Osmanlıcada ''E''ile başlayan kelimelerin anlamları

EVGENC
f. Nedâmet, pişmanlık, pişman olma hâli.
EVHAD
Vahid. Tek.
EVHAL
(Vahal. C.) Sıvalar, balçıklar, çamurlar. * Mekânlar, hâneler, evler, durulacak veya oturulacak yerler.
EVHAM
Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
EVHAMIN MÜDAFAASI
Vehimlerin def'edilmesi, kuruntuların kovulması.
EVHAM-SÂZ
f. Evham veren.
EVHAŞ
Nefret veren şey.
EVHAŞ
Daha vahşi. En vahşi.
EVHEN
En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.
EVİDDA
Ahbablar. Hâlis ve sâdık dostlar.
EVİL
Siyaset.
EVİND
f. Hud'a, hile, aldatma, oyun.
EVİY
Yerleşme. Yerine gelme. Koruma.
EV'İYE
(Viâ. C.) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler. * Damarlar.
EV'İYE-İ ŞA'RİYYE
Tıb: Siyah ve kırmızı kan damarları arasındaki gayetle ince olan damarlar.
EV'İYE-İ VERİDİYYE
Tıb: Siyah kan damarları.
EVK
(C: Evâk) Ağırlık, yük. * İçinde su biriken çukur yer.
EVKAF
(Vakıf. C.) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar. (Bak: Vakıf)Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen batı tarihçileri vakıf kuruluşlarına hayran kalmışlar ve kendi ülkelerinde bunun örneklerini kurmaya başlamışlardır. Amerika'da kurulmuş önemli vakıflar hâlen vardır. Vakıf müessesesini komünizme karşı çok mühim bir set olarak görmektedirler. Atalarımızın bu hayır kuruluşlarının bugün memleketimizde takdir edilmesi ve ihmâl edilmemesi gereklidir.
EVKAF-I HÜMAYUN
Tar: Padişahların ve onlara mensub olan kişilerin bıraktıkları vakıflar.
EVKAF-I MAZBUTE
İdaresi Evkaf Nezareti'ne ait olan vakıflar.
EVKAR
(Vekr. ve Vekre. C.) Kuş yuvaları.
EVKAS
Boynu kısa olan.
EVKAŞ
Ayak takımı. Terbiyesiz, ahlaksız, adi ve alçak kimse.
EVKAT
(Vakit. C.) Vakitler.
EVKAT-I HAMSE
Beş vakit. Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının kılındığı vakitler.
EVKAT-I MUAYYENE
Belli vakitler, belli zamanlar.
EVKAT-I SALÂT
Namaz vakitleri.
EVKED
Pek te'kitli, çok kuvvetli, en kavi.
EV-KEMA KAL
Söylediği gibi. Söylendiği gibi. * Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.
EVKES
Pinti ve soysuz kişi.
EVL
(Bak: Te'vil)
EVLA
Daha iyi, birincisi, başta gelmesi lâzım geleni.
EVLÂD
(Veled. C.) Veledler. Çocuklar.
EVLAD Ü IYAL
Çoluk çocuk. Evlâdlar ve karısı.
EVLÂD-I VATAN
Vatan çocukları.
EVLÂD-I ZÜKUR
Erkek çocuklar.
EVLADİYET
Evlâda mahsus, evladlık, bünüvvet.
EVLADİYYE
Evlatlık, evlada mahsus. * Mc: Çok sağlam ve dayanıklı ev veya eşya.
EVLAK
Delilik, cünun.
EVLEVİYET
Daha öncelik. Başta gelir olmak. Daha beğenilir. Daha münâsip olmak.
EVLİYA
(Veli. C.) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar. (Bak: Veli)
EVLİYA ÇELEBİ
Kütahya'lı olup, Mi: 25 Mart 1611'de doğmuştur. Meşhur eseri; Seyahatnâme'sidir.
EVLİYA-İ İZÂM
Büyük evliya.
EVLİYA-İ UMUR
İş başında bulunanlar, işleri idâreye vazifeli olanlar.(Ey evliya-i umur! Tevfik isterseniz, kavânin-i Âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira, mâruf umum Enbiyanın memâlik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, Kader-i İlâhinin bir işaret ve remzidir ki; bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır. H.)
EVN
Yab yab yürümek. * Vakarlı, sessiz ve ciddi olmak. * Heybenin bir gözü. * Denk.
EVRA
f. Hisar, kal'a, kale.
EVRAD
Virdler. (Bak: Vird)
EVRAK
(Vakar C.) Sahifeler. Yapraklar.
EVRAK
(C: Vuruk) Sivri ve uzun dişli. * Yüzü renkli güvercin. * Siyahı beyazına galip olan at ve deve. (Müe: Vürka)
EVRAK-I HAVÂDİS
Cerideler, gazeteler.
EVRAK-I NAKDİYYE
Kağıt paralar.
EVRAM
(Verem. C.) Veremler, vücudda hasıl olan yumrular, şişler.
EVRAN
Biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim, endam, tenasüb.
EVRE
Ahmak kimse.
EVRE
f. Elbisenin dış yüzü.
EVREK
f. Çocukların ağaca ip takmak suretiyle yaptıkları salıncak.
EVRENCEN
f. Kadın bileziği.
EVREND
f. Hile, aldatma, hud'a, oyun. * Nam, şan, şeref. * Serir, erike, taht.
EVRENG
f. Taht, evrend. * Şan, şeref, nâm. * Zinet, süs. * Akıl, irfan. * Ağaç kurdu. * Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. * Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. * Yakışıklılık.
EVRENG-NİŞİN
f. Tahtta oturan, hükümdar.
EVRENG-ZİB
f. Tahtı süsleyen. Hükümdar, padişah.
EVRİDE
(Verid. C.) Vücudun her tarafından kalbe kanın gitmesini temin eden damarlar. Siyah kan damarları.(Sâni-i Hakîm, beden-i insanı, gayet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medardırlar. Kan ise; içinde iki kısım küreyvât halkedilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor. Ve bir kanun-i İlahî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor. (Tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriyye ile, sür'atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın hey'et-i mecmuası ise: İki vazife-i umumiyyesi var. Biri: Bedendeki hüceyratın tahribatını tâmir etmek. Diğeri; hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin namında iki kısım damarlar var ki: Biri sâfi kanı getirir; dağıtır, sâfi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı, "Ree" denilen nefesin geldiği yere getirirler.Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül-humuza. Müvellid-ül-humuza ise: Nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker, ikisi imtizaç eder. Buhari hâmız-ı karbon denilen (Semli havaî) bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyyeyi te'min eder, hem kanı tasfiye eder. Çünki: Sâni-i Hakîm fenn-i kimyada aşk-ı kimyevi tâbir edilen bir münasebet-i şedideyi, müvellid-ül-humuza ile karbona vermiş ki: O iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile, o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki: İmtizaçtan hararet hâsıl olur. Çünki imtizaç, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizaç vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi, bunun zerresiyle imtizaç eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünki imtizaçtan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre, bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîm'in bir kanunu ile hararete inkılâb eder. Zaten "hareket, harareti tevlid eder" bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen beden-i insanîdeki hararet-i gariziyye, bu imtizac-ı kimyeviyye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor. Hem nâr-ı hayatı işal ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mucizat-ı kudret-i İlâhiyye olan kelime meyvelerini veriyor. $ S.)
EVS
Bahşiş vermek. * Kurt.
EVSA'
Daha geniş. Çok vasi'.
EVSÂF
(Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.
EVSÂF-I CEMİLE
Güzel vasıflar. İyi hasletler.
EVSÂF-I NİSBİYE
f. Ölçü ve kıyasa göre olan vasıflar. (Sıcaklık, soğuklukla bilindiği, karanlık derecesi aydınlıkla görüldüğü gibi.)
EVSAH
(Vesah. C.) Pislikler, murdarlıklar, kirler.
EVSAK
En çok inanılan, ziyade sağlam. Daha çok vüsuk sahibi.
EVSAL
(Vasl. C.) Vücuttaki mafsallar, oynaklar.
EVSAM
(Vasm. C.) Arlar, hayâlar, utanmalar.
EVSAN
(Vesen. C.) Putlar. Sanemler.
EVSAT
Ortada olmak. * Vasatta olan. Orta. Orta hâlli.
EVSÂT
(Vasat. C.) Ortalar. Vasatlar.
EVSÂT-I MUFASSAL
Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.
EVŞAB
Aşağılık kimse, âdi ve rezil kişi. Ayak takımı.
EVŞAL
(Veşl. C.) Damla damla akan su. * Birbiri ardınca katar gibi peşpeşe gelen kimseler.
EVŞAZ
Yardımcılar, tarafdarlar. Aşağılık ve ayak takımı olan kişiler. * Vücuttaki mafsallar, oynak yerler.
EVŞEN
Yaltakçı, dalkavuk.
EVŞENG
f. Sicim. İnce ip.
EVTAD
(Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.
EVTAD-ÜL ARZ
Tepeler. Dağlar. Arzın direkleri.
EVTAF
Kirpikleri uzun ve kaşı kıllı olan kimse.
EVTAN
(Vatan. C.) Vatanlar, insanın doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, hatta uğrunda can verilen topraklar.
EVTAR
(Vatar. C.) İhtiyaçlar.
EVTAR
(Veter. C.) Tek, eşi olmayan (harf). * Saz telleri. Yay.
EVTAR-I ÂCİLE
Acil ihtiyaçlar.
EVTAS
Arap Yarımadasında, Hevâzın ilinde bir derenin ismi olup, Peygamberimizin (A.S.M.) Huneyn Vak'ası bu vâdide vuku bulmuştur.
EVVAB
(Evb. den) Rücu' eden. Geri dönen. * Günahlardan tevbe edip hakkı kabul eden.
EVVABÎN
Tevbe edip günahlardan dönenler.
EVVAH
Kusurunu bilerek, ah, vâh ederek yalvarmak. * Çok âh edip duâ eden. * Merhametli. Sağlam imanlı. Yakin ilim sahibi. Dinde çok âlim olan. Hz. İbrahim Aleyhisselâmın bir vasfı.
EVVEL
İlk. İbtida.
EVVELA
İlkönce, birinci olarak, herşeyden önce.
EVVEL-BAHAR
Nevbahar. İlkbahar.
EVVEL-BE-EVVEL
Herşeyden önce, ilk, evvelâ.
EVVEL-EMİRDE
İşin başlangıcında, herşeyden önce.
EVVELEN
Evvelâ, birinci, ilk olarak.
EVVELÎN
Evvelkiler, ilkler.
EVVELÎN Ü ÂHİRÎN
İlkler ve sonlar. Evvelkiler ve sonrakiler.
EVVELİYAT
Başlangıçlar. Mukaddemat. İlk öndekiler. İbtidaki cihetler. * Her akıllının tereddütsüz tasdik ve kabul edeceği hususlar. * Man: Mücerred mevzu ve mahmulleri arasındaki nisbet tasavvur edilince aklın kat'iyyetle teslim ve tasdik ettiği kaziyeler.
EVVELİYET
Evvel oluş. (Bak: Mecaz)
EVVEL-ÜL-EVÂİL
Evvellerin evveli. * Hâdiselerin başlangıcı.
EVY
Bir nesne yerine gelmek.
EVZA'
(Vaz'. C.) Haller. Durumlar.
EVZAH
Daha açık. Pek âşikâr. En vâzıh.
EVZA-I GARİBE
Garip haller.
EVZAK
İçinde su veya başka birşey biriken çukur yer.
EVZAN
(Vezin. C.) Vezinler. Tartılar.
EVZAN-I ARUZİYYE
Edb: Aruz vezinleri.
EVZAR
(Vizr. C.) Ağırlıklar. Yükler. * Mc: Günahlar. * (Vezer. C.) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler. * Üstünlükler, galebeler. * Dağlar.
 
EVZAYİŞ
f. Çoğalış, artış.
EY
(Arabçada) "Bak, dinle, dikkat et, yahut, demektir ki" mânalarına gelir. Bir ibareyi tefsir için kulanılır. Türkçede: Yakın nidâ içindir.
EYA
f. Acaba mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak da kullanılır.
EYADİ
(Eydi) (Yed. C.) Eller. * Mc: Sebepler. Nimetler.
EYADİ-İ KESİRE
Çok eller. Çok sebebler.
EYALAT
(Eyâlet. C.) Valilerin idareleri altında olan memleketler, vilâyetler.
EYALET
(C: Eyâlât) Vilâyet. Bir vâlinin idaresinde olan memleket, şehir.
EYAMA
(Eyyim. C.) Bekârlar, evli olmayanlar.
EYAMİN
(Eymen. C.) Pek hayırlı, uğurlu olanlar. En yümünlü.
EYAZİ
f. Kadınların yüzlerine örttükleri peçe, örtü.
EYBE
Rücu' etmek. * Gurub etmek, batmak.
EYD
Rücu' etmek. * Avdet etmek.
EYD
Kuvvet.
EYDA'
Za'feran.
EYDİ
(Yed. C.) Eller. * Mc: Kuvvetler. (Daha çok Eyâdi şeklinde kullanılır.)
EYDİYE
(Yed. C.) Nimet. * Eller.
EYHEM
Sağır. * Bahadır.
EYHEMAN
Ateş ve sel.
EYHUKAN
Maydanoz otu.
EYİD
Kuvvetli, şiddetli kimse.
EYİR
Sıcak yel.
EYKE
Sık ve birbirine karışmış ağaç. * Yumuşak. * Ağaç bitiren bataklık. (Bak: Ashab-ı Eyke)
EYKER
İlâç yapılan bir ot.
EYM
(C: Üyum) Yılan.
EYMAN
(Eymün) (Yemin. C.) Andlar. Yeminler. Kasemler. * Fık: Zevcesi ölmüş er. * Sağ taraflar. Sağlar.
EYMAN-I SÂDIKA
Doğru yeminler.
EYMEN
En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf.
EYMEN VÂDİSİ
Musa'nın (A.S.) tecelliye mazhar olduğu Tûr Dağı'ndaki vadi.
EYNE
Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır). * Zaman. An. * Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)
EYNEL MEFER
(Eyn-el mefer) Nereye gidilebilir? Nereye kaçılabilir? Kaçacak yer var mı?
EYNESSERA-MİN-ES-SÜREYYA
(İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)
EYNİYET
Mekânda bulunması sebebiyle birşeye ârız olan hâlet.
EYS
Varlık. Vücud. Mevcud. * Kahir. Zulüm. * Zarar, ziyan. * Ümidsiz olmak. Ye'se düşmek. (Bak: Leys)
EYSAR
Çadır eteğini kazığa bağlamakta kullanılan kısa ipler. * Ot.
EYSER
Sol taraf. Soldaki. * Pek kolay.
EYTAL
(C: Eyatil) Boş böğürlü.
EYTAM
(Yetim. C.) Yetimler. Babaları ölmüş çocuklar.
EYTAM VE ERÂMİL
Yetimler ve dullar.
EYUM
Erkeksiz kadın (ki, önce ere varmış olsun-olmasın).
EYVAH
f. Heyhât, yazık.
EYVALLAH
Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.
EYVAN
f. Köşk. Büyük salon. Büyük sofa. Divanhâne.
EYVAN-I KİSRA
Dicle Nehri kenarında sol tarafta Medâyin şehrinde yıkıntıları bulunan eski İran (Acem) Padişahına mahsus bir saray. Bu saray, Peygamberimizin (A.S.M.) doğduğu gece çatlamıştır.
EYYAM
(Yevm. C.) Devirler. Günler. * Güç, iktidar, nüfuz.
EYYAM-I ÂDİYYE
Tâtil günlerinin haricindeki günler.
EYYAM-I BAHUR
Ağustos ayının ilk yedi günü.
EYYAM-I BÎZ
(Eyyâm-ül bîz) Her arabî ayın 12, 13, 14, 15'inci günleri.
EYYAM-I CEM'
Hac mevsiminde Arafat ve Mina'da geçen dört gün.
EYYAM-I KUR'ANİYE
Kur'an-ı Kerim'e göre olan günler (...Semavatta herhangi bir kürenin kendi etrafında bir defa dönmesi ile gün; mensub olduğu seyyarenin etrafında bir defa dönmesi ile de senesi meydana gelir. Her yıldızın kendine göre bir günü ve senesi vardır. Meselâ: Şems-üş-şumusun bir günü ellibin sene ve Şi'ra yıldızının bir günü bin senedir.)
EYYAM-I MAZİYYE
Geçmiş günler.
EYYAM-I RESMİYYE
Resmi günler.
EYYAM-I TEŞRİK
Kurban bayramının birinci gününden sonraki diğer üç güne verilen isimdir. Zilhiccenin 11, 12 ve 13 üncü günleridir. Birinci gününe "yevm-i nahr" (kurban günü) denir.
EYYAMÜN MA'DUDAT
Kurban bayramının son üç günü. * Sayılan günler. * Ramazan-ı Mübârekin sayılı günleri.
EYYAN
Vakit, zaman.
EYYİD
Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir (meâlinde).
EYYİD-ALLAHU MÜLKEHU
Allah'ım onun mülkünü devamlı kıl, kuvvet ver (meâlinde duâ.)
EYYİM
Bekâr, dul. Eyyim; gerek bikir, gerek seyyib olsun zevci olmayan kadına ve zevcesi olmıyan erkeğe denir ki, buna bekâr denir. Bundan başka eyyim; hür kadına ve bir kimsenin kızı, hemşiresi, teyzesi gibi yakın hısmına da ıtlak edilir. (E.T.)
EYYÛB
(A.S.) : Kur'ân-ı Kerim'de ismi geçen İshak Aleyhisselâm'ın oğlu olan Ays'ın evlâdından Eyyûb Aleyhisselâm, bir peygamber idi. Pek çok malı ve Şam tarafında çok mülkü vardı. Her makbul kulunu ve peygamberini Allah imtihana çektiği gibi onu da denedi. Cümle emlâki emvâli elinden gitti. O yine şükretti. Hasta oldu, yine Rabbine şükrediyordu, sabrediyordu. Bedeninde yaralar açıldı, yine sabretti. Yaraları kurtlandı, yanına kimse varmaz oldu, yalnız bir zevcesi ona hizmet ederdi. O yine sabreder ve ibâdetine devam eylerdi. (Kısas-ı Enbiya Cevdet Paşa)(Sabır kahramanı Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm'ın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir.Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm'ın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı hâlde, o hastalığın azîm mükâfatını düşünerek kemal-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve mârifet-i İlâhiyyenin mahalleri olan kalb ve lisânına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahatı için değil, belki ubudiyet-i İlâhiyye için demiş: "Yâ Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime hale veriyor." diye münâcât edip, Cenab-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet hârika bir surette kabul etmiş. Kemal-i âfiyetini ihsan edip envâ-i merhametine mazhar eylemiş. L.)(Hz. Eyyûb'un (A.S.) zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hz. Eyyûb'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü, işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şübhe kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hz. Eyyûb'un (A.S.) yaraları kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim mânevi yaralarımız pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor. O münacât-ı Eyyûbiyeye o hazretten bin def'a daha ziyade muhtacız. L.)
EYYÛB-ÜL ENSARÎ
(Bak: Ebu Eyyub-ül Ensarî)
EYYÜ
Sual sormak için "Hangi? Ne? Ne vakit?" mânalarına kullanılır.
EYYÜHEL-İHVAN
Ey kardeşler, ey ihvân (meâlinde hitab).
EYZAN
Böylece, kezâ, bunun gibi, yine böyle, bu da böyle.
EZ
f. ...den, ...den.
EZ ÂN CÜMLE
O cümleden olarak.
EZ KAZA
f. Kazâ olarak, tevâfuk olarak. Beklenmedik ânda.
EZ SER-İ NEV
Yeni baştan.
EZA
Ticarette kaybetme, zarar etme. * Kibir ve gururunu bıraktırma. * Sıkıntı, eziyet, zulüm, cevr, sitem, renc, incinmek. İnsanın kerih görüp mahzun olduğu şey. * Hayır ve sadaka yoluyla mal vermede gururlanmak. Tetavül etmek.
EZ'AF
(Zı'f. C.) Bir şeyi iki katı yapan fazlalıklar. Katlar.
EZ'AF
Çok zayıf, en zayıf.
EZ'AF-I MUZÂAFA
Pek çok, kat kat.
EZ'AF-I NÂS
İnsanların en zayıf olanı.
EZ'AF-ÜL İBAD
Kulların en zayıf olanı.
EZAHİR
Çiçekler, şükufeler.
EZAHİR-İ EFKÂR
Fikir çiçekleri.
EZ'AKÎ
Kısa boylu ve kötü olan adam. Kötülük yapan kimse.
EZAME
(C.: Ezamât) Hışım ve gadap etmek. Kızmak, hiddetlenmek.
EZAMİM
(İzmâme. C.) Cemâatler, topluluklar.
EZAN
Namaza dâvet ve vahdaniyet-i İlâhiyyeyi ve hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minare ve emsali mahallerde edilen nidâ. Kamet getirmek. * Bildirmek.(Ezan, Müslümanlığın mühim bir şiârıdır. Ezan esnasında konuşmamak, hattâ Kur'an okumayı bırakıp dinlemek efdaldir. B.İ.İ.) (Bak: Taabbüdî)
EZANÎ
Ezan ile alâkalı.
EZANÎ SAAT
Ezanın kendine göre ayarlandığı saat. Her hangi bir yerde güneşin tam gurub ettiği andan, sonraki gün aynı vakte kadar, 24 saat olmak üzere ayarlanmış saat.
E'ZAR
Özürler. Kusurlar. Bahaneler.
EZ'AR
Saçı az olan kimse. * Otu az olan yer. * Zâlim ve kötü huylu kimse.
EZAT
(C.: Üzâ-Ezy) İçinde su birikmiş çukur yer.
EZB
Anasından yeni doğmuş hayvan.
EZBAD
(Zebed. C.) Paslar. * Dörtte birler, çeyrekler. * Köpükler.
EZ-CÜMLE
f. Bu cümleden, meselâ, bunun gibi.
EZDAD
Zıdlar. Mukabil ve muhalif olan şeyler. Birbirinin tersi veya zıddı olanlar.(Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki: İçinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmış, kök atmış: Hayır şer, güzel çirkin, nef zarar, kemâl noksan, ziya zulmet, hidayet dalâlet, nur nâr, imân küfür, tâat isyan, havf muhabbet gibi âsârlariyle, meyveleriyle şu kâinatta ezdad, birbiriyle çarpışıyor. Daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsulâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette o iki unsurun birbirine zıd olan dalları ve neticeleri, ebede gidecek; temerküz edip birbirinden ayrılacak. O vakit, Cennet - Cehennem suretinde tezahür edecektir. Madem âlem-i beka, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette anasır-ı esasiyesi, bekaya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet - Cehennem; şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuunatın iki mahzenidir, ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havzıdır ve lütuf ve kahrın iki tecelligâhıdır ki; dest-i kudret bir hareket-i şedide ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz, münasip maddelerle dolacaktır.Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki:Hakîm-i Ezeli, inayet-i sermediyye ve hikmet-i ezeliyyenin iktizası ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esmâ-i hüsnâsına âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise neşvünemaya sebeptir. O neşvünema ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-ı nisbiyyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâl'in esmâ-i hüsnâsının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniyye suretine çevirmesine sebeptir. İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki: Ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.İşte, bu mezkur sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tegayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tehavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti, esmâ-i hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamiyle yazdı. Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, mânasını ifade etti. Dünya âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sâni-i Kadirin bütün mu'cizat-ı kudretini, umum havarik-ı san'atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fena, sermedi manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâl'in hikmet-i sermediyyesi ve inayet-i ezeliyyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o esmâ-i hüsnânın tecellilerinin hakaikını, o kalem-i kader mektubâtının hakaikını, o nümûne-misâl nukuş-u san'atının asıllarını, o vezaif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemat-ı mahlukatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânaların hakikatlarını ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübra açmasını ve dünyadan alınmış misali manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyenin perdesinin yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatları iktiza etti ve o mezkur hakikatları iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedileştirmek için o zıtların tasfiyesini istedi ve tegayyürün esbabını ve ihtilâfatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyâmeti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde cehennem, ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri $ tehdidine mazhar olacak. Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek ehil ve ashabı $ hitabına mazhar olacak. Hakîm-i Ezelî, şu iki hanenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedi ve sabit bir vücut verir ki; hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza mâruz kalmazlar. Çünki inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz. S.)
EZDER
f. Münâsib, muvâfık, yaraşır, lâyık.
EZ-DİL
Gönülden.
EZDİLİ CAN
(Ez-dil-i cân) Candan ve gönülden.
EZEB
Leim kimse. * Kısa boylu.
EZEBB
f. Saçları uzun ve kaşlarının kılları çok olan adam.
EZEC
(C.: Azec) Süleyman Aleyhisselâm'ın yaptığı bir bina adı.
EZECC
Uzun ve ince kaşlı.
EZEL
İbtidası ve başlangıcı olmayan, her zaman var olan.
EZELÎ
Ezele mensub ve müteallik. Devamlı var olup varlığının başlangıcı olmayan.
EZELİYYE
Ezele mensub, ezel ile ilgili, ezelîlik.(S - Bütün silsilelerin Hâlik'ın vücub-u vücuduna kat'i şehadetleri göz önünde olduğu halde, bazı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalâlete düştüklerinin esbabı nedendir?C - Kasd ve dikkatle değil, sathi ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir. Meselâ:Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilâli görmek için bütün kasıd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zat derhal "Hilâli gördüm." der. "İşte bu gördüğüm Ay'dır." diye hükmeder.İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile daima hak ve hakikatı ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla batıla bakar. O batıl da; ihtiyarsız, talebsiz, dâvetsiz fikrine gelir. Fikri de, çar-naçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o batılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizâm-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acib san'at eserlerini esbab-ı câmideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir. İ.İ.)
 
EZELL
Çok zelil. Çok alçak ve rüsvay olan.
EZELL
Kurtla sırtlandan doğan hayvan. * Oturak yerinin iki yanları arık ve yeyni olan.
EZELL-İ NÂS
İnsanlar içinde en rezil ve aşağılık olan adam.
EZEM
Ağzını yumup oturmak. * Sabretmek. * Yemekten ve içmekten men'etmek. * Isırmak. * Gayret etmek. * Bükmek.
EZFAR
Tırnaklar. * Tırnakbahuru denilen tıbbi bir koku. * Şimal kutbunda bulunan küçük yıldızlar.
EZFELÎ
Cemaat-ı kalile. Az cemaat. Ufak topluluk.
EZFER
Uzun tırnaklı.
EZFER
Güzel kokulu şey.
EZFİLE
Cemaat, topluluk, güruh, bölük.
EZFİR
Çok iyi kokulu nesne.
EZGEHAN
f. Tembel adam. İşi gücü olmayan kimse.
EZHAB
(Zeheb. C.) Yumurta sarıları. * Altunlar.
EZHAN
Zihinler. Müdrikler. Anlamayı meydana getiren duygular.
EZHAR
(Zehre. C.) Çiçekler. Zehreler. şukufeler.
EZHAR (AZHÂR)
(Zahr. C.) Satıhlar, yüzler. * Sırtlar, arkalar. Binek hayvanının sırtları.
EZHAR-I NEV-BAHÂR
Bahar çiçekleri.
EZHAR-I REBİÎ
Bahar çiçekleri.
EZHEL
Gafil kimse. Gaflette bulunan kişi. * Pek dalgın.
EZHER
Pek beyaz ve parlak. * Ay, kamer, * Saf ve parlak olan. * Cuma günü. * Vahşi sığır.
EZHERAN
(Ezhereyn) Ay ile güneş.
EZHER-ÜL VECH
Yüzü nurlu olan.
EZİB
Rezil, âdi ve aşağılık kimse. * Kıble rüzgarı. * Riyh-u cenub ile Sâbâ arasında esen yel. * Sevinmek, ferah ve neşat.
EZİKKA
(Zukak. C.) Yollar, sokaklar.
EZİLLE
Zeliller, alçaklar.
EZİMME
(Zimam. C.) Yularlar. Bağlar.
EZİMME-İ UMUR
İşlerin idâresi.
EZİN
Söz dinlemek. * İşitmek.
EZİN
Kefil.
EZİR
f. Haykırma, bağırma.
EZİYET
İncinme. Sıkıntı çekme.
EZKA
En temiz. En pâk. Ziyade dindar. Pâkize.
EZKA
En anlayışlı. En zeki.
EZ-KADİM
f. Eskiden, önceleri.
EZKAN
(Zakn. C.) Çeneler.
EZKAR
(Zikr. C.) Zikirler.
EZKAT
f. Kötü düşünceli kişi.
EZKER
Maharetli duvar ustası.
EZKİYA
(Zeki. C.) Çabuk ve güzel anlayışlı kimseler. Keskin zekâlılar.
EZKİYA
Saf, temiz, iyi halli kimseler.
EZL
Güçlük. * Darlık. * Hapsetmek.
EZLAÎ
Uzunca ve iri olan şey.
EZLAK
Aleyhte söz söyleyen adam. * Keskin olan şey.
EZLAM
(Zelm. C.) Oklar. Kumar okları.
EZLEF
(C: Zelef) Burnunun ucu uzun ve ince olan.
EZLEM
Boğazı altında sarkık uzun kılları olan keçi.
EZLEM
(Bak: Azlem)
EZM
Yemek, ekl.
EZMAN
Zamanlar. Vakitler. Müddetler.
EZMÂR
(Zimr. C.) Kahramanlar, yiğitler, bahadırlar.
EZMÂR-I ETRÂK
Türk kahramanları.
EZMAYİŞ
Tahtadan yapılmış demir temrenli bir cins ok.
EZME
Kıtlık, kaht. * Şiddet. * Darlık. * Bir kere yemek.
EZMEL
Hareket etmek. * Muzdarib olmak, acı çekmek. * Savt, sadâ, ses. * Gül.
EZ-MEN
f. Benden.
EZMİNE
(Zaman. C.) Zamanlar.
EZMİNE-İ KADİME
Eski zamanlar.
EZMİNE-İ MÂZİYYE
Geçmiş zamanlar.
EZMİNE-İ MÜSTAKBELE
Gelecek zamanlar, müstakbel zamanlar.
EZNAB
(Zenb. C.) Suçlar, günahlar. * Kuyruklar.
EZNEM
Kulakları ucunda sarkık uzun kılları olan keçi.
EZ-NEV
f. Yeni baştan, yeniden.
EZ-ON SEBEB
O sebepten.
EZ-OST
Ondan.
EZR
(C.: Uzur) Arka ve sırt. * Kuvvet.
EZRA
Çok konuşma. * Çok yeme. * Sözü düzgün ve pek fasih olan kimse.
EZRA
Kulağı beyaz, gövdesi siyah olan davar.
EZRAB
Diş kökü.
EZRAK
Saf ve temiz su. * Gök renkli, mâvi.
EZRAR
(Zirr. C.) Elbise düğmeleri.
EZREBÎ
Azerbeycan'ın Arapça adı.
EZ-TU
Senden.
EZÛC
Hayâsız ve edebsiz adam. * Sert başlı at.
EZUM
Isırıcı, ısıran.
EZUZ
Pek keskin olan kılınç veya hançer.
EZVAC
Çiftler. Zevceler. Nikâhlı karılar. * Kocalar.
EZVAC-I TÂHİRAT
Hz. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) ismetli ve iffetli, pâk zevce-i muhteremeleri (R.A.) "Mü'minlerin anneleri" diye bilinen ve Peygamberimize (A.S.M.) âilelik etmek şerefine ermiş mübârek hanımlar.(Zât-ı Risaletin akvâli gibi, ef'al ve ahvâli ve etvâr ve harekâtı dahi menabi-i din ve şeriattır ve ahkâmın mehazleridir. Şıkk-ı zâhirîsine Sahabeler hamele oldukları gibi, hususi dairesindeki mahfî ahvalâtından tezâhür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de Ezvac-ı Tâhirat'tır ve bilfiil o vazifeyi ifa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, bir çok ve meşrebce muhtelif Ezvac-ı Tâhirat lâzımdır. M.)
EZVAH
Münkabız olmak. * Yakınlık.
EZVAK
Zevkler. Keyfler. Eğlenceler.
EZVER
Boynu eğri olan kimse.
EZVET
Küçük yanaklı.
EZYAF
(Zıyf. C.) Misafirler. Mihmanlar.
EZ-YAH
f. "Buzdan soğuk" mânasına gelir.
EZYAK
(Zîk. dan) Pek dar ve sıkıntılı. Çok zor.
EZYAL
(Zeyl. C.) Ekler. İlâveler. Zeyiller.
EZYED
Çok ziyade. Daha fazla. En ziyade.
EZZ
Depretmek ve koparmak. * Kandırmak, aldatmak.
 
Geri
Top