SA
f. Benzetme edâtı olan "âsâ" nın hafifletilmişidir. Meselâ: Anber-sâ $ : Anber gibi.
SA
(-Sây) f. Sürücü, süren.
SA'
Vakitler, saatler, zamanlar.
SA'
1040 dirhemlik hububat ölçeği. Kile.
SA'
Çiy, rutubet, şebnem. * Kur'an-ı Kerim alfabesindeki dördüncü harfin adı.
SAAB
Zor, güç, çetin.
SAADE
Yokuş başı.
SAÂDET
Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.
SAÂDET-ÂVER
Saâdet verici.
SAÂDET-BAHŞ
f. Saâdet veren, sevindiren, ferahlandıran.
SAÂDET-HAH
Saâdet isteyen. Saâdet dileyen.
SAÂDET-HANE
f. Büyük bir kimsenin evi.
SAÂDET-İ DÂREYN
İki cihan saadeti, dünya ve âhiret saadeti.
SAÂDET-İ EBEDİYE
Büyük ve ebedî saâdet. Âhiret saâdeti.(Saâdet-i ebediye iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısmı: Allah'ın rızasına, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktır. İkinci kısmı ise; saâdet-i cismaniyedir. Bunun esasları; mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre saâdet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saâdeti ikmal ve itmam eden hulud ve devâmdır. Çünkü saâdet devam etmezse, zıddına inkılab eder.Cennet'te lezzetin devamı mes'elesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet olması zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi, lezzetin zevali de elemdir; hatta zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet bütün mecazî âşıkların eninleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir. Ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş'et eden elemdendir. Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevâlleri daimi elemleri intac ettiği gibi, çok elemlerin zevali de leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartiyle lezzet ve nimet sayılabilir. İ.İ.)(...Saâdet-i ebediyyeye muktazi vardır. Ve o saâdeti verecek Fâil-i Zülcelâl de muktedirdir. Hem harab-ı âlem, mevt-i dünya mümkündür. Hem vâki' olacaktır. Yeniden ihya-yı âlem ve haşir mümkündür hem vâki' olacaktır. S.)(Dikkat edilse şu kâinatın umumunda bir nizam-ı ekmel, bir intizam-ı kasdî vardır. Her cihette reşahat-ı ihtiyar ve lemaat-ı kasd görünür. Hattâ her şeyde bir nur-u kasd, her şe'nde bir ziya-yı irade, her harekette bir lem'a-yı ihtiyar, her terkibde bir şule-i hikmet, semeratının şehadetiyle nazar-ı dikkate çarpıyor. İşte eğer saâdet-i ebediyye olmazsa, şu esaslı nizam, bir suret-i zaife-i vâhiyeden ibaret kalır. Yalancı, esassız bir nizam olur. Nizam ve intizamın ruhu olan mâneviyat ve revabıt ve niseb, heba olup gider. Demek nizamı nizam eden, saâdet-i ebediyedir. Öyle ise, nizam-ı âlem saâdet-i ebediyeye işaret ediyor... S.)
SAÂDET-İ UZMA
Büyük saâdet. Âhiret saâdeti, saâdet-i ebediye.
SAÂDET-MEÂB
f. Saâdet sâhibi. Saâdet bulan.
SAÂDET-MEND
f. Bahtiyar, mutlu. Saâdet bulmuş olan.
SAÂDET-MENDÎ
f. Mutluluk, bahtiyarlık.
SAÂDET-RESAN
f. Saâdete ulaştıran. Saâdet bulan.
SAÂDET-SARAY
Saâdetli saray.
SAÂDET-SARAY-I EBEDİYYE
Ebediyyetin saâdetli sarayı. (Cennet kastediliyor)
SAÂDET-SARAY-I İSTİKBAL
İstikbalin saâdetli sarayı.
SAÂDET-SARAY-I MEDENİYET
Hakikî ve İslâmî bir medeniyet vasıtasıyla olan bir hayat saâdeti.
SAAK
Bir şiddet sebebi ile helâk olmak, ölmek, bayılmak. * Aklın gitmesi.
SAAL
Dikkat.
SAALİB
(Sa'leb.C.) Tilkiler.
SAALİK
Dilenciler. * Serseriler. * Kalenderler. * Dervişler.
SAAN
Suya yakın yerde develerin yattığı yer.
SAAT
Saatler. Vakitler.
SAAT
Bir günün yirmi dörtte biri, saat. Zaman, vakit. Muayyen, belli bir vakit. Altmış dakikalık zaman. * Kıyâmet.
SAAT-İ İCABE
Duaların kabul olduğu ve insanlarca gizli ve gaybî olan, Cuma gününde bir vakit.
SAAT-İ MUHTAR
Uğurlu vakit.
SAB
Bir acı otun suyu.
SAB'
Parmakla işaret etmek.
SA'B(E)
(C.: Sıâb) (Suubet. den) Zor, güç, çetin. * Zorlu, güçlü kuvvetli.
SABA
Hevâ ve nefsine meyletme. Delikanlılık.
SABA
Gün doğusundan esen hoş ve lâtif rüzgâr.
SABA-BERABER
f. Sabâ rüzgârı gibi lâtif ve hafif.
SABABET
Şiddetli sevgi. Âşıklık.
SABAE
Bir dinden bir dine geçmek.
SABAH
Gün doğmasına yakın vakitten, öğle vaktine kadar olan zaman.
SABAHAT
Yüz güzelliği. Güzellik, hüsün ve cemâl.
SABAHAT-I SİMA
Yüz güzelliği.
SABAHGÂH
f. Sabah vakti.
SABAREFTAR
f. (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. * Hoş ve lâtif yürüyüşlü.
SABARET
Kefalet.
SABAT
(C.: Sevâbıt-Sâbâtât) Pazar sokağı, iki duvar arasının örtüsü (altı yol olur.)
SABAVET
Çocukluk, sabilik.
SABAYA
(Sabiyye. C.) Büluğ çağına varmamış küçük kızlar. Kız çocukları.
SABB
Dökmek, akıtmak, boşaltmak. Dökülmek. * Aşık, tutkun.
SABBAG
Boyayan, boyacı. * Deri altındaki boyalı madde.
SABBAR
Çok sabırlı, sabur. (Bak: Sabr)
SABBARE
Soğukluk.
SABBUR
Katı, şiddetli, şedid.
SABEB
(C.: Asbâb) Çukur yer, iniş yer.
SA'BER
Sedir gibi bir ağaç.
SABG
Boyama. Boyanma.
SABGA'
Kuyruğunun ucu beyaz olan koyun.
SABHİD
Bey, emir.
SÂBIK(A)
Geçmiş. Önceki. * Zamanca veya rütbece ileride olan. * Eskiden işlenmiş suç.
SÂBIKA-İ MÜKERRERE
Birden fazla suç işleme.
SÂBIKAN
Bundan önce, evvelce.
SÂBIKÎN-I İSLÂM
En evvel müslüman olan sahabeler. (Bak: Ashab-ı Suffa, Saff-ı evvel)
SÂBIK-UL BEYÂN
Yukarıda söylenillmiş, zikri geçmiş.
SÂBIKÛN (SÂBIKÎN )
(Sâbık. C.) Sâbıklar. Öncekiler. Geçmişler.
SABIRSÛZ
f. Sabrı yakan, sabırsızlık veren.
SABIR-ŞİKEN
f. Sabrı kıran, sabrı bozan.
SABİ
Henüz süt emen çocuk. * Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. * Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
SABİ'
Yavru sesi. * Fil, hınzır ve fâre sesi.
SÂBİ'
(Sabi'a) Yedi, yedinci.
SÂBİAN
Yedinci olarak.
SÂBİ'AŞER
Onyedinci.
SABİB
Susam yaprağının suyu. * Kına yaprağının suyu.
SÂBİG
(Sâbiga) Tam. Tafsilâtlı. Uzun. Bol.
SABİH
(Sabiha) Güzel, latif, şirin.
SÂBİH
Yüzen, yüzücü.
SABİHA
Fecir vakti.
SÂBİHA
(C.: Sâbihât) Gemi. * Yüzen.
SÂBİHÂT
Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler. * Ehl-i imânın ruhları. * Yıldızlar.
SABİÎ
İtaattan ayrılmakla bâtıla meyleden. * Yıldıza tapan sapkınlar veya yıldıza tapan ehl-i dalâlet kimselerden olanlar.
SABİÎN
(Sâbiî. C.) (Aslı: Sâbiiyyun) Yıldıza tapanlar. Sapıklardan olanlar.
SABİKÎN
(Bak: Sâbıkûn)
SABİL
Gezkere denilen nesne. (Onunla ters, balçık ve gayri ne olursa taşırlar). * Yolcu kimse.
SABİR
Altın ismi.
SABİR
(C.: Sıber) Kefil. * Yağmursuz beyaz bulut.
SABİR(E)
Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.
SABİRÎ
Bir çeşit ince giyim eşyası. * Bir cins hurma.
SABİRÎN (SÂBİRÛN)
Sabredenler. (Bak: Sabr)
SABİT
Duran, yerinde durup hareket etmeyen. * Doğruluğu isbat edilmiş olan.
SABİTE
Yerinde durur gibi olan yıldız. * Yerinde durup hareket etmeyen herhangi bir şey. (Seyyare'nin zıddı)
SABİT-KADEM
Mizacı oynak olmayıp işine ve sözünde kararlı olan, yerinde direnen. Sözünde duran.
SABİYY
(C.: Sıbye-Sıbyan) Oğlan. * Meyl ve muhabbet eden kimse.
SABİYYE
Büluğa ermemiş veya memeden kesilmemiş kız çocuk.
SABN
Men'etmek, engel olmak.
SABR (SABIR)
Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.(Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz'etmiş. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için, basamakları; ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebebdir. Sabır ise müşkilâtın anahtarıdır... Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür. Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir, şu sabır takvadır... İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir... Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevkediyor. M.)
SABR-I CEMİL
Allah'tan gelen bir acıya sabretme. Şükrederek sabır.
f. Benzetme edâtı olan "âsâ" nın hafifletilmişidir. Meselâ: Anber-sâ $ : Anber gibi.
SA
(-Sây) f. Sürücü, süren.
SA'
Vakitler, saatler, zamanlar.
SA'
1040 dirhemlik hububat ölçeği. Kile.
SA'
Çiy, rutubet, şebnem. * Kur'an-ı Kerim alfabesindeki dördüncü harfin adı.
SAAB
Zor, güç, çetin.
SAADE
Yokuş başı.
SAÂDET
Mes'ud oluş. Talihi iyi olmak. Mutluluk. Said olmak. Allah'ın rızasına ermiş olmak. Her istediğine kavuşmuş olmak.
SAÂDET-ÂVER
Saâdet verici.
SAÂDET-BAHŞ
f. Saâdet veren, sevindiren, ferahlandıran.
SAÂDET-HAH
Saâdet isteyen. Saâdet dileyen.
SAÂDET-HANE
f. Büyük bir kimsenin evi.
SAÂDET-İ DÂREYN
İki cihan saadeti, dünya ve âhiret saadeti.
SAÂDET-İ EBEDİYE
Büyük ve ebedî saâdet. Âhiret saâdeti.(Saâdet-i ebediye iki kısımdır. Birinci ve en birinci kısmı: Allah'ın rızasına, lütfuna, tecellisine, kurbiyetine mazhar olmaktır. İkinci kısmı ise; saâdet-i cismaniyedir. Bunun esasları; mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Ve bu üç esasın derecelerine göre saâdet-i cismaniye tebeddül eder. Ve bu kısım saâdeti ikmal ve itmam eden hulud ve devâmdır. Çünkü saâdet devam etmezse, zıddına inkılab eder.Cennet'te lezzetin devamı mes'elesi ise: Evet, lezzetin hakiki lezzet olması zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi, lezzetin zevali de elemdir; hatta zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet bütün mecazî âşıkların eninleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir. Ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş'et eden elemdendir. Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevâlleri daimi elemleri intac ettiği gibi, çok elemlerin zevali de leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartiyle lezzet ve nimet sayılabilir. İ.İ.)(...Saâdet-i ebediyyeye muktazi vardır. Ve o saâdeti verecek Fâil-i Zülcelâl de muktedirdir. Hem harab-ı âlem, mevt-i dünya mümkündür. Hem vâki' olacaktır. Yeniden ihya-yı âlem ve haşir mümkündür hem vâki' olacaktır. S.)(Dikkat edilse şu kâinatın umumunda bir nizam-ı ekmel, bir intizam-ı kasdî vardır. Her cihette reşahat-ı ihtiyar ve lemaat-ı kasd görünür. Hattâ her şeyde bir nur-u kasd, her şe'nde bir ziya-yı irade, her harekette bir lem'a-yı ihtiyar, her terkibde bir şule-i hikmet, semeratının şehadetiyle nazar-ı dikkate çarpıyor. İşte eğer saâdet-i ebediyye olmazsa, şu esaslı nizam, bir suret-i zaife-i vâhiyeden ibaret kalır. Yalancı, esassız bir nizam olur. Nizam ve intizamın ruhu olan mâneviyat ve revabıt ve niseb, heba olup gider. Demek nizamı nizam eden, saâdet-i ebediyedir. Öyle ise, nizam-ı âlem saâdet-i ebediyeye işaret ediyor... S.)
SAÂDET-İ UZMA
Büyük saâdet. Âhiret saâdeti, saâdet-i ebediye.
SAÂDET-MEÂB
f. Saâdet sâhibi. Saâdet bulan.
SAÂDET-MEND
f. Bahtiyar, mutlu. Saâdet bulmuş olan.
SAÂDET-MENDÎ
f. Mutluluk, bahtiyarlık.
SAÂDET-RESAN
f. Saâdete ulaştıran. Saâdet bulan.
SAÂDET-SARAY
Saâdetli saray.
SAÂDET-SARAY-I EBEDİYYE
Ebediyyetin saâdetli sarayı. (Cennet kastediliyor)
SAÂDET-SARAY-I İSTİKBAL
İstikbalin saâdetli sarayı.
SAÂDET-SARAY-I MEDENİYET
Hakikî ve İslâmî bir medeniyet vasıtasıyla olan bir hayat saâdeti.
SAAK
Bir şiddet sebebi ile helâk olmak, ölmek, bayılmak. * Aklın gitmesi.
SAAL
Dikkat.
SAALİB
(Sa'leb.C.) Tilkiler.
SAALİK
Dilenciler. * Serseriler. * Kalenderler. * Dervişler.
SAAN
Suya yakın yerde develerin yattığı yer.
SAAT
Saatler. Vakitler.
SAAT
Bir günün yirmi dörtte biri, saat. Zaman, vakit. Muayyen, belli bir vakit. Altmış dakikalık zaman. * Kıyâmet.
SAAT-İ İCABE
Duaların kabul olduğu ve insanlarca gizli ve gaybî olan, Cuma gününde bir vakit.
SAAT-İ MUHTAR
Uğurlu vakit.
SAB
Bir acı otun suyu.
SAB'
Parmakla işaret etmek.
SA'B(E)
(C.: Sıâb) (Suubet. den) Zor, güç, çetin. * Zorlu, güçlü kuvvetli.
SABA
Hevâ ve nefsine meyletme. Delikanlılık.
SABA
Gün doğusundan esen hoş ve lâtif rüzgâr.
SABA-BERABER
f. Sabâ rüzgârı gibi lâtif ve hafif.
SABABET
Şiddetli sevgi. Âşıklık.
SABAE
Bir dinden bir dine geçmek.
SABAH
Gün doğmasına yakın vakitten, öğle vaktine kadar olan zaman.
SABAHAT
Yüz güzelliği. Güzellik, hüsün ve cemâl.
SABAHAT-I SİMA
Yüz güzelliği.
SABAHGÂH
f. Sabah vakti.
SABAREFTAR
f. (En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden. * Hoş ve lâtif yürüyüşlü.
SABARET
Kefalet.
SABAT
(C.: Sevâbıt-Sâbâtât) Pazar sokağı, iki duvar arasının örtüsü (altı yol olur.)
SABAVET
Çocukluk, sabilik.
SABAYA
(Sabiyye. C.) Büluğ çağına varmamış küçük kızlar. Kız çocukları.
SABB
Dökmek, akıtmak, boşaltmak. Dökülmek. * Aşık, tutkun.
SABBAG
Boyayan, boyacı. * Deri altındaki boyalı madde.
SABBAR
Çok sabırlı, sabur. (Bak: Sabr)
SABBARE
Soğukluk.
SABBUR
Katı, şiddetli, şedid.
SABEB
(C.: Asbâb) Çukur yer, iniş yer.
SA'BER
Sedir gibi bir ağaç.
SABG
Boyama. Boyanma.
SABGA'
Kuyruğunun ucu beyaz olan koyun.
SABHİD
Bey, emir.
SÂBIK(A)
Geçmiş. Önceki. * Zamanca veya rütbece ileride olan. * Eskiden işlenmiş suç.
SÂBIKA-İ MÜKERRERE
Birden fazla suç işleme.
SÂBIKAN
Bundan önce, evvelce.
SÂBIKÎN-I İSLÂM
En evvel müslüman olan sahabeler. (Bak: Ashab-ı Suffa, Saff-ı evvel)
SÂBIK-UL BEYÂN
Yukarıda söylenillmiş, zikri geçmiş.
SÂBIKÛN (SÂBIKÎN )
(Sâbık. C.) Sâbıklar. Öncekiler. Geçmişler.
SABIRSÛZ
f. Sabrı yakan, sabırsızlık veren.
SABIR-ŞİKEN
f. Sabrı kıran, sabrı bozan.
SABİ
Henüz süt emen çocuk. * Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. * Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.
SABİ'
Yavru sesi. * Fil, hınzır ve fâre sesi.
SÂBİ'
(Sabi'a) Yedi, yedinci.
SÂBİAN
Yedinci olarak.
SÂBİ'AŞER
Onyedinci.
SABİB
Susam yaprağının suyu. * Kına yaprağının suyu.
SÂBİG
(Sâbiga) Tam. Tafsilâtlı. Uzun. Bol.
SABİH
(Sabiha) Güzel, latif, şirin.
SÂBİH
Yüzen, yüzücü.
SABİHA
Fecir vakti.
SÂBİHA
(C.: Sâbihât) Gemi. * Yüzen.
SÂBİHÂT
Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler. * Ehl-i imânın ruhları. * Yıldızlar.
SABİÎ
İtaattan ayrılmakla bâtıla meyleden. * Yıldıza tapan sapkınlar veya yıldıza tapan ehl-i dalâlet kimselerden olanlar.
SABİÎN
(Sâbiî. C.) (Aslı: Sâbiiyyun) Yıldıza tapanlar. Sapıklardan olanlar.
SABİKÎN
(Bak: Sâbıkûn)
SABİL
Gezkere denilen nesne. (Onunla ters, balçık ve gayri ne olursa taşırlar). * Yolcu kimse.
SABİR
Altın ismi.
SABİR
(C.: Sıber) Kefil. * Yağmursuz beyaz bulut.
SABİR(E)
Tahammül eden, sabreden, bekleyen. Zorluğa karşı göğüs geren, hâlinden şikâyet etmeyip acı ve sızıya katlanan. Belâ ve musibete karşı şikâyet etmeyip Allah'a (C.C.) şükreden.
SABİRÎ
Bir çeşit ince giyim eşyası. * Bir cins hurma.
SABİRÎN (SÂBİRÛN)
Sabredenler. (Bak: Sabr)
SABİT
Duran, yerinde durup hareket etmeyen. * Doğruluğu isbat edilmiş olan.
SABİTE
Yerinde durur gibi olan yıldız. * Yerinde durup hareket etmeyen herhangi bir şey. (Seyyare'nin zıddı)
SABİT-KADEM
Mizacı oynak olmayıp işine ve sözünde kararlı olan, yerinde direnen. Sözünde duran.
SABİYY
(C.: Sıbye-Sıbyan) Oğlan. * Meyl ve muhabbet eden kimse.
SABİYYE
Büluğa ermemiş veya memeden kesilmemiş kız çocuk.
SABN
Men'etmek, engel olmak.
SABR (SABIR)
Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.(Cenab-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir tertib vaz'etmiş. Sabırsız adam teenni ile hareket etmediği için, basamakları; ya atlar düşer veya noksan bırakır; maksud damına çıkamaz. Onun için hırs mahrumiyete sebebdir. Sabır ise müşkilâtın anahtarıdır... Cenab-ı Hakk'ın inayet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür. Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir, şu sabır takvadır... İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir... Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile cânibine sevkediyor. M.)
SABR-I CEMİL
Allah'tan gelen bir acıya sabretme. Şükrederek sabır.