Çerkez Kültürü..

  • Konuyu açan Konuyu açan Suskun
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
DANS

Çerkes Danslarını , ‘‘Wuc’’ler ve ‘‘Khafe’’ler olmak üzere iki ana başlıkta incelenmek mümkündür.


УДЖХЭР ( Wucxer )


Wuc'ler toplu olarak yapılan danslardır. Bu danslar, daha çok ayinsel bir atmosferde ve Tanrılara yakarılırken, topluca eğlenmenin ve coşkunun bir ritüel olarak icra edilmesidir. Wuc, temelde kozmik bir olgudur. Topokozmik döngüye uygun bir oluşum içindedir. Bu oluştan kopmamışlığında wuc, bir ritüel uygulamadır. Genelde, topluca, katılımlı ve genelde Bay – Bayan birlikte icra edilir. Katılımcılığın genel bir niteliği olsa da, kozmik niteliği olması halinde bireysel (tek) uygulanışı örneklerine de rastlanmaktadır.

Kozmik –Topokozmik Nitelikli Wuc'ler

Aİle YaşamIyla İlgİlİ Wuc’ler

DEMİRCİLERİN WUCI

ДЖЭГУ –CEGU- DÜĞÜN


...............................


Kozmik –Topokozmik Nitelikli Wuc'ler

Тхьэшхуэ Удж (Theshxue Wuc): Sonbaharda hasattan sonra, alınan ürünler için Büyük Tanrıya bir şükran ifadesi olarak, yaşlı/genç, kadın/erkek herkesin katılımıyla yapılan bir danstır.

Удж хъурей (Wuc xhurey): Kozmik oluşun ve birlik ile yüceliğin ifadesi olan bir wucdır. Büyük törenlerin sonunda finalde yapılır.

Щыблэ Удж (Ssıble Wuc): Yıldırım düştüğü zaman yapılan bir danstır.

TXьэгьэлэдж Удж (Theghelec Wuc): Thağalec adına; verdiklerine şükran için yapılan danstır.

Созэрэщ Удж (Sozeresh Wuc): Sozeresh töreninde, Sozeresh simgesi etrafında yapılan wucdır.

Хъуромаша (Xhuromashe): Abhaz/Adige’lerin yılbaşı olan bahar gün dönümünde (22 Mart) yapılan kutlamalarda, kırda yakılan ateş çevresinde Xhurome Wered eşliğinde yapılan bir Wuc’dır.

Псыхъуэгуащэ Удж (Psıxhueguasse Wuc): Baharda ve akarsuların içinde yapılan danstır.

ПсэтыH Удж (Psetın Wuc): Genel olarak, bir insanın ölümünde yapılmakta olan wuc olarak değerlendirilmektedir.

........................................


Aİle Yaşamıyla İlgİlİ Wuc’ler:

Уэзджэн (Wezcen): Kelime anlamından da anlaşılacağı gibi, bir enerjinin/gücün ortaya çıkması ve var olmasının ritüelidir. Muhtemelen çocuk doğduğunda (ataerkillik surecinde yalnız erkek çocuk için uygulanmaya başlanmıştır) aile fertleri tarafından yapılan bir wucdır.

Нысэ Удж (Nıse Wuc): Gelin getirilirken yapılan bir danstır. İki insanın birleşmesi olan bir evlilik, kozmik nitelikli bir olgu olarak wuc ile ritüelleştirilmiştir.

Гуащэ Удж (Guasse Wuc): Son örneklerinde, genellikle aristokrat ailelere mensup genç kızların eğitimlerini tamamlayıp, bir yetişkin olarak sosyal yaşama katılmalarındaki törende yapılan bir Wucdır.

Нэхущ Удж (Nexuss Wuc): Gelin alındıktan sonra, gece boyu devam eden düğününün bitiminde, tan ağarırken yapılan final Wucıdır.

Удж пыху (Wuc pıxu): Günümüzde törensel niteliği bilinmemekle birlikte zamanla estetik değer kazanarak düğünlerde oynanmaya başlamış ve bu şekliyle günümüze ulaşmıştır.

Удж xэш (Wuc Xesh): Wuc Pıxu gibi, törensel niteliği bilinemeyen fakat günümüze düğünlerde oynanarak intikal eden bir Wuc’dır.

.................................................


DEMİRCİLERİN WUCI:


ГъукIэ Удж (Ghuch’e Wuc): Demirci Wucıdır. Topokozmik niteliği yoktur; Topokozmik döngü ve tarımsal çalışma dışında bir olgu olan Demircilik, başlı başına ve kendine özgün bir olgudur.



КъафэXэP (Khafexer)



Bu danslar topluluk ya da geniş katılımlı olarak kadın-erkek çiftler, çift gruplar halinde ya da solo olarak icra edilir. Wucların varolan kozmik nitelikleri yanında Khafeler daha insani ve sosyal, o denli de pratik ve eğlenceli bir nitelik taşırlar. O ölçüde değişken tempolu ve ritmiktir.



Къафэ (Khafe): Klasikleşmiş ve orta/yavaş tempoda yapılan bir danstır.


ЗэхуэкIуэ (Zefak'ue): Bay-bayan karşılıklı orta-canlı tempoda bir danstır.

Къафэ къуаншэ (Khafe Khuanshe): Çiftlerin orta-canlı tempoda yarım daireler çizerek oynadıkları bir danstır.

Къафэ хъурей (Khafe Xhurey): Çiftlerin orta-canlı ve dairesel dönüşlerle oynadıkları bir danstır.

Къафэ кIыхъ (Khafe Ch’ıh): Klasik Khafe formunda, uzun bir melodi eşliğinde, çiftlerin karşılıklı uzun gidiş-gelişli olarak oynadığı bir danstır.


Уэркъ къафэ (Werkh Khafe): Worklere özgü orta/yavaş bir danstır.


Къажыхь (Khajıh): Çiftlerin koşarcasına oynadıkları, hızlı/canlı dansıdır.


ЕкIуэкI (Yk'uech'): Khajıh benzeri bir danstır.

ПIэтIэлэй (P'et'eley): Gelinin kaynana odasına girişinde Hatiyak’ue ile bir kızın oyunudur. (Khafe Xhurey’e benzer)


Зыгъэлъэт (Zıghelhet): Uçarcasına hızlı oynanan bir danstır.

Лъэпэрыфэ (Lheperıfe): Ayak ucunda ve ritmik tempolu bir danstır.


Ислъамэй (Yslhamey): Hızlı bir oyundur.

ПлIырыплI къафэ (Pl’ırıpl' Khafe): Dörtlü usta dansçıların klasik ve yaratıcı danslarıdır.

Пщащэзакъуэ Къафэ (Pssassezakhue Khafe): Düğün sona erdikten sonra themadeler tarafından düğünde bulunan kızlar içerisinde dans edişi, xabzeye uygun hareket edişi, tavırları ve duruşu göz önünde bulundurularak, bunları en iyi temsilcisi olabilecek genç kız seçilir ve düğün sonunda tek başına dans ettirilirdi.

Щауэзакъуэ Къафэ (Ssawezakhue Khafe): Aynı kurallar göz önünde tutularak bir genç erkek seçilerek ona da tek başına dans ettirilirdi.


Къэмэрыфэ (Khamerıfe): Kama dansıdır. Demircilik ve madencilikle ilgili bir dans olduğu değerlendirilebilir.


..........................................


ДЖЭГУ –CEGU- DÜĞÜN



Çerkes’ler için düğün; günümüzde bile yaşlı-genç, kadın-erkek her kesimden insanın katıldığı topluca gerçekleştirilen bir törendir. Çerkes’ler, her etkinlikte olduğu gibi düğünlerini de belirli kurallar içinde büyük bir ciddiyet ve dikkatle gerçekleştirirler.

Düğün düzeninin alınması şu şekildedir:

- Hatiyak'ue ( düğün yapıp, dans edecek gençlerin lideri, dans-yönetmeni), Themadesinden düğün kurmak için izin ister.

Themade, düğünün başlaması için izin verince gençler geleneklere uygun olarak düğündeki yerlerini alırlar.

- Kızlara, eve daha yakın olan yönde yer gösterilir.

- Erkekler onların karşısında yer alır ve yaşlarına göre sıralanırlar,

- Düğün esnasında daha yaşlı birisi veya konuk gelirse, baş tarafta yer verilir.

- Müzisyenler, erkeklerin hemen önünde yer alırlar.

- Themade ve yaşlılar erkeklerin sağında, kızlar ile erkeklerin ortasında, düğünün biraz dışında otururlar.

-Kadınlar ise kızların sağında, kızlar ile erkeklerin ortasında; düğünün biraz dışında kalacak şekilde otururlar.

- Kızlar ve erkekler sıralanırken Themade ve yaşlılar ile kadınların önünü kapatmayacak şekilde iki kenarda boşluk bırakırlar.

Düğün düzeninin alınması esnasında Anavatanda şunlara da dikkat edilirdi:

Evin uzağında, açık alanda düğün kurulacağı zaman bayanlara Uasshemaxue (Elbruz) dağına dönük olan tarafta yer gösterilirdi. Herkes yerini ona göre alırdı. Sadece düğünlerde değil açık her alanda her ne sebeple oturulacak olursa olsun, Themadeler Uasshemaxue’ye yakın olan tarafa oturtulurdu.

Düğün düzeni tamamlanıp düğünün başlaması ve sürmesi şöyledir:

- Hatiyak'ue ilk dansı kızların Hatiyak'ue'si ile yaparak düğünü başlatır.

- Erkek ve kızların Hatiyak'ueleri, düğüne katılan bütün kız ve erkeklerin, büyüklerden ve misafir olanlardan başlamak suretiyle dans etmelerini sağlarlardı.

-Themade düğünden iyi dileklerini belirten güzel sözler söyleyerek ayrılır.

Bu biçimde kurulan düğün günlerce devam eder.

Kurulurken olduğu gibi, düğün sürerken de geleneklere uygun hareket edilir. Düğünler, genellikle güneşin doğma vakti, sabaha karşı yapılan Nexuşh Wuc ile sona erdirilir.


Çerkes çocukları on yaşını geçince artık delikanlı sayılır. Kendilerinden mertlik özellikleri beklenir ve istenir. Bunu sağlama konusunda Çerkes görgü yöntemleri rekabet kabul etmez.
Ağıtları, şarkıları hala dillerde dolaşan Prens (Pşikoy) Rus ordusuna saldırarak ünlü Baş Komutan General Zass’ı atından aşağıya attığı, generalin bindiği atı alıp getirdiği, o kanlı savaşta üç kez at yararak değiştirdiği, ancak kendisi yorulmayarak: "Atımı sevgilime götürünüz. Başkaları tuzlu su akıtırken kendisi kanlı su akıtsın" diyerek şehit olduğu zaman henüz ergenlik çağına gelmemişti. Değişik savaşlarda sekiz yara almış olan Şeruluk, şehit olduğunda on dört yaşındaydı. Çocukların yükseklik derecesini gösteren bu gibi cesaret örnekleri pek çoktur. Onlardaki bu yeteneği doğanın onlara verdiği özel bir ayrıcalık olarak kabul etmek yerindedir. Çünkü yüksek bir ruh taşıyan Çerkes delikanlısının sağlam kişilikleri hiç bir konuda başkalarından geri kalmasına izin vermez. Kendisine onur ve makam oluşturacak tek aracın soyu ve serveti değil, çok başka özellikler olduğunu bilir. Bundan dolayı Çerkes delikanlılarının hepsinde üstünlük iddiası ve şöhret eğilimi fazladır. Savaş meydanında, toplantılarda, eğlencelerde yüksek görgüsüyle, yüksek kişiliğiyle yaşıtlarına yüksek olduğunu göstermeye çalışır.
Delikanlı arsız değildir. Ancak acizlik bilmez. Uyuşuk ve sessiz yaşamı sevmez. Sonsuz özgürlük diyarı olan bir yerde doğup büyüdüğünü çok iyi bilir. Hareketli ve atak bir ortam içinde canlı ve hareketli olmak gerektiğini bilir. Bundan dolayı ortama uymaya çaba gösterir. Söz kendisine düştüğü zaman oldukça rahat konuşur sorununu dile getirir. Özellikle toplantılarda güzel söz söylemek, Çerkeslerce çok onurlu bir özellik sayıldığı için, o gibi yerlerde sıkılmak, kekelemek, beceriksiz davranmak delikanlı için büyük bir özür ve ayıp sayılır. Bundan sözederken Mr.Bell aynen aşağıdaki açıklamaları yapıyor: "Meclislerde halk işlerini görme sırasında, büyük bir topluluğa karşı insanların hiç sıkılmayarak kolaylıkla anlatıcı ve güzel konuşmalarda bulunması beni hayran bırakmıştı. Bu güzel örnek özgürlüğe, toplulukların çokça olmasına, genel çıkar için herkesin büyük ilgi göstermesine yorumlanabilir. Serbest konuşanların içinde hepsinin üstünde iki kişi mertçe, hatip tavırlar ile benim şimdiye kadar Ayan ve millet meclislerinde avukatlar toplantılarında, tiyatro sahnelerinde seçkin olarak gördüklerimin hepsiyle rekabet ederler
Güzel söz söylemeye, serbest söyleve alışmak için delikanlılar, büyüklerin bulunmadığı ortamlarda alıştırma yaparlar. Aralarında yaptıkları muhabbet toplantılarında bu yeteneklerini geliştirirler. Ayrıca bu toplantılar bir görgü okuludur. Toplantılar açıktır. Gençler orada gördükleri kuralları, gerekli gördükçe göstermeye hazırlanmak zorundadırlar.
Mr.Bell diyor ki: Çerkesler düşüncelerini canlı, çoğunlukla açık ve hızlı bir biçimde ortaya koyma konusunda büyük bir üstünlük gösteriyorlar. Halk, doğaları gereği tartışma ve değerlendirmeye alışkın olduklarından çoğu kez küçük şeyler için tartışma olur.”
İşte bu eğitimin sonucu olarak delikanlıların davranışlarında doğal bir serbestlik, gerçek bir kibarlık görünür. Başka uluslarda hükümdar dairelerine ait sayılan yüksek nezaket ve inceliği Çerkes delikanlıları doğal bir yaşam biçimi olarak öğrenirler. Bu nedenle davranışlarında ikiyüzlülük görünmez, temiz bir doğallık gösterir.
Nefsini dizginlemek Adighe olmanın birinci koşulu olduğu için Adighe delikanlısı hiç bir hareketinde kötü alışkanlıklara düşmez. Her konuda “VERKİĞ” yani kibarlık onun rehberi olur. Çünkü kibarlığı ihmal etmeyi insanlığı bırakmakla bir tutar.
Adighe delikanlısı korku bilmez. Yürek, akıl, irade onun için esas olduğu gibi cesareti cahilce değil akıllıca yapmak ister. Bundan dolayı Çerkesler; “cesurdan korkma o, cesaretini haklı işlerde mücadelede gösterir” derler. Delikanlıların medeni cesaret konusundaki Mr. Bell’in önceden anlatılan sözleri de dikkate değer. “Onlarda korku büyük bir kusur sayılır.”
Çerkes delikanlılarının kahraman yetişmesindeki etkenlerden biri de şiirleridir. Onlarda cinsellik duygularına seslenen şiirler yoktur. Dans müzikleri dışında bütün şiirleri yiğitliğe, iyiliklere ilişkin taşlama ile ağıtlardır.
Her olay üzerine Çerkes ozanları olayda kendini gösterenlerin övgüsünü, becerisizlik gösterenlerin taşlamasını gösteren şiirler söylerler. Böyle şiirler erkek, kız herkesin dilinde dolaşır. Her toplulukta kahramanların adı saygıyla anılır, beceriksizlerin de adları alay ile yinelenir. Bu hareket delikanlıların erdem ve görgüsüne büyük etkiler yapar ve delikanlı bu övgülerde adı geçsin diye ün ve onur sahibi olmasını sağlamak için harikalar yaratmak aşkını taşır.
Mr.J.BELL diyor ki: “Her türlü örgütten ve araçtan yoksun olan Çerkeslerin Rusya'ya karşı bu denli uzun süre direnç göstermelerindeki gizem ve bilgeliği bilmek isteyenler için şu iki nedenden başka bir şey bulamadım. Birincisi, herkesi sosyal görevini yapmaya zorlayan sosyal duygu, ikincisi, bireyler arasında kahramanlık konusunda rekabet bulunmasıdır. "
Çerkes delikanlıları ile kızlarının toplantılarda serbest ve beraberce bulunmalarında erkeklerin mert ve nazik görgülü davranmaları da önemli bir etkendir. Çünkü kızların saygı ve arzusu, erkeğin varlık ve dış görünüşünden çok kibarlığında, mertlik özelliklerindeki ününedir.
 
ÇERKESLERDE MÜZİK
Müzik bir milletin hissiyatının,ahlakının ve yaşamının göstergeleri,şarkılar da bu göstergelerin tümünün bir arada yansımasıdır. Bir milletin,bir kavmin milli bünyesinde,o milleti vücuda getiren bireylerin ahlak ve ruh terbiyesinde büyük bir önemi olan müzik,insan topluluklarının ortak duygu,ideal ve kavrayış tarzlarının oluşmasında,aynı zamanda yaşanılan zamanın geleceğe aktarılmasında da en etkili araçtır.
Çerkeslerin halk müziği ve geleneksel müziği, gerek müzik aletlerinin benzerliği bakımından, gerekse güfte ve bestelerdeki amaç ve tarz bakımından yakın benzerlik gösterirler. Çerkes müzik ve şarkıları bireylerin kahramanlığı,ahlak ve fazileti ile aşk ve muhabbet hisleri için birer edep örneğidir. Çerkes müziğinde ahlaka zıt,müstehcen hiç bir yön bulunmaz,bulunamaz.
Kahramanlık,vatana aşk,doğruluk,saygı,şefkat ve yaşamda birlik bizim müziğimizde asli unsurlardır. Çerkes müziklerinin bazıları insanı heyecanlandıran,coşturan,vatana millete bağlılığı ve saygıyı perçinleyen,insanlara dürüstlüğü,sevgiyi ve işbirliğini işaret eden tarzdadır.
Bazıları bireylerin kahramanlıklarını (lhıkhuj uered) veya toplum tarafından yadırganan hatalarını(auan uered) işleyen fakat her halükarda doğruyu ve iyiyi işaret eden bir tarzdadır. Bazıları ise yaşanmış acıklı hikayeleri , bazıları yaşanmış acı olayları anlatan (ğıbze) çerkes müzikleri,çerkes oyunları ile birbirini tamamlayan folklorun iki koludur.
Çerkes müziğinın ve oyunlarının temel şartı olan terbiye ve asalet her zaman ön planda olup tüm dünyanın hayranlığını kazanan bu değerlerimiz aynı zamanda milli kültürümüz için birer tanıtım aracıdır.

Müzik aletleri
Her millet duygularını ahlakını düşüncesini,içinden gelen ruh halini,aşk ve ızdırabını,heyecanını ve üzüntülerini ortaya koyabilmek için kendi sesinin yanısıra başkaca bir ifade vasıtası aramıştır. Çerkeslerde bu genel tavrın ve geleneğin dışına çıkmamış,duygularını anlatabilmek için ifadeye yardımcı bazı araçlara başvurmuşlardır. Eski dönemlerde çok çeşitli olan çerkes müzik aletlerinden günümüze ulaşabilen dört müzik aleti nisbeten bilinmekte ve kullanılmaktadır. Günümüzde çerkes müziğinin icrası için farklı müzik aletleri kullanılmaktaysada hiç birisi bu dört milli müzik aletinin verdiği zevki vermemektedir. Fakat artık bunların da bazılarını kullanan,kullanabilen insanlar anayurt dışında kalmamıştır.

1) Phapşıne.(şık|etspşıne)
Bu müzik aleti tamamiyle özel ve millidir. Bu aleti halk kendileri imal ederler, 3 telli bazıları 4 telli olup telleri at kılından (atın kuyruğundaki uzun kıllardan alınan tellerle) olan ve Lazların kullandıkları kemençe türünden bir sazdır. Abhazlar bu aleti (Apkhırtza) , Kaberdeyler ve Adigeler ise şık|etspşına veya phapşıne olarak adlandırırlar.
Bu saz ciddi ağırbaşlı toplantılarda,erkek meclislerinde çalınır.Çalınma esnasında güzel sesli birisi eski ve tarihi şarkıları(Uered) söyler, harp ve kahramanlık şarkılarını dillendirir,çekilen acıları yapılan savaşları ve ve şehit olan kahramanları anlatan şarkıları,ağıtları söyler. Mecliste (haceş) bulunanlar ise hep birlikte nakaratlara eşlik ederler (buna adige dilinde Deju denir). Bu alet ile havai,hissi,aşki şeyler çalınmaz. Yalnızca kahramanlıklara,yurt savunmasına,veya önemli toplumsal olaylara dair şarkılar ve müzikler dillendirilir. (Bu uered'ler bazen çalgısız olur ve sadece ses ile iştirak edilir) Bu müzik aleti hiç bir zaman umumi eğlence yerlerinde çalınmaz.Herkesin neşesi,zevki için yapılan toplantılarda bu alet yer bulmaz. Ancak Adigelerin kendi meraklarını ve duygularını teskin etmek,atalarını,milli olayları ve değerleri hatırlamak gereği olduğunda,milli meclislerde,tarihi ve milli kongrelerde bu alet ortaya çıkartılır ve çalınır.
Bu aletin kullanım amacı halkımızın milli duygularına hitabetmek,hissiyatını tatmin etmek,mersiyelerle geçmişi anmaktır. Düğün ve eğlencelerde kulanılamaz ve kullanılması da hoş karşılanmaz. Sadece savaşlarda yaralı düşenleri gece sabaha kadar uyutmamak adet olduğundan, bu gibi durumlarda yaralının uyanık bulunması için çalındığı bilinmektedir.

2)Kamıl veya Bjami
Bu alet ney şeklindedir.(Nısaşe)denilen büyük düğünlerde ve buna benzer eğlenceli toplantılarda çalınır.Düğün sahibi kimsenin ekonomik ve sosyal durumuna göre yapacağı için çevrenin bilinen müzisyenlerini (bu müzisyenlere kamılapşe denir) çağırarak bir orkestra oluşturur. Aguaue denilen bir grubun yine düğün sahibinin durumuna göre bu grup ikinci sınıf artistlerden oluşturulduğu gibi kimi zaman da katılımcı gençler tarafından bir koro oluşturularak küçük tahtalardan yapılmış birer aletle (aguts|ik veya phaciç) müziğe eşlik ederlerdi. Bu koro grubu oldukça heyecanlandırır çoşturur eğlenceye daha bir hareket katardı.
3)Pşıne veya armonik
Pşıne bütün özel eğlencelerde ve aile düğünlerinde çalınan tek perdeli körüklü bir müzik aletidir. Bu aleti erkeklerden daha çok kızlar çalarlar.Eskiden armonik çalmayan genç kız pek nadirdi. Hatta dikiş dikmek nasıl bir genç kız için en gerekli beceri ise armonik çalmak ta o kadar gerekli görülür mutlaka kız çocuklarına bu aletin çalınması öğretilirdi. Eski dönemlerde her evde bir armonik bulunur ve istisnasız her genç kız bu aleti çalardı.
4)Pşıne (Pşıne pxenc)
Pşıne pxenc çift sıra perdeli bir armoniktir. Pşıneye kıyasla daha büyük ve ağır olan bu alet daha çok oturarak çalınır. Sesi daha çok piyanoya benzeyen bu müzik aleti de pşıne gibi körüklüdür fakat daha mükemmel bir ses ve daha fazla ses tonu verebilen bu aletin çalınması pşıne'ye göre daha güçtür. Daha çok erkeklerin çaldıkları pşıne pxenc kafkas müziğinin en güzel aletidir. Bu alet Çerkeslerin urıs pşıne olarak ta adlandırdıkları günümüzde kullanılan akordeondur.
Çerkesler müzik sanatklarına ve üstadlarına (sirinapsha) derler. Bu kişiler halk tarafından çok sevilen ve itibar gören kimseler olup hafızaları müzik sanatındaki merak ve yeteneklerinin bir göstergesidir. Adige müziği son yüzyıl içerisinde kafkasyada bilimsel bir şekilde ele alınmış olup çeşitli akademik çalışmalara konu olmuştur. Günümüzde popüler müzik dışında kalan eski Adige halk şarkılarının çok büyük bir kısmı yeniden derlenmiş olup tasnif ve arşiv çalışmaları yapılarak kültürümüze yeniden kazandırılması konusunda önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
Önemli tarihi olaylara dair bilgiler ve ipuçları da içeren halk şarkılarımız aynı zamanda sözlü tarihimizin de önemli bir kaynağıdır. Bu nedenle toplumun tüm kesimlerine ulaşacak şekilde yeniden basılarak halkımıza sunulması yanısıra, Kafkasyada yapılan bu çalışmalar ile sürgün edilen halkımızın yaşadıkları ülkelerde yarattıkları şarkılar,ağıtlar ve benzer çalışmaların da birleştirilerek zenginleştirilmesi gerekmektedir.
 
MİSAFİR AĞIRLAMA
Misafir otururken ev sahiplerinin kendi iç meselelerinden bahsetmeleri ayıptır.
Bir şekilde misafir ile nizahlaşmak,onunla didişme derecesinde iddialaşmak ayıptır.
Misafirin giysilerinin kontrolü,yırtığı veya kirlisi varsa farkedilmesi yıkanıp dikilmesi ütülenmesi evin hanımının görevidir. Bu o kadını küçültmez,aksine güzelleştirir saygınlığını ve değerini artırır.
Yatak yorgan yastık gibi şeylerden ailede olan en iyisi misafire verilir.
Misafirin gidişine sevindiğinizi bir şekilde belli etmek çok büyük ayıptır.
Giyinirken misafire yardım etmek giysilerini tutup ayakkabılarını hazırlamak adettendir.
Misafirin gelişinden mutlu olduğunuzu belirten giderken selametle gitmesini ve bundan sonra da gelmesinden mutlu olacağınız belirten bir kısa konuşma yapmak adettendir.
Misafir giderken bir küçük hediye vermek adettendir.
Evden ayrılan misafir aynı köyde oturuyorsa yol başına kadar eşlik edilir, bir araca binip gidecekse aracına bininceye kadar aileden birisi ona eşlik eder.( Seni kapısına kadar uğurlamayanın evine gitme diyen Adige atasözü vardır)
Misafirin de dikkat etmesi gereken kurallar az değildir :
Gittiğiniz evde geçerli kurallara ve onların durumlarının getirdiği şartlara uymak gerekir.
Ev sahibine saygılı davranmak,söyleneni kabul ederek beğenmediklerinizi de fazla belli etmemek gerekir. (misafirlikte size önerilen wunafe(karar)dir ) anlamında Adige atasözümüz olduğunu hatırlamak gerek.
Misafiri olduğunuz ailenin işlerine karışmak ayıptır.
Nezaketen size fikrinizi sorarlarsa o zaman da onları incitmeyecek şekilde düşüncenizi açıklamaktır münasip olan.
Misafirlikte çok fazla yemek,içmek ve yemek seçmek çok büyük ayıptır.
Sağlığınız nedeni ile olsa bile bölye bir şey yakışıksız kaçar.
Sofraya konuşlan yemeği methetmek bir nezakettir.
Hiç bir zaman unutmamanız gereken bir şey ise; sofrada hiç bir şey
bırakmamacasına her şeyi silip süpürmenin Adigelerde ayıp sayıldığıdır.
Çok sık dışarı çıkıp içeri girmek de pek yakışık alan bir şey değildir Adigelerde. Diğer odaları gezip bakınmak,eşyaları inceleyerek sağına soluna bakıp methetmek imrendiğinizi beğendiğinizi gösteren davranışlar içerisine girmek ayıp sayılır.
Ev sahibi kendisi sizi çağırarak gösterirse bile hiç bir şeyi fazlaca methetmeyin “ güle güle kullanın, iyi günlerde kullanın,daha iyisi ile değişmeyi nasip etsin,uğurlu olsun,mutlulukla kullanmayı nasip etsin” gibi iyi dileklerden birisini söylemeniz yeterlidir.
Misafir ne zaman kalkmak gerektiğini ne zaman gitmek gerektiğini kendisi kavrayabilmelidir, misafirin gitmeyi bilmeyeni de makbul değildir.
Acele ile sofraya gelen yemeği bile bırakıp kaçarcasına gitmek de yakışıksız görülür.
Misafir olduğunuz yerde hoşlanmadığınız bir grubun içine düşseniz de oturup kalkmalarını sohbetlerini beğenmeseniz de ev sahibinin hatırına katlanmak zorundasınız.
Bu tür ortamlar Adige sabrının ve nezaketinin ölçüldüğü en önemli yerlerden birisidir.
 
ADIĞE VE ABAZA DİLLERİ


Murat Papşu

Adığece ve Abazaca, Vubıhça ile birlikte Kafkas Dilleri'nin Kuzeybatı Kafkas grubunu oluşturur. Dilbilim literatüründe "Abhaz-Adığe Dilleri" olarak da anılır. Batı literatüründe Adığece için sıklıkla "Çerkesçe" terimi kullanılır. Adığece, Abazaca ve Vubıhça'nın bugün artık var olmayan tek bir anadilden türediği kabul edilir. Adığe, Abaza ve Vubıh dillerinde dilbilimcilerin ilgisini çeken en belirgin özellik ünsüzlerin zenginliği ve ünlülerin çok az olmasıdır.
Kafkas-Rus Savaşı'ndan ve sürgünden önce, 19. yüzyıl ortalarında Kafkasya'da bu üç Kuzeybatı Kafkas dilini konuşanların sayısı, çoğu Adığe olmak üzere 1,5-2 milyon civarında tahmin ediliyor. Bugün Adığece Kafkasya'da yaklaşık 600 bin, Abazaca ise 130 bin kişi tarafından konuşuluyor. Kafkasya'dan 4-5 kat fazla nüfusun yaşadığı diyasporada ise (Türkiye, Ürdün, Suriye, İsrail, Avrupa ükeleri, ABD) dilin kaç kişi tarafından ve ne oranda konuşulduğu konusunda kesin bilgi yoktur. Vubıhça, konuşan son kişinin, Tevfik Esenç'in 1992'de ölümüyle artık ölü bir dil olmuştur. Vubıhların tamamı Türkiye'de yaşamaktadır ve uzun zamandan beri Adığece'yi ya da Abazaca'yı anadil olarak benimsemişlerdir.



Adığece
Adığece'nin Batı (Ç'ahe) ve Doğu (Şhağ) (veya Kabardey) olmak üzere iki lehçesi vardır. Batı lehçesi Abzah, Bjeduğ, Çemguy ve Şapsığ ağızlarından oluşur. Doğu (Kabardey) lehçesinin ise Büyük Kabardey, Besleney, Mozdok ve Kuban ağızları vardır. Bu iki lehçe Sovyet ve Rusya dilbiliminde akraba fakat ayrı iki dil kabul edilir ve Batı lehçesi "Adığey dili", Doğu lehçesi de "Kabardey-Çerkes dili" olarak adlandırılır. Batı lehçesi Adığey Cumhuriyeti'nde, Doğu (Kabardey) lehçesi de Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetlerinde resmi dildir. Yazı ve edebiyat dili Batı Adığe lehçesinde Çemguy ağzı, Doğu Adığe lehçesinde ise Büyük Kabardey ağzı üzerine kurulmuştur. Bu ayrımdan dolayı küçük farklılıkları olan iki ayrı alfabe vardır. Batı Adığe alfabesinde üçü işaret olmak üzere 64 harf, Doğu Adığe alfabesinde de üçü işaret olmak üzere 59 harf vardır. Batı Adığe alfabesi 1938'den beri, Doğu Adığe alfabesi de 1936'dan beri kullanılmaktadır ve Rus-Kiril harfleri esas alınarak hazırlanmıştır.

Abazaca
Abaza dili ve lehçeleri konusuna girmeden önce bu halkın adı konusundaki terminoloji karışıklığını açıklamak gerekir. Türkiye'de ve Ortadoğu ülkelerinde genel olarak Abaza adıyla bilinen halk esas olarak üç gruptan, buna bağlı olarak dil üç ana lehçeden oluşur:

1. Tarihi anavatanları Abhazya'da yaşayan Apsuvalar; 2. 13-14. yüzyıllarda Abhazya'dan Kafkas Sıradağları'nı geçerek kuzeye, Adığeler'in arasına yerleşen Aşuvalar; 3. Eskiden dağlık bölgelerde yaşayan, daha sonra (17-18.yy.) Kuzey Kafkasya'nın düzlüklerine inerek yerleşen Aşharuvalar.
Türkiye'de genel olarak Abaza adıyla bilinmelerine karşın, bu ad Kafkasya'da ve literatürde sadece Kuzey Kafkasya'da (Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde) yaşayanlar, yani Aşuva ve Aşharuva grubu için kullanılmaktadır (Rusça'da Abazin). Ayrıca Aşuvalar için Osetler Tapanta, Adığeler (Kabardeyler) Bashağ, Nogaylar da Altıkesek Abaza adlarını kullanırlar. Abhaz ise Abhazya'da yaşayan ve kendilerini Apsuva olarak adlandıran gruba Gürcülerin verdiği ad olarak bilinir.
Sovyetler döneminde Abhazya'da Apsuva ve Kuzey Kafkasya'da Aşuva (Tapanta) lehçeleri ayrı ayrı yazı ve edebiyat dili haline getirilmişlerdir. Aşharuva ise yazı ve edebiyat dili olarak Aşuva (Tapanta) lehçesine dahil edilmiştir; Aşuva ve Aşharuva lehçeleri birlikte Abazaca olarak anılmaktadır. Bugünkü Rusya dilbiliminde Abhazca (abhazskiy yazık) ve Abazaca (abazinskiy yazık) iki ayrı dil kabul edilirler ve alfabeleri farklıdır. Dilbilimcilerin çoğu tarafından ise aynı dilin lehçeleri olarak görülürler.
1936-1938 yıllarında Latin temelli alfabeler yerlerini genellikle Kiril temelli alfabelere bırakırken Abhazya'da Abhazca (Apsuva lehçesi), Stalin ve Beria'nın Abhazya'yı Gürcüleştirme politikasının sonucu olarak Gürcü alfabesine uyarlandı. Bu alfabe 1953'te Beria ve Stalin'in ölümüne kadar kullanıldı. Fakat 1940'ların ortasından itibaren Abhaz okulları Gürcü okullarına dönüştürüldüğü ve Abhazca yayınlar engellendiği için bu alfabeyle çok az şey yayınlandı. 1954'den itibaren, bir komite tarafından hazırlanan Kiril temelli alfabe kabul edildi. Bugün hala kullanılan bu alfabede 62 harf vardır. Yazı ve edebiyat dilinin temeli nispeten basit fonetik sisteme sahip Abjua ağzıdır.
Rusya Federasyonu'na bağlı Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nin beş resmi dilinden biri olan Abazaca (Aşuva lehçesi) için genel olarak kabul edilen ilk alfabe 1933 yılında Kubina-Elburgan ağzı esas alınarak Latin temelli olarak hazırlandı. 1938'de bugün kullanılan Kiril temelli alfabeyle değiştirildi. Alfabede üçü işaret olmak üzere 68 harf vardır.
 
ÇERKES AİLE HAYATI

Disiplin ve terbiye yuvası

Çerkeşlerde aile fikri çok eskilere dayanır ve oldukça gelişmiş bir yapı özelliği arzeder. Bu nedenle de toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Aileyi yıkmak isteyen sosyalizm gibi düşünce akımları Çerkesler arasında fazla rağbet görmemiş, eskiden beri aileye saygı ve sevgi muhafaza ve devam ettirilmiştir. Eskiden Simye(Araplarda beşinci göbekten sonra gelen aile fertleri) arasında evlenmeyi yasaklayan bazı milletlerde başka kabile ve soylardan alınan kızlardan doğan çocuklar anneye, annenin mensup olduğu kabileye ve soya ait olduğundan bu gibi ailelerde babanın çocuk üzerinde hiçbir surette hakkı olmazdı.

Başka ailelerden, soylardan evlenmek mecburiyeti Çerkeslerin güzel düşünüşlerinin bir örneğidir. Kendi soyundan kız almayı Çerkesler menetmişlerse de hiçbir vakit maderşahilik gibi gayrı tabii bir aile usulünü kabul etmemişlerdir. Fakat eski Romalılarda olduğu gibi aile reisi olan babanın hakimiyeti hiçbir vakit sınırsız olmamıştır ve aile efradına esaret hayatı yaşatan zulüm derecesine vardırılmamıştır. Ailenin birliğini sağlayan babanın mevkiine riayet ve saygı gösterilir ancak şahsi hürriyet ve istiklâle hürmet edildiğinden aile fertleri birbirinden ayrılabilir, mal ve mülk sahibi olabilir.

Bundan ötürü şahsi hürriyet ve istiklâli bozan aşırı bir disipline dayalı büyük ve kalabalık ailelerin teşekkülü de zaruret haline gelmezdi. Ancak fertlerin ayrılması aile arasındaki manevi birliği ve bağlılığı asla bozmazdı. Ayrılan kardeşler ve evlâtlar arasındaki bağlılık daha fazla samimiyetle devam ederdi. Çerkes aile hayatı fertler açısından gerçek bir mektep özelliği taşıyordu.

Çerkes aile hayatı, sevilen kimselerin elemlerinden acı duymayı, kendisini büyüten ailesinin fedakârlığını takdir etmeği, onların isteklerine saygı gostermeyi, kardeşlerin kendisiyle bir saymasını, sonra da kendi çocuklarını güzel idare etmesi, mağrur olmaksızın kendisine hürmet ettirmeyi, meşru büyüklerine itaatli olmayı, zaaf göstermeden adil olmayı, şiddet göstermeden kumanda etmeyi öğretirdi.

Aile hayatı



Çerkes aile hayatının şekli, diğer milletlere biraz garip gelelebilir. Çerkes aile hayatının esası resmiyettir. Çerkesler, gerek evlerinde gerek dışarda laubalilik, teklifsizlik ve nezaketsizliği büyüğe karşı saygısızlık addederler. Nezaketsizlik ve saygısızlığa tölerans gösterileceğine kimse inanmaz. Fakat saygı ve nezakete dayalı bu resmiyet ailede ne soğuk bir hayat ne de bir esaret meydana getirir. Yabancılar bu insani ve kibar hayatın inceliklerini takdir edemedikleri için zor ve gayri tabi olarak yorumlayabilirler ancak bu hayat tarzı Çerkesleri asla sıkmaz. Bilakis aileler laubaliliğin meydana getirdiği olumsuz etkenlerden bu şekilde uzak tutulmuş olur. Çocuklar aile içinde büyük bir intizam, saygı ve bağlılık içinde doğup büyürler. Bu nednele de aile hayatı bir fazilet mektebi sayılır.

Baba



Aile reisi olan baba, aile efradına karşı vakur, şefkatli bir amir ve terbiyeci gibi özelliklerini daima muhafaza eder. Bütün aile efradı da kendisine karşı hürmetkâr ve tam bir bağlılık gösterir. Onun her emri itirazsız yapılır. Kocanın karısı karşısındaki konumu da eşitliğe saygı ilkesi çerçevesindedir. Çünkü kadın ile erkek arasındaki eşitlik birbirine benzememek şeklinde bir eşitliktir. Yoksa karı ile kocanın faaliyetlerinin çeşitli almasını men etmeye kimse muktedir değildir.

Daima kendi hakkını savunmak şeklindeki aşırı merak kadar teessüfe değer haller ailede görülmediğinden karı koca arasındaki gerçek eşitliğin sevişerek, birbirine saygı duyarak, sevinç ve kederlerini, ümitlerini müşterek bir hale getirmek olduğunu, yoksa herkesin kendi dünyasında serbest yaşamak olmadığını pek iyi bilirler.

Çerkeslerde çok kadınla evlenme adeti yoktur. Çerkeslerle kadına ziyadesiyle saygı duyulur. Hattâ evlendikten sonra da kadın soyadını muhafaza eder. Koca zevcesini adıyle çağırmaz. Kendi soyunun ismiyle çağırır. Çünkü kadına soyunun ismiyle hitap etmek Çerkeslerce saygı belirtisidir. Asıl adıyle çağırmak daha çok teklifsizlik sayıldığından kadının akrabasından olmayanlar da soyadıyla hitap ederler. Evlenen kadınlar soyadı istiklaliyetlerini muhafaza ederler.

Babanın huzurunda karısı ile kızından başka aile efradından kimse oturamaz. Diğerleri saygı ile ayakta beklerler. Karısı bile çocuk sahibi oluncaya kadar oturamaz. Ailenin hiçbir ferdi baba ile yemek yiyemez. Baba küçük çoçuklarını öpüp okşamaz, kucağına almaz. Sevginin sözle değil, kalple olduğunu bildiği için Çerkes aile efradına karşı olan sevgisini yılışık bir surette açığa vurmayı kibarlığa aykırı görür. Fakat narin vücudu, ince kalbi hasebiyle daha çok şefkat, sevgi ve himayeye ihtiyacı olduğundan kız çocuklarına anlayış gösterir.

Erkek çocuklanna karşı muamelesi ise bir öğretmenin öğrencilerine karşı yaptığı muameledir. Onunla yüz göz olmaz, senli benli olmaya asla meydan vermez. Bütün , çocuklarına isimleriyle seslenir. Yavrum, ciğerim, canım gibi deyimler kullanmaz. Babanın eli erkek çocuk üzerinde titremez. Bilakis onu, istiklal ve şahsiyet sahibi etmek için serbest büyütür.


Anne


Çerkes ailelerinde anne, pek değerli ve şerefli bir mevkidedir, ikinci aile reisidir. Bilhassa evin iç işlerindeki hak ve istiklâline saygı ve riayet olunur. Aile reisi olan babanın buna karışmasını saygısızlık, kadına tahakkümü mertliğe aykırı telâkki ederler. Kadının bu hakkına ima olarak "TIBISIM" yani "ev sahibemiz, mihmandarımız" diye hitap ederler. Böylece kadını asıl ev sahibi ve kendisini onun misafiri sayarak ev işlerinde kadının riyasetine hürmet gösterdiğini belirtir.

Kocasının son derece saygısına mazhar olan anneye, gelinleri "GUAŞE" yani prenses diye hitap ederek saygı duyarlar. Anne ile çocuklar arasındaki ilişkiler baba ile çocuklarınkinden oldukça farklıdır. Anneler şefkat kucağını açar ve çocukları sevgiye boğarlar. Kadın kocasına aslâ adı ile hitap etmez. Anne çocuklarını isimleriyle çağırır. Bazen de şefkatine ve teklifsizliğine delâlet eden takma isimler kullanır. Ev işlerinde tam yetki sahibi olan kadının sorumluluğu çok geniştir. Kocasının bulunmadığı bir zamanda gelen misafirleri kabul ve ağırlamak, misafirin sınıf ve mevkine göre hürmeten kuzu, koç hatta öküz kesmek, kocasının misafire adet üzere vermesı gereken hediyeyi vermek kadının yetkisi dahilindedir.


Çocukların eğitimi


Çerkesler hamile kadının şağlığına çok dikkat ederler. Çocuk dünyaya gelince bütün akraba ve komşular tebrik için gelirler. Hediye olarak Haluj, börek, koç ve kuzu gibi şeyler getirirler. Çocuğun ninesi de kız evlâda sırma işlemeli beşik takımı ve güzel elbise gönderir. Beşik göndermek uğursuzluk olarak kabul edilir. Çocuğun doğuşu şerefine ekseriyetle kurban kesilir. Kamşulara zifayet verilir. Çocuk beşikleri ağaçtan yapılmış olup belli şekildedir. Sırma işlemeli süslü örtülerden başka asıl beşiğin süsü yoktur. Çocuğu sabah akşam yaz ise soğuk, kış ise az ılık su ile iki defa banyo yaptırırlar. Bazıları yaz ve kış soğuk su ile yıkanır. Kadınların bazısı da çocukları sabah, öğle, gece yatırılırken olmak üzere üç defa banyo ederler. Soğuk su ile banyo edilen çoculkarın daha sağlam ve çevik olacağına inanılır.

Sabah, öğle, ikindi ve yatarken çocuğu dört defa muntazaman kaldırırlar ve süt verirler. Çocuğa annesi süt verir. Kâfi gelmedigi takdirde komşu kadınlar arasında ufak çocuklu varsa ondan istifade ederler. Yoksa eksiklik keçi, inek sütü ile tamamlanır. Diş çıkarıncaya kadar çocuğa başka yemek vermezler, yalnız sütle beslerler. Diş çıktıktan sonra ŞEKURİP adı verilen sütten ve baldan pişirilmiş bir çeşit muhallebiden azar azar vermeye başlarlar. Çocuğa babası ya da annesi ad takmaz. Dedesi, ninesi yahut yakın akrabadan bazan de dostlarından biri ad takar.

Anne çocuğun yaşına göre Ahlâki terbiyesine dikkat eder ve karakterinin teşekkülüne yön verir. Çocuğa karşı ciddiyet gösterirse de ruhunu öldürecek şiddet ve onu alçaltacak halleri reva görmez. "FEMİF" yani beceriksiz, "KARABĞ" yani korkak kelimeleri çocuğun terbiyesi için kullandığı yegâne değnektir. Bu kelimeler çocuğa vazifeperverlik, mertlik, cesaret hissini aşılar. Aile hayatındaki resmiyet ve misafir odası (Haceş) çocuğa sosyal terbiyeyi verecek mekteptir. Çerkesler çocuklara kalın pamuklu şeyler giydirmezler. Vücudu sıcak ve soğuğa dayanıklı olması içiz elbisenin hafif fakat zarif olmasına dikkat ederler. Çocuk elbiseleri erkek ve kadın elbiselerinin küçültülmüş şeklidir. Ancak pek ufak çocuklara kalpak giydirmezler. Çerkeslerde kız ve erkek çocukları bir arada ders görür.


Yürüme çöreği


Çocuk yürümeğe başlayınca adam olmak üzere ilk adımı atmış sayılarak gelecekte yapacağı meslek hakkında bilgı edinmek için anne büyük ve süslü bir çörek yapar. Çöreğin üzerine çocuğun erkek ve kız olmasına göre kalem, kitap hakka, silah yahut iğne, makas, yüksük gibi aletler konur. Ondan sonra aile fertleri huzurunda yapılacak merasim için çocuk süslü elbiselerle donatılır. Sonra üzerindeki eşyadan birini almak üzere çöreğin yanına oturtulur. Çocuk da tabiatıyla gözüne hoş görüneni alır. Aldığı şeye göre anne de kendisini çocuğun eğilimlerini anlamış olur. Meselâ silâh aldı ise kahraman, kalem ve kitap gibi şeyler aldı ise alim, çekiç aldı ise sanatkâr olacağına hükmeder.


Kurban töreni


Çerkesler, doğan çocuklar için kurban keserler. Analar bunu ömrün uzaması için bir vesile saydıklarından ihmal ettirmezler. Ekseriyetle iki yaşına gelince kurban merasimi yapılır. 1839'da Mr. Bell, Çerkesya'da bulunduğu bir kurban merasimini şu şekilde anlatıyor: Bu gün hane sahibim oğlunu Allah'a takdim etti. Ormanın ortasında âdetlere göre sofralar dizilmişti. Civardaki muhtelif evlerden getirilmiş olan bu sofralardaki yemekler de çeşitliydi. Sofra getirenlerin çağu sofrayı ruhani reis vazifesi gören ihtiyar şahsa verdikten sonra başlarını açarak diz çöküyor, başlarını yere doğru eğiyorlardı. (O sırada Çerkesler Müslüman olmakla beraber, putperestlik ve Hıristiyanlıktan alınmış kadim dinlerine ait merasimi büsbütün terk etmemişlerdi.) Bu mukaddes yerin kenarında benim için de bir kır minderi serilmişti. Diğer yönden de benden sonra gelmeye başlayan ve sayıları altmışa varan kadınlar dizilmişti. İhtiyar kadınlar ateş başında, kızlar da sık bir ağaçlığın kenarında idiler. Dini merasim evvelce gördüğümden daha muhteşem surette yürütüldü. Önce "The Şkhoa" ye yani "Ulu Tanrı"ya temizleneceklerine dair bir dua yapıldı. Ruhani reis bu duayı okuduktan sonra sağ elinde "Şuatn" denilen içki dolu bir ağaç kadeh, sol elinde mayasız büyük bir çörek olduğu halde ilerledi ve arkasında duran muavinlerine verdi. Onlardan tekrar beş, altı kadeh ve ekmeği birer birer alarak hepsine ayni şekilde dua etti. Daha geride başları açık olarak yere diz çökmüş ve başlarını yere eğmiş olan cemaat de yüksek sesle aynı duayı tekrar ediyor, ihtiyar kadınlar da buna iştirak ediyorlardı. Buradan sonra üzerinde dua okunan Şuat ve çörekler hazır olanlara dağıtıldı. Sonra iki keçi ve bir koyundan ibaret olan kurbanlar, her biri iki adam tarafından tutulduğu halde getirildi. Ruhani reis her birisinin üzerine dua okuduktan sonra başlarma kadehteki Şuattan birer parça döktü. Kıllarından birer parça alınarak arkasın da duram üç balmumu şamdan yakıldı. Sonra kurbanlar ksilmek üzere geri çekildiler. İbadet merasimi sona erdiğinden herkes başka şey1erle meşgul oldu. Bazıları kurbanlarm etinin kesimine yardım etti. Bazıları büyük kazanlar hazırladılar. Diğerleri de yemek hazır oluncaya kadar eğlendiler. Hatırlı kişiler ise bu arayı konuşma ile geçirdiler. Vazifesini talkdire değer bir başarı ile yapmış olan ruhani reis başı açık, elinde baston, sırtında manto olduğu halde devamlı ayakta durdu. Yemeklerin, etlerin altmışa çıkan sofralara dağıtımını da idare etti.
 
Çerkeslerde toplantı geleneği

Çerkeslerde toplantı yapmak için çok vesile ve neden vardır. Bir köyden diğer bir köye gidildiğinde ya da o köye dışarıdan bir misafir gelmişse gençler hemen bir araya gelirler.

Bir düğünün bitiminde gençler toplanarak böyle bir ortamın oluşmasına sebep olabilirler. Yine kendi aralarında böyle toplantıları önceden planlayabilirler. Muhabbet toplantıları fonksiyonel açıdan bir çok amacı gerçekleştirmektedir. Bu tür toplantılarda bir çok Çerkes genci birbirleri ile tanışma imkanı bulur. Aynı sülaleden olan kişilerde birbirini tanımış olur. Aynı yaş grubundan toplanıp tanışan bu kişiler böylece eğlenme şansını yakalar. Birbirlerini tanıyan genç kız ve erkekler aradıkları vasıflan taşıyan kişilerle kaşen olarak daha sonra evlenebilme imkanını bulurlar.

Toplantı düzeni
Toplantıda insanlar dağınık bir şekilde oturamazlar. Herkes konumuna göre oturması gereken yerde oturmak durumundadır. Oturma sisteminde kızlar ve erkekler ayrıdır. Karışık oturmazlar. Toplantıda hiyerarşik yapılanmanın getirdiği farklı statü ve rollerin olması fertleri istediği gibi davranmaktan alıkoyar. Herkes örf ve adetlere göre oturma düzeni alır. Thamatenin sağında ve solunda birer yardımcı bulunur. Bu kişiler ev sahibi olmaması kaydı ile gelen misafirlerden birisi olabilir. Bunlar en az thamate kadar topluma etki edecek konumdadırlar. Eğer bu cemiyet düğün, nişan türü bir cemiyetse thamatenin sol tarafına yaş sırasına göre erkekler, sağ tarafına yaş sırasına göre bayanlar oturur. Bayanların thamatesi de cemiyetin thamatesinin sağ yanında oturur. Yaş sırasına göre de diğer bayanlar da sağ tarafta yer alırlar. Diğer cemiyetlerde ise sağında ve solunda erkekler oturmaktadır.

Gösterilen her davranışın belirli kuralları vardır. Fakat buna rağmen bu tip toplantılar çok eğlenceli ve faydalı olur. Bu tür toplantılar yeni iştirak etmeye başlayan gençler açısından da eğitim merkezi sayılır. Burada habzenin yani örf ve adetlerin uygulamalı olarak öğretilmesi bağlanır. İnsanlar birbirine kaynaşır. Kızlar ve erkekler arasında arkadaşlık kurulur. Bu tip toplantılar belirli yaş gruplarına ayrılmıştır. Kızlar ve erkekler kendi yaş gruplarının toplantılarına katılırlar. Her yaş grubunun toplantısı ayrı olmaktadır.

Eğlenerek tanışma
Bütün toplantılar başlarken tanışma faslı vardır. Cemiyette kişileri tanıştırma görevini thamatenin isteği üzerine pşerah yerine getirir. Cemiyet kalabalık ise herkesi tek tek tanıştırmak yerine değişik bir ortam hazırlanarak herkesin birbiriyle tanışması sağlanır. Bu daha ziyade vakit geçirici oyunlarla olur. Bu oyunlar cemiyetteki insanların birbirleri ile tanışmasına ve etkileşim kurmasına vesile olur. Oyunu pşerah başlatır. Mesela çapşı denilen bir oyun vardır. Pşerah cemiyetteki kişilerin herhangi birisini kaldırır. Kaldırdı kişinin eline vurur. Eline vururken de kendi ismini, kabile ismini ve boy ismini söyler. Yine o kişi de aynı şekilde başkasını kaldırır. Bu şekilde oyun süresince bir tanışma olur. Fakat cemiyette Çerkez olmayan bir kişi varsa o kişi sadece bulunduğu konum itibariyle tanıştırılır.

Habzenin kesin kuralları
Muhabbet geceleri habzenin kesin kurallarına göre şekillenir. Bu kurallara uyulmadığı taktirde thamate araya girer ve kuralların uygulanmasını sağlar. Kurallara uygun hareket etmeyen kişiler ise diğer fertler tarafından uyarılır. Bu nedenle bu toplantıda serdedilen her davranış kurallara uygun olmak durumundadır. O gecede hiç kimse keyfi olarak odadan dışarı çıkamaz. Dışarı çıkmak istediği taktirde thamateden izin alır. Thamate izin vermişse dışarıya çıkabilir. Birisi herhangi bir durumda dışarı çıkıyorsa orada bulunan herkes çıkarken ayağa kalkar. Aynı şekilde dışarıdan içeriye gelindiğinde de aynı şey geçerlidir. Bu durum Çerkes kültüründeki saygı unsurunun etkinlik göstergesidir.

Bir kompliman geleneği Pseluh
Çerkeslerin her vesile ile yaptığı toplantılar, gençlerin kendilerini göstermesi ve kabiliyetlerini sergilemesi için birer fırsattır. Böyle eğlencelerde birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler sanki evleneceklermiş gibi birbirlerine iltifat ve ilanı aşk ederler. Çeşitli şakalar yaparlar. Bazen aynı kıza bir kaç genç birlikte iltifat ederek eğlenceyi artırır. Kızlar da gençlerin bu iltifatlarına uygun şakalar yaparlar. İltifatlarla birlikte yapılan tüm şakalaşmalara pseluh denmektedir. Pseluh işin gayri ciddi boyutudur. O cemiyetle sınırlıdır. Pseluk zahiren gayri ciddi gibi görünse de bu kanaat yanıltıcıdır. Bütün eğlence ve şakalar birtakım yaptırımlara haiz olan habzenin kesin kuralları ile sınırlıdır. Gelişigüzel bir biçimde pseluk yapılmaz. Saygısızlık yapmak karşısındaki kişiyi en ufak bir şekilde rencide etmek yasaktır. Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.

Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar dahi sırf o geceye ya da bir kaç geceye mahsus olarak kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş vakit geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi meth edici ve övücü sözler söyler.

Misafirlerin durumu
Bu cemiyetlerde misafir olan kişiler, çok önemli bir mazeretleri olmadıkça diğer kişiler topluluğu terk etmeden o ortamı terkedemezler. Toplantı bitene kadar o ortamda bulunmak durumundadırlar. Çünkü diğer kişiler daha ziyade o gece onlar için toplanmıştır. Bu nedenle onların toplantıyı terkedip gitmeleri saygısızlık sayılır. Aynı kural misafir ve ev sahibi dışında ev sahibinin arkadaşları için de geçerlidir. Bunların cemiyeti terkedip gitmesi de misafirlere karşı bir saygısızlık olarak nitelendirilir.

Oyunlar
Çerkes gençlerinin düğün gibi toplumsal aktiviteler vesilesiyle tertip ettiği toplantılarda çeşitli oyunlar oynanır. Oyunlar hem cemiyetteki insanların birbirleri ile tanışmasını sağar hem de toplantının eğlenceli geçmesine sebep olur. Bu oyunlar folklorik ve dans türü oyunlar değildir.
Eğlenceye yönelik olan ve herkesin iştirak ettiği oyunlardır. Oyunu pşerah başlatır. Oynanan oyunların bazılan şunlardır.

Çapşı: Bu oyun birbirinin eline vurarak tanışmayı sağlayan oyundur.

Aykan: Pişerah kalkar. Başka birini de kaldırır. İkisi de eliyle birbirinden habersiz olarak bir, üç ya da beşi göstermek durumundadır. Oyunun kurallarına göre üç biri, beş üçü, bir de beşi yenmektedir. Bu durumda yenen sayılan eliyle gösteren kişi diğer kişinin eline hızlı ya da yavaş olarak vurmaktadır.

Eş Seçme: Oyunun başında herkes ikişerli olarak eşleştirilir. Daha sonra pşerah kalkar, sırayla herkese eşinden memnun musun diyerek sorar. Eğer memnunsa, memnun olduğu için eline havluyla vurulur. Memnun değilse eline vurulmaz ve eş olarak kimi istediği sorulur. O da orada bulunan herhangi bir kişiyi eş olarak tercih eder. Bu durumda tercih ettiği kişinin eşine eşini veriyor musun diye sorulur. Eğer verirse eline vurulmaktan kurtulur. Eşini vermeyi kabul etmezse eşini isteyen kişinin taktir ettiği sayı kadar (daha önceden bir limit belirlenir) hızlı yada yavaş şekilde eline vurulur.

Yüzük Oyunu: Bu oyunda bir yüzük saklanır. Bir kişi kaldırılır ve kaldırılan kişiden yüzüğü bulması istenir. Bunu da diğer kişilerin tarifleri ile yapar. Yüzüğü arayan kişi diğer kişilerin verdiği ipuçlarına göre yüzüğün kimde olduğunu bulur.

Bu oyunların yanısıra daha farklı oyunlarda oynanmaktadır. Bu oyunlar kişilerin hem birbirleriyle tanışmasını hem de etkileşim ve iletişim kurmasını sağlar. Kişiler çapşı denilen oyunla çok kısa bir süre içinde birbirleri ile tanışma imkanı bulur. Aykan denilen oyunda bunun hemen akabinde gelir. Bu oyunda da en fazla bir dakika kadar süre içerisinde birbirleriyle konuşma imkanı sağlanmış olur. Onlar da eğer iletişim kurmak isterlerse bu fırsatı değerlendirmeye çalışırlar. Eş seçme oyununda ise eşini vermemenin cezası vardır. Kişiler eğer eşlerine bağlı iseler eşlerini vermezler. Bağlı değillerse eşlerini değiştirirler. Eşine ne kadar bağlı ise o kadar cezaya tahammül eder. Bu bağlılığı hem karşısındaki kişiye hem de topluma yansıtmış olur. Bunun gibi diğer oyunların oynanmasında da bir takım incelikler ve faydalar vardır. Bu tip oyunların yanı sıra toplantılarda maniler, güzel sözler, şarkılar vs. söylenir. Bir çok değişik konular konuşulur
 
Çerkeslerde Giyim Kusam

Kafkaslilarin giysilerinin her birinin gerek islemecilik gerekse görsel zenginlik açisi ndan sanat eseri oldugunu söylemek abartili olmaz. Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar uzanan Kuzey Kafkasya, dünyada dillerin ve lehçelerin en yogun oldugu bir yöredir. Burada yasayan halklar ortak bir kültürü paylasir. Erkeklerin eskiden günlük, simdilerde ise sahne ve tören giysisi olan çerkeska bu ortakligin simgesidir. Kadin elbiseleri kapalidir ama dekoratiftir. 1925-1926 yillarinda etnograf B.A. Kuftin Kuzey Kafkas giysilerinden olusan zengin bir koleksiyonu Sovyetler Birligi Halklari Müzesi'ne teslim etmistir. Bu giysiler 1948'de Devlet Etnografya Müzesi'ne nakledilerek korumaya alinmis tir.

ERKEKLER ZARIF VE CIDDI GIYINIRDI

Erkekler ev yasaminda iç gömlek, pantalon ve besmetten (gömlek) ibaret olan sade giysileri, disarida ise üzerine 'çerkeska', kalpak ve yumusak çizme giyerlerdi. Bas giysileri üç türlü idi; ipek takke, yün külah ve kalpak. Deriden yapilmis ‘suruk’ dedikleri güzel çizmeler ve ayakkabilar giyerlerdi. Kemer, deri veya ipekten yapilirdi. Erkekler kemerlerine silahlarini ve edevatlarini asardi. Altin ve gümüsten halka halinde kemerler de yapilirdi. Süs ve taki cinsinden bayanlar, altin ve gümüs küpe, yüzük, bilezik, bronz taç, gerdanlik; erkekler de yüzük takardi.


KADINLARIN ZERAFET TERCIHI

Kafkas kadin giysileri dis görünüsleri ile tam bir zerafet ve asalet ömegidir. Biçimi y üzyillarca bozulmadan korunabilmistir. Dagli kadinlar giyimlerine özen gösterir ve vü cutlarini korurlar. Küçük yaslardan baslayarak ince belli ve dik orantili vücutlarini korumaya çalisirlar.Bayan kiyafetleri daha çok farklilik arzederdi. Yapilis tarzi erkek kiyafetlerine benzer, gömlek ile fase denen gögüs kismi islemeli miflonlu pardesüden olusurdu. Ayakkabi az farkla erkek ayakkabisina benzerdi. Elbise için fabrika mamülü farkli kumas ve bezler ile ipek kumaslar kullanilirdi. Ayakkabilarini sahtiyan, yünlü kumas ve deriden bizzat kendileri yaparlardi.



Kuzeybati Adigeleri biyik, bazilari da sakal birakirlardi. Saçlarini kaziyip tepede ve sol kulaga yakin bir tutam saç birakirlardi. Tras biçagini hep yanlarinda tasirlardi. Bayanlar saçlarini yapardi. Bir mezarda taç seklinde örülmüs bayan saçi bulunmustur.

Topragin bereketi ve havanin güzelligi sebebiyle Çerkeslerin ve Kafkas kabilelerinin bedenleri son derece gelismis olup bünyeleri sikintiya çok dayaniklidir. Sportif uzuvlari güzel bir görünüm arzetmektedir.

Kabileden kabileye modelde farklilik göstermesine ragmen genellikle tüm Kuzey Kafkas halklarinin giysileri ayni model idi. Giysiler çogunlukla yünden örülürdü.

17. Asirda Adigeler kirmizi elbise giyerlerdi. 2. Yarida ise siyah yayginlasti. Ipek, yün ve benzerinden mamul tsey (kaftan) giyerlerdi. Ayakkabiyi deriden, kumastan, örme ipten, islenmis deriden yaparlardi. Suruk dedikleri bir nevi çizme giyer, içine ot koyarlardi. Erkek kiyafeti kesinlikle silahli olurdu. Sadece psi ve workler degil biraz varlikli insanlar da zirh ve migfer giyerlerdi. Kafanin iki yaninda saç birakilir, örülürdü. Abazalar saçlarini uzatir, Kabardeyler saç ve sakali tras ederlerdi. Dagistanda sakali olmayana itibar edilmezdi.

Bayan kiyafeti genellikle ayri olmakla beraber erkek giysisine benzedigi noktalar da bulunurdu. Bas giysileri çok farkli idi. Inguslarda kuryari yünden örülür, külahin ucu sivriltilip öne dogru bükülürdü. Asetin kizlar esarptan baska yuvarlak küçük sapkalar da giyerdi. Adigeler ipek veya kumastan mamul altin ve gümüs süslemeli küçük sapkalar giyerdi. Gerdanlik, yüzük ve bilezikler, altin, bronz, bakir, gümüs gibi farkli madenlerden yapilirdi. Saçlar Adigelerde en iyi süslenirdi. 1634te Adigey;de bayanlar saçi açik gezerdi. Terkede yasayan Adige kizlar 1638;de ikili örgü yaparlardi. 1669da 7-8 örgü yapildigi görülmüstür. Kadinlar ellerine kina yakardi. 17-18. Asir bayan mezarlarinda ahsap veya kemik tarak, ayna, yüksük, igne vs. özel esyalar bulunmustur.

1861 öncesinde giyim kusam dag bölgelerinde ayni kaldi ama vadilerde biraz degisiklik göstermeye basladi. Fabrika dokumasi kumaslar kullanilmaya baslanmakla beraber dag bölgelerinde elde yapilan iç ve üst giysilik kumaslar da kaliteliydi. Koyun derisinden sapka, kürk, pantalon vs. yapilirdi. Keçe yamçi ihtiyaçtsan fazla üretilip satilirdi. Kabardey, Dagistan ve Çeçen yamçilari daha çok tutulurdu. kullanilirdi. Daglarda keçi kilindan, ovalarda ise deve yününden yapilmakta olan sharhon (baslik) ile az islenmis kaba deriden yapilan suruk (çizme) çok yaygin kullanilmaktaydi. Fantazileri de yapilan bu çizmeleri zenginler iyi sahtiyandan yaptirirlardi. Bunlarin fabrikasyon üretimini yapan atelyeler de kurulmuttu.

Mezdog Adigelerinde de kiyafet genelde muhafaza edilmistir. Ancak, degisik halklardan olusan bu yerlesim biriminin etkileri olmus ve metal para süsü, kisa kol, Rus etegi, pek siki takip edilmeyen esarp kullanimi vb. degismeler vuku bulmustur. Kabardey;de büluga ermis kizlar için fes zaruri idi. Atalik adeti tamamen, misafirperverlik ve hoh kismen kayboldu. Kan davalari siddetini kaybedip, düsman taraflar daha kisa zamanda baristirilir oldu.

Ölü içn kadeh kaldirarak hoh söyleme adeti gelisti. Adigeler Mezdog Kabardey den küçük aileler halinde göçtüler. Mezdoga gelen akraba gruplar bulusup büyük kabileler olusturdular (winagoe zekhes). Ticaret ve para gelistikçe aile yeniden küçülmeye basladi.

Çoçuklarina müslüman adlari vermelerine ragmen vaftiz esnasinda degistiriliyordu. Çok önem verilen vaftiz için Mezdoga giderlerdi.

13-15. Asirlarda bölgeyi dolasmis olan yabanci gezginlerin anlattigina göre; psiler ve werkler disindaki erkekler altin ve gümüs süsleme kullanmazdi. Belereçinska yakin bir yerde bulunan beylere ait bir mezarda ince ipek bulunmustur. çamasirin üstüne besmet dedikleri kisa pantolon giyerlerdi. Üst kisma halat denen bir çesit hirka giyilirdi. Anilan mezarda keçi derisinden mamul kürk parçasi da bulunmustur. Bas giysileri üç türlü idi; ipek takke, yün külah ve kalpak. Deriden yapilmis suruk dedikleri güzel çizmeler ve ayakkabilar giyerlerdi. Kemer, deri veya ipekten yapilirdi. Erkekler kemerlerine silahlarini ve edevatlarini asardi. Altin ve gümüsten halka halinde kemerler de yapilirdi. Süs ve taki cinsinden bayanlar, altin ve gümüs küpe, yüzük, bilezik, bronz taç, gerdanlik; erkekler de yüzük takardi.

Bayan kiyafetleri daha çok farklilik arzederdi. Yapilis tarzi erkek kiyafetlerine benzer, gömlek ile fase denen gögüs kismi islemeli miflonlu pardesüden olusurdu. Ayakkabi az farkla erkek ayakkabisina benzerdi. Elbise için fabrika mamülü farkli kumas ve bezler ile ipek kumaslar kullanilirdi. Ayakkabilarini sahtiyan, yünlü kumas ve deriden bizzat kendileri yaparlardi.

1961 öncesinde erkek kiyafetleri asagi yukari ayni idi, hep ayni cinsten giyiniyorlardi. Erkek kostümü pisnet (gömlek), çerkeska, yamçi, baslik ve Ruslar papaha dedigi kalpaktan olusmaktaydi. Çerkezkanin haziritl diye isimlendirilen kursunluklari vardi. Barut kullanimindan önce yaldizlanmis kemikten veya gümüs süsleme malzemelerinden süs olarak yaparlardi. Süslü Çerkeskalar merasimlerde giyilirdi. Tüccarlar çogalmaya baslayinca demir atelyeleri de gelisti ve silahlari (kiliç, kama, rovelver vb.) kalite kazandi.

Erkeler yamçinin altina zirh gömlek giyer, baslarina üstü sivri veya kubbe seklinde migfer takarlardi. Egri uçlu kiliç ve düz kama kullanirlardi. Bunlarin kabzasi haç seklinde olurdu. Migfer ve kiliçlarda Arapça veya farsça yazilara rastlanirdi. Ok ve ok ucu yapimi, koruma gereçlerinin tasidigi önem sebebiyle oldukça gelismisti. Yayin tutacak yeri kemikten yapilirdi. Zirhi delen çelik uçlu oklar yapilirdi. Mizrak ve topuz pek az kullanilirdi.

Savasirken zirh ve migfer giyerlerdi. 17. Asirda Adige ve Dagistanlilar metal kalkan, Inguslar da ahsap üstüne deri geçirilmis yuvarlak kalkan kullanmislardir. 17. Asirda haziritl dedikleri fiseklikler ok yerine fisekle doldu. Yaylar çok özenerek yapilirdi. Oklarin boyunun bir metreyi geçtigi olurdu. Bu çagda erkeklerin çogunun tüfegi ve tabancasi olmustu. Ama ok ile yay da kullaniyorlardi. Derbent, Terek, Temruk, Sucukkale vs. yerlerde toplari vardi. Kilici ustaca kullaniyorlardi. 18. Asirda ucu egri kamalar yayginlasmaya basladi. Her erkekte deri kin içinde biçak, çakmak tasi, kapanan tras biçagi ve ahsap veya kemik barutluk bulunurdu.
 
Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864
Kafkasya, kuzeyiyle ve güneyiyle tarih boyunca stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Bu nedenle de sürekli saldırılara ve işgallere sahne olmuştur. Esas itibariyle dağlık bir ülke olan Kafkasya’da yerleşim yerleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmıştır. Yüksekliği fazla olan bu dağ silsilesi, bölgedeki insanların tarihlerini, kültür ve karakterlerini başkalarından farklı kılmıştır.
Askeri açıdan büyük ölçüde savunma imkanı sağlayan dağlar, kültür ve etnik bakımından bölünmüş bir coğrafyanın doğmasına sebep olduğu gibi Kafkasyalıların birleşmesini de önleyen bir faktör olmuştur.

Esas konumuza geçmeden önce üç kavramın anlamını bir daha hatırlayalım.

GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.

SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.

SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.

İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı. İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.

Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır. 1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.

İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir. Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder.

Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar. Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar. Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi. Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen, “kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...” metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir. Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.

ÇAR I.PETRO-1722 : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”

PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”

GRAND DÜK MİCHAEL: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”

KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”

M.İ. BENYUKOV: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”

KONT YERDOKÜMOV’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)

Rus Tarihçi SULUJİYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”

Rus Tarihçi ZAHARYAN: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”

Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."

KONT LEV TOLSTOY: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”

Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”

Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”

JAN KAROL: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”

HAKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S. “Adegeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”

Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:

GRAND DÜK MİCHAEL: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”

Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”

Rus İ. DZAROV : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”

Rus St.PETERSBURG GAZETESİ : “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”
Fransız Gazeteci A. FONVİLL: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”

Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”

Rus Araştırmacı A.P.BERGE: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”

Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar GAZETELERİ: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”

İng.Elçi LORD NAPİYER: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”

İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”

İng. Konsolos R.H.LANG: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”

Lord PALMERSTON 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”

Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :

PINSON: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”

Prof. Kemal KARPAT: “Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır.

Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor...”

NEDİM İPEK: 1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır.

Gelenler stratejik yerlere yerleştirildi. Çanakkale ve Marmara’da Müslüman erkek azalmıştı. Oraya yerleştirildi. İstanbul’da yakın yerlerde, Suriye ve Filistin’de reisleri şehir merkezine alınıp diğerleri dağınık yerleştirildi. Geleneksel şeflerin otoriteleri kırıldı. Zamanla yerli ahaliye karışıp gittiler.

ABDULLAH SAYDAM: Osmanlı’ya göçlerde çekici etkenlerden çok itici etmenler ön plandadır. Rusların ele geçirdikleri yerlerdeki Tehcir politikası, hiç değişmeden devam edip gitmiştir. Yapılan baskı ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler Rusya’nın zulmünden kurtuluş olarak görülmüştür. Osmanlıda sırf insani açıdan kapılarını açmıştır. 1.000.000-1.200.000 Kırım ve Kafkaslı geldi.

SÜLEYMAN ERKAN: Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor.

Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi.

Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır.
Ermeni, Pontus soykırımlarını parlamentolarına taşırken bilimsel olarak apaçık olan ÇERKES SÜRGÜNÜ’nün aynı ilgiyi görmemesi üzücüdür.

Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor.

1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür.

FAHİR ARMAOĞLU: II. Aleksandre sadece Kafkasya’daki özgürlük hareketini söndürmekle kalmadı. Çerkesleri kendi topraklarından sürmesinin nedeni onların yenilmesi olduğu kadar Rus olmayanları planlı bir şekilde Ruslaştırmadır. Nikolay İLMİNSKİ’nin fikir babası olduğu PAN-SLAVİZM’in devreye konduğu tarihlerle Çerkeslerin sürülüşü aynı tarihtir. Bu politika üç aşamalıdır.

Rusya’ya karşı savaşan ve destekleyenleri savaş suçlusu sayıp sürmek,
Kovulanların topraklarını Ruslara ve Rus Kazaklarına vermek,
Rus olmayanları da Ruslaştırma politikası izlemek. (20.yy. Siyasi Tarihi-Süleyman)

OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi.

Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)
Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı.

Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.

Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.

Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.
Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi. Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.
 
MüzeLik Elbiseler

cerkez-kulturu19.webp

Kafkaslıların giysilerinin her birinin gerek işlemecilik gerekse görsel zenginlik açısından sanat eseri olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Hazar Denizi nden Karadeniz e kadar uzanan Kuzey Kafkasya, dünyada dillerin ve lehçelerin en yoğun olduğu bir yöredir. Burada yaşayan halklar ortak bir kültürü paylaşır. Erkeklerin eskiden günlük, şimdilerde ise sahne ve tören giysisi olan çerkeska bu ortaklığın simgesidir. Kadın elbiseleri kapalıdır ama dekoratiftir.
1925-1926 yıllarında etnograf B.A. Kuftin Kuzey Kafkas giysilerinden oluşan zengin bir koleksiyonu Sovyetler Birliği Halkları Müzesi ne teslim etmiştir. Bu giysiler 1948 de Devlet Etnografya Müzesi ne nakledilerek korumaya alınmıştır.
Çar ın imrendiği elbiseler
Kafkasya daki Kuban ve Elbruz bölgelerindeki arkeolojik bulgular arasında çıkan taşlardan kabartma ve oymalar, duvarlara çizilmiş erkek ve kadın figürleri; mezarlar ve kurganlarda yapılan incelemeler Kafkas giysilerinin ilk biçimini MÖ. 5. yüzyılda almaya başladığını, MS. 19. yüzyılda ise gelişimini tamamladığını gösteriyor.
Yaşamlarını dağlarda ve dağ yamaçlarında sürdüren bu insanların giysilerindeki en önemli özellik sade ve kullanışlı olmasıdır. Bakıldığında farklılık göze çarpmamaktadır. Giysiler sahip oldukları bu fonksiyonel ciddiyetin ötesinde vücudu da düzgün göstermekte, hareketlere doğallık ve özgürlük kazandırmaktadır. Bu nedenlerle Kafkas elbisesinin benzerleri 19. yüzyılda Rusya da Kazak kökenli süvarilere Çar tarafından askeri üniforma olarak giydirilmiştir.

ERKEKLER ZARİF VE CİDDİ GİYİNİRDİ

Erkekler ev yaşamında iç gömlek, pantalon ve beşmetten (gömlek) ibaret olan sade giysileri, dışarıda ise üzerine "çerkeska", kalpak ve yumuşak çizme giyerlerdi.


cerkez-kulturu20.webp


Çerkaska nın hikayesi
1917 Sovyet İhtilali nden önceki Çarlık döneminde Kafkas erkeklerinin, bel kısmına kama takılan "çerkeska" adlı ulusal giysilerini günlük yaşamlarında giymeleri yüzlerce yıl öncesinden gelen bir töreydi. Devrimden sonra getirilen yeni yasalarda ateşli ve ateşsiz silah taşımak yasaklandı. Kamasız olamayacağı için Çerkeska da günlük yaşantıdan çıktı. Yalnızca gösteri ve törenlerde görülür oldu.
Araştırmalar çerkeskanın ilk aşamalarda el tezgahlarında üretilmiş ev çuhasından yapıldığını göstermektedir. Bu dönemde kollar ana parçaya doğru açı oluşturacak biçimde, koltukaltı kısmında hareketi engellemeyecek şekilde dikilir, çerkeskanın ön ve arkası tek parça kumaştan, dizin epey altına kadar uzun yapılırdı. Giysi vücudu bele kadar tamamen sarmaktaydı. Belden aşağı kısımların hareketini kısıtlamayacak ve doğallık kazandıracak bir etek şeklinde yapılmıştı. Dağlılar 18. yüzyıldan başlayarak barutluklar (hazır) kullanmaya başlamıştı. İlk önce bele takılan barutluklar, atış sırasındaki kullanışsızlığı nedeniyle göğse takılmaya başlamış ve böylece çerkeskanın oluşumu tamamlanmıştı. 19. yüzyılda sonlarında artık son biçimini alan çerkeskanın "hazır"ları da içi tüfek mermisi alacak şekilde ceplere yerleştirilen sert ve dayanıklı ağaçlardan yapılmıştır. Üzeri altın, gümüş ya da kemik kapaklarla süslenerek giysiye özgünlük kazandırılmıştır.


18. yüzyıldan günümüze kalpak
Bugünkü şekline 18. yüzyıl ortalarında kavuşmaya başladığı sanılıyor. İklim, töre ve zamana göre çeşitlilik arzediyor. Çeçen-İnguş ve Dağıstanlılarda geniş uzun tüylü ve yüksek biçimlidir. 19. yüzyıl sonlarında batıda Adıge ve Abhazlardan bütün Kafkasya ya yayılan kısa tüylü, zarif biçimli "kubanka" günümüze kadar gelmiştir.

cerkez-kulturu21.webp

Andi nin zarif yamçıları
İlk çıkış yeri ve zamanı kesin olarak bilinmemekle beraber fakat Rusya ve Kafkasya da en zarif en güzel yamçı Dağıstan ın en dağlık yörelerinden olan Andi bölgesi civarında üretilir. Toprak ve hayvancılıkla uğraşan Kafkasyalıların yamçıyı hava değişikliklerinden korumak, rüzgar, yağmur ve toza karşı kullandıkları biliniyor.Yamçı binicinin yanı sıra atı da korur. Özellikle keçi kıllarından dövülerek yapılır. Genellikle siyah olur. Dış kısmındaki kıllar doğal haliyle bırakılırken içi keçeleştirilir. Pelerin biçiminde topuklara kadar uzun yapılır. Boyun kısmında gümüşten yapılan tutturucular vardır.


Terbiye edilen çizmeler
Günlük olarak iş yapılırken, boğa derisinden elde terbiye edilerek yapılan kalın ve sert bir ayakkabı giyilirdi. Ayağı vurmaması için içi ot doldurulurdu. Ayak bileğine kadar yapılan bu ayakkabı çarığa benzer, bileğe ve bacağa altından dolaştıkları kayışlarla bağlanırdı. 19. yüzyılda Rus edebiyatına giren "Kafkas çizmesi" yumuşak olup, ayak parmaklarını sıkmazdı ve siyah deriden yapılırdı. Tabanları bazen yumuşak köseleden olurdu.


Kamanın kalitesi gurur konusuydu
Dağlı giysisini tamamlayan en önemli aksesuar kuşkusuz bele özel biçimde takılan "kama" dır. Kafkasyalı için estetiği ve kalitesi gurur konusudur. Sapı altın, gümüş işlemeli olup, her iki yanı keskindir. Kın süslemeleri apayrı bir güzelliktedir. Kafkas kaması ve kılıcı dünyanın çeşitli müzelerinde yerini almıştır.
Bele sıkıca bağlanan kemerin birkaç işlevi vardır. Kemere takılan toka ve çengellere barutluk, kılıç ve yağdanlık asılırdı. Kama ise göbeğin hemen altındaki kemerin orta tokasına sapı ile kınının birleştiği noktadan sıkıca bağlanırdı


Çobanların ayrılmaz parçası başlıklar (Şarkhon)
Siyah, kemik rengi, kahverengi ya da griye çalan renkli çuha veya özel olarak deve tüyünden yapılır. Başı yağış ve rüzgardan korur. Hazır vaziyette iken üçgen biçiminde, kenarları uzun su-işi, kordela, kaytan veya sim sırma işlidir. Dağlardaki çobanların devamlı yanındadır.
 
KADINLARIN ZERAFET TERCİHİ
Kafkas kadın giysileri dış görünüşleri ile tam bir zerafet ve asalet ömeğidir. Biçimi yüzyıllarca bozulmadan korunabilmiştir. Dağlı kadınlar giyimlerine özen gösterir ve vücutlarını korurlar. Küçük yaşlardan başlayarak ince belli ve dik orantılı vücutlarını korumaya çalışırlar.
cerkez-kulturu22.webp

Göznuru kaftanlar


Vücudun üst kısmına tam oturan bu giysi, bele takılan kemerin aşağısında önden açık ve yere kadar uzun dikilir. Giyside oluşturulan mükemmel kompozisyonda, göğüsteki üçgen şeklindeki açıklıktan gümüş, altın ya da pirinçten yapılmış maden düğmeler, kemerin aşağısındaki açıklıktan ise içlik görünmektedir. Kaftanlar genellikle koyu vişne, kırmızı, koyu mavi, koyu yeşil, siyah kadife, ipek ya da atlas gibi kumaşlardan dikilir. Üzerlerinde omuz ve kemer altından başlayarak etek uçlarına kadar uzanan altın, gümüş sırma şeritlerle bezenmiş motifli süsler bulunur. Kol yanları çok değişik modellerle yapılır. Üzerindeki süslemeler altın, gümüş simlidir.
Kaftanın bel altındaki kısmının geniş ve yere kadar, kollarının bol ve uzun oluşu rahatlık, zenginlik ve soyluluğu simgeler. Dağlı kadınların giysileri sosyal yaşantılarının içine girmiş olan terzilik hünerlerinin birer ürünüdür. Dikiş tekniği üstün beceri, süslemeleri göznuru, altın gümüş işlemeciliği sanat ürünüdür.
Bu denli değerli giysiler kuşaktan kuşağa saklanmak suretiyle aktarılır ve halk arasında kimde nasıl bir giysi olduğu bilinir. İçlikler ise kaftanın içine giyilir ve uzun ya da kısa kollu olabilir. Yuvarlar dik yakalıdır. Kaftanın altından üçgen şeklinde görünen göğüs kısmında altın, gümüş vb. madeni düğmeler vardır. İki ya da tek parça olabilir. İki parçalı olan bluz, tek parça olanı ise kaftan biçiminde olabilir; ancak önü kapalı olur. İçliğinde belin altında, kaftanın açıklığından görünen kısmı altın gümüş sim sırma işlemelidir ve yere kadar kaftan boyunca uzanır.
 
Geri
Top