Osmanlıcada ''E''ile başlayan kelimelerin anlamları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
E
Gr: İstifham, sorgu edatı. (Ezehebe Nuri: Nuri gitti mi? derken Ezehebe'nin başındaki "E" harfi gibi) * Arapça kelimelerin sonuna "e" gelerek onları müennes yapmaya yarar. Âdil, Âdile... Emin, Emine... Kâmil, Kâmile... Nuri, Nuriye... gibi. (Bak: Müennes)
EÂCİB
(U'cube. C.) Çok tuhaf ve acaib, şaşılacak şeyler.
EÂCİB-İ DEHR
Dünyanın ve zamanın çok şaşılacak yerleri, şeyleri.
EACİM
(Acem. C.) Yabancılar, Arap olmayanlar. İranlılar.
EADİ
(Adüv. C.) Düşmanlar. Hasımlar.
EALİ
(A'lâ. C.) İtibarı ve şerefi yüksek zâtlar. İyiler. Günahtan sakınan temiz ve sâlih amel sâhibi kimseler.
EAMM
Pek şumullü, daha umumi ve geniş.
EARİB
(A'rabî. C.) Çölde yaşayan, göçebe Arablar.
EARİZ
(Aruz. C.) Aruzlar, şiir vezinlerinden bahseden ses kalıpları. Şiirde beytin birinci mısraının son kısımları.
EARR
Hörgücü küçük deve.
EASİR
(İ'sâr. C.) Şiddetli fırtınalar, kasırgalar.
EÂZIM
(A'zam. C.) İleri gelen büyükler. Büyük adamlar.
EÂZIM-I ESMÂ
İçinde çok isimlerin mânası bulunan, isimlerin en büyükleri. Cenab-ı Hakk'a mahsus isimlerin en mühim ve büyükleri.
EÂZIM-I MİLLET
Millet büyükleri.
EÂZIM-I ÜDEBÂ
Ediplerin, edebiyatçıların en büyükleri.
EAZZ
Galip. * Daha aziz, daha şerefli, en şerefli, azizler.
EAZZ-İ AHİBBÂ
Dostların en azizi.
EB
(Ebâ, Ebu, Ebi) Baba, peder. Ced.
E'BA
Yükler, hamuleler, çuvallar.
EBAB
Bir yere gitmek için hazır olmak.
EBABİL
Dağ kırlangıcı. Kuş sürüsü. Sürüler, bölükler.(Hz. Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) doğumundan evvel, Hristiyan Habeşliler dinlerini yaymak için San'ada bir mâbed yaparak, Kâbe yerine Arabları bu mâbede çekmeğe çalıştılar. Kâbe-i Muazzama durdukça buna muvaffak olamıyacaklarını anladıkları için Kudsi Kâbe'yi tahribe karar verdiler. Ebrehe kumandasındaki Habeş Hristiyan Ordusu Mekke'ye kadar geldiği sırada Ebâbil kuşlarının gökten taş yağdırmaları üzerine mahvoldular. Habeş ordusunun önünde bir fil yürütüldüğü için bu meşhur irhâsatdan olan tarihi hâdiseye "fil vak'ası" denir.) (B.O.L.) (Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de İrhâsât-ı Ahmediye'dir ki (A.S.M.) Sure-i Elemtera Keyfe'de nass-ı kat'i ile beyan edilen "Vaka-i Fil"dir ki; Kâbe'yi tahrib etmek için, Ebrehe nâmında Habeş Meliki gelip, Fil-i Mahmudi namında cesim bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke'ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlub etmiş ve perişan etmiş; kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitablarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın delâil-i nübüvvetindendir. Çünki velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybi ve hârika bir surette Ebrehe'nin tahribinden kurtulmuştur. M.) (Bak: Ebrehe)
EB'AD
Çok uzak, en uzak, daha uzak.
EB'ÂD
(Bu'd. C.) Mesafeler, uzaklıklar.
EB'ÂD-I BÎNİHAYE
Sonsuz uzaklıklar.
EB'ÂD-I NÂMAHDUD
Hudutsuz uzaklıklar ve mekânlar.
EB'ÂD-I SELÂSE
Üç uzaklık ki bunlar : En, boy, yükseklik (derinlik).
EBADİD
Müteferrik, dağınık.
EBAET
(C.: Abâ) Kamışlık yer. * Kamış.
EBAHH
Sesi kısık olan kimse. Avazı tutkun kişi. (Müe: Buhhâ)
EBAHİR
Kuş kanadının üçüncü mertebede olan yelekleri.
EBAİD
(Eb'ad. C.) Yakın olmayan (hısım ve akraba.) * En uzak yerler.
EBALİS
(Ebâlise) (İblis. C.) İblisler, şeytanlar.
EBARİK
Balçıklı, kumlu yer. * (Ebrak. C.) Alaca atlar.
EBARİK
(İbrik. C.) Su kapları, ibrikler.
EBATIL
Böğürler, yanlar.
EBATİH
(Ebtah. C.) Kumlu dereler ve ırmaklar.
EBATİL
(Ubtule. C.) Beyhude, bâtıl, hurâfe, mantıksız, hakikatsız şeyler.
EBAZER
(Bak: Ebu Zerr-i Gıffarî)
EBAZİR
(Ebzâr. C.) Yemeklere katılan baharatlar, kurumuş kekikler.
EBB
(C.: Abâb) Kuru ot. Taze ot. * Mer'a, otlak, çayır. * Kavga etmek veya bir yerden gitmek için hazırlanmak.
EBBAL
Deve çobanı.
EBBALE
Bir yüklük odun. * Bir kısım halk. Cemaat. Cemiyet.
EBBAR
İğneci. İğne yapan veya satan kimse.
EBBAZ
Kaçma, ürkme. * Sıçrayıp atlayan karınca.
EBBED-ALLAH
(Allah ebedî, dâim eylesin!) mânasına bir dua.
EBCED
Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir. $(Ebced) $(Hevvez) $(Hutti) $(Kelemen) $(Sa'fes) $(Kareşet) $(Sehaz) $(Dazig)Bu sekiz kelime bütün huruf-u hecâ denen yirmi sekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir. Elif: 1, Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun: 50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel: 700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000 Şimdiki Arabcada alfabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kullanıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmişlerdir. Hem birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâmlarda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kullanıldıklarını biliyoruz.
EBCED HESABI
Ebced harf tertibinde görüldüğü gibi, Kur'ân-ı Kerim daha nâzil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih yazılır ve hâdiseler kaydedilirdi. Bundan böyle Arab, Fars ve Türk Ebediyatında hâdiselerin tarihleri Ebced hesâbı ile yazılırdı. Birçok muharebe, zafer, büyüklerin doğum ve ölümü, yüksek mevkilere geçiş, câmi, köprü, çeşme yapılış ve açılış tarihleri bu hesaba uyularak mısralarla ifade edilirdi. İşte bu ebcede göre harflere sayı değerleri verilerek kuvve-i kudsiye sâhibi ve büyük evliya ve allâmelerden ve ehl-i sünnet ve cemaat eshabı birçok müellifler, Kur'ân-ı Kerim'den, âyet ve hadis-i şeriflerden de mânalar çıkarmışlardır. Ebced hesabının Kur'ân'a tatbikinden çıkan şudur ki: Kur'ân'ın her kelimesi ve kelimelerdeki her harf bile Allah'ın ilim ve iradesiyle bilhassa belli maksatlarla seçilmiştir. Her harfin bile yerine göre hususi bir vazifesi vardır.Meselâ: Elmalı Tefsiri sh: 3956'da Molla Câmi Merhumdan şu tarihî nakil vardır: Kur'ân-ı Kerim'in 34'üncü sure, 15'inci âyetinde (Beldetün Tayyibetün: $ "İyi bir beldedir" ifâdesi ile İstanbul kasdedilmiştir ve İstanbul'un fetih tarihi bu cümlenin ebcedi ile haber verilmiştir.) diye gösteriliyor: Bu cümledeki harfleri sıra ile hesab ederek şu neticeyi görmekteyiz: 2 + 30 + 4 + 400 + 9 +10 + 2 + 400 = 857 hicri senesi oluyor. Bu tarih İstanbul'un Sultan Fatih Mehmed Hazretleri zamanında milâdi 1453 tarihinde fethine tevâfuk etmektedir. (29. Mektub Rumuzât-ı Semaniyede : Kur'ân-ı Kerim'in 108. Suresinde: $ ebcedî makamı 857 olarak, aynen "Beldetün Tayyibetün" gibi İstanbul'un İslâm eline geçmesi olan 857 tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor... Evet mâdem Sure-i Kevser, Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) ihsan edilen fütuhat-ı azîmeye delâlet ediyor. Elbette İstanbul'a dahi bakıyor.)Bundan başka, Fetih Suresinde $ âyetinin, Sultan Mehmed Fâtih'in Uzun Hasan'a galib geldiği tarih 878 olarak görülmektedir.Bundan başka Timurleng'in Şâm-ı Şerif'i harab ettiği tarihi hesab edecek olursak, Kur'ân-ı Kerim'in 2'nci suresinin 114'üncü âyetindeki "Harab" $ kelimesinden aynı hesabla: 600 + 200 + 1 + 2 = 803 hicrî tarihi çıkıyor.Risale-i Nur Külliyatından Şuâlar Mecmuasında ve İmâm-ı Buhâri Tarihinde Ebi Aliye İbn-i Cerir ve İbn-i Hâtem'den nakledilen ve Kadı Beyzâvi Tefsirinde de mezkur bulunan aşağıdaki rivâyet dahi Ebced Hesabının Kur'ân-ı Kerim ile olan şeksiz alâkasını isbat etmektedir: (Bir zaman Benî İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberîde surelerin başlarındaki $ gibi mukattaât-ı hurufiyyeyi işittikleri vakit, hesâb-ı cifir ile dediler: "Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır." Hz. Resul-ü Ekrem onlara mukabil dedi: "Az değil!" Sâir surelerin başlarındaki mukattaâtı okudu ve ferman etti. "Daha var." Onlar sustular. Ş.)
EBCEDHAN
f. Ebced okuyan. Mektebe yeni başlayan, acemi.
EBCEL
Cüssesi büyük olan iri yapılı adam. * Atta ve devede bulunan bir damar. (İnsanda o damara, "ırk-ı ekhal" derler.)
EBCEL
EBDA'
(Bedi'. den) En bedi. Ziyade bedi' ve güzel. Daha çok dikkati çeken.
EBDAL
(Bedil veya Bedel. C.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir. (Mâsivâ alâkasından mücerret ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve müstağrak olan zâtlar. O.S.)
EBDAN
(Beden. C.) Bedenler. Tenler.
EBDAN
f. Kavim, aşiret, kabile. * Şayeste, lâyık, münâsib, muvafık, uygun.
EBECC
Patlak gözlü adam.
EBED
Ebedîlik. Zevalsizlik. Sonu olmamak. (Bak: Beka)Aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi olan "kuvve-i hayâliye"ye denilse ki: Sana bir milyon sene ömür ile saltanat-ı dünya verilecek, fakat âhirde mutlaka hiç olacaksın. Tevehhüm aldatmamak, nefis karışmamak şartıyla "Oh" yerine "Ah" diyecek ve teessüf edecek. Demek, en büyük fâni, en küçük bir âlet ve cihazat-ı insaniyeyi doyuramıyor. İşte bu istidattandır ki, insanın ebede uzanmış emelleri ve kâinatı ihâta etmiş efkârları ve ebedî saadetlerinin envaına yayılmış arzuları gösterir ki: Bu insan ebed için halk edilmiş ve ebede gidecektir. Bu dünya ona bir misâfirhanedir ve âhiretine bir intizar salonudur. S.)(İnsanın fıtrat-ı zişuuru olan vicdanı saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim, kendi uyanık vicdanını dinlerse, "Ebed!... Ebed!" sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahluktur. Demek bu vicdanî olan incizab ve cezbe, bir gaye-i hakikiyenin ve bir hakikat-ı câzibedârın yalnız cezbi ile olabilir. S.)
EBEDD
Gövdeli, iri cüsseli kimse. İki uyluğunun arası geniş ve etli olan kimse.
EBEDEN
(Ebedâ) Devamlı olarak. Kat'â ve aslâ. Hiçbir vakit.
EBEDGÂH
f. Kabir, mezar.
EBEDHANE
f. Kabir, mezar.
EBEDÎ
Sonsuza ve ebediyete âit. Ebediyete dâir ve müteallik.(Kur'ân bize bu âlemin fâni, geçici olduğunu, herşeyin devamlı değiştiğini ve takdir edilen bir zaman sonunda sona erdiğini ve ereceğini belirtiyor. Madde âleminin bir başlangıcı ve sonu olduğunu bundan da anlıyoruz. Kur'ân, bize ebedî âlemin varlığını da haber veriyor, bu dünya hayatının ebediyet âlemine geçiş için bir hazırlık, tekâmül ve geçiş dönemi olduğunu, ebediyet âlemindeki hayata uygun bir varlık olmak için bu dünyada Allah'ın emir ve kanunlarına uygun yaşamak gereğini hatırlatıyor ve emrediyor.)
EBEDİYYEN
Ebedî olarak, ilel-ebed. * Hiç bir vakit, hiç bir zaman.
EBED-ÜL ÂBİDÎN
Ebediyyen, sonsuz olarak.
EBED-ÜL-ÂBÂD
Tükenmez, ebedî hayat. Sonsuzluk. * Cennet.
EBELET
Çok yemekten gelen ağırlık, hazımsızlık.
EBEN
Töhmetli, kabahatli kişi. * Adâvet, düşmanlık.
EBEN AN-CEDD
Babadan, dededen.
 
EBER
Hurmanın budaklanması ve ıslah edilmesi. * Akrep sokması.
EBERR
Çok faziletli, şerefli. Çok sâdık ve dindar. Çok iyilik sever. * Şenlikten uzak, bedevi.
EBES
Çok süt içmekten dolayı midede ve karında meydana gelen şiş. $
EBEVEYN
Ana ile baba. (Eb ile ümm.)
EBGAZ
Çok fazla buğzedilen, hiç sevilmeyen, nefret edilen.
EBH
Unutulan şeyi hatırlatmak.
EBHAK
Bir gözlü.
EBHAL
(Buhl. den) En hasis, çok cimri, daha tamahkâr. * Büyük gözlü.
EBHAR
Nefesi ve ağzı fena kokan adam.
EBHÂR
(Bahr. C.) Bahirler, deryalar, denizler.
EBHÂR-I VÂSİA
Geniş denizler.
EBHAS
Gözlerinin üstünde veya altında bir miktar yumruca et parçası olan kişi.
EBHEKAN
Kuzu kulağı adı verilen ot.
EBHEL
Ardıç ağacının yemişi. * Ardıç ağacının bir nevi
EBHEM
Söz söylemeye muktedir olmayan. Konuşmaya iktidarı bulunmayan adam.
EBHER
En bâhir, en âşikâr. En parlak, daha çok zâhir. * Temiz kanı yürekten bedene dağıtan büyük bir damar.
EBHİRE
(Buhâr. C.) Dumanlar, buğular.
EBHUR
(Bahur. C.) Buharlar. Buğular.
EBHUR
(Ebhar) (Bahr. C.) Denizler, bahrlar.
EBİ
(Bak: Ebu)
EB-İ MÜŞFİK
şefkatli baba, merhametli peder.
EBİB
İri taneli yağmur.
EBİH
Yüzünden örtüyü kaldırmayan tesettürlü kadın.
EBİL
Nasârâ rahibi ve ekâbiri.
EBİL
Devenin hâllerinden anlıyan kimse.
EBİ-L BENÂT
Kızların babası.
EBİL-ÜL EBİLÎN
İsa Peygamber (Aleyhisselâm)
EBİYE
İmtinâ edici, çekinen kadın.
EBKA
Ağlattı (mânasında mâzi fiili. Bak: İbkâ)
EBKA'
Alaca karga.
EBKÂR
(Bikr. C.) Bekârlar. * Mc: Evvelce kimsenin söylemediği sözler.
EBKÂR-I EFKÂR
Evvelce söylenmemiş olan fikirler.
EBKEM
(Bükm. den) Dilsiz. Konuşamıyan.
EBKEM Ü LÂL
Cevapsız bırakmak. Susmak. Dilsiz gibi sükût etmek.
EBKEMÎ
f. Dilsizlik, dili olmamak.
EBKEMİYET
Dilsizlik. Konuşamamazlık.
EBLAD
Eser.
EBLAĞ
En beliğ. Daha beliğ. Daha fasih. Çok beliğ.
EBLAK
Rengârenk. * Alaca bulaca. * Alacalı at.
EBLAK-SÜVAR
f. Alaca ata binmiş kişi. * Mc: Savaşçı, cenkçi yiğit.
EBLEC
Açık kaşlı. * Mc: Nurlu, parlak, vuzuhlu.
EBLED
Ebleh, ahmak, bön. Söylenilen şeylere aklı hemen taalluk etmeyen kimse. * Açık kaşlı. * Şişman gövdeli kişi.
EBLEH
Ahmak. Bön. Budala.
EBLEHÂNE
f. Ahmakçasına. Eblehçesine.
EBLEHÎ
f. Ahmaklık, saflık, bönlük.
EBLEHİYYET
Ahmaklık, eblehlik, bönlük, salaklık, saflık, kalın kafalılık.
EBLEK
f. Alacalı renk.
EBLEM
Kalın dudaklı adam.
EBLİM
Bal, asel.
EBLUÇ
f. Ezilmiş tozşekeri. Nebat şekeri.
EBLUK
f. Münafık, iki yüzlü adam. * Şarlatan.
EBNÂ
(İbn. C.) Oğullar. Çocuklar. Veledler. Ferzendeler.
EBNÂ-İ ÂDEM
Adem oğulları. İnsanlar.
EBNÂ-İ BEŞER
İnsan oğulları.
EBNÂ-İ CİNS
Kendi sülâlesinden gelenler. Aynı cinsten olanlar.
EBNÂ-ÜD DEHALİZ
Anası babası belli olmayıp etrafa atılmış, sokağa bırakılmış çocuklar.
EBNÂ-YI MAZİ
Mâzinin insanları.
EBNÂ-YI SEBİL
Yolcular, seyahat edenler, seyyahlar.
EBNÂ-YI VATAN
Vatan evlâtları.
EBNİYE
(Bina. C.) Binalar. Yapılar.
EBNİYE-İ ATİKA
Eski binâlar.
EBNİYE-İ MÜRTEFİA
Yüksek binalar.
EBR
f. Bulut.
EBR
Ürkmek. Kaçmak.
EBRAC
Burçlar, kaleler.
EBRAH
Zor olmak, güç olmak.
EBRAK
Fazlaca parıltılı. * Taşlı, kumlu, balçıklı yer. * Alaca renkli at. * İki renkli lekeli bir şey.
EBRÂR
(Berr. C.) Özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. Sâdıklar. İyiler.
EBRÂR-I ÜMMET
Ümmetin iyileri. Hayırlıları.
EBRAS
İnsanın rengini degiştiren alaca ve miskin eden çok fena bir maddi hastalık ismi.
EBREC
Gözünün akı çok olan güzel gözlü kimse.
EBRED
(Berd. den) Çok soğuk.
EBREHE
Peygamberimizin (A.S.M.) doğumundan elli gün kadar evvel Kâbenin tahribine gelen Habeş Ordu Kumandanının ismi. (Bak: Ebabil)(Fillerle varıp Kâbeye, hem Ebrehe zâlim.İsterdi ki, yapsın nice bin türlü mezâlim...İsterdi ki; o beyt yıkılıp şöhreti sönsün.Halk Kâbeyi terkederek, kiliseye dönsün.İsterdi ki; çeksin doğacak nura bir sed.Hem doğmadan ölsün diye "Mahbub-u Müebbed."Günlerce gidip Kâbeye hem yaklaşan orduBirdenbire bir tehlike sezmiş gibi durdu...Sür'atle gelip bir sürü kuş, semt-i bahirden. Taş harbine başlar, pek acib hepsi birden.İndikçe havadan o muamma gibi taşlar Cansız yıkılıp yerlere yatmış nice başlar.Şahıyla beraber kocaman orduyu Mevlâ Olsun diye mahbuba nişan eyledi mevta. E.L.)
EBREK
En bereketli.
EBRENCEN
f. Bilezik. Kadınların kollarına taktıkları altından mâmul zinet eşyası.
EBRESİM
İbrişim.
EBRESİMÎ
İbrişimci.
EBREŞ
Alaca benekli at. * Kırmızı ve beyazdan meydana gelen alaca renk.
EBR-İ BAHAR
Bahar bulutu.
EBR-İ BÂRÂN
Yağmur bulutu.
EBR-İ İHSAN
İhsan, lütuf bulutu.
EBRİC
Yayık adı verilen ve yoğurttan yağ çıkarılan nesne.
EBRKÂR
f. Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.)
EBRU
f. Kaş. * Bir nevi dalgalı kumaş ve kâgıt ismi.
EBRUFERAH
f. Güler yüzlü.
EBRUVÂN
f. Kaşlar.
EBS
Sütü çok içmekten dolayı karnı şişmek.
EBSAR
(Basar. C.) Gözler. Dikkat sahipleri. Görücüler.
EBTAH
(C.: Ebâtih) Kumlu ırmak ve dere.
 
EBTAL
(C.: Ebâtil) İnsanın böğrü. * En boş. Boşuboşuna. Çok bâtıl.
EBTAL
(Battâl. C.) Yiğitler, cesurlar, döğüşken erler.
EBTER
Kuyruğu kesik hayvan. * Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. * Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. * Eksik, tamamlanmamış.
EBTİNE
(Bâtın. C.) Çukur yer, kuytu yer.
EBU
Peder, baba, ata, eb.
EBU BEKİR-İ SIDDIK (R.A.)
Asıl adı Abdullah, künyesi Ebu Bekir, lâkabı Sıddık ve Atik. Erkekler içerisinde Resul-i Ekreme (A.S.M.) ilk iman eden; bütün muharebelerde ona refakat eden; seferde, hazarda, bütün tehlikeli anlarda Peygamber Efendimizle (A.S.M.) beraber çalışmış ve onun en yakın Sahâbesi. Onun sohbetinden feyz almış, nübüvvet sırlarının en samimi mahremi. Her şeyini, bütün malını İslâmiyet uğruna, Peygamberimize (A.S.M.) sadakati ile feda etmiş, sırf lillâh için çalışmış, hiç bir maaş kabul etmeden hilâfet makamında bulunmuş, İslâmın ilk Reis-i Cumhuru olmuştu. Seçimle başa geçmiş, zekât vermeği kabul etmemek ve irtidad etmek gibi hareketlere karşı mücadele etmişti. Kur'ân-ı Kerimin Sure ve Ayetlerini ilk def'a cem' edip bir cilt halinde toplamıştı. Hilâfeti zamanında Hz. Halid kumandasında İslâm Ordusu Suriye ve Şamı fethetmişti.
EBU CABİR
Ekmek.
EBU CA'DE
Kurt, zi'b.EBU CAFER $ Bin Abdullah Bin Cafer bin Ebî Tâlib (R.A.) : Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'dan 25 Hadis rivayet etmiştir. Kureyş'in Haşimî kolundandır. 80 senesinde 80 yaşında iken vefat etti. (R.A.)
EBU CA'FER
Sinek.
EBU CEHL
Cehalet babası demek olan bu kelime, Hazret-i Resul-i Ekrem (A.S.M.) zamanında, mu'cizeleri ve çok delilleri ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gördüğü halde iman etmeyen din düşmanı puta tapan gururlu bir müşrikin lâkabıdır. Bedir Gazasında öldürüldü.
EBU CEMİL
Tere otu.
EBU DAVUD
(Bak: Kütüb-ü Sitte)
EBU EYYUB
Deve, cemel.
EBU EYYUB-İL ENSARÎ
Sahabe-yi Kiramdan olup Halid bin Zeyd-i Hazrecî diye de anılır. Hicretten sonra Peygamberimize (A.S.M.) ilk mihmandârlığı yapmış idi. Hicretin 50. yılında pir-i fâni olduğu halde teberrüken Kostantiniyye'nin fethine azimet eden İslâm ordusu ile harbe iştirak etmiş, İstanbul surları dışında şehid olmuştur. Sonradan ancak Sultan Mehmed Fatih'in Hocası Akşemseddin Hazretleri tarafından mezarı keşf edilmiştir. 150 hadis-i şerif nakletmiştir. (R.A.)
EBU HALİD
Köpek, kelb. * Canavar.
EBU HANİFE
(Bak: İmam-ı A'zam)
EBU HASAN-I ŞAZELÎ
(Bak: şazelî)
EBU HUMEYD
Ayı denilen canavar.
EBU HÜREYRE (R.A.)
Peygamberimize (A.S.M.) bütün gücüyle hizmette bulunmuş ve İ'lâ-yı kelimetullâh yolunda Peygamber (A.S.M.) ile bütün muharebelere iştirak etmiş, 5374 aded Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hicri 75 yılında, Medine-i Münevvere'de, 78 yaşında iken dâr-ı bekaya irtihâl etmiştir. (R.A.) (Bak: Ashab-ı Suffa)
EBU İKRİME
Güvercin kuşu.
EBU İYAZ SELEME BİN AMR BİN EL EKVÂ (R.A.)
Biat-ı Rıdvanda hazır bulunan, gayet cesur, nişancı, hamiyetperver bir sahabedir. 77 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Hicrî 74 tarihinde, 80 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)
EBU KALEMUN
Bir nevi kumaş ki, göze türlü türlü görünür. Bâzıları "gülistân-ı kemhâ" derler.
EBU KATADE HARİS BİN RİB'İY (R.A.)
Ensardan ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın süvarilerindendir. 170 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Uhud Gazvesinden itibaren bütün muharebelere iştirak etmiş bir kahraman olup 74 tarihinde 80 yaşında iken Medine'ye avdetinde vefat etmiştir. (R.A.)
EBU KAYS
Çakal.
EBU LEHEB
(Ebi Leheb) Asıl adı: Abduluzza'dır. Güneş gibi, âlemleri aydınlatan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurundan gözünü kapadı ve küfre hizmete çalıştı, iman etmedi. Peygamberimizin amcası idi. Karısı ve oğulları sırf düşmanlık için çalıştılar. Adı "Alev babası" mânasında olan "Ebu Leheb" kaldı.
EBU MANSUR-U MATÜRİDÎ
(Bak: Matüridî)
EBU NAFİ'
Sirke.
EBU SABİR
Tuz, milh.
EBU SAİD-İL HUDRÎ
Ashab-ı Kirâmın en mümtazlarından ve Ensardandır. 1170 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Uzun müddet fetva vazifesinde bulunmuş, Hicri 72'de 86 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)
EBU SÜFYAN
(Mi: 597 - 653) Kureyş kabilesinin bir kolu olan Beni Ümeyyenin Reisi ve Hz. Muâviyenin (R.A.) babası.
EBU SÜLEYMAN
Horoz.
EBU TALHA ZEYD BİN SEHL (R.A.)
Ashab-ı Kiram arasında, sayılı kahramanlardan ve atıcılardandır. Resul-ü Ekreme (A.S.M.) atılan oklara göğsünü germiştir. 20 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Hicri 34 tarihinde vefat etmiştir. Bütün muharebelere katılmış bir kahraman-ı İslâmdır. (R.A.)
EBU TALİB
(...-619) Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) amcasıdır. (Diyorsunuz ki: Amcası Ebu Tâlib'in imanı hakkında esahh nedir?Elcevap: Ehl-i Teşeyyu, imanına kail; Ehl-i Sünnet'in ekserisi, imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur ki: Ebu Tâlib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın risaletini değil; şahsını, zâtını gayet ciddi severdi. O'nun -o gayet ciddi- o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zâyie gitmeyecektir. Evet, ciddi bir surette Cenab-ı Hakk'ın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Tâlib'in inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen, makbul bir iman getirmemesi üzerine Cehennem'e gitse de; yine Cehennem içinde bir nevi hususi Cennet'i onun hasenatına mükâfaten halkedebilir. Kışta bazı yerde baharı halkettiği ve zindanda -uyku vasıtasıyla- bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususi Cehennem'i, hususi bir nevi Cennet'e çevirebilir... M.)
EBU TAYYİB EL-MÜTENEBBİ
(Hi: 915 - 965) Kûfe'de doğdu. Bağdat'ta öldü. Büyük şairlerden olup, divanı vardır.
EBU ZA'FEL
Fil.
EBU ZENE
Maymun.EBU ZERR-İ GIFFARÎ $ Cündüb bin Cünâde (R.A.) : İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)
EBU ZİYAD
Eşek, hımar.
EBU ZÜBAB
Fâre.
EBU ZÜR'A
Domuz, hınzır.
EBU-D DERDA
Uveymir adı ile de meşhurdur. Ashab-ı kirâmın âlim ve hakîmlerindendi. Peygamberimiz: "Uveymir, Ümmetimin hakimlerindendir" buyurmuştur. Uhud'dan itibaren bütün muharebelerde bulunmuştur. 179 hadis rivâyet etmiştir. Hikmetli sözlerinden birisi şudur: "Âlim olmayınca insan müttaki olamaz, bir âlim âmil olmadığı halde ilim sâhibi sayılamaz."
EBUK
Kaçmış köle.
EBU-L ALA-İ MAARRÎ
(Mi: 973 - 1057) Kör olmasına rağmen hafızasının fevkalâdeliği ile tanınmış büyük Arap şairlerinden biridir ki, kasideleriyle meşhurdur.
EBU-L AVN
Hurma.
EBU-L EMİN
Tokluk, şiba'.
EBU-L FADL
Altun.
EBU-L HARİS
Arslan.
EBU-L HUSAYN
Tilki.
EBU-L İBER
Utanmaz, edepsiz, hayasız adam.
EBU-L KA'KA'
Kuzgun.
EBU-L MEYMUN
Bal, asel.
EBU-L MİREH
Şeytan.
EBU-L MUHTAL
Katır, bağal.
EBU-L VAKT
Vakit ve hâlin te'siri altında kalmıyanlar.
EBU-LA-ŞEY
Hiçbir şeyin babası. Hiç bir şeyi olmayan.
EBU-N NACİ'
Helva.
EBU-N NECM
Tilki.
EBU-T-TURAB
Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı.(Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)
EBÛÜ
İkrar ederim, sığınırım, itiraf ederim, tövbe ederim mânasına fiildir.
EBU-Z ZEHEB
Çok zengin olan adam, altın babası.
EBVA'
Medine-i Münevvere'ye bağlı olup, Mekke-i Mükerreme yolunda bir köyün adıdır. Medine'ye yirmiüç mil uzaklıktadır. Köyün üstünde dik ve kuru bir dağın adı da Ebvâ'dır. Bu köy iki şey ile meşhurdur. Biri: Peygamberimizin annesi Hz. Amine'nin kabri orada bulunmaktadır. İkincisi ise: Hicretin birinci senesinde birinci defa olarak yapılan gazanın orada olmasıdır.
EBVÂB
(Bab. C.) Kapılar. * Kısımlar. Bahisler. Parçalar.
EBVÂB-I MÜZEHHEB
Yaldızlı kapılar.
EBVÂB-I RAHMET
Rahmet kapıları.
EBVÂB-I SEMÂ
Semâ kapıları, gök kapıları.(78. surenin 18. ve 19. âyetlerinin tefsirinden bir kısmıdır:"O fasl günü o gündür ki, sura üfürülür. Yani sur üfürülünce siz ölüler uykudan uyanır gibi uyanır kalkarsınız da, (sure: 17, âyet: 71 mantukunca) her ümmet imamıyla çağırılarak derhal alay alay, ümmet ümmet, cemaat cemaat mahşere gelirsiniz ve o sırada, semâ açılmıştır. Nizâm-ı âlem değişmiş; bugün kapalı, sağlam bir bina olan semâ fethedilmiş; (sure : 69, âyet: 16 mazmununca inşikak edip yer yer açılmıştır da hep kapılar olmuştur. Her tarafı kapılardan ibaret gibi küşâd edilmiştir." E.T.)(7. surenin 40. âyetinin meâlinden bir parça: "Şüphe yok o kimselere ki, küfre düştüler ve bizim vâzıh âyetlerimizi tekzib ettiler, onların birer âyet-i İlâhiye olduğunu kabul etmediler ve onlara karşı tekebbürde bulundular, onlara imandan ve muktezasıyla amel etmekten kaçındılar. Onlar için gök kapıları açılmaz, onların duaları, amelleri kabul edilmez veya onların ruhları oralara yükselemez. Ve deve, iğnenin deliğine girinceye kadar; öyle büyük bir cisim, o kadar dar bir yere girinceye kadar; öyle mümkün olmayan bir hâdisenin vukuuna değin, yani hiçbir zaman cennete giremiyeceklerdir. Onların Cennet'e girmeleri, böyle vukuu muhâl birşeye muallaktır, onlar ebediyyen Cehennem'de muazzeb olup duracaklardır." Ömer Nasuhi Bilmen)
EBYAN
Cömert, eli açık, muhtaçlara ve yoksullara yardım eden kimse. * Yemekten tiksinen kişi.
EBYAT
(Beyt. C.) Beyitler. İki mısradan müteşekkil kısımlar.
EBYAZ
Beyaz. Akça. Parlak. Daha parlak. Sefid olan.
EBZ
Ürkme, korkma. Kaçma, kaçış. * Aniden, birdenbire ölmek.
EBZA
Göğsü çıkık.
EBZAH
Göğsü çıkık.
 
EBZAR
(Bezr. C.) Yemeklere konulan baharat.
EBZER
Üst dudağında sarkık derisi olan.
EBZÜN
Küvet, banyo. * İçinde yıkanılabilinen küçük havuz.
ECAHİL
(Echel. C.) En cahil, daha bilgisiz olanlar.
E'CAM
(Acem. C.) Arab olmayanlar. Güzel arabi bilmeyenler. Güzel ve fasih konuşamıyanlar. * Acemiler.
ECAMİRE
Taifeler, kabileler, kavimler.
ECANİB
(Ecnebi. C.) Ecnebiler. Yabancılar.
ECBE
Alnı geniş olan adam.
ECC
(C.: İcâc) Devekuşu seğirtmek.
ECCE
(C.: İcâc) Sıcak fazla olmak. * Karışmak.
ECDA'
Burnu kesik olan kimse. * Kulağı, eli ve dudağı kesik kimse.
ECDAD
(Cedd. C.) Dedeler. Babalar. Büyük babalar.
ECDAS
(Cedes. C.) Kabirler. Mezarlar.
ECDEL
(C.: Ecâdil) Çakır doğan kuşu.
ECDER
(Cedir. den) Daha büyük. Pek münasib.
ECEBE
Büyük alınlı. Alnı geniş olan kimse.
ECEL
Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * Allah'ın takdir ettiği ömür.
ECEL-İ FITRÎ
Her mahlukun yaradılışı itibariyle Cenab-ı Allah (C.C.) tarafından tayin olunan vasati ömrü. * Biyolojik ömür.
ECEL-İ KAZÂ
(Bak: Ecel-i mübrem.)
ECEL-İ MEV'UD
Mukadder olan ölüm. şüphesiz gelecek olan ölüm.
ECEL-İ MUALLAK
Levh-i Mahv İsbat'ta mukadder olarak yazılı, bâzı şartlarla mukayyed olan ecel. Ecel-i müsemma.
ECEL-İ MÜBREM
Elinden kurtulunması mümkün olmayan, kaçınılmaz olan ecel.
ECEL-İ MÜSEMMA
f. Muayyen bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm.
ECEL-İ NÂ-GEHAN
Ansızın gelen ecel. Birdenbire âni ölüm, vefat.
ECELİYYET
Sonradan vukuu şüphesiz olan hâdise.
ECELL
(Celil. den.) Çok güzel. çok büyük. En üstün. Çok celil.
ECELL
Evet, neam, belî.
ECELL-İ MAHLUKÂT
Mahlukların en üstünü. İnsan.
ECEM
(C.: Acâm) Çok fazla sıcak.
ECEME
(C.: Acâm-Ecemât - Ecem-Ücüm) Meşelik. * Kamışlık.
ECEMM
Mızraksız adam. * Boynuzsuz koyun. * Etli kemik. * Bacasız ev.
ECEN
Suyun tadı ve rengi değişik olmak.
ECERRAN
İns ve cinn.
ECEŞŞ
Gür sesli.
ECFAN
(Cefn. C.) Göz kapakları. * Asma çubukları. * Kirpikler.
ECHAM
Gözü büyük ve kırmızı olan. * (Müe: Cahmâ)
ECHEL
Çok câhil. Çok bilgisiz. En câhil.
ECHELİYYET
Çok bilgisizlik. Çok câhil oluş.
ECİC
Ateş parlaması.
ECİL
İşini geriye bırakan, geciktiren. * Geciktirilen, geriye bırakılan şey. * Bir yerde birikip toplanmış su.
ECİLLE
(Celil. C.) Fazilet, ilim ve rütbe itibariyle daha yüksek olanlar. Büyükler.
ECİM
Bir şeye çok devam etmekten usanç gelme. * Suyun necis olup bozulması. * Birini istemediği hâle koymak.
ECİNNE
(Cenin C.) Ceninler. Ana karnındaki çocuklar.
ECİNNÎ
Cin taifesinden bir fert. (Bak: Cinn)
ECİR
Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi.(Devletler, milletler muharebesi tabakat-ı nev-i beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zirâ, beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez. S.)
ECİR
(Bak: Ecr)
ECİRLİK
t. Ücretle çalışma, hizmetkârlık.
ECİRNÂ
(İcâret. den) Bizi hıfzeyle, muhafaza eyle (meâlinde.)
ECİRNİ
(İcâret. den) Beni hıfzeyle, beni koru (meâlinde).
ECL
İllet, sebeb, cihet. İçin, dolayı... den. Arabçada "Li" ilâve ederek kullanılır. Meselâ: Li-eclillâh $ : Allah için, Allah rızası için.
ECLA
Pek âşikâr, pek belli. Pek parlak, ziyade güzel. * Başında kıl bitmeyen kel.
ECLA'
Dudakları kısa olup dişlerini tamamen örtmeyen.
ECLAD
(Cild. C.) Hayvan derileri.
ECLAH
Devenin veya üstü düz olan arabaların üzerlerine yapılan ufak kulübe. * Başı kel olan adam.
ECLEC
Yumru ve geniş alınlı.
ECLEF
(Cilf. den) Çok edepsiz, pek hayasız.
ECLEL
Ulu ve büyük kimse. * Azam.
ECLİYET
Cihetiyet, sebebiyet. Sebeb oluş.
ECMA
Üstü açık ev.
ECMA'
En toplu. Birikmiş. Ziyade birleşmiş.
ECMAİN
Hepsi, cümlesi.
ECMAL
(Cemel. C.) Develer. * Cümleler. * Yekünler.
ECMAT
(Ecme. C.) Ormanlar, sık ağaçlı yerler.
ECME
(C.: Ücem-Ecmât) Orman, sık ağaçlı yer.
ECMEL
(Cemil. den) Çok güzel, en yakışıklı. Daha güzel.
ECNAB
(Cenb. C.) Yanlar. Yan taraflar.
ECNAD
(Cünd. C.) Cündler, askerler, erler, neferler, taburlar.
ECNÂS
(Cins. C.) Çeşitler, neviler, türler.
ECNÂS-I MUHTELİFE
Çeşitli, türlü cinsler.
ECNEB
Muti ve münkad olmayan. İtaatkâr olmayan. * Garib, yabancı, ecnebi. *Sert başlı at.
ECNEBİ
Yabancı. Garip. Alışmamış. Başka milletten olan.
ECNEBİYYET
Ecnebilik, yabancılık, gariblik.
ECNEF
Haktan, doğruluktan, adaletten uzaklaşan, ayrılan adam. * Beli eğri, kambur olan adam.
ECNİHA
(Cenah. C.) Kanatlar. Cenahlar. Taraflar.
ECR
(C.: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. * Ahirete aid mükâfat, hayır ceza. * Ücret, mukabil, karşılık. Sevab. * Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
 
ECRA'
(C.: Ecâri) Bir şey yetişmeyen kumlu yer.
ECRAM
(Cirm. C.) Ruhsuz büyük varlıklar. Cirmler. Yıldızlar.
ECRAM-I SEMAVİYE
Gök cisimleri, yıldızlar.
ECRAM-I ULVİYE
Ulvi yıldızlar. Büyük cirimler.
ECRAS
(Ceres. C.) Büyük çıngıraklar, çanlar.
ECREB
Uyuz hayvan veya insan.
ECRED
Tüysüz adam, köse. Genç. * Çorak, otsuz yer. Bir şey yetişmeyen arazi. * Tüyü yumuşak ve kısa olan at.
ECR-İ MÜSEMMÂ
Mukavele ve pazarlıkla kararlaştırılan ücret.
ECRİBE
(Cirâb. C.) Dağarcıklar, meşin veya bezden yapılmış olan çantalar.
ECSAD
(Cesed. C.) Cesedler. Cisimler. Tenler. Vücudlar.
ECSAM
(Cisim. C.) Cisimler.
ECSAM-I NÂMİYE
Büyüyüp yetişen cisimler. Nebat gibi büyüyenler.
ECSAM-I ULVİYE
Ulvi cisimler.
ECSEL
Karnı büyük olan kişi.
ECSEM
Cesim, pek iri, gövdesi büyük olan. İri yarı kişi.
E'CUBE
(Bak: U'cube)
ECUC
Işık veren, parlayan. Parlak nesne. * Suyun tuzlu ve acı olması.
ECÜME
Havuz.
ECVAD
(Cevad. C.) Sahiler. Cömertler. Eli açıklar.
ECVAF
(Cevf. C.) İçler. Kovuklar.
ECVED
En cömert. En sahi. Daha iyi.
ECVED-İ MENSUCAT
Dokumaların en iyisi.
ECVED-ÜN NÂS
İnsanların en iyisi olan Hz. Peygamber (A.S.M.)
ECVEF
Ortası boş. Kof. * Mc: Boş kafalı. Çok cahil. * Gr: Ortasında harf-i illet sayılan elif, vav, yâ harfleri bulunan fiil kökü.
ECVİBE
(Cevab. C.) Cevaplar.
ECVİBE-İ MÜSKİTE
Susturucu cevaplar.
ECYAD
(Cîd. C.) Uzun boyunlar.
ECYAF
(Cife. C.) Kokmuş etler. Cifeler.
ECYAL
(Cîl. C.) Soylar. Tâifeler. Kavimler. Nesiller.
ECYED
Uzun boyunlu (adam.)
ECYEM
Gözü büyük ve kırmızı olan. (Müe: Ceymâ)
ECZÂ
(Cüz. C.) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler. * Ciltlenmemiş kitab ve saire. * Cüz'ler, parçalar, kısımlar. * Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
ECZAHANE
f. Eczacı dükkanı. Ecza dolabı. İlaç satılan mağaza.
ECZÂ-İ ASLİYE
Vücudda temel teşkil eden parçalar ve kısımlar, unsurlar.
ECZÂ-İ UNSURİYYE
Esas teşkil eden parçalar.
ECZÂ-İ ZÂİDE
Fazladan olan kısımlar, parçalar.
ECZAL
(Cizl. C.) Ağaç kökleri, tomrukları.
ECZÂ-YI ŞERİFE
Kur'ân-ı Kerim'i meydana getiren otuz cüz.
ECZEB
Suyu geçirmeyen sağlam zemin.
ECZEM
Burnu kesilmiş.
ECZEM
(Cüzâm. dan) Cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan. * Parmakları veya eli kesik olan adam.
EDÂ'
Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)
ED'AC
Gözleri kara renkte ve büyükçe olan. * Pek siyah şey.
EDA-İ FERÂİZ
Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.
EDAKK
En dakik, pek ince, çok mühim.
EDAKK-I UMUR
İşlerin en mühimmi.
EDALL
(Bak: Adall)
EDÂMALLAH
Allah (C.C.) dâimî eylesin (mealinde duâ.)
EDANİ
(Ednâ. C.) Ednâlar, en deniler, en alçaklar. Alçak, pek bayağı ve aşağılık kimseler.
EDAT
Sebep. Âlet. Avadanlık. * Gr: Kendi başına mâna ifade etmeyip, kelime veya fiillerle birlikte mâna ifade eden kelime veya harf. İsim ile fiilden gayri kelime.
EDA-YI DEYN
Borç ödeme.
EDA-YI SALÂT
Namazı vaktinde kılma.
EDB
Ziyafet verip, halka yemek yedirmek.
EDBAR
(Dübür ve Dübr. C.) Ard ve arka taraflar. Herhangi bir şeyin sonları ve akibetleri.
EDBAR-ÜN NÜCUM
Fecirden evvel kılınan iki rek'at nafile namaz.
EDBAR-ÜS SÜCUD
Akşam namazından sonra kılınan iki rek'at nafile namaz.
EDBES
Rengi ne kızıl, ne siyah olan hayvan.
EDD
(C.: Üdüd) Kuvvet. * Yetişmek. * Ric'at etmek.
EDDAİ
Mâlum bir duâcı. Duâcınız. Hayrınızı isteyen meâlinde imza yerine yazılan bir tâbir.
EDEB
Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ. * Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek. * Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye. * Edebiyat ve ondan bahseden ilim.(Kur'anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür. Yetimâne değildir. Firak-ul ahbabdan gelir. Fakd-ül ahbabdan gelmez. Lemeat)
EDEB-AMUZ
Edeb öğreten.
EDEBÎ
Edebe dâir. Güzel söylenmiş yazı. Edebiyata âit. Ehl-i edebe, terbiyeli, ahlâklı ve edebli olanlara dâir ve edebe mensup ve müteallik.
EDEB-İ KELÂM
Söz güzelliği, söz zarifliği. * Edb: İfade arasında bayağı ve çirkin tabirlerin bulunmaması. İfadenin güzel oluşu.
EDEB-İ MUÂŞERET
(Bak: Âdâb-ı muaşeret)
EDEBİYAT
Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu. * Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemektir. Demek ki edebiyatçı edepli olmalı, edepsizce söz ve yazılar edebiyat olamaz.(Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz: Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabani edebse hamâset noktasında hakperestliği etmez.Belki zâlim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvet-perestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakiki bilmez.Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-i İlâhî suretinde bakmaz;Bir sıbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor; hem ondan da çıkamaz.Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.Yine ondan gelen, dalâletten neş'et eden ruhun ıztırabatına, o edepsizleşmiş edeb (müsekkin, hem münevvim); hakiki fayda vermez. S.)
EDEBİYAT YAPMAK
Mc: Güzel ve uzun uzun sözlerle mevzu dışına çıkarak konuşmak.
EDEBİYAT-I CEDİDE
1896 - 1901 tarihleri arasında Avrupa te'siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad.
EDEBİYYUN
Edebiyatçılar. Edebiyatla uğraşanlar.
EDEME
Derinin iç yüzü. (Dış yüzüne "beşere" derler.)
 
EDEVAT
(Edat. C.) Aletler. Takımlar, parçalar. * Gr. Fiil veya isimlere eklenen küçük kelime veya harfler. Edatlar.
EDEVAT-I KİTABET
Yazı vasıtaları.
EDEYAN
f. Çok koşan hayvan.
EDFA
(Edfâk) Beli kamburlaşıp bükülmüş kimse. * Uzun boynuzlu keçi. * Kanadı uzun kuş.
EDFER
İğrenilen, tiksinilen, nefret edilen şey.
EDGAM
Yüzü ve dudaklarının etrafı siyah olup, sâir bedeni başka renk olan at.
EDHAK
Daha uzak, daha ırak.
EDHAN
(Dühn. C.) Sürülecek güzel kokulu yağlar.
EDHAR
Eb'ad ve erzel kimse.
EDHEM
(C.: Dühem-Edâhim) Karayağız at.
EDHİNE
(Duhân. C.) Duhanlar, dumanlar, sisler. * Tütünler.
EDİ
Küçük ve şerir (adam). * Küçük kap.
EDİB
Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan. * Edebli, terbiyeli.(Edibler edebli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumi-i müşterek-i milletten bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyânet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. İk. M.)
EDİBÂNE
f. Edibe yakışır, terbiyeli bir surette. Edebiyatçı gibi.
EDİB-İ BÎ-MÜDANÎ
Eşsiz edebiyatçı.
EDİLLE
(Delil. C.) Deliller, işaretler. Alâmetler. Rehberler. İsbat vasıtaları.
EDİLLE-İ AKLİYE
Akıl ile bulunan isbat vâsıtaları, akli deliler.
EDİLLE-İ ASLİYE
(Bak: Edille-i erbaa)
EDİLLE-İ ERBAA
(Edille-i şer'iye) Fık: Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller: Kitab (yani Kur'an-ı Kerim'deki deliller), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha. (Usul-ü erbaa ve edille-i asliye tabirleri de aynı mânada kullanılır.)
EDİLLE-İ KATI'A
İtiraz edilmeyecek derecede kat'î ve sağlam deliller.
EDİLLE-İ KAVİYYE
Sağlam deliller.
EDİLLE-İ ŞER'İYE
(Bak: Edille-i erbaa)
EDİLLE-İ TÂLİYE
Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.
EDİM
Sahtiyan, tabaklanmış deri. * Satıh, yüz, zemin.
EDİM-İ ARZ
Yer yüzü.
EDİMME
Derinin ikinci tabakası.
ED'İYE
(Duâ. C.) Duâlar.
ED'İYE-İ HAYRİYE
Hayırlı dualar.
ED'İYE-İ ME'SURE
Peygamberimiz (A.S.M.) ile, sahabelerden naklolunan te'sirli ve makbul duâlar.
EDİYYE
Az, kalil.
EDKEN
Bulanık, * Rengi siyaha yakın olan.
EDLEM
Karayağız, siyah adam. * Kara eşek. * Uzun yanaklı. * Uzun boylu.
EDM
Üns tutmak. * İttifak etmek, birleşmek. * Islâh etmek.
EDMAS
Kaşlarının üç kısmı ince ve dipleri kalın; başının kılları ise az olan kimse.
EDMEN
f. Hâlis ve katıksız misk.
EDMİGA
(Dimağ. C.) Beyinler, dimağlar.
EDMU'
Göz yaşları. Aberat.
EDNA
Pek aşağı, en alçak. Pek az, pek cüz'i. * Çok yakın.
EDNANÎ
(Denâvet. den) Beni yaklaştırdı (meâlindedir.)
EDNAS
(Denes. C.) Pislikler, necisler, kirler. * En aşağılar, âdi ve bayağı kişiler.
EDNEF
Burnu kısa olan adam.
EDNİK
Çengel.
EDRA'
Vücudu beyaz, başı siyah olan at. * Hecin.
EDRED
Dişsiz, dişi çıkmamış veya dökülmüş kimse.
EDREM
f. Eğerin altına konulan keçe.
EDREM
Topukları etli kimse (ki, topuğu etten belli olmaz.) * Dişleri dökük adam. * Düz şey.
EDRENG
f. Sıkıntı, içdarlığı. Musibet, belâ, felâket, âfet.
EDSAK
Ağzı büyük olan adam.
EDSEM
Çok yağlı (şey.)
EDSER
Gaflette bulunan, gafil adam.
EDV
Aldatmak, hud'a.
EDVA
(Da'. C.) İlletler, hastalıklar.
EDVAR
(Devr. C.) Devirler, zamanlar.
EDVAR-I HAMSE
Beş devir, beş vakit.(Beşer esirliği parçaladığı gibi ecirliği de parçalayacaktır: Bir rü'yada demiştim: Devletler milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevki ediyor. Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecir olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyar; edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret, şimdi dahi ecirdir, başlamıştır geçiyor. S.)
EDVAR-I SÂBIKA
Geçen zamanlar.
EDVAR-I SEB'A
Yedi devreler. Dünyanın yaradılışından beri geçirdiği devreler ki, nazariye olarak söylenir.
EDVAR-PERDAZ
Devirleri dile getiren. Devirleri terennüm eden.
EDVEK
Devenin, misvak ağacını yemesi. * Bir yerde sâkin olmak. * Yaranın veremi sakin olmak.
EDVEŞ
Gözü dumanlı adam.
EDVİYE
(Devâ. C.) İlâçlar, devâlar.
EDVİYE-İ MÜESSİRE
Te'sirli ilaçlar.
EDYAK
(Dîk. C.) Dîkler, horozlar.
EDYAN
(Din. C.) Dinler.
EDYAN-I BÂTILA
Bâtıl dinler. Bozuk, hükmü hakikatten ayrılmış olan dinler.
EDYAN-I MEFSUHA
Hükmü kaldırılmış eski dinler. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi. (Bak: Mensuh.)
EDYAN-I SEMAVİYE
Allah tarafından gönderilmiş hak dinler.
EDYAR
(Deyr. C.) Manastırlar, kilisler. Hıristiyanların ibadethâneleri.
EF'A
Engerek yılanı. * Mc: Fena huylu, tabiatı kötü olan adam.
EFADIL
(Efâzıl) Faziletliler, iyiliksever ve temiz kimseler.
EFAHİM
(Efhâm. C.) Büyük zatlar. Pek büyük, muhterem kimseler.
EFAHİS
(Ufhus. C.) Taşların aralarında veya kayalıkta bulunan kuş yuvaları.
EFAİ
(Ef'a. C.) Engerek yılanları.
EFAİK
(Efike. C.) Yalanlar, dolanlar, düzme sözler. İftiralar.
EFAİM
Vâsi olmak, geniş olmak, bol olmak.
EFAKİL
(Efkel. C.) Titrekler, titreyenler.
EF'ÂL
(Fiil. C.) Fiiller, işler, ameller.
EF'ÂL-İ HASENE
İyi ve güzel ameller, fiiller, işler.
EF'ÂL-İ İHTİYARİYYE
Kişinin kendi isteğiyle yaptığı işler, Kişinin kendi ihtiyârî fiilleri.
EF'ÂL-İ MÜKELLEFÎN
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
EF'ÂL-İ SEYYİE
Kötü ve çirkin ameller, fiiller ve işler.
EFANİN
(Üfnûn. C.) Değişiklikler. * İşler, şartlar, hâller. * Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları.
EFARİT
(İfrit. C.) İfrit gibi, ifrite benzer adamlar. Hilekârlar, kurnazlar, cüretliler. * Pek hain cinler. * Şeytanlar, iblisler.
EFATİH
Mantar ve ona benzer bitkiler.
EFAVİC
(Efvâc. C.) Bölükler, takımlar, kısımlar.
EFAVİK
(Fuvâk. C.) Hıçkırıklar.
EFAVİYE
Yemeklere konulan kokulu baharat.
EFAYİK
(Efike. C.) Uydurma, düzme, asılsız, yalan sözler. İftiralar.
EFÂZIL
(Efdal. C.) Fâzıllar, faziletliler. Mümtaz ve çok bilgili kimseler.
EFÂZIL-I UKALÂ
Akıllıların en ileri gelenleri.
EFÂZIL-I VÜKELÂ-YI FİHÂM
Büyük vekillerin bilgilileri.
EFDA'
Eli ve ayağı eğrilmiş.
EFDAH
(Fadih. den) Çok rezil, daha rezil.
EFDAL
Daha faziletli, daha lâyık, daha iyi.
EFDAL
(Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
EFDALAN
Emn ile adâlet.
EFDALİYET
Faziletçe üstünlük. Fazileti, iyiliği ziyâde olmak.
EFDER
(Evder) f. Amca. Babanın erkek kardeşleri. * Yeğen. Amca, hala, teyze çocukları.
EFEK
Sarfetmek, harcamak.
EFEKK
Zayıflıktan dolayı omuzu mafsaldan ayrılmış olan kimse.
EFEKTİF
Fr. Nakit para, elde bulunan para.
EFELL
Güdük kılıç.
EFENDİ
(Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederler.)
EFERR
Çok koşan, pek çok kaçan.
EFFAF
Çok of! çeken. Sıkıntılı, muztarib ve kederli kimse. Elemli, gamlı, tasalı adam.
EFFAK
Ticaret için bütün dünyayı dolaşıp gezen tüccar adam.
EFFAK
(İfk. den) Çok iftira eden, çok yalan isnad eden kişi.
EFGAN
f. Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat.
EFGAR
(Figâr) f. Yaralı, kötürüm, sakat, cerih.
EFGEN
(Figen) f. Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı.
EFGENDE
f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş. * Biçare, zavallı, düşkün.
EFHAM
Anlayışlar, zihinler, anlamalar.
EFHAM
(Fahim. den) Çok büyük, pek büyük.
EFHAS
(Fahs. C.) Her şeyin içleri, boşlukları.
EFHAZ
(Fahz. C.) Akrabalar, yakın hısımlar.
EFHEM
Anlayışlı, kolay anlayan.
EFİD
(Eftid) : f. Medhedici, öven, sena eden. * Hayret edilecek, şaşılacak, taaccüb edilecek şey.
EF'İDE
(Fuâd. C.) Kalbler. Gönüller.
EF'İDE-İ HÂLİSE
Temiz ve saf kalbler. Bozulmamış, tahrib edilmemiş kalbler, gönüller.
EFİH
Bir adamın beynine vurmak.
EFİK
Dibâgatı tamam olmamış deri.
EFİKA
Fenâ, hoş olmayan, çirkin ve kötü şey.
EFİKE
(C.: Efâik) Yalan, dolan, iftira.
EFİL(E)
(C. Afâl-Efâil) Genç küçük deve.
EFİN
Çürük ceviz. * Zayıf fikirli ahmak kimse.
EFJÛL
f. Kandırma. * Kışkırtma, tahrik etme. * Dağınık, perâkende.
EFK
Çok fazla atâ ve ihsan etmek. * Gitmek, zehab.
EFK
(Ufuk) Yalan söyleme. * Kaçmak. Bir işten sapmak.
EFKAM
Eğri.
EFKAR
Pek fakir, çok fakir.
EFKÂR
(Fikir. C.) Fikirler. Düşünceler.
EFKÂR-I ÂLİYE
Yüksek düşünceler, fikirler.
EFKÂR-I ÂMME
Halkın düşüncesi ve fikirleri.
EFKAR-I FUKARA
Fakirlerin en fakiri, çok fakir.
EFKÂR-I SÂİBE
Maksada uygun fikirler, doğru sözler.
EFKÂR-I UMUMİYE
(Bak: Efkâr-ı âmme)
EFKEL
(C.: Efâkil) Titremek.
EFL
Gurub etmek, batmak.
EFLAH
Çok felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan. Taleb ettiği şeye, arzusuna vasıl olan.
EFLAK
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)
EFLÂK
(Felek. C.) Felekler, gökler. Dünyalar, âlemler. Asumanlar.
EFLATUN
Plâton. (M.Ö. 429 - 347) Aristo'nun üstadı, Sokrat'ın talebesi, eski Yunan filozofudur.
EFLATUNÎ
Leylakî ile ergüvanî arasında, hafif mor karışık renk.
EFLATUNİYE
Eflâtuna göre olan felsefe, düşünüş (Plâtonizm). Çok ileri veya parlak devir.
EFLEC
(Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş. * Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam. * Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.
EFLEC-ÜL ESNÂN
Seyrek dişli.
EFLES
Çok müflis, iflâs etmiş, züğürt.
EFLUD
Yetişkin, gürbüz (çocuk).
EFN
Noksan etmek. İçmek. * Sağmak. * Davarın sütü az olmak.
EFNAD
(Fened. C.) Bunaklar, yaşlarının ilerlemesinden bunamış olanlar.
EFNAN
(Fen. C.) Neviler, çeşitler. * (Fenen. den) İnce dallar. * Üslublar, şubeler.
EFNAN-I ELVAN
Renk çeşitleri.
EFNİYE
(Finâ. C.) Avlular.
EFRA'
İşi gücü olmayan adam. Boş dolaşan kişi. * Kuruntulu, vesveseli adam. * Başının saçı tamam olan kimse. (Müe: Für'â)
EFRAD
(Ferd. C.) Fertler. Askerler.
EFRAD-I ADÎDE
Çok kalabalık fertler.
EFRAH
Ferahlamalar. İç açılmaları. Sevinmeler.
EFRAHTE
f. Yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, yükselmiş.
EFRAK
Ayrılmış. * Çatal ibikli horoz.
EFRAN
Neş'eli, keyifli, sevinçli olan kimse. Mesrur.
EFRAS
(Fers. C.) Atlar. Beygirler.
EFRAŞTE
f. Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış.
EFRAZ
f. Kaldırma. Yükseltme. Yüksek. Yukarı. Bülend.
EFRENC
(Fr: Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız.
EFRENCÎ (EFRENCİYYE)
Frenklere yani Avrupalılara mahsus ve aid. * Frengi hastalığıyla alâkalı ve münasebetdar.
EFREND
f. Debdebe, gösteriş, süs, bezek.
EFREZ
Arkası kambur gibi olan (adam.)
EFRUG
f. şu'le, nur, ziya, ışık.
 
EFRUHTE
f. Şu'lelenmiş, parlamış, ziyalanmış, nurlanmış, ışıklanmış, aydınlanmış. * Yanmış, tutuşmuş.
EFRUŞE
f. Un helvası.
EFRUZ
f. (Efruhten: Tutuşturmak, ziyalandırmak mastarının emir kökü) Şule. Aydınlatıcı. Parıltı.
EFSA
f. Sihirbaz. Efsuncu. İnsanı teshir edici.
EFSAH
Daha fasih. En fasih. Pek çok güzel ifade.
EFSAH-I FÜSEHÂ
Fasih ve güzel konuşanların en fasihi ve güzeli.
EFSAK
En fâsık, çok edepsiz.
EFSAL
(Fesl. C.) Alçak, âdi ve aşağılık kişiler.
EFSANE
Masal. Uydurulmuş yalan hikâye.
EFSANE-CUYÎ
f. Masal, efsane arayıcılık.
EFSANE-GU(Y)
Masal söyleyen, efsane anlatan.
EFSANE-PERDAZ
f. Hikâye yazan, masal uyduran, meddah, romancı.
EFSAR
f. Yular.
EFSED
Pek fena, çok bozuk, fazlaca kötü.
EFSER
f. Tâc. Padişah tâcı.
EFSUN
f. Sihir, büyü, üfürük. Sihirbazların tuzağı. Hile ile yapılan kötü işler. (Efsun İslâmiyetçe men'edilmiş ve büyük günâhlardan sayılmıştır.)
EFSUNGER
f. Büyücü, sihir yapan. Efsun yapan kimse.
EFSUS
f. Yazık! Hay! Eyvah! gibi bir teessür edatı.
EFSÜRDE
f. Soluk, donmuş, hissizleşmiş.
EFSÜRDE-DİL
f. Kalbi hissizleşmiş. Donuk gibi olmuş kalb.
EFSÜRDE-DİMAG
f. Beyni donmuş. * Mc: Kabiliyetsiz.
EFSÜRDE-GÂN
(Efsürde. C.) Duygusuz, gayretsiz adamlar.
EFSÜRDE-MİZAC
f. Kanı soğuk, soğuk kanlı, mizâcı soğuk adam.
EFŞAL
(Feşil. C.) Korkaklar, cesaretsizler.
EFŞAN
f. Dağıtan, saçan, serpen.
EFŞAR
f. Çimdikleme. * Sıkılmış, sıkma (meyve suyu gibi.)
EFŞE
f. Bulgur.
EFŞÜRDE
f. Sıkılmış, posası çıkartılmış (şey.)
EFŞÜRE
f. Lübb, hülasa, öz, usâre.
EFŞÜRE-İ ENGÜR
Üzüm suyu.
EFTAH
Parmaklarının boğumu yassı ve yumuşak olan. * Tırnaklarının boğumları yumuşak olan kuş.
EFTAH
Yassı burunlu.
EFTAN
f. Düşerek. Düşen.
EFTAR
(Fitr. C.) Baş ile şehâdet parmaklarının araları.
EFTEL
(C. Fütul) Ön ayaklarının arası geniş olan at.
EFUK
Gezi ufanmış ok.
EFUR
Sıçrayıp seğirtme.
EFVAC
(Fevc. C.) Cemaatler, takımlar, kısımlar, bölükler, grublar.
EFVAF
Nâzik, ince kumaşlar.
EFVAG
Ağzı büyük olan adam.
EFVAH
Menfezler, ağızlar, delikler. * Mc: Yemeğe lezzet için konan baharat.
EFVAH-I NÂRİYYE
Ateşli silâhlar. (Top, tüfek gibi.)
EFVAHÎ
f. Avam sözü, halk kelâmı, ehemmiyetsiz.
EFVEH
Ağzı büyük ve ön dişleri uzun olan adam.
EFVEK
Yalancı, yalan söyleyen.
EFYAL
(Fil. C.) Filler.
EFYUN
f. Haşhaştan çıkarılan uyutucu madde. Afyon.
EFYUN-KEŞ
f. Afyon kullanmaya alışmış olan. Afyon tiryakisi.
EFZA
f. (Sonlarına eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir. Meselâ: Hayret-efzâ $ : Hayret verici, hayret artıran.
EFZA'
(Fezâ. C.) Korku ile bağırıp çağırmalar.
EFZA'
Şiddetli, katı, eşed.
EFZAR
f. Ayakkabı, kundura. * Gemi yelkeni. * Yemeklere koku ve tad vermesi için konulan baharat. * San'atkârların kullandıkları san'at âletleri.
EFZAYİŞ
f. Artma, çoğalma, tezayüd, tekessür.
EFZÛD
f. Çoğalan, artan, tekessür eden, tezayüd eden.
EFZUN
f. Fazla, çok ziyade.
EFZUNÎ
f. Kesret, çokluk, fazlalık, ziyadelik.
EFZUNÎ-Yİ ÖMR
Ömrün çokluğu, ömrün uzun olması.
EFZUNTER
f. Daha fazla, daha çok.
EGALİT
(Uglute. C.) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.
EGAMM
Saçları yüzüne ve ensesine sarkan ve çok olan kimse.
EGANİ
(Ugniyye. C.) Nağmeler, şarkılar, türküler, âhenkler.
EGANN
Sözü burnu içinden söyleyen, burnundan konuşan. * Otlu dere.
EGARE
f. Kandırma, kışkırtma, teşvik etme.
EGARİB
Firak anı, ayrılış zamanı. Savaş ânı.
EGARR
Çok parlak ve kıymetli. Beyaz şey. * İşi güzel ve hatırlı olan kimse, aziz ve şerefli. (Müennesi daha çok müsta'meldir: Şeriat-ı Garrâ gibi.)
EGBİYA
(Gabi. den) Gabiler. Akılsızlar. Anlayışı kıt olanlar.
EGDİYE
(Gıdâ. C.) Gıdalar.
EGLAK
(Galak. C.) Kilitler, kilitli şeyler. Mc: Anlaşılması zor olan ifadeler.
EGLAL
(Gull. C.) Halkalar. Kelepçeler. Mahkemenin cezaya müstehak kılıp mahkum ettiği kimselerin boyun ve ayaklarına vurulan zincirler. * (Galel. C.) Ağaçlar arasında korulukta akan sular.
EGLEB
(Bak: Ağleb)
EGMAK
(Bak: A'mak)
EGMİS
(Gams. dan) Batır, daldır (meâlinde).
EGNAM
Koyunlar.
EGNİŞ
f. İnşa etme, bina yapma. Yapı meydana getirme.
EGNİYA
(Gani. C.) Zenginler.
EGO
Lât. Ben. Ene.
EGOİST
Bencil, hodpesent, hodbin, kendini beğenmiş, menfaatperest.
EGOİZM
Fr. Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir.
EGOSANTRİZM
Fr. Psk: Benmerkezcilik. Zihnî gelişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayırmaya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile düşünür. Sanki dünyada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve isteğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve eşya, isteği gibi kendisine davranmasa ağlamaya başlar. Herşeyin merkezi olduğu hissini taşır.İnançsız insanlar, bu çocuktan farklı mı düşünüyor? Her varlık kendi nefsine maliktir. Kendisi için çalışır, kendi zevki için çabalar, gayesi yaşamak ve varlağını devam ettirmektir diyen ve benliklerini dünyanın merkezi yapan, kendilerini firavun gibi tanrı sanan bu insanlar, egosantrik düşünüşten daha aşağı seviyede değiller mi?
EGRAZ
(Garaz. C.) Garazlar.
EGSAN
(Bak: Ağsân)
EGŞİYE
(Bak: Ağşiye)
EGTAŞA
Karartı.
EGTİYE
(Bak: Ağtiye)
EGUL
f. Hiddet ve öfke ile yan yan bakma.
EGVAL
(Gul. C.) Büyük felâketler, âfetler, musibetler, belâlar. * şeytanlar. * Gulyabaniler.
EGVAR
(Gavr. C.) Dipler, çukurlar, kuyular. Sonlar, uçlar.
EGZOST
ing. İçten yanmalı motorlarda yanmış akaryakıt gazı. Bu gazın boşaltılması tertibatı.
EĞE
Maden vesaire yontmaya mahsus ince dişli âlet. Törpü.
EĞERÇİ
(Eğerçend) f. ...ise de, her ne kadar, ...olsa da.
EHABB
Çok sevgili. En sevgili.
EHABB-I EHİBBA $
Dostların, ahbabların en sevgilisi.
EHABB-I EMVAL
Malların çok sevileni.
EHACC
Pek katı, çok sert şey.
EHACÎ
(Uhcüvve. C.) Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.
EHAD
Bir. Tek. İnfiradla muttasıf sıfât-ı kâmileyi cami' olan. (Bak: Ehadiyyet)
EHADD
(Hadd. den) Çok keskin.
EHADD-İ SÜYUF
Kılıçların en keskini.
EHADİD
(Bak: Ahadid)
EHADİS
Hadisler. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) sözleri, hareketleri ve emirlerini bildiren hakikatler. (Bak: Hadis)
EHADİS-İ KUDSİYE
(Bak: Hadis-i Kudsî)
EHADİS-İ MERFUA
(Bak: Hadis-i Mürsel)
EHADİS-İ MEVZUA
(Bak: Hadis-i Mevzu')
EHADİS-İ MÜRSELE
(Bak: Hadis-i Mürsel)
EHADİS-İ SAHİHA
(Bak: Hadis-i Sahih)
 
EHADİYYET
(Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi. (Ehadiyyet, her bir şeyde Halik-ı Külli Şey'in ekser esmâsı tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneşin ziyası, bütün zemin yüzünü ihata ettiği haysiyeti ile vahidiyyet misâlini gösterir ve her bir şeffaf cüz'de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misâlini gösterir. Ve her bir şeyde, hususan zi-hayatta ve bilhassa her bir insanda o Sani'in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle ehadiyeti gösterir. M.) (Bak: Rahmaniyyet)
EHADÜ HÜMA
Onlardan biri. Her ikisinden biri.
EHAD-ÜL-ÂHÂD
Eşsiz, tek, emsalsiz. Teklerin teki, bir tek.
EHAFF
Çok hafif.
EHAFF-İ MÜCÂZÂT
Cezâların en hafif olanı.
EHAKK
Daha haklı, pek haklı. Daha doğrusu. En hakiki.(Ey talib-i hakikat, madem hakta ittifak, ehakta ihtilaftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen. S.)
EHALİ
(Ehl. C.) Bir memleket, şehir, kasaba köy veya semt veyahut da mahallede yerleşip oturanlar. * Avam, halk umum.
EHAMM
Yakın. * Kara, esved.
EHANN
Genzinden konuşan kimse, hımhım.
EHASİN
Pek güzel, en güzel olan şeyler.
EHASİN-İ AHLÂK
Ahlâkın en iyisi, en güzeli. Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ahlâkı gibi olan ahlâk.
EHASS
Daha hususi, daha yakın, daha hâlis. Hususi. Ziyade hâs.(Eamm'ın zıddıdır.)
EHASS
Saçı dökülmüş kişi.
EHASS
Daha uyanık. Daha hassas.
EHASS
En hasis. En bayağı.
EHASS-I ÂMÂL
Emellerin en hası.
EHASS-ÜL HAVÂS
En hâlisin hâlisi. Şuhudi imân sahibleri olan evliyalar. Cenab-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olan enbiyâ ve evliya. Efdallerin efdali, sâlihlerin sâlihi.
EHATT
En ucuz, daha ucuz. * Daha cilâlı.
EHAVEYN
İki kardeş.
EHBAR
(Habr. C.) Âlimler. Yahudi âlimleri. * Sürurlu anlar.
EHDÂB
(Hüdb. C.) Kirpikler.
EHDÂB-I MÜHTEZZE
Titrek kirpikler.
EHDAF
(Hedef. C.) Hedefler, nişan alınan yerler. * Yüksek yerler. * Meramlar, talebler, arzular, istekler, gayeler, maksadlar, kasıtlar.
EHDAK
(Bak: Ahdâk)
EHDAM
İnce belli.
EHDEB
Kirpikleri sık ve uzun olan adam.
EHDER
Sarkık dudaklı.
EHEMM
Çok mühim olma, daha mühim. Çok kıymetli, çok lüzumlu.
EHEMMİYET
Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.
EHEVAT
(Uht. C.) Kız kardeşler. * Kadın arkadaşlar. * Benzer şeyler.
EHEVATININ MA-Fİ'Z-ZAMİRLERİ
Kardeşlerinin içinde gizli olan şeyler.
EHİBBA
(Habib. C.) Habibler, dostlar, sevgililer.
EHİL
(Bak: Ehl)
EHİLLA
Dostlar, kardeşler. (Bak: Ahillâ)
EHİLLE
(Hilâl. C.) Hilâller. Yeni hilâl şeklinde olanlar.
EHİR
(Bak: Ahîr)
EHL
(Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz. * Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline verilirse işler düzgün gider, sonuçtan herkes memnun olur. Eğer İslâma aykırı olarak ehliyet yerine eş, dost, adam kayırma, parti menfaati vs. bayağı, hasis düşüncelere yer verilirse ve işler ehliyetsizlere terkedilirse bundan herkes zarar görür.
EHLEB
Kuyruğu kıllı olan at.
EHLEN VE SEHLEN
Hoş geldiniz, safâ geldiniz (meâlinde söylenir.)
EHLÎ
Munis, alışık. Yabancı olmayan. Kendisi ile ünsiyet edilen.
EHL-İ ÂLEM
Âlemin ehli olan insanlar.
EHL-İ ARZ
Dünyadakiler. Yerdekiler.
EHL-İ BEYT
Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) evine mensub olanlar bu isimle anılırlar. (Bak: Âl-i Abâ)
EHL-İ BİD'A
(Bak: Bid'at)(Ehl-i bid'a, ecnebi inkılâbcılarından böyle meş'um bir fikir aldılar ki: Avrupa, Katolik Mezhebini beğenmeyerek başta ihtilâlciler, inkılâbcılar ve feylesoflar olarak, Katolik Mezhebine göre ehl-i bid'a ve Mu'tezile telâkki edilen Protestanlık Mezhebini iltizam edip, Fransızların İhtilâl-i Kebirinden istifade ederek, Katolik Mezhebini kısmen tahrip edip, Protestanlığı ilân ettiler.İşte, körü körüne taklidciliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki: "Mâdem Hristiyan dininde böyle bir inkılâb oldu, bidâyette inkılâpçılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise İslâmiyette de böyle dinî bir inkılâb olabilir?.."Elcevap : Din-i İsevîde, yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruât-ı şer'iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sâir rüesâ-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a'zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavânin-i umumiye-i içtimaiyeye merci' olmadığından; esâsât-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, Şeriat-ı Hıristiyaniye nâmına örfi kanunlar, medeni düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'ın esas dini bâki kalabilir, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki : Din ve Şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan, Din-i İslâmın esasatını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sâir ahkâmını, hattâ en cüz'i âdâbını dahi bizzat o getiriyor. O haber veriyor, O emir veriyor. Demek, füruat-ı İslâmiye değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas din bâki kalabilsin. Belki; esâs-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sâhib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.Mezâhibin ihtilâfı ise: Sâhib-i şeriatın gösterdiği nazari düsturların tarz-ı tefehhümünden ileri gelmiştir. "Zaruriyat-ı diniye" denilen ve kabil-i te'vil olmıyan ve "muhkemat" denilen düsturları ise, hiçbir cihette kabil-i tebdil değildir ve medâr-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor. M.)
EHL-İ CEBR
Cebriyye, cebriyye fırkasından olan. (Bak: Ceberiye)
EHL-İ CEHL
Bilgisizler, câhiller.
EHL-İ DALÂLET
Dalâlette olanlar.
EHL-İ DİKKAT
Dikkatliler, dikkat sahipleri.
EHL-İ DİL
(Ehl-i kalb) Kalbi uyanık, basireti ziyade olan. Gönül ehli. Mâneviyata çok kıymet veren, kalben Cenab-ı Hakk'a çok yakınlık hissedip çok hikmetlerden anlayan zât.
EHL-İ DİYÂNET
Din işlerinden anlayanlar. Dindarlar.
EHL-İ DÜNYÂ
Dünyaya haddinden ziyade kıymet veren, maddeci kimse.
EHL-İ EBED
Ebedî olanlar, ebedîler.
EHL-İ EMSAR
Şehir halkı, kasaba halkı.
EHL-İ GAFLET
Gafletde olanlar. Gafiller.
EHL-İ GARET
Yağmacı, çapulcu.
EHL-İ HADARET
şehirlerde yaşayan. Medeni.
EHL-İ HAK
f. İmân, İslâmiyet ve Hak yolunda olan. Hak mezhebde olan. Hakka, hakikata vâsıl olmuş olan.
EHL-İ HÂL
f. Hâlden anlayıp, duruma göre idâre eden kimse. İlâhi tecellilere ve mânevi feyze mazhar olan.
EHL-İ HİBRE
f. Ehl-i vukuf. Bilirkişi. Meselenin künhüne vâkıf mütehassıs zât.
EHL-İ HİDAYET
Hidâyette ve doğru yolda olanlar. Hidâyete erişmiş kimseler.
EHL-İ HİKMET
Hikmet ehli, hikmet bilen.
EHL-İ HÜKÜMET
Hükümete mensup kimseler, milleti idare edenler.
EHL-İ IRZ
Yüz aklığı ve şan, itibar sahibi olan, namuslu kimse. Şerefli ve temiz olan. Namuslu, iffetli ve ismetli. Irz ehli.
EHL-İ İHTİSAS
İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar. (Bak: İhtisas)
EHL-İ İLHAD
f. Doğru meslek ve dinden, Hak yolundan çıkıp bâtıl yola sapan, imansızlar, dinsizler.
EHL-İ İSLÂM
İslâm topluluğu. Müslümanlar.
EHL-İ İSTİĞRAK
Manevi bir coşkunlukla kendinden geçmiş hâle giren zatlar.
EHL-İ İ'TİZAL
Mu'tezile'den olan. (Bak: Mu'tezile)
EHL-İ KALB
(Bak: Ehl-i dil)
EHL-İ KELÂM
(Bak: Mütekellimîn)
EHL-İ KEŞF
f. Perdeli olan ve zâhir hislerle bilinmeyen hakikatları, Cenab-ı Hak'kın lütf u ihsanı ile bilen veliler.
EHL-İ KEŞF-İL KUBUR
Kabir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün ahvâlini keşfedip doğru olarak haber veren veli, evliya.(Ehl-i keşf-il kuburun müşahedesiyle müteaddid vâkıatla, tahsil-i ulum ânında vefat eden bazı müştak ve ciddi bir talebe-i ulum, şehidler gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hattâ meşhur bir ehl-i keşf-il kubur, vefat eden ve İlm-i Sarf ve Nahv okuyan bir talebenin kabrinde Münker, Nekir'e nasıl cevap verecek diye murakabe etmiş ve müşahede edip işitmiş ki; melek-i sual, ondan sordu: $ "Senin Rabbin kimdir?" dediği zaman, o Nahv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş:"Â mübtedâdır, onun haberidir." Nahiv ilmince cevab vermiş, kendini medresede zannetmiş. Ş.)
EHL-İ KIBLE
Müslüman, kıble ehli.
EHL-İ KİTAB
f. Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan. * Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olan. (Hakiki Hristiyanlık veya Yahudilikten çıkmamış bulunan.)(Kur'an-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira, size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'ân, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem'etmiş olduğundan, usulde muaddil ve mükemmildir. Yâni ta'dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik, hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü, fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'ân, fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yâni vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir. İ.İ.)
EHL-İ KUBUR
Kabir ehli. Ölüler.
EHL-İ KURA
Köylerde, kasabalarda yaşayan.
EHL-İ MEDER
Evde oturan. Medeni.
EHL-İ NAMUS
Namuslu kimse, namus ehli.
EHL-İ NÂR
Cehennemlik olan. Cehennem ehli.
EHL-İ NEFİY
Nefyedenler, aksini veya olmadığını iddia edenler.
EHL-İ NÜBÜVVET
Peygamberler.
EHL-İ RUM
f. Osmanlı. Eskiden Anadolu'da yaşayanların bir ismi. Çünkü: Osmanlılar Romalıların (Rumların) çok bulunduğu memleketlerini fethedip yerleştiler.
EHL-İ SALÂH
Huk: Hâli mestur, nâmuslu, doğru, adaletli olan kimse. Sâlih kimseler.
EHL-İ SALİB
f. Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar. * Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
EHL-İ SEKR
f. Aklı ile hareket edemeyip hissi ve zevki ile hareket eden, sarhoş. * Tas: İlâhî bir tecelli ile istiğrak halinde olanın kendinden geçmesi hali.
EHL-İ SEVAHİL
f. Sahilde, deniz veya göl kenarında yaşayanlar.
EHL-İ SUFFA
(Bak: Ashab-ı Suffa)
EHL-İ SÛK
f. Çarşı halkı, esnaf.
EHL-İ SÜNNET
f. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir.
EHL-İ ŞEKAVET
İslâmiyetin müsâade etmediği çeşitli rezâlet işleyen bedbaht.
EHL-İ ŞİA
şia ehli. (Bak: şia)
EHL-İ ŞUHUD
f. Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli. * Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar.
EHL-İ TAHKİK
Hakikatleri delilleri ile bilen âlimler. * Tahkik ehli.
EHL-İ TAKİB
Takip edenler, peşinden gidenler.
EHL-İ TEŞEYYU'
şiilik iddia edenler. (Bak: şia)
EHL-İ TEVHİD
Cenab-ı Hakk'ın birliğini bilip inanan ve sadece bir Allah'a bağlanıp ibadet eden kimse. (Bak: Tevhid)
EHL-İ UKUL
Akıllılar, akıl sâhibleri.
EHL-İ VEBER VE BÂDİYE
Çadırda oturan bedevi Arab, çöl ahalisi.
EHL-İ VİFAK
Beğenilen işlerde birbirine muvafakat edip uyanlar, anlaşanlar.
EHL-İ VUKUF
Bir mes'ele hakkında bilgi sahibi olan salâhiyetli kimseler. Vukuf ehli. Bilirkişi.
EHL-İ ZEVK
Zevklenenler, lezzet alanlar. * Tas: Cenab-ı Hakk'a yakınlıkla, kurbiyetle veya uyanık kalble iman ve Kur'an hakikatlarından zevk alanlar.
EHL-İ ZİMMET
İslâm Devletinin tâbiiyetinden olan Hıristiyanlar. İslâm Devleti tarafından korunan müslümandan başka kimse. Zimmi.
EHLİYYET
Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dâir vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak. Meharet ve mensubiyet.
EHLULLAH
Allah'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. Allah'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
EHME
f. Eksik, nâkıs noksan. * Bulunuş.
EHNAME
f. Aşk, muhabbet, sevda. * Kendine çekidüzen verme.
EHRAM
Mısır'da Firavunların piramit şeklindeki mezarları.
EHRAMEN
f. şeytan, iblis. * Dev.
EHRAM-I MÜREBBAÎ
Dörtgen piramit. Dört köşeli ehram.
EHRAM-I MÜSELLESÎ
Üçgen piramit.
EHRAS
Dilsiz. (Bak: Ahras)
EHRE
Büyük ağızlı.
EHRED
Yırtık şey. (Üstbaş hakkında kullanılır.)
EHRİMAN
(Ehrimen, Ehremen) f. Ateşperestlerin şer ilâhının ismi. Bâtıl bir ilâh ismi.
EHSA
Şaşmış, şaşa kalmış, hayret etmiş ve taaccübüne gitmiş olan kimse.
EHSÂS
(Hiss. C.) Hisler, duygular.
EHSÂS-I RAKİKA
İnce hisler, ince duygular.
EHŞA
Karındaki iç uzuvlar. Karında olan.
EHTAT
Bir bölük cemaat.
EHTEM
Ön dişi gedik olan.
 
EHUN
f. Toprakta meydana gelen delik, yarık.
EHVA
(Heva. C.) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler. * Kasdetmek. * Atmak.
EHVA
(Havvâ. dan) Siyah. Kararmış olan.
EHVAL
(Hevl. C.) Korkular. Korkulacak hâller. Fenalıklar.
EHVAL-İ MUHAVVİFANE
Dehşetli korkular.
EHVAR
f. Şaşkın, şaşırmış kimse. Alık, sersem adam.
EHVEC
Uzun boylu ahmak adam.
EHVEC
En muhtaç, pek muhtaç. (Bak: Ahvec)
EHVEK
Ahmak kimse.
EHVEL
Korkunç nesne.
EHVEN
Daha aşağı. Daha ucuz. Bayağı. Adi. * Zararı az olan. En zararsız.
EHVENİYET
Ucuzluk, ehvenlik, daha hafif, daha zararsızlık.
EHVEN-ÜŞ ŞER
Ehven-i şerreyn de denir. İki şerli işin veya şeyin daha az zararlısı. (Bak: Adalet-i izafiye)
EHVER
f. Sevgili, mâşuk.
EHYA
Ucuzluk.
EHYA
(Bak: Ahyâ)
EHYAN
(Hîn. C.) Zamanlar. (Bak: Ahyân)
EHYEB
Daha heybetli, daha büyük.
EHYEF
İnce belli ve yakışıklı genç. * Çelimli at.
EHYEMİN
(Heyeman. C.) Âşık olmalar, şaşkınlıklar.
EHYUN
Örümcek, ankebut.
EHZA'
Ok mahfazası içinde sona kalan ok.
EHZAB
(Bak: Ahzab)
EİMME
(İmam. C.) İmamlar. (Bak: İmam)
EİMME-İ ÂLÎŞAN $
Çok yüksek mertebesi ve büyük kıymeti olan imamlar. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî gibi.
EİMME-İ DİN
Din imamları, müçtehidler, müceddidler.
EİMME-İ EHL-İ BEYT
Ehl-i Beyt'ten yetişen, saltanata bilfiil girmeyen ve karışmayan en salâhiyetli, mânevi nüfuz ve ilim ve riyaset sahibi imamlar.
EİMME-İ ERBAA
Dört imâm. Müslümanların en büyük ve yüksek âlimleri ve müctehidlerinden hak mezheb müessisleri olan ve ehl-i imâna rehberlik eden büyük imâmlar. İsimleri şöyle sıralanabilir: İmâm A'zam Ebu Hanife, İmâm-ı Şâfii, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Ahmed ibn-i Hanbel. (R.A.)
EİMME-İ İSNÂ AŞER
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
EİMME-İ SELÂSE
Üç imâm. Fıkıh kitablarında ekseriyetle İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfi'i, İmâm-ı Malik için söylenir. Hanefi Mezhebine dâir mes'elelerin bahsolduğu kitablarda "Eimme-i Selâse"den maksad; İmâm-ı A'zam ile iki talebesi olan İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebu Yusuf'dur.
EİMME-İ VERESE
Vâris olan imamlar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mânevi vârisi olan büyük zâtlar, mürşidler, imamlar.
EİNNE
(İnân. C.) Yularlar. Dizginler.
EİZZE
(Aziz. C.) Azizler.
EJAH
f. Vücutta ve bilhassa ellerde çıkan ufak urlar, siğil, sivilce.
EJDER
(Ejderha) f. Büyük canavar. Büyük yılan.
EJGAN
(Ejgehân) : f. Tenbel, miskin, iş yapmaktan hoşlanmayan.
EJHAN
f. Tenbel.
EJİR
f. Akıllı, uyanık, açık göz.
EKABB
İnce belli.
EKÂBİR
(Ekber. C.) En büyükler. Pek büyükler. Devlet ricali. Rütbece büyük olanlar.
EKÂBİR-İ ULEMÂ
En büyük âlimler, en büyük İslâm âlimleri. Âlimlerin en ileri derecede olanları.
EKADİH
(Kıdh. C.) Kıdhlar, oklar.
EKAHİ
(Ukhuvan. C.) Papatyalar, papatya çiçekleri.
EKALİM
(İklim. C.) İklimler, memleketler, mıntıkalar.
EKALİM-İ BÂRİDE
Soğuk iklimler, soğuk memleketler.
EKALİM-İ HÂRRE
Sıcak iklimler, ülkeler.
EKALİM-İ SEB'A
Yedi iklim. * Yedi kıt'a.
EKALL
Daha az, en az, pek az. En küçük. (Bak: Akall)
EKALL-İ KALİL
Azın azı, pek az, en az.
EKALLİYET
(Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.
EKAM
(Ekme. C.) Tepeler, bayırlar.
EKANİM
(Uknum. C.) Asıllar, rükünler, zatlar.
EKANİM-İ SELÂSE
Üç unsur. (Bak: Teslis)
EKARİB
Akrabalar. Yakın hısımlar.
EKARİM
(Kerim. C.) Kerem sâhibi olanlar.
EKASIR
(Akser. C.) En kısalar, pek kısalar.
EKASİ
(Aksâ. C.) En uzaklar, pek uzaklar.
EKASİ-İ BİLÂD
Uzak beldeler, en uzak şehirler.
EKASİM
(Aksam. C.) Aksamlar, paylar, kısmetler.
EKASİRE
(Kisrâ. C.) Kisralar, şahlar. Eski Acem padişahları.
EKASİS
(Kıssa. C.) Kıssalar, ibretli hikâye ve dersler.
EKATİ
(Kati. C.) Sürüler, koyun sürüleri.
EKAVİL
(Akvâl. C.) Kaviller, sözler.
EKAVİL-İ BÂTILA
Bâtıl sözler, doğru olmayan sözler.
EKAVİL-İ KÂZİBE
Uydurma ve yalan sözler.
EKAZİB
Yalanlar, kizbler, yalan ve uydurma sözler, asılsız kelâmlar.
EKAZZ
Yeleksiz ok.
EKBA'
(Kibâ. C.) Süprüntüler.
EKBAD
(Kebed ve Kebid. C.) Kebedler, ciğerler.
EKBER
Daha büyük, en büyük.
EKBER-ÜL KEBÂİR
Kebâirin kebâiri. Büyüklerin en büyüğü. Büyük günahların en büyüğü. (Bak: Mubikat-ı seb'a)
EKBES
Alnı yumru ve başı büyük kimse.
EKDÂR
(Keder. C.) Kederler, acılar, üzüntüler.
EKDÂR Ü ÂLÂM
Kederler, acılar.
EKDAS
(Küds. C.) Küdsler. Hurmalar.
EKDER
Bulanık. * Bozrenkli.
EKELE
(Âkil. C.) Çok yiyenler, oburlar, pisboğazlar.
EKEME
Bayır, yüksekte olan taşlık tepe.
EKERAT
Ziraat ve imar için, sahiblerinin rençberlere verdikleri arazi.
EKESS
Ufak dişli, küt dişli.
EKFA'
(Küfv. C.) Eşler, benzerler, denkler, eşitler, uygunlar, müsaviler, muadiller.
EKFAL
(Bak: Akfâl)
EKFAN
(Kefen. C.) Kefenler, ölülerin sarıldıkları bezler.
EKHAL
(Kühl. C.) Göze çekilen sürmeler.
EKHEB
Gök renkli, mavi renkli.
EKHEL
Gözü sürmeli.* Baş ve gövde damarı.
EKİD(E)
Sağlam, metin, muhkem. * Sarih, kesin, açık, kat'i, muhakkak. Kuvvetli, te'kidli.
EKİDEN
Metin, muhkem ve sağlam şekilde. * Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat'iyyen. * Mükerreren, tekrar olarak.
EKİLE
Yenmiş, yenilmiş yemek.
EKİNOKS
Fr. Altı aylık fasılalarla gece ve gündüzün eşit oluşu.
EKİR
(C.: Ekere) Ekinci.
EKKAF
Eğerci, semerci.
EKKAL
Çok yeyici, obur.
EKKE
Pek sıcak gün.
EKL
Yemek yeme.
EKL Ü ŞÜRB
Yeyip içme.
EKLE
Bir kere doyana kadar yemek.
EKLEF
Yüzü çilli olan adam. * Koyu renkli arslan.
EKLEKTİZM
yun. Fls: Birbirinden farklı görüşlerin bazı ortak taraflarını bulup uzlaştırıcı bir görüş ileri sürme.
EKLİPTİK
Güneşin dünya etrafında yapmış olduğu zahirî hareketinde çiziyor gibi göründüğü yol.
EKMAM
(Kümm. C.) Elbisenin kolları, yenleri, kol ağızları.
EKMAM
(Kimm. C.) Tomurcuklar. Ağaç çiçeklerinin kapçıkları.
EKME
(C.: Ekemât-Üküm) Yüksek yer.
EKMEH
Anadan doğma kör. * Tepe,bayır, yüksek yer.
EKMEHİYYET
Ekmehlik, anadan doğma körlük.
EKMEL
Mükemmel, en kâmil, eksiği olmayan, en mükemmel.
EKMELÂNE
Ekmel olana yakışacak şekilde.
EKMEL-İ ENBİYA
Nebilerin en mükemmeli, Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.)
EKMEL-İ MAHLUKAT
Yaradılmışların en mükemmeli, Hz. Muhammed (A.S.M.) (Bak: Mefhar-i Kâinat)
EKMELİYYET
Pek mükemmel ve kusursuz olanın hâli. Kusursuzluk, mükemmellik, noksansızlık, eksiksizlik.
EKNAN
(Kinân. C.) Mahfazalar, perdeler. * Evler, odalar, hücreler. Çadırlar.
EKNUN
f. şimdi, el'an, hâlâ.
EKOL
(Fr. Ecole) Fikir üzerinde işleyen bir nevi mekteb. * Bir üstadın talebeleri. Bir üstadın mesleği, tarzı.
EKOLALİ
yun. Psk: Sesleri taklit etme, yansıtma. Çocuk dünyaya geldiği zaman çevresinde konuşulan dilin seslerini çıkaramaz. Kendine mahsus sesleri çıkarır. Çevrede konuşulan dilleri dinleye dinleye çevredeki sesleri taklid etmeye başlar, bu taklid edebildiği sesleri sık sık tekrar eder. Meselâ: ba, ba, ba gibi. Bu dilin gelişmesinde psikolojik bir safhadır. İslâm terbiyesinde dünyada çocuğun duyacağı ilk ses olarak ezan okunur. Çocuk bununla bırakılmamalı, Kur'an sesine küçükten itibaren alıştırmalı, anadili gibi kendine yakın bulmalıdır.
EKOLOJİ
yun. Canlı varlıklarla çevreleri arasındaki münasebetleri araştıran biyoloji kolu.
EKONOMİ
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve faaliyetler. Bu faaliyetlere hâkim olan kaideleri inceleyen ilim.İktisadî hâdiseler istihsal (üretim), istihlâk (tüketim), mübadele (değişim) ve tevzi (bölüşüm, dağıtım) olmak üzere dört çeşite ayrılır. İktisat ilmi bu hâdiselerin birbirleriyle olan ilişkileri, müvazeneleri (dengeleşimleri), teşkilâtlanma ve idaresi bakımlarından şekillerini inceletmekte ve hâdiselerin matematikî olarak mümkün modellerini bulmaya çalışmaktadır. Günümüzde iktisat politikaları büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. İktisadî politikalar, bugünkü dünyamızda iki ana sisteme ayrılmıştır. 1- Kapitalizm; 2- Sosyalizm. Bunlar arasında zikredilen "karma ekonomi" şekli esas itibariyle bunlardan birine dâhil edilmektedir. İslâm iktisat sistemi bunlardan esastan ayrılmaktadır. Bu iki sistem, dünya hayatını esas alan maddeci sistemlerdir.Kapitalist sistem, emeği ferdî sermayeye sosyalist sistem, emeği devlet tahakkümüne bağlar. Kapitalist sistemde sermaye sahipleri, sosyalist sistemde devlet ve toplum adına bir grup hakim olur. Her iki sistem istismar "sömürme" ve tahakküme dayandığı için cemiyet hayatında anarşiyi ve ihtilâlleri doğurmakta, insanlık, barış, huzur ve saadete ulaşamamaktadır.İslâmiyet ise kapitalizmin ferdin istismarını; sosyalizmin kollektif tahakküm ve istismarını ortadan kaldırır. Herkesin kazancı, emeğine göre olur.
EKPEK-ÜL KÜPEKA
Köpeklerin en köpeği. * Çok âdilik ve alçaklık.
EKRA'
(Bak: Ker')
EKRAD
Kürdler.
EKRAM
Küçük burunlu. * Küçük boylu.
EKRAN
Üzerine bir cismin hayalinin aksettirildiği saydam olmayan düz satıh.
EKREH
Çok iğrenç, en kerih.
EKREH-İ MAHLUKAT
Mahlukların en kerihi, en iğrenci.
EKREM
Çok cömert, daha kerim, en kerim.(Arkadaş! Şu Zat-ı Nurâni (A.S.M.) mürşid-i imâni, Resul-i Ekrem (A.S.M.) bak nasıl neşrettiği hakikatın nuriyle, Hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılâb ile âlemin şeklini değiştirerek nurâni bir şekle sokmuştur. M.N.)
EKREMANE
Ekremce, ekrem olana yakışacak şekilde. Çok elaçıklığıyle, cömertlikle.
EKREMİYYET
Ekremlik, ekrem olma hâli.
EKREM-ÜL EKREMÎN
Ekremlerin en ekremi. Cenab-ı Hak (C.C.)
EKSA
Üstüste pek çok giyinen (adam.)
EKSANTRİK
Lât. Merkezden uzakta kurulmuş. * Mat: İç içe olduğu hâlde merkezleri ayrı olan daireler. * Müstesna, taaccüb edilip şaşılacak, hayret verici.
EKSEH
Aksak kimse.
EKSELANS
Fr. Eskiden bakanlar, elçiler ve cumhurbaşkanları için kullanılan bir ünvan.
EKSEM
Büyük karınlı, şişman adam.
EKSER
Pek fazla. Daha çok. Kesrette olan. En çok.
EKSERİ
f. Çoğu zaman, çok defa, ekseriyetle.
EKSERİYA
(Ekseriyya) Pek çok zaman, en ziyade, sık sık, ekseriyet üzere, alel-ekser.
EKSERİYET
(Ekseriyyet) En büyük kısım, çokluk.* Bir topluluk ve hey'etin yarısından fazlası. * Bir mecliste üyelerin verdikleri rey'lerin büyük kısmı ve bunların üstünlüğü.
EKSERİYET-İ MUTLAKA
f. Yarımın bir fazlasıyla elde edilen ekseriyet, mutlak ekseriyet.
EKSERİYET-İ SÜLÜSAN
Ekseriyet kazanacak tarafın en az mevcudun sülüsânı (üçte ikisi) miktarında olması şartıyla olan ekseriyet.
EKSERİYETLE
Daha ziydesiyle. Çoklukla.
 
EKSİBE
(Kesib. C.) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.
EKSİYYE
f. Boza.
EKSPER
Fr. Uzun tecrübe neticesi bir sahada ihtisas kazanan, meleke sahibi olan kimse.
EKSPRES
ing. Seyahatı esnasında ancak büyük duraklarda duran ve çok hızlı giden vasıta.
EKŞEF
Açık nesne. * Savaşta kalkanı olmayan kimse.
EKŞEM
Doğuştan kusurlu olan. Burnu, kulağı kesik veya noksan doğan (adam). * Pars denilen vahşi hayvan.
EKTAD
Cemaatler, topluluklar, kalabalıklar, bölükler, takımlar. * Misaller, temsiller, örnekler.
EKTAF
(Ketif. C.) Omuzlar. Omuz kemikleri, kürek kemikleri.
EKTAR
(Keter. C.) Haysiyetler, onurlar, şerefler, şanlar, ünvanlar, soylar. Nesebler, dereceler, mertebeler.
EKTEM
Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse. * Büyük karınlı ve şişman olan adam.
EKUL
(Ekl. den) Çok fazla yiyen, obur, pisboğaz.
EKULÂNE
f. Oburcasına.
EKULÎ
Oburluk.
EKULÜ
Ben derim, ben söylüyorum (meâlinde.)
EKULÜ KEMÂ KÂLE
Onun söylediği gibi söylerim (meâlinde.)
EKVA
Daha kuvvetli, en kuvvetli.
EKVA'
Eli eğri olan.
EKVAB
Küpler, kadehler. Sırçalar.
EKVAH
(Kûh. C.) Kamıştan yapılan penceresiz ufak kulübeler.
EKVAN
(Kevn. C.) Alemler. Mahluklar. Varlıklar. Oluşlar.
EKVAR
(Küvâre. C.) Petek. Arı kovanları.
EKVAS
(Kevs. C.) Yaşmaklar.
EKVATOR
Fr. Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi. * Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember.
EKVAZ
(Kûz. C.) Kâseler, bardaklar, kadehller.
EKYAL
(Keyl. C.) Keyller, kileler, hububat ölçüleri, ölçekler.
EKYAS
(Kis. C.) Kisler, para keseleri. Torbalar. * (Keys. C.) Akıllı kimseler.
EKYES
Pek kiyâsetli, zeki, zekâvetli kişi. Mâhir, maharetli, becerikli adam.
EKZEB
Büyük iftira, büyük yalan, uydurma.
EKZEF
(Kazf. den) Çok iftira eden. Başkası hakkında çok aleyhde yalan söyleyen.
ELA'
Görünüşü güzel, tadı acı olan bir ağaç.
ELÂ
Arabçada söze başlarken kullanılır. İstiftah harfi tâbir edilir. Beş vecih üzere bulunur: 1 - Tevbih ve tenbih, 2 - İnkâr, 3 - İstifham-ı anin-nefiy, 4 - Arz, 5 - Teşvik ve rağbet ettirme, makamlarında.
EL-ACEB
Acayip, Şaşılacak şey. Tuhaf şey.
EL-AKS-ÜL MÜSTEVÎ
Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.
EL-ÂLÂ
Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanları. Ni'metler.
EL-AMAN
Meded, aman, imdâd (mânasına olup yardım ve şikâyet edâtı olarak kullanılır).
EL-AN
Şimdi. Hâlâ. Hâl-i hazırda.
EL'AS
Gök dudaklı.
ELASS
Sık dişli. * Çenesi kulaklarına yakın olup boynu kısa olan.
ELASTİK
Fr. Esnek, toplanıp çekilir, uzayıp kısalan.
ELASTİKİYYET
Fr. Esneklik. Elâstiklik.
ELB
Sürmek. Reddetmek. * Cem'etmek, toplamak.
ELBAB
(Lübb. C.) Akıllar.
EL-BAB-ÜL EVVEL
Birinci kısım. İlk cüz. Birinci kapı.
ELBETTE
(Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok "elbet" şeklinde geçer.
EL-BUĞZU FİLLAH
Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.(Cay-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali (R.A.) bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: - Neden beni kesmedin? Dedi:- Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim, nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi, onun için seni kesmedim. O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve hâlistir, o din haktır." dedi. M.)
ELBÜRZ
f. Kafkas sıradağlarının en yükseği. * Hakkında türlü türlü hurafeler ve masallar anlatılan Kaf Dağı. * Uzun boylu ve yakışıklı kimse.
ELCEZİRE
Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.
ELCİME
(Licâm. C.) Hayvanların ağızlarına takılan gemler.
EL-CÜZ'Î
Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.
ELEDD
Sert çarpışan kimse. Metin. * Hakkı kabul etmeyen, inatçı adam.
ELEKTRİK-İ MUDİ
(Elektrik-i muzi) Parlak ışık veren, parlayan lâmba.
ELEKTROLİZ
Fiz: Birleşik bir cismi elektrik vasıtasıyla elemanlarına ayırma işi.
ELEKTRON
yun. Atomda negatif yüklü zerrecik. (Bak: Delil-i inayet)
ELEM
Ağrı. Acı. Keder. Sancı. Dert. Gam. Kaygı.(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir meded bir yardım için müsterhimane tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki: vicdanı binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?.. İ.İ.)
ELEMAN
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
ELEM-İ DEMBEDEM
Vakit vakit gelen elem. Ara sıra gelen acı.
ELEM-İ YE'S
Ümidsizlik elemi, yeisten gelen sıkıntı.
ELEM-NAK
Elem verici.
ELEM-NÜMUD
Elem gösteren, elemli.
ELEM-ZEDE
f. Acılı. Kederli. Dertli.
ELEMZEDE-GÂN
(Elemzede. C.) f. Elemliler, kederliler, dertliler.
ELENDES
şiddetli savaş eden kimse.
ELENG
f. Sur, duvar, siper. * Kale ve istihkâm askeri.
ELES
Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek. * Mecnun olmak.
EL-ESİRRE
Taht. Bilinen bir makam sandalyesi. Kürsü.
ELEST
$ Rabbiniz değil miyim? (meâlinde olan âyet-i kerimenin kısaltılmış işaretidir.) (Bak: Bezm-i elest, Kalubelâ)
ELET
Noksanlaştırmak. Eksiltmek. * Hapsetmek. * Yemin vermek.
ELETT
Dişi kökünden çıkıp düşmüş olan kişi.
EL-EVVEL
İbtidası olmayıp, herşey üzerine sâbık olan.
EL-EYS
Vücud. Varlık. Büyük cisim. (Bak: Leys, Eys)
ELEZZ
(Leziz. den) Çok lezzetli, en leziz.
ELEZZ-İ ET'İME
Yemeklerin en lezzetli olanı.
ELF
1000 Bin sayısının ismi. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek (mânâlarına gelir).
ELFAF
Lifler. Lif lif. Sarmaş dolaş. * Cemaatler, taifeler.
EL-FATİHA
Kur'ân-ı Kerim'in birinci suresinin adı olup bu sureyi okumaya işâret için söylenir. (Bak: Fâtiha)
ELFAZ
(Lafz. C.) Lafızlar. Sözler. Lügatlar.
ELFAZ-I CEMİLE
Güzel sözler.
ELF-İ EVVEL
Peygamberimizin hicretinden sonra geçen bin yıl.
ELF-İ SÂNİ
İkinci bin.
ELFİRAK
Ayrılma, ayrılık sözü.
ELFİYE (ELFİYYE)
Edb: Bin beyitli kaside.
ELFÜ-ELFİ
Bin kere bin.
ELGA
Dolaşık. * Boynuzluluk.
ELGAF
Sık otlar ve ağaçlar.
ELGAZ
(Lügaz. C.) Lügazlar. Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.
ELGIBTA
Gıpta olunur, gıpta ederim.
ELH
İbadet.
ELHA
Malâyâni ve boş konuşan. * Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve. * Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
ELHAF
Kirli, pis.
EL-HAK
Hakkın ta kendisi. Tam doğrusu. Tam gerçekten. * Hakkı, hakkı ile izhar ve beyan eden. * Varlığı hiç değişmeyen, ibadete lâyık ve her hakkın sahibi, Allah (C.C.) Âdil-i Mutlak ve Vacib-i lizâtihi.
EL-HAKKU YA'LÛ
Hak gâlib ve yüksektir, meâlindedir. Bu mâna, bir Hadis-i Şerife işaret eder.
ELHAL
şimdi, hâlâ, henüz, şimdiki hâlde.
EL-HALİM
Suçluların cezalarını derhal vermek iktidarında olduğu halde sonraya bırakan ve yumuşak muamele eden, çok halim. (Allah (C.C.)
ELHAMDÜ-LİLLAH
Kısaca meali: Her ne kadar hamd ve şükür varsa, ezelden ebede ve kimden kime olursa olsun hepsi Allah'a mahsustur. İman, şükür, hamd, memnuniyet ifâde eden bir deyimdir. (Bak: Hamd, Sübhanallah)(Leziz taamlara, hoş meyvelere şâkirane muhabbet-i meşruanın uhrevi neticesi, Kur'anın nassiyle, Cennet'e lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir. Ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyane bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin "Elhamdülillah" kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin. Orada "Elhamdülillah" yersin. Ve ni'mette ve taam içinde in'âm-ı İlâhiyi ve iltifat-ı Rahmâni'yi gördüğünden o lezzetli şükr-ü mânevi, Cennet'te gayet leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadisin nassiyle, Kur'an'ın işârâtiyle ve hikmet ve rahmetin iktizasiyle sabittir. S.)
ELHAN
(Lahn. C.) Lâhnlar, nağmeler, besteler, ezgiler.
ELHAN-I ŞİTA
Cenab Şahâbeddin'in şöhret bulmuş olan bir kış şiiri. Kış nağmeleri.
ELHASIL
Hasılı, sözün özü, kelâmın lübbü, neticesi, kısası, kısacası. Hülasa-i kelâm, netice-i kelâm, filcümle.
EL-HAYY
Diri ve devamlı hayat sâhibi. Zâtî hayat ile münferid, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah (C.C.)
ELHAZ
(Lahz. C.) Göz ucu ile bakışlar.
EL-HAZER
Sakın! Sakınınız! (manasınadır)
ELHUBBU-LİLLAH
Allah için sevmek. Muhabbet, dostluk, sevgi sırf Allah içindir. Hoş geçim, insanlara olan muhabbet Cenab-ı Hakk'ın rızası içindir. (Bak: Mana-yı harfî)
ELHÜKMÜ-Lİ-L EKSER
Çokluğa, ekseriyete göre karar verilir. Hüküm ekseriyete göredir.
ELHÜKMÜ-LİLLAH
Hüküm Allah'ındır.
ELİBAB
Durdurmak. Lâzım olmak.
ELİBBA'
(Lebib. C.) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.
ELİF
Munis, sahip, dost.
ELİF
Birinci harf-i hecânın adı. (Bak: Ebced) * (Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.
EL-İHSAN ALE-L İHSAN $
İhsan üzerine ihsan, lütuf üzerine lütuf.
ELİL
İnlemek, enin.
ELİM
(Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.
EL-İNSAF
İnsaf edilsin, insaf edilmeli, insaf edelim.
ELİPS
Fr. Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
EL-İYAZÜ-BİLLAH
Allah'a sığınır, Allah'a iltica ederiz. Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâ).
ELİYY
Çok yemin eden adam.
ELİZ
f. Sıçrama. * Çifte, tekme.
ELKAB
(Lakab. C.) Lakablar, namlar. Rütbe ve makam sahiblerinin derecelerine göre söylenen ve çok zaman hürmet ifâde eden isimler.
EL-KARİA
Kıyâmet.
EL-KÂSİBÜ HABİBULLAH
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ma'rifetini ve rızâsını kazanan onun habibidir, sevgili kuludur. (Hadis meâli)
ELKEN
Dilinde tutukluk olan, kekeme, peltek.
ELKISSA
Sözün kısası, sözden anlaşıldığına göre, hülâsa.
ELL
Hastanın inlemesi. * Harbe ile vurmak. * Sürmek. Sâfi. * Sür'at etmek, hız yapmak.
ELLEYS
Mutlak hiçlik. Adem-i sırf.
ELLEZİ
Mânası kendinden sonra gelen cümle ile tamamlanan bir kelimedir. (Bak: Mevsule)
ELMA
Karamtıl dudaklı. * Çok koyu gölge.
ELMA'
(Elmaî) Çok zeki, zekâveti kuvvetli, idrak derecesi üstün olan kimse.
EL-MACİD
Allah (C.C.)
ELMAH(İ)
Her gördüğü şeyi araştırmağa ve tedkik etmeğe meraklı olan kişi.
ELMAS
Küçük kaşlı olan.
ELMAS
Çok kıymetli, beyaz, şeffaf mâden. Cevher. Kıymetli taş. (En saf karbondur.)
ELMAS-PARE
Elmas parçası. * Mc: Çok güzel.
ELMAS-RİZE
Elmas kırıntısı, döküntüsü.
ELMAS-TIRAŞ
Elmas gibi yontulmuş olan makbul bir cam, kristal.
ELMAZ
Yalnız üst dudağı beyaz olup, burnu bile ak olmayan at.
EL-MECİD
Esmâ-i İlâhiyedendir.
EL-MİNNETÜ LİLLAH
Minnet ancak Allah'ındır. "Ancak Allah'a minnet edilir."
EL-MÜHEYMİN
Her şeye dikkat edip koruyan ve emin eden (Allah C.C.)
ELSA'
Sık dişli. * Sin telâffuz edecek yerde sâ telâffuz eden. Râ yerine yâ telâffuz eden (meselâ "er" diyecek yerde "ey" demek gibi.)
ELSEN
Fasih ve düzgün konuşan.
ELSİNE
(Lisan. C.) Diller. Lisanlar.
ELSİNE-İ ENAM
Mahlukatın dilleri. Halkın dilleri.
ELSİNE-İ GARBİYYE
Batı dilleri, garb lisanları.
ELSİNE-İ MUHTELİFE
Çeşitli ve birbirinden farklı diller.
ELSİNE-İ SELÂSE
Üç lisan. Türkçe, Arapça ve Farsça.
ELSİNE-İ ŞARKİYE
Doğu dilleri.
ELSİNE-İ TERKİBİYE
Birbirine eklenen kelimelerle konuşulan diller. Terkibli ifâdesi çok olan, Arabçaya uymayan lisanların hususiyeti. (Arabî Lisanına "Tasrifî" denilir. Çünkü aynı kökten kelimeler rahatlıkla yapılmaktadır. Arabçaya bu hususta yetişen başka bir lisan yoktur.)
ELT
Noksanlaştırmak. Hapsetmek. * Yemin vermek.
ELTA'
Boz dudaklı. Dişlerinin rengi değişmiş olan.
ELTAF
Daha lâtif. Daha hoş. Çok lâtif.
ELTAF
(Lutf. C.) Lütuflar, iyi muameleler, iyilikler, iyilikseverlikler. Nezaketler, nazik davranmalar. Okşamalar.
ELTİ
t. İki kardeş zevcelerinin her birine nisbetle diğeri. Bir kadının kaynının zevcesi.
ELUF
Ülfeti fazla, herkesle konuşup görüşmeye alışık olan kimse.
ELUH
Kasem, and, yemin.
ELUK
Sefir, büyük elçi.
 
Geri
Top