KEPAN
f. Büyük terazi.
KEPAZE
İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan. * Tâlim için kullanılır yay.
KEPENEK
f. Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek.
KER
f. Sağır, işitmez. * Kudret, kuvvet. * Maksad ve meram.KERA' : Baldırları ince olmak. * Yağmur suyu.
KER'
(C.: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek. * Yağmur suyu. * (Kız) erkek istemek.
KERA
Turna kuşunun erkeği. * Hafif uyku.
KERA
Uyku, nevm.
KER'A
Çocuk seven kadın.
KERABİS
(Kirbâs. C.) Kumaşlar. Bezler.
KERAD(E)
f. Yırtık ve eski elbise.
KERAHE
(Kerâhiye) Meşakkat, zahmet, şiddet.
KERAHET
İğrenme, iğrençlik, mekruh oluş. İslâmiyetçe iyi sayılmayan şey. * İstenmiyerek, zorla. *Fık: Şer'an yapılmaması sevablı ve hayırlı olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. (Bak: Mekruh)
KERAHET VAKTİ
Güneşin doğuş, batış ve zeval vakti.
KERAHETEN
Kerahet olarak, makbul olmayarak, istenmiyerek.
KERAHİYYET
Mekruh oluş. Kerih ve çirkin olan işin hâli.
KERAİH
(Kerihe. C.) Nefret edilecek ve iğrenç şeyler.
KERAKER
f. Kuzgun. * Karga.
KERAMAT
(Keramet. C.) Kerametler.
KERAME
İzzet, şeref. Küp ağzına koydukları tabak.
KERAMEND
f. Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste.
KERAMET
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
KERAMET-İ ALEVİYE (R.A.)
Hz. Ali Efendimize âid keramet. (Bak: Kaside-i Ercuze)
KERAMET-İ İLMİYE
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet. *İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübelerle ve harika eserleri ile sâbit ve müsellem olarak bir ferd-i ferid-i zaman hâlinde zuhur ve iştihar eden ender evliyâullahtan vücuda gelen ve zuhur eden, nur-efşân, hikmetfeşan ilmi kerâmet, ilmî harika. (Z. Gündüzalp)(Velilerde zuhur eden kerametler de Peygamber'in (A.S.M.) Hak olduğuna bir delildir. Çünkü bu veliler ona tabi' olmakla böyle harika hâllere mazhar olurlar. Ş.)
KERAMET-İ KEVNİYE
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli muhkem bir hücresinde hapis olan bir zatın, orada ibadet ve taatla meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde, aynı zat aynı zamanda çarşıda halk arasında veya câmide görülmesi ve bir zâta şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kasdlar yapıldığı halde, ona zehir tesir etmemesi ve ona düşmanları tarafından kurşun isâbet ettirilememesi ve tayy-ı mekân ve bast-ı zaman gibi hârika hallere mazhar olması gibi hadiselere o zatın "keramet-i kevniyesi" denilmektedir. Bu gibi hârika haller Cenab-ı Hak indinde ve Resul-ü Ekrem (A.S.M.) yanında makbul ve mahbub olan ender velilerde zuhur eder. (Z. Gündüzalp)
KERAN
f. Kenar, uç, âhir, son, nihayet.
KERAN
Sabah.
KERAN TÂ KERAN
Bir uçtan bir uca.
KERAR
Arap kadınlarının takındıkları boncuk.
KERARİS
(Kürrâse. C.) El yazması kitapların sekiz sahifeden ibâret olan formaları.
KERAS
Hilyon ve marulca dedikleri ot.
KERASTE
f. Kereste.
KERB
(C.: Kurub-Küreb) Yeri sürüp aktarmak. * Dar etmek. * Yakın olmak. * Gam, tasa, keder, endişe.
KERBE (KÜRBE)
Gam, tasa, endişe.
KERBELA
Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer.(Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)
KERBELE
Ayaklarda olan gevşeklik. Yürüdüğünde balçık içinde yürür gibi yürümek. * Buğday ve arpa gibi hububatın kalburlanması.
KERD
Sürmek. * Def'etmek, kovmak. * Boyun.
KERDEM
Şişman ve kısa boylu olan adam.
KERDEME
Kısa düşman.
KERDESE
Bağ, kayd. * Ayağı bağlı olan kimsenin yürüyüşü.
KEREB
Kova bağladıkları ip. * Suyu yatıp ağızla içmek. * Hurma ağacının kökü.
KEREBBE
Yaz günlerinde kumlu yerlerde biten bir ağaç adı.
KEREBE
(C.: Kirâb) Suyun aktığı yer.
KEREFS
Kereviz otu.
KEREM
Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
KEREM ETMEK
Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.
KEREMGÜSTER
f. Cömert, mükrim, kerem sâhibi.
KEREMKÂR
f. Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
KEREMPE
Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. * Dağın en yüksek yeri, tepesi. * Geminin baş tarafı.
KEREMPE BURNU
Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.
KEREMPERVER
f. Kerem sâhibi. Eli açık, cömert. Mükrim.
KEREV
f. Örümcek, ankebut.
KEREVET
Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.
KERF
Hımarın, bevlini koklayıp başını yukarı kaldırması.
KERH
İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme. * Zorlama. * Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
KERH
Bağdat şehrinde bir mevziin adı.
KERHEN
İstemiyerek, tiksinerek, zoraki.
KERÎ
Kazmak.
KERÎ
f. Örümcek ağı. * Sağırlık, duymazlık, işitmezlik.
KERİBE
(C.: Kerâyib) Katı, sert.
KERİH
İğrenç, tiksindirici. * Muharebe ve cenkte olan şiddet. * Pis, çirkin, fena şey. * Nefse kerahetlik vercek kabahat.
KERİHE
(C.: Kerâih) Nefret edilecek, iğrenç şey.
KERİHET
Harpte şiddet. * Zahmetli ve meşakkatli olan.
KERİH-ÜL MANZAR
Görünüşü ve manzarası çirkin ve iğrenç.
KERİH-ÜN NEFES
Nefesi ve ağzı pis kokan.
KERİM
Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)
KERİMANE
f. Kerim olana mahsus hâlde. Lutfederek. Kerime hâs bir suretde.
KERİME
Kız evlâd. * Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. * Güzide, seçkin, kıymetli şey. * Vücudun kıymettar yerlerinden her biri.
KERİR
Boğulmuş ses gibi bir ses.
KERİŞ
(C.: Küruş) İşkembe.
KERİYY
Kiraya veren veya kiraya alan. (ikisine de ıtlak olunur.)
KERİZ
Yoğurtan yapılan keş.
KERKEÇ
Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.
KERKER
Karındaş sığır.
KERKERE
Tavuğa çağırmak. * Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
KERKES
f. Akbaba (kuş).
KERKESE
Tereddüt etmek, karar verememek.
KERKÜZ
f. Delil, işâret, alâmet.
KERM
(C.: Kürum) Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu.
KERMARİK
Ilgın ağacının koruğu.
KERME
Etli ve yuvarlak olan uyluk başı.
KERNAF
(C.: Kerânif) Hurma ağacının budaklarının aslı. (Kesildikten sonra ağacında bâki kalır.)
KERNAFE
(C.: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.
KERNEBE
Zengin kadın.KERR : Çekilerek yeniden hücum etmek. * Birşeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelmek. * Devlet. * Gemi halatı. * Hurma ağacına çıkmakta kullanılan urgan.
KERR U FERR
Muharebede geri çekilerek tekrar hücum etmek.
KERRAM
Bağcı.
KERRAR
Harpte, çekilip tekrar saldırmak. Döne döne saldırmak.
KERRAT
Kerreler. Defalar. Çarpım cetveli.
KERRAZ
Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.
KERRE
Bir defa. Bir adet. Bir.
KERREMALLAHU-VECHEHU
Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir. (Bak: Aliyy-ül Murtaza)
KERRETAN
Sabah ve akşam.
KERRUBÎ
Meleklerin büyüğü.
KERRUBİYYUN
(Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.
KERRUS
Büyük başlı.
KERS
Kadının hayız görmesi. * Cebretmek, zorlamak.
KERŞ
Karın. * İşkembe. * Topluluk, cemaat. * Kişinin çoluk çocuğu veya küçük evlâdı.
KERŞA
Karnı büyük kadın. * Parmakları kısa düz taban.
KERŞEB
Yaşlı, ihtiyar. * Hali kötü olan kimse. * Kalın ve uzun nesne. * Arslan. * Çok yiyen, obur.
KERUB
Allah'a en yakın olan melekler.
KERUBİYYUN
(Bak: Kerrubiyyun)
KERV
Top oynamak. * Kapı içini taş ile örmek.
KERVAN
(C: Kirvân-Kerâvin) Balıkçıl kuşu.
KERVAN
f. Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve hey'etle giden yolcular takımı.
KERVANSARAY
Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)
KERY
Kazmak.
KERYAN
Uyuyan kişi, nâim.
KERYE
Tam olmak, tamam olmak.
KES
f. İnsan. Kişi.
KE'S
Çanak. * Kadeh. Dolu kadeh.
KES'
El veya ayak ile bir nesnenin arkasına vurmak. * İttibâ etmek, tâbi olmak. * Yemen'de bir kabile adı.
KES'
Uzun olmak. * Çok olmak.
KESAD
Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.
KESAFET
Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
KESAFET-İ NÜFUS
Nüfus çokluğu, nüfus yoğunluğu, nüfus kalabalığı.
KESALET
Tembellik. Üşenmek. Uyuşukluk. Rehâvet.
KES'AM
Pars (canavar).
KESAN
f. Adamlar. İnsanlar. Kişiler.
KESANE
f. İnsan gibi. İnsana yakışır şekil ve surette.
KESB
Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
KESBÎ
Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
KESB-İ KUDRET
Kudret ve kuvvet kazanma.
KESB-İ MUÂREFE
Bir mevzuda çalışarak ihtisas sahibi olmak. Birbinini tanımak ve alışmak.
KESB-İ SERVET
Para kazanma.
KESB-İ ŞER
şerli bir işi işlemek veya o işe âlet olmak yahut da tarafdar olmak.
KESB-İ VUKUF
Haberi olma. Vukuf sahibi olma. Bilgi edinme.
KESD
Davarı üç parmakla sağmak. * Bir şeyi dişiyle kesmek.
KESE
Kısa yol, kestirme yol. * Mc: Mali iktidar, servet. (Para kesesi manasında olan kelime için Bak: Kise)
KES'E
Bitmek. * Yüksek olmak.
KESEB
Yakınlık, kurbiyet.
KESEL
Tembellik. Uyuşukluk. * Yorgunluk. * Ağırlık.
KESELAN
Tembellik. Yorgunluk. Uyuşukluk.
KE'SEN DİHAK
(Kulpsuz) dolu kadehler.
KESER
Hurma çiçeği.
KESES
Alt dişleri çenesiyle çıkmak. * Dişleri kısa olmak.
KESF
(Güneş veya Ay) ışığını kesme. * Görünmez olma. * Kesmek. * Yaramaz olmak.
KESH
Aksaklık.
KESÎ
f. Bir kimse.
KES-İ BÎKESAN
Kimsesizlerin yardımcısı.
KESİB
Kum tepesi.
KESİD
Sürümsüz, geçmez, aranmaz. Bayağı, aşağı.
KESİF
Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
KESİL (KESLÂN)
(C.: Küsâlâ) Tenbel kimse.
KESİR
Çok. Bol. Kesret üzere olan. * Türlü. Çeşitli.
KESİR
(C: Kesrâ) Parçalanmış, dağıtılmış. Kırılmış.
KESİR-ÜL AHBÂB
Tanıdıkları, bildikleri çok olan.
KESİR-ÜL EVLÂD
Çocukları çok olan. Evlâdı kesir olan.
KESİR-ÜL MÂL
Malı mülkü çok olan. Serveti fazla olan. Zengin.
KESİR-ÜL VUKU'
Sık sık olan, çok vuku bulan.
KESİS
Titremek. Deprenmek. * Eğrilik.
KESİS
Hurma şarabı. * Darı bozası. * Arapların taş üstünde kurutup ve dövüp azık edip yedikleri et.
KESİSA
Avcıların tuzağı.
KESKESE
Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak. * Çabuk kesmek.
KESLAN
Uyuşuk, tembel, gevşek. Yorgun.
KESM
(C: Ekâsim) Bir şeyi eliyle parmaklamak. * Çok miktar atlar.
KESM
Doldurmak. * Ağzına alıp kırmak.
KESR
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak. * Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
KESRA
(C: Ekâsire) Acem meliklerinin lâkabı.
KESRE
Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.
KESRE-İ HAFİFE
İ diye okunan kesre.
KESRE-İ SAKİLE
I diye okunan kesre.
KESRET
Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)(Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik eder. M.)(...Hem bütün âlemlerin Rabbi kesret tabakatında vahdaniyeti ilân etmek istemesine mukabil; en azamî bir derecede bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure O Zâttır. S.) (Bak: Tefekkür)
KESRET-İ ETBA'
Tâbi olanların çokluğu. Tarafdarların kesretli oluşu.
KESRET-İ NUKUD
Para çokluğu.
KESR-İ ÂDİ
Ondalık olmayan kesir. Bayağı kesir. Meselâ: 3/8, 7/20 gibi.
f. Büyük terazi.
KEPAZE
İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan. * Tâlim için kullanılır yay.
KEPENEK
f. Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek.
KER
f. Sağır, işitmez. * Kudret, kuvvet. * Maksad ve meram.KERA' : Baldırları ince olmak. * Yağmur suyu.
KER'
(C.: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek. * Yağmur suyu. * (Kız) erkek istemek.
KERA
Turna kuşunun erkeği. * Hafif uyku.
KERA
Uyku, nevm.
KER'A
Çocuk seven kadın.
KERABİS
(Kirbâs. C.) Kumaşlar. Bezler.
KERAD(E)
f. Yırtık ve eski elbise.
KERAHE
(Kerâhiye) Meşakkat, zahmet, şiddet.
KERAHET
İğrenme, iğrençlik, mekruh oluş. İslâmiyetçe iyi sayılmayan şey. * İstenmiyerek, zorla. *Fık: Şer'an yapılmaması sevablı ve hayırlı olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. (Bak: Mekruh)
KERAHET VAKTİ
Güneşin doğuş, batış ve zeval vakti.
KERAHETEN
Kerahet olarak, makbul olmayarak, istenmiyerek.
KERAHİYYET
Mekruh oluş. Kerih ve çirkin olan işin hâli.
KERAİH
(Kerihe. C.) Nefret edilecek ve iğrenç şeyler.
KERAKER
f. Kuzgun. * Karga.
KERAMAT
(Keramet. C.) Kerametler.
KERAME
İzzet, şeref. Küp ağzına koydukları tabak.
KERAMEND
f. Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste.
KERAMET
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
KERAMET-İ ALEVİYE (R.A.)
Hz. Ali Efendimize âid keramet. (Bak: Kaside-i Ercuze)
KERAMET-İ İLMİYE
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet. *İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübelerle ve harika eserleri ile sâbit ve müsellem olarak bir ferd-i ferid-i zaman hâlinde zuhur ve iştihar eden ender evliyâullahtan vücuda gelen ve zuhur eden, nur-efşân, hikmetfeşan ilmi kerâmet, ilmî harika. (Z. Gündüzalp)(Velilerde zuhur eden kerametler de Peygamber'in (A.S.M.) Hak olduğuna bir delildir. Çünkü bu veliler ona tabi' olmakla böyle harika hâllere mazhar olurlar. Ş.)
KERAMET-İ KEVNİYE
Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli muhkem bir hücresinde hapis olan bir zatın, orada ibadet ve taatla meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde, aynı zat aynı zamanda çarşıda halk arasında veya câmide görülmesi ve bir zâta şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kasdlar yapıldığı halde, ona zehir tesir etmemesi ve ona düşmanları tarafından kurşun isâbet ettirilememesi ve tayy-ı mekân ve bast-ı zaman gibi hârika hallere mazhar olması gibi hadiselere o zatın "keramet-i kevniyesi" denilmektedir. Bu gibi hârika haller Cenab-ı Hak indinde ve Resul-ü Ekrem (A.S.M.) yanında makbul ve mahbub olan ender velilerde zuhur eder. (Z. Gündüzalp)
KERAN
f. Kenar, uç, âhir, son, nihayet.
KERAN
Sabah.
KERAN TÂ KERAN
Bir uçtan bir uca.
KERAR
Arap kadınlarının takındıkları boncuk.
KERARİS
(Kürrâse. C.) El yazması kitapların sekiz sahifeden ibâret olan formaları.
KERAS
Hilyon ve marulca dedikleri ot.
KERASTE
f. Kereste.
KERB
(C.: Kurub-Küreb) Yeri sürüp aktarmak. * Dar etmek. * Yakın olmak. * Gam, tasa, keder, endişe.
KERBE (KÜRBE)
Gam, tasa, endişe.
KERBELA
Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer.(Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)
KERBELE
Ayaklarda olan gevşeklik. Yürüdüğünde balçık içinde yürür gibi yürümek. * Buğday ve arpa gibi hububatın kalburlanması.
KERD
Sürmek. * Def'etmek, kovmak. * Boyun.
KERDEM
Şişman ve kısa boylu olan adam.
KERDEME
Kısa düşman.
KERDESE
Bağ, kayd. * Ayağı bağlı olan kimsenin yürüyüşü.
KEREB
Kova bağladıkları ip. * Suyu yatıp ağızla içmek. * Hurma ağacının kökü.
KEREBBE
Yaz günlerinde kumlu yerlerde biten bir ağaç adı.
KEREBE
(C.: Kirâb) Suyun aktığı yer.
KEREFS
Kereviz otu.
KEREM
Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.
KEREM ETMEK
Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.
KEREMGÜSTER
f. Cömert, mükrim, kerem sâhibi.
KEREMKÂR
f. Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
KEREMPE
Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. * Dağın en yüksek yeri, tepesi. * Geminin baş tarafı.
KEREMPE BURNU
Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.
KEREMPERVER
f. Kerem sâhibi. Eli açık, cömert. Mükrim.
KEREV
f. Örümcek, ankebut.
KEREVET
Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.
KERF
Hımarın, bevlini koklayıp başını yukarı kaldırması.
KERH
İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme. * Zorlama. * Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
KERH
Bağdat şehrinde bir mevziin adı.
KERHEN
İstemiyerek, tiksinerek, zoraki.
KERÎ
Kazmak.
KERÎ
f. Örümcek ağı. * Sağırlık, duymazlık, işitmezlik.
KERİBE
(C.: Kerâyib) Katı, sert.
KERİH
İğrenç, tiksindirici. * Muharebe ve cenkte olan şiddet. * Pis, çirkin, fena şey. * Nefse kerahetlik vercek kabahat.
KERİHE
(C.: Kerâih) Nefret edilecek, iğrenç şey.
KERİHET
Harpte şiddet. * Zahmetli ve meşakkatli olan.
KERİH-ÜL MANZAR
Görünüşü ve manzarası çirkin ve iğrenç.
KERİH-ÜN NEFES
Nefesi ve ağzı pis kokan.
KERİM
Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)
KERİMANE
f. Kerim olana mahsus hâlde. Lutfederek. Kerime hâs bir suretde.
KERİME
Kız evlâd. * Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. * Güzide, seçkin, kıymetli şey. * Vücudun kıymettar yerlerinden her biri.
KERİR
Boğulmuş ses gibi bir ses.
KERİŞ
(C.: Küruş) İşkembe.
KERİYY
Kiraya veren veya kiraya alan. (ikisine de ıtlak olunur.)
KERİZ
Yoğurtan yapılan keş.
KERKEÇ
Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.
KERKER
Karındaş sığır.
KERKERE
Tavuğa çağırmak. * Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
KERKES
f. Akbaba (kuş).
KERKESE
Tereddüt etmek, karar verememek.
KERKÜZ
f. Delil, işâret, alâmet.
KERM
(C.: Kürum) Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu.
KERMARİK
Ilgın ağacının koruğu.
KERME
Etli ve yuvarlak olan uyluk başı.
KERNAF
(C.: Kerânif) Hurma ağacının budaklarının aslı. (Kesildikten sonra ağacında bâki kalır.)
KERNAFE
(C.: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.
KERNEBE
Zengin kadın.KERR : Çekilerek yeniden hücum etmek. * Birşeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelmek. * Devlet. * Gemi halatı. * Hurma ağacına çıkmakta kullanılan urgan.
KERR U FERR
Muharebede geri çekilerek tekrar hücum etmek.
KERRAM
Bağcı.
KERRAR
Harpte, çekilip tekrar saldırmak. Döne döne saldırmak.
KERRAT
Kerreler. Defalar. Çarpım cetveli.
KERRAZ
Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.
KERRE
Bir defa. Bir adet. Bir.
KERREMALLAHU-VECHEHU
Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir. (Bak: Aliyy-ül Murtaza)
KERRETAN
Sabah ve akşam.
KERRUBÎ
Meleklerin büyüğü.
KERRUBİYYUN
(Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.
KERRUS
Büyük başlı.
KERS
Kadının hayız görmesi. * Cebretmek, zorlamak.
KERŞ
Karın. * İşkembe. * Topluluk, cemaat. * Kişinin çoluk çocuğu veya küçük evlâdı.
KERŞA
Karnı büyük kadın. * Parmakları kısa düz taban.
KERŞEB
Yaşlı, ihtiyar. * Hali kötü olan kimse. * Kalın ve uzun nesne. * Arslan. * Çok yiyen, obur.
KERUB
Allah'a en yakın olan melekler.
KERUBİYYUN
(Bak: Kerrubiyyun)
KERV
Top oynamak. * Kapı içini taş ile örmek.
KERVAN
(C: Kirvân-Kerâvin) Balıkçıl kuşu.
KERVAN
f. Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve hey'etle giden yolcular takımı.
KERVANSARAY
Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)
KERY
Kazmak.
KERYAN
Uyuyan kişi, nâim.
KERYE
Tam olmak, tamam olmak.
KES
f. İnsan. Kişi.
KE'S
Çanak. * Kadeh. Dolu kadeh.
KES'
El veya ayak ile bir nesnenin arkasına vurmak. * İttibâ etmek, tâbi olmak. * Yemen'de bir kabile adı.
KES'
Uzun olmak. * Çok olmak.
KESAD
Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.
KESAFET
Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
KESAFET-İ NÜFUS
Nüfus çokluğu, nüfus yoğunluğu, nüfus kalabalığı.
KESALET
Tembellik. Üşenmek. Uyuşukluk. Rehâvet.
KES'AM
Pars (canavar).
KESAN
f. Adamlar. İnsanlar. Kişiler.
KESANE
f. İnsan gibi. İnsana yakışır şekil ve surette.
KESB
Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.
KESBÎ
Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.
KESB-İ KUDRET
Kudret ve kuvvet kazanma.
KESB-İ MUÂREFE
Bir mevzuda çalışarak ihtisas sahibi olmak. Birbinini tanımak ve alışmak.
KESB-İ SERVET
Para kazanma.
KESB-İ ŞER
şerli bir işi işlemek veya o işe âlet olmak yahut da tarafdar olmak.
KESB-İ VUKUF
Haberi olma. Vukuf sahibi olma. Bilgi edinme.
KESD
Davarı üç parmakla sağmak. * Bir şeyi dişiyle kesmek.
KESE
Kısa yol, kestirme yol. * Mc: Mali iktidar, servet. (Para kesesi manasında olan kelime için Bak: Kise)
KES'E
Bitmek. * Yüksek olmak.
KESEB
Yakınlık, kurbiyet.
KESEL
Tembellik. Uyuşukluk. * Yorgunluk. * Ağırlık.
KESELAN
Tembellik. Yorgunluk. Uyuşukluk.
KE'SEN DİHAK
(Kulpsuz) dolu kadehler.
KESER
Hurma çiçeği.
KESES
Alt dişleri çenesiyle çıkmak. * Dişleri kısa olmak.
KESF
(Güneş veya Ay) ışığını kesme. * Görünmez olma. * Kesmek. * Yaramaz olmak.
KESH
Aksaklık.
KESÎ
f. Bir kimse.
KES-İ BÎKESAN
Kimsesizlerin yardımcısı.
KESİB
Kum tepesi.
KESİD
Sürümsüz, geçmez, aranmaz. Bayağı, aşağı.
KESİF
Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
KESİL (KESLÂN)
(C.: Küsâlâ) Tenbel kimse.
KESİR
Çok. Bol. Kesret üzere olan. * Türlü. Çeşitli.
KESİR
(C: Kesrâ) Parçalanmış, dağıtılmış. Kırılmış.
KESİR-ÜL AHBÂB
Tanıdıkları, bildikleri çok olan.
KESİR-ÜL EVLÂD
Çocukları çok olan. Evlâdı kesir olan.
KESİR-ÜL MÂL
Malı mülkü çok olan. Serveti fazla olan. Zengin.
KESİR-ÜL VUKU'
Sık sık olan, çok vuku bulan.
KESİS
Titremek. Deprenmek. * Eğrilik.
KESİS
Hurma şarabı. * Darı bozası. * Arapların taş üstünde kurutup ve dövüp azık edip yedikleri et.
KESİSA
Avcıların tuzağı.
KESKESE
Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak. * Çabuk kesmek.
KESLAN
Uyuşuk, tembel, gevşek. Yorgun.
KESM
(C: Ekâsim) Bir şeyi eliyle parmaklamak. * Çok miktar atlar.
KESM
Doldurmak. * Ağzına alıp kırmak.
KESR
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak. * Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
KESRA
(C: Ekâsire) Acem meliklerinin lâkabı.
KESRE
Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.
KESRE-İ HAFİFE
İ diye okunan kesre.
KESRE-İ SAKİLE
I diye okunan kesre.
KESRET
Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)(Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik eder. M.)(...Hem bütün âlemlerin Rabbi kesret tabakatında vahdaniyeti ilân etmek istemesine mukabil; en azamî bir derecede bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure O Zâttır. S.) (Bak: Tefekkür)
KESRET-İ ETBA'
Tâbi olanların çokluğu. Tarafdarların kesretli oluşu.
KESRET-İ NUKUD
Para çokluğu.
KESR-İ ÂDİ
Ondalık olmayan kesir. Bayağı kesir. Meselâ: 3/8, 7/20 gibi.