oynaşan,
Payıma çer çöp düşer bu denizde
Bu şehir mi , bu deniz mi
Yoksa , kader oyunu mu bu ?
Acıklı türkü desem, gülmeler de birileri.
Hikaye baştan bozuk,
El atsam,tutacak yer yok,yar yok
Nasıl şehirdir bu İstanbul şehri, içinde ben yok.

Sevgili benden yana,sessiz sedasız,
Gönlüm inlemede,
Şans, kapıları hiç çalmayacak cinsten.
Kalbim buruk,dilim suskun,
Elim,
Kırık ,beş, on parça,
Uzatsam,tutamaz tutulamaz aşktan yana
Bahtı kırık,kalbi buruk,
Ben şehrin müzmin sızlayanı,
Hani çeker de vurur ya kendini birileri
Ben zaten vurgun yemiş alık.

Biteceği zaman da ömrün,
Dönse kapında şans topları beşer beşer,
Üstüne yağsa da gecikmiş sevgiler, beklentiler
Faydası yok oyun bitmiş,
Olmadının,gülmedinin,bulmadının isyanları
Bu yaşta mı,bu kışta mı,bu göçte mi,zamanın,
Hala kapıları kıracak sevda mı kalır,
Denizleri aşacak takat mi kalır,
Henüz vakit darken,
Sevgili...
Hala ne bekler,
Biterse ömrüm.

Küssem çekip gitsem,buralardan
Denizler ağlar,balıklar ağlar
Sazım ağlar,dostlar ağlar
Ben ağlarım.
 
Aksaray:
Fatih'in sadrazamı Ishak Paşa, Iç Anadolu Bölgesi'ndeki Aksaray'ı ele
geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin
bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da semte adlarını verirler.
Ahırkapı:
Marmara Denizi'nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından birisi olan bu
semte, Padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için
Ahırkapı ismi verildi.
Aşiyan:
Kuş yuvası. Günümüzdeki ismini şair Tevfik Fikret'in burada bulunan,
Farsçada kuş yuvası anlamına gelen 'Aşiyan' isimli evinden alıyor.
Bağlarbaşı: Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından
dolayı bu adla anılıyor.
Bebek:
Semtin isminin nereden geldiği konusunda iki rivayet bulunuyor. Bunlardan
ilki, Fatih Sultan Mehmet'in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının
Bebek lakaplı olması. Diğeri ise padişahın semtteki bahçesinde gezerken
yılan görüp korkan şehzadesine bebek demesi ve bundan sonra bahçesinin bebek
bahçesi olarak anılması.
Beşiktaş:
Ilk görüş, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemilerini bağlamak
için diktirdiği beş taştan aldığı yönünde. Diğeri ise bir papazın burada
yaptığı kiliseye Kudüs'ten getirdiği beşik taşını koyduğu ve ismin buradan
geldiği yönünde.
Beyazıt:
Sultan II. Beyazıt'ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye
yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.
Beyoğlu:
Semtin isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler bulunuyor.
Bunlardan ilkine göre, Islamiyet'i kabul edip burada oturmaya başlayan
Pontus Prensinden adını alıyor semt. Diğerine göreyse, 'Bey Oğlu' diye
anılan Venedik Prensinin burada oturmasından geliyor semtin adı. Son
bir rivayet de, burada oturan Venedik elçisine, yazışmalarda, "Beyoğlu" diye
hitap edilmesinden semtin bu adla anıldığını söylüyor.
Bakırköy:
Bizanslıların 'Makri Hori' dedikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline
geçince 'Makriköy' adını aldı. 1925'te ulusal sınırlar içindeki yabancı
kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk'ün isteğiyle semt Bakırköy
adını aldı.
Bostancı:
Semt, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan
biri olmasından alıyor.
Çatladıkapı:
Bizans zamanında yapılan surların Sidera adı bir verilen kapısı, 1532
tarihinde meydana gelen depremde çatlayınca, hem semt hem de kapı
Çatladıkapı olarak anılmaya başladı.
Çemberlitaş:
Bizans'ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu'nun bulunduğu yerdeki
büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.
Çengelköy:
Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tahmin
ediliyor.
Çıksalın:
Güzel manzaralı, geniş bir çevreye hakim olan bölgeye, halk arasında "çık,
salın" denilmeye başlandı.
Eminönü:
Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi 'Emin'lere aitti. Semt,
adını burada bulunan 'Gümrük Eminliği'nden alıyor.
Feriköy:
Semt adını Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan Madam
Feri'den alıyor. Bölgede bulunan geniş topraklar padişah tarafından Madam
Feri'nin eşine bağışlanmıştı. Ama eşi ölünce semt onun ismiyle anılmaya
başlandı.
Galata:
Gala, Rumca da "süt" anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata'nın adı
semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise
Italyanca 'denize inen yol' anlamına gelen 'galata' kelimesi düşünülerek bu
isim verildi.
Horhor:
Fatih'te bulunan semt, adını Horhor çeşmesinden alıyor. Rivayete göre Fatih
Sultan Mehmet bölge civarında yürürken yerin altından su sesleri duyar ve
yanındakilere, "Buraya bir çeşme yapın baksanıza 'hor hor' su sesleri
geliyor" der ve buraya bir çeşme yapılır. Çeşme de semt de Horhor ismiyle
anılmaya başlar.
Okmeydanı:
Fetih Ordusu kuşatmanın bir kısmını burada kurulan karargâhta geçirmiş.
Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.

Şişli:
Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı
olduğu ve 'Şişçilerin Konağı'nın zamanla değişikliğe uğrayarak 'Şişlilerin
Konağı' hâline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.
Şaşkınbakkal:
Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için
bölgeye gelenlere bir bakkal dükkânı açıldığını görenler, burada iş
yapılmayacağını düşünerek bakkala "şaşkın bakkal" yakıştırması yaptılar.
Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.
Sütlüce:
Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı.
Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu
suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bundan dolayı semt,
Sütlüce olarak anılır oldu.
Tahtakale:
Sözlük anlamı 'kale altı' olan Taht-el-kale'nin bozulmasıyla Tahtakale'ye
dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının
aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ediliyor.
Taksim:
Osmanlı zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer, Taksim olarak
anılmaya başlandı.
Teşvikiye:
Sultan Abdülmecit'in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin
adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu durumu, Harbiye Karakolu ile Rumeli ve
Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeliyor.
Unkapanı:
Bazı satış yerlerinde Arapça'da 'Kabban' adını taşıyan büyük teraziler
bulunduğundan, buraları Kapan adını taşırdı. Sahiline buğday ve arpa yüklü
gemiler demirlediğinden, semt bu adı aldı.
Üsküdar:
Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer
aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar'a
dönüştü.
Veliefendi:
Hipodrom bir zamanlar Şeyhülislam Veli Efendi'nin sahibi olduğu topraklar
üzerinde kurulduğundan semtin adı Veli Efendi'yle anılıyor.
9 dilde Istanbul
Grekçe: Vizantion
Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma
Rumca: Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis
Slavca: Çargrad, Konstantingrad
Vikingce: Miklagord
Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli
Arapça : Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma
Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul
Osmanlıcada: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol,
Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye,
Payitaht-ı Saltanat, Dergâh-ı Mualla, Südde-i Saadet

ALINTI
 
İstanbul hakkında bilgi



İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti. Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur.



İstanbul'un konumuİstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti. Yüzölçümü 5.712 km2 olan İstanbul ili doğuda Kocaeli, güneyde Bursa ve Marmara Denizi, batıda Tekirdağ, kuzeyde de Karadeniz'le çevrilidir. Marmara Denizindeki Adalar yönetsel bakımdan İstanbul'a bağlı ilçedir. Kuzey-güney doğrultusunda uzanarak Karadeniz ile Marmara'yı birleştiren İstanbul Boğazı, hem il topraklarını, hem de şehri Asya yakası ve Avrupa yakası olmak üzere ikiye böler. Batıda il sınırlarına yaklaşan İstanbul metropoliten alanı, doğuda il sınırlanın aşarak yönetsel bakımdan Kocaeli'ye bağlı olan Gebze'yi de içine alır.

İstanbul, tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, Türkiye'nin ve Avrupa'nın en kalabalık şehri.

Yaklaşık 12 milyonluk nüfusuyla dünyada kalabalık şehirlerinden biridir. 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. İstanbul'un Avrupa'daki bölümüne Rumeli yakası, Asya'daki bölümüne ise Anadolu yakası denir. Dünyada iki kıta üzerinde kurulu tek metropoldür. 40 ilçesi vardır.

Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul, 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1454 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmıştır.


Konumu

Haritada İstanbul'un konumuİstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. İstanbul Boğazı boyunca ve Haliç'i çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur. İstanbul, batıda Avrupa yakası ve doğuda Asya yakası olmak üzere iki kıta üzerinde kurulu tek metropoldür. 32 ilçesi vardır. Sanal olarak 360tr Panoramik (360 Derece) Türkiye - İstanbul Fotoğrafları (QTVR) Sanal Tur Uygulamaları üzerinden gezilebilir.

Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul, 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapmıştır.


Etimoloji
M.Ö. 667 yılında; İstanbul'a yerleşim kuran kolonist Megaralılar şehri o dönemdeki kralı Byzas için " Bizantium" ismini koymuştur. M.S. 196 yılında da Roma İmparatoru Septimius Severus şehri bir saldırı sonrasında ele geçirmiş, ancak bu sırada şehir bir harabe haline gelmiştir. Şehri yeniden onarınca, bir çok Romalı da İstanbul'a göç etmiştir. Her ne kadar Severus şehre oğlunun ismi Augusta Antonina (İmparator olunca ismi Antoninus Caracalla olmuştur) vermek istese de rivayete göre, Konstantin şehre Konstantinopolis ismini vermesinden öncesine kadar halk arasında bu şehre Nova Roma (Yeni Roma) deniliyordu.

Konstantin de en başında şehrin resmi ismini Nova Roma koymak istedi; ancak dini anlaşmazlıklar çıkınca bundan vazgeçti. İstanbul adının kökeninin Antik Yunancaya da dayandığı rivayet edilir. Türkler İstanbul'u ele geçirmesi sırasında ve öncesinde; Selçuklularda olduğu gibi şehre Stamboul-Stambul demekteydiler. Türklerin yanı sıra; 10'uncu yüzyılda Arapların 12'inci yüzyılda da Ermenilerin şehre bu isimle çağırdıklarını öngörürler. Ancak; devlet işlerinde Osmanlı İmparatorluğu Konstantiniyye ismini kullanır.

Şehrin İstanbul-İstambol ismini sık kullanması ise 17'inci yüzyılda; Evliya Çelebi'nin şehirden bu isimle bahsetmesiyle başlar. İstanbul kelimesi Yunanca "εις την Πόλιν" ya da "στην Πόλη" (eis tén pólin ya da sten pole =şehire doğru ya da şehirde ) tümcesinden gelir. 18'inci yüzyılda III. Mustafa döneminde ise; paraların üzerinden Konstantiniyye kaldırılarak, İstambol'u koyunca resmiyete dönüşür. ( 1770)

İstanbul'a farklı isimler veren pek çok dil vardır:


Rumca: Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis, Vizantion
Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma
Slavca: Çargrad, Konstantingrad
İbranice: איסטנבול (İs-tan-''bul''), Ortaçağ'da קושטא (''Kuş''-ta)
Vikingce: Miklagard
Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli
Arapça: Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma
Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul
Eski Rusça: Çargrad, Vizantiy, Konstantinopol, Stambul
Osmanlıcada: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü 'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergâh-ı Mualla, Südde-i Saadet, Kostantiniyye ( قسطنطينيه )


Fransızca : Stamboul
İspanyolca : Estambul
Macarca : Isztambul
Litvanca : Stambulas
Letonyaca : Stambula
Arnavutça : Stambolli
Galce : Iostanbúl
Lazca: Poli
Ladino: Estanbol
Farsça: Estanbol
Rumence:İstambul


Tarihçe


Her ne kadar 300.000 yıldan bu yana Dünya 3 kez Buzul Çağı geçirip, toprak kütlesi yer değiştirse de; Küçükçekmece'deki Yarımburgaz mağarasında Neolitik ve Kaltolitik insanlara değin izler bulunmuştur. Dudullu'da Alt Paleolitik Çağ, Ağaçlı'da Orta Paleolitik Çağ ve Üst Paleolitik Çağ'da kullanılan aletlere rastlanılmıştır. Ancak, Dünya'nın herhangi bir yerinde bu çağlara değin izlere rastlanabilir. Yaşadığımız son buzul çağı sonrasındaki izler M.Ö. 5000 yıllarına aittir.M.Ö. 5500 yıllarına ait fikirtepe yazıtlarının bulunması ile kalkolitik çağda da başkent olduğu tespit edilmiştir.

İstanbul'un kent tarihini 4 ana başlıkta toplayabiliriz. Bunlar; İstanbul'un isminin Byzantium olduğu ikinci yerleşim dönemleri, Konstantin tarafından kurulan Bizans İmparatorluğu'ndaki Konstantinopolis dönemi, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Cumhuriyet sonrası dönemi.

İstanbul, Roma İmparatorluğu (330-395)'nun, daha sonra Bizans İmparatorluğu (395-1204, 1261-1453) ve Latin İmparatorluğu (1204-1261)'nun, son olarak da Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922)'nun başkenti olmuştur. Romalılar ve Bizanslılarca başkentleri Konstantinopolis, Osmanlılarca başkentleri Stambul, İslambol, Konstantiniyye, Dersaadet v.b. anılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nce şehir 1930 yılından beri resmi olarak İstanbul diye adlandırılmaktadır.
 
Coğrafi Konumu

Güneyinde Marmara Denizi, kuzeyinde ise Karadeniz yer alıyor. Batısı Avrupa, doğusu ise Asya kıtasında. İstanbul’u bu iki parçaya bölen önemli su yolu ise İstanbul Boğazı... Karadeniz’den deniz yoluyla Ege ve Akdeniz’e; dolayısıyla açık denizlere ulaşabilmek için tek çıkar yol, İstanbul’u ve İstanbul Boğazı’nı kullanmak.
İstanbul, hem Avrupa’ya en yakın Asya kenti, hem de Asya’ya en yakın Avrupa kenti. Bir liman kenti olması ve binlerce yıldır tüm ticaret yollarının buradan geçmesi, İstanbul’un önemini bir kat daha artırıyor...
İstanbul’un en önemli özelliklerinden birisi de çok korunaklı bir yapıya sahip olması. Özellikle günümüzde ‘tarihi yarımada’ olarak adlandırılan, hem Bizans hem de Osmanlı’nın kendisine başkent yaptığı merkezin üç tarafının da denizler ile çevrili ve bir tepe üzerine kurulu olması, onu neredeyse fethedilmesi imkânsız hale getiriyordu... Üstelik Haliç de, donanmaların sığınabilecekleri eşsiz bir liman özelliği taşıyordu.
İstanbul’un bu eşsiz konumunu bir ünlü efsane çok güzel anlatır:
Daha sonra Bizans olarak adlandırılacak imparatorluğa ismini veren Komutan Byzas, Bugünkü Yunanistan’dan, yeni bir koloni kurmak üzere denize açılır. Uzun deniz yolculuğu ve arayışları sırasında bir ünlü kâhine danışır. Kâhin şu kehanette bulunur: “Sen şehrini ‘körler şehri’nin’ tam karşısına kuracaksın!”
Yolculuğuna devam eden Byzas, sonunda Bugünkü İstanbul’a, Sarayburnu açıklarına ulaşır. Bu korunaklı yarımadayı görünce buranın tam istediği gibi bir yer olduğunu düşünür; bu arada, tam karşıda da bir yerleşim vardır (Bugünkü Kadıköy). Byzas, tam karşılarında böyle harika bir yerleşim alanı olduğu halde burayı tercih etmeyen bir halkın ancak kör olabileceğine karar verir. Bu, kehanetle de örtüştüğünden, hiç tereddüt etmeden şehrini, kolonisini bu topraklara kurar...
Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen İstanbul coğrafi önemini hâlâ koruyor. Bugün İstanbul, kıtaları, kültürleri, dinleri birleştiren, on bir milyon insana ev sahipliği yapan dev bir metropol; bulunduğu bölgenin en büyük iş ve kültür merkezlerinden birisi...
 
Ekonomik Yapısı
Şehir hatları vapurlarında ve banliyö trenlerinde işportacılık yapanlardan, otomobil tamircilerinde ve deri tabaklama atölyelerinde kaçak çalışan çocuk yaşta çıraklara, sokak satıcılarından belediye denetimi dışında serpilen gecekondu mahallelerine kadar, İstanbul'da öteden beri çok çeşitli bir kayıtdışı ekonomi mevcut. Türkiye'nin diğer büyük kentleri gibi İstanbul'da da kayıtdışı sektör (ya da enformel ekonomi), sanayileşme ve hızlı kentleşmenin kaçınılmaz bir "yan ürünü" olarak karşımıza çıktı. İstanbul'un ekonomisi, kente yeni gelenleri mekânsal olarak da, iş olanakları açısından da "kayıtlı" -yani yasal düzenlemelerle denetlenen- konut ve iş piyasasına sığdıramıyordu. Bu süreçte oluşan enformel ekonomi, hem yeni kentlilerin barınma ve geçim sorunlarına bir çözüm sağlıyor; hem de "kayıtlı" ekonomide faal olanların kimi mal ve hizmetlere (konut, ucuz gıda, ucuz oto tamiratı, ucuz temizlik işçisi vb.) olan ihtiyaçlarını ucuz bir şekilde karşılıyordu. Bazı mal ve hizmetlerin üretimi ve dağıtımı zamanla kayıtlı ekonominin içine alınırken, bir yandan da yeni bazı kayıtdışı faaliyet türüyordu. Bu şekilde tanımlayabileceğimiz enformel sektör, İstanbul'da hâlâ canlılığını koruyor.
Ancak bu arada, İstanbul'da son 20 yılda "yeni" bir kayıtdışı ekonomi ortaya çıktı ve son 10 yıl içinde dikkat çekici bir büyüklüğe ulaştı. Yeni kayıtdışı ekonominin en önemli özelliği, kent içine sıkışmış bir sektör değil, Türkiye'nin sınırlarını aşan, diğer bir deyişle uluslarötesi bir oluşum olması. Bu bağlamda iki önemli olgudan söz etmek istiyorum. Birincisi, 1990'larda "bavul ticareti" deyimiyle kamuoyunun dikkatini çeken, İstanbul'un önemli bir kavşak noktasını oluşturduğu uluslarötesi kayıtdışı ticaret ağı. İkincisi ise, kaçak göçmenlerin, İstanbul'da işgücü piyasasına dahil olmaları. Yaptığım bu sınıflan-dırmaya iki açıdan itiraz edilebilir. Öncelikle, "madem uluslarötesi bağlantılara önem veriyoruz, neden mafyanın örgütlediği kaçak mal akışları ve kara para aklama faaliyet-lerini de üçüncü bir kategori olarak tanımımıza eklemiyoruz?" diye sorulabilir. Bu doğru bir saptama olurdu; ancak bu yazıda, sosyal bilimcilerin teamüllerine uygun olarak, en-formel ekonomiyi, "yasal mal ve hizmetlerin yasal yollardan denetlenmeyen üretilmesi ve dağıtılmasına ilişkin faaliyetler"le sınırlı tutuyorum. Diğer bir deyişle, yasadışı mal ve hizmetlerin akışlarını tanıma dahil etmiyorum. Bununla birlikte, söz konusu üçüncü kategori ile ilk iki kategori arasında dolaylı bir ilişki mevcut olduğunu kabul etmek lazım. Tabii ki, bavul ticareti ve kaçak göçmenlerin varlığı İstanbul'a özgü değil; ancak aşağıda anla-tacağım etmenlerin etkileşimi yüzünden, İstanbul'da yoğunlaşmış durumdalar.Dolayısıyla, İstanbul'un yeni kayıtdışı ekonomisini tasvir etmeden önce, bu olguya yol açan dinamiklerden söz etmeliyim. Yeni kayıtdışı ekonominin dinamikleri, eskisi gibi ulusal ekonominin içinde değil, "uluslarötesi" düzeyde belirleniyor. (Burada uluslarötesi sıfatını, ulus-devletlerin denetiminde veya gözetiminde gerçekleşen faaliyetleri ifade ederken kullandığımız uluslararası sıfatına tercih ediyorum.) Yeni enformel ekonominin oluşmasına yol açan üç farklı düzeydeki -küresel, bölgesel ve ulusal- etmenden söz edebiliriz:Bu düzeyleri sırayla ele alalım.
 
Küresel etmenler: Son 30-40 yıldır, bütün dünyada, mal, sermaye ve nüfus hareketleri giderek hızlanıyor ve yoğunlaşıyor. Bazı gözlemcilerce "küreselleşme" adıyla anılan bu sürecin ortaya çıkmasında, sınırlar ötesi haberleşme ve ulaştırmanın teknolojik gelişmeler sayesinde kolaylaşmasının payı var. Ancak bu sürece farklı bir açıdan da yaklaşabiliriz. Ulus-devletlerin sınırları, küresel ekonomik güçlerin doğrudan veya dolaylı etkisi altında giderek daha "geçirgen" hale geliyor. Bu bağlamda, hem küresel sermaye akışları, hem de yasal ve yasadışı göç hareketleri akla geliyor. Küreselleşme esnasında birçok "dünya kentinin" önemi artmış durumda. İstanbul da, birçok başka metropol gibi, Türkiye'yi ilgilendiren sermaye, mal ve insan akışlarının bir kesişme noktası haline geldi. İstanbul'un ulaşım, imalat, çeşitli hizmet sektörleri ve kültür alanlarındaki varolan altyapısı ve buna bağlı olarak tüketim ve istihdam kapasitesi, hem para hem de işgücü için bir mıknatıs görevi görüyor. Dolayısıyla, yeni kayıtdışı ekonominin oyuncuları olan bavul tüccarları ve kaçak göçmenler de, Avrupalı turistler, yabancı yatırımcılar, orta sınıf ve yeni kentli işçi sınıfı kadar, İstanbul'un çekim alanına girmiş durumdalar.

Bölgesel etmenler: Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafya, siyasi ve ekonomik olarak son 15 yıldır büyük bir dönüşüm geçiriyor. Bölge, Sovyetler Birliği'nde ve Doğu Avrupa'da sosyalist ekonomilerin çökmesinin ve kapitalist piyasa ekonomisine geçişin getirdiği işsizlik, yoksulluk ve hukuk devletinin zayıflığı gibi ciddi sorunlarla boğuşuyor. İşsizlerin ve yoksulların bir kısmı, Rusya ve diğer Sovyet cumhuriyetleri, Polonya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerde hızla büyüyen kayıtdışı ekonomi içinde gelir kaynakları bulurken, bir kısmı da kaçak işçilik veya küçük ölçekli ticaret yapmak amacıyla, sınırları aşındırmaya başladı.
 
Ulusal düzeydeki etmenler: Bu bağlamda, Türkiye ekonomisinin son 15-20 yıldaki dönüşümünün yarattığı sorunlar akla geliyor. (Tabii ki, bu sorunlar, küresel düzeyde ele aldığımız etmenlerden bağımsız değil.) 1980'lerde benimsenen dışa dönük ekonomik büyüme modeli, Türkiye ekonomisini hem ürettiği malları satmak zorunda olduğu dış pazarlara bağımlı kıldı; hem de liberal piyasa düzenlemeleri sayesinde, başıbozuk sermaye hareketlerinin yol açtığı iniş-çıkışlara karşı kırılgan hale getirdi. Öte yandan, son on yılda, güneydoğudaki iç savaş yüzünden, büyük kentler yeni bir iç göç dalgasına maruz kaldı. Bu koşullar altında, İstanbul'da imalatın ve istihdamın nitelikleri, ekonomik krizlerle etkileşim içinde değişmeye başladı. İşte bütün bu etmenlerin üst üste bindiği kentte, yeni kayıtdışı ekonomi 1980'lerin sonlarında sessizce doğdu ve 1990'larda ihmal edilemez bir boyuta ulaştı.
Yeni enformel sektörün tasvirine, bavul ticaretiyle başlayabiliriz. Daha 1980'lerde, Beyazıt ve Kapalı Çarşı çevresinde, Polonya, Macaristan ve Yugoslavya ile Kuzey Afrika ve Körfez ülkeleri kaynaklı bir bavul turisti akını gerçekleşiyordu. Doğu Avrupa'dan gelenler, genelde ucuz deri giyim ve bir ölçüde de konfeksiyon ürünleri peşindeydiler. 1980'lerin sonunda Sovyetler Birliği'nin yurtdışına seyahati kolaylaştırmasıyla birlikte, Sovyet vatandaşları da, Polonyalı gezgin tüccarların izinden Beyazıt'ı buldular. Bavul tüccarlarının yoğun olarak talep ettikleri konfeksiyon, deri giyim ve ayakkabı gibi tüketim mallarının satışı, Beyazıt'tan Laleli'ye kaydı. Bu arada, dayanıklı tüketim malları ve gıda maddelerinin deniz yoluyla Rusya ve Ukrayna'ya ticareti Karaköy'deki Salı Pazarı Rıhtımı'nda yoğunlaştı. 1990'ların ortaları itibariyle, eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve özellikle de Rusya'dan bavul ticareti yapmak amacıyla İstanbul'u ziyaret edenlerin sayısı, senede bir milyona ulaştı. Gerçekte bu rakam biraz yanıltıcıydı, çünkü bavul turistleri, sene içinde birkaç kez, hatta bazen iki-üç haftada bir İstanbul'a geliyorlardı. Ruslar'ın bu faaliyete verdikleri isim -mekik ticareti- aslında daha anlamlı. Turistler, adeta İstanbul'la memleketleri arasında mekik dokuyorlar. Mekik dokuma esnasında,uluslarötesi bir kayıtdışı ekonominin ağları da örülmüş oluyor.Rusça'daki deyimiyle "mekikler" (çelnoki), genelde devlet sektöründeki maaşlarıyla geçinemeyen veya işten atılmış olan, ticaret kaydı olmayan, diğer bir deyişle kayıtdışı küçük tüccarlar. İstanbul'a her gelişlerinde Laleli'de birkaç gün konaklayıp birkaç bavul veya çuval dolusu giyim eşyası veya ev tekstili satın alıyorlar, güç-bela bunları gümrükten geçiriyorlar, sonra yaşadıkları kentlerdeki sokak pazarında veya büfelerde satışa sunuyorlar

Laleli semtinin adı, son 15 yılda İstanbul'da bavul ticareti olgusuyla birlikte anılmaya başlandı. 1990'ların ortalarına gelindiğinde, semtte mekik tüccarlarına yönelik 10.000 civarında toptancı mağazası açılmıştı. Bunların çoğu, bavul turistlerine kayıtsız mal satışı yapıyor; sattıkları konfeksiyon ve deri giyim ürünlerinin büyük bölümü de, Merter, Güngören, Yenibosna, Çağlayan gibi semtlerde, küçük atölyelerde ve genelde kayıtdışı olarak imal ediliyor. Vergileri ödenmeyen ve kayıtlarda görünmeyen bu malların çoğu, Türkiye gümrüğünden de kayıtsız olarak çıkıyor. Mallar, Rusya gibi ülkelerin sınırlarından içeri girdiğinde de, gümrük görevlilerine rüşvet verilmesi suretiyle yine kayıtdışı olarak piyasaya sürülüyor. Türkiye'de bavul ticaretinin "yasal" çerçevesini, 1990'larda yayımlanan bir dizi Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı tebliği oluşturuyor. Buna göre, yabancı turistlerin "yolcu beraberi" olarak sınırsız miktarda malı yurtdışına çıkarmasına izin veriliyor; aynı zamanda Laleli toptancılarının ve "ihracatçıların" bu yoldan elde ettikleri dövizi özel banka hesaplarına yatırmak koşuluyla bavul turistlerine KDV'siz satış yapmalarına imkân tanınıyor. Bu ikinci tebliğ, imalat da kayıtdışı olduğu için, özellikle konfeksiyon satışlarında çok sınırlı bir şekilde uygulanabiliyor. 1994'teki krizden sonra ekonominin canlanmasını ve ülkeye döviz girmesini tercih eden hükümetler, bavul ticaretinin enformel olarak yürümesine müsamaha göstermiş durumdalar. Merkez Bankası'nın ilan ettiği, anketlere dayalı rakamlara göre, 1996 yılında bavul ticareti yoluyla yapılan satışların hacmi 9 milyar dolar civarındaydı; 1998'de Rusya'da yaşanan ekonomik krizden sonra bu miktar hızla düşmekle beraber, 2001 yılı itibariyle 3 milyar dolar düzeyindeydi.Rakamlar bir yana, bavul ticareti İstanbul'da yeni bir kayıtdışı ekonomik örgütlenmeyi beraberinde getirmiş durumda. Bir yandan, taşra piyasasına yönelik çalışan veya büyük ihracatçıların taşeronu rolündeki küçük hazır giyim ve ayakkabı imalatçıları, üretimlerini küçük ölçekli bavul tüccarlarının talepleri doğrultusunda yönlendirdiler. Özellikle, iç piyasanın daraldığı ve Avrupa'ya ihracat konusunda sorunların yaşandığı 1990'ların ortalarında, bavul ticaretinin açtığı yeni piyasa, İstanbul'da küçük ve orta ölçekli hazır giyim, ayakkabı ve deri giyim imalatı için bir can simidi oldu. Öte yandan, Laleli piyasası ve bavul ticaretine yönelik üretim yapan sektörler, on binlerce kişi için bir geçim kapısı yarattı. Krizden etkilenen İstanbullu küçük girişimciler, Laleli'de toptancılık veya imalata girerken, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu güneydoğulu göçmenler de sermaye sahibi olup olmamalarına göre, taşıyıcılıktan tezgâhtarlığa, mağaza sahipliğinden imalatçılığa Laleli'deki en büyük grubu oluşturdular. Burada belirtmeliyiz ki, Laleli'deki girişimcilerin ve çalışanların ezici çoğunluğu erkek. Bunun yanı sıra, Kürt göçmenler, kayıtdışı konfeksiyon atölyelerinde çalışan işgücünün de önemli bir kesimini oluşturuyor. Yine önemli bir husus, kökenlerine bakılmaksızın, söz konusu atölyelerde çalışan işçilerin yaklaşık yarısının genç kadınlar olması.Sonuç olarak, bavul ticaretinin oluşturduğu uluslararası kayıtdışı ekonomiye baktığımızda, üretimden dağıtıma İstanbul'dan Rusya ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerine uzanan bir işbölümü ortaya çıktığını ve bu iş bölümünün aynı zamanda cinsiyet ve etnik köken/milliyet açısından da belirli bir yapısı bulunduğunu görüyoruz.Gelelim kaçak göçle kayıtdışı ekonomi arasındaki bağlantıya. Son on yılda, Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri ile eski Sovyet cumhuriyetlerinden çalışmak amacıyla yurtdışına çıkanların sayıları artmaya başladı. Örneğin Yunanistan, mevsimlik kayıtdışı işçi olarak sınırı geçen Bulgaristan vatandaşlarına ev sahipliği yaparken, Macaristan ve Polonya, doğularında yer alan eski sosyalist komşularından kaçak göçmen akınına uğradı. Benzer bir süreç, 1990'ların sonlarına gelindiğinde İstanbul'da da yaşanıyordu. Günümüzde, kentte birkaç yüz bin yabancının kaçak olarak ikamet ettiği tahmin ediliyor. İstanbul bir yandan, Avrupa'ya gitmek isteyen Afgan, İranlı, Nijeryalı, Bangladeşli vb kaçak göçmenlerin "transit" noktası haline geldi. Bu gruptaki kişiler, Batı Avrupa'ya ulaşma emellerinin gerçekleşmesini beklerken, hem bir şekilde İstanbul'un mevcut kayıtdışı ekonomisine karışıyorlar, hem de kayıtdışı ve yasadışı başka bir sektörün (sahte vize/pasaport işlemleri gibi) palazlanmasına katkıda bulunuyorlar.
Öte yandan, turist olarak yurda girip sonra burada yaşamaya başlayan bir grup insanı da barındırıyor İstanbul. Bu gruptakilerin pek çoğu, eski Sovyet cumhuriyetlerinden ve yoksul Balkan ülkelerinden geliyorlar ve çeşitli sektörlerde iş bulmaya çalışıyorlar. Vizelerinin süresi dolduktan sonra da İstanbul'da kalmaya devam eden bu kişiler, altı ay veya senede bir ülkelerine gidip, sonra yeni bir turist vizesiyle geri dönüyorlar. Vize süresini geçirmenin yaptırımının sadece bir para cezası olduğu düşünülürse, Türkiye devletinin kaçak göç hareketlerine ve bunun oluşturduğu kayıtdışı ekonomiye şimdilik müsamaha gösterdiğini söylemek yanlış olmaz.Laleli'de, bavul ticaretiyle yabancı kaçak işçi akışı bir noktada kesişiyor. Çünkü semtte Rusça ya da Slavca bilen çok sayıda tezgâhtar çalışıyor. Bu kişilerin çoğu, Moldovalı, Ukraynalı, Azerbaycanlı veya Gürcü ve çoğunluğu da kadın. Ancak daha ilginci, yabancı kaçak işçilerin kayıtdışılığın geleneksel olarak yaygın olduğu sektörlerde de çalışıyor olmaları. Örneğin ev temizliği ve çocuk bakıcılığı alanında, Moldovalı kadınlar İstanbullu orta sınıf hanımlar arasında birkaç yıldır çok revaçta. Bunun yanı sıra, inşaat işi, konfeksiyon ve ayakkabı imalatı gibi sektörlerde de Moldovalı, Romen vb. kadınları ve erkekleri görmek mümkün. Ayrıca, seks işçiliğinde de yine Doğu Avrupalı kadınlar faal durumda.Uluslarötesi bavul ticareti ağında olduğu gibi, İstanbul'da yabancı kaçak işçilerin istihdam edildiği kayıtdışı ekonomik sektörde de milliyet ve cinsiyete dayalı bir işbölümü oluştuğunu iddia edebiliriz. (Görece yeni bir olgu olan bu konuda halen birkaç alan araştırması yapılıyor.) Bu işbölümünün oluşmasında, belirli grupların sosyal ilişki ağları sayesinde belirli sektörlerde yoğunlaşmasının payı var. Örneğin, Moldova'nın Gagavuz azınlığına mensup kadınlar, bir kez İstanbul'da ev işi bulduklarında, akrabalarının da iş bulup İstanbul'a gelmesine yardımcı oluyorlar. İstanbul'un "yeni" kayıtdışı ekonomisini "eski"sinden ayıran unsurlar tam olarak nelerdir? Küçük ölçekli meta üretimi ve dağıtımı gibi bazı faaliyet kolları, bu yazıda tanımladığım iki enformel ekonomide de mevcut. Ayrıca, etnik (ya da yöresel) işbölümü, "eski" kayıtdışı ekonomi için de yabancı bir olgu değil. Örneğin kentte küçük ölçekli konfeksiyon imalatında, öteden beri Maraşlılar belirgin bir grup. Buna benzer birçok örnek düşünülebilir. Ancak günümüzde kayıtdışı ekonomi içindeki etkinliklerin önemli birkaç ortak niteliği, "yeni"sıfatına layık olmasını sağlıyor.İşgücü kullanımı ve emek sürecinden pazarlama ve dağıtım aşamalarına kadar, yeni kayıtdışı ekonominin bir veya birkaç halkası uluslarötesi bir nitelik taşıyor. Enformel ekonominin boyutunun ulusal sınırları aşması, hem ekonomik hem de sosyal açıdan bazı sonuçlar doğuruyor. Bavul ticaretinde imalat "yerel" olsa da, üretim siparişini verenler mekik tüccarları ve dolayısıyla mamullerin niteliğini (modeller, renkler, kumaşlar vs.) onlar belirlemiş oluyorlar. Örneğin Rusya'da değişen modalar, revaçta olan markalar -kısacası, Ruslar'ın tüketmek istedikleri batılı imgeler- İstanbul'da imalata yansıyor. Diyelim ki, bu hafta korsan Lewi's marka kot pantolon üreten bir atölye, mekik tüccarlarının talebine göre, bir ay sonra korsan Wrangler üretimine geçebiliyor.Kaçak işçilerin çalıştığı enformel sektörde ise, üretim ve tüketim mekânı İstanbul; ancak işgücünün yabancı olması, üretilen metanın fiziksel olmasa da simgesel niteliklerini değiştirebiliyor. Bu konudaki en çarpıcı örnek temizlik işi olabilir. Türkiye vatandaşı bir işçi ile Moldovalı bir göçmenin sundukları hizmet (ev temizliği), emek süreci açısından birbiriyle eş olabilir. Ancak İstanbullu bir aile için evinde bir yabancıyı çalıştırmanın kültürel ve simgesel olarak muhtemelen bir farkı vardır.Öte yandan, yeni kayıtdışı ekonominin uluslarötesi boyutu, etnik köken/milliyet ve cinsiyete dayalı işbölümünü de özgün kılıyor. Birbirine "yabancı" olan gruplar, emek veya mal piyasasında alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya geliyorlar. İşlemlerin kayıtdışı veya kaçak olarak yapıldığı bu ortamda, yani piyasa değişimi üzerinde yasal denetimin olmadığı koşullar altında, kaçak işçiler, mekik tüccarları, orta sınıf aileler, imalatçılar ve Laleli toptancıları, işlerini yürütebilmek için birbirleriyle kurdukları sosyal ilişkilere ve varolan ilişki ağlarına yaslanıyorlar. Sosyal ilişkilerin kurulmasında, toplumsal cinsiyet kimliklerinin de etnik kimliklerin de bir rolü olabiliyor. Kısacası, İstanbul'un ekonomisi küreselleşirken, kentin kayıtdışı ekonomisi de eski sınırlarını aşmış durumda. Bu süreçte ortaya çıkan yapıların sadece ekonomik değil, sosyal ve kültürel açıdan da özgün nitelikleri var.
 
Geri
Top