HARK
Yarma. Yırtma. * Su akacak yarık yer.
HARK VE İLTİYAM
Yarmak ve yapıştırmak. Yırtılmak ve iyileşmek.
HARKA'
Kulağı delik koyun. * Çeşitli yönlerden esen rüzgâr.
HARKAFA
(C.: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.
HARKAHE
Koyuncuların kara evi.
HARKEKET
(C.: Harâkîk) Uyluk başı.
HARK-I KEBİR
Büyük yangın. * Cihan Harbi. (daha ziyade ihrak olarak kullanılır)
HARKÜRRE
f. Eşek yavrusu, sıpa.
HARM
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. * Davara yük vurmak. * İşinde çabuk çabuk olmak. * Udul etmek. * Kat'etmek.
HARMED
Kokusu ve rengi değişen. * Kara balçık.
HARMEL
Üzerlik otu.
HAR-MENİŞ
f. Eşek huylu, eşek tabiatlı.
HARMEŞ
İfsad etmek, bozmak.
HARNUB
Keçiboynuzu adı verilen bir cins yemiş.
HARP
(Bak: Harb)
HAR-PÜŞT
f. Diken sırtlı. * Mc: Kirpi.
HARPÜŞTE
f. Balıksırtı şeklinde olan, harpuşta.
HARR
Hararet, sıcaklık. Sıcak.
HARR
Yarmak.
HARR(E)
Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı.
HARRA
(Hurur) Yüksekten aşağı düşmek.
HARRAKA
Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi.
HARRAN
Susuz.
HARRARE
Gürleyerek, çağlayarak akan su.
HARRAS
Küp yapan.
HARRAS
Yalancı.
HARRAS
(Harâset. den) Çiftçi, ekinci. Toprağı işleyip ekin eken.
HARRAT
Doğramacı, çıkrıkçı. Tornacı.
HARRAZ
Terzi.
HARRE
(C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.
HARRE
(C.: Hurer) Değirmenin buğday konulan deliği.
HARR-I ŞEDİD
Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.
HARRUB
Keçiboynuzu adı verilen bir yemiş cinsi.
HARS
Tarla sürmek. * Maarif. * Mal toplamak, kazanmak. * Teftiş ve tedbir eylemek.
HARS
Tahmin etmek. * Yalan söylemek. * Acıkmak.
HARS
(C.: Hırâs) Küp.
HARS
Koruma. Muhafaza etmek. Hırz mânasınadır.
HARS
Yarmak, yırtmak.
HARSA'
Dilsiz kadın. * Gürlemeyen bulut. * Belâ. (Müz: Ahrâs)
HARSEK
Küçük cisim.
HARS-I IRKÎ
Milli maarif, ırkî hars.
HARSİNÎ
Tunç.
HARŞ
Kesbetmek, almak. * Tırmalamak.
HARŞ
Avlamak. * Kaşımak.
HARŞA
Bir cins ot.
HARŞEF
(C.: Harâşif) Kalkan balığı. * Balık pulu. * Enginar bitkisi.
HARŞUF
Enginar bitkisi.
HART
Katı katı ovmak. * Davarın yulaf yerken çıkardığı ses.
HART
El ile ağacın yaprağını sağmak. * Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak. * Nikâh.
HARTAVÎ
Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.
HARTUC
f. Topa merminin ardından sürülen barut kesesi.
HARUF
Küçük kuzu, hamel. * Tâze et.
HARUN
İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.
HARUN
Musa Peygamber'in (A.S.) yardımcısı ve büyük kardeşi. * Bağdad Abbasî Halifelerinden Harun-ür Reşid.
HARUNÎ
Hayvanın ilerlemeyip durması veya gerilemesi. Hayvanın huysuzluğu.
HARUR
Yüksekten düşmek. * Akla gelmedik cihetten hücum etmek.
HARUR
Sıcaklık. Güneşin kızgınlığı. * Gece esen sıcak rüzgâr.
HARUS
Sütü az olan kadın. * Evlenip hâmile olan kız.
HARUT
Mukaddes kimse. * İpini sahibi elinden çekip kaçan davar.
HARUT VE MARUT
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen iki meleğin ismidir.
HARVA
Büyük kumlu tepe. * Yüce, yüksek. * Bir dağın adı.
HAR-VAR
f. Eşek yükü.
HARY
Noksan etmek, noksanlaştırmak, eksiltmek.
HARZ
Dikmek.
HAR-ZAR
f. Çalılık, dikenlik.
HARZE
Yaban şalgamı.
HARZEM (HAREZM)
Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
HAS'
Reddetme. * Uzak olmak. Uzaklaştırmak.
HAS AHUR
Tar: Hükümdarın hayvanlarına mahsus ahır.
HAS LAFIZLAR
Bir mânaya mahsus olan lafızdır. Hasan, Mehmed, insan, erkek lafızları gibi.
HASA
Sığır terslemek.
HASA
Toprak saçmak.
HASA
Saymak. * Taş atıp vurmak.
HASA'
Bulamaç aşı. * Kavun.
HASA'
Suya kanmak ve kandırmak. * Dolmak. * Doymak. * Ufak taş.
HASA'
Saman parçası. * Hurma kabı.
HASAB
Odun.
HASAD
Ekin biçmek. Ekin biçme mevsimi.
HASADET
Hasedcilik, kıskançlık. Çekememezlik.
HASAFE
(C.: Hasif) Hurma yaprağından örülen kap. * Hurma yaprağı.
HASAFET
Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk.
HASAİL
(Haslet. C.) Hasletler. (Bak: Haslet)
HASAİS
(Hasîse. C.) Kötü huylar, fena tabiatlar.
HASÂİS
Bir şeye, birine has olan keyfiyetler.
HASÂİS-İ İNSÂNİYYE
İnsanlık hassaları.
HASAK
Büyük bir kuşun adı. (Çin'de, Babil'de ve Türk vilâyetlerinde olur.)
HASAL
Ağacın, zeminde yanlara sarkmış uçları. * Bir işte ortaya konulan ödül.
HASAL
Yüreğin ağrıması.
HAS'AM
Yemen diyarında bir kabilenin adı.
HASAN
Güzel. (Bak: Hasen)
HASAN
Nâmahremden korunur üzere olmak, korunmak.
HASAN
İyilik. Güzel muamelede bulunmak.
HASANET
Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması. * Kadının kendisini haramdan koruması.
HASAN-I BASRİ
(Hi: 21-110) En ileri Tâbiînden olup hadis ve fıkıhta büyük âlimlerdendir. Basra'da medfundur. Mezheb sahibi bir müçtehiddir. Sahabe-i Kiram'dan 130 zat ile görüşmüş, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mace kendisinden hadis nakletmişlerdir.
HASAR
Soğuk, berd.
HASAR
(C.: Hasâret) Ziyan, zarar.
HASARAT
(Hasâret. C.) Ziyan ve zararlar. Hasaretler.
HASAR-DİDE
f. Zarara uğramış, hasar görmüş.
HASARET
Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması. * Dahâmet peyda etme, irileşme.
HASARET
Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek.
HASAS
Başta saçın az olması.
HASASA
(C.: Hasâs) Fakirlik. * Hali yaramaz olmak. * Küçük delik. * İki kişinin arasındaki açıklık.
HASASE(T)
Tamahkârlık. Cimrilik. Alçaklık. Hasislik.
HASASET
İhtiyaç. Yoksulluk. Züğürtlük. * Rahne. * Kalbur ve elek gibi şeylerdeki küçük delik, gedik.
HASÂT
Küçük taş parçası. Çakıl. * Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak.
HASÂT-I BEVLİYYE
Tıb: Sidik yollarında ve böbreklerde meydana gelen taş.
HASÂT-I MESANE
Tıb: Sidik kesesinde meydana gelen taş.
HASB
(Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.
HASB
(C.: Havâsıb) Taş atmak. * Ufak taşları savuran rüzgâr.
HASBA
Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
HASBA'
(C.: Hasubâ) Ufak taş.
HASBE
Re'y. Tedbir. (Aslı: Ecir ve sevab mânasına gelen "hisbe" dir)
HASBE
Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
HASB-EL BEŞERİYYE
İnsanlık hali olarak, insanlık dolayısıyla.
HASBEL HAMİYYE
(Hasb-el hamiyye) Hamiyet icabı, hamiyet için.
HASBEL İCAB
(Hasb-el icâb) Durum icabı olarak, hâl ve durum iktiza ettiği için, durum dolayısıyla.
HASBEL İKTİZA
(Hasb-el iktizâ) İktiza ettiği için, gerektiğinden dolayı.
HASBEL KADER
(Hasb-el kader) Kader cihetiyle.
HASB-EL KADER
(Bak: HASBEL KADER)
HASB-EL LÜZUM
İcabettiği için.
HASBEL MEVSİM
(Hasb-el mevsim) Mevsime göre.
HASBETEN LİLLAH
Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.
HASBÎ
Karşılıksız. Allah rızası için. (Hakiki mürşid âlim, koyun olur; kuş olmaz. Hasbî verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü. Kuş veriyor ferhine lüâb-âlud kayyını. S.)
HASB-İ HAL
Halleşme. Görüşüp konuşma.
HASBİYE
âyetinin kısaca ismidir.
HASBÜNA
Bize yeter. Bize kâfidir (meâlinde).
HASDA'
Yaprağı çok olan ağaç.
HASEB
(Bak: Hasb)
HASEBE
Hurması çok olan hurma ağacı.
HASED
Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.(Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevi hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az; zahmeti çoktur. Eğer, uhrevi meziyetler ise; zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder zulmeder.Hem ona gelen musibetlerden memnun ve ni'metlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiyeye onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Adeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır. M.)
HASEDE
(Hâsid. C.) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler.
HASEK
Kin, adavet, hased. * Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh.
HASEKE
(C.: Husek) Kin tutmak, adavet etmek. * Demir dikeni denilen üç köşeli diken. * Demirden yapılan üç köşeli "bıtırak" denilen harp âletleri.
HASEKİ
Tar: Vaktiyle sarayda görevli bazı subaylara verilen isim.
HASELE
Tıb: Karnın göbek ile kasık arasındaki kısmı.
HASEM
Burnun yassı ve geniş olması.
HASEN
Güzel. Hüsünlü. Güzellik. * Güzel olmak.
HASENAT
Güzellikler. İyi ameller. İyilikler. (Hasenât da ya kalb ile olur veya kalb ve beden ile olur; veyahut mal ile olur. A'mâl-i kalbinin şemsi imândır. A'mal-i bedeniyenin fihristesi namazdır. A'mâl-i mâliyenin kutbu zekâttır. İ.İ.)
HASENE
İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş. * Eski altun paralardan biri.
HASEN-ÜL HULK
Huyu ve tabiatı güzel.
HASEN-ÜS SAVT
Güzel sesli.
HASER
Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması.
HASF
Ay tutulması. * Işığı sönmek.
HASF
Ayakkabı dikmek. * Birbirine yapıştırmak. * Tasmalı nâlin. * Ağacın yaprağının dökülmesi.
HASFOLMAK
Parlaklığı gitmek.
HASHAS
Seri, çabuk, hızlı.
HASHAS
Toprak. * Ufak taş.
HASHAS
Cömert kimse.
HASHAS
Koparılmış olmak.
HASHAS
Zâhir olma, açık ve âşikâr olma, görünme.
HASHASA
Açık ve âşikâr olma. * Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.
HASHASE
Kandırmak. * Koparmak. * Çok fazla deprenmek.
HASHASE
Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak. * Bir şeyi döndürmek.
HASHASE
Anlaşılmayan ses. * Hınzır avazı.
HASIB
Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.
HASID
Ekin biçen.
HASIF
Zayıf.
HASIK
Süngü demiri.
HÂSIL
Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
HÂSILAT
Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad.
HÂSILAT-I SÂFİYE
Sâfi kazanç. Net kâr. Bütün masraflar çıktıktan sonra kazanç olarak geri kalan hâsılat.
HÂSILAT-I SENEVİYYE
Senelik kazançlar, yıllık gelirler.
HÂSIL-I BİLMASDAR
Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'dır.
HÂSIL-I CEM'
Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.
HÂSIL-I DARB
Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.
HÂSILI KELÂM
(Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası.
HASIM
(Bak: Hasm)
HASIN(E)
(C.: Hâsınât) İffetli, namuslu ve şerefli kadın.
HASIR
(Hasr. dan) Muhâsara eden, etrafını çeviren, hasreden.
HASIRALTI ETMEK
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
Yarma. Yırtma. * Su akacak yarık yer.
HARK VE İLTİYAM
Yarmak ve yapıştırmak. Yırtılmak ve iyileşmek.
HARKA'
Kulağı delik koyun. * Çeşitli yönlerden esen rüzgâr.
HARKAFA
(C.: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.
HARKAHE
Koyuncuların kara evi.
HARKEKET
(C.: Harâkîk) Uyluk başı.
HARK-I KEBİR
Büyük yangın. * Cihan Harbi. (daha ziyade ihrak olarak kullanılır)
HARKÜRRE
f. Eşek yavrusu, sıpa.
HARM
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. * Davara yük vurmak. * İşinde çabuk çabuk olmak. * Udul etmek. * Kat'etmek.
HARMED
Kokusu ve rengi değişen. * Kara balçık.
HARMEL
Üzerlik otu.
HAR-MENİŞ
f. Eşek huylu, eşek tabiatlı.
HARMEŞ
İfsad etmek, bozmak.
HARNUB
Keçiboynuzu adı verilen bir cins yemiş.
HARP
(Bak: Harb)
HAR-PÜŞT
f. Diken sırtlı. * Mc: Kirpi.
HARPÜŞTE
f. Balıksırtı şeklinde olan, harpuşta.
HARR
Hararet, sıcaklık. Sıcak.
HARR
Yarmak.
HARR(E)
Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı.
HARRA
(Hurur) Yüksekten aşağı düşmek.
HARRAKA
Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi.
HARRAN
Susuz.
HARRARE
Gürleyerek, çağlayarak akan su.
HARRAS
Küp yapan.
HARRAS
Yalancı.
HARRAS
(Harâset. den) Çiftçi, ekinci. Toprağı işleyip ekin eken.
HARRAT
Doğramacı, çıkrıkçı. Tornacı.
HARRAZ
Terzi.
HARRE
(C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.
HARRE
(C.: Hurer) Değirmenin buğday konulan deliği.
HARR-I ŞEDİD
Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.
HARRUB
Keçiboynuzu adı verilen bir yemiş cinsi.
HARS
Tarla sürmek. * Maarif. * Mal toplamak, kazanmak. * Teftiş ve tedbir eylemek.
HARS
Tahmin etmek. * Yalan söylemek. * Acıkmak.
HARS
(C.: Hırâs) Küp.
HARS
Koruma. Muhafaza etmek. Hırz mânasınadır.
HARS
Yarmak, yırtmak.
HARSA'
Dilsiz kadın. * Gürlemeyen bulut. * Belâ. (Müz: Ahrâs)
HARSEK
Küçük cisim.
HARS-I IRKÎ
Milli maarif, ırkî hars.
HARSİNÎ
Tunç.
HARŞ
Kesbetmek, almak. * Tırmalamak.
HARŞ
Avlamak. * Kaşımak.
HARŞA
Bir cins ot.
HARŞEF
(C.: Harâşif) Kalkan balığı. * Balık pulu. * Enginar bitkisi.
HARŞUF
Enginar bitkisi.
HART
Katı katı ovmak. * Davarın yulaf yerken çıkardığı ses.
HART
El ile ağacın yaprağını sağmak. * Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak. * Nikâh.
HARTAVÎ
Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.
HARTUC
f. Topa merminin ardından sürülen barut kesesi.
HARUF
Küçük kuzu, hamel. * Tâze et.
HARUN
İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.
HARUN
Musa Peygamber'in (A.S.) yardımcısı ve büyük kardeşi. * Bağdad Abbasî Halifelerinden Harun-ür Reşid.
HARUNÎ
Hayvanın ilerlemeyip durması veya gerilemesi. Hayvanın huysuzluğu.
HARUR
Yüksekten düşmek. * Akla gelmedik cihetten hücum etmek.
HARUR
Sıcaklık. Güneşin kızgınlığı. * Gece esen sıcak rüzgâr.
HARUS
Sütü az olan kadın. * Evlenip hâmile olan kız.
HARUT
Mukaddes kimse. * İpini sahibi elinden çekip kaçan davar.
HARUT VE MARUT
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen iki meleğin ismidir.
HARVA
Büyük kumlu tepe. * Yüce, yüksek. * Bir dağın adı.
HAR-VAR
f. Eşek yükü.
HARY
Noksan etmek, noksanlaştırmak, eksiltmek.
HARZ
Dikmek.
HAR-ZAR
f. Çalılık, dikenlik.
HARZE
Yaban şalgamı.
HARZEM (HAREZM)
Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
HAS'
Reddetme. * Uzak olmak. Uzaklaştırmak.
HAS AHUR
Tar: Hükümdarın hayvanlarına mahsus ahır.
HAS LAFIZLAR
Bir mânaya mahsus olan lafızdır. Hasan, Mehmed, insan, erkek lafızları gibi.
HASA
Sığır terslemek.
HASA
Toprak saçmak.
HASA
Saymak. * Taş atıp vurmak.
HASA'
Bulamaç aşı. * Kavun.
HASA'
Suya kanmak ve kandırmak. * Dolmak. * Doymak. * Ufak taş.
HASA'
Saman parçası. * Hurma kabı.
HASAB
Odun.
HASAD
Ekin biçmek. Ekin biçme mevsimi.
HASADET
Hasedcilik, kıskançlık. Çekememezlik.
HASAFE
(C.: Hasif) Hurma yaprağından örülen kap. * Hurma yaprağı.
HASAFET
Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk.
HASAİL
(Haslet. C.) Hasletler. (Bak: Haslet)
HASAİS
(Hasîse. C.) Kötü huylar, fena tabiatlar.
HASÂİS
Bir şeye, birine has olan keyfiyetler.
HASÂİS-İ İNSÂNİYYE
İnsanlık hassaları.
HASAK
Büyük bir kuşun adı. (Çin'de, Babil'de ve Türk vilâyetlerinde olur.)
HASAL
Ağacın, zeminde yanlara sarkmış uçları. * Bir işte ortaya konulan ödül.
HASAL
Yüreğin ağrıması.
HAS'AM
Yemen diyarında bir kabilenin adı.
HASAN
Güzel. (Bak: Hasen)
HASAN
Nâmahremden korunur üzere olmak, korunmak.
HASAN
İyilik. Güzel muamelede bulunmak.
HASANET
Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması. * Kadının kendisini haramdan koruması.
HASAN-I BASRİ
(Hi: 21-110) En ileri Tâbiînden olup hadis ve fıkıhta büyük âlimlerdendir. Basra'da medfundur. Mezheb sahibi bir müçtehiddir. Sahabe-i Kiram'dan 130 zat ile görüşmüş, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mace kendisinden hadis nakletmişlerdir.
HASAR
Soğuk, berd.
HASAR
(C.: Hasâret) Ziyan, zarar.
HASARAT
(Hasâret. C.) Ziyan ve zararlar. Hasaretler.
HASAR-DİDE
f. Zarara uğramış, hasar görmüş.
HASARET
Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması. * Dahâmet peyda etme, irileşme.
HASARET
Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek.
HASAS
Başta saçın az olması.
HASASA
(C.: Hasâs) Fakirlik. * Hali yaramaz olmak. * Küçük delik. * İki kişinin arasındaki açıklık.
HASASE(T)
Tamahkârlık. Cimrilik. Alçaklık. Hasislik.
HASASET
İhtiyaç. Yoksulluk. Züğürtlük. * Rahne. * Kalbur ve elek gibi şeylerdeki küçük delik, gedik.
HASÂT
Küçük taş parçası. Çakıl. * Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak.
HASÂT-I BEVLİYYE
Tıb: Sidik yollarında ve böbreklerde meydana gelen taş.
HASÂT-I MESANE
Tıb: Sidik kesesinde meydana gelen taş.
HASB
(Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.
HASB
(C.: Havâsıb) Taş atmak. * Ufak taşları savuran rüzgâr.
HASBA
Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
HASBA'
(C.: Hasubâ) Ufak taş.
HASBE
Re'y. Tedbir. (Aslı: Ecir ve sevab mânasına gelen "hisbe" dir)
HASBE
Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
HASB-EL BEŞERİYYE
İnsanlık hali olarak, insanlık dolayısıyla.
HASBEL HAMİYYE
(Hasb-el hamiyye) Hamiyet icabı, hamiyet için.
HASBEL İCAB
(Hasb-el icâb) Durum icabı olarak, hâl ve durum iktiza ettiği için, durum dolayısıyla.
HASBEL İKTİZA
(Hasb-el iktizâ) İktiza ettiği için, gerektiğinden dolayı.
HASBEL KADER
(Hasb-el kader) Kader cihetiyle.
HASB-EL KADER
(Bak: HASBEL KADER)
HASB-EL LÜZUM
İcabettiği için.
HASBEL MEVSİM
(Hasb-el mevsim) Mevsime göre.
HASBETEN LİLLAH
Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.
HASBÎ
Karşılıksız. Allah rızası için. (Hakiki mürşid âlim, koyun olur; kuş olmaz. Hasbî verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü. Kuş veriyor ferhine lüâb-âlud kayyını. S.)
HASB-İ HAL
Halleşme. Görüşüp konuşma.
HASBİYE
âyetinin kısaca ismidir.
HASBÜNA
Bize yeter. Bize kâfidir (meâlinde).
HASDA'
Yaprağı çok olan ağaç.
HASEB
(Bak: Hasb)
HASEBE
Hurması çok olan hurma ağacı.
HASED
Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.(Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevi hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az; zahmeti çoktur. Eğer, uhrevi meziyetler ise; zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder zulmeder.Hem ona gelen musibetlerden memnun ve ni'metlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiyeye onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Adeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır. M.)
HASEDE
(Hâsid. C.) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler.
HASEK
Kin, adavet, hased. * Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh.
HASEKE
(C.: Husek) Kin tutmak, adavet etmek. * Demir dikeni denilen üç köşeli diken. * Demirden yapılan üç köşeli "bıtırak" denilen harp âletleri.
HASEKİ
Tar: Vaktiyle sarayda görevli bazı subaylara verilen isim.
HASELE
Tıb: Karnın göbek ile kasık arasındaki kısmı.
HASEM
Burnun yassı ve geniş olması.
HASEN
Güzel. Hüsünlü. Güzellik. * Güzel olmak.
HASENAT
Güzellikler. İyi ameller. İyilikler. (Hasenât da ya kalb ile olur veya kalb ve beden ile olur; veyahut mal ile olur. A'mâl-i kalbinin şemsi imândır. A'mal-i bedeniyenin fihristesi namazdır. A'mâl-i mâliyenin kutbu zekâttır. İ.İ.)
HASENE
İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş. * Eski altun paralardan biri.
HASEN-ÜL HULK
Huyu ve tabiatı güzel.
HASEN-ÜS SAVT
Güzel sesli.
HASER
Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması.
HASF
Ay tutulması. * Işığı sönmek.
HASF
Ayakkabı dikmek. * Birbirine yapıştırmak. * Tasmalı nâlin. * Ağacın yaprağının dökülmesi.
HASFOLMAK
Parlaklığı gitmek.
HASHAS
Seri, çabuk, hızlı.
HASHAS
Toprak. * Ufak taş.
HASHAS
Cömert kimse.
HASHAS
Koparılmış olmak.
HASHAS
Zâhir olma, açık ve âşikâr olma, görünme.
HASHASA
Açık ve âşikâr olma. * Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.
HASHASE
Kandırmak. * Koparmak. * Çok fazla deprenmek.
HASHASE
Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak. * Bir şeyi döndürmek.
HASHASE
Anlaşılmayan ses. * Hınzır avazı.
HASIB
Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.
HASID
Ekin biçen.
HASIF
Zayıf.
HASIK
Süngü demiri.
HÂSIL
Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
HÂSILAT
Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad.
HÂSILAT-I SÂFİYE
Sâfi kazanç. Net kâr. Bütün masraflar çıktıktan sonra kazanç olarak geri kalan hâsılat.
HÂSILAT-I SENEVİYYE
Senelik kazançlar, yıllık gelirler.
HÂSIL-I BİLMASDAR
Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'dır.
HÂSIL-I CEM'
Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.
HÂSIL-I DARB
Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.
HÂSILI KELÂM
(Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası.
HASIM
(Bak: Hasm)
HASIN(E)
(C.: Hâsınât) İffetli, namuslu ve şerefli kadın.
HASIR
(Hasr. dan) Muhâsara eden, etrafını çeviren, hasreden.
HASIRALTI ETMEK
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.