ELUKE
Risalet.
ELULE
Semiz, besili koyun.
ELVAH
(Levha. C.) Levhalar. Tablolar.
ELVAH-I ÂLEM
Âlemin görünüşü, manzara ve levhaları.
ELVAH-I MAHFUZA
(Bak: Hafiziyyet, Levh-i Mahfuz)
EL-VALİ
Her şeye mâlik ve sâhib olan Allah (C.C.)
ELVAN
(Levn. C.) Renkler. Muhtelif görünüşler.
ELVAN-I İBADET
İbadet renkleri. * Mc: İbadet çeşitleri.(Nasılki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fâtiha-i Şerife, şu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibadatın envâını şâmil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. S.)
ELVAN-I SEB'A
Yedi renk.
ELVE
Yemin etmek, kasem.
ELVEDA
Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).
EL-VEHHAB
Allah (C.C.)
ELVES
Zayıf kimse. * Ahmak kimse.
ELVİYE
(Livâ. C.) Livâlar, sancaklar, bayraklar.
ELVİYE-İ MÜTEMEVVİCE
Dalgalanan bayraklar.
ELYAF
(Lif. C.) Lifler.
ELYAK
Daha münâsib. Daha lâyık.
ELYASA (A.S.)
Benî İsrail Peygamberlerindendir. Benî İsrail ise; günden güne Kitabullah'ı dinlemez olmuştu. Cenab-ı Hak Asuriye Devleti'ni onlara musallat eyledi. Sonra Yunus (A.S.) Asuriye içinde Ninova şehrinde Peygamber oldu.
ELYE
(C.: Eleyât) Koyun kuyruğu. * Başparmağın ve dizin aşağı yanlarında olan kabaca etler.
ELYEL
Çok karanlık gece.
ELYES
Bahadır, yiğit.
ELYEVM
Bugün. Hâlâ. (Bak: Yevm)
ELZEM
Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. * Küçük parmaklı.
ELZEMİYYET
Pek lüzumlu ve gerekli olan bir şeyin hâli. Son derecede lüzum, gereklilik.
EM
Soru sorma mânasında atıf edatıdır. İstifham elifi mânasına da gelir. "Yahut, belki, yoksa" kelimeleriyle tercüme edilebilir.
EM'Â
(Miâ. C.) Bağırsaklar.
EMACİD
(Emced. C.) Emcedler, en şanlılar, en şerefliler, eşrefler, en fazla haysiyet ve onur sahibi olan kimseler.
EM'Â-İ GALİZA
Kalın bağırsaklar.
EM'Â-İ RAKİKA
İnce bağırsaklar.
EMAK
Uzun, tavil.
EM'AK
(Meak. C.) Göz pınarları.
EMÂKİN
(Mekân. C.) Yerler. Mekânlar.
EMÂKİN-İ MUKADDESE
Mukaddes yerler, kutsal mekânlar.
EMALE
(Bak: İmâle)
EMALİC
(Ümluc. C.) Fidanlar, yapraklar, uzun yapraklı otlar.
EMALİS
(İmlis"e". C.) Otsuz ve susuz sahralar, çöller.
EMAM
Bir şeyin ön tarafı.
EMAN
Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik. (Bak: Aman)
EMANAT
(Emanet. C.) Emanetler.
EMANET
Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. * Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey. * Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen. * Osmanlılar Devrinde bazı devlet dairelerine verilen isim. Şehr emâneti, Rusumat emâneti gibi...(Dinimiz, emaneti ehline bırakmamızı emreder. İdare makamları da birer emanettir. Hz. Ömer (R.A.) halifelik makamına getirilince şöyle demiştir: "Ey insanlar! Ben Allah ve Peygamberimize itaat ettiğim sürece, siz de bana uyun ve itaat edin. Doğru yoldan saparsam, kılıçlarınızla beni doğrultun." Demek ki müslüman hata ve haksızlık karşısında pasif kalamaz.)
EMANETDAR
f. Kendisine birşey emanet edilen kimse, emanetçi.
EMANETDARÎ
f. Emanetçilik.
EMANETEN
Emanet yoluyla, emanet olarak. * Bir resmî daire tarafından bizzat, ihale şeklinde ve iltizam suretiyle olmayarak.
EMAN-HAH
f. Eman isteyen, eman diliyen, aman diyen.
EMANİ
Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler. * f. Eminlik, korkusuzluk.
EMANİ-İ MAHSUSA
Hususi arzular, özel maksatlar.
EMARAT
Emareler, nişanlar, işaretler, ip uçları.
EMARAT-I HASENE
İyi alâmetler.
EMARE
Alâmet, işaret, nişan, iz, ip ucu, belirti.(Gizli olan umura Şeriat emarelere göre hükmeder. İ.İ.)
EMARET
Emirlik. Bir emir veya bey veya prensin idaresinde olan memleket.
EMARİD
(Emred. C.) Bıyıkları terlememiş gençler.
EMASİL
(Emsel. C.) Benzerler, eşler, akranlar, müsaviler. * İtibarlı kimseler.
EM'AT
Gövdesinde kılı olmayan kimse. * Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.
EM'AZ
(C.: Emâız) Sert, sağlam, taşlı yer.
EMAZİR
(Mezir. C.) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.
EMBEL
Kılıcı ve silahı olmayan. * Eyer üstünde doğru oturamayan. * Boynu eğri olan.
EMBRİYOLOJİ
yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne kadar iklim, fizik ve kimyevi şartlar, beslenme şartlarında değişmeler olmuştur. Allah, yarattıklarına karşı çok merhametli ve lütufkâr olduğu için zor şartlarda canlıların yok olmaması için vücutlarında gerekli değişikliklerle donatmıştır. Meselâ: Kutup tilkisinin kışın karlı ortama uyması için tüyleri beyaz, baharda ve yazın ise boz olur. D.D.T. gibi kimyevi ilaçlarla böceklerin tamamen imhâ olmaması için bir müddet sonra böcekler bir muâfiyet "bağışıklık" kazanıyorlar. Bunun gibi, canlılar âleminde rahmet eseri sayısız hikmetli hâdiseler var. Bu, hâdiselere "İçgüdü" "Mütasyon", "evrim" gibi bir takım isimler takıp tesadüfle izah etmek imkânı yoktur.
EMCAD
(Mecid. C.) şeref, onur ve haysiyet sahibleri.
EMCED
(Mecid. den) Pek büyük, daha büyük, şerefi şânı çok olan.
EMCED-İ EMÂCİD
şereflilerin şereflisi, en şerefli.
EMCER
Karnı büyük kimse.
EMDEŞ
Elinin sinirlerinde rahâvet olup eti az olan kimse.
EME
Unutmak, nisyân. * İkrar etmek.
EME
(C.: İmâ-İmât) Câriye, kadın köle.
EMED
Son, nihayet. Gayet. Encam, intihâ.
EMEDD
(Medd. den) Daha uzun, pek uzun, daha tavil.
EMEDD-İ A'MÂR
Ömürlerin en uzun olanı.
EMEK-DAR
f. Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi.
EMEL
Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak. * Gaye. (İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ye'istir. M.)
EMENE
Emn, emniyet, eminlik.
EMERE
(C.: İmer) Çöllerde taştan belirlemek için yapılan alâmetler.
EMERR
Pek acı.
EMESS
Çok fazla temâs eden, dokunan. En çok messeden.
EMEVİ DEVLETİ
Dört halife devrinden sonra devlet idaresi Beni Ümeyye hanedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevi Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Mervan (2. Mervan) dır. Bu devirde kavmiyetçilik İslâmiyete çok zararlar vermiştir. Yine bu devirde Din-i Mübinin aktar-ı İslâmda yayıldığını unutmamak icab eder. Doğuda Türkistan ve Endonezya, kuzeyde Kafkasya, batıda Anadolunun yarısı, İspanya ve Kuzey Afrika Emevi topraklarına katıldı. Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e ettikleri zulüm ve akıttıkları kan sebebiyle çıkan isyanlar devleti zayıflattı. Abbâsi taraftarları ile kavi bir ekseriyet Abbasi tarafına geçti. Horasan'lı Ebu Müslim, Emevi Devletini bir muharebede Abbasilere devretti. Böylece Emeviler tarihe karışmış oldu. (Bak: Endülüs, Muaviye)
EMGAZ
Kırmızı, kızıl nesne, ahmer. * Aşkar at. * Koyunu sağdıklarında süt ile birlikte kan çıksa "emgazeti'ş şât" derler.
EMHAK
Donuk beyaz.
EMHAL
(Mehl. C.) Mehiller, mühletler, vâdeler, zamanlar, bir iş veya vazifenin yapılması için verilen fazla zamanlar.
EMHAR
(Mehr. C.) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar. * (Mühür. C.) Taylar, at yavruları.
EMİHE
Koyunlarda meydana gelen uyuzluk.
EMİME
Bir cins ot. * Demirci çekici.
EMİN
Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. * Kendisinden korkulmayan. * Kendine inanılan. İtimat edilen. * İnanan, güvenen. * Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
EMİR
Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin reisi. * Büyük ve meşhur bir soydan gelen. * Hz.Peygamber'in (A.S.M.) soyundan gelen. * Zengin.
EMİR
(Bak: Emr)
EMİRANE
f. Emredene yakışır bir surette. Emir gibi.
EMİRBER
f. Subayların kıt'a ve daire dışında emirlerinde bulunan erler.
EMİRKULU
Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.
EMİRNAME
f. Âmirin emri yazılı olan kağıt. Üst makamdan verilen emir kağıdı.
EMİR-ÜL CEYŞ
Serasker, serdar, başkumandan.
EMİR-ÜL MA'
Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.
EMİR-ÜL MÜ'MİNÎN
Müminlerin, İslâmların işlerinde emir ve tedbir eden reis. Halife. İslâm Devlet Reisi.
EMKİNE
(Mekân. C.) Mekânlar, hâneler, evler, mahaller, mevkiler, yerler.
EMKİNE-İ CEDİDE
Yeni evler.
EMLA'
(Mele'. C.) Topluluklar, mele'ler, cemaatler, cemiyetler, bölükler, kalabalıklar.
EMLAH
(Milh. C.) Tuzlar.
EMLAH
(Melih. den) Pek melih, en melâhatli, çok güzel.
EMLAK
(Mülk. C.) Mülkler. İnsanın tasarrufunda bulunan yerler. * Melekler.
EMLED
En genç, çok körpe ve nazik vücut veya dal (Müennesi: Meldâ)
EMLES
Avuç içi gibi düz ve yumuşak olan.
EMLET
Mülk etmek. Çiftlendirmek, tezvic.
EMM
Kasdetmek.
EMMÂ
(Şart edâtıdır) "Lâkin, ancak şu kadar var ki" meâlinde.
EMMÂ-BA'DÜ
Bundan sonra manasına olup bir başlangıç hitabından sonra söylenir. Buna fasl-ı hitab denir.
EMMARE
Emreden. Zorlayan. Cebreden.
EMN
Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
EMN Ü ÂSÂYİŞ
Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.
EMN Ü EMÂN
Korkusuzluk ve emniyet hâli.
EMN Ü EMÂNET
Emniyet ve eminlik.
EMNİYET
(Emniyyet) : Eminlik, emin olma hâli, korkusuzluk, tehlikesizlik. * İtimad, güvenme, inanma. * Polis ve zabıta teşkilâtı.
EMNİYET-İ TÂMME
Tam bir emniyet ve korkusuzluk.
EMPERYALİZM
Fr. Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperyalizm şekline başvurulmaktadır. Modern emperyalizm denilen bu şekil iktisadi ve kültür hayatı bakımından bir ülkeyi kendine bağlamak suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktadır. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri bu yolla kendilerine bağımlı hâle getirmektedir. İnsanlarını kendi kültür ve ideolojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, siyasi görüş ve yaşayış bakımından kendilerinden ayrılamaz hâle getirmek isterler.
EMR
İş buyurma. * Buyurulan şey. * Madde, husus, hâdise.
EMRAN
(Mern. C.) Kürkler, mernler, hayvan derileri, postları.
EMRAZ
(Maraz. C.) Hastalıklar. Marazlar.
EMRAZ-I AKLİYE
Akıl hastalıkları.
EMRAZ-I ASABİYE
Sinir hastalıkları.
EMRAZ-I AYNİYYE
Göz hastalıkları.
EMRAZ-I DAHİLİYE
Dahilî hastalıklar, iç hastalıkları.
EMRAZ-I EFRENCİYE
Frengi hastalıkları, efrenci marazları.
EMRAZ-I İNTANİYYE
Mikroplu ve ateşli hastalıklar.
EMRAZ-I KALBİYE
Kalb hastalıkları.(Arkadaş! Kalb ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulum-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek mânevi olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevkeder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye mübtelâ olur!.. M.N.)
EMRAZ-I NİSAİYE
Kadın hastalıkları.
EMRAZ-I SÂRİYE
Geçici, bulaşıcı, sâri hastalıklar.
EMRE
Ak gözlü, beyaz gözlü.
EMRED
Henüz tüyü bitmemiş, sakalı gelmemiş olan genç.
EMREŞ
şerli, kötü kimse.
Risalet.
ELULE
Semiz, besili koyun.
ELVAH
(Levha. C.) Levhalar. Tablolar.
ELVAH-I ÂLEM
Âlemin görünüşü, manzara ve levhaları.
ELVAH-I MAHFUZA
(Bak: Hafiziyyet, Levh-i Mahfuz)
EL-VALİ
Her şeye mâlik ve sâhib olan Allah (C.C.)
ELVAN
(Levn. C.) Renkler. Muhtelif görünüşler.
ELVAN-I İBADET
İbadet renkleri. * Mc: İbadet çeşitleri.(Nasılki insan, şu âlem-i kebirin bir misal-i musaggarıdır ve Fâtiha-i Şerife, şu Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi bütün ibadatın envâını şâmil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. S.)
ELVAN-I SEB'A
Yedi renk.
ELVE
Yemin etmek, kasem.
ELVEDA
Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).
EL-VEHHAB
Allah (C.C.)
ELVES
Zayıf kimse. * Ahmak kimse.
ELVİYE
(Livâ. C.) Livâlar, sancaklar, bayraklar.
ELVİYE-İ MÜTEMEVVİCE
Dalgalanan bayraklar.
ELYAF
(Lif. C.) Lifler.
ELYAK
Daha münâsib. Daha lâyık.
ELYASA (A.S.)
Benî İsrail Peygamberlerindendir. Benî İsrail ise; günden güne Kitabullah'ı dinlemez olmuştu. Cenab-ı Hak Asuriye Devleti'ni onlara musallat eyledi. Sonra Yunus (A.S.) Asuriye içinde Ninova şehrinde Peygamber oldu.
ELYE
(C.: Eleyât) Koyun kuyruğu. * Başparmağın ve dizin aşağı yanlarında olan kabaca etler.
ELYEL
Çok karanlık gece.
ELYES
Bahadır, yiğit.
ELYEVM
Bugün. Hâlâ. (Bak: Yevm)
ELZEM
Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. * Küçük parmaklı.
ELZEMİYYET
Pek lüzumlu ve gerekli olan bir şeyin hâli. Son derecede lüzum, gereklilik.
EM
Soru sorma mânasında atıf edatıdır. İstifham elifi mânasına da gelir. "Yahut, belki, yoksa" kelimeleriyle tercüme edilebilir.
EM'Â
(Miâ. C.) Bağırsaklar.
EMACİD
(Emced. C.) Emcedler, en şanlılar, en şerefliler, eşrefler, en fazla haysiyet ve onur sahibi olan kimseler.
EM'Â-İ GALİZA
Kalın bağırsaklar.
EM'Â-İ RAKİKA
İnce bağırsaklar.
EMAK
Uzun, tavil.
EM'AK
(Meak. C.) Göz pınarları.
EMÂKİN
(Mekân. C.) Yerler. Mekânlar.
EMÂKİN-İ MUKADDESE
Mukaddes yerler, kutsal mekânlar.
EMALE
(Bak: İmâle)
EMALİC
(Ümluc. C.) Fidanlar, yapraklar, uzun yapraklı otlar.
EMALİS
(İmlis"e". C.) Otsuz ve susuz sahralar, çöller.
EMAM
Bir şeyin ön tarafı.
EMAN
Korkusuzluk. * Af ve yardım dileme. Eminlik. (Bak: Aman)
EMANAT
(Emanet. C.) Emanetler.
EMANET
Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. * Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey. * Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen. * Osmanlılar Devrinde bazı devlet dairelerine verilen isim. Şehr emâneti, Rusumat emâneti gibi...(Dinimiz, emaneti ehline bırakmamızı emreder. İdare makamları da birer emanettir. Hz. Ömer (R.A.) halifelik makamına getirilince şöyle demiştir: "Ey insanlar! Ben Allah ve Peygamberimize itaat ettiğim sürece, siz de bana uyun ve itaat edin. Doğru yoldan saparsam, kılıçlarınızla beni doğrultun." Demek ki müslüman hata ve haksızlık karşısında pasif kalamaz.)
EMANETDAR
f. Kendisine birşey emanet edilen kimse, emanetçi.
EMANETDARÎ
f. Emanetçilik.
EMANETEN
Emanet yoluyla, emanet olarak. * Bir resmî daire tarafından bizzat, ihale şeklinde ve iltizam suretiyle olmayarak.
EMAN-HAH
f. Eman isteyen, eman diliyen, aman diyen.
EMANİ
Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler. * f. Eminlik, korkusuzluk.
EMANİ-İ MAHSUSA
Hususi arzular, özel maksatlar.
EMARAT
Emareler, nişanlar, işaretler, ip uçları.
EMARAT-I HASENE
İyi alâmetler.
EMARE
Alâmet, işaret, nişan, iz, ip ucu, belirti.(Gizli olan umura Şeriat emarelere göre hükmeder. İ.İ.)
EMARET
Emirlik. Bir emir veya bey veya prensin idaresinde olan memleket.
EMARİD
(Emred. C.) Bıyıkları terlememiş gençler.
EMASİL
(Emsel. C.) Benzerler, eşler, akranlar, müsaviler. * İtibarlı kimseler.
EM'AT
Gövdesinde kılı olmayan kimse. * Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.
EM'AZ
(C.: Emâız) Sert, sağlam, taşlı yer.
EMAZİR
(Mezir. C.) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.
EMBEL
Kılıcı ve silahı olmayan. * Eyer üstünde doğru oturamayan. * Boynu eğri olan.
EMBRİYOLOJİ
yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne kadar iklim, fizik ve kimyevi şartlar, beslenme şartlarında değişmeler olmuştur. Allah, yarattıklarına karşı çok merhametli ve lütufkâr olduğu için zor şartlarda canlıların yok olmaması için vücutlarında gerekli değişikliklerle donatmıştır. Meselâ: Kutup tilkisinin kışın karlı ortama uyması için tüyleri beyaz, baharda ve yazın ise boz olur. D.D.T. gibi kimyevi ilaçlarla böceklerin tamamen imhâ olmaması için bir müddet sonra böcekler bir muâfiyet "bağışıklık" kazanıyorlar. Bunun gibi, canlılar âleminde rahmet eseri sayısız hikmetli hâdiseler var. Bu, hâdiselere "İçgüdü" "Mütasyon", "evrim" gibi bir takım isimler takıp tesadüfle izah etmek imkânı yoktur.
EMCAD
(Mecid. C.) şeref, onur ve haysiyet sahibleri.
EMCED
(Mecid. den) Pek büyük, daha büyük, şerefi şânı çok olan.
EMCED-İ EMÂCİD
şereflilerin şereflisi, en şerefli.
EMCER
Karnı büyük kimse.
EMDEŞ
Elinin sinirlerinde rahâvet olup eti az olan kimse.
EME
Unutmak, nisyân. * İkrar etmek.
EME
(C.: İmâ-İmât) Câriye, kadın köle.
EMED
Son, nihayet. Gayet. Encam, intihâ.
EMEDD
(Medd. den) Daha uzun, pek uzun, daha tavil.
EMEDD-İ A'MÂR
Ömürlerin en uzun olanı.
EMEK-DAR
f. Emeği geçmiş, kıdem ve mükafâta hak kazanmış memur, hizmetçi. Eski ve sadık hizmetçi.
EMEL
Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak. * Gaye. (İnsanları canlandıran emeldir, öldüren ye'istir. M.)
EMENE
Emn, emniyet, eminlik.
EMERE
(C.: İmer) Çöllerde taştan belirlemek için yapılan alâmetler.
EMERR
Pek acı.
EMESS
Çok fazla temâs eden, dokunan. En çok messeden.
EMEVİ DEVLETİ
Dört halife devrinden sonra devlet idaresi Beni Ümeyye hanedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevi Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Mervan (2. Mervan) dır. Bu devirde kavmiyetçilik İslâmiyete çok zararlar vermiştir. Yine bu devirde Din-i Mübinin aktar-ı İslâmda yayıldığını unutmamak icab eder. Doğuda Türkistan ve Endonezya, kuzeyde Kafkasya, batıda Anadolunun yarısı, İspanya ve Kuzey Afrika Emevi topraklarına katıldı. Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt'e ettikleri zulüm ve akıttıkları kan sebebiyle çıkan isyanlar devleti zayıflattı. Abbâsi taraftarları ile kavi bir ekseriyet Abbasi tarafına geçti. Horasan'lı Ebu Müslim, Emevi Devletini bir muharebede Abbasilere devretti. Böylece Emeviler tarihe karışmış oldu. (Bak: Endülüs, Muaviye)
EMGAZ
Kırmızı, kızıl nesne, ahmer. * Aşkar at. * Koyunu sağdıklarında süt ile birlikte kan çıksa "emgazeti'ş şât" derler.
EMHAK
Donuk beyaz.
EMHAL
(Mehl. C.) Mehiller, mühletler, vâdeler, zamanlar, bir iş veya vazifenin yapılması için verilen fazla zamanlar.
EMHAR
(Mehr. C.) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar. * (Mühür. C.) Taylar, at yavruları.
EMİHE
Koyunlarda meydana gelen uyuzluk.
EMİME
Bir cins ot. * Demirci çekici.
EMİN
Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. * Kendisinden korkulmayan. * Kendine inanılan. İtimat edilen. * İnanan, güvenen. * Çok iyi bilen, şüphe etmeyen.
EMİR
Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin reisi. * Büyük ve meşhur bir soydan gelen. * Hz.Peygamber'in (A.S.M.) soyundan gelen. * Zengin.
EMİR
(Bak: Emr)
EMİRANE
f. Emredene yakışır bir surette. Emir gibi.
EMİRBER
f. Subayların kıt'a ve daire dışında emirlerinde bulunan erler.
EMİRKULU
Aldığı emri yapmağa mecbur olan, verilen emri yerine getirmekle görevli kimse.
EMİRNAME
f. Âmirin emri yazılı olan kağıt. Üst makamdan verilen emir kağıdı.
EMİR-ÜL CEYŞ
Serasker, serdar, başkumandan.
EMİR-ÜL MA'
Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.
EMİR-ÜL MÜ'MİNÎN
Müminlerin, İslâmların işlerinde emir ve tedbir eden reis. Halife. İslâm Devlet Reisi.
EMKİNE
(Mekân. C.) Mekânlar, hâneler, evler, mahaller, mevkiler, yerler.
EMKİNE-İ CEDİDE
Yeni evler.
EMLA'
(Mele'. C.) Topluluklar, mele'ler, cemaatler, cemiyetler, bölükler, kalabalıklar.
EMLAH
(Milh. C.) Tuzlar.
EMLAH
(Melih. den) Pek melih, en melâhatli, çok güzel.
EMLAK
(Mülk. C.) Mülkler. İnsanın tasarrufunda bulunan yerler. * Melekler.
EMLED
En genç, çok körpe ve nazik vücut veya dal (Müennesi: Meldâ)
EMLES
Avuç içi gibi düz ve yumuşak olan.
EMLET
Mülk etmek. Çiftlendirmek, tezvic.
EMM
Kasdetmek.
EMMÂ
(Şart edâtıdır) "Lâkin, ancak şu kadar var ki" meâlinde.
EMMÂ-BA'DÜ
Bundan sonra manasına olup bir başlangıç hitabından sonra söylenir. Buna fasl-ı hitab denir.
EMMARE
Emreden. Zorlayan. Cebreden.
EMN
Eminlik. Korkusuzluk. Emniyet. Bir şeye itimad etmek. İnsanda doğruluk ve imandan ileri gelen yüksek bir meleke ve kabiliyet. Rahatlık.
EMN Ü ÂSÂYİŞ
Eminlik ve rahatlık, korkusuzluk, tehlikesizlik, güvenlik.
EMN Ü EMÂN
Korkusuzluk ve emniyet hâli.
EMN Ü EMÂNET
Emniyet ve eminlik.
EMNİYET
(Emniyyet) : Eminlik, emin olma hâli, korkusuzluk, tehlikesizlik. * İtimad, güvenme, inanma. * Polis ve zabıta teşkilâtı.
EMNİYET-İ TÂMME
Tam bir emniyet ve korkusuzluk.
EMPERYALİZM
Fr. Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sinsi ve maskeli bir emperyalizm şekline başvurulmaktadır. Modern emperyalizm denilen bu şekil iktisadi ve kültür hayatı bakımından bir ülkeyi kendine bağlamak suretiyle menfaat (yarar) sağlamaktadır. Gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri bu yolla kendilerine bağımlı hâle getirmektedir. İnsanlarını kendi kültür ve ideolojileriyle yetiştirdikleri için felsefe, siyasi görüş ve yaşayış bakımından kendilerinden ayrılamaz hâle getirmek isterler.
EMR
İş buyurma. * Buyurulan şey. * Madde, husus, hâdise.
EMRAN
(Mern. C.) Kürkler, mernler, hayvan derileri, postları.
EMRAZ
(Maraz. C.) Hastalıklar. Marazlar.
EMRAZ-I AKLİYE
Akıl hastalıkları.
EMRAZ-I ASABİYE
Sinir hastalıkları.
EMRAZ-I AYNİYYE
Göz hastalıkları.
EMRAZ-I DAHİLİYE
Dahilî hastalıklar, iç hastalıkları.
EMRAZ-I EFRENCİYE
Frengi hastalıkları, efrenci marazları.
EMRAZ-I İNTANİYYE
Mikroplu ve ateşli hastalıklar.
EMRAZ-I KALBİYE
Kalb hastalıkları.(Arkadaş! Kalb ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulum-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek mânevi olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevkeder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye mübtelâ olur!.. M.N.)
EMRAZ-I NİSAİYE
Kadın hastalıkları.
EMRAZ-I SÂRİYE
Geçici, bulaşıcı, sâri hastalıklar.
EMRE
Ak gözlü, beyaz gözlü.
EMRED
Henüz tüyü bitmemiş, sakalı gelmemiş olan genç.
EMREŞ
şerli, kötü kimse.