Osmanlıcada ''İ''ile başlayan kelimelerin anlamları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
İA'
Koyun sürmek, koyun gütmek.
İAB
Kökünden koparmak.
İAD
Korkutmak, tehdit etmek. Vaidde bulunmak.
İADE
Geri vermek. Eski haline getirme. * Mukabilini yapma. Karşılığını yapma. * Avdet ettirmek. * Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı. İade'li şiire "muâd" da denmektedir.Ey vücud-u kâmilin esrar-ı hikmet masdarıMasdarı zatın olan eşyâ sıfatın mazharıMazharı her hikmetin sensin ki kilk-i kudretinSafha-i eflâke nakşetmiş hutut-ı ahteriAhteri mes'ud olan oldur ki tâb-ı pâkinin Kabil-i feyz ola nutkundan safâ-yı cevheriCevheri ma'yub olan nâkıs benim kim muttasılSadedir hattın hayalinden zamirim defteriDefter-i a'malimin hattı hatadandır siyâhKan döker çeşmim hayâl ettikçe hevl-i mahşeriMahşeri eşkim verir seylâba ger ruz-i cezaOlmasa makbul-i dergâhın sirişkin gevheri Gevheridir ışık bahrinin Fuzulî ab-ı çeşmLiyk bir gevher ki Lütf-u Hak ânadır müşteri.Fuzulî gazelinde olduğu gibi.
İADE-İ ÂFİYET
Hastalıktan sonra âfiyetin iadesi. İyileşme.
İADE-İ İTİBAR
Ticarette iflâstan kurtulma. * Kaybedilen itibarı tekrar kazanma. Şerefini kurtarma.
İADE-İ MÜCRİMÎN
Suçluların kendi memleketlerine iade edilmesi.
İADE-İ ZİYARET
Ziyarete gelenin ziyaretine gitmek.
İADETEN
Geri vermek üzere.
İALE
Çoluk çocuğun nafakasını te'min etme. Evlâd u iyâlin maişetini tedarik etme. * İyali çoğalmak, çoluk çocuğu artmak.
İANAT
(İâne. C.) İaneler.
İANE
Yardım. İmdat. Yardım için istenen, toplanan şey.
İANE-İ ASKERİYE
Tanzimattan sonra cizye yerine Hristiyan tebeadan alınan vergi. Bu vergi sonradan "bedel-i askerî" adını almış ve 1908 Temmuz inkılâbına kadar devam etmiştir.
İANE-İ CİHADİYE
Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra kaldırılmıştır.
İANET
(Avn. dan) Yardım.
İANETEN
İane suretiyle, yardım olmak üzere.
İARE
Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.
İARE-İ MUKAYYEDE
Bir mülkün kayıd ve şartlarla birine ödünç olarak verilmesi.
İARE-İ MUTLAKA
Bir mülkün, bir eşyanın sâhibi tarafından hiç bir şart ve kayda bağlı kalmayarak başka birine ödünç verilmesi.
İARETEN
İare olarak. Emaneten.
İAŞE
Geçindirmek. Beslemek. Yaşatmak. Diriltmek.
İAZ
İşaret etmek.
İAZA
(İvaz. dan) Bedel ve karşılık vermek. Bedel vermek.
İAZE
Sığındırmak. Muhafaza etmek. İltica.
İ'BA'
Hazırlık.
İBA'
Çekinmek. Tiksinmek. * Kabul etmemek, bir işe razı olmamak. * Doymadan yemekten çekilmek.
İBABE
Yol, tarik.
İBAD
Devenin ayağını bağladıkları ip.
İBAD
(Abd. C.) Kullar. Allah'ın kulları.
İBAD
Tıb: Bacaklarda diz mafsalının iç kısmındaki büyük damar.
İ'BAD
Kul etmek, köle yapmak.
İB'AD
Uzaklaştırmak. Sürmek. Kovmak.
İBADAT
(İbâdet. C.) İbâdetler.
İBADE
Helâk etmek.
İBADET
Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye. (Bak: Târik-üs-salât)(... İbadet'in ruhu ihlâstır. İhlâs ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. İ.İ.)(İbadetin mânası şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyyetin ve kudret-i Samedaniyyenin ve rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni, rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu, tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za'fını ve mahlukatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu Ekber deyip huzu ile rükua gidip O'na iltica ve tevekkül etsin.Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlukatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisaniyle izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmatını, şükür ve sena ile ve Elhamdülillâh ile ilân etsin. Demek, namazın ef'âl ve akvâli, bu mânaları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz'edilmişler. S.)
İBADETGÂH
f. Kanunlarla tanınmış bir dine, bir mezhebe ait ibadetlerin icrasına tahsis olunan yerler. Mabet, ibadethane.
İBADETHANE
f. İbadetgâh. Allah'a ibadet edilen yer.
İBADETKÂR
f. İbadet yapan. İbadete düşkün.
İBADULLAH
Allah'ın kulları.
İBAET
Bir şeyi diğer bir şeye ircâ etme.
İBAG
Helâk etmek.
İBAH
İtibar etmek, ehemmiyet vermek. Hürmet etmek.
İBAHA
Ateşi söndürme.
İBAHA
(İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması. * İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak. * Bir şeyi izhâr etmek.
İBAHAT
(İbâhe. C.) Mübahlar. Günah ve sevab olmayan işler.
İBAHÎ
Herşeyi mübah sayan.
İBAHİYYE
Sevab veya günah olduğunu kabul etmeyen bâtıl ve dalâlete saparak dinden çıkan bir fırka veya bu fırkadan olan kimse.
İBAHİYYUN
İbaheciler. Her şeyi mübah sayan bâtıl bir zümre.
İBAK
Bir esirin, bir köle veya câriyenin sebepsiz olarak, sahibini bırakıp kaçması.
İBALE
Kuyu bileziği. * Hayvanları muhafaza etme. * Küçük çocuklara def-i hacet ettirme. * Devenin hallerini ve huylarını iyi bilmek.
İBANE
Irak etmek, uzaklaştırmak. * Ayırmak. * İzhar etmek, göstermek.
İBAR
Eritilmiş kurşun. * (İbre. C.) İğneler, ibreler.
İBARAT
(İbare. C.) İbareler. Bir ifadeyi meydana getiren kelime ve cümleler.
İBARATÜNA ŞETTÂ
Bizim ibarelerimiz çeşit çeşittir, muhteliftir, dağınıktır.
İBARE
Helâk etmek.
İBARE
Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Parağraf. * İbretli ders veren söz. (Bak: İbaret)
İBARE-SENC
f. Düzgün konuşan, akıcı söz söyleyen.
İBARET
Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek. * Rüya tabir etmek.
İBAS
Kurutmak.
İB'AS
Yeniden yaratmak, göndermek. Hayat vermek.
İBASE
Tedkik ve teftiş etme.
İBAT
(İbt. den) Bohça, koltuğun altına alınan şey. Paket.
İBATE
Bir yerde barındırma. Gece yatırma.
İBATE VE İAŞE
Barındırma ve besleme.
İBAVET
Yabancı bir adamın bir çocuğa baba gibi olması, babalık yapması.
İBB
Zâyi ve telef etmek.
İBBÂN
Uygun zaman, vakit. Her şeyin mevsimi.
İBBÂN-ÜL FÂKİHE
Meyva mevsimi.
İBCAL
Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)
İBCAM
Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.
İBDA'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. * Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.) * Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
İBDA'
İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. * Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak.
İBDA'
(İbzâ') Parça parça etmek. * Sorulan şeye güzel cevab vermek. * Kandırmak. * Birisine, kâr tamamen kendine âit olmak üzere sermaye vermek.
İBDAD
Uzaklaştırma, teb'id. * Bir şeyi uzatma.
İBDA-I SAN'AT
Benzeri olmayan mükemmellikte san'at eseri. İbda' yapabilene mübdi', eserlerine bedi'a denir.
İBDAL
Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.
İBDAN
Kısrak. * Câriye, kız veya kadın esir.
İBEK
f. Put, sanem, haç.
İBER
(İbre. C.) İbreler, iğneler.
İBER
(İbret. C.) İbretler, ders alınacak şeyler.
İBGAZ
(Buğz. dan) Buğzetme, nefret etme, hoşlanmama, sevmeme.
İBHA
Kesilme, inkıtâ'.
İBHAC
Sevindirme, sürur ve sevinç verme.
İBHAH
Sesini boğuk bir şekilde çıkarma.
İBHAK
Gözünü çıkarma, kör etme.
İBHAL
Kendi hâline bırakma, salıverme.
İBHAM
Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen olmayan. * Edb: Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı. * Baş parmak.
İBHAMAT
(İbham. C.) Mübhem şeyler, açıklanmayan mes'eleler, üstü kapalı sözler.
İBHAMVARÎ
f. Belli etmeyerek, âşikâr surette tanıtmıyarak, gizli bir şekilde, mübhem olarak.
İBHAR
(Bahr. dan) Deniz yolculuğu.
İBHİRAR
Gece yarısı olma.
İBİBİK
Çavuşkuşu, hüdhüd.
İBİK
Horozun başındaki kırmızımsı bir renkte uzanmış et parçası.
İBİL
(Bak: İbl)
İBİŞ
Hımbıl, salak. * Orta oyunu ve kukladaki şahıslardan biri.
İBKA
Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek. * Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi. * Mc: Sınıfta bırakmak.(... Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu? deyip, düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur'an işitiliyor... S.)
İBKA
Ağlatmak.
İBKA FERMANI
Tâyinleri bir sene müddetle yapılan memurların vazifelerinde devam edeceklerine dâir gönderilen ferman.
İBKAEN
İbka suretiyle.
İBKAEN TA'YİN
İşinden ayrılan bir memuru tekrar eski işine getirme.
İBKAL
Yerde ot bitmesi. Ramis adı verilen otun yeşermesi.
İBKAR
Fecirden kuşluğa kadar olan vakit. * Tehir etmek, sonraya bırakmak.
İBL
(İbil) Dişi deve. * Deve sürüsü.
İBLA'
Yutturma, emdirme.
İBLAG
Bildirmek. Yetiştirmek. Haberdar etmek. Göndermek.
İBLAK
Alaca olmak. Kapı açmak.
İBLAN
İki sürü deve.
İBLAS
Mahzun olmak, ümitsiz olmak.
İBLÎ
Deveci.
İBLİM
Anber. * Bal.
 
İBLİS
İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)
İBLİSANE
Şeytanca. İblisçesine, müfsidane.
İBN
Oğul.
İBNE
Kız çocuğu. Veya teennüs eden oğlan.
İBN-İ ABBAS
(Bak: Abdullah İbn-i Abbas)
İBN-İ ARZ
Garip, gurbette bulunan.
İBN-İ CERİR-İ TABERÎ
(Bak: Taberî)
İBN-İ CEVZÎ
(Hi: 508-597) El-Muğni isimli Kur'an-ı Kerim tefsiri vardır. Hanbelî fıkhı ve tarihî bilgilerde muhakkik âlimlerdendir. Ebu-l Ferec İbn-i Cevzî diye de meşhurdur.
İBN-İ DEHALİZ
Hırsız.
İBN-İ HACER-İ ASKALANÎ
(Hi: 773-852) Büyük hadis âlimidir. Şafiî mezhebinin meşhur fukahasından olup hadis üzerine çok eserleri vardır.
İBN-İ HURRE
Dürüst, doğru ve namuslu insan.
İBN-İ HÜMAM
(Hi: 788-861) Hanefî fukahasından meşhur bir zattır. Şer'î ilimlerde, edebiyatta mütehassıs idi.
İBN-İ IRS
(C: Benât-ı ırs) Gelincik dedikleri küçük hayvan.
İBN-İ İSHAK
(Ebu Abdullah Muhammed) Medine'de büyümüştür. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) hayatına dair vak'aları derin bir alâka ile toplamağa başladı. Daha sonra Mısır'a, oradan da Irak'a gitti. Hi: 151 veya 152 tarihinde Bağdat'ta vefat etti. Siyere dair iki eser vücuda getirmiştir.1. Kitab-ül Mübtedâ ve Kısâs-ul Enbiya. 2. Kitab-ül Magazi.
İBN-İ MES'UD
Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mekke'de Kureyş'e duyuran, Makam-ı İbrahim'de "Rahman" Suresini açıktan okuyan, bu zâttır. Ashab-ı Kiramın büyük fakih ve müçtehidlerindendir. Bünyesi çok zayıftı. Resul-i Ekrem (A.S.M.) bir gün Ashab-ı Kirama hitaben: "Siz İbn-i Mes'ud'un vücudca zayıf olduğuna bakmayınız. Mizanda hepinizden ağırdır." buyurmuşlardır.Bir gün kendisine: Hangi ilim mu'teberdir diye sormuşlar. "Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif ilmini çok severim" cevabını vermiştir. Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 840 hadis rivayet etmiştir. Hicri 32 tarihinde 60 yaşını mütecaviz olduğu halde ebedî hayata kavuşmuştur.
İBN-İ MİKRAZ
Sansar.
İBN-İ ÖMER
(Bak: Abdullah İbn-i Ömer)
İBN-İ RÜŞD
(Kadı Muhammed Bin Ahmed) (Hi: 514-595) Endülüs Devleti zamanında yetişen bir filozoftur. Kurtuba'da doğmuştur.(Kur'an vahiy olmakla beraber delâil-i akliye ile te'yid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şâhiddir. Başta ulema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhileri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usulleriyle, delilleriyle isbat etmişler. M.)
İBN-İ SEBİL
Yolcu. Seyyah.
İBN-İ SİNA
(Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır.
İBN-İ TEYMİYE
(Hi: 661-728) Diğer adı Ahmed bin Abdülhalim Harranî'dir. Hanbelî fıkıh ve hadis âlimi olarak bilinir. Bazı mes'elelerde ifrata kaydığından cumhur-u ulemaca hüsn-ü kabul görmemiştir.
İBN-İ UYEYNE
(Hi: 107-198) Ebu Muhammed Süfyan bin Uyeyne, ikinci derecede tâbiinden olup aslen Kufeli olduğu hâlde Mekke-i Mükerreme'de kalmıştır. Hadisde, tefsirde ve bilhassa Hadis-i Şerifleri tefsir etmede derin âlim olup yedi bin Hadis-i Şerif nakletmişti. Zâhid, müttaki ve sâlih bir zât olup kuru arpa ekmeği ile beslendiği meşhurdur. (Rahmetullahi aleyh)
İBN-İ ÜSBUAYN
Çok güzel genç. * Ayın ondördü.
İBN-İ VAKT
Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı. * Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.
İBN-İ VERDÂN
Hamam içinde olan kara çekirge.
İBN-İ ZÜKÂ
Sabah.
İBN-İL CELLÂ
Meşhur kişi. Namlı ve şöhretli adam.
İBN-ÜL BETÛL
Hz. İsâ (A.S.). Hz. Meryem'in oğlu. (Bak: Betûl)
İBN-ÜL HABBE
Ekmek.
İBN-ÜL MÂ'
Su kuşu.
İBN-ÜL ÜNS
Dost.
İBN-ÜS-SEBİL
Misâfir.
İBN-ÜZ ZAMAN
Zamanın çocuğu. Devrin adamı.
İBN-ÜZ ZİNÂ
Zinâ sonucu meydana gelen çocuk. Piç.
İBRÂ
(Ber'. den) Temize çıkarmak. Borçtan kurtarmak. Sağlamlaştırmak.
İBRAD
Güçsüzleştirme, âciz bırakma. * Soğutma.
İBRAHİM
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. Bu da İbranilerle Arapların yakınlıklarına delildir.
İBRAHİM (A.S.)
Halilullah ve Halil-ür Rahman da denir. Peygamberlerden İshak ve İsmâil'in (A.S.) babasıdır. Yirmi sahifelik kitap kendisine nâzil olmuştur. Süryanice konuşurdu. Peygamberimizin de (A.S.V.) ceddi idi. Urfa'da doğduğu da rivayet edilir. Zamanın kralı Nemrud tarafından ateşe atılmak istendi, mu'cize olarak ateş onu yakmadı. En şiddetli zamanda dahi Allah'tan başka kimsenin dostluğunu kabul etmediğinden, sadece ondan meded beklediğinden kendisine Halilullah denilmiştir. Sonra Mısır'a ve Kenan iline gitti. Oğlu İsmail (A.S.) ile birlikte Kâbe-i Muazzama'yı yeniden inşa' ettiler. Kudüs'te medfun'dur.( $ Ayet-i Kerimesinin delâletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı zaman, ateşin harareti burudete inkılâb etmesi, beşerin keşfettiği yakıcı olmayan mertebe-i nâriyeye örnek ve me'hazdır. İ.İ.)(Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın Nemrud'a karşı imate ve ihyâda Güneş'in tulu' ve gurubuna intikali, cüz'î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyâya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir. M.)
İBRAHİM BİN EDHEM
Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.
İBRAHİM DESUKÎ
Büyük âlim ve mutasavvıflardan olup büyük makam sâhibi bir zâtdır. Pek meşhur ve çok güzel sözleri ve mev'izaları vardır. 676 tarihinde 43 yaşında Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)
İBRAHİM HAKKI
(K.S.) : Hi: 12. asırda yaşamış büyük âlim ve mutasavvıftır. Hasankale'li olup en son Tillo'da yaşamıştır. Marifetname isimli meşhur eseri vardır.
İBRAHİM-VARİ
f. İbrâhim (A.S.) gibi. Fani, gelip geçici şeylere kalbini bağlamamak sureti ile.
İBRÂ-İ ÂMM
Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.
İBRÂ-İ HÂS
Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.
İBRÂ-İ ISKAT
Huk: Bir kimsenin diğer bir kimsedeki hakkını, tamamen veya kısmen terketmesi.
İBRÂ-İ İSTİFA
Bir kimsenin, başka birisindeki hakkını aldığına dair ikrar etmesi.
İBRAK
Deveyi çökertmek.
İBRAK
Av hayvanlarını ürkütüp korkutmak. * Koyun kurban etmek. * Şimşek çakmak.
İBRAM
Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek. * Usandırmak, yıldırmak. * İpi sağlam bükmek. * Muhkem kılmak.
İBRAMAT
(İbram. C.) Yalvarmalar, ısrar etmeler, rica etmeler, zorlamalar.
İBRANAME
Alacaklı kimse tarafından alacak ve verecek kalmadığına dair verilen kâğıt. İbrâ senedi.
İBRANİ
Eski Yahudi Sülâlesi veya o soydan olan.
İBRAR
Yapılan yeminin doğru olduğu tasdik edilme.
İBRAZ
Göstermek. Meydana koymak.
İBRAZ-I FAZL U HÜNER
Hüner ve fazilet gösterme.
İBRE
İnce iğne gibi âlet. * Saatlerde veya pusuladaki rakamlara işâret eden ince âlet. * Çam gibi ağaçların yaprağı.
İBRE-İ HAYYAT
Kendi işlerini bırakıp başkasının işlerini halledip düzeltmeye çalışan adam. * Terzi iğnesi.
İBRET
Uyanıklığa sebeb olan ders. * Çok çirkin ve düşündürücü. * Tuhaf, acâyip.
İBRETAMİZ
(İbret-âmiz) f. İbret öğreten. Ders verici hâdise.
İBRETBAHŞ
f. İbret veren, ibreti iktiza eden.
İBRETBİN
f. İbret almış, ders almış.
İBRETEN
İbret olmak üzere, intibah ve ibret vesilesi olmak için.
İBRETFEŞAN
f. İbret dağıtan, çok mühim ders verici hâdise.
İBRET-İ ÂLEM İÇİN
Bütün âleme ibret olsun diye. Herkese ibret olsun için.
İBRETNÜMA
f. İbret gösteren. İbret veren.
İBRETNÜMUN
f. İbret olan, ders olan.
İBRÎ
Yahudi, İbrani.
İBRÎ
(İbriyye) İğne yapan veya satan kimse. * İğne veya ibresi olan.
İBRİC
Yoğurdu yayıp ayran yapmağa yarayan âlet. Yayık.
İBRİK
(C.: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı. * Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar. * İyi ve parlak kılıç.
İBRİKDAR
Eskiden sarayda büyük devlet adamlarının konaklarında su döken ve leğen ibrik işlerine bakan kimse.
İBRİN
Yüzü çok parlak ve güzel olan sevgili.
İBRİNŞAK
Ağaçta çiçek açmak.
İBRİŞİM
İpek ipliği, bükülmüş ipek. * İbrişimden yapılmış.
İBRİYE
Baş konağı.
İBRİYY
İğne yapıcı veya satıcı.
İBRİYYUN
Yahudiler, İbraniler.
İBRİZ
Halis altun, saf altun.
İBS
Sevinmek, ferah.
İBSAL
Bir şeyi sipariş etme. * Men etme.
İBSAN
Bir kimsenin huyunun veya yüzünün güzel olması.
İBSAR
Dikkatle bakmak, tetkik etmek.
İBSAS
Sırrı açıklama. * Yayma, dağıtma.
İBSİ'RAR
At yarışlarında koşuşma.
İBŞAR
(Büşr. den) (C.: İbşarât) Müjdeleme, tebşir etme, sevinçli bir haber bildirme.
İBŞARAT
(İbşâr. C.) Müjdelemeler, tebşir etmeler, sevinç verici haber bildirmeler.
İBŞAS
Bazı bitkilerin veya çiçeklerin birbirine sarılıp karışması.
İBTA'
Gecikme, geciktirme. * Ağır hareket.
İBTAL
Battal etmek. Çürütmek. Hükümsüz bırakmak.
İBTALE
Bâtıl ve boş şey.
İBTAL-İ HİSS
Duygusunu battal etmek ve uyuşturmak.(Evet, şu elim elemi ve dehşetli mânevi azabı hissetmemek için ehl-i dalâlet, ibtâl-i his nev'inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünki, Cenab-ı Hakka hakiki abd olmazsa kendi kendine mâlik zannedecek. S.)
İBTALİYYAT
İşe yaramıyan, boş sözler.
İBTAR
Şaşma, tuhafına gitme, hayrette kalma. * Alabileceği miktardan fazla yük yükletme.
İBTAR
Parçalama. * Mahrum etme, esirgeme. * Gündüzün başlangıcı.
İBTAŞ
Şiddetle tutma, kavrama.
İBTAT
Kesmek. Kat'etmek.
İBTİAR
Kuyu kazma.
İBTİAS
Gönderme, ba's etme.
İBTİDA
Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.
İBTİDA'
Benzeri olmayan bir şey yaratmak. (Bak: İbdâ')
İBTİDAD
İki kişinin bir şeyi bir tarafından tutup kavraması.
İBTİDAEN
Önceden, ilk ve başlangıç olarak.
İBTİDAÎ
Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ. * Ham, işlenmemiş. * İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)
İBTİDA-İ CÜLUS
Hükümdarlığın başlangıcı. Tahta çıkışın ilk zamanları.
İBTİDA-İ DÂHİL
Tar: Medreselerden orta tahsili verenler.
İBTİDÂİYYÂT
Başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler. * Bu derslere ait kitaplar.
İBTİDAR
Bir işe sür'atle başlama.
İBTİDA-ŞÜDEGAN
f. Stajyer.
İBTİGA
Maksad, gaye. Taleb, arzu, istek.
İBTİGA-İ TE'VİL
Te'vil maksadıyla. Te'vil ederek izahta bulunma.
İBTİHAC
Bolluk, bereket, mebzuliyet.
İBTİHAC
Sevinç, sevinme. İç açıklığı.
İBTİHAL
Halktan alâkayı keserek Allaha tazarru' ve niyazda bulunmak.
İBTİHAR
İki parça olma, ikiye bölünme.
İBTİHAS
Bir şeyin doğruluğunu öğrenmek için soruşturma, tetkik etme.
İBTİKA'
(Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.
İBTİKA'
Bir şeyin renginin fıtri olarak değişikliğe uğraması.
İBTİKAR
Sabahleyin erkenden kalkma.
İBTİLA'
Zorlukla yutmak. * Gelini gerdeğe koymak.
İBTİLÂ
Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik. * İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
İBTİLAC
Meydana çıkma, zuhur etme, görünme.
İBTİLAL
Islanmak.
İBTİLÂ-Yİ ŞEDİD
Şiddetli tiryakilik.
İBTİLAZ
Alma.
İBTİNA'
(Binâ. dan) Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad etme.
İBTİNAEN
İbtinâ ederek, mübteni olarak, dayanarak.
İBTİRA'
Ağaç yontma.
İBTİRAD
Duş yapma, soğuk su ile banyo yapma. * Serinlemek için soğuk su içme.
İBTİSAM
Tebessüm etmek. İnce ve hafif gülümsemek.
İBTİSAR
Bir şeye başlama, ibtida.
İBTİSAR
(Basar. dan) Kalb gözüyle görme. Basiret. * Görüp hakikatına varma.
İBTİŞAK
Haysiyet ve nâmusa dokunma. * Yalan söyleme.
İBTİTA'
Kesilme, inkıta'.
İBTİTAR
Tâbi olma, uyma, ittiba etme.
İBTİYA'
Satın alma, mübâyaa etme.
İBTİYAR
Seçip kabul etme. * Kavga yapma, dövüş etme. * Güçsüz, zaif ve kuvvetsiz olma.
İBTİYAZ
Biriktirip yığma.
İBTİZA'
Birşey meydanda ve açık olma.
İBTİZAL
Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak. * Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak. * Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)
İBTİZAR
Cebren ve zorla alma. Soygunculuk yapma.
İBTİZAZ
İhtiyacdan dolayı zillet ve hakaretlere tahammül etme.
İBYİZAZ
Beyazlama, ağarma.
İBZA'
Kötü söyleme, fena söyleme.
İBZA'
Bir kimseyi sıkıntı ve kedere boğma. Mahvetme.
İBZAL
Esirgemeyip bol sarfetme, bol kullanma.
İBZAZ
Bir şeyi istenilen miktardan veya gerektiğinden az verme.
İBZAZ
Yağlanma, şişmanlama, semirme.
İCA'
(Veca. dan) Ağrıtma, veca verme.
İCAA
(Cu. dan) Yemek içmek için hiçbir şey vermiyerek aç bırakma.
İCAB
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
İ'CAB
Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek. * Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
İCABAT
İcablar. Gerekenler. Lüzum edenler.
İCABE(T)
Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
İCABE-İ DUÂ
Duânın kabul olması. Duâya cevap verilmesi. Muvafakat edilmesi. (Bak: Dua)
İCABETGÂH
f. Kabul etme yeri.
İCABÎ
Müsbet. İcaba âit, icaba dair. * Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
İCAD
(Ücâd) Kapı ve pencerelerin üstlerinde bulunan kemer.
İCAD
Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. Yoktan var etmek. (Bak: İbda')(şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: "Hiçten, hiçbirşey icad edilmiyor ve hiçbirşey idam edilmiyor; yalnız bir terkip bir tahlildir ki, Kâinat fabrikasını işlettiriyor."Elcevap : Nur-u Kur'an ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasiyle bu mevcudatın teşekkülât ve vücudlarını -sabıkan isbat ettiğimiz tarzda- imtina derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.Bir kısmı, Sofestaî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, Kâinatın vücudunu inkâr etmeyi; hatta kendilerinin vücudlarını dahi inkâr etmesini.. dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini, hem Kâinatı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.İkinci güruh bakmışlar ki; dalâlette esbab ve tabiat mucid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye icadı inkâr ediyorlar, "yoktan var olmaz" diyorlar ve idamı da muhal görüyorlar, "var yok olmaz" hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrât ile, tesadüf rüzgârlariyle bir terkib ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i i'tibariye tahayyül ediyorlar... İşte sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süfli ve echel yaptığını bil; ibret al! Acaba her senede, dört yüzbin envâı birden zemin yüzünde icad eden ve Semavat ve Arzı altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san'atlı, hikmetli zihayat bir kâinatı inşa eden bir Kudret-i Ezeliye, bir İlm-i Ezelî'nin dairesinde, plânları ve mikdarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi göze göstermiyen bir ecza ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misillü, gayet kolay o mâdumât-ı hâriciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u hârici vermeği o Kudret-i Ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek; evvelki güruh olan Sofestâilerden daha ziyade ahmakane ve cahilânedir. Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-i ihtiyariden başka ellerinde olmayan; firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "Yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hatâ düsturu, Kadir-i Mutlak'a teşmil etmek istiyorlar. Evet, Kadir-i Zülcelâl'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira ve ibda' iledir. Yâni; hiçten, yoktan vücud veriyor; ve ona lâzım her şey'i de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşâ ile, san'at iledir. Yâni; kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi, çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, Rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır. Evet Kadir-i Mutlak'ın, iki tarzda; hem ibda' hem inşâ suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay, en sühuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üçyüz bin envâ-i zihayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!...L.)(Eğer desen: "Delil-i İhtiraî i'tâ-i vücuddur. İ'tâ-i vücud ise; i'dam-ı mevcudun refikidir. Halbuki: Adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırf-ı aklımız tasavvur etemiyor." Cevaben derim: Yahu!. Sizin bu istis'âbınız ve şu mes'elenin tasavvurundaki istiğrabınız, bir kıyas-ı hâdi'in netice-i vahimesidir. Zira icad ve ibda-i İlâhiyi, abdin san'at ve kesbine kıyas edersiniz. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnız umur-u itibariye ve terkibiyede bir san'at ve kesbi vardır. Evet, bu kıyas aldatıcıdır, insan kendini ondan kurtaramıyor.Elhasıl : İnsan kâinatta mümkinatın öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiş ki, icad-ı sırf ve i'dam-ı mahz etsin. Halbuki hükm-i aklîsi de daima üss-ül-esası, müşahedattan neş'et eder. Demek âsâr-ı İlâhiyeye mümkinat tarafından bakıyor. Halbuki: Hayret-efza âsârıyla müsbet olan kudret-i Sâni'in canibinden temaşa etmek gerektir. Demek ibadın ve kâinatın umur-u itibariyeden başka tesiri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sânii farz ederek o noktadan şu mes'eleye temaşa ediyor. Halbuki Vacibü'l-vücud'un canibinden, kudret-i tâmmesi nokta-i nazarından bu mes'eleye temaşa etmek gerektir. R.N.)
İCADE
İyi yapma, iyi işleme.
 
İCADGERDE
f. İcad olunmuş.
İ'CAF
Devamlı olarak hastaya bakma. * Zayıflatmak.
İC'AF
Yere düşürme, yıkma.
İCAH
Örtü, perde.
İCAL
Korkutmak.
İ'CAL
Acele ettirme, çabuk yaptırma. * Öne geçme.
İCALE
(Cevelan. dan) Dolaştırma, cevelan ettirme.
İCALE-İ ESB
Atı dolaştırma.
İCALET
El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap. * Acele ile ve derhal yapılan iş.
İCALETEN
Hemen, acele olarak, seri bir şekilde.
İCAM
(Eceme. C.) Arslan yatakları. * Çalılıklar, ağaçlıklar, meşelikler.
İ'CAM
Harflere, yazıya nokta koymak. * İsteğini açıklıkla bildiremeyip, maksadı belirsiz, muğlak söylemek.
İCAN
Boyun, unk.
İCANE
(C: Ecanin) Hamam taşı. * İçinde bez ve kaftan yıkanılan kap.
İCAR
Kadının başına bağladığı nesne.
İCAR
Kiralamak. Kiraya vermek. * Kira parası.
İCARAT
Kiranın gelirleri. Gelirler.
İCARE
Kira. Gelir, irâd. Ücret. * Fık: Belli bir menfaati belli bir karşılık ile satmak.
İCARE-İ AKAR
Ev, dükkân, arsa gibi yerlerin kirası.
İCARE-İ FÂSİDE
İn'ikad şartlarını câmi' olduğu halde sıhhat şartlarını tamamen veya kısmen cami olmayan icaredir. Bu, aslen meşru olduğu hâlde vasfen meşru bulunmamış olur. Binaenaleyh böyle bir icareyi mucir ile müstecirden herhangi biri fesh edebilir.
İCARE-İ GAYR-İ MÜN'AKİDE
İn'ikad şartlarını tamamen veya kısmen câmi' olmayan icaredir ki, buna "İcare-i batıla" da denir.
İCARE-İ MEVKUFE
Başkasının hakkı taalluk edip icazeti lahık olmadıkça nâfiz olmayan icaredir.
İCARE-İ MÜECCELE
Sonradan alınacak kirâ.
İCARE-İ MÜN'AKİDE
Bey'ide olduğu gibi in'ikad şartlarını tamamen câmi' olan icaredir.
İCARE-İ MÜNECCEZE
Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.
İCARE-İ MÜSANEHE
Yıllık olarak yapılan icaredir. Bir hanenin bir yıl müddetle kiraya verilmesi gibi.
İCARE-İ MÜŞAHERE
Aylık olarak yapılan icaredir. Bir haneyi bir aylığına kiraya vermek gibi.
İCARE-İ MÜZAFE
Bir şeyi gelecek muayyen bir vakitten itibaren kiraya vermektir. Meselâ: Bir hâneyi gelecek falan ayın birinden itibaren bir sene müddetle şu kadar bin liraya kiraya vermek, bir icare-i müzafedir.
İCARE-İ SAHİHA
İn'ikad ve sıhhat şartlarını tamamen câmi' olan icaredir ki, şuyu'ı asilden ve şartı mufsidden hâli olmak üzere malum bir menfaatı, malum bir bedel mukabilinde temlik etmekten ibarettir.
İCARET
İcâr, ücret. Kiraya vermek. * Kurtarmak, yardım etmek.
İCARETEYN
Müeccel ve muaccel icarelerle kiralanan vakıf emlâkı. Hem derhal alınan, hem ileride alınacak kirası olan vakıf bina.
İCAS
Gönlüne korku düşürmek.
İCAZ
(İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
İCAZ
Kadın eşarbı. Baş örtü.
İ'CAZ
Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak. * Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece. * Mu'cizelik olan şey.(Kur'an 1350 senedir bütün hakaikını kâinat çarşısında açıp teşhir ettiği halde herkes, her millet, her memleket onun cevahirinden, hakaikından almıştır ve alıyorlar. Halbuki, ne o ülfet, ne o mebzuliyet, ne o mürur-u zaman, ne o büyük tahavvülâtlar onun kıymettar hakaikına, onun güzel üslublarına halel vermemiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, hüsnünü söndürmemiş; şu hâl tek başı ile bir i'câzdır. M.)
İCAZET
İzin. Müsaade. Şehadetname. Diploma. "Olur" demek. Destur vermek. İlmî ehliyet. Reva görmek.
İCAZET VERMEK
Medrese usulüne göre okuttuğu dersi bitiren talebeye hocası tarafından izin verilmesi. Bu tasdikan verilen mühürlü kâğıda "icazetname", icazet vermiş olan müderrise de "muciz" denilirdi.
İCAZET-İ FİİLİYE
Bir kimseden izin ve ruhsata delalet eden bir fiil ve hareketin sudûr etmesi.
İCAZET-İ KAVLİYE
Bir kimsenin bir şey hakkında "izin verdim" demesi.
İCAZET-İ KÜLLÎ
Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi.
İCAZET-İ LÂHİKA
Bir kimsenin önce izni olmadığı halde, yapıldıktan sonra bir şeyi tasdik edip kabul etmesi.
İCAZETNAME
f. Şehadetname. Diploma. Şehadet kâğıdı.
İCAZ-I BİTTAKDİR
Maksadı az sözle ifade etmekle beraber fazla olan etraflı mânaların zuhurudur.
İCAZ-I HASR
Lafzan hiçbir hazf olmadığı halde, ibârenin mânaca zengin olmasıdır.
İCAZ-I HAZF
Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
İCAZ-I MAKBUL
Tazammun ve hazf ile olan icaz.
İCAZ-I MUHİLL
Sözün istenilen mânayı ifadeye kifayet etmemesi yüzünden mânanın bozulması halidir.
İCAZÎ
İcaza dair, icaza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda.
İCAZKÂR
f. İcazlı, kısa ifadelerle çok şey anlatmak halinde olan.
İ'CAZKÂR
f. Mu'cizeli olmak. Başkalarını acze düşürecek derecede olmak.
İ'CAZKÂRANE
f. Herkesi yarışmada âciz bırakacak yolda.
İ'CAZNÜMA
Mu'cize gösterir derecede. Mu'cize derecesinde eser göstermek. Âciz bırakmayı göstermek.
İCBA'
Ekilen ekini henüz olgunlaşmadan satmak.
İCBAR
Zor. Zorlama. Cebretmek.
İCBAR-I NEFS
Kendini zorlama, nefsini icbar etme.
İCCAR
(C: Ecâcir) Dam, çatı.
İCCAS
Erik. * Zerdâli. * Armut.
İCDAF
Bağırıp çağırma.
İCDAN
Sonradan zengin olma.
İCFA'
Koparmak.
İCFAL
Gidermek. * Devekuşu seğirtmek.
İCFİL
Yaşlı kadın, ihtiyar kadın. * Korkak adam.
İCHA'
Ayaz çıkma.
İCHAD
Eziyet çekme, elem ve sıkıntıya mâruz bırakılma. * Gayret etme.
İCHAF
Zulüm etme, gaddarlık. * Gidermek. * Noksan etmek, eksiltmek.
İCHAM
Men'etmek, engel olmak.
İCHAR
(Cehr. den) Sesle okuma. * Ortaya çıkarma, zuhur ettirme, meydana çıkarma, açıklama.
İCHAŞ
Bir kimseden yardım ve medet istemek.
İCHAZ
Hazırlandırmak.
İCÎ
f. Atmaca. * Hükümdar vekili.
İCL
(C: İcâl) Boyun ağrısı. * Sığır sürüsü.
İCL
Dana. Sığır yavrusu.
İCLÂ
(Cilâ. dan) Sürme, nefyetme, sürgün etme. Evinden barkından ayırma. * Sür'atle seğirtme. * Cilâlama, parlatma.
İCLAB
Cem'etmek, toplamak. * Yoldaşlık etmek. * Ardından çağırmak. * "Gitsin" diye haykırmak.
İCLAL
Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet.
İCLALEN
Büyük sayarak, saygı ve hürmet göstererek.
İCLAS
Oturtmak. Tahta çıkartmak. Padişahı tahta oturtmak.
İCLÂ-Yİ VATAN
Yerinden yurdundan sürgün etme, başka tarafa nefyetme.
İCLE
Düve, dişi buzağı.
İCLET
(C: Ucul) Dişi buzağı. * Bir cins ot. * Kırba.
İCL-İ SAMİRÎ
Musa (A.S.) zamanında Samirî'nin yaptığı buzağı heykeli. (Bak: Samirî)
İCLİHMAM
Toplanmak, cem'olmak.
İCLİNBAB
Yan yatmak.
İCMA'
Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak. * Hazırlamak. * Azm ve kasdeylemek. * Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi. * Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
İCMAD
Dondurma, câmidleştirme.
İCMAD-I MÂ
Suyun dondurulması. Suyun buz haline getirilmesi.
İCMAEN
Toplu olarak, hep birlikte. İcma-i ümmet olarak.
İCMA-İ ÜMMET
Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
İCMAL
Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek. * Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
İCMALEN
Kısaca. Özlüce. İcmali ve hülâsa olarak.
İCMALÎ
Kısaca, toplu olarak, tafsilatsız. Muhtasaran.
İCMALÎ İMAN
İman esaslarını kısaca bilmek. Allah'a ve Peygamberine imân ettiğini söylemek ve tasdik etmek. (Bak: İman-ı icmalî)
İCMAL-İ SENEVÎ
Senelik gelir ve giderleri yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltmış olarak gösteren cetveller.
İCMAL-İ ŞEHRÎ
Aylık gelir ve giderleri, yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltılmış olarak gösteren cetveller.
İCMAM
Atı soluklandırma, dinlendirme. * Biriktirme.
İCMAR
Bir araya toplamak. * Süratle yürümek. * Atın sıçrayarak yürümesi. * Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak. * Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak. * Yeni ayın görünmesi.
İCNAF
Doğruluktan ayrılma. Sadakattan uzaklaşma.
İCNAN
Deli etme, divane eyleme. * Bir şeyi örtme.
İCNE
Tıb : Yanak kemiği.
İCNİS
Tembel ve uyuşuk adam.
İCRA
Bir işi yürütmek. * Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme. * Vekil göndermek. * Mahkeme kararını yerine getirmek. * Suyu akıtmak. * Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
İCRA HEY'ETİ
Mahkeme kararını tatbike memur olan heyet. İcra memurları heyeti.
İCRA KUVVETİ
Memleketi idâre eden, kanunları tatbik eden kuvvet.
İCRA MEMURU
Mahkeme kararını tatbik ile borçludan borcunu alıp alacaklıya vermekle vazifeli olan adliye memuru.
İCRA VEKİLLERİ HEY'ETİ
Vekiller heyeti. Başvekilin riyaset ettiği bakanlardan meydana gelen hey'et.
İCRAAT
(İcrâ. C.) Meydana getirilen işler. Yapılan işler. * Ameliyat. Tatbikat.
İCRAAT-I CELİLİYE
Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
İCRAM
Kabahat yapma, cürüm işleme.
İCRA-YI İCABÎ
Lüzum eden muamelenin yerine getirilmesi.
İCRA-YI LU'BİYYAT
Oyun icra etme, sahnede oyun oynama.
İCSA'
Dizüstü getirme. Çökertme.
İCŞAM
Teklif etmek.
İCŞAŞ
Bir şeyi döverek ufaltma, küçültme.
İCTİBA
Seçmek. İhtiyar ve intihâb etmek. Seçkin bir şeyi almak. * Tahsildarın para ve vergi toplaması.
İCTİBAZ
Mıknatıstaki kendine çekme hasiyeti.
İCTİHAD
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak. * Anlayış. * Kanaat. * Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle içtihad eden zâtlara Müçtehid denir.(Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı, açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mâni vardır:Birincisi : Nasılki, kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiç bir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki, büyük bir selin hücumunda tâmir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak İslâmiyete cinâyettir...İkincisi : Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat'i ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyâsına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak bid'atkârâne bir hıyânettir.Üçüncüsü : Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celbeden câzibedar bir metâ merguptur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyâsetle iştigal ve dünya hayatını te'min etmektir. Selef-i sâlihin asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlik-ı semâvat ve arzın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur'an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahvâl ve vukuat ve muhâverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi.Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inâyet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.Dördüncüsü : İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt-tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.Beşincisi : Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzat saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki, dünya âhirete vesiledir.Umumi bir beliyye olan ve nâsın ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-i meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibâhe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer'iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam su-i ihtiyâriyle haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hâl-i sekirde yaptığı tasarrufatta mâzur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır. Bu gibi içtihadlar ile Hâlik-ı Semavat ve Arz'ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduttur.Meselâ : Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytani fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.Sual : Avâm-ı nâs Arabiden haberdar değildir, fehmedemez?Cevap : Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmalen avâm-ı nâsa mâlum ve mâruftur. Maahaza lisan-ı Arabda bulunan şehamet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur... M.N.)
İCTİHADÂT
(İctihad. C.) İçtihadlar.
İCTİHADÎ
İçtihada müteallik. İçtihada dair. İçtihada ait.
İCTİHAF
Bir şeyden çok şey almak. * Üç parmakla yemek.
İCTİHAH
Kadının veya dişi hayvanların hâmile olması.
İCTİHAR
Askeri çoğaltma. * Meydanda ve gözükür olma. Aşikâr olma.
İCTİLAB
Celbetmek, çekmek.
İCTİLAL
Bir şeye bakmak.
İCTİMA'
Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak.
İCTİMAAT
İçtimalar. Toplanmalar.
İCTİMAÎ
Topluluğa ait, birlikte yaşayanlara dair. Cemiyet hayatına ait ve müteallik. Sosyal.
İCTİMA-İ A'ZAM
Ast: Bir çok gezegenin burç mıntıkalarının aynı noktasına tesadüf etmiş gibi görünmeleri.
İCTİMA-İ NEYYİREYN
Güneş ile Ay'ın bir istiva üzerine gelmeleri.
İCTİMA-İ SÂKİNEYN
İki sessiz harfin yanyana bulunması. * Ast: İki gezegenin yan yana gelmesi.
İCTİMA-İ ZIDDEYN
İki zıt şeyin bir arada, beraber olması.(Bir şey zâtî olsa onun zıddı o zâta ârız olamaz. Çünkü "ictima-i zıddeyn" olur, o da muhâldir. İşte bu sırra binaen madem Kudret-i İlâhiyye zâtiyedir ve Zât-ı Akdes'in lâzım-ı zarurîsidir. Elbette o kudretin zıddı olan acz, O Zât-ı Kadir'e ârız olması mümkün olmaz. Ş.)
İCTİMAİYYAT
İçtimaî ilimler. Topluluk hayatına dair ilimler. Sosyoloji.
İCTİMAİYYUN
İçtimaî hayatı en güzel şekilde idareyi düşünen ve ona çalışan. İçtimaî mes'elelere dair ilimlerle uğraşan kimseler. Sosyologlar.
İCTİMAR
Tütsülenme, buhurlanma.
İCTİNA
Meyve toplamak. Meyve devşirmek. Bir yere toplamak. * Aldanmak.
İCTİNAB
Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
İCTİNAH
Bir yana eğilme, meyletme. * Secde etme. * (Hayvan) bir tarafa meyilli koşma.
İCTİNAN
Gizlenmek.
İCTİRA'
(Cür'a. dan) Suyu soluk almadan birden içme. * Ağacı bir tutuşta kırma.
İCTİRA'
(Cür'et. den) Cesaret etme, cür'et etme, yeltenme, atılma.
İCTİRAH
El emeği ile kazanılan para ile geçinme.
İCTİRAM
Kabahat yapma, cürüm işleme.
İCTİRAR
İleri ve geri çekme, çekilme. * Hayvanın geviş getirmesi.
İCTİRAZ
Devenin geviş getirmesi.
İCTİSAR
Cür'et ve cesâret göstermek. * Çölü aşıp gitmek. * Denizde geminin geçip gitmesi.
İCTİSAS
Evleri yakın olmakla bir arada olma.
İCTİSAS
Hayvanın, ağzı ile çayırı araştırarak otlaması.
İCTİSAS
Ağacı kökünden çekip koparmak.
İCTİŞA'
Yer uygun olmama.
İCTİVA'
İğrenme, tiksinme.
İCTİVAR
(Civar. dan) Komşu olma, muhit yapma.
İCTİYAB
Gömlek giyme. * Yırtma. * Kuyu kazma.
İCTİYAH
Öldürme.
İCTİYAL
Doğru yoldan döndürme.
İCTİYAS
Yağma için dolanma. * Taleb etmek, istemek.
İCTİYAZ
Geçmek, mürur.
İCTİZA'
İktifa etmek, yeter bulmak.
İCTİZA'
Ağaç veya dal kesme.
İCTİZAB
(Cezb. den) Çekip uzatma. * Etrafına toplanma.
İCTİZAL
Sevinme, mesrur olma.
İCTİZAZ
Yün kırkma. * Çayır ve ot biçme.
İCTİZAZ-I AGNAM
Koyun kırkma.
İCYAM
Men'etmek, engel olmak.
İCZAB
Koparmak.
İCZAL
Semerin, devenin boynunu yara etmesi.
İCZAL
Birini sevindirme, mesrur etme, gönlünü hoş etme.
İCZAM
El kesme. * Hızlı yürüme.
İÇ
t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun. * Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek. * Karın, mide. * Kalb, vicdan, gönül. * Harem dairesi. * Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın.
İÇ CEBEHANE
t. Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
İÇ EZAN
t. Cuma günleri hatib minberde iken müezzin tarafından mahfilde okunan ezan. Diğer namazlarda yalnız minarede ezan okunurken, cuma günleri öğle vaktinde hem minarede, hem de caminin içinde müezzin mahfilinde ezan okunur. İkinci ezan caminin içinde okunduğu için buna "iç ezan" denilir.
İÇ HAZİNE
t. Osmanlı İmparatorluğu zamanında sarayda muhafaza edilen bir kısım paralar.
İÇ İL MÜDERRİSLERİ
t. İstanbul, Edirne ve Bursa'da ve bunlara bağlı yerlerde 150'şer akça ve daha fazla yevmiyeleri olan medrese müderrisleri.
İÇ KALE
t. Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etmesi için yapılırdı.
İÇ OĞLANI
t. Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla devam edip gitmiştir.
İÇERLEK
t. Dip, kuytu yer. Çıkmaz. * Daha geride, daha içeride bulunan.
İÇGÜVEY
t. (İçgüveyi, içgüveysi) Kayınpederinin evine alınan dâmat. Karısı tarafının evinde oturan dâmat.
İÇLİ
t. İçi dolu. * Çabuk müteessir olan, hassas duygulu. * Kin tutan, haset eden.
İÇTİHAD
(Bak: İctihad)
İÇTİMAÎ
(Bak: İctimaî)
İÇTİNAB
(Bak: İctinab)
İ'DA'
Düşman etmek. * Sıçratmak. * Geri getirmek. * Muavenet etmek, yardım etmek.
İDA'
Fasid olmak. Bozulmak. * Helâk olmak. * Yardım etmek.
İDA'
Emanet bırakmak. Vedia koymak. * Huk: Kendi malının muhafazasını başkasına havale etme.
İDÂA
Zâyi etmek. Boşuna harcamak.
İDÂA-İ VAKT
Vaktini boşa geçirmek. Vaktini zâyi etmek.
İDAB
Acib nesne.
İDAB
Herkesi ziyafete davet etme. Sofrası herkese açık olma. * Doğruluğunu ve hak olduğunu herkese bildirme.
İDABE
Edeblilik, terbiyeli oluş.
İDAD
(İded) Üstünlük, galibiyet, zafer. * Kuvvet, zor.
İDAD
Saymak. Sayı. Hesab etmek. * Ölüm vakti. * Fark. Vergi. * Bahşiş. * Küfüv. Denk, hemtâ. * Delilik emâresi. * Parmakla hesab etmek.
İ'DAD
Hazırlama. Yetiştirme. Geliştirme.
İD'AD
Korkutmak.
İDADE
Kol bağı.
İ'DADİYE
Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus. * Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.
İDAHA
Muti olmak, itaat etmek.
İDAK
Davarın kösneyip aygır istemesi.
İ'DAL
Güç olmak, zor olmak.
İDALE
Bir şeyin elden ele geçmesi.
İDAM
Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak.
İDAM
Katık. Ekmekle beraber yenen şey.
İ'DAM
Vücudu ortadan kaldırmak. Yok etmek. Öldürmek.
İD'AM
Direk vurmak.
İDAME
Devam ettirmek. Dâim ve bâki kılmak.
İ'DAM-I NEFS
İntihar. Kendi kendini öldürmek.
İDANE
(Deyn. den) Borç, ödünç verme, ikrâz.
İDANETEN
Borç olarak, ödünç olarak, idane suretiyle.
İDARE
Devrettirmek. Çekip çevirmek. Döndürmek. Kullanmak. Becermek.
İDARE FİTİLİ
Eskiden geceleyin yatak odalarını aydınlatmak için zeytinyağı konmuş küçük bir tabağın içinde yakılan bir çeşit fitilin adıdır. Küçük petrol lâmbalarına da idâre denildiği için bunların fitillerine de bu ad verilir.
İDARE KANDİLİ
Yatak odalarını aydınlatmağa ve elde gezdirmeğe mahsus küçük, ışığı az lâmba.
İDAREHANE
f. Bir işe bakan hey'etin veya bir işi idare edenlerin toplanarak iş gördükleri yer ve dâire. * Dergi, gazete vs. gibi yayınların yazı işlerine bakılan dâire.
İDARE-İ ASKERİYE
Askerlik işleriyle meşgul olan idare.
İDARE-İ EKVANÎ
Kevnlerin, âlemlerin idaresi, tasarrufu.
İDARE-İ MAHSUSA
İlk adı "İdare-i Aziziye" olan devlet vapur işletme dairesi.
İDARE-İ MASLAHAT
Bir işi mümkün mertebe iyi-kötü yürütmek.
İDARE-İ MEŞRUTA
Meşrutiyet idaresi, meşrutiyetle idare.
İDARE-İ MUTLAKA
Bir hükümdarla idare. Bir hükümdarın idare ve yönetimi altında bulunan devlet. Mutlakiyet idaresi.
İDARE-İ MÜSTEBİDE
İstibdat idaresi.
İDARE-İ ÖRFİYE
İcabında devletin bir yerde mülki idareye ait nizamları tatil ile kanunen kurduğu askerî idare. Örfi idâre, sıkıyönetim.
İDARE-İ UMÛR
İşlerin görülmesi.
İDARETEN
İdare için. Kanun ile değil, işin gelişine göre yaparak. İdare yoluyla, işi idare ederek.
İDARÎ
İdare. * İdare ile alâkalı.
İD'AS
Tepelemek.
İDAVE
(C: Edâvâ) Deriden yapılmış su kabı. Asker matarası.
İDB
Acib iş.
İDBAK
Ulaştırmak. Yapıştırmak. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin üst damağa yapışmasına denir. Bu sıfatın harfleri. Sad, dad, tı, zı'dır. İsimlerine müdbaka denir. (Bak: İtbak)
İDBAR
Geriye gitmek. Geri dönmek. * İşlerin ters gitmesi. * Talihsizlik. * Bir gezegenin diğer oniki burcun tertibine zıt olarak hareketi. (Asıl tertibe göre gitmesine de ikbal denir.)
İDBİSAS
Ne kırmızı, ne siyah olmak. * Ot bitmek.
İDCAN
(İdcican) Gökyüzü yağmur bulutlarıyla örtülme. * Hava çok sisli ve dumanlı olma.
İDD
Büyük, acib şey. * Belâ, dâhiye. * Yalan.
İDDE
Müddet. Zaman. Vakit. * Küfüv. Hemta. Arkadaş.
İDDET
Bekleme müddeti. * Sayılmış. Madud. * Cemaat. * Hıfz. * Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
İDDET-İ EŞHÜR
Ay hesabıyla iddet beklemek. Boşanma tarihinden itibaren hür ise üç ay, cariye ise birbuçuk ay bekler.
İDDET-İ HAML
Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.
İDDET-İ HAYZ
(Bak: Hayz)
İDDET-İ VEFAT
Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.
 
İDDİA
Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. İleri sürülen fikir. Dâva etmek. Israr etmek. İnat etmek. Haklı veya haksız bir dâvaya kalkışmak.(Arzı ve bütün nücum ve şümusu tesbih taneleri gibi kaldıracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dâva-yı halk ve iddiâ-yı icad edemez. Zira her şey, her şeyle bağlıdır. M.)
İDDİAEN
İddia ederek. Doğru olduğunu söyleyerek.
İDDİAÎ
İddia ile alâkalı. Şahitsiz, delilsiz ve boş söz.
İDDİAİYYAT
(İddiaî. C.) İddia ile ilgili. Şahidi olmayan sözler.
İDDİAM
(Diam. dan) Payanda dayamak.
İDDİANAME
Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahkemeye bir iddianame vermek suretiyle açar. Savcının bu suretle davayı açtığını bildiren yazısına iddianame denir. (O.T.D.S.)
İDDİFA'
Isınma, ısıtma.
İDDİFAN
Kölenin, efendisinin yanından kaçması.
İDDİFA-YI MÂ'
Suyun ısınması.
İDDİHAL
Girme, duhul etme, dahil olma.
İDDİHAN
(Dühn. den) Güzel kokular sürünme.
İDDİHAR
Biriktirmek, toplamak, yığmak. * Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.
İDDİLAC
Gecenin geç vaktinde gitmek.
İDDİMAC
Bir şeyin içine girmek. Bir yere girip gizlenmek.
İDDİRA'
Anlama, derketme, kavrama, fehmetme. * Hile ile aldatma. * (Kadın) saçını tarayıp salıverme.
İDDİRAK
Akıl etme, idrak etme, anlama, fehmetme. * Bir yere toplanmak. * Birbirine yetişmek.
İDDİSAR
Zengin olma, çok mal mülk sahibi olma. Bir şeye bürünme.
İDDİYAN
Borçlanma, borca girme.
İDEAL
Fr. Fikre ve düşünceye ait. Tasavvuri, hayali. * Mefkûre. Emel. Gaye. Hayalde tasavvur edilen kemal. Fevkalâde, mükemmel kimse veya şey. (Bak: Ülkü)
İDEALİST
Fr. İdeal ve mefkûre sahibi. * İdealizm felsefesine bağlı kimse.
İDEALİZM
Fr. Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini.
İDEOLOJİ
Fr. İnsanların düşünce ve hareketlerine muayyen bir istikamet vererek, siyasî veya ictimaî bir doktrin meydana getirmek isteyen fikir sistemi.
İDFA'
Soğuktan sakınıp giyinmek. * Isıtmak.
İDFAN
Gömme. Defnetme.
İDGAM
Gizlemek. * Bir şeyi bir yere koymak. * Tecvidde: Aynı cinsten olan harfleri birbirine katarak iki def'a okumak. Şeddeli okumak veya yazılmak.(Genizden gelen sese gunne dendiği gibi, harfleri şiddetli okumağa idgam deniyor. Konuşurken küçük dil genize çekilerek çıkan ses gunnedir. Gunnenin, bazı kimselerce harf sayılması mecazdır. Çünkü idgâm ikiye ayrılır.Gunnesiz idgam ki; tenvin veya sâkin nun, lâm ve râ harflerine idgam olunursa gunnesiz okunur. ( $ Mirrabbi $Milledünhü gibi)Gunneli idgam: Tenvin veya sakin nun (Ya, mim, nun, vav) harflerinden birine idgam olunursa gunne ile okunur. (Vav ile yâ) ya idgam edilirse gunne yarım olur.)
İDHAC
Silah takınmak.
İDHAD
İptal etmek, hükümsüz bırakmak.
İDHAL
Dâhil etmek. İçine almak. Sokmak.
İDHALÂT
(İdhal. C.) Memleket haricinden eşya ve mal getirmek.
İDHAN
(Duhân. dan) Tütme. Yanarak dumanı çıkma.
İDHAR
Hakir görme, tahkir etme, aşağılatma, hor görme.
İDHAŞ
Korkutma, dehşet verme, dehşetlendirme.
İDHİMAM
Siyah olmak. * Ekinin susuzluktan dolayı siyah görünmesi.
İDİL
Fr. Kır hayatını mevzu yapan nazım veya nesir yazı.
İDKAK
(Dekik. den) Ezme, ufaltma, küçültme.
İDLA'
İhraç etmek, çıkarmak.
İDLA'
Delil gösterme. * Kovayı suya sarkıtmak.
İDLAC
Gecenin ilk saatlerinden geç vakte kadar gitmek.
İDLAL
(Bak: Idlal)
İDLAL
Naz etmek. * Çok nazlanmak.
İDLÂLİYYÂT
İnsanı doğru yoldan saptıracak fikirler, azdıracak mevzular. Kur'ânla muaraza eden safsata ve bâtıl felsefi nazariyeler.
İDLİHAM
Galip olmak. * İhâta edip kaplamak.
İDLİ'MAM
Kararmak.
İDLİVLA'
Evmek, acele.
İDMA'
Kan alma. * Kanatma.
İDMAC
Bir şeyi bir şeyin içine koymak. * Sıkıştırmak.
İDMAG
Bir şeye muhtaç ve muztar eylemek.
İDMAN
Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak. * Beden terbiyesi. Jimnastik.
İDMAN-I BEDEN
Beden idmanı, jimnastik.
İDNA'
Yakın etmek, yaklaştırmak.
İDRA
Def etmek. * Bildirmek. Bildirilmek.
İDRAB
(Darb. dan) Rüc'u etmek, vaz geçmek. Bir şeyi yapmaktan yüz çevirmek. Mukim olmak. * Bir kimse üzerine kırağı yağmak. * Sıcak yel eserek yerdeki suyu kurutmak. * Ekmeğin pişmesi. (Kamus'tan alınmıştır.)
İDRAC
Dercetmek. Dürmek. * Bir yazıyı bir yere koydurmak.
İDRAK
Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.(Maalesef insanlar teâvün sırrını idrak edememişler, hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar! İ.İ.)
İDRAKAT
(İdrak. C.) Anlayışlar, kavrayışlar, idrak etmeler.
İDRAK-İ DAKİK
İnce idrak.
İDRAK-İ MAÂLÎ
Büyük mes'eleleri ve sırları kavramak, akıl erdirmek.
İDRAR
Sidik. Bevl. * Çokça akıtmak. * Devamlı vermek.
İDRARAT
(Derr. C.) Gelirler. Vâridat. Tahsilat.
İDRİHMAM
İhtiyarlıktan dolayı zayıflayıp iş yapamamak.
İDRİK
Dağlarda çok olan bir yemiş.
İDRİMAC
Bir yere girip gizlenmek.
İDRİS (A.S.)
Hz. Adem'in (A.S.) evlâdlarından ve Kur'anda ismi zikredilen, ilk yazı yazan, terzilik yapan peygamber (A.S.) (Bak: Meratib-i hayat)
İF
Vakit.
İFA
Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
İ'FA'
Çoğaltmak. * Terketmek.
İFA'
Çocuğun büyümesi.
İFAD
Bir kimseyi elçilik (sefirlik) vazifesiyle gönderme.
İFADAT
(İfâde. C.) Anlatmalar. İfadeler.
İFADAT-I LÂZİME
Gerekli ifadeler.
İFADE
Anlatmak. Söylemek. * Fayda vermek, fayda tutmak.
İFADE-İ CEBRİYYE
Zoraki ifade. * Mat: Cebir işaretleri ile maksadını anlatma.
İFADE-İ MERAM
Dilek ve maksadını anlatmak.
İFADE-İ ŞİFAHİYYE
Ağızdan söyleyerek, şifahî olarak ifade ederek.
İFADE-İ TAHRİRİYE
Yazı ile anlatış.
İFAHA
Yellenmek.
İFAHE
Kan fışkırtma. * Kanatma.
İFAKAT
(Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman. * Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.
İFAKAT-PEZİR
f. İyileşmesi mümkün, iyileşebilir.
İFAKAT-YÂB
f. İfakat bulucu, iyileşen.
İFAKAT-YAFT
f. Sıhhat bulan, iyileşen, hastalıktan kalkan.
İFAL
Sür'atle gitmek, hızla gitmek. * Uzaklaşmak, ırak olmak.
İFASA
Yumuşak söylemek. * Aşikâre söylemek. Açık açık konuşmak.
İFATE
(Fevt. den) Kaybetme, kaçırma, elden çıkarma.
İFATE-İ FIRSAT
Fırsatı kaçırma. Fırsatı değerlendirememe.
İFATE-İ VAKT
Vakit kaybetme, zaman harcama.
İFAVE
Çorbanın iyisi. * Çömlek kaynarken yüzüne çıkan köpük.
İFA-Yİ VAZİFE
Görevini yapma, vazifesini yerine getirme.
İFAZA
(Feyz. den) Bereketlendirmek. Feyz vermek. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp yayılmak.
İFAZA-BAHŞ
f. Feyizlendiren, feyiz aldıran.
İFAZE
(Fevz. den) Maksada erdirmek. Merama kavuşmak. Zaferyâb eylemek.
İFCA'
Geçimini genişletme.
İFCAC
Kuş cıvıldaması, kuş ötmesi.
İFCAC-I TUYUR
Kuşların cıvıldayışı.
İFCAR
Fecir vaktine girme. * Bir kimseyi fâcir sayma.
İFCAS
Mânâsız ve münasebetsiz şeylerle kibirlenme.
İFDA'
Fidye kabul etme.
İFDA'
Sahraya çıkmak, çöle çıkmak.
İFDAH
(Fadih. den) Kötülüğü açığa vurma. Kusur ve ayıpları meydana çıkarma.
İFDAL
(Fadl. dan) Lütuf ve bağış. İhsan.
İFFET
Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak.
İFFET-FÜRUŞ
f. Namus ve iffetten söz eden. Namusluluk taslayan.
İFFETLİ
(İffetlü) Namus, hayâ ve iffet sahibi kadın. * Doğru, rüşvet yemez, haram yemez, istikametli kimse. * Eskiden kadınlara yazılan mektub hitabı.
İFHA'
Unutmak.
İFHAC
Davarın ayaklarını ayırıp sağmak.
İFHAH
Âciz bırakma.
İFHAK
Doldurmak.
İFHAM
Ulu etmek, yüceltmek.
İFHAM
Bildirmek. Anlatmak. Maksadı bildirmek.
İFHAM
İkna edip sükût ettirmek. Delil göstermekle ve isbat etmekle galip gelmek.
İFHAR
Şereflendirmek. Şeref vermek. Fahirlendirmek.
İFHAŞ
(Fuhş. dan) Kötü ve fena söyleme.
İFK
Bühtan. Bir suçu birisine yüklemek. İftira.
İFKA'
Fakir ve kötü durumda bulunma.
İFKAD
Kaybettirme, kazandırmama.
İFKAH
Öğretme.
İFKAR'
Fakir düşürme, fakirleştirme. * Hayvanı kirâya verme.
İFLA'
Sütten ayırma, memeden kesme. * Yabana kaçma.
İFLAH
Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete çıkmak. Felâha kavuşmak. * Nimette dâim ve kararlı olmak. (Bak: Felah)
İFLAK
şiir okurken fesahat üzerine olmak. * Mâna ve kelime icad etme.
İFLAL
Gidermek. * Yağmur gelmeyen yere yetişmek.
İFLAS
Sıyrılıp kurtulmak.
İFLAS
Malı tükenmek, parası kalmamak. Borçlarını ödeyemiyecek hâle gelmek. Sermayesini batırmak. * Ahirette günahları çok olanın hüsrana düşmesi.
İFLAT
Kement veya bağdan kurtulup kaçma.
İFLİLAK
Yer yüzünü bulut kaplamak.
İFNA'
Mahvetmek. Tüketmek. Kıymetini kaybetmek. Çok zarar etmek. Yok etmek.
İFNA-Yİ BEDEN
Vücudu yok etme, öldürme.
İFNA-Yİ HAYAT
Hayatını sarf edip bitirmek. Hayatını yok etmek.
İFNA-Yİ MAÂL
Malını sarfetme, malını ifnâ etme.
İFRA'
Kesmek. * Yarmak.
İFRAC
Açılma. * Ayrılmak. * Genişletmek. * Açmak.
İFRAC-ÜL BÂHİRE
Geminin kıyıdan veya iskeleden açılması.
İFRAD
Tek olarak söylemek. * Ayırmak. * Göndermek. Yollamak.
İFRAG
Bir halden başka bir hale sokma. Kalıba dökmek. Şekil vermek. * Boşaltmak. Akıtmak. Dökmek. Câri kılmak.
İFRAH
Belirsiz bir şeyi belirtme. * şübhe ve tereddütü giderme. * (Kuş) yavrulama. * (Tohum) yeşerme.
İFRAH
Ferahlandırmak. Memnun etmek.
İFRAM
Doldurma, doldurulma.
İFRAR
Kaçırmak. Kaçırılmak. Firara mecbur etmek.
İFRAS
Fırsat ele geçme.
İFRAŞ
Zemmetme, kötüleme, çekiştirme. * Serip döşetme.
İFRAT
Haddinden geçmek. Pek ileri gitmek. * Takatinden ziyade iş vermek. (Tefrit'in zıddı)
İFRAT Ü TEFRİT
Birbirine tamamıyla ters olan iki uç. Çok fazla ve çok az.
İFRAT-I NEŞAT
Sevinç coşkunluğu, sevinçten dolayı çoşma.
İFRATKÂR
f. Pek ileri giden. Haddini aşan.
İFRAZ
Vazifeye tayin etmek. * Farzedip vermek.
İFRAZ
f. Yükseklik. Rif'at. İrtifa'.
İFRAZ
Ayırmak, tefrik etmek. Ayrılmak.
İFRAZ HAZİNESİ
Tar: Kullanılmayan kıymetli eşyanın saklandığı yer. Bu gibi kıymetli şeylerden ikinci dereceden olanların muhafaza olunduğu yere de "Bodrum Hazinesi" denilirdi.
İFRAZAT
Vücuddan çıkan, bedenden ayrılan kan, irin, balgam gibi şeyler.
İFRAZCİYAN
Darphanede sikke (para) kesenler. Altun, gümüş ve bakır madenlerini para haline getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir.
İFRİNKA'
Parmak çıtırdatma. * Gidermek. * Ayırmak.
İFRİT
Cin taifesinden çok muzır, şerir ve korkunç bir cins. * Mc: Korkunç, kızgın ve öfkeli insan.
İFRİZ
Dam saçağı.
İFSAD
Bozmak. Azdırmak. Fesada uğratmak. Fitne salmak. Karıştırmak.
İFSADAT
(İfsad. C.) İfsadlar, kargaşalıklar, fesada uğratmalar.
İFSAD-I Mİ'DE
Mideyi bozma.
İFSAH
Unutmak. Akıldan çıkarmak. İhmal etmek.
İFSAH
Fesahatla konuşmak. Açık ve düzgün söz söylemek.
İFSAH
Açmak, genişletmek.
İFSAM
Hastanın ateşinin düşmesi. * Kesilip bitme, tükenme. * Yağmurdan sonra hava açılma.
İFŞA
(C.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak.
İFŞAAT
(İfşa. C.) İfşa etmeler, fâşetmeler, meydana çıkarmalar, duyurmalar.
İFŞA-Yİ RAZ
Sırrı açıklama.
İFTA
Fetva vermek. (Bak: Fetva)
İFTAH
Seğirtme. * Sık nefes alma, hızlı hızlı soluk alma.
İFTAH
Açmak. Fethetmek. (Bak: Feth)
İFTAL
f. Dağınık. * Yırtık, aralık, yarık.
İFTAM
Memeden ayırma, sütten kesme.
İFTAN
Fitneye düşürme. * Ayartma.
İFTAR
Oruç açmak. Oruç açılırken yenen yemek. (Zıddı: İmsak)
İFTARİYYE
İftarlık. İftar için hususi olarak hazırlanmış nevale. Bunlar oruç bozulduktan sonra yemek yenmeden evvel yendiği için bu ad verilmiştir. * Osmanlı İmparatorluğu zamanında padişah sarayında, vüzera, eşraf ve âyân konaklarında, davetlilere iftardan sonra diş kirası namıyle verilen bahşiş, para.
İFTİAL
Fal tutma, fala bakma.
İFTİAL
Bir şeyi iş edinmek. Kendiliğinden yapmak. * Arabçada beş harfli fiilin birinci babı. * Yalan düzmek, iftira etmek.
İFTİAT
Başa tülbent sarmak.
İFTİCA'
Birdenbire, ansızın olma.
İFTİDA'
(Fidye. den) Fidye vererek esirlikten kurtulma.
İFTİDAH
(Fadâhat. den) Kırma, kırıp ufalama. * Maskara olma, rezil olma.
İFTİHAM
(Fehm. den) Kavrama, anlama. Fehmetme.
İFTİHAR
Övünmek. Kendini beğenircesine kendinden ve yaptıklarından bahsetmek. * Başkasının iyi bir hali ile sevinmek. (Bak: Tahdis-i ni'met)
İFTİHAR MADALYASI
Padişaha sadakat gösterenlere, tarım ve san'atın ilerlemesine çalışanlara, yangın ve sâri hastalık anında devlet ve millete büyük hizmetleri dokunanlara verilmek üzere II. Abdülhamid'in irade-i seniyesiyle altın ve gümüşten olmak üzere çıkarılan madalya. (1886 ve 1887) Madalyanın ön yüzünde yukarı kısmında şualar içinde tuğra ve alt kısmında Osmanlı arması; diğer yüzünde defne dalı arasında bir boş saha vardır. Buraya, madalyanın sahibi olacak şahsın adı yazılırdı. Kırmızı renkli kurdele ile göğsün sol tarafına takılırdı. Sahibinin ölümünde vereseye intikal etmez, hükümete geri verilirdi.
İFTİHARİYYAT
İftihar yoluyla söylenen sözler.
İFTİHAS
Gerçeği ve hakikatını dikkatle araştırma. İçyüzünü iyice tetkik etme. * İmtihan etme, deneme.
İFTİKAD
Arayıp sormak. * Kaybolmak.
İFTİKAK
(Fekk. den) Rehinden kurtarma, rehinden çıkarma.
İFTİKAL
Çok çalışma, bir işte çok fazla emek harcama, pek fazla gayret sarfetme.
İFTİKAR
Yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak. * Çok ihtiyacı olmak. * Tevazu'. Alçak gönüllülük.
İFTİLA'
Otlatma.
İFTİLAK
Taaccüb etmek, şaşırmak.
İFTİLAL
Bükülme. * (Asker) muharebeden yılma.
İFTİLAT
Ansızın bir işe girişme. * Hatıra gelivererek şiir veya söz söyleme.
İFTİLAZ
Kesmek, kat'. * Bir kimsenin bir parça malını almak.
İFTİNAN
Türlü türlü ve birbirini tutmayan düzensiz söz söyleme. * Fitneye düşmek. * Âşık olmak.
İFTİRA
Birinin üzerine suç atmak. Bühtan. İfk. Yalan yere birisini suçlu göstermek.
İFTİRAAT
(İftira. C.) İftiralar, asılsız isnatlar, aslı esası olmayan suç yüklemeler.
İFTİRAK
Perişan olmak. * Ayrılmak, dağılmak. Hicran.
İFTİRAKAT
Ayrılıklar. İftiraklar. Parçalanmalar.
İFTİRAK-I İZAM
Kemiklerin dağılması.
İFTİRAR
Gülmek.
İFTİRAS
Fırsat gözlemek. Fırsatı ganimet bilmek.
İFTİRAS
Yırtmak. Parçalamak. Yırtıp parçalamak. * Zorla yere yıkmak.
İFTİRAŞ
İzine uyma. * Namusa dokunur söz söyleme. * Yayılma. * Cima. * Döşemek.
İFTİRAZ
Farz kılma, vacib kılma.
İFTİSAD
Neşter ile kan aldırma.
İFTİSAL
Sütten kesilme, memeden ayrılma. * Fidanı çıkarıp başka yere dikme.
İFTİTAH
(Fetih. den) Açmak, başlamak, fethetmek. Zabtetmek.
İFTİTAH TEKBİRİ
Namaza başlarken alınan tekbir. Namaz, her nevi dünya meşguliyetinden alâkayı keserek kılındığı için, Allahü Ekber diye iftitah tekbirini alarak namaza başladıktan sonra ibadet esnasında dünya işi haram olup namazı bozar. Bu mâna için bu tekbire, tahrime adı da verilir.
İFTİTAN
(Fitne. den) Fitneye uğrama. * Aldatmak. * Azdırmak.
İFTİYAK
Fakirleşmek, yoksullaşmak.
İFTİYAL
Fal tutma.
İFTİYAT
Düşünmeden bir işe başlama. * Bir şey kaybolup gitme.
İFTİZAH
(Bak: İftidâh)
İFZA'
Medet etmek, yardım etmek. * Korkutmak.
İFZA'
Korkutmak. * Güç olmak.
İFZAH
(Fazih. den) Kusuru, kötülüğü, ayıbı açığa vurma.
 
İG
Koku, rayiha.
İGAL
Acele ile bir kimseyi bir yere sokma. * Uzaklara gitme.
İGAME
Havanın bulutlu olması.
İGARE
Yağma etmek, hücum etmek. * Teşvik etmek. Gayrete getirmek. Acele etmek.
İGASE
İmdada yetişmek, yardım etmek.
İGAZA
Kızdırma, darıltma.
İGBAB
Korkmak. * Bir gün görüp bir gün terketmek.
İGBİRAR
Kırılmak. Gücenmek. * Toz ile paslanmak. * Boz benizli olmak.
İGDAB
Gadablandırmak, kızdırmak, öfkelendirmek.
İGDİDAN
Saç uzamak. * Ot yeşermek.
İGDİN
Bozulmuş, kokmuş, cılık (yumurta).
İGFA'
Uyuklamak.
İGFAL
(C.: İgfalât) Dikkatsizlikle terkettirmek. * Gaflette bırakmak. * Kandırmak. Aldatmak.
İGFALAT
(İgfal. C.) İğfal etmeler, kandırmalar, aldatmalar.
İGFALİYYAT
Yanıltıp aldatmak için söylenen sözler.
İGLA'
Pahalandırma, fiatını yükseltme. * Kaynatma.
İGLAF
(Gılaf. dan) Kınına sokma, kılıfa koyma.
İGLAK
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak. * Zorla iş yaptırmak. * Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
İGLAKAT
(İglak. C.) Muğlak yapmalar. * Karışık ve anlaşılmaz sözler.
İGLAT
(Galat. dan) Yanlışa götürme.
İGLAZ
(Galiz. den) Kaba ve fenâ söyleme.
İGLAZAT
(İglaz. C.) Kaba ve galiz söyleme.
İGLİNTA'
Vurmakla ve sövmekle üstün gelip galebe etmek.
İGLİVVAT
Lâzım olmak, icab etmek.
İGMA'
Bayılma, baygınlık, kendinden geçme.
İGMAD
Kınına sokma, kılıfına koyma. * Birçok şeyleri bir yere tıkma.
İGMAD-I SEYF
Kılıcı kınına sokma.
İGMAM
Kederlendirmek. Gamlandırmak. Hüzünlendirmek. * Gökyüzünün bulutlu olması.
İGMAR
Batırmak.
İGMAZ
Müsamaha etmek. Görmemezliğe gelmek.
İGMAZ
Ayıplamak. Kınamak. Tahkir etmek.
İGMAZ-I AYN
Göz yummak. Aldırmamak, görmemezlikten gelmek.
İGNA'
Ganileştirmek. Zengin etmek. * Kifâyet edip bir şeyin yerini tutmak.
İGNAN
Ot çok olmak.
İGRA
Rağbetlendirmek. Teşvik etmek. Hırsını tahrik etmek.
İGRAB
Uzak yerlere yolculuk etme. * Garb (batı) tarafına gitme.
İGRAD
Yüksek ve güzel sesle şarkı söyleme.
İGRAK
Suya batırmak, boğmak. * Kabı doldurmak. * Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.
İGRAKAT
(İgrak. C.) Mübalâğalar, iğraklar, aşırı büyültmeler.
İGRAKİYYAT
Aşırı büyültmelerle ve mübâlâğalarla söylenen sözler.
İGRAM
Borç ödetme.
İGRAR
Batırmak.
İGRAS
Ağaç dikmek. Toprağa gömmek.
İGRAZ
Doldurmak. * Taze hamurdan ekmek yapıp misafire yedirme.
İGRİK
Çok bağırıp böğüren (hayvan).
İGRİZ
Kabuğundan henüz çıkan çiçek.
İGSAS
Sıkıştırma, tazyik etme. * Bir yer ahalisini sıkıntıya düşürme.
İGSAS
Güzel yemekler yedirme.
İGŞA
Örtmek. Bürümek. Kapamak. Perdelemek.
İGŞAŞ
Acele ettirme. * Kışkırtma, tahrik etme.
İGTA'
Ağacın dalları uzayarak yerlere sürünme. * (Asma) yeşerme.
İGTAŞ
Karanlık olmak.
İGTİBAK
Akşam vaktinde şarap içmek.
İGTİBAT
Refahlı, sürurlu ve zengin olmayı temenni etmek.
İGTİFAR
Mağfiret olunma. * Şüyu' bulma.
İGTİLA'
Hızlı ve sür'atli yürüme. Çabuk yürüme.
İGTİLAF
Kılıf içine girme, gılaflanma.
İGTİLAF-I SEYF
Kılıcın kınına girmesi.
İGTİLAL
Hayvanın çok susaması. * Elbiseleri üst üste giyme. * İçme. * İyi sağılmadığı için (koyun) hastalanma.
İGTİLAM
Hırs ve şehvetin galip gelmesi. * Muzdarib olmak, acı çekmek.
İGTİMAD
(Gamd. dan) (Kılıç) kılıfına girme. * Karanlıkta görünmez olmak.
İGTİMAM
Tasalanmak. Kederli olmak.
İGTİMAS
Suya dalma.
İGTİMAS
Hor ve hâkir görme. * Nankörlük.
İGTİMAZ
Birini çekiştirme, bir kimsenin aleyhinde bulunma.
İGTİMAZ
Gözünü kapatma, gözünü yumma. Uyuma.
İGTİNA'
(Gınâ. dan) Zenginleşme, zengin olma.
İGTİNAM
Yağma etmek. Fırsatı ganimet bilmek.
İGTİNAM-I FIRSAT
Fırsatı yakalama, fırsattan istifade etme.
İGTİRAB
(Gurbet. den) Gurbete gitme. * (Güneş, Ay vb. seyyareler) batma. * Göz önünden kaybolma.
İGTİRAF
Avuçla su içme, eliyle su alma.
İGTİRAK
(Gark. dan) Suya batma, gark olma, suda boğulma. * Soluğu kuvvetle içe çekme.
İGTİRAM
Borç, diyet veya cerime verme.
İGTİRAR
(Gurur. dan) Aldanma, iğfâl olunma. * Gururlanma. Kibirlenme, böbürlenme. Güvenilmeyecek şeye güvenme. * Gaflette olma, gafil bulunma.
İGTİRAREN
Güvenerek, mağrur olarak.
İGTİSAB
Gasb etmek. Başkasının malını zorla elinden almak.
İGTİSABAT
(İgtisab. C.) Gasbetmeler, başkasının malını elinden zorla almalar.
İGTİSAL
Yıkanmak. Gusletmek. (Bak: Gusül)
İGTİŞAŞ
Karışıklık. Kargaşalık. Karmakarışık olmak. * Birisinin fena telkinini kabul etmek.
İGTİYAB
Gıybet etmek. Zemmetmek. Yermek.
İGTİYAL
Baskın yapıp öldürme.
İGTİYAR
Faydalanma, istifâde etme. * Azık edinme.
İGTİYAZ
Gazaba gelme, kızma, öfkelenme.
İGTİZA
(Gızâ. dan) Beslenme, gıdalanma.
İGTİZAB
Gücenme, kızma, gazaba gelme, darılma.
İGVA'
Ayartmak. Azdırmak. Baştan çıkarmak.
İGYAL
Hâmile kadının sütünü vermesi.
İGYAM
Havanın bulutlu olması.
İGZA'
(Gazâ. dan) Savaştırma. Gazâ ettirme. Muharebeye gönderme.
İGZA'
Görmemezliğe gelme.
İGZAB
(Gazab. dan) Gazaba getirme, hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.
İGZAF
Gece çok karanlık olmak.
İGZAL
Eğirmek.
İĞ
Yün, pamuk vs. kıvırmağa mahsus iğne.
İĞDE
Kızılcığa benzer bir meyve ve bu meyveyi veren ağaç ve çiçeği.
İĞDİŞ
f. Burulmuş, enenmiş hayvan. Erkeklik bezleri (hayaları) çıkarılmış at. Melez.
İĞERÇİN
Karar veremeyen, mütereddit, kuşkulu.
İĞNEDAN
İğne koymağa mahsus küçük kutu.
İĞNELEMEK
t. İğne ile delmek. * Kalıbını almak için kenarlarını iğne ile delerek işaretlemek. * Mc: Sözle hırpalamak. Dokunaklı konuşmak.
İĞNELİ FIÇI
Mc: Eziyetli ve usandırıcı iş. İnsana eziyet veren ve rahatsız eden yer.
İĞRETİ
t. Ödünç, borç, kendi malı olmayan. Yerli ve sabit olmayan, muallak gibi duran. * Muvakkat, bağlı bulunmayan, geçici. * Fıtrî olmayan, sahte, sun'î.
İĞTİŞAŞAT
(İgtişaş. C.) Karışıklıklar, kargaşalıklar, fenâlıklar.
İĞTİTA'
Örtünme, bir şeye sarınma.
İĞTİZAL
İplik eğirme.
İHA
Sevketme, gönderme.
İHAB
Verme, bağışlama.
İHAB
Ham deri.
İHAFE
Korkutmak. Havf ettirmek.
İHAKE
Te'sir etme. * Kesme.
İHALE
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek. * Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek. * Zayıf addetmek. * Muhal söz söylemek.
İHALETEN
İhale ederek, ihale suretiyle.
İHAM
Vehme düşürmek, vehimlendirmek. * Edb: İki mânaya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânayı bilerek kullanmak.
İHAME
Çadır kurma.
İHAM-I KABİH
Edeb ve terbiye dışı anlamı bilerek kullanma. Sözü edeb ve terbiyeye aykırı bir mecazî mânâya getirme.
İHAN
(İhnet. C.) Kızgınlıklar, öfkeler, gazablar, dargınlıklar.
İHAN
(Vehn. den) Bir kimseyi zayıf, kuvvetsiz tutma. Güçsüzlendirme. * Hor görme, tahkir etme.
İHANET
Helâk etmek. Öldürmek. Mahvetmek.
İHANET
(Hevn. den) Alçak ve hakir addedip itibar etmemek, kıymet vermemek. * Hainlik. Haksızlık. Kötülük.
İHASE
Toprağı kazarak bir şeyler arama.
İHAŞ
Bir kimsenin namusuna dokunma, namusunu lekeleme.
İHAŞE
Avı, tuzağa düşürebilmek için sürüp götürme.
İHATA
Etrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. * Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
İHATAVÎ
İhata edecek şekilde. Kaplayıp içine alacak yolda.
İHAZE
Kalkanın elle tutulacak olan yeri. * Timar. Hükümdarın verdiği arazi.
İHBA'
Örtmek, saklamak, gizlemek. * Ateşi basıp söndürmek.
İHBAB
Muhabbet etmek. Sevgisini göstermek.
İHBAK
Boyun eğme, inkıyâd, yumuşaklıkla söz dinleme.
İHBAL
Gebe koyma, hâmile yapma. * Çiçekler dökülüp meyve tutma.
İHBAR
Haber vermek. Haber almak. Alınan haber. Anlatmak. (Bak: Ahbâr)
İHBARAT
Bildirilen haberler. İhbarlar. Bildirilen hadis-i şerifler.
İHBAR-I GAYBÎ
Gayıbdan verilen haber. Geçmiş zamandan veya gelecekten verilen haber. (Bak: Ahbar)
İHBARÎ
Haberle alâkalı. Haber vermeğe dair. * Gr: Bir işin ne zaman olacağını bildiren fiil.
İHBARİYYAT
Haberle alâkalı, habere âit cümleler.
İHBARİYYE
Haber vermek işi. * Kaçak veya kayıp eşyayı haber verene mükâfat olarak verilen para.
İHBARNAME
f. Yazılı haber. Yazı ile haber vermek. * Belirli hadiselere dair bilgi olarak, alâkalı olduğu yere verilen yazı. * Bir paranın ödenmesi veya başka bir muamelenin yapılması lüzumuna dair resmi bir daireden gönderilen ihtarnâme.
İHBAS
Birinin hakkını yeme.
İHBAS
Eteğinde bir şey gizleme. * Hapsetme. * Vakfetme. Hayır yollarında mal ve hayvan bağışlama.
İHBAT
Koşturmak.
İHBAT
Mahveylemek. Battal ve geçmez hale koymak. * Kuyunun suyu çoğalmak veya bitmek. * İşin karşılığını vermek. * Amelin sevabını giderip, hiçe indirmek.
İHBAT
Huşu ve tevazu etmek.
İHCAC
Hac vazifesi için bedel vermek veya nâib tutmak. Nâib tutana "Âmir, menub veya mahcucun anh" da denir.
İHCAF
Noksanlık, eksiklik, kusurluluk.
İHCAL
(Hacl. den) Utandırma.
İHCAM
Bir şeyden korkarak vaz geçme, dönme. cayma. Men olunma.
İHDA
İman ve İslâmiyet yolunu göstermek. Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Allah rızasına uyan yola girmesine vesile olmak. * Hediye etmek. Armağan yollamak.
İHDA
(Müennes) Bir. Ehad.
İHDA AŞER
Onbir.
İHDAD
Keskinleştirme.
İHDAD
(Gövdenin) derisi şişme.
İHDAF
Gelip çatmak. Karşısına dikilip durmak. Hedef olmak.
İHDAİYYE
Hediye etme vesilesiyle yazılan yazı.
İHDAL
Islatma.
İHDAR
(Heder. den) İptal etme, battal etme, hükümsüz bırakma. * Boşa harcama.
İHDAR
(Hadr. dan) Tıb : Bir organın hissini iptal etme, uyuşturma. * Kızı yaşmaklandırma, ferace giydirme.
İHDAR-I DEM
Huk: Maktulün (öldürülmüş olan kimsenin) diyetini katilden (öldürenden) aldırmamak.
İHDAS
Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak. (Bak: İbda', Hudus)
İHEVAT
(İhve. C.) Samimi ve sâdık arkadaşlar. Candan dostlar. * Tarikat arkadaşları.
İHFA
Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek. * Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
İHFAF
Hafifletmek. Birinin şerefine dokunacak şekilde konuşmak.
İHFİK
Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, çatlaklıklar.
İHFİK-ÜL ARZ
Yer yarığı.
İHHİKAK
Kördüğüm olma. * Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.
İHKAB
Arkası kesilme.
İHKAD
Başka bir kimsede garaz ve kin uyandırma.
İHKAK
Mazlumun hakkını zâlimden almak. Hakkı yerine getirmek. Hak ile hasmına galib olmak.
İHKAK-I HAK
Haklıya hakkını vermek. Hakkı, usülü dairesinde yerine getirmek.
İHKÂM
Manen tahkim etmek. Sağlamlaştırma. Muhafaza ile fesaddan menetmek.
İHKAR
Rezil ve rüsvay etme.
İHLA
Boş bırakma. Boşaltmak, hâli kılmak.
İHLA'
(Hulv. den) Tatlılandırma.
İHLAF
Yemin vermek. Yemin etmek. * Yok etmek. Telef etmek.
İHLA-İ SEBİL
Yolunu açık bırakma.
İHLAK
(Helâk. dan) Harcama, tüketme, bitirme. * Yok etme, helâk etme, öldürme.
İHLAL
(Halel. den) Sakatlamak. Bozmak. Halel vermek. * Birini ihtiyaç içinde bırakmak. * Düşmanın haklarına vefa etmeyip gadretmek.
İHLAL
(Mahal. den) Yer değiştirmek. Vermek. Yerleştirmek. * Helâl kılmak.
İHLAS
(Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak.(Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde, en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir duâ-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet ihlastır....Cenab-ı Hakk'ın rızası ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba' ile ve fazla muvaffakiyet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyyeye ait olduğu için istenilmez; belki bazan verilir. Evet, bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü, bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur. Hem, ihlas ve hakperestlik ise, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa benden ders alıp sevap kazandırsınlar düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir. L.)(Cay-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir O'na tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, O'na demiş ki: "Neden beni kesmedin?" Dedi: "Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim." O kâfir, O'na dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Mâdem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır." dedi. M.)
İHLAS
Müşteriyi aldatmak. Müflis olmak.
İHLAS SURESİ
Kur'an-ı Kerim'de şirkin ve küfrün envâını reddedip, tevhidi ilân eden $ diye başlayan 112. Sure.Bu sureye: Esas, Tevhid, Tefrid, Tecrid, Necat, Velâyet, Marifet, Samed, Muavvize, Mazhar, Berâe, Nur, İman suresi de denilmektedir. Maâni, Müzekkire gibi isimleri de vardır. (E.T.)
İHLAS-MEND
f. İhlaslı, ihlas sahibi, temiz kalbli.
İHLAS-MENDANE
f. Temiz yürekli kimseye yakışır şekilde, ihlaslı kişiye uygun tarzda.
İHLAS-MENDÎ
f. İhlaslılık, temiz kalblilik.
İHLAS-PERVER
f. İhlas sahibi, temiz kalbli.
İHLAS-PERVERANE
f. Temiz yürekli, ihlas sahibi bir kimseye yakışacak surette.
İHLAS-PERVERÎ
f. Temiz yürekli, ihlas sâhibi olma.
İHLİL
Erkek tenasül organının deliği, sidik yolu. Sidik deliği. * Kadınlarda memede sütün aktığı yer.
İHMA
Bir şeyi ateşte kızdırma.
İHMAD
Ateşin alevini söndürmek.
İHMAL
Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
İHMAL
Bir şeyi yüklemesi için yardım etmek. Yükletilmek.
İHMALCİ
t. Dikkat etmeyen, dikkatsiz, müsamahacı.
İHMALKÂR
f. İhmalci, işine dikkat etmeyen.
İHMAM
Kederlendirmek. Mahzun etmek. * İhtiyarlatmak.
İHMİRAR
Kızarmak. Kızıllık. * Kızıl hastalığı.
İHN
Yün. Renkli yün, renkli kumaş.
İHNA'
Acıma, merhamet etme, şefkat etme.
İHNAC
Bir şeyi bir yana eğme.
İHNAK
(Hunk. dan) Kin bağlama. Gazaplandırma.
İHNAK
(Hunk. dan) Boğma.
İHNET
Gazap, öfke. Hiddet. * Kalb katılığı. * Kin bağlamak.
İHRA'
Eksiltme, azaltma, noksanlaştırma.
İHRAB
Kaçma zorunda bırakma. * Çalışma, azmetme, didinme.
İHRAB
Kavgayı kızıştırma, muharebeyi alevlendirme.
İHRAB
Harâb etme, perişan etme.
İHRAC
Çıkarmak. Dışarı atmak. Fazla malı başka memlekete göndermek. İstifade için meydana koymak.
İHRACAT
(İhrâc. C.) Memleketteki fazla malı başka memlekete göndermek, satmak. * Çıkarmalar. İhraç etmeler.
İHRAK
Akıtma, dökme.
İHRAK
Ateşe atmak. Yakmak. Yandırmak. * Bulamaç yapmak.
İHRAK Bİ-N-NAR
Ateşte yakma.
İHRAKAN
Yakmak suretiyle.
İHRAK-I DÜMU'
Gözyaşı akıtma, ağlama.
İHRAM
Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise. * Yün yaygı. Büyük yün çarşaf. * Fık: Hac veya umreyi yada her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine menetmek ve onlardan sakınmak.
İHRAS
Dilsiz olmak. Dilsiz kalmak.
İHRAZ
Nail olmak. Erişmek. * Kazanmak. Kesbetmek. * Birisini güzel bir surette korumak.
İHRİZ
Bitkin, dermansız. Kımıldanmağa ve bir şey yapmağa hâli ve mecâli olmayan.
İHSA
Saymak. Sayılmak. İstatistik, sayım. * Kandırmak, aldatmak. * Zaptetmek. * Ezber etmek. * Fehmetmek. İdrâk eylemek.
İHSA'
Yalnız bir ilim ve san'at dalıyla meşgul olup, o hususda ihtisas yapıp terakki etme. Husyelerini çıkarma, iğdiş etme, eneme, erkekliğini giderme.
İHSA'
Hayvan tezeği yakma.
İHSAB
Ucuzlama, fiattaki azalma.
İHSAD
Ekin veya ot biçme veya biçtirme. Hasâd etme.
İHSAÎ
Sayım ile alâkalı. İstatistiğe ait.
İHSAİYAT
İstatistik. İstatistiğe ait mâlumatı toplama ilmi.
İHSAN
(Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek. * Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak. * Ehl-i azamet olmak.
İHSAN
İyilik, lütuf, bağışlamak. * Sahilik etmek, cömertlik yapmak. * Allah'ı görür gibi ibadet etmek. * Güzel bilmek. Güzel eylemek.
İHSANAT
(İhsan. C.) İhsanlar, lütuflar.
İHSANDİDE
(C.: İhsandidegân) f. İhsan görmüş, bağış almış. Birinin lütfunu görmüş, minnettar.
İHSAN-DİDEGÂN
(İhsandide. C.) İyilik görmüş olanlar, bahşiş almış kimseler, minnettar bulunanlar.
İHSANEN
İhsan suretiyle. Bağışlayarak, lütuf ve iyilik ederek.
İHSANNAME
f. Edb: İltifat mektubu. İltifat ve tahsini hâvi yazılan mektub.
İHSANPERVER
f. İhsan edici. İyiliği çok sever.(İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir, fert fâni!) (Münazarat)
İHSAR
(Hasr. dan) Birisini işinden alıkoymak. * Fık: Hac için ihrama girmiş bir zâtın, Arafat'ta durmakla ziyaret tavafından; ve umre için ihrama girmiş bir kimsenin de tavaftan men edilmesi. Böyle men edilen zâta "muhsar" denir. * Kısaltma, kısalma. * Sıkıştırma.
İHSAS
Aşağılık işler yapma. * Cimrilik, pintilik, hasislik.
İHSAS
Kandırmak, tergib, teşvik etmek.
İHSAS
(Hisse. den) Pay ayırmak. Hisse vermek. * Azletmek.
İHSAS
Hissetmek. Hissettirmek. Açık anlatmadan kapalıca bahsetmek. * Bulmak. Görmek. Bilmek. Zannetmek. İdrak etmek. Duyurmak.
İHSAS-I GANAİM
Düşmandan ele geçirilen ganimet mallarını paylaşma.
İHSASÎ
Hisse ait ve müteallik. Duygu ile alâkalı.
İHSASİYYE
Tecrübeden ve hissedilenden gayrısını kabul etmeyen. Hissiyyun ve maddiyyun fırkasından olanlar. İmansızlık. Dinsizlik.
İHŞA'
Tevazu ve alçak gönüllülükle zorlama.
İHŞAD
(Halk) Birikme, toplanma, cem' olma.
 
İHŞAM
Utandırma, kızdırma.
İHTA'
Yanılma veya yanıltma. * Hatâya düşürme veya düşürülme.
İHTAR
Hatırlatmak. Dikkati çekmek. Tenbih. Uyarma. Kalbe gelen doğuş, ilham.(... Fakat dinî olmayan musibetler hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanîdir. Nasıl ki, çoban gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır.L.)
İHTARAT
(İhtar. C.) İhtarlar, hatırlatmalar. * Dikkati çekmeler, tenbihler.
İHTİBA'
(Habâ. dan) İyice saklayıp gizleme.
İHTİBAK
Kumaş ve bez dokuma.
İHTİBAL
(Habl. den) İpten yapılmış ağ ile tuzak kurma.
İHTİBAR
Yoklama. Deneme. Sınama. Tecrübe.
İHTİBAS
(Habs. den) Tutulma, tutukluk. * Hapsolunma, hapsetme.
İHTİBAS-I BEVL
İdrar tutukluğu, zorluğu.
İHTİCA'
Karşılıklı olarak birbirini hicvetme.
İHTİCAB
Örtünme. Saklanma. Gizlenme. Perdelenme. * Doğumun belirli zamanından fazla uzaması.
İHTİCAC
(C.: İhticacat) Delil, vesika, şahit göstermek. Münâzaa ve mürâfaada hüccet ve delil göstermek. Bir mes'elenin şüphesizliğini delillerle isbat etmek.
İHTİCACAT
(İhticac. C.) Delil, şahit göstermeler.
İHTİCACEN
Delil, şahit ve vesika gösterme yoluyla.
İHTİCAM
(Hacamet. den) Hacamet olma, kan aldırma.
İHTİCAN
Bir yerin etrafına duvar yapma, çit çekme.
İHTİDA
Hidayete ermek. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola girmek. Allah'a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek. * Başkasına tekaddüm etmek.
İHTİDA'
Tevazu, alçak gönüllülük, mahviyet, mütevazilik.
İHTİDA'
Aldatmak. Hile yapmak. Oyun etmek.
İHTİDAB
Kına ile saç ve sakalı boyama. * Boyanma, renklenme.
İHTİDAD
Keskinleşmek. * Hızlanmak. * Azmak. * Hiddetlenmek.
İHTİDAR
Örtülenme, perdelenme, perde tutma.
İHTİFA
Gizlenme. Saklanma.
İHTİFA'
Çıplak ayakla yürüme.
İHTİFAD
Acele yapma, sür'atle ve çabuk olarak işleme.
İHTİFAF
Kuşatma, etrafını çevirme. * Yüzdeki kılları giderme, traş etme.
İHTİFAL
Hürmet ve saygı için büyük cemaat ile yapılan merasim. Cenaze alayı.
İHTİFALAT
(İhtifal. C.) Törenler, merasimler. * Cenaze alayları.
İHTİFAR
(Hafr. dan) Kazma veya kazılma.
İHTİFAZ
(Bastırarak) Aşağılatma.
İHTİFAZ
Darılma, küsme. * Bir şeyi nefsine hasretme. * Kendini sakınma, muhafaza etme.
İHTİKA'
Bir şeyin sağlamlığı, muhkemliği. * Dimağ heyecanı.
İHTİKAK
(Hikke. den) Sürtünüp kaşınma.
İHTİKAK
Hakkını istemek. Niza' etmek. Birbirine husumet etmek. Hapseylemek. * Fık: İki taraftan her birinin haklı olduğunu iddia etmesi.
İHTİKAN
Kan toplanması. Bir uzva kan birikmesi sebebi ile oranın şişip kabarması. * Şırınga kullanma.
İHTİKAN-I DEM
Vücudun bir tarafına kanın hücum etmesi.
İHTİKAR
Hor ve hakir görmek. Hakarete katlanmak.
İHTİKÂR
Bir şeyi kıymetlensin diye saklamak. * Ist: İnsanların veya ehlî hayvanların yiyeceklerine âit şeylerin satış kıymetleri yükselsin diye kırk gün kadar saklamak. Böyle yapan kimseye muhtekir denir. * Vurgunculuk, bozgunculuk. (Bak: Muhtekir)
İHTİKÂREN
İhtikâr suretiyle, vurgunculukla.
İHTİLA'
(Kadın) Nikâhı bozdurma. Kadın mehrinden vazgeçip veya çok para vererek kocasından boşanması.
İHTİLA'
Tenha yere veya halvete çekilme. * Taze ot koparma, biçme.
İHTİLAB
Süt sağma.
İHTİLAB
Aldatma, kandırma. * Aldatılma, kandırılma. Hile yapılma.
İHTİLAC
Seğirtme. * Çarpıntı, çarpma. * Etler gevşeyip büzülme. * Havale nöbeti.
İHTİLACAT
(İhtilâc. C.) İhtilaclar, çarpıntılar, seğirtmeler.
İHTİLACAT-I ASABİYE
Asabî çarpıntılar.
İHTİLAF
(Hulf. den) Anlaşmazlık, uyuşmazlık, karışıklık, ikilik. * Birisinin halifesi olmak.(Eğer denilse: Hadiste $ denilmiş. İhtilaf ise, tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı; mazlum avâmı, zâlim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünki: Bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avâmı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem, tesadüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukulden hakikat tamamiyle tezahür eder?Elcevab : Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yâni: Herbiri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa'yeder. Başkasının tahrip ve ibtaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilaf ise ki; garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır. Hadisin nazarında merduttur. Çünki birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler...İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer Hak namına olsa, haklılara melce' olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melce'dir ki; onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünki garazkârane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona hâşâ lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.Üçüncü suale deriz ki : Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise; meksatta ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder. Fakat, tarafgirane ve garazkârane firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfuruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünki maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının Küre-i Arz'da dahi nokta-i telâkisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahittir... M.)
İHTİLAFAT
Anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar. İhtilaflar.
İHTİLAF-DAR
f. Huk: Mirasçı ile miras bırakanın ayrı ayrı memleketler halkından olması.
İHTİLAF-I DÂR
Huk: Mirası bırakan ile vâristen her birinin başka başka ülkeler ahâlisinden olması.
İHTİLAF-I DİN
Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.
İHTİLAF-I METALİ'
Güneş, ay gibi gök cisimlerinin ufukta doğdukları yerin farklı oluşu.
İHTİLAF-I RE'Y
Fikir ihtilafı, fikirlerin başka başka olması.
İHTİLAF-I RE'Y-İ ÜMMET
Ümmetin re'y ayrılığı. Halkın fikirlerinin başka başka olması.
İHTİLAK
Huy ve tabiat edinme. * Yalan uydurma.
İHTİLAK
Tıraş etme veya edilme.
İHTİLAKEN
İhtilak suretiyle, yalan uydurarak.
İHTİLAKIYYAT
Yalanlar, aslı olmayan sözler. Uydurma sözler.
İHTİLAL
(C.: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık. * Şerre çalışmak, düzensizlik.
İHTİLALAT
(İhtilâl. C.) Ayaklanmalar, isyan etmeler, ihtilaller.(Bütün ihtilalât ve fesadın aslı ve mâdeni ve bütün ahlâk-ı rezilenin muharrik ve menbaı tek iki kelimedir. O iki kelimenin imtizacından bomba gibi küre-i arz patladı. Ve izdivacından medeni insanlardan canavarlar doğdu.Birinci kelime : "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!."İkinci kelime: "İstirahatım için zahmet çek; sen çalış, ben yiyeyim."Merhametsiz nefis-perest olan birinci kelime-i gaddâredir ki, âlem-i insanı zelzeleye getirip kıyameti kopmak üzeredir. Şu kelimenin ırkını kesecek tek bir devası var ki; o da zekâttır ve zekâtın mükemmili olan sadakadır. Ve onun mütemmimi olan karz-ı hasendir.Haris, hodgâm, zalim olan ikinci kelimedir ki, beşerin terakkiyatını öyle sarsıyor ki, herc ü merc ateşine atmak üzeredir. Şu dahiye-i dehyânın tek bir devası var. O da hürmet-i ribadır ve faizin bütün vesailini hayat-ı içtimaiyeden ref' etmektir... Adalet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya: "Yasaktır, girmeğe hakkın yoktur" der. Beşer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi, daha müthişini yemeden dinlemeli!.. M.)
İHTİLAL-İ NİZAM
Nizamın bozukluğu.
İHTİLAL-İ UMÛR
İşlerin karışıklığı, işlerin bozukluğu.
İHTİLAM
Uyurken cenabet olmak, düş azmak. Ergenlik.
İHTİLAS
(C.: İhtilasât) Çalma, sirkat, hırsızlık. * Usulca ve elçabukluğu ile aşırma. * Bir çeşit ok atma tavrı.
İHTİLASAT
(İhtilas. C.) Hırsızlıklar, çalmalar, sirkatler.
İHTİLAS-İ VAKT
İşlerin arasında vakit bulabilme.
İHTİLASKÂR
f. Çalan, aşıran, hırsızlık yapan.
İHTİLASKÂRAN
(İhtilaskâr. C.) Çalanlar, aşıranlar, ihtilas edenler.
İHTİLASKÂRANE
f. Çalıp aşıranlara yakışacak şekilde, hırsızlar gibi.
İHTİLAT
Karışmak, karışıp görüşmek.
İHTİLATGÂH
f. İhtilat yeri.
İHTİMA'
(Himye. den) Perhiz. * Kaçınma, ictinâb etme. * Sığınma, himâyesine girme.
İHTİMAL
(Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek. * Kabul eylemek. * Yükselip götürmek. * İhsana mukabil şükretmek. * Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.
İHTİMALAT
(İhtimal. C.) İhtimaller. Olması mümkün olan şeyler.
İHTİMALAT-I BAİDE
Uzak ihtimaller.
İHTİMALAT-I KARİBE
Yakın ihtimaller.
İHTİMALAT-I KESİRE
Pek çok ihtimaller.
İHTİMAL-İ ZATÎ
(Bak: İmkân-ı zatî)
İHTİMAM
Süpürmek, süpürülmek.
İHTİMAM
Elem ve kederden uyuyamamak. * Perhizkârlık etmek, riyazette bulunmak.
İHTİMAM
Özenmek, fazla dikkat etmek. Gayret ve dikkat etmek.
İHTİMAM-I BEYT
Evi süpürme, temizleme.
İHTİMAR
(Hamr. dan) Mayalanma, ekşiyip mayalanma.
İHTİNAC
Meyletme, bir tarafa yönelme, dönme.
İHTİNAK
(Hank. dan) Boğazın sıkılıp tıkanmasından dolayı nefes alamama. Boğulma.
İHTİNÂK-I RAHM
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
İHTİNAN
Sünnet olma.
İHTİRA'
Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek. * Edb: Hiç kimse tarafından kullanılmamış tabirler ve mazmunlar kullanma. (Bak: Delil-i ihtira', İbda')
İHTİRAB
Savaşma, muharebe etme.
İHTİRAÎ
(C.: İhtiraiyyat) İcad ve ihtira ile alâkalı.
İHTİRAK
Yanmak, tutuşmak, yanıp kül olmak. * Koz: Bir gezegenin güneşe yaklaşması.
İHTİRA'-KERDE
f. Eşine rastlanmayan keşif. * Yaratılmamış olmak.
İHTİRAM
Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı.
İHTİRAMAT
(İhtiram. C.) İhtiramlar, hürmetler, saygılar.
İHTİRAMEN
Hürmet ederek, saygı göstererek.
İHTİRAMKÂR
f. Saygılı, hürmetkâr.
İHTİRAS
Ekme.
İHTİRAS
(Hiraset. den) Kaçınmak, kendini korumak, muhafaza etmek. * Kesmek.
İHTİRAS
Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu.
İHTİRASAT
(İhtiras. C.) Şiddetli arzu ve istekler. İhtiraslar.
İHTİRASÎ
Korunma, muhafaza olunma, kendini gözetme.
İHTİRAZ
Sakınmak, çekinmek, kaçınmak.
İHTİRAZEN
Korunarak, sakınarak, muhafaza olunarak.
İHTİRAZÎ
Çekinmeye ait, sakınmayla alâkalı.
İHTİSAB
Hesab sorma, mes'uliyet. * İhtisab dâiresinin aldığı vergi. * Emr-i bilma'ruf nehy-i an-ilmünker vazifesi, * Ceza. * Eskiden belediye işlerine bakan memurun işi ve dâiresi.
İHTİSAB RESMİ
Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.
İHTİSABİYYE
İhtisaba (belediyeye) ait vergi.
İHTİSAD
Hasad etme, biçme.
İHTİSAD-I MEZRUAT
Ekinlerin biçilmesi.
İHTİSAM
(Husumet. den) Düşmanlık, husumet, muhâsame.
İHTİSAR
İcmâl etmek. Sözün kısaltılması. Kısaltmak. * Mat: Sadeleştirme, basitleştirme. Hesapta bir tenasübü en küçük haddine indirme.
İHTİSAREN
İhtisar suretiyle, muhtasar olarak, kısaltarak, tafsilâtsız, kısaca.
İHTİSAS
Hissetmek. Sezmek. Duymak. Duygulanmak. Hislenmek.
İHTİSAS
(Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur'âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san'ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması. (Bu metot insanı muvaffakiyete eriştiren en birinci ve en büyük bir âmildir. Bir kimse yaktığı bir meş'aleyi parlatabilmesi ve bâkileştirebilmesi için o meş'alenin, o nurun pervanesi olması gerekir.) Zübeyir Gündüzalp (R.Aleyh)* Gr: Mütekellim veya muhatab zamiri olan mübtedanın haberinin hükmünü bir isme âit (mahsus) kılma. Bu isim zamiri tâkibeder.(Bir fennin veya bir san'atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes'elesinde, o fennin ve o san'atın hâricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san'atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez. Hükümleri hüccet olmaz; o fennin icmâ-i ulemâsına dâhil sayılmazlar. Meselâ; büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan tebaud eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirâne sözü maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.Acaba yerde iken arş-ı azamı temaşa eden, hârika bir dehâ-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene maneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-i imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn hattâ hakkalyakîn suretinde keşfeden Şeyh Geylâni (K.S.) gibi yüzbinler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve manevî mes'elelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz'î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı? Ş.)
İHTİSASİYYUN
İhtisas sâhibi kimseler, mütehassıslar.
İHTİSAT
İtibar gösterme, rağbet etme.
İHTİŞA'
Tam olarak dolma. * Yastık veya döşek gibi bir şey edinme.
İHTİŞAD
Toplanmak, birikmek, yığılmak.
İHTİŞAM
Debdebe. Şanlı görünüş. * Etbâ dairesi ve takımının kalabalığı.
İHTİŞAR
Büyük kafalı olma, koca başlı olma. * Toplanma, cem' olma.
İHTİŞAŞ
Kuru ot veya saman gibi hayvan yemi biriktirme.
İHTİTAB
Nikâhla kadın veya kız istemek.
İHTİTAB
(Hatab. dan) Odun toplamak, odun kesmek.
İHTİTAF
(Hatf. dan) Göz kamaştırma. * Kapıp götürme, kapma.
İHTİTAL
Gizli söylenen sözü dinleme. Kulak kabartma.
İHTİTAM
Hitam bulma, sona erme, iş bitme.
İHTİTAN
(Hitan. dan) Sünnet ettirme.
İHTİTAT
Sınırlandırma, hududlandırma. Hat çekme. * Sakal bitme.
İHTİTAT
Yukarıdan aşağı indirme.
İHTİVA
İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.
İHTİYAC
Çaresiz kalıp istemek. Muhabbetle meyletmek. Acz, fakr ve yoksulluk. Zaruret hali.
İHTİYACAT
(İhtiyac. C.) İhtiyaçlar. Lüzumlu olan şeyler.
İHTİYACAT-I ZARURİYE
Zaruri ihtiyaçlar. (Ev, yeme, içme, yakma, giyinme v.s. gibi)
İHTİYAC-I MÜBREM
Elzem ve zaruri olan ihtiyaç.
İHTİYAL
Korkma, havfetme.
İHTİYAL
(Hile. den) Hile yapma, aldatma, düzen, oyun etme.
İHTİYAL
Gururlanma, enaniyetlenme, kibirlenme.
İHTİYALAT
(İhtiyal. C.) Düzenler, hileler, aldatmalar, oyunlar.
İHTİYAN
Sözde durmama, emanete hiyanet etme.
İHTİYAR
Yaşlanmış kimse. Yaşlı. * Ist: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek. (Bak: İrade)
İHTİYAR ELDEN GİTMEK
Mc: Kendini zaptedememek, hiddet ve gazaba gelmek, irâdeyi kaybetmek.
İHTİYAR-I CÜZ'Î
(İhtiyar-ı cüz'iye) İnsanın küçücük ihtiyarı, iradesi. Pek az, zayıf ihtiyar. (Bak: Cüz'-i ihtiyarî)
İHTİYAR-I KÜLFET
Külfete katlanma.
İHTİYAR-I ZAHMET
Zahmet ve meşakkate katlanma.
İHTİYARÎ
Mecburi olmayan. İsteğe bağlı. Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan.
İHTİYARİYAT
Yapılması insanın kendi elinde olan şeyler.
İHTİYAT
Sakınmak. İşleri iyi düşünmek. Tedbirlilik. İşlerde basiret üzere bulunmak. Yedek.
İHTİYAT HAZİNESİ
Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.
İHTİYATEN
İhtiyat ederek, ilerisini düşünerek.
İHTİYATÎ
İhtiyatla alâkalı. Gelecek zamana ait olan.
İHTİYATKÂR
f. İhtiyatlı, ilerisini düşünen.
İHTİYATKÂRANE
f. İhtiyatla, sakınganlıkla.
İHTİZA
Ateş yakıp alevlendirme.
İHTİZA'
Tevazu. Gönül alçaklığı. Alçak gönüllülük.
İHTİZAB
(Saç, sakal v.s.yi) boyama.
İHTİZAM
Kemer takma, kuşak bağlama.
İHTİZAN
Birisini işinden alıkoyma. * Çocuğu besleme.
İHTİZAR
Hazer etmek. Korunmak. Sakınmak.
İHTİZAR
(İhtidar) Huzura çıkmak. Hâzır olmak. * Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması.
İHTİZAZ
Alçalma, tezellül.
İHTİZAZ
Hafif titremek. Deprenmek. * Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme. * Sallanma, sıçrayıp oynama.
İHTİZAZ
Haz duymak. Ferahlamak.
İHTİZAZÎ
İhtizaza ait. Titremekle alâkalı.
İHVAN
( kelimesinin cem'i) Kardeşler. Eş, dost. * Sâdık arkadaşlar. * Aynı mezheb veya tarikata mensub olanlar.
İHVAN-I BÂSAFA
Mevlevi tabirlerindendir. Saf, yani kalbinde gıll u gış bulunmayan kardeşler mânâsınadır.
İHVANİYAT
Arkadaşlar, eş dost mektubları.
İHVE
Kardeşler. Arkadaşlar.
İHYA
Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak. * Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.(İnsan der: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" Sen, de: "Kim onları bidayeten inşâ edip hayat vermiş ise o diriltecek." S.) (Bak: Hayat)
İHYA-KERDE
f. İhya edilmiş. Lutfedilmiş. Yeniden inşa edilmiş.
İHYANEN
(Bak: Ahyanen)
İHYA-Yİ EMVAT
Ölüleri diriltmek.
İHYA-Yİ LEYL
Geceyi ibadetle geçirmek.
İHYA-Yİ MEVAT
İşlenmemiş toprağı, ekin için elverişli bir hâle getirme.
İHZA'
Rezil ve rüsvay etme. Kepâze etme.
İHZA'
Semirme, yağlanma. Semirtme, semirtilme.
İHZA'
Ganimetten pay ayırma. * Ayakkabı giydirme.
İHZAK
Kahkaha ile gülme. Çok gülme.
İHZAL
Şaka ve alay ile çok uğraşma.
İHZAL
Islatma, ıslatılma.
 
İHZAN
Mahzun etme, hüzünlendirme, keder verme.
İHZAR
Hazır etmek. Hazırlamak. * Huzura getirmek. Derpiş etmek. * Mahkemeye gelmeyenleri cebren getirme müzekkeresi.
İHZARAT
(İhzar. C.) Hazırlıklar, hazırlanmalar.
İHZAREN
Huzura getirerek. Birini mahkemeye dâvet ederek. * Hazırlayarak, ihzar ederek.
İHZARÎ
Hazırlık mahiyetinde olan. Hazırlayan.
İHZARİYE
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi. * Birinin mahkemeye çağrılması için yazılan yazı.
İHZAZ
Rahatlandırmak. Haz duymak. Nasipli olmak. Bahtlı.
İJEK
f. Kıvılcım, şerare.
İKA'
(Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.
İKÂ'
Dayanma, istinad etme. * Dayanacak bir şey verme.
İKAB
Şiddetli azab, eziyet, ceza.
İKAD
Ateş yakma, tutuşturma.
İKAD
Kuvvetlendirme, sağlam kılma.
İ'KAD
Düğümlemek. Bağlamak. Bend etmek.
İK'AD
Bir hükümdarın tahta oturtulması. Oturtmak.
İKAD-I KANADİL
Kandillerin yakılması.
İKAE
Kusturma, istifra ettirme. Kusturulma.
İKAF
Palan.
İKAF
(Vakf. dan) Vakfetme, malını vakıf şekline koyma. * Bir işten vaz geçme, durdurma.
İKAHE
Düşmana üstün gelme, galibiyet.
İKAL
Ayak bağı, ayak köstegi. * Bağ, bend.
İKALE
Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi. * Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.
İKAM
Kısırlar, akamete uğrayanlar.
İKAME
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
İKAME-İ BEYYİNE
Şâhid getirme.
İKAME-İ DA'VA
Dâvâ açma.
İKAMET
Bir yerde kalmak. Oturmak. * Müezzinin kamet getirmesi.
İKAMETGÂH
f. Ev, hane. * İkamet yeri.
İKAN
İyi ve yakînen bilmek. * Sağlam bir iş. * Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek.
İKAR
Doldurma, doldurulma.
İ'KAR
Kadının dölyatağını sakatlama.
İK'AR
Derinletme, derinleştirme.
İK'AR-I ÂBÂR
Kuyuların derinleştirilmesi.
İK'AR-I ENHAR
Nehirlerin derinleştirilmesi.
İKAZ
Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih.
İKBAB
Yüzüstü düşme, kapanma. * Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı derecede çalışma.
İKBAH
(Kubh. dan) Fenalık yapma, kötülük etme.
İKBAL
Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah. * İstemek. (Bak: İdbar)
İKBALCU
f. İkbal ve büyüklük arayan. Onların peşinde olan.
İKBAL-İ BEŞER
İnsanın saadeti.
İKBALMEND
f. Bahtiyar, mutlu, saadetli, talihli. * Refaha, büyük bir makama erişen.
İKBALPEREST
f. Bir mevki ve makam için hırslı olan. İkbale çok hırs duyan.
İKBAR
Kabre koyma, mezara koyma veya konulma.
İKBAR
Ulu görme, büyük görme veya görülme.
İKBAR-I MEYYİT
Ölünün kabre konulması. Mevtanın gömülmesi.
İKDAM
Gayret ve sebat ile çalışmak. İlerlemeye gayret etmek. Devamlı çalışmak. İlerlemek.
İKDAMAT
(İkdam. C.) İlerlemeler. Sürekli çalışmalar.
İKDAR
(Kudret. den) Kudret verme, kuvvetleştirme, güç kazandırma. Geçimini sağlama. * Birini kayırma.
İKDİRAR
Bulanma, bulanık olma.
İKDİRAR-I MÂ'
Suyun bulanması.
İKFA'
Edb: Sesleri birbirine yakın olan harflerle kafiye yapmak.
İKFAL
Kefil gösterme, tekellüf ettirme.
İKFAL
Kilitlenmek, kilitlemek, kilit takmak.
İKFAR
Birisine kâfir demek, kâfir denilmek.
İKHAT
Kuraklığa uğratma, kıtlığa uğratma.
İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
İKİ ELİ YAKASINDA OLMAK
Mecaz yoluyla âhiret gününde birinden hakkını aramak.
İKİÇİFTE
t. Dört kürekli kayık.
İKİLİK
t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para. * İki kısımdan meydana gelmiş. * Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.
İKİNDİ DİVANI
t. Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işleri kendi konaklarında salı ve perşembenin haricindeki günlerde hallederlerdi. Sadrazamdan başka hiçbir vezir, ikindi divanı aktedemezdi. (O.T.D.S.)
İKLAB
Tersine çevrilme, çevirmek. Tersine döndürmek.
İKLAL
(Kıllet. den) Azaltma, miktarını indirme. * Az bulma, az görme.
İKLİL
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) Zebur'da geçen bir ismidir. Müzeyyen tâç manâsına da gelir.
İKLİM
(Bak: Iklim)
İKMAH
Buğdayı un yapma. Buğday yetiştirme. * Kafa tutmak, kibir ve azametle karşı gelmek.
İKMAL
Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
İKMAL-İ NEVAKIS
Eksiklikleri tamamlamak.
İKMAL-İ NÜSAH
Bütün sahifeleri tamam etmek, okuyup bitirmek.
İKMAM
Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi. * Elbiseye yen yapmak.
İKMAN
Gizleme, saklama, örtme.
İKNA'
Kanaat vermek. Râzı etmek. Râzı edilmek. İnandırmak. İnandırılmak. * Ayakta iki tarafa bakmadan durmak.
İKNAİYYAT
İknâ etmek veya râzı etmek için söylenilen sözler.
İKNAİYYAT-I HİTABİYYE
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
İKNAN
Örtme, saklama, gizleme.
İKRA
Kiraya verme.
İKRA'
Okutmak. "Oku" diye emretmek. * Selâm göndermek. Yakın gelmek. Ziyafet istemek.
İKRAB
Kederlendirme, hüzün verme.
İKRAH
İğrenmek. Tiksinmek. Bir işi istemiyerek yapmak. * Birine zorla iş yaptırmak veya muamele yapmak.
İKRAHEN
İstemiyerek, tiksinerek. Zorlanarak.
İKRAH-I GAYR-İ MÜLCÎ
Huk: Eskiden döğme ve hapis gibi yalnız keder ve elemi icab ettiren şeylerle vuku bulan ikrah.
İKRAH-I MÜLCÎ
Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.
İKRAH-I NÂKIS
Huk: Dayak ve hapis gibi keder ve elemi gerektiren şeylerden meydana gelen mecburiyet.
İKRAM
Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek. * İltifat olarak bir şeyler vermek. * Bağış. * Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât. * Allah'ın lütfu ve ihsanı.(İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın nefsi, Allah'ın lütfunu kendine isnad etmez. Çünkü kesbinin medhali yoktur.)
İKRAMAT
(İkram. C.) İkramlar, hürmetler, bağışlar.
İKRAMEN
İkram olarak. Ağırlama suretiyle. Hürmet, tazim ve saygı için.
İKRAMİYE
Hürmet ve mükâfat için verilen para veya hediye. * Memurlara maaş haricinde ve her sene belli bir zamanda verilen para. * Yapılan iyilik karşılığı olarak verilen hediye veya para. * Satıcı tarafından pazarlığın hâricinde olarak müşteriye yahut arada vasıta olana verilen şey. * Bazı teşekkül ve müesseselerin belirli zamanlarda, hisse sahiplerine kur'a çekerek dağıttıkları para.
İKRAR
Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. * Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.
İKRAR Bİ-L KİTABE
Bir kimsenin diğer bir kimseye olan borcunu kitabetle yani yazı ile tasdik etmesi. Tabirin mânası yazı ile ikrar'dır.
İKRAR-I MARİZ
Ölüm ânında iken edilen ikrar. Vasiyetname.
İKRAZ
Ödünç vermek. Borç vermek. * Kesip ayırmak.
İKRAZAT
Borçlar. Borç vermeler.
İKSA
Giydirmek. Giyecek vermek.
İKSA'
Kasvet. Sıkıntı vermek. Sıkıntı verilmek.
İKSAD
(Kesad. dan) Kesada düşürme, kesatlandırma.
İKSAL
(Kesel. den) Bezginlik ve bıkkınlık verme.
İKSAM
Çok miktarda mal alıp biriktirme. * Kökünü kırma. Hepsini silip süpürme.
İKSAM
Kasem etme, yemin etme, and içme.
İKSAR
Bir şeyi yapmak imkânı varken yapmama.
İKSAR
(Kesret. den) Çoğaltma, fazlalaştırma, arttırma.
İKSAR-I KELÂM
Çok söyleme, sözü uzatma, gevezelik etme.
İKSAT
Doğruluk ve hakkaniyet gösterme.
İKSA-Yİ EYTAM
Yetimlerin giydirilmesi.
İKSA-Yİ KALB
Gönül sıkıntısı, iç darlığı.
İKSİR
Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde. * Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç. * Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile ve bütün hastalıkları gidermeye vesile olan ve öyle te'sirli farzedilen ilâç.
İKŞİ'RAR
Ürperme. Ürkmeden dolayı tüylerin diken diken kalkması ve derinin iğne iğne kabarması.
İKTAB
(Ketb. den) Yazdırma, dikte ettirme.
İKTAM
(Ketm. den) Gizleme, saklama.
İKTAN
Yapıştırma veya yapıştırılma.
İKTAT
Alçak sesle kulağa fısıldama.
İKTIFA
Arkasından gitme, ardına düşme, takib.
İKTİBAS
Bir söz veya yazıyı olduğu gibi veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade etmek. İstifade suretiyle almak, alınmak. * Söz arasında Kur'an-ı Kerimden veya Hadis-i Şeriftden veya başka makbul eserlerden bir cümlenin kâmilen veya kısmen az tasarruf ile veya tasarrufsuz alınması. * Ateş almak. * Ödünç almak.
İKTİBASAT
(İktibas. C.) İktibaslar, aktarmalar.
İKTİBASEN
İktibas suretiyle. Faydalanma yoluyla alarak. Parça alarak.
İKTİDA
Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.
İKTİDAB
Bir şeyi kendisi için kesmek. * Henüz öğretilmemiş deveye binmek. * İrticâlen söz söylemek. * Edb: Şâir, kasidesinden teşbihi keserek maksadına, yani medhettiğinin medhine geçmek. Hüsn-i tahallus (yani: Bir şeyin meydana gelmesine hayali ve güzel bir sebeb göstermek ile olan intikal), en uygunu ve en lâtifi olur. Müelliflerin Emmâ ba'dü, "Bundan sonra" kelimesine iktidab demeleri hamdeleden inkitaa binaendir. Edb. S.)
İKTİDAEN
Uyarak, tâbi' olarak.
İKTİDAR
Güç, takat. Kudret. Güç yetmek. Yapabilmek.
İKTİDAR-I KÂMİN
Gizli güç.
İKTİDARÎ
Güç ve iktidarla alâkalı ve mensub.
İKTİFA
Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.
İKTİHAL
İhtiyarlama, yaşlılanma, kocama. * Saç ve sakala kır düşme.
İKTİHAL
Göze sürme çekme.
İKTİHAM
Hücum ve istilâ eylemek. * Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek. * Mülâhazasız bir işe başlamak. * Bir şeyi hakir addetmek.
İKTİHAMAT
(İktihâm. C.) İktihamlar, hücumlar, saldırışlar. * Tahammül etmeler, göğüs germeler.
İKTİHAN
Kır saçlı ve sakallı olma.
İKTİLA'
Kapıp alma, koparma.
İKTİMAN
Gizlenme, saklanma.
İKTİMAN-I SÂRIK
Hırsızın gizlenmesi.
İKTİNA'
Yığma, biriktirme. * Çalışarak kazanma. * Meslek edinme. * Tuzak kurup avlanma. * İmsak etme. * Sermâye verme.
İKTİNA'
Künyelenme. * Anlaşılmayacak şekilde söyleme. * Gizlenme, saklanma.
İKTİNAF
Bir şeyin etrafını kuşatmak. * Deve için ağıl edinmek.
İKTİNAH
(Künh. den) Bir işin esâsını, künhünü, kökünü ve gerçeğini anlama. İçyüzüne, derinliğine varma.
İKTİNAN
Saklanma, gizlenme.
İKTİNAN-I NİSVAN
Kadınların örtünmesi.
İKTİNAS
Tuzak kurup avlanma.
İKTİRA'
(Kirâ. dan) Kiralama, kira ile tutma.
İKTİRA'
Kurrâ atma, seçme.
İKTİRAB
(Kurb. dan) Yanaşma, yaklaşma, takarrüb.
İKTİRAB
Tasalı ve gamlı olma. Korkulu ve hüzünlü bulunma.
İKTİRAB-I SAAT
Kıyamet vaktinin yaklaşması.
İKTİRAC
Paslanma, küflenme.
İKTİRAF
Emek çekerek kesb ü kâr eylemek, kazanmak. * Günah kazanmak.
İKTİRAH
(C.: İktirahat) (Karh. dan) Evvelden hazırlamadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi (şiir veya nutuk) söyleme.
İKTİRAN
Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek. * İki şeyin bir arada gelmesi. İki nimetin aynı anda bulunması gibi... (İktiran tâbirinden anlaşılan: Bir şeyin zahirî sebebiyle o şeyin beraber görünmesidir. Meselâ bir bahçeye su vermek zahirî sebebi ile nebatların büyümesi; veya bir mürşidin irşadiyle hidayete ermenin bir zaman içinde beraber bulunmaları ki, hem zahirî sebeplerin, hem de neticelerin hakiki sahibi ve müessiri ancak Cenab-ı Hak'tır.)(Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan; iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, "iktiran" tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin mâdum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki: O şeyin vücudu dahi, o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünki bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddematına ve şerâitine terettüb eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cedvelin deliğini açmıyan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebeb ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka yüzer şeraitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakiki olan kudret ve irade-i Rabbaniye ile vücuda gelir: İşte bu mağlatanın ne kadar hatâsı zâhir olduğunu anla ve esbabperestlerin de ne kadar hatâ ettiklerini bil! L.)
 
İKTİRAN-I KEVAKİB
Ast: İki gezegenin zâhiren birbirine yakın bir mevziye gelmeleri veya aynı burçta bulunmaları.
İKTİRANÎ KIYAS
Man: Neticenin aynı veya nakizı, mukaddemelerinin birisinde bilfiil zikredilmeyen kıyastır. Meselâ: "Her cisim muhdestir". Ve nakizı olan: "Bazı cisimler muhdes değildir" kaziyeleri, ne birinci ve ne de ikinci mukaddemede hey'et-i mecmuası ile zikredilmiş olmadığından iktirânidir.
İKTİRAS
Bir işe ehemmiyet verme, bir şeyi mühimseme. * Kederli ve hüzünlü olma.
İKTİRAZ
(Karz. dan) Borç alma.
İKTİSA
Biriktirme, toplama, yığma.
İKTİSA
Giyinmek, giymek.
İKTİSAB
Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek.
İKTİSABAT
(İktisab. C.): İktisablar, kazanmalar, elde etmeler ve edinmeler.
İKTİSAB-I ŞAN Ü ŞÖHRET
Şan ve şöhret kazanma, meşhur olma.
İKTİSAD
Tutum, biriktirme. Her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak. * Edb: Beyit veya kasideyi birbirine vasl ile uzatmak.(İktisad ve hıssetin çok farkı var. Tevâzu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de: Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ı hikmet-i İlâhiyye'nin medarlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama'kârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız, sureten bir benzeyiş var. Bu hakikatı te'yid eden bir vâkıa:Sahabenin abâdile-i seb'a-yı meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki: Halife-i Resulullah olan Fâruk-u Azam Hazret-i Ömer'in (R.A.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zat-ı mübârek çarşı içinde, alış verişte, kırk paralık bir meseleden iktisad için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Ruy-i zeminin Halife-i Zişânı olan Hazret-i Ömer'in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübârekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: "İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?" Herbirisi dedi: "Bana bir altın verdi." O sahabe dedi: "Fesübhânallah... Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemâl-i rıza-yı nefisle versin!" diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer'i gördü. Dedi: "Ya İmam! Bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın." Ona cevaben dedi ki: "Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadâkatın muhafazasından gelmiş bir hâlettir; hısset değildir. Hânemdeki vaziyet kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır."İmam-ı Azam, bu sırra işaret olarak: "Lâ isrâfe fi-l hayri kemâ lâ hayre fi-l isrâfi" demiş. Yani: "Hayırda ve ihsanda (fakat müstahak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur..." L.)(İktisad, lügatta "amelde i'tidal" demektir ki, kasıddan me'huzdur. Çünkü matlubunu iyi tanıyan bir kimse, onu hiç eğilip bükülmeden istikamet üzere kasdeder. Maksudunun mevzi ve mevkiini bilemiyen ise tahayyür içinde kalır. İfrat veya tefrit ile kâh sağa, kâh sola bocalar, çabalar durur. İşte bu sebeple iktisad, maksada müeddi olan amel demek olmuştur. Umur-u maliyedeki iktisadın da esası budur.) (E.T.)
İKTİSADÎ
İktisada ait, tutumla alâkalı. Ekonomik.
İKTİSADİYAT
İktisad bilgisi. İktisad ve tutumla alâkalı olan işler.
İKTİSA-İ NUKUD
Para biriktirme.
İKTİSAM
(Kısım. dan) Bölüşmek, paylaşmak.
İKTİSAR
(Kesir. den) Paralamak. Kırılmak.
İKTİSAR
(Kasr. dan) Sözü kısa kesmek. Kısaltmak.
İKTİSAS
Çekip koparma veya koparılma.
İKTİSAS
Birinin izinden, ardından gitmek. * Kısas istemek. İntikam almak. * Kıssa. * Hikâyeyi veya bir haberi doğruca söylemek.
İKTİTA'
Almak. Bir şeyin bir kısmını koparıp almak.
İKTİTAB
Yazılmış olan bir şeyin kopyasını çıkarma, suretini alma.
İKTİTAF
Edb: Sözün özünü almak. * Ağaçtan meyve toplamak. Toplanma. Toplama. * Bir uğraşma sonucunda faydalanma.
İKTİTAF-I ESMAR
Meyve toplama.
İKTİTAL
Birbirini öldürme.
İKTİTAM
(Ketm. den) Ketmetme, gizleme, saklama. * Sararma.
İKTİVA'
Kuvvetlenme.
İKTİVA'
Dağlama. Kızgın demirle vücudun bir yerine dağ vurma.
İKTİYAD
Hile yapma, dalavere ve oyun etme.
İKTİYAD
Tutup götürme veya götürülme.
İKTİYAL
Kile veya ölçek ile ölçme.
İKTİYAS
Benzerini bulma. * Ölçme, kıyas tutma.
İKTİZA
Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
İKTİZA-Yİ HAL
Halin ve durumun gösterdiği lüzum.
İKTİZAZ
Bozulup buruşma.
İKVAL
Bir kimsenin, söylemediği halde bir sözü söyledi diye iddia etme.
İKZA
Azarlama, sövme, hakaret etme.
İLA
Son, nihâyet, dek, değin,...ye,...ye kadar (mânâlarına gelir, harf-i cerdir.)
İ'LA
(Ulüv. den) Yükseltmek. Bir şeyin yukarısına çıkmak. Yukarı kaldırmak. Şânını yüceltmek. Şöhretini artırmak.
İLA'
Sıkıntı ve derde uğramak. * Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.
İLA'
Çok istekli ve tâlib kılma, haris etme.
İLÂ-ÂHİR
Sona kadar, diğerleri de böyledir ve başkaları... (manalarına gelir.)
İL'AB
Oynatma, oynatılma.
İLAC
Derde devâ olan şey. Hastayı veya yaralıyı iyi etmek için içmek veya sürmek üzere verilen şey. * Devâ, mualece. * Mc: Tedbir, çare, tavsiye, derman. * Hastaya bakma, iyi olmasına çalışma.
İLAC
İçeri sokma, idhal etme, girdirme.
İLAC NÂ-PEZİR
f. Tedavisi mümkün olmayan, ilâç kabul etmeyen. * İmkânsız, çaresiz.
İLAC-PEZİR
f. Çaresi bulunabilen. * Tedavi edilebilen, ilâç kabul eden.
İLAD
(Veladet. den) Doğurma, tevlid etme. * Doğurtma.
İLAF
Ülfet etmek. Alıştırmak. Ülfet ettirmek. * Bir adedi bine çıkarmak.
İ'LAF
(Alef. den) Hayvana yem verme.
İLAH
Arabçadaki "ilâ âhir" kelimesinin kısaltılmışı. "Sonuna kadar, böylece devam eder" demektir.
İLAH
Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.(Eğer her şey Cenab-ı Hakk'a isnad edilmezse, bir an-ı vâhidde, gayr-ı mütenahî ilahların isbatı lâzım gelir; ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların herbirisi, bütün ilahlara hem zıd hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, herbirisi, bütün kâinata elini uzatmış tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım gelir. Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü bütün kâinata câri ve nâfiz olması lâzımdır. Zira o bal arısı, kâinatın unsurlarına nümunedir; eczasını kâinattan alıyor. Halbuki, vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vacib-ül Ehad'a mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, herbir zerreye bir uluhiyet lâzımdır. Meselâ: Ayasofya'nın bânisi inkâr edildiği takdirde, herbir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise, kâinatın Sânia olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır. M.N.)
İLAHE
Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.
İLAHÎ
Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik. * Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir). * Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
İLAHİYAT
Hikmet ilminin dinden ve sadece Cenab-ı Hak'tan bahseden kısmı. Filozoflarca fikir olarak ileri sürülen dine dâir nazariyeler, düşünceler.
İLAHİYYUN
İlâhiyatçılar. * Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar. (Bak: Feylesof)
İ'LAK
(Alak. dan) Sülük yapıştırmak.
İ'LAL
Harf-i illetlerin kolaylık için başka harfe değiştirilmesine denir. ( ) nin ( ) olduğu gibi.
İLALLAH-İL MÜŞTEKA
Şikâyet Allah'adır. Allaha şikâyet edilir.
İLAM
Elem vermek. Rencide etmek. * Düğün yemeği.
İ'LAM
Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. * Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.
İ'LAMAT
(İ'lam. C.) Bir dâvânın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî vesikalar.
İ'LAMAT-I NİZAMİYE
Huk: Nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE
Huk: Şer'iye mahkemelerinden nafaka, nikâh vs. ye dâir verilen i'lâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE MÜMEYYİZİ
Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi. (O.T.D.S.)
İ'LAN (İLÂN)
Belli etmek. Yaymak. Herkese duyurmak. * Gazetelerde veya sokaklarda duvarlara kâğıt yapıştırarak ticari bir iş, bir adres veya başka bir şeyi herkese bildirme. * Açığa vurma, yayma, meydana çıkarma.
İ'LANAT
İlânlar.
İLANE
Yumuşatmak.
İ'LANEN
İlân ederek, ilân yoluyla.
İLÂN-I HARB
Savaş açma. Harb ilân etme.
İLÂN-I İFLÂS
Tüccarın işinde güçsüzlüğünü yani iflâs ettiğini resmî olarak söyleyip açığa vurması.
İLÂN-I TEKVİNÎ
Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip bildirmesi.
İLA-NİHAYE
Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
İ'LANNAME
f. İçinde ilân yazılı olan kâğıt. * Bir hususun herkese ilân edilmesi için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmi kâğıt.
İLAS
Kinâyeli ve iğneleyici sözler söyleme.
İLAVAT
(İlâve. C.) İlâveler, ekler, katmalar.
İLAVE
(C.: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam. * Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil. * Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı. * İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
İLÂVETEN
İlâve olarak, ekliyerek, katarak, arttırarak.
İLA-YEVM-İL KIYAME
Kıyamete kadar.
İ'LA-YI KELİMETULLAH
Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.(Bu zamanda her bir mü'min i'lâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. H.)(Eskiden beri i'lâ-yı Kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifâye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan Alem-i İslâma fedaya vazifedâr ve hilâfete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi; Alem-i İslâmın saâdet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulâde ta'cil etti. R.N.)
İLBAD
Yamama, yırtıkları kapatma. * Yapıştırma veya yapıştırılma.
İLBAS
(Lebs. den) Giydirme veya giydirilme. * Örtme yahut örtülme.
İLBAS
Durdurma, mâni olma, alıkoyma.
İLBAS-I HIRKA
Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
İLBAS-I HİL'AT
Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.) (O.T.D.S.)
İLCA'
Mecbur etme. Zorlama. Muztar kılma. * Tefviz eyleme.
İLCAAT
Zorlamalar. * Lüzumlu şeyler.
İLCAAT-I ZAMAN
Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
İLCAC
Feryad etme, bağırma.
İLCAM
Gemleme, gem takma. Gemlenme.
İLÇE
t. İdarî bakımdan vilâyetten sonra gelen yer. Kaza. Kaymakamlık.
İLEL
(İllet. C.) İlletler. Esaslar. Temeller. Sebebler. * Sakatlıklar. Hastalıklar.
İLEL Ü EMRAZ
Hastalıklar ve sakatlıklar.
İLE-L-AN
Şimdiye kadar, bu âna kadar.
İLE-L-EBED
Ebede kadar. Nihayetsiz.
İLEL-İ MUHTELİFE
Türlü illetler ve sebepler, çeşitli hastalıklar.
İLEL-İ MÜSTEVLİYE
Tıb: Salgın hastalıklar.
İLEL-İ MÜTESELSİLE
Zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, illetler.
İLEL-İ SÂRİYE
Tıb: Bulaşıcı hastalıklar. Sâri illetler.
İ'LEM
( $ masdarından emirdir.) "Bil!" mânasına gelir.
İLEYH
Ona. (Erkek olan tek kimse için)
İLEYHA
Ona. (Kadın olan tek kimse için)
İLEYHİM
Onlara. (Erkek olan çok kişi için söylenir.)
İLEYHİMA
Onlara. (Erkek olan iki kişi için söylenir)
İLEYHİNNE
Onlara. (Kadın olan çok kişi için söylenir.)
İLGA
Kaldırmak. Hükümsüz bırakmak. Lağvetmek. Bâtıl eylemek.
İLGAZ
(Lugaz. dan) Sözde maksadı gizleme.
İLH
İlâ âhir sözünün kısaltılmışı.
İLHA'
Boş şeylerle meşgul etmek. Gaflet.
İLHAB
Tutuşturma, alevlendirme. * İltihaplandırma, şişirip kızartma.
İLHAD
Zulüm yapma, eziyet etme.
İLHAD
Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
İLHAF
İstemekle ısrar etme, zorlama.
İLHAH
Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.
İLHAHAT
(İlhah. C.) Direnmeler, zorlamalar.
İLHAK
İlâve etmek, eklemek. Katmak.
İLHAM
Söverek ve hakaret ederek onur kırma.
İLHAM
Allah tarafından kalbe gelen mâna.(İlhamın ekserisi vasıtasız olarak kalbe gelir. İlhamın en cüz'îsi ve basiti hayvanat ilhamıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra melâikenin ilhamatıdır, sonra evliya ilhamatıdır, sonra melâike-i izam ilhamatıdır... S.) (Bak: Vahiy)(İlham, aslında bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, lahzada yutturmak mânasınadır. E.T.)
İLHAMAT
İlhamlar. Allah tarafından kalbe gelen mânalar.
İLHAMÎ
İlham ile elde edilen ve nâil olunan. İlham ile alâkalı. * Erkek adı.
İLHAN
Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.
İLHANÎ
İlhanlık. İlhanla alâkalı. İlhanın idare ettiği devlet şekli, imparatorluk. Bu idareye bağlı memleketler. İlhan olma hâli.
İLHANLILAR
İlhanlılar hanedanı ve bu hanedanın idare ettiği XIII. asrın sonu ve XIV. asrın ilk yarısında yaşayan bir yakındoğu imparatorluğu.
İLHAZ
Yan bakışla bakma.
İLİK
t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği. * Kemiğin içinde bulunan madde.
İLİM
(Bak: İlm)
İLKA'
Koymak, bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
İLKAAT
Zararlı sözlerle şaşırtmak. * Bırakmalar, terk etmeler.
İLKAH
Döllenmek. Döllemek. Gebe bırakmak. Aşılamak. * Tıb: İki ayrı cins hücrenin birleşmesi.
İLKAHAT
(İlkah. C.) İlkahlar, döllemeler, gebe bırakmalar.
İLKAM
Yutturma, boğazından geçirtme.
İLKAN
Çabuk ezberleme.
İLKBAHAR
t. Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan mevsim.
İLKE
(Bak: Unsur - Umde - Mebde')
İLKEL
(Bak: İbtidâi)
İLKTEŞRİN
Ekim ayı. Teşrin-i evvel.
İLL
Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir. (E.T.)
İLLÂ
(İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
İLLÂHU
Ancak O. Allah (C.C.)
İLLE
(İllet) Esas sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.(...Göz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir. O makina mümkinattan olduğundan vücud ve ademi mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. İ.İ.)
İLLE-İ GAİYE
Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.
İLLE-İ IZTIRARÎ
Kabul edilmesi mecburi görülen sebeb.
İLLET-İ TÂMME
Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.
İLLÎ
Sebebe ait. Neden ve sebeple alâkalı.
İLLİYET
Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış.
İLLİYYE
(Ulliyye) En şerefli, yüksek.
İLLİYYUN
(İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
İLLİZYON
Lât. Cisimleri yanlış idrak etme. Meselâ su borusunu yılan gibi görme.
İLM
(İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek.(İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî gibi) ve gerek husulî olsun (ilm-i ibad gibi) ve vech-i dikkat üzere bilmeye de denir. Şuur, fıtnat gibi. İlmin zıddı "cehil"dir. Marifetin zıddı ise "inkâr"dır.) * İlm-i Kelâm'da: İlim; bilmek, idrak etmek sıfatıdır. Cenab-ı Hak ilim sıfatı ile de muttasıftır. O'nun ilmi, mahlukatın ilmi gibi basit ve mahdut olmayıp, bütün kâinatı muhittir. Hiç bir şey onun ilminden gizlenemez ve haricinde kalamaz. Allah'ın ilmi mutlaktır. Allah, Alîm-i Mutlak'tır.İlim mâluma tâbidir. Yani: İlim sıfatı varlıkları icad etmez ve hâdiseleri meydana getirmez. Belki, varlıkları ve hâdiseleri bilmekle ilim olur.Cenab-ı Hak ilmi ile, olmuş ve olacak herşeyi ezelî ve ebedî olarak bilir. Böylece o eşya, ilm-i İlâhîde bilinmesiyle vücud-u ilmîye mazhardır. Fakat maddî vücutlarının icadı, kudret-i İlâhiyeye istinad eder. Yani mahlukatın maddî vücudunu ilim icad etmez, kudret icad eder. Bu itibarla malumun yani mahlukun icadı, ilme değil, kudrete tâbidir. (Bak: İrfan, Ulum)
İLMA
Çalma, hırsızlama, sirkat.
İLMA'
Parlatma. * İşaret etme.
İLMAH
Hemen gösterip çabucak yok etme. * Bir şeyi parlatma. * Güzel simalı bir kadın veya kız, yüzünü gösterip hemen çekilme.
İLMAM
İki şey birbirine yaklaşma. * Küçük günah işleme.
İLMÎ
İlimle, bilgi ile alâkalı. İlme ait ve müteallik. Câhilce ve tetkiksizce olmayan.
İLM-İ ÂDÂB
Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
İLM-İ AHBÂR
(Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ AHLÂK
Ahlâk bilgisi.
İLM-İ AHVÂL-İ CEVV
Meteoroloji.
İLM-İ ARZ
(İlm-ül arz) Yer bilimi. Jeoloji.
İLM-İ ÂSÂR
(Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ BEDEN
(İlm-ül ebdân) Hekimlik bilgisi, tabâbet.
İLM-İ BEDİ'
İlm-i beyânın üç bölümünden üçüncü bölümüdür ki, bediiyat da denir. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden bahseder. Bu kaidelere Edebî San'atlar da denir.Her şeyin güzellik cihetlerinden bilhassa Arabi terkiblerden bahseder, kelâmın güzelliğini ve muktezâ-yı hâle mutabakatını ve vuzuh-u delâletini işitmeğe ve ruha mülâyim ve hoş gelecek surette intisak, insicam, tertib ve intizamını bildiren usul ve kaidelerin ilmidir. Cemi olarak hepsine ulum-u bedi'a dendiği gibi, İlm-i bedi' diye de söylenir. İki kısma ayrılır.1- Muhassınât-ı mâneviye : Kelâmın mânâsına ait san'atlar. Tevriye, hüsn-ü ta'lil, üslub-u hakim..gibi.2- Muhassınât-ı lâfziyye : Kelâmın lâfzına ait san'atlar. Seci', cinas gibi. (Bak: Bedi')
İLM-İ BELÂGAT
Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
İLM-İ BEYAN
Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
İLM-İ CİFİR
Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim. (Bak: Ebced)
İLM-İ FİTEN
Asr-ı saadetten sonra zuhur eden hâdiselere, fitnelere dâir olan hadis-i şeriflere, ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Fiten denilmektedir.
İLM-İ HADİS
(İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir. (Bak: Hadis)
İLM-İ HÂL
İbadet usullerini, din kaidelerini bildiren kitap.
İLM-İ HESAB
Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.
İLM-İ HEY'ET
Gökler ve yıldızlar ilmi. Astronomi.
İLM-İ HURUF
Gr: Harflerden mâna çıkarıp tefsir etmek ilmi. (Ebced hesabında olduğu gibi)
İLM-İ İCTİMAÎ
İçtimaî hayat ilmi. Toplu yaşayış ve cemiyet bilgisi. Sosyoloji.
İLM-İ KELÂM
Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarından ve nübüvvet ve itikada ait mes'elelerinden İslâmî esaslar dairesinde bahseden ilim. Usul-üd din de denir. Bu hususlara çalışan İslâm allâmelerine "Mütekellimîn" denir.
İLM-İ KIRAAT
Usul ve kaidesine uygun olarak Kur'an-ı Kerimin okunması ilmi. Bak: (Kıraat) ve (Kıraat-ı seb'a) ve (Fenn-i kıraat)
İLM-İ LEDÜN
(Bak: Ledün)
İLM-İ MEVALİD
Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.
 
İLM-İ NÜCUM (İLM-İ TENCİM)
İlm-i Ahkâm-ı Nücum da denir. Yıldızların ahvalinden, hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak ve araştırmak ilmidir.
İLM-İ RİVAYET
(Bak: İlm-i Hadis)
İLM-İ RUH
Ruh ilmi. Psikoloji.
İLM-İ TABAKAT-ÜL ARZ
Arzın tabakalarından bahseden ilim. Jeoloji.
İLM-İ TEVHİD
Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi. * Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.
İLM-İ USUL
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
İLM-İ USUL-ÜD DİN
(Bak: İlm-i Kelâm)
İLMİYE
Fıkıh ve şeriat ilimleri, iman ve Kur'an hakikatları ve tahkiki iman dersleri ile iştigal eden zatların mensub oldukları yol. Alimlerin mesleği.
İLMİYE KIYAFETİ
İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin, "İlmiye" maddesinde yazılı, resmi günlere mahsus kıyafetleri de vardı. (O.T.D.S.)
İLMİYE RİCALİ
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
İLMİYE RÜTBELERİ
İlmiye denilen ulema sınıfına mahsus rütbeler. Rütbeler, aşağıdan üste doğru şöyle idi: Müderrislik, kibar-ı müderrisîn, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, Haremeyn-iş şerifeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği.
İLMÜHABER
(İlm-i haber) Resmi bir daireye verilmek üzere hazırlanan ve bir adamın ahvâli hakkında bilgileri ihtiva eden kâğıt. Resmi vesika. * Para, evrak vs. teslim olunduğunu gösteren ve bunları getiren adamın eline verilen pusula.
İLSAK
Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak.
İLTİAB
Oynama. Oyun oynama.
İLTİAK
Rengi bozulma, rengi değişme.
İLTİAN
(Bak: Lian)
İLTİBAS
Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
İLTİCA
Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
İLTİCAC
Karışık olma, karışma. * Sığınma. İltica etme.
İLTİCAGÂH
f. Sığınılacak yer. Sığınacak şey. Sığınak.
İLTİDA'
Yalvarma.
İLTİFAF
Örtünme, sarınma. * Çiçeklerin katmerleşmesi.
İLTİFAT
Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecekŞüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar.O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.Mehmet Âkif Ersoy)
İLTİFATAT
İltifatlar.
İLTİFATKÂR
İltifat eden, mültefit. Hal hatır sorup gönül alan.
İLTİFATKÂRANE
f. İltifat edene yakışır şekilde.
İLTİFATPERVER
f. İltifat eden, iltifatkâr, mültefit.
İLTİHA'
(Lihye. den) Sakal bırakma. * Kabuk soyma.
İLTİHA'
Oynama, eğlenme.
İLTİHAB
Alevlenmek. Yanmak. * Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.
İLTİHAB
Caddede gitmek. Geniş yolda yürümek.
İLTİHABAT
(İltihab. C.) İltihablar, alevlenmeler.
İLTİHAB-I A'VER
Tıb: Körbağırsağın iltihabı.
İLTİHAB-I EDEME
Tıb: Cildin iltihablanarak katılaşması.
İLTİHAB-I KEBED
Tıb: Karaciğer iltihabı.
İLTİHABÎ
İltihabla alâkalı.
İLTİHAF
Parlama, yanma.
İLTİHAF
(Lihaf. dan) Sarılıp bürünme. Örtünme.
İLTİHAK
Karışmak. Katılmak. Yetişmek. Bitişmek.
İLTİHAM
Yaranın iyi olup ağzının kapanması, etlenerek iyileşmesi. * Muharebenin kızışması.
İLTİHAP
(Bak: İltihab)
İLTİHAS
Açlık veya susuzluktan dolayı soluma.
İLTİHAT
Öfkelenme, kızma, gazaba gelme, hiddet etme.
İLTİKA
Rast gelmek. Buluşmak. Kavuşmak. * Kavuşturulmak.
İLTİKA'
İnsanın rengi değişmek. Benzi sararmak.
İLTİKAM
(Lokma. dan) Lokma etme, yutma.
İLTİKAT
Yere düşen şeyi almak. * Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak. (Bak: Lükata)
İLTİMA
Sararıp solmak. Renk değiştirmek.
İLTİMA'
Parıldamak. Işıldamak. * Kapıp almak.
İLTİMAH
(Lemh. den) Bir şeye şaşkın şaşkın bakınma.
İLTİMA-İ KEVAKİB
Yıldızların parıldaması.
İLTİMAM
Bir kimseyi ziyaret etme. * Konma, konup durma.
İLTİMAS
Tavsiye. Rica. İstirham. * Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak. * Yapılmasını isteme.
İLTİMASAT
(İltimas. C.) İltimaslar, tavsiyeler, ricalar. * Kayırmalar, tutmalar.
İLTİMASGERDE
f. İltimas edilen, kayırılan.
İLTİMASNAME
f. İltimas mektubu. Kayırma yapılması için yazılan mektub.
İLTİSAK
İki uzvun birbirine yapışık olması. * Bitişmek. Yapışmak. Kavuşmak. Yapışık olmak.
İLTİSAK
Rutubetlenmek, ıslanmak.
İLTİSAK-I ECFAN
Tıb : Ağrı ve sızıdan dolayı gözkapaklarının birbirine bitişmesi.
İLTİSAKÎ
İltisakla alâkalı. * Yapışan, birleşen. Kavuşan, bitişen.
İLTİSAM
Örtünmek, yaşmaklanmak, ağzını örtmek. * Öpmek, takbil eylemek, öpülmek.
İLTİSAM-I NİSVAN
Kadınların örtünmeleri.
İLTİTAM
Dalgalanma, temevvüc.
İLTİVA
Burulmak. * Kıvrılmak, bükülmek. * Sarılıp birbirine dolaşmak. * Dalgalanma. * Eğri durma. * Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.
İLTİVA-Yİ EM'Â
Tıb: Bağırsağın kendi üzerine helezoni biçimde kıvrılması.
İLTİYA'
Heyecanlanmak, iç alevlenmesi. * İç sıkıntısı çekme, dertlenme.
İLTİYAH
Mayalanmak. * Karışmak.
İLTİYAH
Vücudun güneşten yanması. * Susama. * Şimşek çakma. * Yıldızın parıltısı.
İLTİYAK
Sıkı fıkı dost olma, candan arkadaş olma.
İLTİYAM
Yaranın kapanıp iyi olması. * Cem' olmak. * Zemmolunmak.(Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir. M.)
İLTİYAM-NÂPEZİR
f. İyi olmaz, kapanmaz yara.
İLTİYAM-PEZİR
f. İyi olabilir, kapanabilir yara.
İLTİZAK
Yapışma, birleşme.
İLTİZAK-I ESABİ'
Parmakların yapışması.
İLTİZAM
Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma. * Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma. * Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı. Bu usulün adı iltizamdı. İltizamı üzerine alan kimseler, yani mültezimler; geliri devlete peşin olarak öderler, sonra bunu halktan tahsil ederlerdi. (Bak: Mültezim)(Dimağda merâtib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor.Sonra gelir iltizam, sonra i'tikad gelir.i'tikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet: Salâbet i'tikaddan.Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda. Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek her demde.Sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli. S.)
İLTİZAMEN
İltizam yoluyla, iltizam suretiyle.
İLTİZAMİYE
Bilerek yapılmış olan ve iltizama müteallik.
İLTİZAZ
(Lezzet. den) Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma.
İLTİZAZAT
(İltizaz. C.) İltizazlar, lezzet duymalar.
İLVA
Çevirmek. Baş eğmek. Başı eğilmek. * Başkasının sözünü maksadı olmayan başka tarafa çevirmek. * Birinin hakkını inkâr eylemek. * Bayrağı kaldırmak. Sancak dikmek.
İLVİNAN
Renklenme, televvün.
İLYAS (ALEYHİSSELÂM)
Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, çok mu'cizeler göstermiştir. (Bak: Merâtib-i hayat)
İLYASÎN
İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad; ümmet-i Muhammed (A.S.M.) olduğunu söylemişlerdir. (E.T.)
İLYE
Sağrı, but. Kalçanın üst kısmı.
İLYETEYN
Kaba etler. Sağ ve sol butlar.
İLZAK
(Lazk. dan) Yapıştırma.
İLZAM
Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.
İLZAMİYAT
Bir kimseyi ilzam edip susturmak için söylenen sözler.
İMA
İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret.
İ'MA
Kör etme, âmâ yapma.
İMA'
(Emen. C.) Câriyeler, kadın esirler.
İMAAT
(İmâ. C.) İşaretler. İmâlar.
İMAD
Direk, kolon. * Temel, esas. * Kuvvet. * Bir kavmin reisi ve başta geleni. * Yüksek bina.
İ'MAD
Direk dikme.
İMAD-ÜD DİN
Dinin direği.
İMAEN
İşaret vererek. İşaret ederek.
İ'MAK
Derinleştirme. Bir şeyin derinliğine varma.
İ'MAK-I Bİ'R
Kuyunun derinleştirilmesi.
İ'MAL
Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
İMALAT
(İmale. C.) İmaleler. Meylettirmeler. Eğmeler.
İ'MALAT
Bir memlekette veya bir fabrikada yapılan işler ve eserler.
İMALE
Bir tarafa meylettirmek. Bir tarafa eğmek. * Benzetmek. * Mal vermek. * Edb: Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
İ'MALGÂH
f. Fabrika, atölye.
İMAM
Öne geçmek. * Önde ve ileride olan. Delil ve rehber. * Cemaate namaz kıldıran. * İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan. * Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden. * Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim. Reis. * Ümmetin reisi. İslâm hükümetlerinde Devlet Reisi. * Hz. Ali (R.A.) neslinden gelen zât. * Dershanede günlük talim ve dersler için talebelerin önlerine konan tahtalar. * Kıble tarafı.
İMAME
İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh. * Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık. * Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.
İMAMET
İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı. * Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.
İMAMEVİ
t. Eskiden kadınlara mahsus hapishane.
İMAMEYN
İki İmam. * Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.
İMAM-I ALİ (R.A.)
(Bak: Ali-ül Murtaza)
İMAM-I ALİ NAKİ
(Hi: 212-254) Eimme-i İsnâ Aşer'den onuncu zât olup, manevi büyük nüfuz ve takva sahibi, ehl-i kemal bir zâttır. Ali İbn-i Muhammed Hâdi diye de bilinir. (R.A.)
İMAM-I ALİ RIZA
(Hi: 153 de Medine-i Münevvere'de doğmuştur.) Eimme-i İsnâ Aşer'in yedincisidir. İmam-ı Musa Kâzım'ın oğludur. Tus; yani Meşhed'de medfun olup kabri ziyaretgâhtır. (R.A.)
İMAM-I A'ZAM
(Hi: 80-150) Hanefi Mezhebinin imamı. Asıl ismi: Ebu Hanife Nu'man bin Sâbit'tir. Bağdatlı olup Abbasiler devrinde yaşamıştır. Fıkıh ilminin en ileri geleni olup, bu ilmin tedvin ve tervicinde çok büyük hizmet etmiştir. Böyle zâtların vicdan-ı umumiye nezdinde idareyi, hak ve adalette selâmet için, mânevi mürakabeleri çok ehemmiyetli bir husus olduğundan, teklif edilen Kadılık Makamını, hapse ve işkencelere mâruz kaldığı halde kabul etmemiştir. Kudsi vazifesi, siyasetçe muhtelif düşünen müslümanların hepsine şâmil olması sebebi ile bilfiil siyasete girmemiştir. (K.S.)
İMAM-I BEYHAKÎ
(Bak: Beyhaki)
İMAM-I BUHARÎ
(Bak: Buhari.)
İMAM-I BUSİRÎ
(Mi: 1213-1295) İmam-ı Muhammed bin Said "Busayrî" diye bilinir. Kaside-i Bür'e ve Hemziyesi ile meşhur üstün bir İslâm şâiridir.
İMAM-I CA'FER-İ SÂDIK
(Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile mücâhede ederse, Allah'a kavuşur." Eimme-i İsnâ Aşerin altıncısıdır. (K.S.)
İMAM-I EBU YUSUF
(Hi: 113-182) İmam-ı A'zam'ın fıkha dair eserlerini te'lif etmiştir. Fıkıh sahasının büyük imamlarındandır. Dedesi Sahabe-i Kiramdan Sa'd'dır. (R.A.) İmam-ı Muhammed'le ikisine Fıkıh kitablarında "İmameyn" denir. (K.S.)
İMAM-I GAZALÎ
Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
İMAM-I HANBELÎ
(Hi: 164-241) (Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbelî) Hanbelî Mezhebinin imamı olup ezberinde bir milyon hadis vardı. Müsned adlı kitabında otuzbin hadis mevcuttur. Zühd ve takvası çok ileri idi. (K.S.)
İMAM-I MÂLİK
(Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.
İMAM-I MATÜRİDÎ
(Bak: Matüridî)
İMAM-I MUHAMMED
(Hi: 135-189) Kufe'de yetişti. 99 kitab te'lif etmiştir. İmâm-ı Mâlik'ten hadis okudu. En meşhur Hanefî fakihlerindendir. (K.S.)
İMAM-I MUHAMMED BÂKIR
(Hi: 75-117) Hz. İmam Zeynelâbidin'in oğlu, Hz. İmam-ı Hüseyin'in torundur. Hz. İmam-ı Ca'fer-i Sadık'ın babasıdır. On iki imamın beşincisidir. Büyük bir âlim ve en meşhur velilerdendir (K.S)
İMAM-I MÜBİN
İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.(...Evet, şu İmam-ı Mübin, bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvanıdır. Yani, eşyanın mebadileri ve kökleri ve asılları kemal-i intizam ile eşyanın vücudlarını gayet san'atkârane intac etmesi cihetiyle elbette desatir-i ilm-i İlâhînin bir defteri ile tanzim edildiğini gösteriyorlar. Ve eşyanın neticeleri, nesilleri, tohumları; ileride gelecek mevcudatın programlarını, fihristelerini tazammun ettiklerinden elbette evamir-i İlâhiyenin bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyorlar. Meselâ; bir çekirdek bütün ağacın teşkilatını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tâyin eden o evamir-i tekviniyyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir...Şu mânadaki İmam-ı Mübin, kader-i İlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsı ile ve hükmü ile, zerrat, vücud-u eşyadaki hidemâtına ve harekâtına sevkedilir. Amma Kitab-ı Mübin ise; âlem-i gaybdan ziyade âlem-i şehadete bakar. Yani, mazi ve müstakbelden ziyade zaman-ı hâzıra nazar eder. Ve ilim ve emirden ziyade kudret ve irâde-i İlâhiyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır. İmam-ı Mübin kader defteri ise, Kitab-ı Mübin kudret defteridir. Yani, her şey vücudunda, mahiyetinde ve sıfat ve şuunâtında kemal-i san'at ve intizamları gösteriyor ki; bir kudret-i kâmilenin desatiri ile ve bir irade-i nâfizenin kavanini ile vücud giydiriliyor. Suretleri tayin, teşhis edilip, birer mikdar-ı muayyen, birer şekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavanini, bir defter-i ekberi vardır ki; her bir şeyin hususî vücudları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. S.)
İMAM-I RABBANÎ
(Bak: Ahmed-i Farukî)(Silsile-i Nakşi'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-ı imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve keramata tercih ederim."Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübradır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."Hem demiş ki: "Tarik-ı Nakşide iki kanad ile sülûk edilir." Yâni: "Hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez." Öyle ise tarik-ı Nakşinin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi : Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.Üçüncüsü : Tasavvuf yoliyle emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikinci Vâcib, bu üçüncüsü ise Sünnet hükmündedir.Madem hakikat böyledir, ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-ı imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı İslâmiye gıdadır. M.)
İMAM-I REMLÎ
(Bak: Remlî)
İMAM-I ŞÂFİÎ
(Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Hadis ve Fıkha dair te'lifatı vardır. Şâfiî Mezhebinin imamıdır. Tıb, şiir ve edebiyatta da çok ileridir. (K.S.)
İMAM-I TABERANÎ
(Süleyman bin Ahmed Taberanî) Hadis âlimidir. Şam'da Taberiyye'de doğmuş ve orada vefat etmiştir. (260-360) Kebir, Evsat ve Sagir hadis kitablarını yazmak için 33 sene Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve başka yerleri dolaşmıştır.
İMAMZADE
İmam oğlu. Babası imam veya imam ünvanını hâiz olan adam.
 
İMAN
İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek. "Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmâlen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur."(Öyle ise iman, Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki; vicdanın iç yüzünü tamamiyle ışıklandırır ve bu sâyede, bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve her şeyle kesb-i muarafe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvvet-i maneviye husule gelir ki; insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki; insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir. İ.İ.)(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeğe başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semâviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli hâlleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeğe başlar. Bakar ki, hayati hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki; vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emânî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hâle gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? İ.İ.)
İM'AN
Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek. * Bir adamın hakkını ikrar eylemek. * Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ve içtihad etmek.
İMAN-I BİL-ÂHİRET
Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.(Evet, subutî bir emri ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkül olduğu bu temsilden görülür. Şöyle ki:Biri dese: Süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe, küre-i arz üzerinde vardır. Diğeri dese: Yoktur. İsbat eden, yalnız onun yerini veyahut bazı meyvelerini göstermekle kolayca dâvasını isbat eder. İnkâr eden adam, nefyini isbat etmek için küre-i arzı bütün görmek ve göstermekle dâvasını isbat edebilir. Aynen öyle de: Cennet'i ihbar edenler yüzbinler tereşşuhâtını, meyvelerini, asârını gösterdiklerinden kat'-ı nazar, iki şâhid-i sâdıkın sübutuna şehadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinatı ve hadsiz ebedî zamanı temaşa etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârını isbat edebilir; ademini gösterebilir. S.)
İMAN-I BİLLÂH
Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanmak.
İMAN-I İCMALÎ
İcmalî iman, yani; taraf-ı Nebevîden tebliğ buyurulan şeylerin hey'et-i mecmualarına inanmak, yâni; "Her ne tebliğ buyruldu ise; cümlesi haktır" diye tasdik etmektir.
İMAN-I MAKBUL
Mü'minlerin imanı.
İMAN-I MERDUD
Münafık olan kimselerin imanı.
İM'AN-I NAZAR
Bir işi dikkatle düşünmek; inceden inceye bakmak ve tedkik etmek.
İMAN-I TAHKİKÎ
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i insaniyyeye nüfuz eder.)
İMAN-I TAKLİDÎ
Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.
İMAN-I YE'S
Çaresiz kalan, hayatından ümidsiz olan bir kimsenin imanı.
İ'MAR
Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.
İMARAT
(İmaret. C.) İmaretler, genel aşevleri.
İMARET
Mâmur etmek, şenlendirmek. Mâmurluk. * Hayrat için fakirlere yemek verilen yer. (Bak: Amâir)
İMARET
Emirlik. Beylik.
İMARET KEMERİ
Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
İMATA
Uzaklaştırma yahut uzaklaştırılma.
İMATE
Ölü hale getirmek. Öldürmek. Fena etmek.
İMATE-İ VAKT
Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.
İMBİK
(Bak: İnbik)
İMDAD
Yardım. Yardıma yetişmek. "Yetişin, kurtarın" mânasında da kullanılır. * Yardıma gönderilen kuvvet. * Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek.
İMDADİYE
Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.
İMECE
Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.
İMHA
Keskinletme, bileme.
İMHA
Bozmak, yok etmek, mahvetmek. Yıkmak. Zâil etmek.
İMHAK
Kararma. * Bereketsiz.
İMHAL
Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme.
İMHAR
Hâtun için mehr tayin etmek. Evleneceği kız veya kadın için mehr tayin etmek.
İMHAZ
Doğrulukla yapma.
İMKÂN
Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Bak: Hudus)
İMKÂNAT
Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler.
İMKÂN-I ÂDÎ
Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan.
İMKÂN-I AKLÎ
Man: Aklen mümkün bilinen. * Aklen mümkün olma.
İMKÂN-I ÖRFÎ
Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi.
İMKÂN-I VEHMÎ
Vehimle bir şeyi mümkün görmek, zannetmek.
İMKÂN-I ZÂTÎ
Vukuu mümkün olan iş. Bir şeyin, aslında mümkün olması.
İMKÂN-I ZİHNÎ
Bir şeyin mümkün olabileceğini zihinle düşünmek.(Vesveseli adam imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki, İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyyeye zıddiyyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz. Şüphesiz biliyoruz ve o ihtimâl-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zatında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulu' etmesin. Halbuki bu imkân, yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ: Hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyyenin tuluuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem "lâ ibrete li-l-ihtimali-l-gayri-n-nâşi an delilin" yani: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure, hem usul-üd din, hem usul-ü fıkhın kaide-i mukarreresindendir. S.)
İMLA
Doldurma, doldurulma. * Yazı yazma. (Dikte) * Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi. * Müddeti mühlet vererek uzatma.
İMLAK
Mülk sahibi olmak. * Bey etmek. * Evlendirmek.
İMLAK
Çok fakir düşmek.
İMLAL
(Melâl. den) Usandırma veya usandırılma.
İMLAS
Karanlık. * Karışma. * Koyunun tüyü dökülme.
İMLİSE
Çöl, sahra.
İMLİSÎ
Hırsız, sârık.
İMMA
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
İMMİSAR
(İmtisar ile aynı mânâdadır) Süt sağmak. * Bir şeyi incelemek. * Az olmak. * Dağılmak. * Hâil, perde.
İMPARATOR
Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.
İMRAC
Ahde vefa etmeme, sözden cayma. * Hayvanı çayıra salıverme.
İMRAN
Hz. Meryemin babası. (Bak: Âl-i İmran)
İMRAR
Geçirmek. Mürur ettirmek. * İpi sağlam bükmek. * Acıtmak. Acı olmak.
İMRAR-I EVKAT
Vakitleri geçirmek.
İMRAZ
İllet sahibi olmak. Hasta etmek. Bir kimseyi hasta bulmak.
İMREE(T)
Kadın. Hâtun. Avrat.
İMRUZ
f. Bugün.
İMSA
Akşama kalma. * Bozma.
İMSAK
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * Oruca başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek. * Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
İMSAKİYE
Ramazanda imsak vakitlerini gösteren cetvel.
İMSAL
Boşuboşuna sarfetme, lüzumsuz yere harcama. Har vurup harman savurma.
İMSAS
Değdirmek. Elle tutmak. Meshetmek.
İMSAS
(Mass. dan) Emdirme, emdirilme. * Tıb: Suda erimiş ilâcı şırınga etmek.
İMŞEB
f. Bu gece.
İMTAR
Yağdırma veya yağdırılma.
İMTAR-I AHCÂR
Taş yağdırma.
İMTAR-I MATAR
Yağmur yağdırma.
İMTİDAD
Uzanmak. Uzayıp gitmek. Gerilip ve çekilip uzanmak. * Boy. Tul. Uzunluk. * Feza, uzay.
İMTİDAH
Aşma, taşma.
İMTİDAH
(Medh. den) Medhetme, övme.
İMTİHA'
Bileme veya bilenilme, yahut da bilenme.
İMTİHA'
(Mahv. dan) Mahvolma, perişan olma, yok olma.
İMTİHAK
Bozulma.
İMTİHAN
Hor ve zelil kılmak.
İMTİHAN
Deneme, Tecrübe etmek. * Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek. * Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.(Hakîm-i Ezeli, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizası ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esmâ-i hüsnâsına âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebebtir. Hakaik-ı nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin esmâ-i hüsnâsının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniyye suretine çevirmesine sebeptir. İşte bu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki; ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.İşte, bu mezkur sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tegayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklere cem'ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamiyle yazdı. Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, mânasını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sâni-i Kadir'in bütün mu'cizat-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fena, sermedi manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâl'in hikmet-i sermediyyesi ve inayet-i ezeliyyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsna'nın tecellilerinin hakikatlarını, o kalem-i kader mektubatının hakaikını, o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını, o vezaif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemat-ı mahlukatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânaların hakikatlarını ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübra açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyyenin perdesinin yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlik-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatları iktiza etti ve o mezkur hakikatları iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedileştirmek için o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde cehennem, ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri $ tehdidine mazhar olacak. Cennet; ebedî, haşmetli bir suret giyerek ehli ve ashabı $ hitabına mazhar olacak. S.)
İMTİHA-Yİ SEYF
Kılıcın bilenmesi, keskinleştirilmesi.
İMTİHAZ
Hâlis, katıksız ve saf olma. Durulanma.
İMTİKÂR
(Mekr. den) Oyuna kanma, aldanma.
İMTİLA'
Dolma. Dolgunluk. * Tıb: Kan durma, kan toplanma.
İMTİLA-İ MİDE
Mide dolgunluğu.
İMTİLAL
Bir millete karışma.
İMTİNA'
Feragat edip geri durma. * Muvafakat etmeme. Çekinme. İstememe. Yapmama. * İmkânsızlık, mümkün olmayış.
İMTİNA-İ ÂDİ
Bir şeyin olması âdeta mümkün olmamak.
İMTİNA-İ HAKİKİ
Bir şeyin mümkün olmamasının aklen zaruri olması. (Meselâ: Bir kimse kendinden yaş bakımından büyük olan başka bir kimse hakkında: "Bu benim oğlumdur" diye iddia etse, dâvâsı dinlenmez. Çünkü, kendinden yaşça büyük bir adamın, kendisinin neslen oğlu olması aklen muhaldir.)
 
Geri
Top