• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Plastik Sanatlar Alanındaki Sanatçılarımız Ve Biyografileri

Hoca Ali Rıza
Hoca Ali Rıza (1858-1930)

1858 yılında Üsküdar’da doğan Hoca Ali Rıza, ilk resim derslerini Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyyid ve Mösyö Kez’den (Meusieur Gues) almıştır. 1884 yılında Teğmen olarak Harbiye’den mezun olduktan sonra bu yüksekokulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirilmiştir. Hoca Ali Rıza, sağlık sorunu nedeni ile resim eğitimi için yurt dışına gidememiştir. 1910 yılında yarbay rütbesiyle emekliye ayrılan sanatçı, askeri okullardan başka Darüşşafaka, Kız Sanayi-i Nefise Mektebi, Çamlıca, Üsküdar ve Ameli Hayat Kız Okulları’nda 47 yıl resim hocalığı yapmış ve pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Hoca Ali Rıza, dönemin İstanbul’unu konu alan betimlemelerini tuvale yansıtmıştır.

1930 yılında vefat eden sanatçının yalnızca Milli Kütüphane koleksiyonunda 300’ün üzerinde eseri bulunması, onun sanat gücünü ortaya koyması açısından önemlidir.
 
Hüseyin Avni Lifij
Hüseyin Avni Lifij (1886-1927)


Avni Lifij 1886 yılında Samsun’un Ladik ilçesine bağlı Karaabdalsultan köyünde doğmuştur. Babası Galata Köprüsü tahsildarlığından ve başmemurluktan emekli Abdullah Efendi’dir. Avni Lifij henüz çok küçükken, ailesi İstanbul’a göç edip Rumelihisarı’na yerleşmiştir. İlköğrenimini Fatih’te Aşıkpaşa Mahallesi okulunda, orta öğrenimini ise Şehzadebaşı’ndaki Numune-i Terakki Mektebi’nde tamamlamıştır. Lifij henüz 15 yaşındayken Demiryolları Müdürlüğünde işe başlamış, bu arada özel Fransızca dersleri almıştır. Aynı zamanda anatomi bilgisi almak için Mülkiye Tıbbiyesi’ne ve boya teknikleri öğrenmek için de Eczacı Mektebi’nde fizik ve kimya derslerine dinleyici olarak katılmıştır.



Avni Lifij, bir süre yurt dışında kalmış, yurda döndüğünde şimdiki adı İstanbul Erkek Lisesi olan İstanbul Sultanisi’nde resim öğretmenliğine başlamış, daha sonra 1915 yılında Kandilli İnas Sultanisi’nde Fransızca öğretmenliğine atanmıştır. Bu arada 1. Galatasaraylılar Yurdu Resim Sergisi’ne “Kalkınma-Belediye Faaliyetleri” adlı büyük boy bir yapıtıyla, 1917 yılında da “Savaş Resimleri ve Diğerleri” sergisine 20 tablosu ile katılmıştır. 1918 yılının Şubat ve Mart aylarında Orient Litteraire’in yönetim bölümünde ilk kişisel sergisini açmış, aynı yıl Viyana’da açılan Savaş Resimleri ve Diğerleri Sergisi’ne 18 eseriyle katılmıştır.



1922 yılında Gazi Mustafa Kemal’in davetlisi olarak dört ay boyunca Erkân-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay Başkanlığı)’ de kalmış, bu zaman zarfında Mareşal Fevzi Çakmak portresini yapmış, Ankara dönüşünde hemen “Karagün” ve “Akgün” adlı tablolarını yapmaya koyulmuş ve 1923 yılında tamamlamıştır. Yine bu yılda Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi Tezyinî Sanatlar (Dekoratif Sanatlar) Bölümü’nde hocalığa başlamış, bu görevini, 1927 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu ölümüne kadar sürdürmüştür.



Avni Lifij’in eserlerindeki temanın odak noktasını insan figürü teşkil etmektedir. Özellikle otoportreleri, diğer portreleri ve figürlü kompozisyonları ayrı bir önem taşımaktadırlar. Figürlü çalışmalarının içinde mitolojik, fantastik ve alegorik çalışmalar dikkate değer niteliktedir.
 
İbrahgim Çallı
İbrahim Çallı (1882-1960)

İbrahim Çallı, 13 Temmuz 1882 yılında, günümüzde Denizli’ye, o dönemlerde ise İzmir’e bağlı olan Çal kasabasında dünyaya gelmiştir. İlköğrenimini de burada tamamlamıştır. Resimle ilk tanışması bir Rum kundura tamircisinin dükkânındaki Köroğlu-Ayvaz resimleriyle olmuştur. Bu resimlerden etkilenen ilkokul öğrencisi Çallı, evlerinin beyaz badanalı duvarlarına kara kalemle Köroğlu-Ayvaz resimleri yapmaya başlamış, bu davranış henüz resim sanatına yabancı olan ev halkının tepkilerine neden olmuştur. Çallı’nın resme olan tutkusu kendisiyle birlikte büyüyecektir. Rüştiye’yi Çal’da tamamlamış, sonra da İzmir Mülki İdadisi’ni bitirmiştir.



Çallı 1 Kasım 1914 tarihinde Sanayi-i Nefise Mektebi Resim Bölümü’nde yağlıboya atölyesi hocası olarak göreve başlamıştır. 21 Eylül 1915 tarihinde de Hikmet Onat’ın desen atölyesinin başına getirilmesiyle birlikte okulda yepyeni bir dönem başlamıştır. İbrahim Çallı derslerde resim sanatını sevmenin ne demek olduğundan bahsederken, Hikmet Onat öğrencilere doğruyu görmek ve sağlam desen çizmenin inceliklerini öğretiyordu.



İbrahim Çallı 1950’den itibaren emekliye ayrıldıktan sonra, özellikle portre türü çalışmalarına ağırlık vermiştir. Aydın bir sanatçı olarak tüm hayatı süresince içinde yaşadığı toplumdan kesitler sunan Türk resminin büyük ustası, 22 Mayıs 1960 tarihinde yaşamını yitirmiştir.



İbrahim Çallı, Osman Hamdi Bey gibi bazı portrelerini fotoğraftan çalışırken, başta Atatürk ve İnönü portreleri olmak üzere, yakından tanıdığı, dostluk kurduğu kişileri ve aile bireylerinin portrelerini modele bağlı kalarak çalışmayı tercih etmiştir. Bu Çallı’nın doğacı tutumundan ve akademik disipline olan saygısından ve bağlılığından kaynaklanmaktadır. Çallı’nın resimlerinde, izlenimci estetiğin genel-geçer ilkelerine uyum söz konusu olmakla beraber, bu uyumun sonuna kadar sürdürülmesi söz konusu değildir. Örneğin izlenimciler, konunun “saygın” olmasına, akademik anlamdaki “doğru” çizime ve bilimsel perspektife fazla önem vermedikleri halde, Çallı’da klasik disiplinden gelme özellikler olarak bu noktaların geri plana itilmediği gözlemlenmektedir. Dengeli kompozisyon kuralı için de aynı şey söylenebilse de, akademik ressamların yöntemleriyle çelişen atak fırça vuruşlarıyla, deseni ya da konstrüksiyonu kapatıcı renk lekeleriyle, o ressamların bilgiç tavrını üslenmediği görülür. Özellikle İstanbul peyzajlarında ya da bazı natürmortlarında neredeyse bir eskiz çabukluğunda yapılmış izlenimi veren renk tuşları, resmin yüzeyini kapatır. Burada izlenimlerin sıcaklığı, kesin saptama yöntemlerinin önüne geçmektedir. Nesnenin görünümü ile onu çevreleyen atmosfer arasındaki titreşimler, nesneyi belirleyici çizgileri aşmaktadır. Çallı’nın bu türdeki resimleri kısa sürede ve herhangi bir güçlükle karşılaşmaksızın, kendine özgü bir rahatlık içinde oluşturulduğu izlenimi verirken, çalıştığı konuya hâkimiyetini de ortaya koymaktadır.
 
Kuzgun Acar
Kuzgun Acar (1928-1976)


1928 yılında İstanbul'da doğdu. 1948 yılında İstanbul Sultanahmet Ticaret Lisesi’ni bitirdikten sonra Akademi’nin heykel bölümüne girdi. Belling'in öğrencisi oldu. Daha sonra Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun atölyesinde çalıştı. Öğrencilik yıllarında Bara’nın sanat anlayışından etkilenerek soyut çalışmalara yöneldi. Sanatçı; demir, çivi, tel ve ahşap heykellerinde, soyut anlayışla lirizmi birleştirerek diğer meslektaşlarından farklı yapıtlar üretti. Çivilerle gerçekleştirdiği bir çalışması, 1961’de Paris Bienali’nde birincilik ödülü kazandı ve ödülle birlikte verilen bursla Kuzgun Acar, Fransa’ya gitti. 1962 yılında Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde, 1966 yılında ise Rodin Müzesi’nde eserlerini sergiledi ve bu sergileri sayesinde Avrupa sanat çevrelerinde de tanındı.



Tiyatro oyunları için masklar ve mimariye bağlı panolar da üreten Acar’ın, 1975’te Paris’te Mehmet Ulusoy tarafından sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyun için yaptığı masklar, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki “Kuşlar” ve Ankara Emekli Sandığı Gökdeleni’nin cephesinde yer alan tunçtan kabartma, bu alanlardaki en önemli çalışmalarıdır. Kuzgun Acar, 1976 yılında hayatını kaybetti.
 
Mürşide İçmeli

Mürşide İçmeli (1930- )


Özgün baskı ve grafik sanatçısı olan İçmeli, 1930 İstanbul doğumludur.
1950 yılında yetenek sınavıyla girdiği AnkaraGazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden 1953 yılında Resim-İş Öğretmeni olarak mezun olmuştur. 1961 yılında Devlet’ten aldığı bursla Madrid’de öğrenimine özgün baskı alanında devam etmiştir. 1962-1965 yılları arasında Central School of Arts and Design’da ihtisasını tamamlamıştır. Sonraki yıllarda Gazi ve Bilkent Üniversitelerinde öğretim üyeliğine devam etmiştir.

Mürşide İçmeli, Çağdaş Sanatlar Vakfı "Onur Ödülü" ve Hacettepe Üniversitesi "Sanat Ödülü" sahibidir
 
Namık İsmail
Namık İsmail (1890-1935)


Namık İsmail, 1890 yılında Samsun’da dünyaya gelmiştir. Hattat İsmail Zühtü Bey’in oğludur. Babasının hattat olmasından dolayı küçük yaşlardan itibaren sanata ilgi duymuştur. İlköğrenimine Kabataş’taki Şemsülmekâtip Okulu’nda başlamış, daha sonra Beşiktaş’ta Hamidiye Mektebi’ne gitmiştir. Ortaöğrenimini St. Pulcherie, St. Benoit ve Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) yapmıştır. Hamidiye Mektebi’ndeki resim öğretmeni Arslanyan Efendi olmuştur. Bu dönemde daha çok, sahile demirlemiş vapurların resimlerini yaptığı görülür. St. Benoit’daki resim öğretmeni Andres gözetiminde füzen ve karakalem ile kartpostallardan çalışmalar yapmıştır. Galatasaray Lisesi’nde ise Şevket Bey’den ders almış, ayrıca okul müdürü olan Tevfik Fikret’in açtığı atölyelerde çalışmalarını sürdürmüştür. Burada son sınıfa geldiğinde Arapça sınavını veremediği için ailesi tarafından resim öğrenimi için Paris’e gönderilmiştir. Namık İsmail, 1911 yılında Paris’e gidince Julian Akademi’sine devam etmiş, kısa bir süre sonra İbrahim Çallı’nın yönlendirmesiyle 1912 yılında Cormon atölyesine geçmiştir. Burada çalışmalarına iki yıl boyunca devam etmiştir.



Namık İsmail fırçasıyla, Türk resmine henüz girmiş olan “figür”ü üstün bir anlatım biçimine ulaştırmıştır. Güçlü figür anlayışını, sağlam bir anatomi bilgisi üzerine oturtmayı başarabilmiştir. Figürleri çoğu zaman yarım ya da dörtte üç portre türündedir. Portrelerinde modelin kişisel benzerliklerinin ötesinde, psikolojik durumlarını da yansıtmıştır. Bunu sanatçının fırça vuruşları da desteklemiştir. Portrelerinde, belirgin bir arka plan yerine nötr bir fon kullanmasıyla da dikkatleri portre üzerinde toplamayı başarmıştır. Sanatçının portrelerinde gerçekçi bir yaklaşım olmasına karşın, çıplak figürlerinde yüzü okumak olanaksızdır. Daha büyük boyutlu nülerinde ise daha denetimli fırça vuruşlarına rastlanır. Modeli en zor pozlarda dahi doğal bir duruşta, düzgün renk alanlarına ve ayrıntı işçiliğine kaçmadan ince fırça vuruşlarıyla resmetmiştir. Portrelerinde görülen dinginlik, figürlerinde gerilim duygusuyla yer değiştirmiştir. Portrelerinde, yer yer düzgün renk alanlarına ve detay işçiliğini anımsatmayan ince fırça vuruşlarına da rastlanmaktadır.



Namık İsmail 30 Ağustos 1935 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
 
Nazmi Ziya Güran
Nazmi Ziya Güran (1881-1937)


Nazmi Ziya Güran, 1881 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlköğrenimini Özel Şemsül Maarif Mektebi’nde tamamladıktan sonra 1901 yılında Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’yi bitirmiştir. Küçük yaşlardan itibaren resme ilgi duyan Nazmi Ziya’nın bu hevesi, üst düzey memur olan babası tarafından yeterli düzeyde desteklenmemiştir.



Nazmi Ziya birçok eleştirmen ve sanat tarihçisi tarafından “Fransız izlenimciğine en yakın ressam” olarak kabul edilmektedir. İstanbul’un birçok köşesini kendine konu edinmiştir. Nazmi Ziya’nın İstanbul izlenimlerine buğulu bir görünüm egemendir. Ayrıca Signac’ın noktacı tekniğinden çok etkilenmiş ve eserlerini bu yolda üretmiştir. Bu tür çalışmalarında saf renk kullanması dikkat çekicidir. Ayrıntıya fazla girmemesine rağmen sağlam bir desen bilgisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Gelip geçici anı verirken kalıcı olmaya çalışmıştır. Nazmi Ziya için geçici olan şey güneş ışığıdır. Parlak renkler kullanmayı tercih eden sanatçının konusu ise yereldir.



17 Ağustos 1937 yılında Akademi’de ilk kişisel sergisini açan Nazmi Ziya Güran bu sergiden yaklaşık bir ay sonra 11 Eylül 1937 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetmiştir.
 
Nedim Günsür
Nedim Günsür (1924-1994)



1924 yılında doğdu. 1942 yılında girdiği Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi oldu. Öğrenciliği sırasında 10’lar Grubu’nun kurucuları arasında yer alan Günsür, 1948'de Fransız hükümetinden aldığı bursla Paris’e gitti. André Lhote ve Fernand Léger atölyelerinde çalıştı. O zamana değin sürdürdüğü izlenimci resim anlayışını, Picasso, Léger ve Matisse’in yanı sıra, yeni tanıdığı Afrika sanatının da etkisiyle değiştirdi, yarı soyut anlayışa yöneldi.



1952’de yurda dönen Günsür, 1954-1958 yılları arasında Karadeniz Ereğlisi’nde resim öğretmenliği yaptı, daha sonra çalışmalarını bağımsız olarak İstanbul’da sürdürdü. 1961’de gerçekleştirdiği “Gökyüzü” adlı yapıtı, 1963’teki 24. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödülü aldı. 1972’de Milliyet Sanat dergisi tarafından “Yılın Resim Sanatçısı” seçildi. 1973’te düzenlenen Cumhuriyet’in 50. Yılı Resim-Heykel Yarışması’nda, Atatürk ve Cumhuriyet Ödülü’nü kazandı.



1950’lerde figüratif-dışavurumcu bir anlayışla maden işçilerinin yaşamını konu alan resimler gerçekleştiren Günsür, 1960’lardan sonra kent yaşamı ve sorunlarına yöneldi; “Köylü Aile” (1977), “Göç” (1979) gibi yapıtlarında dramatik yönü ağır basan bir resim anlayışı sergiledi. Kent ve kıyı görünümlerini, lunapark ve bayram yerlerini betimlediği “Panayır” (1982), “Büyükdere’den” (1979), “Denize İnen Sokak” (1979) gibi yapıtlarında ise şiirsel bir anlatıma ağırlık verdi. Nedim Günsür, 1994 yılında hayatını kaybetti.
 
Nijad Sirel
Nijad Sirel (1897-1959)



1897 yılında Amasya'da doğdu. 1915 yılında Almanya'ya heykel öğrenimi için giden sanatçı, Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde Prof. Kahn'ın öğrencisi oldu. 1922 yılında yurda dönen Sirel, bir süre resim öğretmenliği yaptı. 1927 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki görevine atandı. 1952 yılında Akademi Müdürü oldu. Bolu Atatürk Anıtı, Çanakkale Atatürk Anıtı, Malatya Atatürk Anıtı (Hakkı Atamulu ile) ve Bursa Atatürk Anıtı (Mahir Tomruk ile) çalışmalarından bazılarıdır. 1959 yılında hayatını kaybetti.
 
Nurullah Berk
Nurullah BERK (1906 - 1982)


Nurullah Berk 1906 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlkokulu Heybeliada’da, ortaokulu Nişantaşı’nda okumuştur. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, 1924’te Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girmiş; burada, Hikmet Onat ve İbrahim Çallı’dan dersler almıştır. Daha sonra Paris’e giderek, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda Ernest Lourent’in öğrencisi olmuştur. Dönemin sanat başkenti Paris ve orada yaptığı çalışmalar, sanatçının sanata bakışını biçimlendirmiş, yurda dönüşünde İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ni kurmasını sağlamıştır. Sanatçı, bir çeşit dayanışma isteğinden öte, bu birliğin herhangi bir felsefe ya da akım ortaya koyamamasından dolayı birlikten ayrılmıştır.



Nurullah Berk 1933 yılında tekrar Paris’e gitmiş, burada Lhote ve Leger atölyelerine devam ederken bu sanatçıların resimde savundukları desen, kütle ve hacim yaratma anlayışlarını benimsemiş, Türkiye’de izlenimci Çallı Kuşağı’nın yok ettiğini düşündüğü bu anlayışları, Türk resmine yeniden getirmeyi planlamıştır. 1914 Kuşağı izlenimci ressamlarının estetik anlayışına ve tekniğine karşı, kübist ve yapımcı bir tekniği getiren arkadaşları ile birlikte D Grubu’nu kurmuştur.

1939 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olmuştur. 1947’de D Grubu’nun dağılmasından sonra Paris’e gittiğinde” Lhote’nin atölyesinde anlamadıklarını” fark ettiğini söylemiştir. Bu dönemde yaptığı resimlerinde tümüyle çizgisellik ve iki boyutluluk dikkati çekmektedir. 1950’lerin sonunda Berk, Türk resminde bir Doğu-Batı birleşiminin gerekliliğini savunmuştur.

1962’de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğüne getirilmiştir. 1939’dan 1968’e kadar Türk plastik sanatlarının kurumsallaşması yolunda yoğun çaba göstermiştir. Nurullah Berk, UNESCO’ya bağlı “Uluslararası Sanat Eleştirmeni Türkiye Komitesi”ni Suut Kemal Yetkin ile birlikte kurmuş, 1954 yılında da kongre yapılmasına katkı sağlamıştır. Paris, Moskova, Bükreş, Leningrad ve Brüksel’de açılan “Çağdaş Türk Grafik Sanatları” sergilerinde komiserlik yapmış, Sao Paolo ve Venedik bienallerine katılmıştır. Resim sanatında farklı yaklaşımlar sergileyen, Türk sanatına fırçasıyla ve kalemiyle hizmet eden Nurullah Berk, 1982 yılında İstanbul’da hayatını kaybetmiştir.
 
Geri
Top