Osmanlıcada ''K''ile başlayan kelimelerin anlamları

KÜHURE
Yüzünü pörtürmek.
KÜLA
Kuş kanadının sonunda olan dört telek.
KÜL'A
Devenin arkasında olur bir hastalık. * Koyun sürüsü.
KÜLAE
Tehir etmek, sonraya bırakmak.
KÜLAH
Takke. Kalpak. Baş örtüsü. * Kazıkların toprağa girmesini kolaylaştırmak için uçlarına geçirilen huni şeklindeki demir gömlek.
KÜLALE
f. Çiçek demeti. * Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle.
KÜLAM
Kaba, muhkem ve sağlam yer.
KÜLBE
f. Kulübe.
KÜLBE(T)
Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet. * İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.
KÜLÇE
Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden. * Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.
KÜLEF
(Külfet. C.) Külfetler, zahmetler, sıkıntılar, zorluklar. * Merâsimler.
KÜLENG
f. Turna kuşu.
KÜLFET
Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak. * Merâsim.
KÜLHAN
f. Hamam ocağı. Hamamda su ısıtmak için ateş yakılan yer.
KÜLHANİ
f. Serseri, çapkın, âvâre.
KÜLİÇE
f. Külçe.
KÜLİÇE-İ NÜHAS
Bakır külçesi.
KÜLKÜL (KÜLKÂL)
Kısa boylu bodur adam.
KÜLL
Hep, tüm, bütün. Çok. Cüz'lerden meydana gelen.Bütün cüzlerin şumul ve istiğrak üzere ifadeleri. (L.R.)
KÜLLAB
(C.: Kelâlib) Çengel, kanca. Ucu eğri demir.
KÜLLE
f. Topuk. * Kâhkül.
KÜLLE YEVM
Her gün.
KÜLLÎ
Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün. * Çok, ziyade, fazla. * Man: İnsan dediğimiz zaman küll'ü ve küllîyi ifade etmiş oluyoruz. İnsanın eli, ayağı, kolu, gözü dersek cüz' ve cüz'îyi ifade etmiş oluruz. Dünya denilirse küll; dünyanın karaları, kıt'aları veyahut denizleri dediğimiz zaman küll'ün eczasını ifade etmiş oluyoruz. Küll, cüz'lerden meydana geliyor.
KÜLL-İ A'ZAM
En büyük bütün. En büyük küll.
KÜLLİYAT
(Külliyet. C.) Bütün. Hepsi. Hepsi birden. * Bir müellifin bütün eserleri.
KÜLLİYE
(Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik. * Bolluk, çokluk, ziyadelik. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.
KÜLLİYEN
Kâmilen, tamamen. Cüz'î olmamak üzere. Büsbütün. Tamamıyla, toptan, kâffesi.
KÜLLÜ AMM
Her sene, bütün sene.
KÜLLÜ DAİN
Bütün hastalıklar. Bütün dertler.
KÜLS
Kireç.
KÜLSE
(C.: Ekles) Kireç renginde olmak.
KÜLSUM
Yuvarlak yüzlü. * Yanağı ve yüzü etli olan.KÜLTÜR : Fr. Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi. * Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi. * Terbiye. * Ziraat. * Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma.
KÜLUH
Katı yüzlülük.
KÜLÜNG
f. Taşçı kazması.
KÜLVE
(C: Külu-Külliyât) Dağarcık altına çepeçevre diktikleri deri. * Tirşe dedikleri kayış.
KÜM'
Ev, beyt.
KÜMAHE
f. Nazarlık.
KÜMAN
f. (Bak: Gümân)
KÜMAŞE
Sürat, hız.
KÜMAT
(Kemi. C.) Yiğitler, kahramanlar, savaşçılar.
KÜMDET
Renk değiştirme.
KÜMEYT
Koyu doru at. * Kırmızı şarap.
KÜMM
(C: Ekmâm-Ekmime) Gömlek yeni.
KÜMME
Kavuk.
KÜMMEL
(Kâmil. C.) Kâmiller. Olgunlar. İlmen, dinen ve mânen kâmil olan büyük zatlar. Büyük mâneviyat ve fazilet sahibi insanlar.
KÜMMELÎN
(Kâmil ve kümmel. C.) Kâmiller.
KÜMMÎ
Konik. Koni biçiminde olan.
KÜMSERAT
(C.: Kümsereyât) Armut.
KÜMTE
Kızıllık, kırmızılık, humret.
KÜMTER
(C: Kemâtir) Kısa boylu kaba adam. * Yabani eşek. Vahşi hımar.
KÜMUN
Pusulanıp gizlenmek. * Tıb: Gözde "gümne" denilen bir dumanlı hastalık görünmesi.
KÜMZE
Bir yere toplanmış hurma.
KÜN
Ol mânasında emirdir. Allah (C.C.) bir şeye Kün dese; o şey olur.
KÜN FEYEKÛN
(Bak: Emr-i kün)
KÜNA
f. Arâzi. Tarla. Etrafı çevrilerek ekilen yer.
KÜNAM
f. Kuş yuvası. * Hayvan ini. * İnsanın rahat edip dinleneceği yer.
KÜNAN
f. "Ederek, yaparak, eden, yapan" manâlarına gelerek kelimelere eklenir. Meselâ: (Hande-künân: Gülerek)
KÜNASAT
(Künâse. C.) Künâseler, süprüntüler.
KÜNASE
Süprüntü, zibil, çöp.
KÜNAT
(Kâni. C.) Kinâyeciler. Kinâye söyliyenler.
KÜNBED
f. Kubbe.
KÜNBÜL
Sağlam, dayanıklı, sert, katı.
KÜNC
(Günc) f. Köşe. Bucak. Bodrum.
KÜNC-İ KANAAT
Kanaat köşesi.
KÜNC-İ MİHEN
Mihnet, sıkıntı ve ıztırab köşesi.
KÜNCÜD
f. Susam.
KÜND
Biçimsiz, yakışıksız, kısa. * Kesmez, kör. * Yiğit, cesaretli, cesur. * Anlayışsız. Fehim ve idraki kısa.
KÜNDE
f. Suçlu bir kimsenin ayaklarına geçirilen tomruk. * Kalın ve yüksek ağaç.
KÜNDEKÂR
f. Sedefçi. Kıymetli ağaçları işleyen. Marangoz.
KÜNDGÛŞ
f. Sağır, işitmez.
KÜNDÜR
(C: Kenadir) "Günlük" denilen nesne. * Şişman ve kısa boylu kimse. * Vahşi hımar, yabani eşek. * Büyük çuval.
KÜNDÜS
Saksağan kuşu.
KÜNENDE
f. "Edici, yapıcı" mânâlarına gelerek kelimelere eklenir.
KÜNGÂN
f. Toprak ve çimento gibi şeylerle yapılan su borusu, su yolu.
KÜNGÜRE
f. Kubbenin en yüksek yeri, tepesi.
KÜNH
Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. * Vakit, zaman.
KÜNİŞ(T)
f. Mecusi tapınağı. * Yahudi havrası.
KÜNNAŞE
(C.: Künnâşât) Kök.
KÜNNE
Ev kapısı üstüne yapılan sundurma.
KÜNNES
(Kânis. C.) Yuvasında ve yatağında olan geyikler. * Gündüzün gizlenen, gece görünen seyyar yıldızlar. (Bak: Hunnes künnes)
KÜNTAN
Kısa boylu.
KÜNU'
Yakın olmak.
KÜNUD
Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.
KÜNUN
f. şimdi. El'an.
KÜNUN
Birşeyi gizleme, saklı tutma.
KÜNUZ
(Kenz. C.) Hazineler. Defineler.
KÜNUZÂT
Kenzler. Hazineler.
KÜNÜBDÜR
Kaba nesne.
KÜNYE
Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı olan kâğıt.
KÜPEŞTE
Geminin kenarlarındaki tahta siper. * Parmaklığın üzerindeki düz ve kalın tahta.
KÜRA'
(C: Ekru-Ekâri) İnsanda boyundan aşağısı; hayvanda topuktan aşağısı. * Koyun ve sığır baldırı.
KÜRABE
Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.
KÜRAIYY
Paça satan.
KÜRAN
f. Al renkli at.
KÜRAT
(Küre. C.) Küreler. Yuvarlak olan nesneler.
KÜRAZ
Ağzı dar bardak.
KÜRBAK
Dükkân.
KÜRBE
f. Dükkân.
KÜRBET
(Kerb. den) Sıkıntı. Tasa. Keder. * Belâ. Musibet.
KÜRBET-İ GURBET
Gurbetten dolayı olan keder.
KÜRDABE
Büyük su içinde olan çürüntü.
KÜRDE
(C: Kürüd) Sürülmüş tarla.
KÜRDEVS
(C: Kerâdis) Kemik başı. * At sürüsü.
KÜRDİSTAN
Kürdlerin oturdukları bölge. * İran'ın Ardelân eyaletinin eski adı.
KÜRE
(Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim. * Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.
KÜRE
f. Toprak ocak. Mâdenci ocağı.
KÜRE-İ ARZ
Dünya. (Yuvarlak olduğundan dolayı bu isim verilmiştir.)(Küre-i arz, küçüklüğüyle beraber semâvata karşı gelebilir. Çünki nasılki "Dâimi bir çeşme, varidatsız büyük bir gölden daha büyük" denilebilir. Hem, bir ölçek ile bir şey ölçerek başka yere nakledilen ve onun elinden geçmiş ve ona girmiş çıkmış bir mahsulâtla, zâhiren binler def'a ölçekten büyük ve dağ gibi bir cisimle o ölçek muvâzeneye çıkabilir. Aynen öyle de: Küre-i arz, Cenâb-ı Hak onu san'atına bir meşher ve icadına bir mahşer ve hikmetine medar ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennetine mezraa ve hadsiz kâinata ve mahlukat âlemlerine ölçek ve mâzi denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeşme hükmünde icad etmiş. Her sene kat kat ve katmerli yüzbin tarzda, masnuattan dokunmuş gömleklerini değiştirdiği ve çok def'a dolup mâziye boşaltarak gayb âlemine döktüğü bütün o müteceddid âlemleri ve arzın müteaddit gömleklerini nazara al; yani bütün mazisini hazır farzet; sonra yeknesak ve bir derece basit semavata karşı muvazene et. Göreceksin ki: Arz, ziyade gelmezse, noksan da kalmaz. İşte $ sırrını anla. S.)
KÜRE-İ AYN
Tıb: Göz yuvarlağı.
KÜRE-İ HÂK
Yeryüzü. * Zemin yüzü.
KÜRE-İ HAVA
Dünyayı kaplayan hava tabakası. Atmosfer.
KÜRE-İ KAMER
Ay.
KÜRE-İ ZEMİN
Dünya, küre-i arz.
KÜREK CEZASI
Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.
KÜREMA
(Kerim. C.) Kerimler.
KÜREND
(Küreng) f. Al at.
KÜREVÎ
Yuvarlak. Küre şeklinde.
KÜREVİYAT
(Küreviyet. C.) Küre gibi oluşlar. Küreler. Yuvarlaklıklar.
KÜREVİYET
Yuvarlaklık. Küre gibi oluş.
KÜREYC
Dükkân.
KÜREYVAT
Kandaki küçük yuvarlak cisimler. Küçük küreler.
KÜREYVAT-I BEYZA
Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atlı bir vaziyet-i acibe alırlar.
KÜREYVAT-I HAMRA
Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)
KÜREYVE
(C.: Küreyvât) Küçük yuvarlak.
KÜRH
Sıkıntı, meşakkat, zahmet.
KÜRİZ
f. Hizmetkâr, hâdim, hademe.
KÜRİZÎ
f. Beli bükük ve sefil ihtiyar.
KÜRK
Kızıl, kırmızı, ahmer.
KÜRKÎ
(C: Kürâki) Turna kuşu.
KÜRMİH
f. Çivi, mıh.
KÜRNÜB
Kelem dedikleri lahana.
KÜRR
(C: Ekrâr) Yediyüz bin kırksekiz dirhem. * Ölçek.
KÜRRAS
Pırasa.
KÜRRASE
(C: Kerâris) Elyazma kitapların sekiz sahifeden meydana gelen forması.
KÜRRE
f. Hayvan yavrusu. Sıpa. Tay.
KÜRRE
Deve ve koyun terslerinin parçası.
KÜRRE
(Bak: Küre)
KÜRREC
Top.
KÜRRE-İ HAR
Eşek yavrusu. Sıpa.
KÜRREZ
İki yaşına girmiş doğan kuşu. * Kötü ve hâzık kimse.
KÜRSİ
Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer. * Taht, serir. Erike. Koltuk. * Kaide. * Merkez. * Vazife. * Saltanat, kudret ve mülk. * Başkent, hükümet merkezi. * Mânevi makam. * Arş'ın altına bir semâ tabakası. (Bak: Arş)
KÜRSİ-NİŞİN
f. Tahtta oturan hükümdar, pâdişah. * Vâli. * Câmide vaaz eden.
KÜRSU'
Bilek kemiğinin ucunun serçe parmak tarafında olan yumruca kısmı.
KÜRSÜB
Kesbetmek, kazanmak, çalışmak. * Sert ve sağlam ağaç.
KÜRSÜF
(C: Kerâsif) Pamuk.
KÜRTAJ
Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.
KÜRUB
(Kerb. C.) Kederler, tasalar, kaygılar, gamlar.
KÜRUM
(Kerm. C.) Üzüm kütükleri. Bağ kütükleri.
KÜRUR
Bir şeyin tekrarlanması. * Geri çekmek. * Menetmek, engel olmak.
KÜRUR-U A'VAM
Senelerin birbirini takib etmesi. Yılların ard arda geçmesi.
KÜRUŞ
(Keriş. C.) İşkembeler.
KÜRUZ
Dühul etmek, girmek, dâhil olmak. * Bir kimseye ilticâ etmek, sığınmak.
KÜRÜK
f. Deve yavrusu.
KÜRZ
(C: Karaze) Çan. * Dağarcık, torba.
KÜS'
Tâbi olmak, ittiba etmek, uymak.
KÜSAHA
Süprüntü.
KÜSBE
Bir parça süt ve hurma. * Taamdan veya başka şeyden az iken çoğalıp toplanan nesne.
KÜSBE
Yağı veya suyu çıkartılmış her çeşit nebâti artıklar. Yağ posası.
KÜSBÜRE
Kanbel otu.
KÜSEYRA
Bir dikenli ağacın zamkı.
KÜSEYRE
Hurma koruğu.
KÜSFÜRE
Kanbel otunun tohumu.
KÜSİSTE
(Güsiste) f. Gevşek, uyuşuk, tembel. * Kopuk, kopmuş.
KÜSR
Çok mal.
KÜSSAB
Küçük ok.
KÜSSAR(E)
Kırılan şeyin parçaları.
KÜSSE
Kaba sakal.
KÜSTERDE
f. Döşenmiş, yayılmış.
KÜSTİC
(C.: Kesticât) Mecusiler kuşağı.
KÜSUD
Çekilme, vaz geçme. Ric'at. Gayeye varmadan geri dönme.
KÜSUD
Az nesne.
KÜSUD
Kesad.
KÜSUF
Güneş tutulması. Ay'ın, dünya ile güneş arasına gelerek dünya üzerinde gölge yapması. * Mc: Birisinin felâketli hâlinde çok teessür göstermesi hâli.(Güneşin ve ayın tutulmaları, küsuf ve husuf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yâni gece ve gündüzün nurani âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak ibâdını o vakitte bir nevi ibâdete davet eder. Yoksa o namaz, (Açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesabiyle muayyen olan) ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir. Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki; insan o vakitlerde aczini anlar, dua ile, niyaz ile Kadir-i Mutlakın dergâhına iltica eder... Eğer dua, çok edildiği halde, beliyyeler def olunmazsa; denilmiyecek ki: "Dua kabul olmadı." Belki denilecek ki: "Duanın vakti, kaza olmadı." Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse; nurun alâ nur.. o vakit dua vakti biter, kazâ olur. Demek dua, bir sırr-ı ubudiyettir. S.)
KÜSUF-U CÜZ'Î
Güneşin bir kısmının tutulması.
KÜSUF-U KÜLLÎ
Güneşin tamamının tutulması.
KÜSUL
Tembel, uyuşuk, gevşek.
KÜSUR
(Kesir. C.) Artan parçalar, geri kalan adetler. Artık.
KÜSURÂT
(Küsur. C.) Artan kısımlar, küsurlar, artıklar.
KÜSV
Bir yere yığılmış ve toplanmış nesne. * Az, kalil.
KÜSVE
Az, kalil.
KÜŞ
f. "Öldüren, öldürücü" mânalarına gelerek tamlama yapmada kullanılır. Meselâ: Düşman-küş: Düşman öldüren.
KÜŞA
f. "Açan, açıcı" mânâlarına gelerek tamlama yapımında kullanılır. Meselâ: Dil-küşâ : Gönül açan, gönül açıcı, ferahlık veren.
KÜŞAD
(Küşât) f. Açış. İlk açılış merasimi. * Açma, fethetme. * Yeni yapılan resmi bir yapının ilk defa olarak açılması.
KÜŞADE
(Küşude) Açık. Açılmış. Ferahlı.
KÜŞADETMEK
Açmak. Açış merâsimi.
KÜŞAYİŞ
f. Açıklık. Ferahlık.
KÜŞENDE
f. Öldüren, katil, öldürücü.
KÜŞİŞ
f. Öldürme, öldürüş. Katletme.
KÜŞLE
Hind vilâyetinde yetişen zehirli bir ot kökü.
KÜŞTAR
f. Kesilmiş veya kurban edilmiş koyun. * Et.
KÜŞTE
(C.: Küştegân) f. Öldürülmüş, maktul.
KÜŞTEGÂN
(Küşte. C.) Öldürülmüşler, öldürülmüş olanlar.
KÜŞTEGÂN-I ZİNDE
Şehitler. Şehid olmuş kimseler.
KÜŞTEN
f. Öldürmek.
KÜŞTERE
f. Uzun dülger rendesi.
KÜŞTÎ
f. Pehlivanlık, güreşme.
KÜŞTÎGİR
f. Pehlivan, güreşçi.
KÜŞTÎGİRÎ
f. Pehlivanlık.
KÜŞUD
Memesi küçük davar.
KÜTA'
(C.: Küt'ân) Tilki eniği. * Kötü adam. * Tamamlanmak, toplanmak.
KÜTALE
Ağırlık, sıklet.
KÜTAR
Kereviz.
KÜTBE
Dikiş.
KÜTEH
(Kutah) f. Kısa.
KÜTFANE
(C.: Kütfân-Ketâyif) Çekirgenin evvel kanatlanıp uçanı.
KÜTLE
(Kitle) Bir cismi terkib ve teşkil eden kısımların bütün hey'etine denir. Toplu şey. Deste. Yığın. Külçe.
KÜTT
Malı kazanıp yığan kimse.
 
KÜTTAB
(Kâtib. C.) Kâtipler. * Mektep, okul. * Başı yuvarlak küçük ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirler.)
KÜTÜB
(Kitâb. C.) Kitablar.
KÜTÜBHANE
Kitapların bulunduğu salon veya bina. * Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün. * Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.
KÜTÜBHANE-İ UMUMİYE
Umumi kütübhâne.
KÜTÜB-Ü MENSUHA-İ SEMAVİYYE
İslâma ve bütün beşeriyyete gönderilen Kur'an-ı Kerim'den evvel eski peygamberlere gelen -Tevrat, İncil, Zebur- namlarındaki şimdi hükmü kalkmış olan mukaddes kitablar.
KÜTÜB-Ü MUKADDESE
Mukaddes kitablar.
KÜTÜB-Ü MÜNZELE
Vahiy ile Cenâb-ı Hak tarafından indirilmiş, ihsan edilmiş mukaddes kitaplar.(... Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelâl, Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir; isbat eder. Ve nâzil olan Kur'ân dahi üstündeki i'caz ile gösterir ki; Arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahy vaktindeki vaziyet-i bihuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki; vahiy olup ezelden geliyor, O'na misafir oluyor. M.)
KÜTÜB-Ü SÂLİFE
Geçmişteki eski mukaddes kitaplar.
KÜTÜB-Ü SEMÂVİYYE
Mukaddes kitaplar. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an.
KÜTÜB-Ü SİTTE-İ HADİSİYYE
Hadise dair altı Kitab. Bu eserler en çok tetkik edilmiş, en sahih, en doğru ve mu'teber hadis kitablarıdır.1- Sahih-i Buhâri. Müellifi: Hâfız Ebu Abdullah Muhammed İbn-i Câfii-i Buharî'dir. Sahih hadisleri tesbit için İslâm ilim merkezlerini dolaşmış, hadis âlimlerinden istifade etmiştir. Cumhurun telâkkisine göre Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih kitab ve ilim menbaıdır. Hicri 256'da vefat etmiş olup bu mezkur kitabında 7395 adet hadis nakletmiştir.2- Sahih-i Müslim. Müellifi: İmam-ı Müslim bin El-Haccac. (Hi: 204-261) Kitab-üs-sahihini yüzbin hadisten seçmiş ve onbeş senede vücuda getirmiştir. Mezkûr eserinde 2775 hadis nakletmiştir.3- İbn-u Mâce (Sünen-i İbn-i Mâce). Müellifi: Ebu Abdullah Muhammed Yezidi Kazvinî'dir. Vefatı: Hicri 273 senesidir.4- Ebu Dâvud (Sünen-i Ebu Dâvud 4800 hadisi muhtevidir) Müellifi : Ebu Davud Süleyman Es-Sicistânî'dir. Hicri 275'e kadar yaşamıştır. Câmi-üs-Sünen isimli kitabı meşhurdur. 500 bin hadis hıfzetmiştir. İslâm hukukçuları arasında çok mühim yeri vardır.5- Tirmizî: (Sünen-i Tirmizî). Müellifi: Hâfız Ebu İsa et-Tirmizî olup, hicri 275 de vefat etmiştir.6- Nesaî: (Sünen-i Nesaî) Müctebâ da denir. Müellifi Hâfız Ebu Nesaî olup Hicri 303 tarihine kadar yaşamıştır.Buharî ile Müslim Hadis Kitablarına: "Sahihân"; diğer dört Hadis kitabına da: "Sünen" tabir edilir.
KÜTÜB-Ü TEVARİH
Tarih kitabları.
KÜTÜM
Bir otun yaprağı. (Mersin yaprağına benzer; kına ile karıştırıp boya yaparlar.)
KÜUB
(Küubet) Kızın memesinin büyümesi.
KÜUL
İspirto. Alkol.
KÜUS
(Ke's. C.) Kaplar, çanaklar, çömlekler. * kadehler. Bardaklar.
KÜV'
Bileğin başparmak tarafı.
KÜVAR
(Kivar) f. Petek, bal peteği, kiler. (Bak: Kevare)
KÜVB
(C.: Ekvâb) Kulpsuz bardak. Küp.
KÜVBE
Tavla oyunu. * Dümbelek.
KÜVET
Fr. Leğen olarak kullanılan kapların umumi adı.
KÜVH
(C.: Ekvâh) Penceresiz ev.
KÜVM
Bir yere toplanmış olan bir miktar deve. * Yükseklik, yücelik.
KÜVR
(C.: Ekvâr-Ekvür-Kirân) Deve palanı. * İz. * Ateş yakacak yer. * Arı kovanı.
KÜVRE
(C.: Küvr-Kirân) Ateş yakacak yer. * Düz nâhiye. * şehir.
KÜVS
Göç vakitlerinde çalınan meşhur bir büyük sazın adı.
KÜVSİYY
Küçük yürügen at.
KÜVVARE
(C: Küvvârât) Arı kovanı.
KÜVVE (KİVVE)
(C.: Kivâ) Evin duvarına açılan delik. Pencere.
KÜVVİRET
(Tekvir. den) Toplandı, dürüldü.
KÜVVİRET SURESİ
Kur'an-ı Kerim'de 81. Suredir. İzeşşemsü Küvviret veya Tekvir Suresi de denir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
KÜVZ
(C: Ekvâz-Kizân-Kize) Bardak.
KÜYY
Pencere.
KÜZAZ
Tıb: Tetanos. Sinir gerilmesi.
KÜZAZE
Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.
KÜZB
Küsbe.
KÜZEBZİB
Çok yalancı.
KÜZİNYAK
Bez yıkayanların tokmağı.
KÜZR
Yay gezi.
KÜZUM
Ağzında dişi olmayan yaşlı deve.
 
Geri
Top