Osmanlıcada ''İ''ile başlayan kelimelerin anlamları

İMTİNAN
Minnet. Kendine minnet etmek. Birisine yaptığı ihsan ve iyiliği başına kakmak. * Memnun olmak. * Birisinin çok iftiharla sevdiği ve mâlik olduğu şeye nâil olmak.
İMTİRA'
Çıkarma, ihrac etme, dışarı atma. * Şüphelenme, kuşkulanma. * Tereddüt, mütereddidlik, kararsızlık.
İMTİRAS
Sürtünme, kaşınma.
İMTİRAS-I HİMAR
Eşeğin sürtünüp kaşınması.
İMTİSAL
Nümune kabul etme. * Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme. * Mesel ve kıssa söyleme. * Bir şeyin suretine girme. * Muvafakat ve mutabakat etme. * Katili kısas etme. (Bak: Dimağ)
İMTİSALEN
Bağlı olarak, imtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.
İMTİSAR
(Bak: İmmisar)
İMTİSAS
Emerek çekilmek, emmek, emilmek. Hazmolunmuş olan maddelerin, damarlar tarafından emilmesi.
İMTİŞAT
Tarama. Saç veya sakal tarama.
İMTİYAZ
Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak. * Resmi veya hususi izin. * Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.
İMTİYAZ MADALYASI
2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında saltanat arması yer alır. Arka yüzünde: "Devlet-i Osmaniye uğrunda fevkalâde ibraz-ı sadakat ve şecaat edenlere mahsus madalyadır" yazısı altında madalyayı alacak olanın adının yazılacağı boş bir bölüm vardır. En altta 1300 rakamı okunmaktadır.
İMTİYAZAT
(İmtiyâz. C.) İmtiyâzlar, izinler, müsâadeler.
İMTİZAC
Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.
İMTİZACAT
(İmtizac. C.) İmtizaclar.
İMTİZAC-I ELVAN
Renklerin uygunluğu.
İMTİZACKÂR
f. Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette.
İMZA
Kendi ismini veya kendine ait bir işareti, kendisinin kabullenerek yazması. * İcra ve tamam eylemek.
İMZA-İ KAZA
Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.
İMZA-Yİ PADİŞAHÎ
Padişahın imzası. Osmanlı Padişahları tarafından vaktiyle hükümdarlara yazılan name-i hümayunların kenarlarına altun yaldızla imza konurdu. Bunlara imza-yı padişahî denilirdi.
İNA
Geciktirme, alıkoyma, zayıf düşürme.
İNA
Uzaklaştırma.
İ'NA
Zahmete uğramak.
İNA'
Kap-kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası. * Bir şeyin vakti gelip çatmak.
İNA'
Yemiş toplama zamanı gelme.
İNABE
Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir mürşide bağlanmak. (Hakk'a ikbal ü teveccüh ve âyât-ı hakkı teemmül ile tevbedir ki, asl-ı hakikatı hayır nöbetine girmek demektir.) (E.T.)
İ'NAC
Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.
İNAD
Israr, muannidlik, ayak direme, dediğinden vazgeçmeme.
İ'NAD
Dinmeden akma. * Çekişme.
İNADEN
İnad olsun diye. Tersine olarak.
İNADİYE
Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre. (Bak: Sofizm)
İNAF
Bir kimseyi, bir şeyden vazgeçirmeğe çalışmak.
İ'NAF
Sertlik etme.
İNAHA
(Deve) Çökerme.
İNAK
Sözüne inanılır, itimat edilebilir, mutemed.* Müsteşar, müşavir. * İstişare, re'y.
İNAK
Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma.
İNAKA
Aşırı güzelliği ve câzibedarlığı ile hayret verme.
İN'AL
Nallama veya nallama.
İNALE
Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma. * Yemin, kasem, and. * İhsanda bulunma, bağışta bulunma.
İN'AM
Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)
İN'AMAT
(İn'am. C.) Yardım ve inayetler, meded vermeler. Nimetlendirmeler.
İN'AMAT-I KÜLLİYE
Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.
İNAME
Uyutma. * Kıtlık.
İNAME-İ ETFAL
Çocukların uyutulması.
İN'AMPERVER
f. Nimetlerle bezeyen, çok nimet veren. Tehlikelerden sâlim kılan.
İNAN
f. Bu kimseler, bunlar. (İşaret zamiridir).
İNAN
Dizgin. * İdare etme, yürütme.
İ'NAN
Büyü ile bağlanma.
İNANGERDAN
f. Dizgin çevirme, geri dönme.
İNANGİR
f. Dizgin yakalama. Dizgin tutma.
İNANKEŞ
f. Dizgin çeken, hasaplı giden.
İNANRİZ
f. Dizgin bırakmış, koşturan.
İNANTAB
f. Dizgin çevirip dönen.
İNARE
(Nur. dan) Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.
İNAS
(Üns. den) Alıştırma, ünsiyet ettirme. * Görme, bilme.
İNAS
(Ünsâ. C.) Kadınlar, kızlar.
İN'AŞ
Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.
İ'NAT
Zahmete uğratma, meşakkate maruz bırakma. * Edb: Mukayyed kafiye ve mukayyed seci' san'atı.
İNAYAT
(İnayet. C.) İnayetler, iyilikler, lütuflar, ihsanlar.
İNAYET
Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.
İNAYET DELİLİ
(Bak: Delil-i inayet)
İNAYETEN
İnayet, yardım ve iyilik olarak.
İNAYETHAH
f. İnayet isteyen, meded bekleyen.
İNAYET-İ RABBANİYE
Allah'ın inayeti.
İNAYET-İ ŞÂMİLE
f. Herkese ait umumi inayet ve yardım.
İNAYETKÂR
f. Yardım ve iyilik eden. Lütuf ve inayette bulunan.
İNAYETKÂRÂNE
f. İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.
İNBA
Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme.
İNBAC
Münasebetsiz ve lüzumsuz konuşma.
İNBAH
Uyandırma, uyarma. * Kımıldatma, harekete getirme.
İNBAT
Su arama.
İNBAT
Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama.
İNBİAS
Gönderilme, yollanma. * İleri gelme, meydana çıkma.
İNBİGA
Liyâkat, lâyıklık, beğenilme.
İNBİHAR
Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma.
İNBİK
Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet.
İNBİKA
(Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.
İNBİSAS
Yayılıp dağılma.
İNBİSAT
Genişleme. Yayılma. * Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. * Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. * Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme.
İNCA'
Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma.
İNCAH
İşi tamamlama, işi bitirme. * İsteğe erme, arzu edilen şeye ulaşılma.
İNCAL
Davarı çimene salma, yeşilliğe bırakma.
İNCAM
Meydana çıkarma. * (Yağmur) dinme.
İNCAS
(Necis. den) Pisleme, necisleme.
İNCAZ
(C.: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma.
İNCAZ-İ VA'D
Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
İNCE DONANMA
Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kalite, pergandi, mavna, grıp, kadırga, baştarde vb. dir.Buharın icadından ve zırhlı harp gemileri yapıldıktan sonra hafif kruvazör ve gambotlardan teşekkül eden deniz kuvvetine "İnce Donanma" denmeğe başlanmıştır. (O.T.D.S.)
İNCİBAR
Kırılmış olan kemiğin bağlanıp tekrar kaynaması.
İNCİFAF
(Ceff. den) Kurumak.
İNCİL
Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab. * Beşaret, müjde.
İNCİLA
Cilâlanma. Parlama. * Görünme, belli olmak, açılma.
İNCİLAB
Celbedilme. Çekilme. Sürülüp götürülme.
İNCİMAD
Donma. Buzlanma. Sertleşme.
İNCİRAD
Mücerred olma, tecrid edilme, soyunma.
İNCİRAR
Çekilip uzanma. Çekilme. Bir neticeye doğru çekilerek sona erme.
İNCİRAR-I KELÂM
Söz gelişi.
İNCİZA'
(Değnek) Kırılma. * (İp) Kopma.
İNCİZAB
Cezbedilme, çekilme.(Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı câzibedarın cezbesiyledir. M.)
İNCİZAM
(Kemik) Kırılma. * Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.
İNCİZAM
Kesilme. * Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.
İNCİZAZ
Kesilme.
İNCU
f. İnci, lü'lü', dürr.
İND
Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.
İNDA'
Cömertlik etme.
İNDAB
(Nedeb. den) Yara iyileşip kabuk bağlama.
İNDALLAH
Allah yanında. Allah indinde.
İNDEKE
Senin yanında. Sana göre.
İNDELBA'Z
(İnd-el ba'z) Bazılarına göre.
İNDELHACE
İhtiyaca göre. İhtiyaç vaktinde.
İNDELİCAB
(İnd-el icab) İcab ettiği zaman, gerekince, iktiza ettiğinde.
İNDETTAHKİK
(İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde.
İNDÎ
Şahsi. Keyfi. Zati. Kendine göre. * Bana göre. Bence.
İND-İ İLÂHÎ
Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
İNDİBAG
Deri tabaklama.
İNDİFA
Def olma. * Meydana çıkma. Yerden fışkırma. * Söze girişme. * Geri çekilme. * Başlama. * Teveccüh eyleme. * Yer yer baş gösterme.
İNDİFAÎ
Püskürme ile alâkalı. * Püskürük.
İNDİFA-İ BÜRKANÎ
Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.
İNDİFAK
(Su) birdenbire ve şiddetle dökülme.
İNDİFAK-I NEHR
Nehrin şiddetle dökülmesi.
İNDİHAŞ
Çok korkma, dehşete düşme.
İNDİMAC
Kenetlenme. Dürülüp birbirine geçme.
İNDİMAL
Yara iyi olma, kapanma.
İNDİMAM
Pişman olma.
İNDİMİZDE
t. Bize göre, bizce, yanımızda.
İNDİRA'
(Su) dağılıp yayılma.
İNDİRA'
Bir işe girişme, bir şeye teşebbüs etme. * Öne geçme. * Buluttan kurtulma.
İNDİRAC
Dahil olma. İçeri girme, katılma. * Nesil tamamen tükenip halefi kalmama.
İNDİRA-İI MÂ'
Suyun dağılıp yayılması.
İNDİRAS
Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma.
İNDİSAS
Toprak altına gömme.
İNDİYAL
Çok ishâl olma. İçi sürme.
İNDİYYAT
(İndî. C.) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri.
İNEB
Üzüm.
İNEBE
Üzüm tanesi. * Tıb: Göz kenarında çıkan sivilce, arpacık.
İNEBÎ
Üzüm biçiminde, üzümsü.
İNFAD
Bitirme, tüketme. * Kuyunun suyu tükenme.
İNFAK
Nafaka verme. Besleme. Geçindirme. * Harcayıp tüketme. * Fakir olma.
İNFAK-I MUHTACÎN
Muhtaçları, yoksulları besleme.
İNFAL
Ganimetten mal ayırıp verme.
İNFAR
Ürkütme, ürkütülme.
İNFAZ
Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme. * Aldığı emre göre birisini öldürme. * Öte tarafa geçirme.
İNFAZ-I FERMAN
Hükmünü geçirme, emrini dinletme.
İNFİAL
Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket. * Harici te'sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)
İNFİALAT
(İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler. * Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.
İNFİCAR
Tan yeri ağarma. Fecir sökme. * Tohumun yerde çatlaması. * Suyun, yerden kaynayıp çıkması.
İNFİDAD
(İnfadda) Bir şeyin kırılıp dağılması. Parça parça olma.
İNFİHAM
(Fehm. den) Anlaşılma, fehmedilme.
İNFİHANÎ
Şişman adam.
İNFİKAK
Yerini terk etme. Yerinden ayrılma. * Ayrı düşme. * Çözülme.
İNFİLAK
Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.
İNFİLAL
Delinme, delik açılma. * Keskinliği kaybolma, körlenme, körleşme.
İNFİLAL-İ SEYF
Kılıcın keskinliğinin gitmesi, körlenmesi.
İNFİRAC
Gam ve gussadan kurtulma, açılma.
İNFİRAD
Tek başına kalma. Yalnızlık hâli.
İNFİRAG
Boşalma.
İNFİRAG-I CÜZ'Î
Bir sıvının kısmen boşaltılması.
İNFİRAH
Ferahlanma. Ferahlık duyma.
İNFİRAK
(Fark. dan) Ayrılma.
İNFİRAK-I TURUK
Yolların ayrılması.
İNFİRAZ
Bulunmama, kalmama, münferiz olma.
İNFİSAD
(Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama.
İNFİSAH
Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.
İNFİSAH
Bollaşma. Genişleme.
İNFİSAL
Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.
İNFİSALAT
(İnfisal. C.) Yerinden ayrılmalar. * Azledilmeler.
İNFİSAM
Kırılma. * Kesilme. * Yırtılma. * Üzülme. * Kopma.
İNFİTAH
Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya.)
İNFİTAH-I EBVAB
Kapıların açılması.
İNFİTAH-I EZHAR
Çiçeklerin açılması.
İNFİTAHİYYET
Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)
İNFİTAK
Yarılma, sökülme.
İNFİTAM
Kesilme. * Sütten kesilme. * Menedilen bir şeyden uzaklaşma.
İNFİTAR
Yarılma, açılma.
İNFİTAT
Paralanma, kırılma.
İNFİZAC
Sıcaklık verme, ısı verme. * Buharlaşma. * Terleme.
İNFİZAZ
(Bak: İnfidad)
İNGAS
(Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.
İNGIMAM
Kaygılanma, gamlanma, tasalanma.
İNGIMAS
Suya dalma.
İNGIMAZ
Göz yumulma.
İNGISAS
Suya dalma.
İNGITAT
Suya dalma.
İNGIVA
Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.
İNHA
Bir hususu resmen bildirme, tebliğ. * Bir memurun daha üst makamdaki bir memura bir maddeyi hâvi olmak üzere yazdığı kağıt. * Ulaştırma, yetiştirme.
İNHA
f. Bu şeyler. (İşaret zamiridir.)
İNHA'
Vazgeçme. * Yöneltme, tevcih etme.
İNHAC
Meydanda, zâhir, açık. Belli etme. * Hayvanı yorarak solutma. * Esvabı eskitme.
İNHAF
İnceltme, zayıflatma.
İNHAK
Çok eziyet etme. Çok fazla sıkıntı verme.
İNHİBAS
Vakıf namına malı hapsetme. * Nefes tutulma.
İNHİBAT
Yukarıdan aşağı inme.
İNHİCAF
Yalvarıp yakarma.
İNHİCAM
(Bina) çöküp yıkılma.
İNHİDA'
(Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.
İNHİDAB
(Hadeb. den) Kamburlaşma, yumrulaşma. * Kamburluk, yumruluk.
İNHİDAD
(Hadde. den) Keskinleşme, incelme, sivri olma. * Basılıp ezilme, haddeden geçme.
İNHİDAM
Çökme, yıkılma. Viran olma.
İNHİDAR
Perdelenme.
 
İNHİDAR
İnişe inme. * Vurmakla derinin şişmesi.
İNHİDAR-I NİSVAN
Kadınların örtünmesi.
İNHİDAŞ
Dalaşma, hırlaşma (köpek).
İNHİFA
Gizlenip saklanma.
İNHİFAZ
Aşağılanma, alçaklanma. * Çökkünlük.
İNHİKAK
Kaşınma.
İNHİLA'
Def'olunma, çıkarılma, kovulma.
İNHİLAK
Kendini tehlikeye atma.
İNHİLAL
Çözülüp ayrılma. Dağılma. * Erime. * Münhal olma.
İNHİLAL-PEZİR
f. İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen.
İNHİMA
Mahv olma.
İNHİMAD
Ateşi sönmeyip alevi geçme.
İNHİMAK
Bir şeye fazla düşkün olma.
İNHİMAK
Ahmak olma. Ahmaklaşma. *Akılsız görünme.
İNHİMAL
İhmal etme, önem vermeme. * Mühlet alma. * Göz yaşı dökme. * Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.
İNHİMAM
İhtiyarlama, yaşlanma.
İNHİMAZ
Ekşilenme.
İNHİNA
Eğilme, münhani olma, yay biçimine girme, kavislenme.
İNHİNAK
Boğulma. * Bunalma, nefesi kesilme.
İNHİRAF
Doğru yoldan sapma. * Dönme. * Bozulma. Değişme. * Kırıklık. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.
İNHİRAK
Yırtılma.
İNHİRAT
Bilmediği bir işe danışmadan girişme. * Zarar verme, ziyana sokma. * İpliğe boncuk dizme. * Beden çelimsizlenip zayıflama. * Bir yola süluk etme, girme.
İNHİSAF
Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.
İNHİSAF-I AYN
Kör olma.
İNHİSAM
(Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme.
İNHİSAM-I DA'VA
Dâvânın halledilmesi.
İNHİSAR
Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkıyor. S.)
İNHİŞAŞ
(C.: İnhişâşât) Birbirine dokunup hışırdama, hışırtı. Şakırtı, şakırdama.
İNHİŞAŞ-I ESLİHA
Silâhların şakırtısı.
İNHİŞAŞ-I EVRAK
Yaprakların hışırtısı.
İNHİTAK
Bozulma, yırtılma. * Bekârlığın bozulması. Kızlığı bozulma.
İNHİTAM
Kırılma, ezilme, ufalanma.
İNHİTAT
Aşağılanma, aşağı inme. * İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma. * Kuvvetten düşme. * Bir şişin inmesi. * Düşme, inme.
İNHİVA
Yukardan aşağı düşme.
İNHİYAŞ
Ezilip büzülme, sıkılma, çekinme.
İNHİZAL
Beli kırılmış gibi ağır yürüme. * Soruya karşılık verme.
İNHİZAM
Yemek hazmolunma. Yemeklerin midede erimesi.
İNHİZAM
Basılıp ezilme. * Bozulma. Askerin bozulup dağılması.
İN'İDAL
(Udul. den) Doğru yoldan çıkma, sapma, dalâlete düşme.
İN'İDAM
İdama gitme. Mahvolma. Yok olma.
İN'İKAD
Akdetme. Bağlanma. * Fık: İcab ve kabulün taraflarca eseri zâhir olup, meşru bağlılık ve alâkadarlık. * Kurulma. Toplanma.
İN'İKAS
Aksetme, tersine çevrilme. * Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi. * Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
İN'İRA
Dişin (etleri çekilip) kökü çıkma.
İN'İSAB
Zorlaşma.
İN'İSAM
Muhafaza etme, koruma.
İN'İSAN
Emin ve muhafazalı bulunma.
İN'İSAR
Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma.
İN'İTAF
İki kat olma, bükülme, katlanma. * Bir tarafa dönme, temâyül. Meyletme.
İN'İZAL
Bir tarafa çekilme, tek başına kalma.
İNKA'
Pâk ve temiz olma.
İNKA'
Suda ıslatma.
İNKÂH
(Nikâh. dan) Nikâh etme veya edilme.
İNKÂR
Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. * Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy)
İNKÂRÎ
İnkârla alâkalı.
İNKAS
Eksilme, eksiltme.
İNKA-YI KALB
Kalb temizliği, gönül temizliği.
İNKAZ
Kırma ve bozma. * Tuhaf sesler çıkarma. Küçük bir hayvanın veya böceğin kendine mahsus ses çıkarması. * Vücuttaki oynak yerlerden çıkan ses.
İNKAZ
Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme.
İNKIBAZ
Büzülme. Çekilip toplanma. * Sıkıntı. Gamlı olmak. * Kabızlık. Tutukluk.
İNKIBAZÎ
İnkıbazla ilgili.
İNKIDAD
Yıkılma. * Perakende olup dağılma. * Kuş havadan süzülüp inme.
İNKIHAL
Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.
İNKIHAM
Düşünmeden bir işe girişme.
İNKILA'
(Kal'. den) (Ağaç) kökünden koparılma.
İNKILÂB
Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma. * Altüst olma.
İNKILÂB ALE-L A'KIB
Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan mecaz olmak üzere iki mânâya muhtemildir. (E.T.)
İNKILÂBÂT
İnkılâblar, değişmeler.
İNKILÂB-I HAKAİK
Hakikatlerin tam zıddına dönmesi (ki, böyle bir şey mümkün değildir.) (Bak: İçtima-ı zıdden) (İnkılâb-ı hakaik ittifâken muhaldir. Ve inkılâb-ı hakaik içinde muhal ender muhal, bir zıd, kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde bilbedahe bin derece muhâl şudur ki: Zıd kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. S.)
İNKILÂB-I SAYFÎ
İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.)
İNKILÂB-I ŞİTEVÎ
Sonbaharın bitip, kış mevsiminin başlayışı. (Aralık ayının 21'ine rastlar.)
İNKIMA'
Kökü kesilme. Köksüzleşme.
İNKIRAZ
Sönme. Zeval bulma.
İNKISAM
Kırılıp ayrılma. Parçalanma.
İNKISAM
Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma.
İNKISAR
Kısalma, kısa olma.
İNKIŞA'
Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.
İNKIŞAR
Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması.
İNKITA'
Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
İNKITÂ-İ TAMS
(Kadın) âdetten kesilme.
İNKIYAD
Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
İNKIYADEN
İnkıyad suretiyle. Teslim olarak. İtaat ederek, boyun eğerek.
İNKIZA'
(Kazâ. dan) Sonu gelip bitme. Tamam olma. Mühleti sona erme.
İNKIZAF
Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma.
İNKIZA-Yİ MÜDDET
Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.
İNKIZAZ
Çatlama. * (Kuş) havadan yere doğru süzülerek inme.
İNKİBAB
Yüzüstü düşme, yere kapanma.
İNKİDAM
Vücudun bir tarafı berelenme veya kızarma.
İNKİDAR
Hızlı yürüme. * Düşme ve saçılma.
İNKİLAL
Yavaşça gülme, tebessüm etme. * Körlenme, kesmez hâle gelme.
İNKİLİS
Yılan balığı.
İNKİMAŞ
Acele etme. Çabuk iş görme.
İNKİSAF
(Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması.
İNKİSAR
Kırılma. Gücenme. * Beddua ve lânet okuma. * Şikeste olma.
İNKİŞAF
Açılma. Meydana çıkma. * Yetişme. * Terakki etme, ilerleme. * Gizli sırların bilinmesi.
İNKİTAM
Gizli tutulma, saklı tutulma.
İNMA'
(Nemâ. dan) Arttırma, nemâlandırma.
İNME
t. Nüzul, tenezzül. * Nüzul, felç, sekte.
İNNÂ
(İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)
İNNE
Gr : Tahkik edatıdır. Kat'iyyet ifade eder. $ gibi bazı harf ve fiiller vardır ki, başına geldikleri isim cümlesinin kimi mübtedasına, kimi haberine te'sir ederek onların adını ve i'rabını değiştirirler. Bunun için bunlara "neshedenler, başka hâle getirip değiştirenler" mânâsına "nevâsih" denir. Şu altı edat (harf), başına geldikleri isim cümlesinin mübtedasını merfu' iken mensub kılarlar. Sıra ile bu harflere "inne ve ehavâtihâ" (inne ve kardeşleri) ismi verilir ve şunlardır: $
İNNE-MÂ
Ancak edatı ile, beyan olunan şey hakkındaki hükmü, maadâsından nefy etmek için kullanılır.
İNNÎ
Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.
İNNÎ
Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
İNNİN
Cinsi münâsebete muktedir olamıyan, cinsi iktidarı olmayan. Kısır.
İNORGANİK
Fr. Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan.
İNS
İnsan.
İNS Ü CANN
İnsan ve cin taifesi.
İNS Ü CİNN
İnsan ve cin.
İNSA
Unutma. Unutturma. * Te'hir eylemek. * Veresiye verme.
İNSAF
Merhamet ve adâlet dâiresinde hareket. Hakikatı kabul ve itiraf. (Eğer bir mes'elenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. L.)
İNSAF
Yaprak yaprak olma, lime lime olup dağılma.
İNSAFKÂR
İnsaflı, insaf sahibi, haksızlık yapmayan.
İNSAK
(Nesak. dan) Düzenli yazı yazma. * Kâfiyeli, secili ve akıcı bir tarzda söz söyleme.
İNSAK-I KELÂM
Söz düzgünlüğü, kelâmın akıcılığı.
İNSAL
(Nesl. den) Nesil çoğaltma. Döl peyda etme, döllenme.
İNSAN
(Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiş. * Huy ve ahlâkı yüksek. Terbiyeli.(İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zihayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddi, mânevi düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamiyle iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadir ve Rahim bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz. S.)(İnsanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki: Zât-ı Hayy-ı Kayyum, insana, bütün Esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-i mat'umatiyle kerimane doldurmuş. Hem bu maddi mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasiyle o sofra-i nimetten her çeşid istifadeler ile teşekküratın her nev'ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir mânevi mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin hâricinde genişletip, Esmâ-i İlâhiyyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahmânı ve İsm-i Hakimi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. "Elhamdülillahi alâRahmaniyetihi ve alâ Hakîmiyetihi" der ve hâkeza.. Bu mânevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlâhiyyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiyye zevkinin daha başka bir dairesi var...L.)(S - İnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sâir ortakları bulunan enva' içinde bir zerre gibidir. Ve keza, aklın düşünebildiği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlâhideki faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?C - Evet, zâhire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat, insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve te'min edecek âlem-i âhirettir. Ve keza, istifade hususunda müzahame, mümanea ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz'iyatına nisbeti gibidir. Nasıl ki bir küllî bütün cüz'iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz'iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne Küre-i Arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envâa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin fâideleri insana münhasır olup başkalara hiçbir faidesi yoktur demek değildir. İ.İ.)
 
İNSAN SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir.
İNSAN-I KÂMİL
Güzel huy, ahlâk ve yüksek fazilet sahibi olan kimse.
İNSANÎ
İnsana ait, insanla alâkalı.
İNSANİYE
İnsanlar, insan cinsi, beşeriyet.
İNSANİYET
İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum.
İNSANİYET-İ KÜBRA
Büyük ve en makbul olan insânlık, yâni, İslâmiyet.(Ey Nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismi ile bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, ruy-u zemin kadar geniş bir sofra-i ni'meti o ellerin önüne koymuştur. Sonra mânevi çok rızık ve ni'metler isteyen insâniyeti sana verdiğinden âlem-i mülk ve melekut gibi geniş bir sofra-i ni'met, o mide-i insâniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihâyetsiz ni'metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleri ile tegaddi eden ve insâniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden dâire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dâiresine şâmil bir sofra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana fethetmiş. Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. S.)
İNSANİYETKÂR
f. Vicdanlı ve iyi adam, insaniyetli.
İNSANİYETKÂRÎ
Vicdanlılık, insaniyetlilik.
İNSANİYETPERVER
İnsanlığı seven, iyi insan.
İNSAN-ÜL AYN
Gözbebeği.
İNSAT
(İnsiyat) Susup dinleme, susma. * Gizlenerek gitme. * İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme. * Beli bükülenin beli doğrulması. * Meşhur olma.
İNSA-YI MAZİ
Geçmişi unutturma.
İNSIBAB
(Bak: İnsibab)
İNSIBAĞ
(Sıbg. dan) Boya tutma, boyanma. * Temizlenme.
İNSIDAM
(Sadme. den) Patlama. Tazyik ile bir şey atma.
İNSIRAF
Çekilip gitme, çekilme, geri dönme. * Gr: İsimlerin kaide ve kurallara göre çekilebilmesi.
İNSIRAFÎ
Çekilip gitme ile ilgili.
İNSIRAH
(Sarahat. den) Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma.
İNSIRAM
Kesilme, kesilip ayrılma.
İNSÎ
İnsana âit ve müteallik. İnsan cinsinden.
İNSİBAB
Dökülme. Akıtılma. * Cereyan etme. * Başka suya karışma. * Tıb: Ahlat-ı erbaadan birisinin vücudun bir tarafında nesicler (dokular) arasında toplanması.
İNSİBAG
Boyalanma. Maddi veya mânevi rengi ile renklenme. Boya tutma. * Temizlenme.(Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr-i süluka mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibag ve in'ikâs vardır. Malumdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle, o nur-u a'zam-ı nübüvvetle beraber en azim bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki; bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile, öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. S.)
İNSİCAL
Çekilme. * Dökülme.
İNSİCAM
Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
İNSİDAD
(Sedd. den) Tıkanma, kapanma.
İNSİDAD-I EM'Â
Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
İNSİDAD-I HALİME
Tıb: Meme başlarının tıkanması.
İNSİDAL
Düşük olma, sarkma, pörsüme.
İNSİFA'
(Nısıf. dan) Bir şeyin ortası. * Bir şeyin yarısını alma. * Gündüzün ortası. * Hakka hizmet. * Adaletle mukabele etmek. Mazluma yardım edip zâlimden hakkını almak.
İNSİFAR
İnkişaf etme, açılma.
İNSİHAK
Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak.
İNSİHAL
Düzgün söz söyleme. * Kabuğu soyulma.
İNSİKAB
Delinme.
İNSİKAB-I LÜ'LÜ'
İncinin delinmesi.
İNSİLAB
(Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma.
İNSİLAH
Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma. * Ayın sonu gelme.
İNSİLAH
Silâhlanma. Silâh ile techiz olma.
İNSİLAK
(Silk. den) Yola girme, süluk etme, yol tutma.
İNSİLAL
Gizlice savuma, sıvışma, sıyrılma.
İNSİLAL
Bir yere toplanma, üşüşme, hücum etme.
İNSİMAG
Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme.
İNSİNA
Bükülme, burkulma, burulma.
İNSİNA-YI KADEM
Ayağın burkulması.
İNSİRAM
Dişin kırılması.
İNSİTAH
Yayılıp arka üstü yatma. * Satıhlı olma.
İNSİYAB
Süzülüp akma. Çabuk akıp gitme.
İNSİYAG
Kalıba dökülüp düzelme.
İNSİYAK
Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.
İNSİYAKÎ
İnsiyak ile alâkalı. İnsiyak, İlâhî sevk ve his ile alâkadar.
İNŞA
Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek. * Yaratma. * Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak. * Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sened v.s. örneklerini içinde toplayan kitaba da inşâ veya inşâ rehberi denir.("İnşâ ve terkib" tabir edilen mevcud olan anasır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücud vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve Sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir sühulet belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suubet olacak. Halbuki; kâinattaki mevcudat nihâyet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri cilve-i ferdiyyeti bilbedahe gösteriyor ve her şey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâlin sanatı olduğunu isbat ediyor. L.) (Bak: Halk)
İNŞAALLAH
Allah izin verirse. Allah nasibederse (meâlindedir). (Bak: Tabii)
İNŞAAT
Yapmak, inşa etmek. * Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler.
İNŞAB
Tırnak batırma, tırnak bastırma.
İNŞAD
Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme. * Arayıp soruşturma. * Birisini hicvetme. * Kayıp olan bir şeyi haber verme.
İN-ŞAE
Eğer isterse, istediği gibi...
İNŞAÎ
İnşaya, yapıya dâir ve müteallik. * Güzel yazmağa dâir.
İNŞAİYYAT
(İnşâi. C.) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler.
İNŞAİYYE
İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar.
İNŞAK
Koklatma. Buruna kokulu bir şey çektirme. * Tuzağa veya ağa iliştirme.
İNŞAR
Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.)
İNŞAT
Ferahlandırma. Neş'elendirme. Sürurlandırma.
İNŞAZ
Yükseltme.
İNŞİAB
Şubelendirme. Ayırma. Şubelere ayrılma. * Bölük bölük olma. * Dalbudak verme.
İNŞİAL
Alevlenme, şulelenme.
İNŞİBAB
Gençleşme, delikanlı olma.
İNŞİBAK
Şebeke şeklinde olma. * Balık ağı gibi birbirine geçme.
İNŞİHAB
Fışkırma.
İNŞİHAB-I DEM
Kanın fışkırması.
İNŞİKAK
İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma.
İNŞİKAK SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir.
İNŞİKAK-I ASÂ
Değneğin kırılması. * Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması.
İNŞİKAK-I KAMER
Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması. (...Hem Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mütevatir ve kat'i bir mu'cize-i kübrası "Şakk-ı Kamer" dir. Evet, şu "İnşikak-ı Kamer" çok tariklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmâm-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahâbeden müteaddid tariklerle haber verilmekle beraber, Nass-ı Kur'an ile $ âyeti, o mu'cize-i kübrâyı âleme ilân etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler, belki yalnız "sihirdir" demişler. Demek kâfirlerce dahi Kamerin inşikakı kat'idir. M.)
İNŞİLAL
Şiddetle dökülerek akma. * (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.
İNŞİMAR
Sallana sallana yürüme.
İNŞİNAC
Buruşma. Derinin buruşması.
İNŞİNAC-I VECH
Yüz buruşması.
İNŞİRAH
Ferahlanmak, mesrur olmak.
İNŞİRAH SURESİ
Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir.
İNŞİRAH-I DERUN
İç açılması, ferahlama.
İNŞİRAK
Çatlama, yarılma, ayrılma. Yarık olma. Parlama.
İNŞİRAM
Yarık yarık olma.
İNŞİRAS
(Soğuktan dolayı) el çatlama.
İNŞİTAT
Dağılmak. Dağınık olmak. Perakende olmak.
İNTA'
Çok fazla terlemek. Kusma, istifra etme.
İNTAC
Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
İNTAF
Kabahat yükleme.
İNTAK
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
İNTAK-I Bİ-L HAK
Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek.
İNTAN
Pis kokma. Fenâ kokma. * Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık.
İNTANÎ
Mikroplu, mikroptan meydana gelen.
İNTANİYE
Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı.
İNTAŞ
(Tohum) toprakta çimlenme.
İNTIBA'
Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir. * Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak.
İNTIBAAT
(İntiba'. C.) Edinilen intibalar.
İNTIBAH
Pişmek, pişirilmek.
İNTIBAH-I TAAM
Yemeğin pişmesi.
İNTIBAK
(Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
İNTIBAKAT
(İntıbak. C.) Uygun ve münasib gelmeler. Mutabık gelmeler.
İNTILAK
Koyverip gitme. Salıverme, yollama. * Sevinme.
İNTIMAS
Kaybolma, belirsiz olma.
İNTIRAK
Gürleme. Patlama.
İNTIVA
Dürülmek ve cem' olmak. Bükülmek ve katlanıp sarılmak.
İNTIYA'
İtaat etme, muti olma, söz dinleme.
İNTİAŞ
Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık. * Hastalıktan sonra iyileşip kalkma. * Geçinme. * (Yıkılan adam) doğrulup kalkma.
İNTİAZ
Kuvvetlenme, kıvama gelme. * Kalkma.
İNTİBAC
Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.
İNTİBAH
Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
İNTİBAK
(Bak: İntıbak)
İNTİBAK
Bir mekânın yükselmesi. * Bir kavmin şerre yönelmesi.
İNTİBAR
Kabarma, şişme.
İNTİCAM
Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma.
İNTİCAS
Bulaşma, murdar olma.
İNTİDAM
Kolayca ele geçme. Kolay bir şekilde elde etme.
İNTİFA'
Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma.
İNTİFA'
Fayda te'min etmek. Menfaatlanmak.
İNTİFAÂH-I RİE
Akciğerin şişmesi.
İNTİFAD
Huk: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme.
İNTİFAH
Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak. * Vücud organlarından birinin büyümesi.
İNTİFAH-I BATNÎ
Karnın, gazların birikmesinden dolayı şişmesi.
İNTİFAL
Nafile namaz kılma.
İNTİHA
Son, nihayet, uç.İNTİHA' : Eğilme. Dayanma, yaslanma.
İNTİHAB
Kapışmak. Yağma suretiyle mal almak.
İNTİHAB
Seçmek. Ayırıp beğenmek. İhtiyar ve âmâde eylemek. * Bir şey yerinden çıkmak.
İNTİHABAT
(İntihab. C.) Seçilmeler, seçmeler. * Seçimler.
İNTİHABAT
(İntihab. C.) Yağmalar, talan etmeler, kapışmalar.
İNTİHABÎ
İntihabla alâkalı, seçim ve seçme işlerine ait.
İNTİHAC
Yol bulma, varma, ulaşma.
İNTİHAÎ
(İntihaiyye) Sona ve nihayete ait. Bitme ile alâkalı.
İNTİHAK
Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme. * İşe yaramaz bir hale sokma.
İNTİHAL
Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.
İNTİHA-PEZİR
f. Sona eren, nihâyet bulan.
İNTİHAR
Kendi kendisini öldürmek. İdâm-ı nefs.
İNTİHAZ
Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak. * Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek.
İNTİHAZ
Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek.
İNTİKA
Bir şeyi seçme, ayırdetme.
İNTİKAD
İyi bilineni kötülemek. * Seçip ayırdetmek. * Kalp parayı gerçeğinden ayırmak. * Tenkid. * Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi.
İNTİKAH
İyi bir haber veya söz işitip sevinme. * Zayıflama, kuvvetsizleşme.
İNTİKAH
Kemikten ilik çıkarma.
İNTİKAL
Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
İNTİKALEN
İntikal suretiyle.
İNTİKALÎ
İntikal ile ilgili.
İNTİKAM
Öç almak. Hınç ve acı çıkarmak.
İNTİKAMAT
(İntikam. C.) İntikamlar, öç almalar.
İNTİKAMCÛ
İntikam almağa çalışan, öç almak isteyen. İntikam arıyan.
İNTİKAS
Eksilme. * İstibrâ için erkeklik organına su serpme.
İNTİKÂS
(Nüks. den) Başaşağı dönme veya düşme.
İNTİKAŞ
Nakışlanmak. Menkuş olmak.
İNTİKAZ
Bozulma. * Çözülme, battal edilme.İNTİMA'Â : Birine mensub olma, intisâb etme. Bir kimseye bağlanma. * (Kuş) bir yerden uçup, başka bir yere konma.
İNTİSAB
(Nasb. dan) Dikilip durmak. * Yükseğe kaldırmak. * Bir mansaba tayin olunmak. * Gr: Kelimenin mansub olması (Bak: Mansub)
İNTİSAB
(Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak.
İNTİSAC
(Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak. * Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma.
İNTİSAF
Hakkını tam olarak alma, haklaşma. * Zaman, yarı olma. Vakit, yarıyı bulma.
İNTİSAF-I RAMAZAN
Ramazan ayının ortası.
İNTİSAH
Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma.
İNTİSAH
(Nesh. den) Kopyasını çıkarma.
İNTİSAK
Sıra ile düzgün olma, intizamlı oluş.
İNTİSAR
Yardım etmek. * Hakkını tamamen almak. * Öc ve intikam almak.
İNTİSAR
Saçılmak. Dağılmak. * Püskürmek. * Toz kabarması. Kabarmak. * Buruna su çekmek. * Aksırıp tıksırmak.
İNTİŞA'
Neş'et etme, gelişme, yetişme, neşv ü nemâ bulma.
İNTİŞAB
Odun veya mal biriktirme. * Tutulup kalma.
İNTİŞAK
Burna bir şey çekmek.
İNTİŞAR
Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.
İNTİŞAR-I ARZANÎ
Hedefin sağ veya sol taraflarına düşen mermilerle, hedef arasında kalan mesafe.
İNTİTAK
Kemer veya kuşak bağlama.
İNTİYAH
Ağlama, göz yaşı dökme.
İNTİYAT
Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesi ile hareket etme. * Asılı kalma.
İNTİZA'
Koparıp alma, çekip koparma.
İNTİZAC
Çok ağlama, fazlaca göz yaşı dökme. * Tıb: Çıbanın olgun hâle gelmesi.
İNTİZAH
Suç ve kabahattan sıyrılma. Temize çıkma. * Def-i hâcet yaptıktan sonra temizlenme. Tahâretlenme.
İNTİZAM
Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.
İNTİZAMIN İLCAI
İntizamın zorlaması, mecbur etmesi, muztar kılması.
İNTİZAMPERVER
f. Her şeyi tertib ve düzenli yapan. İntizâmı çok seven.
İNTİZAR
(Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek.
İNTİZAR
Adamak, nezretmek.
İNZA'
Çekip çıkarmak. * Soyunmak. * Zorla çekip çıkarmak. * Feragat.
İNZAC
İyice pişirip kıvamını buldurma.
İNZAL
(Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme. * Tenasül âletinden meninin çıkması.
İNZAL-İ KÜTÜB
Cenab-ı Hakk'ın vahiy ile peygamberlere kitab göndermesi.
İNZAR
(C.: İnzârât) (Nezr. den) Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek.
İNZAR
(Nazar. dan) Te'hir etme, geciktirme. İmhal.
İNZARAT
(İnzar. C.) İhtarlar, tenbihler.
İNZILAM
Zâlimin zulmüne boyun eğme.
İNZIMAM
(Zamm. dan) Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş.
İNZİAC
Yerinden koparma, sökülme. * Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak.
İNZİBAT
Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. * Sağlamlaşmak. * Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu.
İNZİBATÎ
Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı.
İNZİCAR
Çekilmek, vazgeçmek.
İNZİMAM
(Bak: İnzımam)
İNZİMAM
Bağlanma. * Yular ile bağlanma.
İNZİVA
Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.
İNZİVA-GERDE
f. İnzivaya çekilen.
İP PARASI
Mc: Belâyı savmak için verilen şey.
İPLİKHANE
Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır. * Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.
İPNOTİZMA
(Fr: Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli. * Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
İPOTEK
Fr. Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin.
İPTİDA
(Bak: İbtida)
İPUCU
Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika.
İRA
Bağış yapma, iyilikte bulunma. * Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama.
İ'RA
Çıplak bırakma, soyma.
İR'Â
Otlatma.
İ'RAB
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak. * Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
İRABE
Şüphelendirme, şüpheye düşürme.
İRABET
Akıl, anlayış, kavrayış.
İRAD
Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. * Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.
İR'AD
Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek. * Kılıç parlatmak. * Kadın yüzünü kendisi açmak.
 
İRAD Ü MASRAF
Gelir ve gider.
İRADAT
(İrade. C.) İstemeler, buyruklar, iradeler, emirler, fermanlar.
İRADE
İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.(Âdetullah üzerine irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İ.İ.) (Bak: Vicdan)
İRADE-İ ALİYE
Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi.
İRADE-İ CÜZ'İYYE
Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.
İRADE-İ İLÂHİYE
Külli irade. Allah'ın emri ve isteği.
İRADE-İ KÜLLİYE
Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.
İRADE-İ SENİYYE
Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır. * Çok yüksek ve mühim yerden gelen emir.
İRADE-İ ŞÂHANE
Padişahın emri, fermanı, buyruğu.
İRADE-İ ZÂTİYE
Bir adamın kendi arzu ve isteği.
İRADET
İrade, istek, dileme. * Gönül isteği.
İRAD-I KELÂM
Söz irad etme, söz söyleme.
İRAD-I MESEL
Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir.
İRAD-I NUTK
Nutuk iradetme. Nutuk söyleme.
İRADÎ
İrade ile alâkalı, iradeye dâir.
İRAE
Göstermek, göstererek öğretmek. * Göz önüne koymak. * Gösteriş.
İRAE-İ TARİK
Yol gösterme. Kılavuzluk etme.
İRAGA
İsteme, irade etme.
İRAHE
(Rahat. dan) Rahatlandırma, rahat ettirme.
İRAKA
Dökmek, akıtmak.
İRAKA-İ DEM
Kan akıtmak. İnsan öldürmek.
İRAN
Fars memleketi.
İRAN
Tabut. * Neşeli ve mesrur olma.
İRAS
Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. * Gerekmek.
İRAS
(Ağaç) yapraklanma. * Yosun olma.
İR'AS
Titretme.
İR'AS
Çekerek sarsma.
İRAS-I FÜTUR
Bıkkınlık verme.
İRAT
Tehlikeye, vartaya düşürmek.
İR'Â-Yİ AGNAM
Koyunları otlatma.
İ'RAZ
Yüz çevirmek. Başka tarafa dönmek. İctinab, çekinmek.
İRAZA
Kandırmak, kandırılmak. Râzı etmek.
İRB
(İreb) Akıl. Zihin, zekâ. * Akıllılık.
İRBA'
(Ribâ. dan) Çoğaltma, artırma, fazlalaştırma. * Faize verip artırma. (Haramdır)
İRBAB
Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma.
İRBAH
(Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme. * Fâize para verme.
İRBAŞ
Ağacın yeşillenip yapraklanması.
İRBE
Akıllılık, zekâ. * Hile, oyun.
İRBİYAN
Teke, istakoz gibi deniz hayvanları.
İRCA
Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak.
İRCA'
Geri çevirmek, geri döndürmek. * Alışverişi faydalı kılmak. * Musibet vaktinde Allah'a sığındığını âyet okuyarak ifade etmek.
İRCAF
(Bak: Recefe)
İRCA-İ İNAN
Atın dizginini çevirme, başka tarafa yöneltme.
İRCA-İ KELÂM
Sözü yine maksada çevirme ve getirme.
İRCA-İ NAZAR
Bakışı gerilere çevirme, mâziye bakma.
İRCAL
Birini yayan olarak yürütme.
İRDA'
Helâk etme, aşağı düşürme.
İRDA'
Meme vermek, süt emzirmek. (Bak: İrza')
İRDAF
Ardısıra yürütme, yürütülme.
İRDAFEN
Ardısıra yürüterek.
İREB
(Bak: İrb)
İREM
Kurşun veya ok atılan nişan tahtası.
İREM
(Bak: Irem, Şeddâd)
İREN
Alt dudak.
İRFAD
Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme.
İRFAH
Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma.
İRFAK
Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak.
İRFAL
Elleri sallıyarak yürüme. * Eteği sarkıtma.
İRFAN
Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)
İRFAŞ
Yeme içme ile uğraşma. * Bir yerde daimi oturma.
İRFİTAT
Ufak ufak yapma, ufalama.
İRGAB
Rağbet ettirme.
İRGAF
Hırsla bakma. * Hızlı yürüme.
İRGAM
Aşağılatma. Hor, hakir kılma. * Burunu kırma. * Yere sürtme. * Galip olma. * Kahretme.
İRGAN
Bir işi kolaylaştırma.
İRGANDİ
Yerinde oynama, sallanma, kımıldama.
İRHA
Tatlılıkla ve kibarca hareket etme, yumuşak davranma, tatlı muâmele etme.
İRHA'
Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme. * Dilmek, dilim dilim etmek.
İRHAB
Korkutma veya korkutulma. * Kaçırma.
İRHAB
Bollanma, bol olma. Genişleme.
İRHAF
Hamuru gevşek ve sulu tutma.
İRHAF
Bileme. Keskinleştirme.
İRHA-İ İMAME
Sarığı gevşetme Kaygısız, endişesiz olma.
İRHA-İ İNAN
Dizginleri salıverme. * İşine devam etme.
İRHA-İ LİSAN
Ağzına geleni söyleme.
İRHAK
Sıkıntı ve eziyet etme. * Zorlama, sıkma.
İRHAN
Rehin koyma veya konulma.
İRHAS
Hayırlı işler yapmak. * Israr etmek. * Duvar yapmak. * Sağlam şey.
İRHAS
Fiat indirmek, ucuzlatmak.
İRHASAT
Hayırlı işlerle uğraşmak. * Sağlam şey. * Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.
İRHEM YAREB
Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması.
İRİN
(Bak: Cerahat)
İRİS
yun. Gözümüzün saydam tabakasının arkasında olup, deliği, ışığın az veya çok miktarda olmasına göre genişleyip büzülen tabaka. Kuzahiye.İRKÂ' : Geciktirme. * İftira etme.
İRKA'
Akan kan veya göz yaşını silme, dindirme.
İRKAB
Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma.
İRKÂB
(Rükûb. dan) Bindirme. * Binilecek hayvan verme. * Araba veya gemi gibi bir vasıtaya bindirme.
İRKÂBEN
Bindirerek, irkâb suretiyle.
İRKAD
Uyutma veya uyutulma.
İRKÂH
İnanma, itimad etme, güvenme. * Sığındırma, dayandırma.
İRKAK
Köle edinme. Cariye veya köle satın alma. * İnciltme.
İRKAL
Hızlı yürüme.
İRKAN
Kına yakma, kına sürme. * Safran ağacı, kızılağaç. * Tıb: Sarılık hastalığı.
İRKAS
Oynatma, raksettirmek.
İRMA'
Atma, fırlatma.
İRMAD
Fakir düşme. Sefil olma. * Göz ağartma.
İRMAN
f. Arzu, taleb, istek. * Dalkavuk. * Nedâmet, pişmanlık. * Dâvet edilmeden bir yere giden kimse.
İRMEGAN
f. Saadet. İkbal, mutluluk, uğurluluk. * Terbiye eden, mürebbi.
İRMİK
Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un.
İRS
Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak. * Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk. * Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.
İRS
Karı ile kocadan her biri. (Bak: Irs)
İRSA'
Yerinden ayrılmama. Mukim olma.
İRSA'
Sağlamlaştırma, sâbit kılma. * Geminin demir atması. * Pâyidar olmak.
İRSA'
Mızrak gibi sivri bir şeyle dürtme.
İRSAD
Gözetlemek. * Hâzır ve âmâde eylemek. * Mükâfat vermek. * Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun.(Baki)Birinci mısrada "Kays" isminin geçmesi, ikinci mısrada ise "Yok idi aklı, ne derdi var idi." denmesi sözün sonunun "Mecnun" olacağını hemen akla getirmektedir.
İRSAH
Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma.
İRSAL
(Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. * Havale kılma. * Salıvermek. Kendi haline koymak. * Sürü sahibi olmak. * Elçi gönderme.
İRSALAT
(İrsal. C.) Göndermeler. Gönderilen şeyler.
İRSAL-İ LİHYE
Salak bırakma.
İRSAL-İ MESEL
Konuşurken meşhur hikmetli sözleri kullanmak."Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanmaYere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.""Muini zâlimin dünyada erbab-ı denâettir.Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insâfa hizmetten."(Namık Kemal)
İRSAL-İ RÜSÜL
Cenab-ı Hakk'ın insanlara her hususta ve hususen Allah'a itaatte rehber olacak peygamberler göndermesi.
İRSALİYE
Makbuz. * Her hangi bir yere gönderilen eşya veya malların listesi.
İRSAN
Muhkem ve sağlam kılma, rasanet verme.
İRSAS
Eskitme, yıpratma. Eskitilme, yıpratılma.
İRSAS-I LİBAS
Elbisenin yıpranması, eskitilmesi.
İRSEN
Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile.
İRSÎ
Miras ile alâkalı, irse âit ve müteallik.
İRSİYET
Verâset. Aile ve soydan geçen benzerlik.
İRŞA'
Rüşvet verme.
İRŞAD
Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)
İRŞADAT
(İrşad. C.) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar. (Bak: İrşad)
İRŞAF
Suyu yavaş yavaş ve yudum yudum içme.
İRŞAK
Bir şeye dik bakma. Dosdoğru etme.
İRTA'
Otlatma veya otlatılma.
İRTA'
Zoraki ve istemeyerek gülme.
İRTAB
Dikme veya dikilme.
İRTAC
Bir kimsenin sözünü kesme, konuşturmama. * Devamlı yağmur ve kar yağma. * Kapıyı örtme, kapama. * Kıtlık her tarafa yayılma.
İRTAM
Hatırlamak için parmağa iplik bağlama.
İRTAT
Tenbellik etme. Yerinden kımıldamama.
İRTECEK
f. Şimşek, berk.
İRTİA'
Düşünmek, istikbali düşünme.
İRTİA'
(Ra'y. den) Otlatma.
İRTİAB
(Ru'b. dan) Ürkme, korkma.
İRTİAD
(Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak. * Deprenme. Titreme.
İRTİAF
İleri geçme, ilerleme.
İRTİAS
Silkinme, sıçrama, deprenme.
İRTİAS
Küpe takma.
İRTİAŞ
Ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma.
İRTİAŞ-I MEST
Sarhoş ve baygın titreyiş.
İRTİBA'
Bahar mevsiminde güzel bir yerde oturma.
İRTİBAB
Kokulu şeyler yapma. * Bir çocuğu büluğ çağına varıncaya kadar besleme.
İRTİBAH
Yükselme, yükseğe çıkma.
İRTİBAK
Çamura batma. * Dolanbaçlı konuşma. * Karışma. * Bir işi aksi veya ters gitme.
İRTİBAK
Karışık ve çapraşık bir işe girişme. * Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri. * Bir kazâya uğrama.
İRTİBAL
Bir malı çoğaltma. Bereketlendirme.
İRTİBAS
Perişan ve zor durumda kalma. * Pek karışık ve sıkışık olma.
İRTİBAS
Dağılma.
İRTİBAT
Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.
 
İRTİCA
Geri dönmek. Ric'at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.(İşte Kur'an'ın bu gibi kudsi kanun-u esasisine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasisi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: "Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'i zulümler nazara alınmaz" diye bir tek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Bir tek câninin yüzünden bin adamın kılınçdan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumî'de üç bin adamın câniyane siyaset hatalariyle otuz milyon biçâre nev'-i beşer aynı harpde mahvedildiği gibi, binler misaller var. İşte bu vahşiyâne irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an şakirdlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasîsinden $ âyetinin ders verdiği kanun-u esasisi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te'min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına "mürteci" namını verip onları müttehem etmek, mel'un Yezid'in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zâlimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'an'ın mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Emirdağ L.) (Bak: Medeniyet, Mürteci')
İRTİCA
Ummak, ümidetmek, rica etmek.
İRTİCAC
Çalkanmak. Heyecana gelme. * Sarsıntı. Muztaribane hareket etmek.
İRTİCAC-I DERYÂ
Denizin kabarması, dalgalanması.
İRTİCAF
(Recfe. den) Sarsma, sarsıntı, çalkalama. Tahrik.
İRTİCAÎ
(İrticaiye) İrtica ile alâkalı.
İRTİCAL(EN)
Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek.
İRTİCALİYYAT
Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler.
İRTİCAM
Birşey üstüste katlanma.
İRTİCAN
Adamın işi gücü bozulma.
İRTİCAS
Gök gürleme. * Top bürünme.
İRTİCAZ
Kısaltma, ihtisâr.
İRTİDA
(Ridâ. dan) Örtünme, bürünme.
İRTİDA'
Süt emmek.
İRTİDA'
Dinin yasak ettiği şeyleri yapmama, geri durma.
İRTİDAD
Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek. (Bak: Mürted)
İRTİDAF
(Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.
İRTİFA'
Yükseklik. * Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki.
İRTİFA ALMAK
Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek. * Yükselmek.
İRTİFAD
Kazanma, kesbetme, kazanıp kâr etme.
İRTİFAEN
Yükseklikçe, yükseklik bakımından.
İRTİFAK
Bir yere dayanma. * (Kap) dolma. * İhtiyaç duyma. * Arkadaşlık etme. * Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması.
İRTİFAS
Fiatların yükselmesi, pahalılık.
İRTİGAB
(Rağbet. den) Heveslendirme, isteklendirme, rağbet ettirme.
İRTİHA'
Katılma, karışma.
İRTİHAL
Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek.
İRTİHAL-İ DÂR-I BEKÂ
Dâr-ı bekaya göçme. Ölme.
İRTİHAN
(Rehn. den) Bir şeyi rehin olarak alma veya alınma.
İRTİHAS
Ucuz saymak veya sayılmak.
İRTİHAŞ
Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma.
İRTİHAZ
Rezil rüsvay olma. Kepaze olma.İRTİKA' : Yükselme, yukarı çıkma. * Daha yüksek yerlere ve mevkilere erişme. Yüksek derecelere ulaşma.
İRTİKÂ'
Güvenme, dayanma.
İRTİKAB
Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.
İRTİKÂB
Bir işe girişmek. * Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. * Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
İRTİKAK
Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması.
İRTİKAM
Yığılma, üst üste birikme.
İRTİKAS
Baş aşağı olmak. * Bir hâdiseye yakalanmak.
İRTİKAŞ
Harpte askerlerin birbirine karışması.
İRTİKAZ
(Rekz. den) Dikilme. * Bağlanma. * Tıb: Nabız atma.
İRTİKAZ
Çocuğun, ana karnında kımıldaması. * Çalkanıp durma. * Acı çekme, ıztırâb duyma.
İRTİMA'
Birbirine atışma.
İRTİMAS
Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık.
İRTİMAZ
Yerinden kaldırıp sıçratma. * Birini koruma, himâye etme.
İRTİMAZ
Iztırab ve acı içinde kıvranma. * Remzetme.
İRTİSA'
Dişler sık olma. * İki şey, birbirine bitişik olma. * Taneleri, iki taş arasında döğüp parçalama.
İRTİSAD
İstif etme. Birbiri üstüne düzgün bir şekilde yerleştirme.
İRTİSAM
Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak. * Emrolunan şeye imtisâl etmek. * Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek.
İRTİSAS
Yayılma, meşhur olma, şüyu bulma, şâyi olma.
İRTİŞA'
Rüşvetçilik. Rüşvet almak.
İRTİŞAF
Emerek ve azar azar içme. * Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde toplanan suyun, dışarı atılması.
İRTİŞAH
(Reşha. dan) Sızma, terleme.
İRTİTAC
Konuşurken kekelemeye başlama, dili tutulma.
İRTİVA'
Suya içerek kanma. * Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması.
İRTİVAH
Nöbetle çalışma.
İRTİYA'
Ürkme, korkma.
İRTİYAB
Duraklama, şüphelenme, tereddüt.
İRTİYAD
Bir kimseden bir şey isteme.
İRTİYAH
(Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme. * Rüzgârlanıp rahatlama.
İRTİYAZ
Riyâzet yapma, nefsine eziyet etme.
İRTİZA'
(Rıza. dan) Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Kabul etme. * Beğenme, seçme.
İRTİZA'
(Rızâ. dan) Memeden süt emme.
İRTİZA'
Bir şey eksilme, ziyân görme.
İRTİZAH
Biraz bahşiş alma. * Özür dileme.
İRTİZA-İ SABİ
Çocuğun süt emmesi.
İRTİZAK
(Rızk. dan) Rızık alma, rızıklanma.
İRVA
Bolca sulamak. Suya kandırmak. * Birisine hadis veya şiir rivayet ettirmek.
İRVA VE İSKA
Sulama, suya kandırma.
İRZA
Çayırlık. Otluk yer.
İRZA
Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak.
İRZA'
Meme vermek, süt emzirmek veya emzirilmek.
İRZAK
Rızıklandırmak, maddi veya mânevi ihtiyacını vermek.
İRZA-Yİ TARAFEYN
İki tarafı anlaştırma, râzı etme.
İRZİZ
Dik ses. * Titreme. * Dolu tânesi.
İS
Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum.
İSA'
Teselli verip sabra irşad etmek.
İSA'
Zenginleştirme veya zenginleştirilme. * Genişletme.
İSA (A.S.)
Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.(İncil'in bir yerinde İsa (A.S.) demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hz. İsa (A.S.)'dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hz. İsa'nın (A.S.) yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) başka kim gelmiştir? Demek Hz. İsa (A.S.), ümmetine dâima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmayacak, ben onun bir mukaddemesiyim ve müjdecisiyim. M.)
İSABET
Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
İSABET
Ecir, mükâfât, karşılık vermek. * Doldurmak.
İSABET-İ AYN
Göz değmesi, nazar değmesi.
İSABET-İ RE'Y
Fikir doğruluğu. İsabetli ve yerinde bir düşünce.
İSABETKÂR
f. Doğru rastlayan. İsabetli.
İS'AD
Mes'ud etmek. Mübarek eylemek. İâne, yardım etmek.
İS'AD
Yükseltmek, yukarı çıkarmak. * Mekke-i Mükerremeye gitmek.
İSAET
(Sû'. dan) Kötü iş işlemek. Kötülükte bulunmak. Yaramazlık.
İSAET
Bir işte ihmal ile zarar verme.
İSAF
Eseflendirmek. Esef vermek. * Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek.
İSAF
Asr-ı saadetten evvelki câhiliyet devrinde Mekke putlarından birinin adı.
İS'AF
Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek.
İSAGA
Kolaylıkla ve rahatlıkla yutulma.
İSAGA
Kalıba dökme veya dökülme.
İSAGA-İ TAAM
Yemeğin kolaylıkla yutulması.
İSAH
(Vesah. dan) Kirletme veya kirletilme.
İSAKA
Akıtma. * Arkadan sürme. Sevk etme.
İSAL
Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek.
İSALE
Akıtmak, dökmek. * Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek.
İSALE-İ DÜMU'
Gözyaşları dökme, ağlama.
İSAM
(İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık.
İSAM
Günaha sokmak, günaha sokulmak.
İSAR
Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. * İhtiyar etmek. * Yumuşatmak. * Dökmek, serpmek. Saçmak.(...Sahabelerin, sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "İsar hasletini" kendine rehber etmek, yâni hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek; ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır.(Çünki hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek $ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir... L.)
İSAR
Zengin, maldâr olmak; gani olmak.
İSAR
Keçinin memesine takılan torba, kese.
İSAR
Sargı, bağ. * Esirlik, kölelik.
İ'SAR
İkindi zamanında bulunmak. * Kızın gelinlik çağına gelmesi. * Kasırga.
İ'SAR
Fakirlik. * Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek.
İ'SAR
Sürçtürmek, ayak kaydırmak. * Zemmetmek, kötülemek.
İS'AR
Çocuğun diş çıkarması.
İS'AR
Narh koyma, fiat veya pahâ biçme.
İSARE
Koparmak, kaldırmak. * Tozu havaya kaldırmak.
İSARE
Esir etmek ve gezdirmek. * Bağ, bend.
İSAS
Çok sık ve uzun saç veya bitki.
İSASE
Zenginlik, servet. * Göz ucuyla bakma. * Cemiyet, topluluk.
İSAVE
Gammazlık, ağız karalığı.
İSB
Kasık tüyü.
İSBAH
(Sebh. den) Yüzdürme, suda yüzdürülme.
İSBAL
(Sebl. den) Yollama, gönderme veya gönderilme.
İSBAT
Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma.
İSBAT
Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret)
İSBAT-I HÜNER
Maharet ve hüner gösterme.
İSBAT-I VÜCUD
Hazır bulunma. Varlığını gösterme.
İSBATİYECİLİK
(Fr: Pozitivizm) Fls: Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.(Bir şeyden uzak olan bir kimse yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı imân, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar Hakk'ın esrarını Kur'ân nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira, onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.) (Bak: Rasyonalizm)
İSBİ'
(C.: Esâbi) Parmak. * Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri. (Türkçede: $ telaffuz edilir.)
İSEVÎ
Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan.
İSEVİYYET
Hristiyanlık.
İSFAR
Sabah namazının ortalık aydınlanırken kılınışı.
İSFENC
Sünger.
İSFENCE
(İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi.
İSFENCİYE
Süngerler.
İSFEND
Şarap.
İSFENDAN
f. Beyaz biber tohumu. * Akçaağaç.
İSFİD
f. Beyaz, ak.
İSFİRAR
(Bak: Isfirar)
İSGA
(Bak: Sagat)
İSHAB
Çok söylemek. * Türlü şeylerden renk değiştirmek. * Bir şeye fazla tama' etmek. * Kuyu kazıp suyu bulamamak. * Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi. * Kuzu, anasını emmek. * Duvarı başı boş salıvermek.
İSHAK (A.S.)
Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. İbrahim (A.S.)ın oğludur. Yakub (A.S.)ın babasıdır.
İSHAKİYYE KÖŞKÜ
Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır. (O.T.D.S.)
İSHAL
Mülâyim ve düz bir yere varmak. * Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme.
İSHAN
Isıtma, ısıtılma. * Kızdırma veya kızdırılma.
İSHAN
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak, ordusunu derin ve geniş bir suretde yaralayıp, kımıldanamıyacak bir hâle koyacak derecede kat'iyyen mağlub etmeğe de ishan tâbir edilir.
İSHAN-I AYN
Ağlatma. Göz kızartma.
İSHAR
Uyundırma. * Gece uyutmayıp, uyanık durdurma.
İSHAT
Darıltma, gücendirme.
İSİK
Çukurluk, engebelik. Çukurlu.
İSİMLİK
Tar: Saraylılar tarafından gönderilen hediyelik şeylerin kimin tarafından gönderildiğini belirten adres pusulası.
İSKA
Su vermek, sulamak.
İSKAB
Ateş yakma.
İSKAL
Ağır bir şey yüklemek.
İSKALARYA
ing. Çarmıkların halat basamakları.
İSKÂN
Yerleştirmek. Bir yeri mesken yapıp oturmak. * Sâkin.
İSKANDİL
ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet. * Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.
İSKÂN-I MUHACİRÎN
Göçmenleri yerleştirme.
İSKAR
(Sekir. den) Sekir verme, sarhoş etme.
İSKARLAT
İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" denirdi. (Ta. L.)
İSKARMOZ
Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar. * Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir.
İSKARPİN
Fr. Konçsuz veya yarım konçlu zarif ayakkabı. Alafranga hafif kundura.
İSKAT
(Bak: Iskat)
İSKÂT
Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak. * Kandırmak, râzı etmek.
İSKELE
Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal. * Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer. * Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba. * Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan liman. * Geminin sol yanı.
İSKELET
Fr. Vücudun kemik çatısı.
İSKENDAN
f. Kilit.
İSKENDER
(M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır. (Bak: Zülkarneyn)
İSKEREK
f. Hıçkırık.
İSKETE
Güzel ve çok öten sarı kanatlı bir cins küçük kuş.
İSKİZ
(İskize) f. Hayvanın sıçrayıp kıç atması. * Hayvanın ürkerek attığı çifte.
İSKOLASTİK
(Bak: Skolastik)
İSKONA
İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı.
İSKONTO
(Bak: Tenzilât)
İSLA'
Teselli verme, avutma.
İSLAB
Giderme, selbetme. Kapıp götürme.
İSLAC
Kara tutulma. Karlı olma.
İSLAF
Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş. * Tarlayı aktarmak.
İSLAH
(Bak: Islah)
İSLAK
(Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma. * Yola getirme. * Diziye geçirme. * Mesleğe sokma, sokulma.
İSLAL
(Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma. * Verem etme, verem uğratma.
İSLÂM
(Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din. * Ist: Hz. Muhammed'in (A.S.M.), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği din. (İslâmlıkta, Allah'a itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile tasdik ve onunla amel etmek şarttır. İslâm'ın beş şartı vardır: Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.)(Ulema-i İslâm ortasında, "İslâm" ve "İman"ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, "İkisi birdir", diğer kısmı, "İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:İslâmiyet, iltizamdır. İman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamiyle İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar, "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. M.)
İSLAMBOL
Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
İSLAMÎ
İslâm dinine mensub, İslâm ile alâkalı.
İSLAMİYAN
f. İslâmlar.
İSLAMİYET
İslâmlık. * İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır.(İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat)
İSLAS
Üçe bölme. Üç aded yapma.
İSLAV
Fr. Rus, Ukran, Beyaz Rus, Çek, Slovak, Leh, Sloven, Sırp, Hırvat ve Bulgar gibi milletlere, lisanlarındaki yakınlık dolayısıyla verilen ortak isim.
İSLİM
(Bak: İstim)
İSM
(İsim) Ad, nâm. * Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız. * Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır.
İSM
Günah, suç, cürüm.
İSMA
Yükseltmek. * İsim koymak.
İSMA'
İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak.
İSMAH
Cömert ve eli açık olma. * İtâatli ve bağlı etme.
İSMAİL (A.S.)
Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) de ceddi olan İbrahim ve İsmail (A.S.)lar Kâbe'yi yeniden inşâ ettiler. (Bak: Kâbe, İbrahim (A.S.) )
 
İSMAM
Sona erdirme, bitirme, tamamlama.
İSMAR
(Semere. den) Meyve ve semere vermek, fayda vermek.
İSMAR
Mıhlama, çivileme.
İSMAT
Susturma, sükut ettirme. * Men'etmek. * Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on dokuz harfdir. (Bak: Musmit)
İSMEN
Sadece isimle, gerçekten olmayan.
İSMET
Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
İSMETLÜ
Tar: Derece bakımından yüksek kimselere, sultan ve şehzâdelerin hanımlarıyla kızlarına verilen bir ünvan idi.
İSMETMEÂB
İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen.
İSMETPENAH
İsmetlü, ismetmeâb.
İSMÎ
(İsmiyye) İsme mensub, isimle alâkalı. İsmen olup aslen olmayan, varlığı isimden ibâret olan. İsim cinsinden. * Arabçadan iki isimden, yani; müsned ile müsned-i ileyhten mürekkep cümle.
İSM-İ A'ZAM
Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.(İsm-i A'zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (R.A.) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Yâ Hayy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İsm-i a'zamı. " Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i A'zam görmüşlerdir. L.) (Bak: Esma-i Hüsna)
İSM-İ CİNS
Gr: Cins isim. Bir cinsten, bir nev'den olan şeylerin hepsine verilen bir ad. Vilâyet, karpuz, kedi gibi.
İSM-İ FÂİL
Gr: Kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı. Fâil, hâdim, kâtib gibi.
İSM-İ HÂSS
Gr: Yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye hâs olan isim. Hz. Muhammed (A.S.M.), Medine-i Münevvere gibi.
İSM-İ İŞARET
Gr: Kendisiyle muayyen bir şeye işaret olunan kelime. "Bu, şu o" gibi.
İSM-İ MEF'UL
Gr: Fâilin fiili kendi üzerine geçen kelime. Mektub, mazlum, mağdur gibi.
İSM-İ MENSUB
Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî; Konyalı, Konevî; Bağdatlı, Bağdadî... gibi.)
İSM-İ MERRE
Def'a, kerre gibi bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil'den yapılan isim. (Darbe: Bir defa vuruş. Lem'a: Bir parlayış gibi.)
İSM-İ MEVSULE
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
İSM-İ TAFDİL
Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdili: Asgar; sa'b kelimesinin de Es'ab'dır.)
İSM-İ TASGİR
Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.
İSMÎ VE SIFATÎ
İsme ve sıfata ait.
İSMİD
Sürme taşı. * Cenab-ı Peygamber'in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme.
İSMİRAR
(Semrâ. dan) Esmerleşme, kara olma, kararma.
İSMİYYET
İsim olma hâli, isimlilik.
İSNA
Medih ve senâ etmek, sitâyişte bulunmak. * Şükretmek.
İSNA
Yukarı kaldırmak, yükseltmek. * Değerini yükseltme. * Ateş alevinin yükselmesi. * Bir sene bir yerde kalmak.
İSNA AŞER
Oniki.
İSNAD
Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
İSNADAT
(İsnad. C.) İsnadlar. Bir kimseye yükletilenler, nisbet edilenler.
İSNAD-I EFİKE
Yalan isnad etme. İftira atma.
İSNADÎ
İsnad etmekle alâkalı.
İSNADİYYAT
İsnad ile ilgili düşünceler. * Aslı esası olmadığı halde birisine isnad edilen sözler.
İSNAF
Yel ve toz savurma.
İSNAK
Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması.
İSNAM
Ateşin alevi büyüme. * Duman ve toz havaya çıkma.
İSNAN
(Sinn) Yaşlanmak. İhtiyarlamak. * Diş çıkarmak.
İSNAN
İki. * Pazartesi.
İSNEVÎ
İki ile alâkalı. * Pazartesi günü ile alâkalı. * Her pazartesi günleri oruç tutan kimse.
İSNEYN
İki. (2) * Pazartesi günü.
İSNEYNİYYET
İkilik, ikiden ibaret olma.
İSPAH
(İspeh) f. Asker, nefer, er.
İSPANYOL
İspanyalı.
İSPANYOL HASTALIĞI
Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.)
İSPARÇENE
İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip. * Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri.
İSPEHBED
f. Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan.
İSPENAH
f. Ispanak.
İSPER
f. Savaş âletlerinden kalkan.
İSPERGAM
f. Fesleğen çiçeği. * Gül. * Yeşillik.
İSPERHEM
f. Fesleğen.
İSPERLOS
f. Saray, konak, kâşâne.
İSPİD
f. Ak, beyaz.
İSPİDKÂR
f. Kalaycı.
İSPİR
Arabacı. Arabacının yanında bulunan at uşağı. * Zabıta memuru. * Beyaz doğan kuşu.
İSPİRALYA
İtl. Gemi güvertelerinde kamaraları aydınlatmak için açılan küçük kaporta.
İSPİRTİZMA
Fr. Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.(İşte eski zaman kâhinleri gibi şimde de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. M.)
İSR
Alâmet. Nişane. * Ayak izi. * Yol. Meslek. * Başlamak ve azimet etmek.
İSRA'
Hızlandırmak. Sür'atlendirmek. * Geri döndürmek. Göndermek.
İSRÂ
Yürütmek, göndermek. * Gece seferi yapmak. * İrsâl etmek.
İSRÂ SURESİ
Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir.
İSRAC
(Sirac. dan) Yakma, yandırma.
İSRAF
Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak. * En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.(Hâlik-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisad ise: nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. L.)(Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa... Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zâikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. M.)
İSRAFAT
(İsrâf. C.) İsrâflar, lüzumsuz yere harcamalar.
İSRAFİL
Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike)
İSRAİL
Hz. Yakub'un (A.S.) lâkabı olup sonradan bütün o soydan gelenlere Benî İsrail denmiştir. İsrail oğulları, Yahudiler.
İSRAİLİYAT
Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.(İsrailiyyatın bir tâifesi ve hikmet-i Yunaniyyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki: O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiyye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiyye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiilerine ilham eden yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri tâlim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab, sair akvamı bel' ettiği gibi milel-i sairenin mâlumatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise: Vehb, Ka'b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, mâlumat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular.. reddedilmedi. Çünki İslâmiyetin usulüne musadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler. Çok şübeh ve şükukâta sebebiyet verdiler.Hem de vaktaki şu İsrailiyat, kitap ve sünnetin bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadisin mânâları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su'-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehâdisi o hikâyat-ı İsrailiyyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'anı tefsir edecek yine Kur'an ve hadis-i sahihtir. Yoksa; ahkâmı, mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mânâ ayrıdırlar. Halbuki: Mâsadak olmaya mümkün olan şey, mânâ yerine ikame olundu. Çok da imkânât vukuata karıştırıldı... R.N.)
İSRAR
(Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
İSRAR
(Bak: Israr)
İSRAR-I ESRAR
Sırların gizlenmesi.
İSTADE
f. Ayakta durmuş.
İSTAH
f. Budak, taze filiz.
İSTANBUL
Türkiye'nin en büyük şehri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri (1453-1922). İslâm halifeliğinin son merkezi (1516-1924). Türklerden önce Bizans "Doğu Roma" İmparatorluğu'nun taht şehri idi (395-1453). * İstanbul ismi, Rumca şehre veya şehirde demek olan (İstin polin) tabirinden galat olup, bu ismin Osmanlılar tarafından fetih esnasında verilmiş olduğu rivayet ediliyorsa da, Osmanlılardan evvel şehrin bu isimle yâd olunmakta bulunmuş olduğu muhakkak olup, hattâ yedinci hicri yüzyılın ortalarında yani fetihten iki asır önce yazılmış olan "Yakut-u Hamevî'nin Mu'cem-ül Büldan'ında bu isim yazılmıştır. Bununla beraber Osmanlılar yanında dahi Edebiyat lisanında ekseriya "Kostantiniyye" ismi kullanılmıştır; hattâ bazan "İslâmbol" şeklinde yazılmıştır.
İSTANBUL EFENDİSİ
İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur.
İSTAR
(Satr. dan) Yazı yazma.
İSTAR
Yüzletme, astar çekme. * (C.: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü. * Dört tane. * Dört veya dört buçuk miskal.
İSTARE
f. Yıldız.
İSTARE
Perde, zar.
İSTASYON
Fr. Demiryolu durağı.
İSTATİSTİK
Fr. Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim.
İSTEBRAK
İpekten mâmul ve sırma ile işlenmiş bir çeşit kumaş. Kalın ipek kumaş.
İSTEL
f. Göl.
İSTEM
Zulüm ve sitem.
İSTENBE
f. Cesur, yiğit, bahadır, kahraman. * Çirkin. * Kâbus.
İSTIKSAR
(Kasr. dan) Kısma. Bir şeyin kısaltılmasını isteme.
İSTIKSAS
(Kısas. dan) Kısas isteme. Bir katilin şeriatça öldürülmesini isteme.
İSTIKTAB
(Kutb. dan) Kutuplaşma, bir kutubun etrafında toplanma, bir kutuba bağlanma.
İSTIKTAR
Damla damla akıtma, damlatma.
İSTIRAB
(Bak: Iztırab)
İSTISLAH
Bir şeyi iyi olarak görmek isteme. Bir şeyin iyi olmasını isteme.
İSTISNA'
San'atlı olarak yapmak. * Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak.
İSTITLA'
(C.: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme.
İSTITLAK
İç sürgünü olma. Amel olma, ishal olma. * Boşanmayı isteme.
İSTITRAB
Neşe arama, eğlence isteme.
İSTİAB
İçine almak. * Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. * Tutulmak. Zapteylemek.
İSTİADE
Bir şeyin iade edilip geri gönderilmesini isteme. * Yeniden canlanma. * Âdet edinme.
İSTİANAT
(İstiane. C.) İstianeler, yalvarmalar.
İSTİANE
Duâ. Yardım istemek. İane istemek.
İSTİARE
Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak. * Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arslan, kurnaz bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz.
İSTİARE-İ MEKNİYE
(Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman kalabalığı evvelâ mahşere benzetilerek açık istiâre yapmış, sonra o mahşer bir köpeğe teşbih edilerek, fakat müşebbehün bih'i (kendisine benzetileni) zikredilmeyerek onun levâzımatından olan "çıldırsa" ve "kudursa" kelimeleri irad olunarak bir kapalı istiare yapılmıştır.
İSTİARE-İ MUSARRAHA
(Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.
İSTİARE-İ MUTLAKA
(Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)
İSTİAZA
Karşılık olarak, ivaz olarak bir şey istemek.
İSTİAZE
Euzü besmele okuyarak Allah'a sığınmak.
İSTİBAA
Bir şeyi kendine sattırmağa uğraşma.
İSTİ'BAD
Köle edinmek, esir almak.
İSTİB'AD
Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme. * Yakıştırmayış.
İSTİBAHA(T)
Mübah ve helâl sayma. * Bir çok kimsenin kanını dökmeğe izin verme.
İSTİBAK
Yarış etme, yarışma.
İSTİBAL
Havanın fenalığı ve sıkıcı olması. * (Kendine) idrar döktürme.
İSTİB'AL
Kadını nikâh ile alma.
İSTİBANE
Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma.
İSTİBAR
Yoklama, muayene etme.
İSTİ'BAR
İbret alma, ders alma. * Rüya tabir ettirme.
İSTİBDA
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek. * Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek. * Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
İSTİBDA'
Bedi' ve güzel bulma.
İSTİBDAD
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak. Allah'ı ve adaletini unutarak dinsizdarane bir zulümle hüküm ve idare etmek.
İSTİBDADKÂRANE
f. İstibdad idaresi gibi. Kendi kendine, kanunları ve kimseyi tanımadan idare eder surette.
İSTİBDAL
(Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek. * Bir vakfı mülk ile mübadele etmek. * Birşey verip yerine başka şey istemek. * Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.
İSTİBDAL-İ MÜSECCEL
Lüzumuna hükmolunduğundan dolayı nakzı caiz olmayan istibdal.
İSTİBGA'
İş için yardım isteme.
İSTİBHAC
(Behcet. den) Yüzü gülme, sevinme, mesrur olma.
İSTİBHAL
Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma.
İSTİBHAM
Karışık ve belirsiz olma. * Ses çıkarmama, susma.
İSTİBHAR
Çok geniş bilgiye sahib olma. * Deniz gibi büyük ve geniş olma.
İSTİBHAS
Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme.
İSTİBKA
Devâmını istemek. Bâki ve dâim kılmak.
İSTİBKÂ
Ağlatmak. Ağlamayı istemek.
İSTİBKA-Yİ TEVECCÜHLERİ
Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.)
İSTİBRA
(Bak: İstibda)
İSTİBRAZ
Meydana çıkarmak, açığa vurmak.
İSTİBSAR
Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.
İSTİBSAS
Bir haberin doğru olup olmadığını anlamağa çalışma.
İSTİBŞAR
Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme. * Gecikme, geç kalma.
İSTİBTAN
Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.
İSTİBVAR
Hırslanma, hiddetlenme, kızma, öfkelenme.
İSTİCAB
Vâcib olmak. Hak etmek.
İSTİ'CAB
(Aceb. den) Şaşma, taaccüb etme, hayrette kalma.
İSTİCABE
(İsticâbet) Duânın Allah tarafından kabul olunması.
İSTİCADE
İhsan ve bahşiş isteme.
İSTİCAL
Sonraya bırakılmasını istemek.
İSTİ'CAL
Acele olmasını istemek. Acele etmek.
İSTİCAR
Kiralamak. Kiraya vermek.
İSTİCARE
(Cevr. den) Yardım ve korunma isteme. * Sığınak isteme.
İSTİCAZE
(Cevaz. dan) İzin ve cevâz isteme. * Sunulan bir manzume için câize, yani para isteme.
İSTİCBAR
(Cebr. den) Zorlama, cebretme. Baskı yapma. Zoraki yaptırma.
İSTİCDAD
Yenileme. Yeniden yapma.
İSTİCHAL
(Cehl. den) Câhil sayma.
İSTİCLAB
(Celb. den) Çekme, celbetme. Çekmeye vaya getirmeğe sebep olma. * Fls: Uyandırma.
İSTİCNAS
(Cins. den) Cinsine benzetme.
İSTİCVAB
Cevab istemek. Sorguya çekmek. * Mahkemede şahidlerin ifadelerini almak. Söyletmek.
İSTİCVABNAME
f. Şahidlerin ve maznunun ifadelerinin yazılı olduğu kâğıt.
İSTİ'DA
Medet, yardım istemek.
İSTİD'A
Rica ile istemek. Davet etmek. * Bir işi için resmî bir daireye verilen ve istek bildiren kâğıt. Dilekçe.
İSTİDA'
(Vedâ'. dan) Bakılmak üzere emaneten bir kimseye bir şey bırakmak. Bir malı emaneten bir yere bırakmak.
İSTİDA'
El uzatma.
İSTİDAD
Alışma, ünsiyet etme. * Doğrulma.
 
İSTİ'DAD
Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
İSTİ'DADAT
(İsti'dad. C.) İstidadlar, kabiliyetler, yetenekler.
İSTİDAD-I YED
Elin alışması.
İSTİ'DAD-ŞURE
f. Verimsiz istidad. Çorak yerin kabiliyeti.
İSTİDAME
(Devam. dan) Bir halin devamını isteme. Bir şeyin devamını arzu etme.
İSTİD'A-NAME
f. Resmî bir makama dilekçe olarak yazılan pullu, damgalı yazı.
İSTİDANE
(Deyn. den) Borç alma, alınma. Ödünç alma.
İSTİDARE
(Devr. den) Dönme, dolaşma. * Daire biçimine girme, yuvarlak olma.
İSTİDARÎ
Dönerek ve bir daire meydana getirecek olan.
İSTİDBAR
(İdbar. dan) Yüz çevirmek. Arka dönmek. * Geri geri gitmek. * Bir kimsenin peşinden gitmek.
İSTİDHAK
(Dıhk. den) Alaya alma, eğlenme.
İSTİDKAK
İncelemek, dakik olmak.
İSTİDLAL
Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.(Ateşin dumana olan delâleti gibi müessirden esere yapılan istidlâle "bürhan-ı limmî" denildiği gibi, dumanın ateşe olan delâleti gibi eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı innî" denir. Bürhan-ı innî, şüphelerden daha salimdir. İ.İ.)(Kur'anda delâil-i akliyeye ve fennin keşfiyatına muhalif bazı âyetler vardır dedikleri üçüncü şüphelerine cevap: Kur'an-ı Kerim'de takib edilen maksad-ı aslî; isbat-ı Sâni', nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet esaslarına cumhur-u nâsı irşad ve îsal etmektir. Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerim'in kâinattan yaptığı bahis tebeidir; kasdi değildir. Yani ligayrihidir, lizatihi değildir. Yani Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk'ın vücud, vahdet ve azametine istidlal suretiyle kâinattan bahsetmiştir. Yoksa, kâinatın bizzat keyfiyetini izah etmek için değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim; coğrafya, kozmoğrafya gibi kasden kâinatın keyfiyetinden mânâ-yı ismiyle bahseden bir fen, bir kitab değildir. Ancak, kâinat sahifesinde yazılan san'at-ı İlâhiyyenin nakışları ve yaratılan kudretin mu'cizeleri ve kozmoğrafyacıları hayrette bırakan nizam ve intizamla, mânâ-yı harfiyle Sâni ve Nazzam-ı Hakikî'ye istidlal keyfiyetini öğretmek için nâzil olan bir kitabdır. Binaenaleyh san'at, kasd, nizam; kâinatın her zerresinde bulunur, matlub hâsıl olur; teşekkülü nasıl olursa olsun bizim matlubumuza taalluku yoktur. Febinaen alâ zâlik, madem ki Kur'anın kâinattan bahsi istidlal içindir ve delilin de müddeadan evvel ma'lum olması şarttır ve delilin muhatablarca vuzuhu müstahsendir; bazı âyetlerin onların hissiyatına ve edebî ma'lumatlarına imale etmesi ve benzetmesi, mukteza-yı belâgat ve irşad olmaz mı? Fakat bu âyetlerin, hissiyatlarına imale etmesi mes'elesi o hissiyata kasden delâlet etmek için değildir. Ancak, kinaye kabilinden o hissiyatı okşamak içindir. Maahaza, hakikata ehl-i tahkiki îsal için, karine ve emareler vaz'edilmiştir. Meselâ: Eğer Kur'an-ı Kerim, makam-ı istidlalde şöylece demiş olsa idi ki: "Ey insanlar! Güneşin zâhirî hareketiyle hakikî sükûnuna ve Arzın zâhirî sükûnuyla hakikî hareketine ve yıldızlar arasında câzibe-i umumiyenin garibelerine ve elektriğin acibelerine ve yetmiş unsur arasında hâsıl olan imtizacata ve bir avuç su içinde binler mikrobun bulunmasına dikkat ediniz ki, bu gibi hârika şeylerden Cenab-ı Hakk'ın herşeye kadir olduğunu anlayasınız." deseydi, delil müddeâdan binlerce derece daha hafî, daha müşkül olurdu. Halbuki delilin müddeâdan daha hafî olması, makam-ı istidlale uymaz. İ.İ.)
İSTİDLAL
(Dalâl. den) İman ve İslâmiyet yolundan çıkarmağa, dalâlete düşürmeğe çalışmak.
İSTİDLALAT
(İstidlal. C.) İstidlaller. Muhakemeler.
İSTİDLALEN
İstidlal suretiyle, delil ile.
İSTİDRAC
Derece derece yükselmeyi isteyiş. * Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.(Neuzü billah, bu öyle bir işdir ki: Hikmet-i İlâhiye ile bazı kâfirlerin muradı zuhur eder, istediği hârika bir surette olur. Ve bunların küfürleri, Allah'a isyanları da böylece ziyadeleşir.)(... Keramet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek harika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmaresi baki ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine itimat etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrac olabilir. M.)(Keramet ile istidrac manen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu'cize gibi Allah'ın fiilidir. Ve o keramet sâhibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın kendisine hâmi ve rakib olduğunu da bilir. Tevekkül ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin, bazan Allah'ın izniyle kerametilerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.İstidrac ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garip fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ulada fark yoktur. Tam mânasiyle fenaya mazhar olanlar ise, onlara da Allahın izniyle eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı Fenâfillâh olan havaslariyle görürler. Bunun istidracdan farkı pek zâhirdir. Zira, zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, mürâilerin zulümatiyle iltibas olmaz. M.N.)
İSTİDRACÎ
İstidraca ait, istidrac cinsinden.
İSTİDRAK
Nâil olmak, ulaşmak, varmak. * Anlamak. * Gr: Bir kelimeyi, evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanmak.
İSTİF
İtl. Muntazam yığın. Sıralanmış eşya. Yığma. Nizam. Sıra. Dizi.
İSTİFA
Alacağını borçludan tamam olarak almak. * Kabz-ı ruh etmek.
İSTİ'FA
Affını, azlini, bağışlanmasını istemek. * Kendisinin memuriyetten affını taleb etmek.
İSTİFADE
Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak. * Anlayıp öğrenmek. * Tahsil etmek.
İSTİ'FAF
Kötü şeylerden çekilmek. * İffetlilik iddia etmek.
İSTİFAKA
Hastalıktan kurtulup iyileşme. * Sarhoşluktan ayılma.
İSTİFALE
Tecvidde: Bir harfin, okunduğu zaman aşağı çene tarafına düşüp üst damağa yükselmesi. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler: "Müsta'liye" harflerinin zıddıdır. Bu harfler: "Elif, Be, Te, Se, Cim, Ha, Dal, Zel, Rı, Ze, Sin, Şın, Ayın, Fe, Kaf, Kef, Lâm, Mim, Nun, Vav, He, Yâ" dır.
İSTİFANAME
f. Bir yerden ayrılıp çekilmeyi bildiren yazı.
İSTİFA-YI KISAS
Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması.
İSTİ'FA-YI KUSUR
Özür dileme.
İSTİFAZA
Feyz alma, feyz bulma, feyizlenme. İlim, irfan ve mânevi zenginlik kazanma.
İSTİFHAM
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak. * Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur. Meselâ:(Nerde Ertuğrul'u koynunda büyütmüş obalar?Hani Osman gibi Orhan gibi gürbüz babalar?Hani bir şanlı Süleyman Paşa, bir kanlı Selim?Ah bir Yıldırım olsun göremezsin ne elim!Hani cündileri şahin gibi ceylan kovalarKöpürür, dalgalanır, yemyeşil, engin ovalar?Hani tarihi soruldukça, mefahir söyler,Kahramanlar yetişen toprağı zengin köyler?Hani orman gibi âfâkı deşen mızraklar?Hani atlar gibi sahrayı deşen kısraklar?Mehmet Âkif Ersoy)
İSTİFHAM EDATLARI
Gr: Arabçada: E, men, keyfe, ma.
İSTİFHAMAT
(İstifham. C.) İstifhamlar, sualler, sormalar.
İSTİFHAM-I ANİNNEFY
Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir. (Bak: Bezm)
İSTİFHAM-I İNKÂRÎ
Gr: Menfî cihetle sual sormak. (İnkâr ettiğini bildirir şekilde "Olmaz" diyen birisine karşı, "Olur mu? diye sormak gibi.)
İSTİFHAMÎ
İstifhama ait, sormağa dair.
İSTİFKAD
(Fakd. den) Kaybolmuş olan bir şeyi araştırıp soruşturma.
İSTİFLAH
Felah bulma, kurtulma. Maksada ulaşma.
İSTİFNA
Fenaya gitmek. Yokluğa karışmak.
İSTİFNAN
Cins cins ayırma. Mâhirane bölme.
İSTİFRA'
Başlama.
İSTİFRAD
Ayırma, tek tek yapma. * Yalnız tek başına.
İSTİFRAG
(Ferag. dan) Kusma. Kay. * Mümkün olanı sarfetmek.
İSTİFRAK
Farkettirmek, ayırdetmeği istemek.
İSTİFRAR
Firar etme, gizlice kaçma, savuşma.
İSTİFRAŞ
Yataklık yapma. Odalık alma. Yatağa alıp beraber yatma. * Haremi ile beraber yatma.
İSTİFRAZ
Ayırıp tefrik etme.
İSTİFSAD
(Fesâd. dan) Bir şeyin bozulmasını arzulama, fesâdını isteme.
İSTİFSAR
İfade isteme. Sorma. Sorup anlama.
İSTİFSAR-I HÂTIR
Hal hatır sorma.
İSTİFTA
Fetva istemek. Şeriata ait bir mes'ele hakkında salâhiyetli zatlardan hakikati öğrenmek. (Bak: Fetva)
İSTİFTAH
Siftah etmek. Başlamak. Açmak.
İSTİFZAL
Artırma, çoğaltma, ziyadeleştirme.
İSTİGASE
Medet isteyiş. Yardım istemek.
İSTİGBAR
(Gubar. dan) Tozlaşma.
İSTİGLAB
Kemâle erme, olgunlaşma, gelişme.
İSTİGLAK
Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme.
İSTİGLAL
(Galle. den) Kirası veya mahsulü borca mukabil verilmek üzere bir mülkün rehine verilmesi.
İSTİGLAZ
Bir şeyi galiz saymak, galiz bilmek. * Satın almaktan vazgeçmek.
İSTİGMAM
Sarmak, sarılmak.
İSTİGNA
Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek. * Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak. * Nazlanmak. * Azamet ve tekebbür etmek.
İSTİGNAM
Ganimet araştırmak, ganimet isteklisi olmak.
İSTİGRAB
Şaşırmak, garib bulmak, taaccüb etmek, tahayyür.
İSTİGRAK
Gark olmak, dalmak. * Dalgınlık. * Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek. * Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek. * Gr: "El" harf-i ta'rifinin, isimleri umumi hale koyması. * Edb: Fazla mübalâğa. (Bak: Lâm-ı istiğrak)
İSTİGRAKKÂR
f. Kendinden geçen, dalgın, müstağrak. Dalgın halde olan.
İSTİGŞA'
Bürünme, örtünme.
İSTİGŞAŞ
Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak.
İSTİGZAB
Öfkelendirme, kızdırma, gazaba getirme, hiddet ettirme.
İSTİĞFAR
(Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.(Cehennem azabını intaç eden büyük bir günahı işleyen bir adam, Cehennem'in tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa bütün ruhiyle Cehennem'in ademini arzu ettiğinden küçük bir emare ve bir şüphe Cehennem'in inkârına cesaret veriyor. L.)(Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksiratdan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz te'vil ile te'vil ettirir. $ sırriyle: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan, $ dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir. Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstahak olur. L.)
İSTİĞLALEN
Gayrimenkulü rehine koymak suretiyle.
İSTİHA'
Tıraş etme veya ettirme.
İSTİHAB
(Hibe. den) Hibe ve hediye olarak isteme. Bağış olarak arzulama.
İSTİHAL
Müstehak olmak, bir şeye ehil olmak. * Kolaylık elde etmek.
İSTİHALAT
(İstihale. C.) Değişmeler, başkalaşmalar.
İSTİHALE
Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak. * Mümkün olmayış, imkânsızlık.
İSTİHAM
Ok ile fala bakma.
İSTİHANE
Hor ve hakir görme.
İSTİHAR
Geri bırakılma, geri kalma.
İSTİHARE
Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek. * Hayırlı olmayı istemek. * Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. * Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma.
İSTİHASE
Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme.
İSTİHAZA
Kadın âdet görürken fazla kan gelmesi. (Rahimden değil de hastalıktan dolayı bir damardan gelip, tenâsül cihazı yolu ile akan kokusuz bir kandır. Buna "istihâza veya özür kanı" dendiği gibi, böyle bir kadına da "müstahâza" denir.)
İSTİHBAB
Bir şeyi iyi ve güzel addetmek. * Dost edinme. * Müstehab etmek ve olmak.
İSTİHBABEN
Bir şeyi güzel ve iyi kabul ederek, müstehab olarak.
İSTİHBAR
Haber sormak, haber almayı istemek.
İSTİHBARAT
Duyulup öğrenilenler. Alınan haberler. * Haber toplama merkezi.
İSTİHBARAT-I MEVSUKA
Sağlam ve inanılır doğru haberler.
İSTİHCAN
(Hücnet. den) Kötü görme, çirkin sayma, ayıplama.
İSTİHDA'
(Hüdâ. dan) İrşad ve hidâyet istemek. Hak, hakikat, imân ve İslâmiyet yolunu istemek.
İSTİHDAF
Hedef edinmek, hedef saymak. * Hedef gibi karşıda durmak. * Erişilmek istenilen netice ve gaye.
İSTİHDAM
Bir hizmette kullanmak, hizmete almak, hizmet ettirmek. * Edb: Bir çok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvâfık kelime söylemek. Meselâ: "Avcınızın attığı da, sözleri de saçma idi" cümlesinde olduğu gibi.
İSTİHDAR
(İstihzar) Hazırlama.
İSTİHDAS
Bir şeyi sonradan ve yeniden elde etmek.
İSTİHFA'
Gizlenme, saklanma.
İSTİHFAF
Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek.
İSTİHFAFKÂR
f. Ehemmiyet vermeyerek. Küçümsemek suretiyle. Tahfif ve tahkir ederek.
İSTİHFAFKÂRANE
f. Küçümseyerek, küçük görerek, hafifseyerek, ehemmiyet vermeyerek.
İSTİHFAZ
Hıfzetmek. Korumak. Muhafaza etmek. Bir şeyin muhafaza olunmasını birisinden rica etmek.
İSTİHKAK
Kazanılan şey, hak edilen. * Hakkını almak. Hakkını istemek.
İSTİHKAK-I HARS
Huk: Bir yerde ziraatçılık yapma hakkına sahib olma.
İSTİHKÂM
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak. * Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı. * Kuvvet ve metanet vermek.
İSTİHKÂMAT
(İstihkâm. C.) İstihkâmlar. * Siperler.
İSTİHKÂMAT-I DÂHİLİYE
Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar.
İSTİHKÂMAT-I HAFİFE
Harbde kısa zamanda yapılan sığınaklar.
İSTİHKÂMÂT-I MUTTASILA
Bir birine bitişik ve bağlı olarak yapılmış olan sığınaklar olup, daha ziyade şehirlerin ve mühim mevkilerin etrafına yapılır.
İSTİHKAR
Hakaret etmek. Küçük görmek. * Hakir görülmek. Hor bakılmak.
İSTİHLA
Tatlı olmak. * Tatlılık istemek.
İSTİHLAB
Tırmalama.
İSTİHLAF
Halef bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek. Kendi yerine başkasını tayin etmek. Kuyudan su çekmek.
İSTİHLÂK
Boş yere harcamak. * Yeyip bitirmek. * Müstahsilin yaptığı istihsali alıp kullanmak.
İSTİHLÂKAT
(İstihlâk. C.) Yenilip içilen şeyler. * Harcamalar.
İSTİHLÂKAT-I DÂHİLİYE
Dâhilî sarfiyat. Memleket içi harcamalar.
İSTİHLAL
Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi. * Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi. * Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi. * Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması. * İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.
İSTİHLAL
Helâl saymak. Helâllaşmayı istemek.
İSTİHLAS
(Hulus. dan) Bir şeyi elde etmeğe çalışma. * Kurtarma veya kurtarılma.
İSTİHMA'
Himâye isteme, korunma arzulama.
İSTİHMAK
Ahmaklık gösterme, salaklık yapma.
İSTİHMAL
Havâle etme, havâle edilme. * Yükleme, yükletme.
İSTİHMAM
Bir kimse, bağlı olduğu cemâate ait işler için her türlü sıkıntıya düşme. * Ehemmiyet verme.
İSTİHMAM
Hamama girme, yıkanma.
İSTİHRAB
Bir musibet sebebi ile perişan olma, mahrum olma.
İSTİHRAC
Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek. Meydana ve harice çıkarmak. Bâzı emareleri beliren şeylerden ileriye âit olacak şeyleri çıkarmak. İstidlâl etmek. (Bak: Tahric)
İSTİHRACAT
(İstihrac. C.) İstihraclar.
İSTİHSAD
Ekinlerin hasad (biçilme) zamanı gelme.
İSTİHSAL
Hasıl etmek. Husule getirmek. Elde etmek. Üretmek.
İSTİHSALAT
(İstihsal. C.) Üretilen şeyler. Bir memleketin veya fabrika gibi faaliyet merkezlerinin çıkardığı, yetiştirdiği şeyler.
İSTİHSAN
Korunmak. Korumak, müdâfaa etmek, karşı koymak. * Sağlam bir yere kapanmak.
İSTİHSAN
Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek. * Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.(İşte masnuâtı yaldızlayan mezâyâ ve mehasine ve mevcudatı ışıklandıran letaif ve kemâlâta karşı Sübhânallah, Mâşâallah, Allahü Ekber diyerek semâvâtı çınlattıran ve Kur'an'ın nağamâtiyle kâinatı velveleye verdiren istihsan ve takdir ile, tefekkür ve teşhir ile, zikir ve tevhid ile, berr ve bahri cezbeye getiren, yine bilmüşâhede O Zâttır. S.)
İSTİHSANEN
Beğenerek, istihsan ederek.
İSTİHSAR
Usanmak, fütur getirmek, bıkmak.
İSTİHŞAŞ
Zevklenme, eğlenme.
İSTİHVA
Şaşırıp kalmak. Divane olmak. Hevâ ve hevesi hoş görmek.
İSTİHVAZ
Zafer kazanma, muzaffer ve muvaffak olma, galib gelme.
İSTİHYA
Utanma, haya etme. * Diriltme, yaşatma.
İSTİHZA
Alay etmek, birisi ile eğlenmek. * Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek.
İSTİHZA'
(İstihdâ') Alçak gönüllülük göstermek, kendisini aşağı tutmak.
İSTİHZAR
Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme. * Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme. * Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması.
İSTİHZARAT
(İstihzâr. C.) Hazırlıklar.
İSTİKA'
(Saky. den) Su isteme. İçmek için su alma. * Kendini zorlıyarak ve sun'i olarak kusma.
İSTİKA'
Olacak veya vuku bulacak diye endişelenme.
İSTİ'KAB
Birisinin kusurlarını, ayıplarını arraştırmak.
İSTİKAD
Yakma, ateşi tutuşturma.
İSTİKADE
Adam öldürmüş olan katilin kısasını isteme.
İSTİ'KAF
Bir yere kapanma. Bir yerde kendini hapsetme.
İSTİKAK
Bitkilerin sık ve çok olmalarından dolayı birbirine dolaşık olmaları.
İSTİKAMET
Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek. * Allah'a kulluk etmek. * Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması. * Yön, cihet.
İSTİKAN
Şüphesiz ve zansız olmak.
İSTİKÂNE
(İstikânet) Alçaklık etmek. * Zillet ve meskenet göstermek. * Tevazu göstermek.
İSTİKÂRE
Hızlı hızlı yürüme. * Yükleri sırtına yükleyip götürme.
İSTİKAZ
Uykudan uyanmak.
İSTİKBAH
(Kabih. den) Çirkin görme, ayıplama, kabih sayma.
İSTİKBAL
Ati, gelecek zaman. * Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
İSTİKBAL-BÎN
f. Geleceği bilen ve gören.
İSTİKBALEN
Karşılayarak, karşılamak üzere. * Gelecek zamanda, ilerde.
 
İSTİKBALÎ
Gelecek zamanla alâkalı. İstikbale mensub.
İSTİKBAL-İ KIBLE
Kıbleye, Kâbe istikametine yönelmek.
İSTİKBALİYYE
Edb: Yeni gelen bir kimsenin karşılanması sebebiyle yazılan manzume.
İSTİKBAR
(Kibr. den) Önemseme, ehemmiyet verme. * Kibir, gurur, enaniyet. Kendini büyük görme, mağrurluk.
İSTİKDAM
Önde bulunma, öne geçme. * Çok ayaklı olma. Ayaklarının adedi fazla olma.
İSTİKDAR
Cenab-ı Allah'dan (C.C.) hayırlı şeylerin olmasını isteme.
İSTİKFA
Bir kimsenin başına veya ensesine sopa ile vurma.
İSTİKFA
Yetinme, kâfi bulma, yeter sayma. Mevcud olan ile iktifâ etme.
İSTİKFAF
(Kifâf. dan) Kanaat etme, az şeyi yeter bulup râzı olma. * Yetişme. * Dilenci gibi el uzatma.
İSTİKFAL
Çekmecede, kasada veya kilitli bir yerde bulundurma.
İSTİKFAL
(Kefâlet. den) Kefil olma, kefilliği kabul etme.
İSTİKLA
Te'hir etme. Sonraya bırakma. * Alıkoyma, mâni olma, engel olma. * Veresiye alma, borç olarak alma.
İSTİKLÂL
(Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş. * Az bulma, kâfi görmeme. * Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma.
İSTİKLÂLCU
f. İstiklâl arayan. Müstakil olmak, hür olmak için çalışan.
İSTİKLÂLİYET
İstiklâl üzere bulunma. Hür ve müstakil olma. Başlı başına buyruk olma.
İSTİKMAL
Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.
İSTİKNAH
(Künh. den) Bir şeyin hakikatını ve künhünü araştırma.
İSTİKNAN
Gizlenme, saklanma.
İSTİKRA'
Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak.(Akıl ve hikmet ve istikra ve tecrübenin şehadetleri ile sabit olan hilkat-i mevcudattaki adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder. S.)
İSTİKRA'
Kiralamak, kiraya vermek.
İSTİKRAB
Yaklaştırma, yakınlaştırma. * Akraba olma.
İSTİKRAH
Bir şeyi kötü ve kerih görmek. Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi cebir ve ikrah ile işlemek.
İSTİKRAÎ
Man: İstikraya ait ve müteallik. İstikra' yolu ile.
İSTİKRAM
Kerem ve lütuf isteme.
İSTİKRAR
(Tekrar. dan) Tekrarlatmak.
İSTİKRAR
Karar ve sebat üzere olmak. Karar kılma. Sâkin olmak. Yerleşmek.
İSTİKRAZ
Borçlanmak. Ödünç almak. Borç almak.
İSTİKRAZAT
(İstikraz. C.) Ödünç para almalar, borçlanmalar.
İSTİKSA
Bir şeyi inceden inceye araştırma, künhüne varmaya çalışma. * Tıb: Bir dahili hastalığı iyi teşhis edebilmek için âlet kullanma.
İSTİKSAB
Kazanma, kesbetme.
İSTİKSAM
Yemin teklif etme. * Bölüşme, taksim etme, paylaşma.
İSTİKSAR
(Kesret. den) Çok görme, çok görünme. Çoğumsama, çoğumsanma. * Çokluğu isteme.
İSTİKŞAF
(C: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma. * Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma.
İSTİKTAB
Söyleyip yazdırma. Dikte ettirme. * Yazısını kontrol etmek için bir kimseye bir kaç satır yazı yazdırma.
İSTİKTAL
Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. Tehlikeli işlere yiğitçe atılma.
İSTİKTAM
Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.
İSTİKTAR
(Katr. den) Damıtma. Damla damla akıtma.
İSTİKVAS
Kavislenme, kıvrılma, yay gibi eğilme.
İSTİKYA
(Kayy. den) Kusma, istifrağ etme.
İSTİKZAR
Çirkin, pis ve kötü görmek.
İSTİLA
(Vely. den) Kaplamak, yayılmak. * Ele geçirmek. İşgal etmek. * Meydanın sonuna erişmek. * Basmak. Galebe etmek.
İSTİ'LA
(Ulüv. den) Yükselmek. Üste çıkmak. Yüce olmak. Terfi' eylemek. Galib olmak. * Gr: Bir şeyin bir şey üzerine çıkması. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin, üst damağa kalkmasına denir. (Bak: Müsta'liye)
İSTİLAB
(Selb. den) Kapma, kapıp alma, selbetme.
İSTİLAC
İçilecek şeylerden pek çok içme.
İSTİ'LAC
(İlâc. dan) İlaç isteme.
İSTİLAD
Doğurtma. Çocuk isteme.
İSTİLADÎ
Doğurtucu.
İSTİLAL
Sıyırıp çıkarma. Sıyrılıp çıkarılma.
İSTİLAL-İ SEYF
Kılıcı kınından sıyırıp çıkarma.
İSTİLAM
Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme. * Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak.
İSTİ'LAM
(İlm. den) Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma. * Yazı ile bilgi isteme.
İSTİ'LAN
(İlân. dan) İlânını isteme.
İSTİLANE
Bir şeyi mülâyim görmek, mülâyim bulmak.
İSTİLBAS
Geç kalma, gecikme.
İSTİLHAK
İlhâk olmağa, katışmağa çalışma.
İSTİLKA'
Arka üstü yatarak uyuma.
İSTİLZAM
Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek.
İSTİLZAZ
Hoşa gitmek, lezzet almak.
İSTİM
f. Cerahat. Yara.
İSTİM
Buharla işleyen makinaların kazanında birikip makinayı işleten buğu, buhar.
İSTİMA
Birisinin ziyaretine gitmek.
İSTİMA'
(Sem'. den) Dinlemek. Kulak vermek. Dinleyip kabul etmek. İşitmek.
İSTİMAHA
Birisinden hayır ummak. İyilik ve şefaat beklemek.
İSTİ'MAL
(Amel. den) Kullanmak. Faydalanmak.
İSTİ'MALAT
(İsti'mal. C.) Kullanışlar. Kullanmalar.
İSTİMALE
Avutmak. Meylettirmek. Cezbettirmek. * Gönül almak. Çok mal sahibi olmak.
İSTİMAN
Aman dilemek, himaye istemek. * Teslim olmak.
İSTİ'MAR
Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek. * Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek.
İSTİMARE
ing. Gümrük'e ticarî mallara değer takdiri. * Baha biçme.
İSTİMAZE
Ayrılma, ayrı durma, açıkta bulunma.
İSTİMBAT
(Bak: İstinbat)
İSTİMBOT
ing. Küçük vapur, çatana.
İSTİMDAD
Medet ve yardım istemek.
İSTİMHAL
(Mehl. den) Zaman isteme, mühlet isteme.
İSTİMLA
Bir şey yazılmasını istemek. Birisine birşey yazdırmak.
İSTİMLAK
İcraî karar alma salâhiyetini hâiz bir amme hükmî şahıs (Vilâyet, Belediye v.s.) tarafından bir malın, halkın faydası için karşılığı verilip alınarak umumun istifadesine arzedilmesi. * Mülk satın almak. * Mülk sahibi olmak.
İSTİMLAL
(Melâl. den) Can sıkılıp usanma, melâl getirme.
İSTİMNAN
İhsan isteme.
İSTİMRAR
Devam. Sürüp gitmek. * Kavi ve dâim olmak.
İSTİMRARÎ
İstimrara ait ve müteallik. Devamlılık, sürüp gidiş.
İSTİMSAK
(İmsak. dan) Nefsine hâkim olma, kendini tutma.
İSTİMSAL
Misal edinmek. Örnek tutmak.
İSTİMTA'
(Temettü. den) Faydalanma, menfaati olma.
İSTİMTAR
Yağmur dileme.
İSTİMZAC
Uyuşmak. Beraber karışmak. * Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak. * Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak.
İSTİNAA
Yürüyüşte bir kimseyi geçme.
İSTİNABE
Niyabet istemek. * Huk: Başka bir tarafta görülen bir muhakeme için, şahid veya maznunun yazılı ifadesinin alınması. Muhakemenin icab ettirdiği muameleleri yapması için bir mahkeme tarafından başka bir mahkemeye veya kendi âzâsından birisine salâhiyet verilmesi.
İSTİNAD
Dayanma. Güvenme. * Sened veya delil söylemek, göstermek.
İSTİ'NAD
İnatlaşma, inat yapma. Muannidlik.
İSTİNADEN
İstinad ederek. Dayanarak, güvenerek.
İSTİNADGÂH
f. Dayanacak yer. Güvenecek yer veya kimse.
İSTİNADGERDE
İstinad edilmiş. Kendine güvenilmiş veya dayanılmış.
İSTİNADÎ
İstinad etmekle alâkalı.
İSTİNAF
Baştan başlamak. Yeniden başlamak. * Gr: Sözün başlangıcı. * Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim.
İSTİNAFEN
İstinaf yolu ile.
İSTİNAHE
Yaygarayı basma. * Ağlamak isteme. * Kurdun uluması.
İSTİNAME
Uyur gibi görünme. Yalandan uyuma.
İSTİNAN
Misvâk kullanma. Dişleri temizleme. (Misvâk kullanmak, sünnet-i seniyyedendir.)
İSTİNARE
Parlatmak. Parlak ve aydınlıklı olmak. * Ateş istemek.
İSTİNAS
Alışmak. Ünsiyetli olmak. Vahşiliğin gitmesi. Ürkekliğin kalkması.
İSTİNASE
Bir kimseyi beraber götürme. * Depretme.
İSTİNBA
Haber sormak. Haber istemek. * Vâkıf olmak. Bilmek.
İSTİNBAT
Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak. * Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması. * Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.
İSTİNCA
Birisinden maksadını istihsal etmek. * İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni' gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.
İSTİNCAD
Yardım isteme.
İSTİNCAH
İşinin olmasını isteme.
İSTİNCAS
Bulaşma veya bulaştırma.
İSTİNFAD
Bir şeyden bıkkınlık gelme, usanma. * Bir şeyi tüketme, harcama.
İSTİNFAK
Malı harcıyarak tüketme. * Nafaka peydâ etme.
İSTİNFAR
Ürküp dağılma.
İSTİNFAZ
Bir yerin bütün her tarafını iyice öğrenebilmek için dikkatle bakma, inceleme.
İSTİNGA
İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.
İSTİNHAC
Bir kimsenin dediğine uyma. Söylediğini yapma. Yoluna gitme.
İSTİNHAS
Haberi iyice inceleme.
İSTİNHAZ
Bir kimseye bir iş için kımıldamamasını emretme.
İSTİNKA
Pâk olmasını istemek. İstincadan sonra hiç bir pislik eseri bırakmamak.
İSTİNKÂF
Kabul etmemek. Çekimser kalmak.(İşte ey insan! Eğer yalnız O'na abd olsan, bütün mahlukat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubudiyetten istinkâf etsen, âciz mahlukata zelil bir abd olursun! S.)
İSTİNKÂH
(Nikâh. dan) Bir kadını nikâhla alma, nikâhlamak isteme.
İSTİNKÂH
Araştırma. Ağız koklama.
İSTİNKÂR
Bilmemezlikten gelmek. * İnkâr etmek. * Bilmediği bir şeyi sormak.
İSTİNKAS
Bir şeyin fiatını düşürmeye çalışma, ucuzlatmağa uğraşma.
İSTİNKAŞ
Nakşetme, nakşedilmesini isteme.
İSTİNSA'
Veresiye isteme. * Borcunu ödeyebilmek için mühlet isteme.
İSTİNSAB
(Neseb. den) Soyu bildirme. Soy dâvâsı gütme.
İSTİNSAF
Alacağını alma. Hakkını tamâmen alma, ödeşme.
İSTİNSAH
(Nush. dan) Nasihat alma. Öğüt isteme.
İSTİNSAH
(Nesh. den) Sahifeyi çoğaltmak, nüshasını yazmak. Kopya etmek. * Silinmesini ve iptalini istemek.
İSTİNSAR
(Nasr. dan) Yardım isteme.
İSTİNSAR
Burna su veya başka bir ilâç çekip temizleme. * Püskürme.
İSTİNSAREN
Arka çıkarak. * Yardım ümid ederek.
İSTİNŞA
Güzel koku koklama. * Haber, havâdis araştırma.
İSTİNŞAD
(Neşd. den) Bir kimseden şiir okumasını isteme. * Birine manzume okutma.
İSTİNŞAK
Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek. * Şiddetle koklamak, koklatmak.
İSTİNTAC
Netice almak. Netice çıkarmak.
İSTİNTAK
Söyletmek. * Huk: Sorguya çekmek. Maznundan işlediği fiile dâir ifade almak.
İSTİNTAKNÂME
Huk: Sorguya çekilen kimsenin ifâdesinin yazıldığı kâğıt.
İSTİNZAL
Tenzil etmek. İndirmek. * İnmesini istemek.
İSTİR'A
Riâyet isteme.
İSTİRA'
İki tâne odun parçasını birbirine sürte sürte tutuşturma. * Çakmak taşında ateş çıkartma.
İSTİ'RAB
Sonradan Araplara dâhil olmak, araplaşmak.
İSTİRABE
Bir kimsenin hâlinden şüpheye düşme, kuşkulanma.
İSTİRAHAT
Dinlenmek. Rahatlamak.
İSTİRAK
Sirkat etmek. Çalmak. Hırsızlık etmek.
İSTİ'RAK
Terlemek için yatma.
İSTİRAK-I SEM'
Haber çalmak, kulak hırsızlığı.
İSTİRBAH
(Rıbh. den) Fâize para yatırma, fazla faizle verme.
İSTİRCA
(Recâ. dan) Yalvarma, dileme, rica etme.
İSTİRCA'
Geri dönmek. Dönmeği arzulamak. * İlm-i Hâlde: Bir cenaze gördüğü zaman: $ diye söylemek.
İSTİRDA'
Çocuk emzirtme.
İSTİRDAD
Geri almak. Geri almayı istemek.
İSTİRDAF
Beraber olmayı istemek, beraber gitmeği arzu etmek.
İSTİRFA'
(Ref'. den) Yapılmasını arzulama. * Yukarı kaldırılmasını isteme.
İSTİRFAD
Yardım isteme.
İSTİRFAH
(Refh. den) Refah, rahatlık ve bolluk isteme. * Rahatlık ve bolluk içinde bulunma.
İSTİRHA'
(Rehavet. den) Gevşeme, uyuşma, tembelleşme, rehavet gelme.
İSTİRHAB
Korkutma veya korkutulma.
İSTİRHAM
Merhamet istemek. Yalvarmak. * İzin istemek. Rica etmek.
İSTİRHAMAT
(İstirhâm. C.) İstirhâm etmeler, yalvarmalar, ricâ etmeler.
İSTİRHAMNAME
f. Bir rica veya arzu maksadıyla yazılan mektub.
İSTİRHAN
(Rehn. den) Rehin alma veya rehin alınma.
İSTİRHAS
Bir şeyi ucuz görme, ucuz sayma.
İSTİRHA-YI A'SÂB
Sinirlerin gevşemesi.
İSTİRHA-Yİ ADELÂT
Adalelerin, kasların gevşemesi.
İSTİRKAB
(Rekabet. den) Çekememe, rekabet yapma.
İSTİRKAK
(Rıkk. dan) Harbde düşman tarafından esir alma. * Köle edinme, bir kimseyi kendine köle olarak alma.
İSTİRŞA'
Bir işi yapmak için bir şey isteme. * Rüşvet isteme.
İSTİRŞAD
(Reşad. dan) Hak yoluna gitmek isteme.
İSTİRVAH
Rahatlama, istirahat etme. * Şiddetle koklama.
İSTİRZAK
(Rızk. dan) Rızk ve nafaka elde etmek için çalışma.
İSTİRZAL
(Rezalet. den) Rezil sayma. Kepaze, bayağı ve aşağılık görme.
İSTİ'SA'
(İsyan. dan) İsyan etme. Anarşistlik ve zorbalık yapma.
İSTİSA'
Bollaşma, bollanma, genişleme.
İSTİ'SAB
İğrenme, tiksinme.
İSTİS'AB
Zor addetmek. Güç saymak. * Güçlük çekmek.
 
İSTİSABE
Sevap kazanmak isteme.
İSTİS'AD
(Sa'd. dan) Uğurlu sayma. Mes'ud nazarıyla bakma.
İSTİSAK
Bir kimseden itimad edilir bir vesika veya senet alma.
İSTİSAL
(Asl. dan) Kökten koparıp çıkarmak. * Tıb: Bedenden kesilmesi veya koparılması istenen bir parçayı, uru kökünden koparmak.
İSTİS'AL
(Suâl. den) Soruşturma, tahkik etme, araştırma.
İSTİ'SAM
İsmetli olmayı istemek. Temizlik istemek. Günah ve ayıplardan temiz olmak.
İSTİSAR
Kolaylaşmak, kolay olmak.
İSTİSAR
Bir şeyden fazla miktarda alma, çoğaltmağa çalışma.
İSTİ'SAR
Esir olma veya esir etme.
İSTİ'SAR
Seçme, ayırma, intihab etme. * Seçip benimseme.
İSTİ'SAR
Bir işin güç olmasını arzulama.
İSTİSARE
Toz savurma, tozutmak, toz kaldırma. * Fesatçılık ve fitnecilik yapmak.
İSTİSBAT
(Sebt. den) Acele etmeyip tedbirli ve hesaplı davranma.
İSTİSDAD
(Sedad. dan) Doğruluk, dürüstlük.
İSTİSFA
Madeni eritip tasfiye etmek, hâlisini almak.
İSTİSGAR
Küçümsemek. Küçük görmek. Kerih görmek.
İSTİSHAB
(Sohbet. den) Yanına alma. Birlikte götürme, beraber götürme.
İSTİSHAB
Fık: Mazide sabit olup bilâhare zâil olduğu bilinmeyen bir şeyin hâlâ devam ettiği sayılmasıdır. (Birisinin ölümüne dair kat'i haber olmasa sağ sayılması gibi.)
İSTİSHABEN
Beraber götürerek, yanına alarak.
İSTİSHAL
Kolay saymak. Bir şeyi kolay addetmek.
İSTİSHAR
Alay etme, zevklenme, eğlenme.
İSTİSKA'
(Saky. den) Su isteme. Susama. * Yağmur duasına çıkma. * Vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı.
İSTİSKAL
Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek.
İSTİSLAF
(Selef. den) Birinin yerine geçme. Selef olma.
İSTİSLAL
Çekip çıkarma, sıyırma.
İSTİSLAM
Uyma, tabi olma. * Müslümanlığı kabul etme. İslâm olma. * Yolun ortasından gitme.
İSTİSMAR
Menfaatine âlet etmek. İşletmek. * Kıymetlendirmek. Sömürmek.
İSTİSNA
Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır: $
İSTİSNAAT
(İstisna. C.) İstisnalar, müstesna kılmalar, ayırmalar.
İSTİSNAÎ
İstisnaya âit. Ayırmayla alâkalı.
İSTİSNAN
İhtiyarlama, yaşı ilerleme, yaşlılanma.
İSTİSRA'
(Sür'at. den) Sür'atlendirme, hızlandırma, çabuklaştırma.
İSTİSRAR
Odalık alma.
İSTİSVAB
(Savab. dan) Doğru bulma, mâkul görme, beğenme.
İSTİSVABEN
Beğenerek, doğru bularak, mâkul görerek.
İSTİSVABGERDE
f. Beğenilmiş. Doğru bulunmuş, tasvib olunmuş, mâkul görülmüş.
İSTİ'ŞA
Ateş ışığıyla yol yürüme.
İSTİŞ'AR
Bir mes'elenin yazılıp bildirilmesini istemek. * Kullanmak. * Ürkmek.
İSTİŞARAT
(İstişare. C.) İstişareler, danışmalar, meşveret etmeler.
İSTİŞ'ARAT
(İstiş'ar. C.) Yazı ile bildirilmesini istemeler.
İSTİŞARE
Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak.
İSTİŞAT(A)
(Şatt. dan) Çok kızma, öfkelenme, gazaba gelme. * Coşma, taşma. * (Kuş) hızla uçma.
İSTİŞFA
Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.
İSTİŞFA'
Birisinin yardımını istemek, şefâat dilemek.
İSTİŞFAEN
Derdine derman aramak gayesiyle. Şifa istemek suretiyle.
İSTİŞFAF
(Şeffaf. dan) Şeffaf ve saydam olma.
İSTİŞHAD
Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek. * Şehid olmak.
İSTİŞHADAT
(İstişhad. C.) Şâhid göstermeler, delil olarak misâl göstermeler. * Şehid olmalar.
İSTİŞHADEN
Şâhid göstererek, şâhid getirerek.
İSTİŞHAR
Şöhret sahibi olmak. Şöhret kazanmak.
İSTİŞKAL
Zorlaştırma, güçleştirme, müşkülât verme.
İSTİŞMAM
Koklamak. Kokusunu almak. * Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak. * Uzaktan haber almak.
İSTİŞRA
Satın alma. Satın almak isteme.
İSTİŞRAB
İmâ ederek ve kapalı olarak anlatmak isteme. * İçmek isteme.
İSTİŞRAF
Ellerini güneş ışığına siper etme.
İSTİ'TA
(Atâ. dan) Bahşiş istemek. Atiyye istemek.
İSTİTAAT
(Tav'. dan) Tâkat getirmek. Kudreti ve gücü yeter olmak.
İSTİ'TAB
Kendinden razı, hoşnut etme.
İSTİTABE
Hoş ve iyi bulma.
İSTİTABE
Tövbe ettirme. Tövbe teklif etme.
İSTİTAF
Kaplama, ihtiva etme.
İSTİ'TAF
Yardım taleb etme. * Acımayı isteme.
İSTİ'TAFKÂRANE
f. Şefkat, merhamet isteyene yakışır halde.
İSTİTAL
Gözyaşları inci gibi dökülme. * Birbiri ardınca çıkma. Birbirinin peşinden çıkma.
İSTİTALE
Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek. * Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak. * Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir. * Tıb: Vücutta bazı organların uzaması.
İSTİT'AM
Yemek isteme. Yiyecek şeyler taleb etme.
İSTİTAN
Vatan edinme, bir yerde yerleşme, yurt edinme.
İSTİTAR
Yazma.
İSTİTAR
Kapanmak, örtünmek.
İSTİTARE
Gönderme veya gönderilme. Yollanma. * Uçurma veya uçurulma.
İSTİTARE
Örtülecek, perdelenecek şey.
İSTİTBA'
Tâbi olmayı istemek. Peşinden sürüklemek.
İSTİTBAB
(Tıbb. dan) Doktora başvurma, kendini hekime gösterme. * İlâç arama. * Çare isteme, derdine devâ arama.
İSTİTMAM
(Tamam. dan) Tamamlama, tamamlamağa çalışma. Tamamlamasını isteme. Bitirmek için uğraşma.
İSTİTRAB
Sevinmeyi, süruru istemek.
İSTİTRABÎ
Sürur ve sevinmeyi istemeğe dâir.
İSTİTRAD
Edb: Bir söz söylerken o fıkra içinde başka bir bahis nakletmek.
İSTİTRADEN
Edb: Bir bahis anlatırken, söz gelimi, başka bir mes'eleyi de anlatıvermek suretiyle.
İSTİTRADÎ
İstitrad ile alâkalı. Asıl mevzudan olmayan.
İSTİTRADİYAT
(İstitrad. C.) İstitrad şeklinde söylenen sözler.
İSTİTRAF
(Turfe. den) Hiç görülmemiş bir şey sayma. * Şubelendirme, dallandırma.
İSTİVA
Müsavi oluş. Temasül. * İ'tidal, istikamet ve karar. * Kemalin sâbit olması. * Kaba kuşluk zamanı. * Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak. * İstila eylemek.
İSTİVA-Yİ SİNN
Kırk yaşlarına gelme.
İSTİVFA
Vefa istemek.
İSTİYA'
Kötü davranma. Fena muamelede bulunma.
İSTİYAK
Misvâk kullanma.
İSTİYAS
(Ye's. den) Ye'se düşme, ümitsizlenme.
İSTİZA'
Işıklanma, aydınlanma.
İSTİ'ZAB
Birşeyi tatlı bulmak, tatlı saymak. Tatlı su istemek.
İSTİZADE
(Ziyade. den) Arttırılmasını arzulama, çoğaltılmasını isteme.
İSTİZAE
(Ziya. dan) Işıklanma, aydınlanma, ziyalanma, nurlanma.
İSTİZ'AF
(Za'f. dan) Zayıf ve âdi görme, küçümseme.
İSTİZAH
Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek. * Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual.
İSTİZAHEN
Bir şeyin açıklanmasını isteyerek.
İSTİZALE
(İzale. den) Yok edilme, izale olma.
İSTİ'ZAM
Büyük tutmak ve büyük tanımak. * Gururlanmak. Kibirlenmek.
İSTİZAN
Bir hususta izin istemek. İzin için danışmak.
İSTİ'ZAR
Özür ve afv dileme.
İSTİZARE
Ziyaretine gelinmesini isteme veya ziyarete gelmesi istenilme.
İSTİZHAN
Akıl etmek, düşünmek.
İSTİZHAR
Dayanmak. Güvenmek. Arka vermek. * Yardım istemek. Zahîr istemek. * Ezberlemek. * Aşikâr etmek.
İSTİZKÂR
(Zikr. den) Hatıra getirme, hatırlama. Tahattur etme. * Ezberleme, ezber etme.
İSTİZLAL
(Zıll. dan) Gölgelenme. Gölge altına girme. * Sığınma, himâyesine girme. * Gölgede oturma.
İSTİZLAL
(Zill. den) Aşağılık ve zelil görme. * Bayağı ve âdi görülme.
İSTİZLAL
(Zelle. den) Ayağını kaydırmak istemek.
İSTİZMAM
Zemmetme, yerme, tenkid etme. * Kötü ve beğenilmeyen işler yapma.
İSTİZMAR
(Zamir. den) Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksad ve niyetini anlamağa çalışma.
İSTİZRAF
(Zerafet. den) Zarif görünme, incelik gösterme. Zerafet gösterme.
İSTUH
f. Âciz, güçsüz, kuvvetsiz. Perişan, mahzun, biçare.
İSVİDAD
Kararma, kara olma, esmerleşme. Siyahlanma.
İSVİDAD-I CİLD
Cildin kararması, esmerleşmesi.
İSYAN
İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak.
İŞA
(Ağaç) çiçek açma.
İ'ŞA'
Akşam yemeği verme.
İŞ'A'
Güneş, ışığını dağıtma. Şuâlanma.
İŞA'
(Bak: Işa)
İŞAA
Bir haberi yaymak, duyurmak. Bir şeyin şuyuuna, yayılmasına sebeb olmak.
İŞAAT
(İşâa. C.) Haber yaymalar.
İŞAAT-I KÂZİBANE
Kötü niyetlerle yalan haberler yayma.
İŞ'AB
Ölme, irtihal etme.
İŞABE
Saç ve sakal ağartma, beyazlatma. Genç yaşta saç ve sakal ağarması.
İŞADE
Çağırmak. Sesini yükseltmek. * Dünyevi matluba yetişmek. * Binayı yükseltmek.
İŞAEYN
(Bak: İşâân)
İŞAHA
Misvâk kullanma.
İŞA'-İ EŞCAR
Ağaçların çiçek açması.
İŞ'AL
Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek.
İŞAR
Birlikte geçinmek, muâşeret etmek. Hoş geçinmek.
İŞ'AR
Yazı ile haber vermek. Anlatmak, bildirmek.
İŞARAT
İşaretler.
İŞ'ARAT
(İş'ar. C.) Tebliğler, bildirmeler.
İŞARAT-ÜL İ'CÂZ
İ'caza dair işaretler.
İŞARAT-ÜL İ'CAZ Fİ MEZAN-İL ÎCAZ
Îcaz zannolunan yerlerdeki i'caza işaretler. * Risale-i Nur Külliyatından bir kitap ismidir.
İŞARET
Bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya parmakla) göstererek bildirmek. * Nişan, alâmet, belli bir iz. * Ist: Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle verilen emir. (Münasebat-ı tevafukiye eğer taaddüt etse ve ayrı ayrı cihetinden bir hâdiseye muvafık gelse, hem bilhassa makama mutabık, hem bilhassa kelâmın mânâsına muvafık ve müeyyid olsa, o muvafakat o vakit işaret derecesine çıkar. Evet muzaaf münasebet, işarettir. M.)
İŞARET-İ ÂLİYE
Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı. * Sadaret makamından çıkan emirler.
İŞBA'
Doyurmak, açlığı gidermek. Doymak. * Fiz: Bir sıvının içinde, belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması. * Edb: Arap nazmında, kafiye veya vezin zaruretinden dolayı kelimeye bir harf ilâve etme.
İŞBAŞI
t. Bir işte çalışanların başı, reisi. * İşe başlama saati.
İŞBU
İşte bu. Bu, şu.
İŞCA'
Yenme, ezme. * Kederlendirme, hüzün verme, üzme.
İŞCAR
(Şecer. den) Ağaç yetiştirme. Ağaçlandırma.
İŞCAZ
Kederlendirme, üzme, hüzün ve gam verme.
İŞE
f. Orman, sık ağaçlık. * Câsus, hafiye.
İŞFA'
(Şifâ. dan) Hastaya şifalı şeyler verme. Hastanın iyileşmesi için çeşitli çarelere başvurma.
İŞFAF
Üstün tutma.
İŞFAK
Acıyarak sakınma. Şefkat ve inayet etme. * Sevme. * Sakınma ve korkma. * Azaltma. * Lütfetme, bağış, ihsan.
İŞGAL
Zabtetme, istilâ etme. * Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma.
İŞGENE
f. İhiyarlıktan veya kızgınlıktan dolayı yüzde hâsıl olan buruşukluk.
İŞGERE
f. Şâhin, atmaca ve doğan gibi av için kullanılan terbiye görmüş kuş.
İŞGERF
f. Dayanıklı, sağlam, kalın. * Şan, nam, ün, şeref.
İŞGUH
f. Yere yıkılış, yüz üstü kapanış.
İŞGÜÇ
t. Meşguliyet, vazife, memuriyet.
İŞGÜFE
f. İstifrağ, kusma. * Çiçek.
İŞGÜZAR
f. Becerikli, çalışkan. * Kendini göstermek için gerekmezken işe karışan.
İŞHA'
Ağız açma, ağzını açma.
İŞHA'
(Şehi. den) İstenileni verme. * Göz dikme, almak isteme.
İŞHAD
Delil getirme, delil olarak gösterme. Şehadet ettirme, şâhid gösterme. * Şehid olma.
 
İŞHAR
Ün alma, meşhur olma, şöhret kazanma. * Kadın, doğum yapacağı aya girme.
İŞHAS
Gitme zamanı gelip çatma. * Tedirgin ve rahatsız etme.
İŞHAS
Fesatçılık ve dedikoduculuk yapma. Çekiştirme. Gıybet etme.
İŞHAZ
Keskinleştirme, bileme.
İŞHAZ-I SEYF
Kılınç bileme.
İŞKA'
Şikâyet ettirme. * İntikam alma, öç alma. * Darıltma, gücendirme.
İŞKA'
Şaki ve bedbaht eylemek.
İŞKÂL
Güçleştirme, müşkilleştirme. * Zorlaştırma. * Şüpheli ve karışık olma.
İŞKAMPAVİYA
İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeğinde geminin bordasına götürülerek geminin tulumbasıyla içindeki su nakledilirdi. (O.T.D.S.)
İŞKÂR
f. Av. * Avlama.
İŞKEMBE
f. Geviş getiren hayvanların midesinin en büyük kısmı. * Karın.
İŞKENCE
F. Eziyet, azab.
İŞKESTE
f. Kırık, bitik. Kırılmış.
İŞKİL
f. Şüphe, vesvese. Vehimlenmek. * Hile, tezvir. * Sağ ön ayağı ve sol arka ayağı beyaz olan at.
İŞKÜFE
f. Çiçek.
İŞKÜNC
f. Çimdik.
İŞLEK
t. Çok işler, fazlaca işlenen. * Tecrübeli, idmanlı, alışık.
İŞMAM
Hafif olarak duyurmak, koklatmak. Hissettirmek. * Kibirden dolayı başı dik yürümek. * Tecvidde: Bir harfe zamme veya kesre vermek ve bunu hafifçe hissettirmek. Harfin sesini genizden hissettirmek, biraz duyurmak, harfi çıtlatmak.
İŞMAR
Göz kırpma, işaret.
İŞMİ'ZAZ
Can sıkma, üzülme, yüzünü ekşitme. * Titreyip ürperme.
İŞNUŞE
f. Aksırık.
İŞPİHTE
f. Su sızıntısı. * Yayılmış, saçılmış.
İŞPORTA
(Arnavutça) Seyyar satıcı tezgahı. * Yayvan yemiş sepeti.
İŞRAB
(Şürb. den) İçirme veya içirilme. * Bir maksadı açıktan değil de, dolayısıyla gösterme. Kapalı surette anlatma.
İŞRAF
Yüksek bir yere çıkma. Yüksek bir yerden bakıp anlama. * (Hasta) ölüm döşeğinde olma.
İŞRAK
Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak. * Güneşlik yere dahil olmak. * Mc: Kalbe mânaların doğması.
İŞRAK
Allah'a şerik koşma. Allah'tan başkasından medet bekleme.
İŞRAKÎ
Bâtıl İşrakiye felsefesine mensub. İşrakiyyunun dalâletten ve şirkten ibaret bâtıl ve hurafe fikirleri.
İŞRAKİYYE
İşrakiyyunların bâtıl ve hurafe mesleği. (Bak: Akl-ı evvel)
İŞRAKİYYUN
İşrakiyye felsefesi ile iştigal eden ve ehl-i şirk olan feylesoflar. (Bak: Akl-ı evvel)
İŞRET
İçki. Alkollü meşrubat. * İçki içme. Alkollü içki kullanma.
İŞRETGÂH
f. İşret edip içki içilecek yer.
İŞRETHANE
f. İşret yapmaya mahsus yer. Meyhane. * Mc: Bu dünya.
İŞRETKEDE
f. İşret yeri. İşrethane.
İŞRETSAZ
f. İşret eden, içki içen.
İŞRÎN
(İşrûn) Yirmi. (20)
İŞRİRAK
Ağlaya ağlaya boğulma derecesine gelme.
İŞSA
(Teşsi') Ayakkabısına tasma takma, kayış geçirme.
İŞTAT
Dağıtma veya dağıtılma.
İŞTAT
Adaletsizlik edip hükümde zulmetme.
İŞTEK
f. Çocuk kundağı.
İŞTİAL
Tutuşma. Parlama. Alevlenme. * Mc: Şiddetlenme.
İŞTİALÂT
(İştial. C.) Parlamalar, alevlenmeler, yanmalar, tutuşmalar. * Mc: Şiddetlenmeler.
İŞTİBAH
Şüphelenmek. Şüphe etmek. * Kolay fark olunmaz derecede benzemek.
İŞTİBAK
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek. * Karşılıklı birbirine geçmek. * Perişanlık. * Zâhir olmak. * Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
İŞTİCAR
Zıdlaşma. * Elini çenesine koyarak, dirseğinin üzerine dayanma.
İŞTİDAD
(Şiddet. den) Şiddetlenme. * Sertleşme, katılaşma. * Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.
İŞTİFA'
İyi olma, şifa bulma.
İŞTİGAL
Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak.
İŞTİGALAT
(İştigal. C.) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.
İŞTİHA
Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu. * Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.
İŞTİHAB
Ağarma, beyazlama, kırlaşma.
İŞTİHA-ENGİZ
f. İştiha açıcı, iştah verici.
İŞTİHAR
Meşhur olma. Tanınma. Ün alma.
İŞTİKÂ'
(Şekva. dan) Şikâyet etme, şekvada bulunma.
İŞTİKAK
Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri. * Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. * Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. İk.M.)(Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. Mehmed Akif)
İŞTİMAL
İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.
İŞTİMAM
Gereği gibi koklamak. Koku duymak.
İŞTİN
Toprak kandil.
İŞTİRA
Satın almak. Mübayaa etmek.
İŞTİRAK
Ortak olmak. Ortaklık etmek. Bir işde yer almak. Hissedâr olmak. * Bir lâfızda çok mânalar müşterek olması. Meselâ: "Ayn" kelimesi. Hem göz, hem de kaynak mânasına gelir.
İŞTİRAK-I LİSAN
Lisan ortaklığı. Aynı dili konuşma keyfiyeti.
İŞTİRAKÎ
Ortaklığa ait, ortaklıkla alâkalı. * Komünist.
İŞTİRAKİYYE
Komünistlerin bir nazariyesi olan sosyalistlik.
İŞTİRAKİYYUN
Komünist sosyalistler.
İŞTİRAT
(Şart. dan) Şarta bağlama, şarttlaşma.
İŞTİTAT
Zulmetme. Haksızlık etme. Hükümde ve sair işlerde eziyet etme.
İŞTİTAT
Dağılma. Perişan olma.
İŞTİVA'
Kızarma, pişip yenecek duruma gelme.
İŞTİVA-YI LAHM
Etin kızarması.
İŞTİYAK
Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
İŞVE
Güzellerin gönül çeken naz ve edâsı. Gönül çekici tavır.
İŞVEBAZ
f. Naz edici, edâ yapan, cilveli. * Meşhur bir cins lâle.
İTA
Edb: Kafiyenin bir mânada olarak aynen tekrar edilmesi.
İ'TA
Vermek. Bahşetmek. İhsan etmek.
İTAAT
Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek.
İTAB
Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.
İTAB
Kolsuz ve yakasız kadın gömleği.
İ'TAB
Şikâyeti kendisinden def' ile razı ve hoşnud etmek. Hoşlandırmak. * Hışım etmek.
İ'TAB
Öldürme, katletme. Helâk etme.
İT'AB
Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek.
İTABNAME
f. Azarlama mektubu.
İTAD
İnekten süt sağarken, hayvanın ayağına geçirilen ip.
İTAD
Kazık çakma.
İTAHA
Bir şeyi tamamlama, yapıp bitirme, hazır etme.
İ'TAK
Esir, köle veya cariyeyi serbest bırakma.
İTALE
Uzatmak. Sözü uzun etmek. Tatvil-i kelâm etmek. * Birini zemmetmek, ayıplamak.
İTALE-İ DEST
El uzatma, hıyânet etme.
İTALE-İ LİSÂN
Dil uzatma, kötü şeyler söyleme.
İTALİK
Fr. Üstten sağa doğru yatık matbaa harfi.
İT'AM
İkiz doğurma.
İT'AM
Yemek yedirmek. Doyurmak. Taam vermek.
İT'AMİYYE
Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat.
İTAN
Vatan sayma, yurt kabul etme.
İTAR(E)
Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme. * Dikkat ve hiddetle bakma.
İTARE
(Tayerân. dan) Uçurma veya uçurulma. * Hızla gönderme, yollama. * Otomobil tekeri.
İTARE-İ KEBUTER
Güvercin kuşu uçurma.
İTARE-İ NAME
Sür'atle ve hevesli bir şekilde mektub yollama.
İT'AS
Öldürme, katletme.
İTAŞ
(Atş. dan) Susuz bırakma, susuz olma.
İTAT
Düşmanlık, zıtlık, adavet, muhasame.
İTAVE
(C.: Etâvâ) Rüşvet verme.
İ'TA-YI MA'LUMAT
Malumat verme. Bilgi verme.
İTBA'
Tâbi' kılmak. Ardına katmak. * Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.)
İTBAK
(Itbak) Kaplamak. Kapamak. Kapaklamak. * İttifak etmek. * Tecvidde: Harf okunduğunda, dilin üst damağa kapanması. (Bu halde okunan harfler sad, dât, tı, zı harfleridir. (Bak: İdbak)
İTBAL
Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme.
İTDAN
Islanma veya ıslatma.
İTFA'
Söndürme. Bastırma. Dindirme. * Bir borcu ödeyerek bitirme. * Fizikte: İntizamlı ve eşit zamanlarla sallanan bir hareketin yavaş yavaş azalarak sıfıra inmesi.
İTFAİYYE
Yangın söndürme birliği, teşkilâtı.
İTFAL
İnsan vücudunun fenâ bir şekilde kokması.
İTFA-Yİ HARİK
Yangının söndürülmesi.
İTHAF
Hediye etmek. Armağan vermek. * Edb: Birisinin nâmına eser yazmak.
İTHAFNAME
f. Bir eserin bir kimse adına olduğunu gösteren yazı.
İTHAM
Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
İTHAMÎ
İthamla ilgili.
İTHAMNAME
f. İddianame.
İTİ
Keskin, kesen. * Mc: Sert, acı.
İ'TİBAR
(İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
 
Geri
Top