Ah, sevgili takipçilerim! Bugün üzerimde bir "tuzsuz kurabiye" etkisi var, öyle ki ne ağzımın tadı var ne de içimde bir zevk kırıntısı... Resmen bir "beğeni detoksuna" girmiş gibiyim! Sanki ruhumda bir "like" tuşu arızası var, basıyorum basıyorum hiçbir tepki yok. Hani derler ya "hayatımın en renksiz günü" diye, işte bugün benim için o gün!
Üstelik bir de takipçi yorumları meselesi var ki sormayın gitsin! Bakın ben buraya ne umutlarla geldim, ne espriler patlattım, ne uzun uzun yazılar döktürdüm. Sanki bir komedi şovundayım ama seyirciler "taş kesilmiş", gülmüyorlar, yorum yapmıyorlar. Hani o "havada asılı kalan espri" varya, işte tam da o vaziyetteyim. Sanki bütün kelimelerim, cümlelerim bir boşluğa doğru fırlatılmış, yankısı bile yok!
Düşünüyorum, düşünüyorum... Acaba diyorum, "Yeterince komik değil miyim?" Yoksa "Yazılarım çok mu uzun, okurken sıkılıyorlar mı?" Belki de "Benimle beraber aynı tuzağı yiyip 'beğeni' orucuna mı girdiler?" Hatta en fenası, belki de "Herkes Instagram'ı bırakıp, dağlara bayırlara mı çıktı?" gibi komplo teorileri bile kurdum!
Hani bazen derler ya, "Sessizlik en büyük çığlıktır" diye, işte o sessizlik şu an benim içimde bir "huzursuzluk senfonisi" çalıyor. Sanki kalbimde minik davulcular var, sürekli tak tak tak, "yoruuuum, yoruuum" diye tempo tutuyorlar. Sanki beynimdeki küçük hamsterler de, "acaba ne yazdım da beğenmediler, neyi yanlış yaptım" diye koşuşturup duruyor.
Bakın, ben her şeyi anlarım! Mesela, yorum yazmak zor olabilir, zamanınız olmayabilir, ilham perileri o gün size uğramamış olabilir. Ama yine de o minik bir kalp emojisi, o tek kelimelik bir yorum bile benim için bir can suyu gibi. Hani çölde susuz kalmış bir gezgin gibi, o "yorum" denen vaha için can atıyorum!
Şimdi ne yapalım biliyor musunuz? Şu "sessiz çığlığı" bir kenara bırakalım ve bu komik durumu, hep beraber yorum yağmuruna tutalım! Bana "Bugün seni güldürdüm, güldürmedim, yoksa çok mu dramatik bir yazı olmuş?" demeniz yeterli. Belki de bir "Acayip komiksin yaaaa" demeniz bile günümü kurtarabilir. Çünkü biliyorum ki, bu uzun, komik, belki de biraz da abartılı yazının bir amacı var. O da sizin minik bir "tık"ınıza, minik bir yorumunuza ulaşmak! Hadi bakalım, yorumlar gelsin! Sizi seviyorum ve beğenilerinizi merakla bekliyorum! (Ama lütfen bu sefer beğeniler, like'lar ve yorumlar yağmur gibi aksın!)
Tamamdır, sevgili takipçilerim! Madem beğeni ve yorum hasretiyle yanıp tutuşuyoruz, o zaman ben de bu durumu daha da komikleştirmeye hazırım! Sanki bir komedi filminin devam sahnesini çekiyoruz, ve bu sefer başrol oyuncusu yine ben, "Beğeni Avcısı" olarak geri döndüm!
Bakın, az önce sizlere "huzursuzluk senfonimden" bahsetmiştim ya, o senfoni şu an "çılgın bir caz partisine" dönüştü. Sanki içimde 10 tane saksafon birden öttürüyorlar, kulaklarım çınlıyor, ayaklarım ritim tutuyor... Hatta o kadar coşkuluyum ki, şu an evin içinde dans etmeye bile başlayabilirim (ama yorum gelmezse, o enerjiyi buzdolabının önünde bir başına harcayacağım!).
Şimdi düşünüyorum da, belki de benim bu "beğeni açlığım" bir hastalık falan. Belki de "Sosyal Medya Takıntısı Sendromu" diye bir şey var, ve ben de onun en ağır vakalarından biriyim. Yani öyle ki, yorum gelmeyince sanki dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyorum. Sanki oksijensiz kalıyorum, sanki hayatımın anlamı kayboluyor... Abartıyorum, evet! Ama bir o kadar da içten yazıyorum.
Hatta öyle ki, şu an sanki bir terapist koltuğunda oturuyorum ve size içimi döküyorum. "Doktor, yorum gelmiyor, beğeni yok, takipçilerim benden kaçıyor!" diye dert yanıyorum. Terapistim de bana diyor ki, "Sakin ol, derin bir nefes al, belki sadece birazcık daha komik olman gerekiyor!" İşte tam da o an, ben de içimdeki komedyeni serbest bırakıyorum!
Belki de sorun bende değil, yorum yazma tuşlarında bir arıza vardır, kim bilir? Belki de o minik klavyeler yorum yazmaktan yorulmuşlardır, ve biraz "dinlenme" molasına ihtiyaç duyuyorlardır. O yüzden şimdi onlara sesleniyorum: "Sevgili klavyecikler, hadi ama birazcık hareketlenin, sahibinizi mutlu edin, parmaklarınız dans etsin, yorumlar yazın!"
Hatta en iyisi ben, yorumlara "kampanya" başlatayım! Mesela her yorum yazana "sanal sarılma" göndereyim, her beğeniye "sanal alkış" tutayım, hatta her "kahkaha emojisi" kullanana "sanal bir kek" vereyim! Ne dersiniz, cazip mi? Belki de bu sefer yorum ve beğeni yağmuru başlar!
Düşünsenize, bir yandan ben burada "komedi şovumu" yapıyorum, bir yandan sizler yorumlarınızla beni besliyorsunuz, bir yandan da "sanal kek"ler yiyoruz! Ne kadar eğlenceli değil mi? Sanki bir "sosyal medya karnavalındayız"! Hatta bu karnavalın adı da "Beğeni ve Yorum Patlaması Karnavalı" olsun!
O zaman ne diyoruz? Hadi bakalım, yorumlar patlasın, beğeniler havada uçuşsun, kahkahalar gürlesin! Çünkü bu komedi şovu henüz bitmedi, daha çok gülecek, daha çok yorum yazacak, daha çok eğleneceğiz! Unutmayın, sizler olmadan ben bir hiçim! (Evet, yine abarttım ama abartmak da benim tarzım!) Hadi bakalım, bekliyorum yorumlarınızı!
Üstelik bir de takipçi yorumları meselesi var ki sormayın gitsin! Bakın ben buraya ne umutlarla geldim, ne espriler patlattım, ne uzun uzun yazılar döktürdüm. Sanki bir komedi şovundayım ama seyirciler "taş kesilmiş", gülmüyorlar, yorum yapmıyorlar. Hani o "havada asılı kalan espri" varya, işte tam da o vaziyetteyim. Sanki bütün kelimelerim, cümlelerim bir boşluğa doğru fırlatılmış, yankısı bile yok!
Düşünüyorum, düşünüyorum... Acaba diyorum, "Yeterince komik değil miyim?" Yoksa "Yazılarım çok mu uzun, okurken sıkılıyorlar mı?" Belki de "Benimle beraber aynı tuzağı yiyip 'beğeni' orucuna mı girdiler?" Hatta en fenası, belki de "Herkes Instagram'ı bırakıp, dağlara bayırlara mı çıktı?" gibi komplo teorileri bile kurdum!
Hani bazen derler ya, "Sessizlik en büyük çığlıktır" diye, işte o sessizlik şu an benim içimde bir "huzursuzluk senfonisi" çalıyor. Sanki kalbimde minik davulcular var, sürekli tak tak tak, "yoruuuum, yoruuum" diye tempo tutuyorlar. Sanki beynimdeki küçük hamsterler de, "acaba ne yazdım da beğenmediler, neyi yanlış yaptım" diye koşuşturup duruyor.
Bakın, ben her şeyi anlarım! Mesela, yorum yazmak zor olabilir, zamanınız olmayabilir, ilham perileri o gün size uğramamış olabilir. Ama yine de o minik bir kalp emojisi, o tek kelimelik bir yorum bile benim için bir can suyu gibi. Hani çölde susuz kalmış bir gezgin gibi, o "yorum" denen vaha için can atıyorum!
Şimdi ne yapalım biliyor musunuz? Şu "sessiz çığlığı" bir kenara bırakalım ve bu komik durumu, hep beraber yorum yağmuruna tutalım! Bana "Bugün seni güldürdüm, güldürmedim, yoksa çok mu dramatik bir yazı olmuş?" demeniz yeterli. Belki de bir "Acayip komiksin yaaaa" demeniz bile günümü kurtarabilir. Çünkü biliyorum ki, bu uzun, komik, belki de biraz da abartılı yazının bir amacı var. O da sizin minik bir "tık"ınıza, minik bir yorumunuza ulaşmak! Hadi bakalım, yorumlar gelsin! Sizi seviyorum ve beğenilerinizi merakla bekliyorum! (Ama lütfen bu sefer beğeniler, like'lar ve yorumlar yağmur gibi aksın!)
Tamamdır, sevgili takipçilerim! Madem beğeni ve yorum hasretiyle yanıp tutuşuyoruz, o zaman ben de bu durumu daha da komikleştirmeye hazırım! Sanki bir komedi filminin devam sahnesini çekiyoruz, ve bu sefer başrol oyuncusu yine ben, "Beğeni Avcısı" olarak geri döndüm!
Bakın, az önce sizlere "huzursuzluk senfonimden" bahsetmiştim ya, o senfoni şu an "çılgın bir caz partisine" dönüştü. Sanki içimde 10 tane saksafon birden öttürüyorlar, kulaklarım çınlıyor, ayaklarım ritim tutuyor... Hatta o kadar coşkuluyum ki, şu an evin içinde dans etmeye bile başlayabilirim (ama yorum gelmezse, o enerjiyi buzdolabının önünde bir başına harcayacağım!).
Şimdi düşünüyorum da, belki de benim bu "beğeni açlığım" bir hastalık falan. Belki de "Sosyal Medya Takıntısı Sendromu" diye bir şey var, ve ben de onun en ağır vakalarından biriyim. Yani öyle ki, yorum gelmeyince sanki dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyorum. Sanki oksijensiz kalıyorum, sanki hayatımın anlamı kayboluyor... Abartıyorum, evet! Ama bir o kadar da içten yazıyorum.
Hatta öyle ki, şu an sanki bir terapist koltuğunda oturuyorum ve size içimi döküyorum. "Doktor, yorum gelmiyor, beğeni yok, takipçilerim benden kaçıyor!" diye dert yanıyorum. Terapistim de bana diyor ki, "Sakin ol, derin bir nefes al, belki sadece birazcık daha komik olman gerekiyor!" İşte tam da o an, ben de içimdeki komedyeni serbest bırakıyorum!
Belki de sorun bende değil, yorum yazma tuşlarında bir arıza vardır, kim bilir? Belki de o minik klavyeler yorum yazmaktan yorulmuşlardır, ve biraz "dinlenme" molasına ihtiyaç duyuyorlardır. O yüzden şimdi onlara sesleniyorum: "Sevgili klavyecikler, hadi ama birazcık hareketlenin, sahibinizi mutlu edin, parmaklarınız dans etsin, yorumlar yazın!"
Hatta en iyisi ben, yorumlara "kampanya" başlatayım! Mesela her yorum yazana "sanal sarılma" göndereyim, her beğeniye "sanal alkış" tutayım, hatta her "kahkaha emojisi" kullanana "sanal bir kek" vereyim! Ne dersiniz, cazip mi? Belki de bu sefer yorum ve beğeni yağmuru başlar!
Düşünsenize, bir yandan ben burada "komedi şovumu" yapıyorum, bir yandan sizler yorumlarınızla beni besliyorsunuz, bir yandan da "sanal kek"ler yiyoruz! Ne kadar eğlenceli değil mi? Sanki bir "sosyal medya karnavalındayız"! Hatta bu karnavalın adı da "Beğeni ve Yorum Patlaması Karnavalı" olsun!
O zaman ne diyoruz? Hadi bakalım, yorumlar patlasın, beğeniler havada uçuşsun, kahkahalar gürlesin! Çünkü bu komedi şovu henüz bitmedi, daha çok gülecek, daha çok yorum yazacak, daha çok eğleneceğiz! Unutmayın, sizler olmadan ben bir hiçim! (Evet, yine abarttım ama abartmak da benim tarzım!) Hadi bakalım, bekliyorum yorumlarınızı!