Osmanlıcada ''İ''ile başlayan kelimelerin anlamları

İ'TİBARAT
(İ'tibar. C.) İ'tibarlar, şeref ve haysiyetler. * Var sayılan şeyler, faraziyeler.
İ'TİBAREN
...den beri, ... başlıyarak, ... den başlıyarak, ...den (yerinde kullanılır.)
İ'TİBAR-I SURET
Surete itibar etme, görünüşe değer verme.
İ'TİBARÎ
(İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.
İ'TİDA
Sesini yükseltmek. * Zulmetmek. * Haddinden geçmek.
İ'TİDAD
Yardım isteme. İmdât isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma.
İ'TİDAL
Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak. * Yumuşaklık. Uygunluk. * Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması. * Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
İ'TİDAL-İ DEM
Soğukkanlı davranış. Heyecanlanmadan, acele etmeden, düşüne düşüne ve tedbirli hareket.
İ'TİFA'
Bağış dileme, afvedilmesini isteme.
İ'TİFAR
Yere vurma. Kavrayıp yere çarpma. Üzerine atılıp kavrama.
İ'TİKAB
Veresiye vermeme. Bir malı borç olarak satmama. Parasını almadıkça malı teslim etmeme.
İ'TİKAD
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
İ'TİKADÂT
(İ'tikad. C.) İnanışlar. Bağlanışlar ve inançlar.
İ'TİKADÂT-I BÂTILA
Bâtıl, hak olmayan, asılsız şeylere inanışlar.
İ'TİKAD-I FÂSİD
Bozuk inanç.
İ'TİKADÎ
İtikad ve inançla alâkalı.
İ'TİKADİYAT
İtikada ait mes'eleler.
İ'TİKÂF
Bir şeye devam etmek. * Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
İ'TİKAL
Zorlaşma, müşkilleşme.
İ'TİKAL
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma. * Devenin dizini büküp bağlama. * Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.
İ'TİKÂL
(Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme. * Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması. * Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.
İ'TİKÂL-İ SEVÂHİL
Kıyıların aşınması.
İ'TİKAM
Biriktirme, yığma.
İ'TİKAR
Birbirine karışıp sayılamama.
İ'TİKAS
Tersine dönme, akislenme.
İ'TİLA
(Ulüv. den) Yükselmek. Yukarı çıkmak. * Yüksek rütbelere çıkmak.
İTİLAF
Anlaşmak. Görüşmek. Uyuşmak. Muvafakat. * Cem' olmak, birikmek.
İ'TİLAF
Yem yeme.
İ'TİLAFAT
(İ'tilaf. C.) Uyuşmalar, anlaşmalar.
İ'TİLAK
Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma.
İ'TİLAL
(İllet. den) Hasta olma. * Hastalanma. * Bahane etme. * Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma.
İ'TİLAM
Öğrenme, bilme.
İ'TİLAN
Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma. * Doğum esnâsında çocuğun görünmesi.
İ'TİMAD
(İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
İ'TİMADEN
İtimad ederek, dayanarak, güvenerek.
İ'TİMAD-I KAVÎ
Sağlam itimad, kavi güveniş.
İ'TİMADNAME
f. İtimad yazısı, itimad bildiren yazı.
İ'TİMAD-ÜD DEVLE
Devletin itimadı, güveni. * Tar: Safevî sadrazamlarına verilen ünvan.
İ'TİMAK
Derinine varma, derinliğine inme.
İ'TİMAM
(İtimam) Başına sarık sarmak. * Ortalık yeşillenmek. * Miğfer giymek.
İ'TİMAN
Emniyet etme, emin bulunma.
İ'TİNA
(İtinâ) Çok dikkat etmek. Özenmek.
İ'TİNAK
(Unk. dan) Birbirlerinin boyunlarına sarılma. * Kucaklama. * Sıkıca kavrayıp alma.
İ'TİNAN
Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma. * İnsanın önüne durma.
İ'TİRAF
(İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
İ'TİRAF-I CÜRM
Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi.
İ'TİRAF-I KUSUR
Kusurunu söyleme, itiraf etme.
İ'TİRAZ
(İtiraz) Kabul etmediğini bildirmek. Bir fikir veya işin olmasını kabul etmemek. * Men' eylemek. Men' olmak.
İ'TİRAZİYE
İtiraza, kabul etmediğine dair yazı. * Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare. (Bak: Cümle-i mu'terize)
İ'TİSA
Asâya dayanma, baston kullanma.
İ'TİSAB
Sinirlenme, asabileşme. * Kanaat etme.
İ'TİSAF
Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık.
İ'TİSAM
Günahlardan sakınmak. * Pâk olmak. * Bir şeye yapışarak sıkı tutmak ve korunmak.
İ'TİSAM
İstediğini vermek.
İ'TİSAR
Zorluk, güçlük, meşakkat.
İ'TİSAR
Suyunu çıkarmak için bir şeyi sıkma.
İ'TİSAS
Gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme.
İ'TİŞA'
Akşam vakti yola çıkma.
İ'TİTAF
Bir şeye örtünme, bürünme.
İ'TİVA
Bükme veya bükülme.
İ'TİYAD
(İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.
İ'TİYAK
Alıkoymak, engel olmak, mani olmak.
İ'TİYAN
Dik dik bakma, gözünü dikme. * Yardım etme.
İ'TİYAŞ
Geçinme. İdareli yaşama.İ'TİZA' : Bir kavim veya kimseye bağlı bulunma.
İ'TİZAD
Yardım etme. Muavenette bulunma. * Yardım ve imdat isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma.
İ'TİZAL
Ehl-i Sünnet olan hak mezhebden ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak. Mu'tezile olmak. (Bak: Mutezile)
İ'TİZAL
(İtizal) Bir şeyi işlemeğe tamamen kasd ve teveccüh eylemek. * Nefsine müracaatla cürüm ve hatasını itiraf etmek.
İ'TİZAM
Azim ve kasdeylemek. Gitmek üzere olmak. Fütursuz ve kasd üzere olmak.
İ'TİZAM
(İtizam) Büyüklük kazanmak. Azametlenmek. Büyüklenmek.
İ'TİZAR
Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (Takdire şayan güzel bir haslettir.)
İ'TİZAZ
Kendini aziz, izzetli saymak.
İTKÂ'
Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma. * Yaslanma.
İTKAN
Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
İTKAN-I MUHKEM
Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.(...Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem, bir insicam-ı ahkem görünüyor. Mâdem şu biçare, perişan küremiz, sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesaba gelmez zevil-hayat ile, zevil-ervah ile ve zevil-idrak ile dolmuştur. Elbette sâdık bir hads ile ve kat'i bir yakîn ile hükmolunur ki: Şu kusûr-u semaviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münasib zihayat, zişuur sekeneleri vardır. S.)
İTKAN-I SAN'AT
San'atın sağlam, mükemmel ve pürüzsüzlüğü.
İTLA'
Başkasını geçme. * Te'hir etme.
 
İTLAF
Ziyan etmek. Telef etmek. Bozmak. * Öldürmek.
İTLAL
Hayvanı yedeğinde götürme. * Damlatma.
İTMAM
Tamamlamak. Bitirmek. İkmal etmek. Tekmil etmek(...Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmâm ettikten sonra; yine onları gönderen Hâlik-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerimlerine kavuşacaklar!... M.)
İTMİNAN
Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.
İTMİNAN-I KALB
Kalbden ve gönülden inanma.
İTMİNANKÂRANE
f. İtminan göstermek suretiyle.
İTNAB
(Bak: Itnab)
İTNAN
(Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe.
İTRA'
Doldurma.
İTRAB
Toprak serpme. Topraklama.
İTRAK
Bırakma, vazgeçme, terkettirme.
İTRAZ
Kurutma veya kurutulma.
İTTİAD
Randevu verme.
İTTİAS
Öldürme, helâk etme.
İTTİAZ
(Va'z. dan) Nasihat ve öğüt dinleme.
İTTİBA'
Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme.(Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzun reçetesi: İttiba-ı Kur'andır! M.)(Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid'alara giriyor! L.)(Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullah'a ittiba' edilecek. İttiba' edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur! L.)
İTTİBAEN
Tâbi olarak, ittiba ederek, uyarak.
İTTİCAH
Bir cihete gitmek, yönelmek. Teveccüh etmek.
İTTİCAR
Ticaret yapma. * İlâç kullanma.İTTİFAK : Beraber hareket için sözleşmek. İttihad ve muvafakat etmek. Söz birliği etmek. Anlaşmak. (Bak: İhtilaf, Ehakk)(İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.)
İTTİFAKA
Rast gelme.
İTTİFAKAN
Birleşerek, anlaşarak.
İTTİFAKAT
(İttifak. C.) İttifaklar, sözleşmeler, ittihadlar.
İTTİFAKÎ
(İttifakiyye) Birleşmeye, sözleşmeye, ittifaka veya uyuşmaya ait. Tesadüfle, rastgele.
İTTİFAKİYYAT
Tesadüfle olan şeyler.
İTTİFAKPEZİR
f. İttifak ve ittihad kabul eden.
İTTİHAB
(Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.
İTTİHAD
Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak. (Bak: İhtilaf)
İTTİHAD VE TERAKKİ
1918 tarihine kadar devam eden ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında mühim rol oynamış bir siyasî parti. (Bak: Tanzimat)
İTTİHAD-I ÂRÂ
Rey ve fikir birliği.
İTTİHAD-I İSLÂM
İslâm birliği. (Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tâli'siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır. M.)İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için:1- İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak.2- İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek.3- İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunlar en ehemmiyetli sebeplerinden üç tanesidir.
İTTİHAD-I MENAFİ'
Menfaatlerin bir ve ortak oluşu. İş birliği.
İTTİHAD-I MUHAMMEDÎ CEMİYETİ
Süheyl Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa, Derviş Vahdeti ve arkadaşları tarafından İstanbul'da 5 nisan 1909 tarihinde kurulan bir cemiyettir.
İTTİHAD-I UMUMÎ
Umumi ittihad. Bütün insanların birleşmesi.
İTTİHAM
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
İTTİHAZ
Edinmek. Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.
İTTİKA
Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek. (Bak: Amel-i salih)
İTTİKÂ'
Dayanmak. Yaslanmak. * Oturmak.
İTTİKÂL
Allah'a tevekkül etme, güvenme, dayanma.
İTTİKAN
Muhkem yapılmak. Esaslı ve şüphesiz yakından bilmek.
İTTİKAR
Vakar, gurur ve büyüklük gelme.
İTTİRA'
Dolma, nemalanma. * Solma.
İTTİRAD
(Bak: Ittırad)
İTTİSA
Bollaşmak. Genişlik kazanmak. Genişlemek. Vüs'at.
İTTİSAF
Vasıflanmak. Muttasıf olmak. Sıfat sahibi olmak. Bir hâl takınmak.
İTTİSAFKÂRANE
f. Vasıfları belli olur surette. Bir hal takınarak.
İTTİSAH
Paslanma, kirlenme.
İTTİSAK
Dizilmek. Bir nizam dahilinde sıralanmak. * Beraber olmak. * Tamam olmak. Toplanmak.
İTTİSAL
Ulaşmak. Bitişmek. * Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.
İTTİSAM
(Vesm. den) Damga ve nişan vurma. * Dağlama, süsleme.
İTTİTAN
Bir memlekette veya bir şehirde yerleşme. Vatan edinme.
İTTİZA'
Alçak gönüllülük, tevazu, mütevazilik. * Devenin, boynuna basarak üstüne binebilmek için, başını aşağı eğme.
İTTİZAH
Vazıh olmak. Açık olmak. Aşikâr olmak.
İTTİZAH-I DELİL
Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması.
İTTİZAN
Ölçülü olmak. Vezne girmek.
İTYAN
Delil getirmek. * Gelmek. * Vermek. * Vüsul, vasıl. * Vârid olmak. * Zikir ve isbat ve takrir eylemek.
İVA'
Barındırma, kondurma. Yerleştirme, oturtma, iskân ettirme.
İVAD
İlk işine dönme. * Âdet edinme.
İVAR
İkindi vakti, ikindi zamanı.
İ'VAR
Bir gözünü kör etme, tek göz bırakma.
İVAZ
f. Hazırlanmış, düzülmüş.
İVAZ
Karşılık olarak verilen şey. Bedel.
İVAZAN
Karşılık olarak, mukabilinde, karşılığında.
İVEC
Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık. * Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.
İVEDİ
Aceleci, savruk. Çabuk.
İVEZZE
(C.: İvezz) Kaz. Ördek. * Gövdesi bodur olan. Bodur gövdeli olan.
İVGEN
Koşan, acele eden.
İ'VİCAC
Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık. * Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek.
İVZ
Ördek. Kaz. * Gövdesi bodur olan kimse.
İYAB
Avdet eylemek, geri dönmek.
İYAB Ü ZEHAB
Gidiş - geliş.
İYAD
Kuvvetlendirme, takviye etme. * Takviye eden âlet.
İY'AD
(Bak: İ'âd)
İYADET
(Bak: Iyâdet)
İYAL
(Bak: Iyâl)
İYALET
İdare etme, valilik yapma. * Bir valinin idare ettiği belde. * Vadi.
İYAN
(Bak: Ayân)
İYANÎ
Ayân olana ait, âşikâr ve belli olana dair.
İYAS
Yeis hali. Ümidsizlik ve kederli oluş.
İYASE
Ye'se düşürme.
İYAZ
(Bak: Iyâz)
İYD
(Bak: Îd)
İYN
(Bak: În)
İZ (İZİN)
Hem, vakt, yevm, hîn gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi. * Mâzi fiillerinden evvel iz gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur.
İZA
İncitmek, eziyet etmek. İncitilmek. (İza-i mü'min haramdır)
İZA
Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur.
İZA'
İyiliğe, iyilikle mukabele etme. * Korkma, havfetme.
İZA'
Hiza, sıra. * Bolluk ve refah sebebi.
İZAA
(Izâat) Açığa vurma, belli ve âşikâr etme. * Yüksek sesle bildirme, ilân etme. * Radyo.
İZAA
(Bak : Izaa)
İZAA-İ ESRAR
Gizli sırları açığa vurma, açıklama.
İZAAT
İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak.
İ'ZAB
Suyu temizleme. * Vazgeçme. * Azaba düşürme veya düşürülme.
İZABE
Eritmek, eritilmek. Su gibi akıcı hale koymak. Yumuşatmak. Islah etmek.
İZABE-İ NÜHAS
Bakırın eritilmesi.
İZ'AC
Rahatsız etmek. Bunaltmak. * Yerinden koparıp ayırmak.
İZADE
Ailesini koruması için bir kimseye yardım etme.
İZAE
(İzâet) (Zû. dan) Işık verme, aydınlatma, ziya verme. (Bak: Izaet)
İZ'AF
Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek. * İki kat etmek. İki misline çıkarmak.
İZAFAT
(İzâfet. C.) İzafetler, isim takıları, isim tamlamaları. * Gr: Zincirleme isim tamlaması.
İZAFE(T)
Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. * Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak. * Mal etmek. * Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.
İZAFETEN
İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
İZAFET-İ MAKLUB
Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-ı haram: Haram-ı nazar... gibi.)
İZAFET-İ MAKTU'
Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb $ : Yatak. Câme-i hâb $ : Uyku elbisesi. Ser-rişte $ : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte $ : İpin ucu.
İZAFÎ
İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek.
İZAFİYYE
Münasebet. Bağlı oluş. Alâkalılık.
İZAFİYYET
Alâka mahiyeti. Bağlılık.
İZAH
Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.
İZAHA
Bir şeyin çevresini dolaşma.
İZAHAT
(İzah. C.) İzahlar, açıklamalar.
İZAHE
Bir şeyi ayırma. * Kurtulma. * Yok etme.
İZAHEN
Açıklayarak, izah ederek.
İZAKA
(Zevk. den) Tattırma veya tattırılma. Lezzet ve zevk hissettirme.
İZALE
Halsiz bırakma. * Uzun etekli elbise. * Kadın yaşmağını açma. * Sarığın ucunu uzatma.
İZALE
Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek.
İZALE-İ ŞÜYU'
Ortaklığı giderme.
İZAM
(Azim. C.) Büyükler. Büyük kimseler. * (Azm. C.) Kemikler.
İ'ZAM
Göndermek. Yollamak.
İ'ZAM
Büyük görmek, büyük bilmek. Bir hâdiseyi büyük göstermek, büyütmek.
İZA-MA
Gr: Zaman zarfı olan "izâ"ya müsavidir. Müzari fiilinden evvel gelirse onu cezm eder.
İZAM-I REMİME
Çürümüş kemikler.
İZAN
Bildirmek. * Ezan okumak.
İZ'AN
Basiret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ)
İZ'AN-RÜBA
f. Anlayışı şaşırtan. Aklı oynatan. Çok hayret ve taaccüb veren. Aklı alan.
İZ'AN-RÜBA-İ KÂİNAT
Kâinatın aklı alan vechesi, herkese hayret ve şaşkınlık veren yüzü.
İZAR
f. Suyun dibi.
İZAR
Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler. * İsmet, iffet. * Zevce.
İZAR
Yanak. İnsanın yüzündeki yanak kısmı.
İZARE
Bir kimseyi kuşkulandırıp vesveseye düşürme.
İZARE
Ziyaret ettirme.
İ'ZAZ
Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.
İ'ZAZEN
İkram ederek, ağırlayarak.
İZBAD
Köpüklenme. * (Ağaç) çiçek açma.
İZBAR
Yazma. Yazma ile bildirme.
İZBE
Kuytu. Loş. Pis ve nemli yer.
İZCA'
Defetme, kovma.
İZDİCAR
Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.
İZDİHAM
Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı.
İZDİRA'
Ekin ekme, zirâat yapma.
İZDİRA'
Tahkir etme, hakir ve âdi görme.
İZDİRAD
Yutma.
İZDİRAM
Lokmayı iri iri yutma.İZDİVAC : Çift olmak, birbirine eş olmak. Meşru nikâhla evlenmek.
İZDİYAD
Ziyadeleşmek. Çoğalmak. Artmak.
İZDİYAL
Kaybetme, yok etme.
İZDİYAN
Süslenme, bezenme.
İZDİYAR
Ziyâret etme, gidip görme.
İZEM
Büyüklük.
İZEN
Gr: O halde, o takdirde, öyleyse. (Bak: Huruf-u nasibe)
İZFAF
Gelin gönderme.
İZHAB
Gönderme. * Giydirme veya giydirilme. * Altun kaplama.
İZHAC
Oturma, ikamet etme.
İZHAF
Yalan söyleme. * Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama. * Hayrette bırakma, şaşırtma.
İZHAK
Yok etme, mahvetme. * Öldürme. * Oku, nişandan ayırma.
İZHAL
Hatırdan çıkarma, unutma.
İZHAR
Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş. * Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
İZHAR
Toplayıp biriktirme.
İZHAR-I BELÂGAT
Belâgat gösterme.
İZHAR-I HAK
Hakkı izhar etmek. Hakkı açıklama.
İZHAR-I TECELLÜD
İnad edip kafa tutma, yalandan cesaretlilik gösterme.
İZHAR-I TEESSÜR
Teessür gösterme.
İZİN
(Bak: İzn)
İZİNNAME
f. Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı.
İZK
Ağaç dalı. * Hurma salkımı.
İZKÂM
Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.
İZKÂR
Hatıra getirmek, andırmak, hatırlatmak.
İZLAF
Yakın etmek. Toplamak, cem' etmek.
İZLAK
(Bak: Zelâka)
İZLAL
(Züll. den) Alçaltmak. Haysiyetsiz ve hakir etmek.
İZLAL
(Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.
İZLAM
Karanlık olmak. Zulme giriftar olmak. Zulme tutulmak.
İZMAM
Bir kimseden söz alma. * Bir insanı kötülenecek bir halde bulma.
İZMAR
(Bak: Izmar)
İZMİHLAL
Bozulup gitmek. Perişan olmak. Yok olmak. Görünmez hale gelmek.
İZMİHRAR
Surat asma. * (Yıldız) parıldama. * Kış mevsiminin şiddetli olması.
İZMİL
Keskin demir. * Çekiç. * Deri kesmekte kullanılan bıçak.
İZN
(İzin) Yasağı kaldırmak. Bir şeye ruhsat vermek. Yol vermek. Hizmetten çıkarmak.
İZNAB
Günah işleme. Günahkâr olma. * Kuyruk takma.
İZN-İ ÂMM
Herkese müsaadeli olan. * Ist: Cum'a namazı kılınan cami kapısının kayıtsız şartsız her müslümana açık olması.
İZNİLLÂH
Allah'ın (C.C.) müsaadesi, izni.
İZRA'
Arşınlama, ölçme.
İZRA'
Korkutma. * Çok fazla medhetme, aşırı derecede övme. * Altun arama.
İZYAN
Süslenme, donatılma.
İZZ
Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Alikadir olmak. Kavi. Şerif. Azim.
İZZ Ü ŞEREFLE
Güle güle, uğurlar olsun.
İZZET
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey.
İZZET-İ İSLÂMİYE
İslâmi izzet. Müslüman olanın her hususta daha şerefli, daha çalışkan, daha izzetli olması hâleti. Diğer dinlerdekilerden ve dinsizlerden izzetli ve şerefli olmaları hâleti.
İZZET-İ NEFİS
Zillete düşmiyerek şeref ve haysiyeti muhafazaya çalışmak. Vakar.(Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sâhibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. M.)
İZZETLÛ
Şeref ve itibar sahibi. * Eskiden belirli bir mevki ve rütbe sahiblerine verilen ünvan.
İZZÎ
Tahammüllü, sabırlı kimse.
İZZÜ-D-DEVLE
Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan.
İZZ-ÜD-DİN
Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir.
 
Geri
Top