HİLÂLE
Ay ağılı, hâle.
HİLÂL-EBRU
f. Kaşı ay gibi olan. Hilâl kaşlı. Yeni ay gibi kaşı olan.
HİLALET
Samimi dostluk.
HİLALÎ
Yeni ay şeklinde olan. * Bir yazı stili.
HİLÂL-İ AHDAR
Yeşilay.
HİLÂL-İ AHMER
Kırmızı ay. Kızılay'ın önceki ismi.
HİLÂL-İ ÎD
Bayram hilali. Bayram edileceğinin anlaşılmasına sebeb olan hilâl.
HİLALÎ SAAT
Kalıbı gümüş olmayıp bakır veya tombak olan eski saatlere verilen addır.
HİLÂL-İ SAVM
Oruç hilâli. Ramazanın geldiği kendisi görünmekle bilinen hilâl.
HİLAL-İ SÜTUR
Satırların aralığı. Satırlar ortası.
HİLASÎ
(Hilâsiyye) Zenci ile beyaz melezi.
HİLAŞ
f. Gürültü, kavga, patırtı, şamata.
HİL'AT
Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
HİL'AT-DUZ
f. Kaftan diken, terzi.
HİL'AT-I VEDÂ
Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.
HİL'AT-I VÜCUD
Vücud elbisesi. Ruhun,içinde bulunduğu ten elbisesi. Cesed.
HİL'AT-İ FÂHİRE
Çok kıymetli ve değerli olan kaftan.
HİL'AT-İ HASS-ÜL HAS
Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.
HİLB
Asma yaprağı. * Ciğer. * Tırnak. * Tarp bitkisi * Zampara genç.
HİLBACE
Ahmak.
HİLBİLAB
Sarmaşık.
HİLBİSE
Şey.
HİLBUS
Ahmak.
HİLCAB
Büyük çömlek.
HİLE
Sed. Hâil. * Çare. * Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak. * Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara. * Zeval ve intikal. * Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık.
HİLEBAZ
f. Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu.
HİLE-İ ŞER'İYE
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumun ve mes'elenin kanuni ve şer'i hal çaresini bulmak demektir. Buna, mahlâs-ı şer'i (Şer'i kurtuluş) da denir. (O.S.)
HİLEKÂR
f. Hileci, hilebâz.
HİLEKÂRANE
f. Hilekârcasına, hile yapanlar gibi.
HİLEKÂRÎ
f. Hilekârlık.
HİLEPERDAZ
f. Hile yapan, hileci.
HİLESAZ
f. Oyuncu, düzenbaz, hileci.
HİLF
(C.: Ahlâf) Sözleşme, söz verme. * Yardımlaşma, dayanışma. Birlik maksadıyla ittifak.
HİLHAL
(C.: Helâhil) Hallacın bezi iyi dokuması. * Seyrek kalbur.
HİLÎTEC
Hindistan eriği.
HİLKAM
Arslan, esed. *İri yapılı, cüsseli, şişman.
HİLKAT
Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış.
HİLKATEN
Yaratılıştan. Doğuştan.
HİLKIYYAT
Yaratılışla alâkalı, hilkatte olan evsaf.
HİLKIYYET
Yaratılışta olma, hilkî olma.
HİLKÎ
Hilkate âit, yaratılıştan. Yaratılışa dâir. Yaratılışta. * Zâti.
HİLL
Helâl. Yapılması günah olmayan. * Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
HİLLE
İstasyon, durak.
HİLLET
(C.: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık. * Kılınç gediği. * Nakışlı deri. * Ağızda bâki kalan dişler. * Dişler arasında kalan yemek artığı.
HİLLET
Bir yere konup istirahat eden cemaat. * Yorgunluk. Kırgınlık. * Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.
HİLLEVF
Kocamış, ihtiyarlamış. * Yalancı, hilekâr.
HİLM
Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. * Vakar. Sükûn.
HİLMAN
Çok, kesir.
HİLMÎ
Hilm'e ait ve hilm'e bağlı.
HİLM-İ HİMARÎ
İfrat derecede yavaşlık, yumuşak huyluluk.
HİLMİYYET
Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.
HİLV
Boş oluş. Boşluk. (Bak: Hulüv)
HİLYA'
Yırtıcı hayvanların küçüğü.
HİLYE
Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz. * Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet. * Suret. Hey'et. Görünüş.
HİLYE-İ ŞERİF
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) mübarek vasıflarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazı.
HİLYUN
Marçopa denilen ot.
HİM
Deveye ârız olan susuzluk hastalığı. * Kürtçede: Temel, esas.
HİM
Huy, mizac, tabiat.
HİMAL
Yük getirmek, yük taşımak.
HİMALE
(C.: Hamayil). Kılıç kayışı.
HİMAN
Susuz, susamış.
HİMAR
Merkep. Eşek.
HİMARÎ
Himarla alâkalı. * Eşek gibi.
HİMAYE
Koruma. Korunma. Muzır şeylerden muhafaza etme.
HİMAYE-İ ETFAL CEMİYETİ
Çocuk Esirgeme Kurumu.
HİMAZE
Katılık, şiddet.
HÎME
f. Kütük, odun, kereste.
HİMEM
(Himmet. C.) Himmetler.
HİML
Yük. Taşınan ağırlık.
HİMLAC
Kuyumcular körüğü.
HİML-İ CESİM
Ağır yük.
HİMM
Suyu çok olan kuyu.
HİMMET
Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım. (Bak: Mahiyet)Himmet kelimesinin çok geçtiği bir dersS - Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir?C - Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan ye's rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı kılıcını istimal ediniz. Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapt eden meylüttefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz hakikatını o düşmana gönderiniz. Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz yu siper ediniz. Sonra da, medeni-i bittab' olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de: olan mücahid-i âli-himmeti mübarezesine çıkarınız. Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de: olan hısn-ı hasîni himmete melce' ediniz. Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş'et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Size de: olan hakikat-ı şâhikayı üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin. Sonra Allah'ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir. Himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de: olan kâr-âşinâ ve vazife-şinas olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin. Sonra umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de: olan mücahid-i âli-cenabı, o cellâd-ı sehhara gönderiniz. Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir.)(Münazarat) (Velilerin himmetleri, imdatları, manevî fiilleriyle feyiz vermeleri, hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdî, Mugîs, Muîn ancak Allah'dır. Fakat insanda öyle bir lâtife, öyle bir hâlet vardır ki, o lâtife lisaniyle her ne sual edilirse velev ki fâsık da olsun Cenab-ı Hak o lâtifeye hürmeten o matlubu yerine getirir. O lâtife pek uzaktan bana göründü ise de teşhis edemedim. M.N.)
HİMYAN
Dirhem koydukları kap ve kemer.
HİMYATA
(Süryanicedir ve Tevrat'ta geçer.) Resul-ü Ekrem Hz. Muhammed'in (A.S.M.) İbranice bir ismidir.
HİMYE
Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve dikkat.
HİMYEVÎ
Perhiz ile alâkalı.
HÎN
An, zaman, vakit. Sıra. Çağ. * Kıyamet.
HİNA
Hurma salkımı. * Bir çeşit katran.
HİNA'
Hayvanın kösneyip erkek istemesi.
HÎNA
f. Şarkı söyleme.
HÎNA Kİ
Vakta ki, ne zaman ki.
HİNÂ-GER
f. Şarkıcı, şarkı söyleyen.
HİNAS
(Hünsâ. C.) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler.
HİNBER
(C.: Henâbir) Eşek sıpası.
HİND
Hindistan'ın kısa adı. * Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.) * Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
HİNDEB
(Hindebâ-Hindebâe) Hindibâ, gündöndü çiçeği.
HİNDÎ
Hind'e ait. * Hind ahalisinden olan, Hindli. * Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı. * Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.
HİNDU
f. Satürn (Zühal) gezegeni. * Benek, ben. * Hind'in Brahman ahalisinden olan. * Hindliler gibi pek esmer adam.
HİNDUBAR
f. Yazı hokkası.
HİNDUVANE
f. Kavun, karpuz.
HİNDUVANÎ
Hindî kılıç.
HİNE
Onurlu olma hâli, gururluluk.
HÎNE
Bir vakit.
HÎNEİZİN
(Zaman zarfı) o zaman, o sıra.
HÎNEN
Zamanca, vakta, vakitçe, zaman olarak.
HÎN-İ HÂCET
İhtiyaca göre, ihtiyaç vakti.
HÎN-İ HACETTE
Lüzumlu zamanında, ihtiyaç olduğu vakit.
HÎN-İ SEFER
Yolculuk. * Ölüm zamanı. Sefer zamanı.
HİNK
Kır at.
HİNME
Boncuk adı.
HİNNA'
Kanat.
HİNNE
Cinnet, cünun, delilik.
HİNOĞLU
Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli.
HİNS
(C: Ahnâs) Günah. * Yemin. * Ahdi bozmak. * Ağır yük.
HİNSARE
Küçük ve kısa.
HİNV
Eyer ağacı. * İyeği kemiğinin eğrice ucu.
HİPNOTİZMA
(Bak: İpnotizma)
HİPODROM
Fr. At yarışlarının yapıldığı alan.
HİPOTENÜS
Fr. Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.)
HİPOTEZ
(Bak: Faraziye)
HİR
Bir çeşit çiçek.
HİRABE
Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma.
HİRAKA
Su dökmek.
HİRAKL
Bir Rum padişahı.
HİRAM
(Herem. C.) Piramitler, ehramlar.
HİRAM
f. Salınarak eda ve naz ile yürüme.
HİRAMİS (HİRMİS)
İnsanın üstüne sıçrayıp hamle eden arslan ve kaplan eniği.
HİRAN
Yavuzluk etmek. * Muti olmamak, itaat etmemek.
HİRAS
f. Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek.
HİRASAN
f. Korkak, ürkek, korkan, çekinen.
HİRASE
f. Bostan korkuluğu. Korkutacak şey.
HİRASET
(Bak: Harâset)
HİRAVE
Değnek, asâ.
HİRBA
Bukalemun denen bir hayvan. * Mc: Devamlı fikir değiştiren kimse.
HİRBİZ
(C.: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı.
HİRC
(C.: Ahrâc) Yılan başı dedikleri ufak beyaz boncuk. * Günah. * Göz kamaşmak.
HİRCAB
Uzun. * Büyük çömlek.
HİRCAS
Gövdeli, iri vücutlu, cesim.
HİRDEBE
Korkak, ihtiyar, yaşlı kimse.
HÎRE
(Bak: Hıyre)
HİRED-AMUZ
f. Öğretmen, muallim.
HİREF
(Hirfet. C.) Meslekler, san'atlar.
HİREK
Karaman koyunundan daha küçük yapıda, yassı ve geniş kuyruklu bir koyun cinsi.
HİRFET
(C.: Hiref) Meslek, san'at.
HİRMAN
Mahrum olmak, mahrum kalmak. (Aslı, mahrum etmektir)
HİRMAS
Arslan, esed.
HİRMEN
f. Harman.
HİRMET
Cima şehveti.
HİRR
Kedi.
HİRRE
Dişi kedi.
HİRSA
Azıcık derisi yarılan baş yarığı.
HİRSIYAN
Karın derisinin içi. * Fil derisinin içi.
HİRŞEMM
Yumuşak taş.
HİRTA
(C.: Hırâ) Zayıf dişi koyun.
HİRTAL
Uzun, tavil.
HİRVAL
(Hervele) Yürümek ile koşmak arasında bir nevi yürüyüştür.
HİRZUN
Bir küçük canavar.
HÎS
Meşelik. * Arslan yatağı.
HÎS
Ürkmek. * Kaçmak, firar.
HİSA
(C.: Ahsâ) Kumlu yerde olan dibi yakın kuyu.
HİSAB
(C.: Hisâbât) Hesap, aritmetik.
HİSABA ÇEKMEK
Hesap sormak, hesap aramak.
HİSAB-I AMELÎ
Mat: Pratik hesap, aritmetik.
HİSAB-I NAZARÎ
Mat: Teorik hesap.
HİSABÎ
Hesabını iyi bilen. * Mc: Tamahkâr, cimri, hasis, eli sıkı.
HİSAL
(Bak: Hısal)
HİSAN
Aygır, damızlık erkek at.
HİSAR
(Hasr. dan) Etrafını alma, kuşatma. * Kale. Etrafı istihkâmlı yer.
HİSAR ERİ
Kale muhafızı.
HİSARLI
Hisarla çevrili yer. * Hisarda oturan, kalede mukim. * Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit değildi.
HİSBAN
Zan. * İtikat.
HİSBE
Ecir, sevap. * İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi. * Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu.
HİSÎL
Dağ ağaçlarından bir cins. * Kısa boylu adam.
HİSKİL
(C.: Hasâkil) Her canavarın yavruları içinde küçük olanı.
HİSL
(C.: Husul) Yumurtasından yeni çıkmış olan kertenkele yavrusu.
HİSREME
Üst dudağın ortasında olan daire.
HİSS
Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
HİSSE
Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım.
HİSSE SENEDİ
Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.
HİSSEÇİN
f. Hisse alma, pay alma.
HİSSEDAR
Hisse sâhibi, hissesi olan.
HİSSE-İ MÜFREZE
Fık: Bir toprağın taksiminde vârislerden her birisinin hissesine isabet eden yer.
HİSSE-İ ŞÂYİA
Fık: Müşterek bir malın her bir cüz'üne sirayet eden hisse, pay. * Ortaklar arasında taksim edilmemiş olan müşterek mal. Meselâ: Bir kitaba, bir kaç kişi ortak ve taksim de mümkün değil ise; her hissedarın kitabın umumuna sahip olması.
HİSSEMEND
f. Hisseli olan. Pay alan, nasipli. * Ders alan.
HİSSEN
His itibariyle, duygulanarak, hislenerek.
HİSSET
Cimrilik. Bahillik. Tamahkârlık. * Alçaklık.
HİSSEYAB
f. Hisselenen. Faydalanan. Hisse alan.
HİSSÎ
Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan.
HİSS-İ KABL-EL VUKU'
Bir şeyi vukuundan önce hissetmek.
HİSS-İ SÂDİS
Altıncı hiss, altıncı duygu.(Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
HİSS-İ SELİM
Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi. * Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
HİSSİYAT
Duygular. Hisler.(İnsanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecâzi, biri hakiki. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızk cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir, bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medâr olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakiki mal olan a'mâl-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikiye inkılâb eder.Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmiyen bir şey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakiki inada, yâni hakta şiddetli sebata inkılâb eder.İşte şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabiyle istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe,' hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda te'sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yâni, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki : "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz. "Hem nasihat te'sir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.M.)
HİSSİYAT-I HAFİYYE
Gizli hisler, duygular.(Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş. Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. R.N.)
HİSSİYAT-I MÜTEVARİSE
Geçmiş ecdaddan yeni nesle intikal edip gelen hisler. (Hürmet ve hayâ hisleri gibi)
HİSSİYAT-I ULVİYE
Yüksek hisler, ulvi duygular.
HİSSİYET
Duygululuk, hissîlik.
HÎŞ
(C.: Hişân) f. Akraba. Aynı soydan olan.
HİŞAM
Kırmak. * Kesmek.
HÎŞAN
(Hîş. C.) f. Akrabalar. Aynı sülâleden olanlar.
HİŞAŞ
İçinde ot olan çuval.
HÎŞAVEND
f. Akraba, soysop.
HÎŞAVENDÂN
(Hîşâvend. C.) f. Akrabalar, soysoplar.
HİŞDAR
f. Temizlik kurallarına çok sadık olan ve riayet eden adam.
HİŞİN
Kokmuş tuluk.
HİŞMET
Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak. * Gadap ve şiddet. Hiddet.
HİŞNE
Kin tutmak. * Çirkin ve pis kokmak.
HİŞT
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
HÎŞTEN
f. Kendi.
HÎŞTENDAR
f. Kendine iyi bakan, sağlığını koruyan.
HİŞVE
Yaramaz kimse. * Çok rezil kimse.
HÎT
Devekuşu sürüsü.
HİTAB
Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (Bak: Fasl-ı hitab)
HİTABE(T)
Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek. * Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
HİTABEN
Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.
HİTABET BERATI
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe okuyamazlardı.)
HİTABİYYAT
Hitabolunarak söylenen sözler.
HİTAFE
Çağırmak.
HİTAM
Son, nihayet. * Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
HİTAMPEZİR
f. Biten, hitâm bulun, sona eren, nihayet eren.
HİTAMUHU MİSKÜN
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir. dersin veya sohbetin sonunda okunması ile söze nihayet verilmesi gibi.
HİTAN
Erkek çocuğun sünnet edilmesi. * Tenasül uzvunun sünnet yeri.
HÎTAN
(Hâit. C.) Duvarlar. Mânialar, hâiller, engeller. * Avlular.
HİTANET
Sünnetçilik.
HİTAR
Saçma söz, mânâsız kelâm.
HİTL (HETL)
Yorgun deve. * Yağmurun aralıksız olarak yağması. * Sürekli olarak gözyaşı akmak.
HİTR
Faydasız ve mânâsız söz, boş lâf, yalan.
HİTRAFÎ
Demirci. * Kuyumcu.
HİYAB
(Hiyâbet) Kabahat, suç, günah. * Kötü bir durumun başlangıcı. * Yokluk.
HİYAC
Vuruşma, kıtal. * Müteheyyiç olmak. Muztarib olmak. * Otun kuruması.
HİYADE
Evmek. * Tevbe etmek.
HİYAKET
Dokumacılık.
HİYAL
Taraf, yan, cânib. Hizâ. * Bir hayvanın kısır olma hâli.
HİYAM
(Himân. C.) Susayanlar, suya ihtiyacı olanlar.
HİYAM
(Hayme. C.) Çadırlar, haymeler.
HİYAMİYYE NEZARETİ
Tar: 1826 senesinde Yeniçeri Ocağı'nın ilgası üzerine kaldırılan Çadır Mehterleri yerine kurulan daire.
HİYAN
Zaman, devre.
HİYANET
(Bak: Hıyânet)
HİYASET
Dikmek.
HİYAT
Çağırmak.
HİYAT
(Hiyâtet) Bir şeyin etrafını çevirme.
HİYATA
(Hiyatet) Terzilik. Dikiş yapmak.
HİYAZ
(Hayz. C.) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.
HİYAZET
Toplama, bir araya getirme. * Bir şeyi kendine mal etme.
HİYEL
(Hile. C.) Aldatmacalar, hileler, sahtekârlıklar.
HİYELA
Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik.
HİYEM
(Hayme. C.) Çadırlar.
Ay ağılı, hâle.
HİLÂL-EBRU
f. Kaşı ay gibi olan. Hilâl kaşlı. Yeni ay gibi kaşı olan.
HİLALET
Samimi dostluk.
HİLALÎ
Yeni ay şeklinde olan. * Bir yazı stili.
HİLÂL-İ AHDAR
Yeşilay.
HİLÂL-İ AHMER
Kırmızı ay. Kızılay'ın önceki ismi.
HİLÂL-İ ÎD
Bayram hilali. Bayram edileceğinin anlaşılmasına sebeb olan hilâl.
HİLALÎ SAAT
Kalıbı gümüş olmayıp bakır veya tombak olan eski saatlere verilen addır.
HİLÂL-İ SAVM
Oruç hilâli. Ramazanın geldiği kendisi görünmekle bilinen hilâl.
HİLAL-İ SÜTUR
Satırların aralığı. Satırlar ortası.
HİLASÎ
(Hilâsiyye) Zenci ile beyaz melezi.
HİLAŞ
f. Gürültü, kavga, patırtı, şamata.
HİL'AT
Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan.
HİL'AT-DUZ
f. Kaftan diken, terzi.
HİL'AT-I VEDÂ
Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.
HİL'AT-I VÜCUD
Vücud elbisesi. Ruhun,içinde bulunduğu ten elbisesi. Cesed.
HİL'AT-İ FÂHİRE
Çok kıymetli ve değerli olan kaftan.
HİL'AT-İ HASS-ÜL HAS
Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.
HİLB
Asma yaprağı. * Ciğer. * Tırnak. * Tarp bitkisi * Zampara genç.
HİLBACE
Ahmak.
HİLBİLAB
Sarmaşık.
HİLBİSE
Şey.
HİLBUS
Ahmak.
HİLCAB
Büyük çömlek.
HİLE
Sed. Hâil. * Çare. * Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak. * Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara. * Zeval ve intikal. * Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık.
HİLEBAZ
f. Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu.
HİLE-İ ŞER'İYE
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumun ve mes'elenin kanuni ve şer'i hal çaresini bulmak demektir. Buna, mahlâs-ı şer'i (Şer'i kurtuluş) da denir. (O.S.)
HİLEKÂR
f. Hileci, hilebâz.
HİLEKÂRANE
f. Hilekârcasına, hile yapanlar gibi.
HİLEKÂRÎ
f. Hilekârlık.
HİLEPERDAZ
f. Hile yapan, hileci.
HİLESAZ
f. Oyuncu, düzenbaz, hileci.
HİLF
(C.: Ahlâf) Sözleşme, söz verme. * Yardımlaşma, dayanışma. Birlik maksadıyla ittifak.
HİLHAL
(C.: Helâhil) Hallacın bezi iyi dokuması. * Seyrek kalbur.
HİLÎTEC
Hindistan eriği.
HİLKAM
Arslan, esed. *İri yapılı, cüsseli, şişman.
HİLKAT
Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış.
HİLKATEN
Yaratılıştan. Doğuştan.
HİLKIYYAT
Yaratılışla alâkalı, hilkatte olan evsaf.
HİLKIYYET
Yaratılışta olma, hilkî olma.
HİLKÎ
Hilkate âit, yaratılıştan. Yaratılışa dâir. Yaratılışta. * Zâti.
HİLL
Helâl. Yapılması günah olmayan. * Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
HİLLE
İstasyon, durak.
HİLLET
(C.: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık. * Kılınç gediği. * Nakışlı deri. * Ağızda bâki kalan dişler. * Dişler arasında kalan yemek artığı.
HİLLET
Bir yere konup istirahat eden cemaat. * Yorgunluk. Kırgınlık. * Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.
HİLLEVF
Kocamış, ihtiyarlamış. * Yalancı, hilekâr.
HİLM
Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. * Vakar. Sükûn.
HİLMAN
Çok, kesir.
HİLMÎ
Hilm'e ait ve hilm'e bağlı.
HİLM-İ HİMARÎ
İfrat derecede yavaşlık, yumuşak huyluluk.
HİLMİYYET
Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.
HİLV
Boş oluş. Boşluk. (Bak: Hulüv)
HİLYA'
Yırtıcı hayvanların küçüğü.
HİLYE
Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz. * Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet. * Suret. Hey'et. Görünüş.
HİLYE-İ ŞERİF
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) mübarek vasıflarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazı.
HİLYUN
Marçopa denilen ot.
HİM
Deveye ârız olan susuzluk hastalığı. * Kürtçede: Temel, esas.
HİM
Huy, mizac, tabiat.
HİMAL
Yük getirmek, yük taşımak.
HİMALE
(C.: Hamayil). Kılıç kayışı.
HİMAN
Susuz, susamış.
HİMAR
Merkep. Eşek.
HİMARÎ
Himarla alâkalı. * Eşek gibi.
HİMAYE
Koruma. Korunma. Muzır şeylerden muhafaza etme.
HİMAYE-İ ETFAL CEMİYETİ
Çocuk Esirgeme Kurumu.
HİMAZE
Katılık, şiddet.
HÎME
f. Kütük, odun, kereste.
HİMEM
(Himmet. C.) Himmetler.
HİML
Yük. Taşınan ağırlık.
HİMLAC
Kuyumcular körüğü.
HİML-İ CESİM
Ağır yük.
HİMM
Suyu çok olan kuyu.
HİMMET
Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım. (Bak: Mahiyet)Himmet kelimesinin çok geçtiği bir dersS - Zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir?C - Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan ye's rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı kılıcını istimal ediniz. Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapt eden meylüttefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz hakikatını o düşmana gönderiniz. Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz yu siper ediniz. Sonra da, medeni-i bittab' olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de: olan mücahid-i âli-himmeti mübarezesine çıkarınız. Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup, hücum edip belini kırar. Siz de: olan hısn-ı hasîni himmete melce' ediniz. Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş'et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Size de: olan hakikat-ı şâhikayı üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin. Sonra Allah'ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir. Himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de: olan kâr-âşinâ ve vazife-şinas olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin. Sonra umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de: olan mücahid-i âli-cenabı, o cellâd-ı sehhara gönderiniz. Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir.)(Münazarat) (Velilerin himmetleri, imdatları, manevî fiilleriyle feyiz vermeleri, hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdî, Mugîs, Muîn ancak Allah'dır. Fakat insanda öyle bir lâtife, öyle bir hâlet vardır ki, o lâtife lisaniyle her ne sual edilirse velev ki fâsık da olsun Cenab-ı Hak o lâtifeye hürmeten o matlubu yerine getirir. O lâtife pek uzaktan bana göründü ise de teşhis edemedim. M.N.)
HİMYAN
Dirhem koydukları kap ve kemer.
HİMYATA
(Süryanicedir ve Tevrat'ta geçer.) Resul-ü Ekrem Hz. Muhammed'in (A.S.M.) İbranice bir ismidir.
HİMYE
Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve dikkat.
HİMYEVÎ
Perhiz ile alâkalı.
HÎN
An, zaman, vakit. Sıra. Çağ. * Kıyamet.
HİNA
Hurma salkımı. * Bir çeşit katran.
HİNA'
Hayvanın kösneyip erkek istemesi.
HÎNA
f. Şarkı söyleme.
HÎNA Kİ
Vakta ki, ne zaman ki.
HİNÂ-GER
f. Şarkıcı, şarkı söyleyen.
HİNAS
(Hünsâ. C.) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler.
HİNBER
(C.: Henâbir) Eşek sıpası.
HİND
Hindistan'ın kısa adı. * Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.) * Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
HİNDEB
(Hindebâ-Hindebâe) Hindibâ, gündöndü çiçeği.
HİNDÎ
Hind'e ait. * Hind ahalisinden olan, Hindli. * Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı. * Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.
HİNDU
f. Satürn (Zühal) gezegeni. * Benek, ben. * Hind'in Brahman ahalisinden olan. * Hindliler gibi pek esmer adam.
HİNDUBAR
f. Yazı hokkası.
HİNDUVANE
f. Kavun, karpuz.
HİNDUVANÎ
Hindî kılıç.
HİNE
Onurlu olma hâli, gururluluk.
HÎNE
Bir vakit.
HÎNEİZİN
(Zaman zarfı) o zaman, o sıra.
HÎNEN
Zamanca, vakta, vakitçe, zaman olarak.
HÎN-İ HÂCET
İhtiyaca göre, ihtiyaç vakti.
HÎN-İ HACETTE
Lüzumlu zamanında, ihtiyaç olduğu vakit.
HÎN-İ SEFER
Yolculuk. * Ölüm zamanı. Sefer zamanı.
HİNK
Kır at.
HİNME
Boncuk adı.
HİNNA'
Kanat.
HİNNE
Cinnet, cünun, delilik.
HİNOĞLU
Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli.
HİNS
(C: Ahnâs) Günah. * Yemin. * Ahdi bozmak. * Ağır yük.
HİNSARE
Küçük ve kısa.
HİNV
Eyer ağacı. * İyeği kemiğinin eğrice ucu.
HİPNOTİZMA
(Bak: İpnotizma)
HİPODROM
Fr. At yarışlarının yapıldığı alan.
HİPOTENÜS
Fr. Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.)
HİPOTEZ
(Bak: Faraziye)
HİR
Bir çeşit çiçek.
HİRABE
Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma.
HİRAKA
Su dökmek.
HİRAKL
Bir Rum padişahı.
HİRAM
(Herem. C.) Piramitler, ehramlar.
HİRAM
f. Salınarak eda ve naz ile yürüme.
HİRAMİS (HİRMİS)
İnsanın üstüne sıçrayıp hamle eden arslan ve kaplan eniği.
HİRAN
Yavuzluk etmek. * Muti olmamak, itaat etmemek.
HİRAS
f. Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek.
HİRASAN
f. Korkak, ürkek, korkan, çekinen.
HİRASE
f. Bostan korkuluğu. Korkutacak şey.
HİRASET
(Bak: Harâset)
HİRAVE
Değnek, asâ.
HİRBA
Bukalemun denen bir hayvan. * Mc: Devamlı fikir değiştiren kimse.
HİRBİZ
(C.: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı.
HİRC
(C.: Ahrâc) Yılan başı dedikleri ufak beyaz boncuk. * Günah. * Göz kamaşmak.
HİRCAB
Uzun. * Büyük çömlek.
HİRCAS
Gövdeli, iri vücutlu, cesim.
HİRDEBE
Korkak, ihtiyar, yaşlı kimse.
HÎRE
(Bak: Hıyre)
HİRED-AMUZ
f. Öğretmen, muallim.
HİREF
(Hirfet. C.) Meslekler, san'atlar.
HİREK
Karaman koyunundan daha küçük yapıda, yassı ve geniş kuyruklu bir koyun cinsi.
HİRFET
(C.: Hiref) Meslek, san'at.
HİRMAN
Mahrum olmak, mahrum kalmak. (Aslı, mahrum etmektir)
HİRMAS
Arslan, esed.
HİRMEN
f. Harman.
HİRMET
Cima şehveti.
HİRR
Kedi.
HİRRE
Dişi kedi.
HİRSA
Azıcık derisi yarılan baş yarığı.
HİRSIYAN
Karın derisinin içi. * Fil derisinin içi.
HİRŞEMM
Yumuşak taş.
HİRTA
(C.: Hırâ) Zayıf dişi koyun.
HİRTAL
Uzun, tavil.
HİRVAL
(Hervele) Yürümek ile koşmak arasında bir nevi yürüyüştür.
HİRZUN
Bir küçük canavar.
HÎS
Meşelik. * Arslan yatağı.
HÎS
Ürkmek. * Kaçmak, firar.
HİSA
(C.: Ahsâ) Kumlu yerde olan dibi yakın kuyu.
HİSAB
(C.: Hisâbât) Hesap, aritmetik.
HİSABA ÇEKMEK
Hesap sormak, hesap aramak.
HİSAB-I AMELÎ
Mat: Pratik hesap, aritmetik.
HİSAB-I NAZARÎ
Mat: Teorik hesap.
HİSABÎ
Hesabını iyi bilen. * Mc: Tamahkâr, cimri, hasis, eli sıkı.
HİSAL
(Bak: Hısal)
HİSAN
Aygır, damızlık erkek at.
HİSAR
(Hasr. dan) Etrafını alma, kuşatma. * Kale. Etrafı istihkâmlı yer.
HİSAR ERİ
Kale muhafızı.
HİSARLI
Hisarla çevrili yer. * Hisarda oturan, kalede mukim. * Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit değildi.
HİSBAN
Zan. * İtikat.
HİSBE
Ecir, sevap. * İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi. * Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu.
HİSÎL
Dağ ağaçlarından bir cins. * Kısa boylu adam.
HİSKİL
(C.: Hasâkil) Her canavarın yavruları içinde küçük olanı.
HİSL
(C.: Husul) Yumurtasından yeni çıkmış olan kertenkele yavrusu.
HİSREME
Üst dudağın ortasında olan daire.
HİSS
Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
HİSSE
Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım.
HİSSE SENEDİ
Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak.
HİSSEÇİN
f. Hisse alma, pay alma.
HİSSEDAR
Hisse sâhibi, hissesi olan.
HİSSE-İ MÜFREZE
Fık: Bir toprağın taksiminde vârislerden her birisinin hissesine isabet eden yer.
HİSSE-İ ŞÂYİA
Fık: Müşterek bir malın her bir cüz'üne sirayet eden hisse, pay. * Ortaklar arasında taksim edilmemiş olan müşterek mal. Meselâ: Bir kitaba, bir kaç kişi ortak ve taksim de mümkün değil ise; her hissedarın kitabın umumuna sahip olması.
HİSSEMEND
f. Hisseli olan. Pay alan, nasipli. * Ders alan.
HİSSEN
His itibariyle, duygulanarak, hislenerek.
HİSSET
Cimrilik. Bahillik. Tamahkârlık. * Alçaklık.
HİSSEYAB
f. Hisselenen. Faydalanan. Hisse alan.
HİSSÎ
Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan.
HİSS-İ KABL-EL VUKU'
Bir şeyi vukuundan önce hissetmek.
HİSS-İ SÂDİS
Altıncı hiss, altıncı duygu.(Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
HİSS-İ SELİM
Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi. * Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
HİSSİYAT
Duygular. Hisler.(İnsanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecâzi, biri hakiki. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızk cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir, bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medâr olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakiki mal olan a'mâl-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikiye inkılâb eder.Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmiyen bir şey'e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey'e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakiki inada, yâni hakta şiddetli sebata inkılâb eder.İşte şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabiyle istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe,' hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda te'sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yâni, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki : "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz. "Hem nasihat te'sir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.M.)
HİSSİYAT-I HAFİYYE
Gizli hisler, duygular.(Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş. Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. R.N.)
HİSSİYAT-I MÜTEVARİSE
Geçmiş ecdaddan yeni nesle intikal edip gelen hisler. (Hürmet ve hayâ hisleri gibi)
HİSSİYAT-I ULVİYE
Yüksek hisler, ulvi duygular.
HİSSİYET
Duygululuk, hissîlik.
HÎŞ
(C.: Hişân) f. Akraba. Aynı soydan olan.
HİŞAM
Kırmak. * Kesmek.
HÎŞAN
(Hîş. C.) f. Akrabalar. Aynı sülâleden olanlar.
HİŞAŞ
İçinde ot olan çuval.
HÎŞAVEND
f. Akraba, soysop.
HÎŞAVENDÂN
(Hîşâvend. C.) f. Akrabalar, soysoplar.
HİŞDAR
f. Temizlik kurallarına çok sadık olan ve riayet eden adam.
HİŞİN
Kokmuş tuluk.
HİŞMET
Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak. * Gadap ve şiddet. Hiddet.
HİŞNE
Kin tutmak. * Çirkin ve pis kokmak.
HİŞT
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
HÎŞTEN
f. Kendi.
HÎŞTENDAR
f. Kendine iyi bakan, sağlığını koruyan.
HİŞVE
Yaramaz kimse. * Çok rezil kimse.
HÎT
Devekuşu sürüsü.
HİTAB
Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (Bak: Fasl-ı hitab)
HİTABE(T)
Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek. * Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
HİTABEN
Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.
HİTABET BERATI
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe okuyamazlardı.)
HİTABİYYAT
Hitabolunarak söylenen sözler.
HİTAFE
Çağırmak.
HİTAM
Son, nihayet. * Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek.
HİTAMPEZİR
f. Biten, hitâm bulun, sona eren, nihayet eren.
HİTAMUHU MİSKÜN
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir. dersin veya sohbetin sonunda okunması ile söze nihayet verilmesi gibi.
HİTAN
Erkek çocuğun sünnet edilmesi. * Tenasül uzvunun sünnet yeri.
HÎTAN
(Hâit. C.) Duvarlar. Mânialar, hâiller, engeller. * Avlular.
HİTANET
Sünnetçilik.
HİTAR
Saçma söz, mânâsız kelâm.
HİTL (HETL)
Yorgun deve. * Yağmurun aralıksız olarak yağması. * Sürekli olarak gözyaşı akmak.
HİTR
Faydasız ve mânâsız söz, boş lâf, yalan.
HİTRAFÎ
Demirci. * Kuyumcu.
HİYAB
(Hiyâbet) Kabahat, suç, günah. * Kötü bir durumun başlangıcı. * Yokluk.
HİYAC
Vuruşma, kıtal. * Müteheyyiç olmak. Muztarib olmak. * Otun kuruması.
HİYADE
Evmek. * Tevbe etmek.
HİYAKET
Dokumacılık.
HİYAL
Taraf, yan, cânib. Hizâ. * Bir hayvanın kısır olma hâli.
HİYAM
(Himân. C.) Susayanlar, suya ihtiyacı olanlar.
HİYAM
(Hayme. C.) Çadırlar, haymeler.
HİYAMİYYE NEZARETİ
Tar: 1826 senesinde Yeniçeri Ocağı'nın ilgası üzerine kaldırılan Çadır Mehterleri yerine kurulan daire.
HİYAN
Zaman, devre.
HİYANET
(Bak: Hıyânet)
HİYASET
Dikmek.
HİYAT
Çağırmak.
HİYAT
(Hiyâtet) Bir şeyin etrafını çevirme.
HİYATA
(Hiyatet) Terzilik. Dikiş yapmak.
HİYAZ
(Hayz. C.) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.
HİYAZET
Toplama, bir araya getirme. * Bir şeyi kendine mal etme.
HİYEL
(Hile. C.) Aldatmacalar, hileler, sahtekârlıklar.
HİYELA
Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik.
HİYEM
(Hayme. C.) Çadırlar.