• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Türk tarihinde kardeş hükümdarlar

  • Konuyu açan Konuyu açan Suskun
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

Suskun

V.I.P
V.I.P
TÜRK TARİHİNDE KARDEŞ HÜKÜMDARLAR


Günümüzde bazı kişiler ağızlarından kardeş katli meselelerini düşürmez oldular. Bu kişilerden bir kısmı tamamen yanlı, karalayıcı amaçla hareket etmektedir. Türk tarihinin önemli şahısları kardeş katli uygulaması üzerinden yargılanarak mahkûm edilmek istenmektedir. Fakat bu maksatlı kişiler tarih bilgisinden ve tarihi olayları okumaktan yoksun kişilerdir.

Asıl konumuza geçmeden önce kardeş katli meselesine kısaca açıklık getirmemizde büyük yararlar var. Öncelikle bu usulün uygulanmasının sebebine ve Türk tarihindeki yerine değinmek gerekir.

Kardeş katli, Osmanlı Devleti’nde tahta geçen şehzadenin devletin geleceği ve güvenliği için, tahta geçme hakkı olan kardeşlerini boğdurmasıdır.( Hanedan ailesinin üyelerinin kanlarının dökülmezdi). Türk tarihinde devleti yönetme yetkisi Tanrı tarafından bir aileye verilmiştir.

Bu yetkiye kut adı verilirdi. Kut yetkisi olduğuna inanılan ailelerin tüm erkek bireyleri töreye göre tahta geçme hakkına sahipti. İşte bu hak kardeşler arasında taht kavgalarının yaşanmasına sebep oluyordu. Birçok büyük Türk devletini yıpratan ve yıkan sebep kardeşlerin taht kavgalarıydı. Türk tarihinde en büyük ve en çok bilinen taht kavgası, I. Bayezid (Yıldırım)’in dört çocuğunun 1402-1413 tarihleri arasında 11 yıl boyunca verdikleri iktidar mücadelesidir. Bu mücadele Osmanlı Devleti’ni diğer Türk devletleri gibi yıkılmanın eşiğine getirmiştir. Osmanlı Devleti’ni temelden sarsan bu olay, Osmanlı hanedanında uzun sürecek olan bir huzursuzluk yaratmıştır. Bu huzursuzluk ve travma, tahta geçen şehzadeye, kardeşlerini öldürme yetkisi verilerek giderilmek istenmiştir. Sultan II. Mehmet (Fatih) de bu olayı hazırladığı kanuna (Fatih Kanunnamesi) koyarak meşrulaştırmıştır. Bu kanunnamede “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşın nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. Onunla amil olalar.” hükmü geçmiştirBu hükümle kardeş katli kanunlaşmıştır. Osmanlı padişahlarının bu kararı vermeleri elbette zor olmuştur. Devletin bekası ve geleceği için, halkın refahı ve dirliği için kendi kardeşlerinden vazgeçmeyi göze almışlardır. Misal vermek gerekirse, kardeşlerini boğdurtan I. Selim (Yavuz)’in geceleri ağladığı mervîdir. İşte konuya bu açıdan baktığımızda bu kararın ne denli büyük cesaret, sabır ve inanç isteyeceği ortadadır.

Türk tarihindeki yeri bakımından incelendiğinde, sistematik bir şekilde kardeş katli sadece Osmanlı Devleti’nde mevcuttur. Bilinen yaklaşık 3000 yıllık Türk tarihinin sadece 350 yıllık bir diliminde bu usul uygulanmıştır. Bu kuralı tüm Türk tarihine mal etmek çok büyük bir yanlıştır. Bu şanlı tarihte “Nizam-ı âlem” için can kardeşlerinden feragat edenler olduğu gibi kardeşleriyle birlikte devlet yönetip çok büyük işler yapan hükümdarlarımızda vardır. Fakat hiçbir zaman bu dile getirilmemiştir.

Kardeş hükümdarlardan ilki, Kutluk( II. Göktürk) Devleti’nin kurucusu İlteriş Kutluk Kağan’ın iki oğlu Bilge Kağan ve Kül Tigin‘dir. Babaları olan İlteriş Kutluk Kağan öldükten sonra hakanlık tahtına geçen amcaları Kapagan’ın himayesine girdiler. Bilge Kağan ve Kül Tigin, Kapagan zamanında devletin ve orduların yönetiminde önemli rol oynadılar. Hakan Kapagan öldükten sonra yerine oğlu olan Bögü geçmek istemiştir. Bilge Kağan amcasının oğlu olan Bögü’yü kardeşi Kül Tigin’in yardımıyla ortadan kaldırarak hakan oldu. Bu olayda dikkat çekici bir nokta vardır. Kül Tigin tahta geçme hakkı olmasın a rağmen, o ağabeyi olan Bilge Kağan’ı hakanlığa getirmek için amcasının oğlu Bögü’yü ortadan kaldırmıştır.

Hakan olan Bilge Kağan tahta geçmesine yardımcı olan kardeşi Kül Tigin’i orduların başkomutanı yaptı. Kül Tigin ağabeyinin birinci yardımcısı oldu. İşte bu gelişmeler de kendisine yardım eden kardeşine ne kadar güvendiğini göstermektedir. Bu güven iki kardeş hayatta olduğu sürece devam etmiştir.

Bilge Kağan ile Kül Tigin arasındaki sıkı kardeşlik bağı, Bilge Kağan’ın kardeşi öldüğünde onun adına diktirdiği anıttan anlaşılmaktadır. Orhun Abideleri’nin Kül Tigin kitabesinde;

“Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mâni olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. Müthiş düşünceye daldım.” diyerek kardeşinin ölümünden ne kadar çok etkilendiğini göstermiştir.

Bilge Kağan’ın ölümüyle de kardeş hükümdarlıklarından ilki son bulmuş oluyordu. Bilge Kağan’ın ölümünde yaklaşık 300 yıl sonra tarih sahnesine yeni kardeş hükümdarlar çıktı. Bunlar Selçuklu Devleti’nin kurucuları olan Tuğrul ve Çağrı Beylerdir.

Oğuzların Üçok kolunun Deniz Han soyunun Kınık boyunun lideri olan Selçuk Bey’in torunları olan Tuğrul ve Çağrı, dedelerinin ölümüyle, aşiretin lideri olan amcaları Arslan Yabgu’nun emrine girdiler. Arslan Yabgu, Gazneli Mahmut tarafından yakalanıp hapsedilince, Türkmenler Tuğrul ve Çağrı’nın etrafında toplandılar. Türkmenlerin gücünü yanlarına alan Tuğrul ve Çağrı Beyler Horasan’a girdiler. Daha sonra Gazneli Sultanı Mesut’un üzerlerine gönderdiği orduyu Nesa’da yenerek onu kendileriyle anlaşmak zorunda bıraktılar. Sultan Mesut, Çağrı Bey’e “dihkan” unvanını ve Dhistan eyaletini verdi. Fakat kardeşlerle yaptığı anlaşmayı bozan Gazneli Sultan Mesut üzerlerine bir ordu gönderdi. Çağrı Bey, bu orduyu yenerek Merv şehrini aldı. Daha sonraları Rey, Nişabur, Herat gibi şehirler alınarak sınırlar genişletildi. Sürekli aleyhine genişleyen bu beyliği yok etmek isteyen Gazneli Mesut tekrar Tuğrul ve Çağrı Bey’in üzerine yürüdü. 22 Mayıs 1040 Dandanakan’da meydana gelen savaşı Selçuklular kazandı. Bu zaferden sonra toplanan kurultayda Tuğrul Bey yeni kurulan devletin hükümdarı oldu. Aynı kurultayda Çağrı Bey’e de melik unvanı verildi. Daha önce Bilge Kağan ile Kül Tigin’in hükümdarlıklarında olduğu gibi bu olayda da aynı durum dikkatimizi çekmektedir. Çağrı Bey kut anlayışının kendisine verdiği tahta geçme hakkını kullanmayarak kardeşi Tuğrul Bey’in hükümdar olmasını kabul etmiştir. Kendisi de kardeşinin ölene kadar yardımcısı ve komutanı oldu.

Gaznelileri etkisiz hale getirdikten sonra Tuğrul ve Çağrı Bey yönlerini batıya çevirdiler. Çağrı Bey akıncılarıyla birlikte Anadolu coğrafyasına adım attı ve Bizans ile sıcak temas başladı. Bu akınların sonunda Selçuklular ile Bizans arasında Pasinler Meydan Muharebesi gerçekleşti ve Selçuklular bu savaştan kesin bir galibiyetle ayrıldı. Bu galibiyetle Anadolu’nun kapıları ciddi bir biçimde ilk kez zorlanmış oluyordu.

Bu sıralarda Selçuklularında bağlı olduğu Abbasi halifesi Bağdat’ta Şii Büveyhoğulları baskısı altındaydı. Halife Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey’den yardım istedi. Tuğrul Bey bu yardım çağrısına uyarak 1055 yılında Bağdat’a girdi ve Büveyhoğulları’na son verdi. Bu yardımı, Halife Kaimbiemrillah, Tuğrul Bey’i “Garbın ve şarkın hükümdarı” ilan ederek ödüllendirdi ve adına hutbe okutarak idari (dünyevi) yetkilerini ona devretti.

Cenkten cenge, akından akına koşan Çağrı Bey 1060 yılında Serahs’ta öldü. Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucularından biri ve ilk hükümdarı Tuğrul Bey’de 1063 yılında Rey’de vefat etti. Böylece Türk tarihinin ikinci kardeş saltanatı da son buldu. Tuğrul Bey’in çocuğu olmadığı için hanedan Çağrı Bey’in soyundan devam etmiştir.

Milleti ve devleti için çok büyük işler yapan Tuğrul ve Çağrı Bey’i Romen tarihçi Nicolae Jorga şöyle tarif ediyor: “Selçuk Bey’in ölümünde sonra oğlu Mikail değil, tıpkı büyükbabaları gibi sadece ‘Bey ‘ unvanı taşıyan torunları Tuğrul ve Çağrı beyliği devraldı. Bu iki kardeş, hiç birbirinden ayrılmayacak ve Çağrı Bey’in ölümüne kadar uyum içinde birlikte çalışacaklardır. Çağrı, beyliğin kılıcı, Tuğrul ise savaş planlarını hazırlayan stratejist ve imparatorluğun yöneticisi oldu.

Tuğrul ve Çağrı Bey’in başlattığı Anadolu’ya akınlar, Alparslan döneminde meyvesini verdi ve 1071’de Anadolu’nun kapıları sonuna kadar Türklere açıldı. Çok kısa sürede çok uzun mesafeler kateden ve Anadolu’nun hemen hemen tamamını fetheden atalarımız bu coğrafyada beylikler ve devletler kurmuşlardır. Bu beyliklerden elbette ki en önemlisi Osmanoğulları Beyliğidir. Oğuzların Bozok kolunun Gün Han soyunun Kayı boyuna mensup hanedan tarafından kurulan bu beylik üç kıtaya hükmedecek büyük bir imparatorluk olacaktır. Ancak meyve veren ağaç taşlanır misali tarihimizde en çok iftira edilen, suçlanan, hakaret edilen devlet olmuştur. Fakat Osmanlı tarihi incelendiğinde Türk kültürü ve İslam medeniyetinin en iyi sentezi bu devlet tarafından gerçekleştirilmiştir.

İşte bu mükemmel Türk-İslam medeniyetinden adlığı güçle üç kıtayı yöneten Osmanlı Devleti’nde, Türk tarihinin üçüncü kardeş hükümdarlığı gerçekleşti.

Devletin kurucusu olan Osman Bey’in vefatından sonra, mirasının paylaşılması için çocuklarının, gaza arkadaşlarının, ahilerin katıldığı bir meclis toplandı. Toplanan bu mecliste kalan mirası ve tahtı Orhan Bey’in alması kararlaştırıldı. Orhan Bey, tahta geçme hakkı olmasına rağmen onun adına bu haktan feragat eden Alâeddin Bey’e vezirlik teklif etti. İlk etapta bu teklifi kabul etmeyen Alâeddin Bey, kardeşi Orhan Bey’den Kite vadisindeki Futra çiftliğini istedi ve belli süre burada kaldı. Daha sonraları hükümetin ihtiyaçlarını karşılamak için uğraştı. Kardeşi yeni fetihlerle ve gaza ile meşgul olurken, o da devleti yeni kurumlar ve kanunlarla kuvvetlendirmeye çalıştı. Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı Orhan Bey, kardeşi Alâeddin Bey’i vezir tayin etti. Osmanlı Devleti’nin ilk veziri Alâeddin Paşa’dır. Vezirler “paşa” unvanı taşırlardır. (Bazı kaynaklarda devleti ilk veziri Çandarlı Kara Halil Paşa olarak yazmaktadır).

Orhan Bey babası Osman Bey’den aldığı mirası gaza ile genişletirken kardeşi Alâeddin Bey’de bu zaferleri pekiştirecek ve sağlamlaştıracak atılımlar yaptı. Alâeddin Bey üç konuyu ele aldı: Para, ordu, kıyafet.

Alâeddin Bey o zaman kadar Anadolu Selçuklu Sultanı adına kestirilen paraların, artık Osmanlı Beyi Orhan Gazi adına kestirilmesi gerektiğini söylemiş ve uygulatmıştır. O dönemlerde adına para kestirmek bağımsızlık alameti olarak kabul edilmekteydi. Osmanlı bu işlemi gerçekleştirerek arık beylik değil devle olduğu ilan etmiş oluyordu.

Ayrıca ordunun da durumunu ele alan Alâeddin Bey, artık genişleyen devletin aşiret kuvvetleri ile savunulamayacağını ve genişletilemeyeceğini belirtmişti. Sınırların korunabilmesi ve genişletilmesi için düzenli orduyu gerekli görüyordu. Bilecik, İznik, Bursa gibi yerlerde kadılık yapan ve II. Mehmet dönemine kadar sadrazamlık yapacak olan bir ailenin kurucusu olan Çandarlı Kara Halil’in de fikirleri ile yaya ve müsellem ordusu kuruldu. Bu düzenli ordu devamlı askerlik yapacak ve bu görevleri karşılığında belli bir ücret alacaktı. Oluşturulan bu yeni orduyla Orhan Bey’de zaferler kazanmaya devam etti ve Karesioğulları Beyliği’ni topraklarına kattı.

Para ve ordu teşkilatında yerinde düzenlemeler yapan Alâeddin Bey daha sonra kıyafet konusunu ele alarak askerin ve devlet görevlilerinin giyeceği elbise ve başlıkları belirledi.

Alâeddin Bey yaptığı bu düzenlemelerle Osmanlı Beyliği’ni Osmanlı Devleti konumuna yükseltti. Artık devlet olan Osmanlılar Orhan Gazi yönetiminde Bizans’a yardım edecek kadar kuvvetlendi. Orhan Bey Bizans imparator vekili Kantakuzenos’a taht kavgası sırasında yardım etti. Bu yardımın karşılığında Kantakuzenos’un kızı Theodora ile evlendi ve iki devlet arasında bir yakınlaşma başladı. Bu yakınlaşma sayesinde Rumeli’ye geçme fırsatı yakalayan Osmanlı Devleti bu fırsatı iyi kullanarak buradaki topraklarını genişletti.

Bu iki kardeş yaptıkları büyük işlerle Osmanlı Devleti’ne çok sağlam temel oluşturdular. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin 11 yıl süren Fetret Devri’nde yıkılmamasının belki de en önemli sebebi, Orhan ve Alâeddin Beylerin yaptığı düzenleme ve fetihlerdir.

Görüldüğü üzere Türk tarihinin üç önemli devletinin temelinde, kurulmasında ve yapılaşmasında kardeş hükümdarlar vardır. Kardeş hükümdarların üçünün de devletlerinin kuruluş yıllarında görev almaları dikkat çekicidir. Kardeşlerin birbirleriyle yaptığı müşterek çalışmalar sayesinde devletleri Türk ve Dünya tarihine damga vurmuştur. Bu kadar önemli bir konunun hasıraltı edilip araştırılmaması ve aksine kardeş katli konusunun gündemde tutulup aleyhte araştırılıp kullanılması çok manidardır. Bu gibi Türk tarihine yanlı ve tek taraflı yaklaşımlara karşı, tarihimize sahip çıkmak boynumuzun borcudur.

Turgay Koçak


1. Doç. Dr. Şükrü Karatepe, “Devlet Yönetimi”, Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti, sf: 48

2. Genel Kültür Ansiklopedisi III, sf: 1259

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi IV, sf:1636-1637, 1992

3. Genel Kültür Ansiklopedisi III, sf: 1259

4. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, sf: 21, 2003

5. Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, sf: 62, 2009

6. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi I, sf: 313, 1992

7. Joseph Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, sf: 39, 2007

8. Halil İbrahim İnal, Osmanlı Tarihi, sf: 58, 2007

9. Halil İbrahim İnal, Osmanlı Tarihi, sf: 62, 2007
 
Geri
Top