K
Osmanlı alfabesinin yirmidördüncü harfi olan kaf ile, yirmibeşinci harfi olan kef harfini karşılar.
KA'
(C.: Akva') Düz yer.
KAA
Ev avlusu.
KAA'
Acı su.
KAAKI'
Birbiri ardınca meydana gelen gök gürlemesi.
KAAN
Hükümdar, hâkan.
KAARET
Derinlik.
KAARET-İ DERYÂ
Denizin derinliği.
KAAS
Boynu göğüse girmek.
KAAT
Gadap, hiddet, öfke. * Darlık. * Yaşlı koyun. * Davar memesi. * Bağırma ve çığlık şiddeti.
KAB
Çok eski devir silâhlarından olan yayın kabzası (tutacak yeri) ile köşesi arasındaki mesafe, her "yay" da "iki kab" olan miktar.
KA'B
(Ölm: Hi: 32) Yahudi âlimlerinden olup İsrailiyatı İslâmiyet'e en çok aktaranlardan biridir. Hz. Ebubekir devrinde Müslüman olmuştur. Sa'lebi ve Kisai gibi İslâm tarihçileri ondan çok rivayetlerde bulunmuşlardır.
KA'B
Topuk kemiği, ayak bileği, aşık kemiği. * Mc: Şan, şeref, mecd, büyüklük. * Geo: Sekiz yüzlü, sekiz köşeli (mükâb) cisim.
KA'B
Yemek yemek. Su içmek.
KA'B
(C.: Kıâb) Ağaç çanak.
KAB'
Seyahat edip gezmek. * Nefesi tutulmak. * Atın burnu içinden çıkan hırıltı.
KABA'
(C.: Akbiye) Üste giyilen elbise. Kaftan, cübbe.
KABAÇE
f. Entari. Hafif giyecek.
KABADAYI
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi. (O.T.D.S.) * Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
KABAHAT
Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
KABAHÂT
(Kabahat. C.) Kusurlar, kabahatler. Suçlar, çirkin hareketler.
KABAİH
(Kabayih) (Kabiha. C.) Kabahatlar. Çirkin işler, kabih haller.
KABAİL
(Kabile. C.) Kabileler. Bir soydan türemiş cemaatler, silsileler.
KABAİL-İ ARAB
Arap kabileleri.
KABAKULAK
Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.
KABALE
Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet. * Toptan, götürü ile yapılan satış. * Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.
KABAS
Ciğer hastalığı. * Yüksek ve kalın. * Hafiflik. * Neşat, sevinç.
KABA'SER
(C.: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu. * Deniz canavarlarından bir canavar.
KABATÎ
(Kıbtî. C.) Çingeneler.
KABA-YI ÂHENİN
Demirden yapılmış elbise. Zırh.
KABAZA
Hız. Sür'at.
KABB
İnce belli olmak. * Gönlün eğlendiği gönül eğlencesi. * Makara ortasındaki ağaç.
KABBA
İnce belli, zayıf kadın. (Müz : Akbeb)
KABBAN
Büyük terazi, baskül.
KABBE
Yağmur damlası. * Gök gürlemesi.
KÂBBE
Hüzünden ve gamdan dolayı, hali kötü ve kalbi kırık olmak.
KABCE
(C.: Kubec-Kibâc) Keklik kuşu.
KABE
Yumurta.
KABE
Usanmak, bıkmak. * Kırılmak.
KÂ'BE
(Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhisselâm'ın Kâbe'yi bina ederken, yahut insanları hacca davet ederken, üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. Tavaf namazı burada kılınır. Kâbe'nin ilk inşası Hz. Âdem (A.S.) tarafından olduğuna dair rivayetler vardır. Bedahetle malûm olan ise; Sahih-i Buharî Tercümesine ve çok kıymetli delillere binaen İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar inşa etmişlerdir. Bu husus âyet-i kerime ile de sâbittir.(Beyt-ül Muazzam'ın âmir-i inşası: Allah-ü Zülcelil; mübelliği ve mühendisi: Cibril; ilk bânisi: İbrahim Halil, muavini de İsmail olduğu en sahih rivayet olarak kabul edilmek icabeder... diye Sahih-i Buharî Tercümesinde Hâfız İbn-u Kesir'den nakledilmiştir.) Kâbe kıblegâhtır. Üzerine farz olan müslümanların, hacc zamanında gidip ziyaret etmeleri icabeden en mühim ve en büyük mabedimiz.
KÂ'BE-İ KEMALÂT
Kemâlât kâbesi. Yâni herkesin teveccüh etmesi gereken en yüksek kemalât merkezi.
KABELE
(C.: Kıbel) Göz boncuğu.
KA'BERÎ
Ailesine, arkadaşına, yoldaşına, kabilesine ve halkına katılık eden, kötü ahlâklı kişi.
KABES
Ateş parçası. * Ateş şulesi. * Öğretmek. * Öğrenmek.
KABET
Kederli ve ıztırablı olma.
KÂ'BETEYN
İki Kâbe. Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Muazzama ile, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ.
KÂ'BET-ÜL ÂMÂL
İsteklerin ve emellerin yönelmiş olduğu yer.
KÂ'BET-ÜL ULYÂ
şerefi ve kudsiyyeti pek yüksek Kâbe.
KAB-I KAVSEYN
İmkân ve vücub ortasında bir makam. * İki yay uzaklığı mesafesi.(... İşte mevcudatın en eşrefi olan zihayat; ve zihayat içinde en eşref olan zişuur; ve zişuur içinde en eşref olan hakiki insan; ve hakiki insan içinde geçmiş vezaifi en azamî bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zât, elbette o mi'rac-ı azîm ile Kab-ı Kavseyn'e çıkacak, Saadet-i Ebediye kapısını çalacak, hazine-i Rahmetini açacak, imanın hakaik-ı gaybiyesini görecek, yine o olacaktır. S.)
KABINA SIĞMAMAK
t. Sabırsızlık, acelecilik. * Şişmanlamak.
KABIZ
Kabzeden, tutan.
KABIZ-I ERVAH
Ruhları kabzeden Hz. Azrail.
KABIZ-I MÂL
Tahsildar.
KÂBİ'
Dolu kap.
KABİA
Kılıç kabzasının başında olan gümüş veya demir.
KABİH
(Kabiha) Çirkin, fena, kötü, yakışıksız, ayıp.
KABİHA
(C.: Kabâih) Çirkin davranış, ayıp iş. Fena muamele.
KABİH-ÜL VECH
Çirkin yüzlü. Suratı, siması güzel olmayan.
KABİL
Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve ileride olan.
KABİL
Gibi, türlü, biraz evvel, az önce. Aşikâr. İleri gelen. Kabul eden. * Sınıf, nevi, soy. * Kefil. * Birbirine muhalif kavimden üç beş kişi.
KABİLE
Kadın ebe. * Kabul edici. * Ses alıcı.
KABİLE
Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.
KABİL-İ EMÂNET
İnsan.
KABİL-İ GAYR-İ TELAKKUH
Gebeliği mümkün olmayan.
KABİL-İ HİTAB
Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse.
KABİL-İ İNKİSAR
Kolaylıkla kırılabilir şeyler, kırılması kolay olan nesneler.
KABİL-İ KIYAS
Düşünülebilen, ölçülebilen, kabul edilebilir olan.
KABİL-İ NESH
Kaldırılması, iptal edilmesi mümkün olan.
KABİL-İ TEMYİZ
Huk: Temyiz mahkemesinde görülebilecek olan dâvalar.
KABİLİYET
Dıştan gelen te'sirleri alabilme gücü. * İstidat, anlayış, kabul edebilirlilik. Kabul edici yüksek bir kuvvete mâlik olmak, olabilirlilik.
KABİN
f. Güveğinin geline verdiği ağırlık, eşya, para.
KABİNE
Fr. Vekiller hey'eti. Bakanlar kurulu. * Küçük oda. * Doktorun muâyene yeri.
KABİR
(Bak: Kabr)
KABİR
Büyük, ulu.
KABİS
Yusuf Aleyhisselâm'ın rüyasında gördüğü yıldızlardan birisi.
KABİS
Hızlı giden at. Süratli at.
KABİSA
Parmak ucuyla yenen şey.
KABİSE
Üveyik kuşu.
KÂBİSE
Ucu üstüne eğri ve kıvrık olan burun.
KABKAB
Karın, batn.
KABKABA
Haykırma, kükreme. (Deve ve arslan hakkında kullanılan bir tâbirdir.)
KABKABA-İ İBİL
Devenin bağırması.
KABKABA-İ ŞİR
Arslanın kükremesi.
KABL
Önce. Evvel. İleride. Evvelki.
KABL-EL BÜLUĞ
Büluğdan evvel.
KABL-EL MİLÂD
İsa'dan (A.S.) önce, milâddan evvel.
KABL-EL VUKU'
Vuku'dan evvel. Olmadan evvel.
KABL-EL VÜCUD
Gelmeden önce.
KABL-ET TAAM
Yemekten önce.
KABL-ET TELAKİ
Buluşmazdan önce.
KABL-EZ ZEVAL
Öğleden önce.
KABL-EZ ZUHR
Öğleden evvel.
KABL-EZ ZUHUR
Zuhurundan ve meydana çıkmadan evvel.
KABLÎ
İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile.
KABLO
Fr. : Telgraf, telefon hatlarında veya elektrik akımı iletmede kullanılan izole edilmiş tellerin bütünü.
KABOTAJ
Fr. Bir ülkenin kendi limanları arasında gemi işletme işi.
KABR
(Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer. (Bak: Âlem-i berzah)
KABR-İ HÂMUŞ
Sessiz mezar.
KABRİSTAN
f. Mezarlık.
KABS
Her şeyin esası, aslı. * Tâlim etmek.
KABS
Parmak ucuyla yemek.
KABSA
Başı büyük ve sivri olan kadın.
KABT
El ile bir şey toplamak.
KABTARÎ
Yünden dokunan bir elbise.
KABUK
Bir şeyin dışındaki sert örtü, kışır. * Bazı hayvanların katı mahfazaları.
KÂBUK
f. Yuva. Kuş yuvası.
KABUL
Bir malı satın almak için kabul ettiğini bildiren sözdür. (Bak: İcab)
KÂBUL
Avcıların kemendi.
KABULGÂH
f. Kabul yeri.
KABUL-İ ADEM
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
KABURGA
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü. * Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
KABUS
Uykuda ağırlık basması. Korkulu ve insanda hareket bırakmayan rüya. Karabasan.
KABZ
Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
KABZ U BAST
Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Sıkıntı ve ferahlık. * Birini diğeri üzerine tercih etme. * Münkabız bir adama ferahlık ve sürurluluk vermek, sevindirmek. * Beyan ve ifâde etmek. * Uzun uzun ve etraflıca anlatmak.
KABZA
Kılınç gibi şeylerin tutacak yeri. Sap. * El, pençe. * Bir tutam, bir avuç şey.
KABZA-İ TÎG
Kılıncın kabzası, sapı.
KABZ-I RUH
Ruhun alınması. Ölmek.
KABZIMAL
Meyve ve sebze yetiştiricileriyle, satıcı arasındaki aracı.
KÂC
f. Küçük bir çeşit çam.
KAD
Gr : İsmiyye veya harfiyye olan bir kelimedir. İsmiyye olduğunda iki vecihle kullanılır. yerine muzari olur. Yetişir, kifayet eder mânasınadır. Yahut kelimesine müradif isim olur. Harfiyye olduğunda dâhil olduğu fiil, tahkik, ümid, rica, intizar, yakınlık, azlık veya çokluk ifade edebilir.
KA'D
Çuval.
KAD'
Men etmek, engel olmak.
KÂD
f. Hırs, tamahkârlık.
KÂD
Mahzun olma, hüzünlü ve kederli olma.
KADAH
Küçük toprak çanak.
KADAH
Çömlek içinde pişen yemeğin kokusu.
KADANA
Forsaların ayağına vurulan zincir.
KADASTRO
Fr. Bir ülkedeki arazi ve mülklerin alanını, sınırlarını ve yerini belirtip plânlama işi.
Osmanlı alfabesinin yirmidördüncü harfi olan kaf ile, yirmibeşinci harfi olan kef harfini karşılar.
KA'
(C.: Akva') Düz yer.
KAA
Ev avlusu.
KAA'
Acı su.
KAAKI'
Birbiri ardınca meydana gelen gök gürlemesi.
KAAN
Hükümdar, hâkan.
KAARET
Derinlik.
KAARET-İ DERYÂ
Denizin derinliği.
KAAS
Boynu göğüse girmek.
KAAT
Gadap, hiddet, öfke. * Darlık. * Yaşlı koyun. * Davar memesi. * Bağırma ve çığlık şiddeti.
KAB
Çok eski devir silâhlarından olan yayın kabzası (tutacak yeri) ile köşesi arasındaki mesafe, her "yay" da "iki kab" olan miktar.
KA'B
(Ölm: Hi: 32) Yahudi âlimlerinden olup İsrailiyatı İslâmiyet'e en çok aktaranlardan biridir. Hz. Ebubekir devrinde Müslüman olmuştur. Sa'lebi ve Kisai gibi İslâm tarihçileri ondan çok rivayetlerde bulunmuşlardır.
KA'B
Topuk kemiği, ayak bileği, aşık kemiği. * Mc: Şan, şeref, mecd, büyüklük. * Geo: Sekiz yüzlü, sekiz köşeli (mükâb) cisim.
KA'B
Yemek yemek. Su içmek.
KA'B
(C.: Kıâb) Ağaç çanak.
KAB'
Seyahat edip gezmek. * Nefesi tutulmak. * Atın burnu içinden çıkan hırıltı.
KABA'
(C.: Akbiye) Üste giyilen elbise. Kaftan, cübbe.
KABAÇE
f. Entari. Hafif giyecek.
KABADAYI
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi. (O.T.D.S.) * Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
KABAHAT
Kusur, çirkin iş, tekdir edilmeğe müstehak hareket.
KABAHÂT
(Kabahat. C.) Kusurlar, kabahatler. Suçlar, çirkin hareketler.
KABAİH
(Kabayih) (Kabiha. C.) Kabahatlar. Çirkin işler, kabih haller.
KABAİL
(Kabile. C.) Kabileler. Bir soydan türemiş cemaatler, silsileler.
KABAİL-İ ARAB
Arap kabileleri.
KABAKULAK
Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.
KABALE
Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet. * Toptan, götürü ile yapılan satış. * Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.
KABAS
Ciğer hastalığı. * Yüksek ve kalın. * Hafiflik. * Neşat, sevinç.
KABA'SER
(C.: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu. * Deniz canavarlarından bir canavar.
KABATÎ
(Kıbtî. C.) Çingeneler.
KABA-YI ÂHENİN
Demirden yapılmış elbise. Zırh.
KABAZA
Hız. Sür'at.
KABB
İnce belli olmak. * Gönlün eğlendiği gönül eğlencesi. * Makara ortasındaki ağaç.
KABBA
İnce belli, zayıf kadın. (Müz : Akbeb)
KABBAN
Büyük terazi, baskül.
KABBE
Yağmur damlası. * Gök gürlemesi.
KÂBBE
Hüzünden ve gamdan dolayı, hali kötü ve kalbi kırık olmak.
KABCE
(C.: Kubec-Kibâc) Keklik kuşu.
KABE
Yumurta.
KABE
Usanmak, bıkmak. * Kırılmak.
KÂ'BE
(Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhisselâm'ın Kâbe'yi bina ederken, yahut insanları hacca davet ederken, üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. Tavaf namazı burada kılınır. Kâbe'nin ilk inşası Hz. Âdem (A.S.) tarafından olduğuna dair rivayetler vardır. Bedahetle malûm olan ise; Sahih-i Buharî Tercümesine ve çok kıymetli delillere binaen İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar inşa etmişlerdir. Bu husus âyet-i kerime ile de sâbittir.(Beyt-ül Muazzam'ın âmir-i inşası: Allah-ü Zülcelil; mübelliği ve mühendisi: Cibril; ilk bânisi: İbrahim Halil, muavini de İsmail olduğu en sahih rivayet olarak kabul edilmek icabeder... diye Sahih-i Buharî Tercümesinde Hâfız İbn-u Kesir'den nakledilmiştir.) Kâbe kıblegâhtır. Üzerine farz olan müslümanların, hacc zamanında gidip ziyaret etmeleri icabeden en mühim ve en büyük mabedimiz.
KÂ'BE-İ KEMALÂT
Kemâlât kâbesi. Yâni herkesin teveccüh etmesi gereken en yüksek kemalât merkezi.
KABELE
(C.: Kıbel) Göz boncuğu.
KA'BERÎ
Ailesine, arkadaşına, yoldaşına, kabilesine ve halkına katılık eden, kötü ahlâklı kişi.
KABES
Ateş parçası. * Ateş şulesi. * Öğretmek. * Öğrenmek.
KABET
Kederli ve ıztırablı olma.
KÂ'BETEYN
İki Kâbe. Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Muazzama ile, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ.
KÂ'BET-ÜL ÂMÂL
İsteklerin ve emellerin yönelmiş olduğu yer.
KÂ'BET-ÜL ULYÂ
şerefi ve kudsiyyeti pek yüksek Kâbe.
KAB-I KAVSEYN
İmkân ve vücub ortasında bir makam. * İki yay uzaklığı mesafesi.(... İşte mevcudatın en eşrefi olan zihayat; ve zihayat içinde en eşref olan zişuur; ve zişuur içinde en eşref olan hakiki insan; ve hakiki insan içinde geçmiş vezaifi en azamî bir derecede, en ekmel bir surette ifa eden zât, elbette o mi'rac-ı azîm ile Kab-ı Kavseyn'e çıkacak, Saadet-i Ebediye kapısını çalacak, hazine-i Rahmetini açacak, imanın hakaik-ı gaybiyesini görecek, yine o olacaktır. S.)
KABINA SIĞMAMAK
t. Sabırsızlık, acelecilik. * Şişmanlamak.
KABIZ
Kabzeden, tutan.
KABIZ-I ERVAH
Ruhları kabzeden Hz. Azrail.
KABIZ-I MÂL
Tahsildar.
KÂBİ'
Dolu kap.
KABİA
Kılıç kabzasının başında olan gümüş veya demir.
KABİH
(Kabiha) Çirkin, fena, kötü, yakışıksız, ayıp.
KABİHA
(C.: Kabâih) Çirkin davranış, ayıp iş. Fena muamele.
KABİH-ÜL VECH
Çirkin yüzlü. Suratı, siması güzel olmayan.
KABİL
Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve ileride olan.
KABİL
Gibi, türlü, biraz evvel, az önce. Aşikâr. İleri gelen. Kabul eden. * Sınıf, nevi, soy. * Kefil. * Birbirine muhalif kavimden üç beş kişi.
KABİLE
Kadın ebe. * Kabul edici. * Ses alıcı.
KABİLE
Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.
KABİL-İ EMÂNET
İnsan.
KABİL-İ GAYR-İ TELAKKUH
Gebeliği mümkün olmayan.
KABİL-İ HİTAB
Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse.
KABİL-İ İNKİSAR
Kolaylıkla kırılabilir şeyler, kırılması kolay olan nesneler.
KABİL-İ KIYAS
Düşünülebilen, ölçülebilen, kabul edilebilir olan.
KABİL-İ NESH
Kaldırılması, iptal edilmesi mümkün olan.
KABİL-İ TEMYİZ
Huk: Temyiz mahkemesinde görülebilecek olan dâvalar.
KABİLİYET
Dıştan gelen te'sirleri alabilme gücü. * İstidat, anlayış, kabul edebilirlilik. Kabul edici yüksek bir kuvvete mâlik olmak, olabilirlilik.
KABİN
f. Güveğinin geline verdiği ağırlık, eşya, para.
KABİNE
Fr. Vekiller hey'eti. Bakanlar kurulu. * Küçük oda. * Doktorun muâyene yeri.
KABİR
(Bak: Kabr)
KABİR
Büyük, ulu.
KABİS
Yusuf Aleyhisselâm'ın rüyasında gördüğü yıldızlardan birisi.
KABİS
Hızlı giden at. Süratli at.
KABİSA
Parmak ucuyla yenen şey.
KABİSE
Üveyik kuşu.
KÂBİSE
Ucu üstüne eğri ve kıvrık olan burun.
KABKAB
Karın, batn.
KABKABA
Haykırma, kükreme. (Deve ve arslan hakkında kullanılan bir tâbirdir.)
KABKABA-İ İBİL
Devenin bağırması.
KABKABA-İ ŞİR
Arslanın kükremesi.
KABL
Önce. Evvel. İleride. Evvelki.
KABL-EL BÜLUĞ
Büluğdan evvel.
KABL-EL MİLÂD
İsa'dan (A.S.) önce, milâddan evvel.
KABL-EL VUKU'
Vuku'dan evvel. Olmadan evvel.
KABL-EL VÜCUD
Gelmeden önce.
KABL-ET TAAM
Yemekten önce.
KABL-ET TELAKİ
Buluşmazdan önce.
KABL-EZ ZEVAL
Öğleden önce.
KABL-EZ ZUHR
Öğleden evvel.
KABL-EZ ZUHUR
Zuhurundan ve meydana çıkmadan evvel.
KABLÎ
İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile.
KABLO
Fr. : Telgraf, telefon hatlarında veya elektrik akımı iletmede kullanılan izole edilmiş tellerin bütünü.
KABOTAJ
Fr. Bir ülkenin kendi limanları arasında gemi işletme işi.
KABR
(Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer. (Bak: Âlem-i berzah)
KABR-İ HÂMUŞ
Sessiz mezar.
KABRİSTAN
f. Mezarlık.
KABS
Her şeyin esası, aslı. * Tâlim etmek.
KABS
Parmak ucuyla yemek.
KABSA
Başı büyük ve sivri olan kadın.
KABT
El ile bir şey toplamak.
KABTARÎ
Yünden dokunan bir elbise.
KABUK
Bir şeyin dışındaki sert örtü, kışır. * Bazı hayvanların katı mahfazaları.
KÂBUK
f. Yuva. Kuş yuvası.
KABUL
Bir malı satın almak için kabul ettiğini bildiren sözdür. (Bak: İcab)
KÂBUL
Avcıların kemendi.
KABULGÂH
f. Kabul yeri.
KABUL-İ ADEM
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
KABURGA
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü. * Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
KABUS
Uykuda ağırlık basması. Korkulu ve insanda hareket bırakmayan rüya. Karabasan.
KABZ
Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
KABZ U BAST
Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Sıkıntı ve ferahlık. * Birini diğeri üzerine tercih etme. * Münkabız bir adama ferahlık ve sürurluluk vermek, sevindirmek. * Beyan ve ifâde etmek. * Uzun uzun ve etraflıca anlatmak.
KABZA
Kılınç gibi şeylerin tutacak yeri. Sap. * El, pençe. * Bir tutam, bir avuç şey.
KABZA-İ TÎG
Kılıncın kabzası, sapı.
KABZ-I RUH
Ruhun alınması. Ölmek.
KABZIMAL
Meyve ve sebze yetiştiricileriyle, satıcı arasındaki aracı.
KÂC
f. Küçük bir çeşit çam.
KAD
Gr : İsmiyye veya harfiyye olan bir kelimedir. İsmiyye olduğunda iki vecihle kullanılır. yerine muzari olur. Yetişir, kifayet eder mânasınadır. Yahut kelimesine müradif isim olur. Harfiyye olduğunda dâhil olduğu fiil, tahkik, ümid, rica, intizar, yakınlık, azlık veya çokluk ifade edebilir.
KA'D
Çuval.
KAD'
Men etmek, engel olmak.
KÂD
f. Hırs, tamahkârlık.
KÂD
Mahzun olma, hüzünlü ve kederli olma.
KADAH
Küçük toprak çanak.
KADAH
Çömlek içinde pişen yemeğin kokusu.
KADANA
Forsaların ayağına vurulan zincir.
KADASTRO
Fr. Bir ülkedeki arazi ve mülklerin alanını, sınırlarını ve yerini belirtip plânlama işi.