Konuşmanın Tanımı ve Genel Özellikleri
a. Konuşmanın Tanımı
Düşünce ve duyguların, başkalarına sözlü olarak bildirilmesine konuşma ya da sözlü anlatım denir. Konuşma, insanın çevresiyle doğrudan iletişim kurmasının en etkili yoludur. Konuşmaya, sesli düşünme de denir. Buna göre insanlar düşüncelerini başkalarına seslerle iletirler. Ancak bunu yaparken de sözlerini etkili kılmak için jest, mimik, tonlama, vurgulama gibi konuşmayı tamamlayıcı ögelere başvururlar. Konuşma olgusu; dil, düşünce, duygu, ses ve konuşma organları gibi ögelerle doğrudan ilgilidir. Bunlardan birinin eksikliği ya da yetersizliği, çeşitli konuşma kusurlarına yol açar.
b. Konuşmanın Yaşamımızdaki Yeri
Konuşmak, düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duygularının yanı sıra düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkin yoldur.
Yalın bir tanımla konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözle iletme işidir. Bu bağlamda günlük yaşamımızın bir parçası gibidir. Tıpkı solumak, yemek yemek, su içmek, yürümek gibi... Sabahın ilk saatlerinden yatma zamanına değin sıradan bir günümüzü düşünelim; bu süre içinde konuşmanın büyük bir yer tuttuğunu görürüz. Yakınlarımız ile, çevremizdekilerle, dost ve arkadaşlarımız ile günün olayları üzerinde konuşmuşuzdur. Karşılıklı olarak gazetelerde okuduklarımızdan, duyduklarımızdan, kişisel ve toplumsal sorunlarımızdan söz etmişizdir. Bu sorunlar üzerindeki düşüncelerimizi, görüşlerimizi açıklamışızdır. Böylece düşünce alışverişi yapmış, yaşantılarımızı paylaşmışızdır. Bu, toplum içinde yaşayışımızın doğal bir sonucudur. Günlük bir gereksinimdir.
Konuşma, günlük bir gereksinim olduğu gibi işimiz ve uğraşımız yönünden de bir gereksinimdir. Kimimiz öğrenciyizdir; konuları arkadaşlarımız ile birlikte tartışırız. Hazırladığımız bir konuyu sınıfa ve öğretmenlerimize sunarız. Konumuz ile ilgili bize yöneltilen soruları, eleştirileri yanıtlarız. Kimimiz öğretmenizdir; ders anlatırız, öğrencilerin sorularını karşılarız. Kimimiz iş adamıyızdır; bir iş toplantısına katılır, bu toplantıda değişik projeler üzerine görüşlerimizi açıklarız. Kimimiz satıcıyızdır; satacağımız malın niteliklerini alıcıya anlatır, onu iyi bir mal alacağına inandırmaya çalışırız. Kimimiz avukattır; üstlendiğimiz davanın savunmasını yaparız. Kimimiz doktordur; hastalarımıza hastalığının özelliklerini açıklar, iyileşmesi için izleyeceği yolu gösteririz. Kısaca, her birimizin bir işi, bir uğraşı vardır. Bu iş ve uğraşının gerektirdiği konuşmalar yaparız. Bunlar, günlük iş ve uğraşı konuşmalarıdır. Her iş ve uğraşıda başarıyı etkileyen etkenlerden biri de konuşma becerimizin o alandaki gelişkinliğine, yetkinIiğine bağlıdır. Hele kimi iş dalları özellikle konuşma sanatında ustalık gerektirir. Avukatlık, öğretmenlik, politikacılık, tanıtıcılık ve satıcılık gibi... Öte yandan kimi iş ve çalışmalar da takım hâlinde çalışmayı gerektirir. Söz gelişi tıp alanındaki uygulama ve çalışmalar bu türdendir. Bilim ve uygulayım (teknik) alanlarındaki yeni buluşlar, gelişmeler de bu alanlarla ilgili kişilerin sık sık bir araya gelmesini zorunlu kılar. Konuşmalar, konferanslar, açık oturumlar, masa başı tartışmaları (paneller), toplu tartışılar (forumlar) düzenlenir. Kısaca, seçtiğimiz işte başarı yolu üzerindeysek bu tür etkinlikIere katılmamız gerekecektir. Katıldığımız bu etkinliklerde varlığımızı kanıtlamak, kendimizi kabul ettirmek de konuşmamızın, düşüncelerimizi açıklamadaki ustalığımızın gücüne bağlıdır.
Değindiğimiz gibi konuşma, bir düşünce alışverişi; başka türlü söylemek gerekirse, yaşantılarımızı başkalarıyla paylaşma işidir. Demokratik bir toplumda toplumsal yaşama bu yolla katılabiliriz. Düşüncelerimizi, duygularımızı, olaylar ve sorunlarla ilgili görüşlerimizi açıklarız. Şurası açık bir gerçektir ki susan bireylerden oluşan toplumlarda sağlıklı bir demokratik yaşamdan söz edilemez. Çünkü demokratik yaşam, düşüncelerin, görüşlerin özgürce söylenebildiği, özgürce tartışılabildiği bir ortam gerektirir. Bu ortamı da düşüncelerimizi, görüşlerimizi kendi içimizde saklayarak değil, bunları her olanaktan yararlanarak ortaya koymakla sağlayabiliriz. Bu da bizden konuşma gücü ister. Susan, dinleyen, sadece onaylayan bireyler olarak değil konuşarak demokratik yaşama hizmet edebiliriz.
Görülüyor ki konuşma, günlük yaşamımızın bir gereksinmesi olmaktan öte bir yer tutuyor yaşamamızda. Demokratik yaşamı oluşturmada bir etken, bu yaşama katılmamız için de hem bir olanak hem de bir sorumluluk oluyor.
Öyle insanlar vardır ki etkili konuşmaları sayesinde bulundukları her ortamda kısa bir sürede insanları etraflarına toplamayı başarırlar ve çevreleri üzerinde kıskanılacak bir etki bırakırlar.
Örneğin işveren, personelini işe almadan evvel bir mülakattan geçirir. Burada amacı, sınırlı bir sürede karşısındakini en iyi şekilde tanımaya çalışmaktır. Bu görüşmelerin sonunda bazen bir bakarsınız sizden çok daha az özelliklere sahip birisi, o çok istediğiniz işe alınmıştır.
"Bu işin sırrı nedir?" diyecek olursanız bu sorunun yanıtı son derece açıktır: Güzel konuşmayı becerebilmek...
Çünkü konuşmak, yalnızca düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duyguları yanı sıra tüm düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkili yoldur.
Güzel konuşmak için, Psikolog Jack Marrison Pollack diyor ki:
Önce dinlemeyi bilin: Birçoğumuz, ne söyleyeceğimizi düşünmekten, başkalarının söylediklerini doğru dürüst dinlemeyiz. Siz onları dikkatle dinlerseniz, onlar da sizi ilgiyle dinler.
Başkalarını ilgilendiren konulardan söz edin: Karşınızdakine yetenekli olduğu konuda konuşma olanağı verirseniz, sıkıntılı bir sessizliği önlersiniz ve çoğunlukla karşınızdaki, anlattıklarına o denli dalar ki iki insanın konuşmasına en çok engel olabilecek sıkılganlığı unutmuş olur.
Sıkıcı ayrıntıdan kaçının: Konuşurken en küçük ve gereksiz hiçbir noktayı atlamadan anlatırsanız, siz ana konuya gelinceye kadar karşınızdaki kişi sıkılır ve bu kişinin ilgisi dağılır.
Kesin ifadelerle konuşmaya çalışın: Konuşmaya başlamadan durup önce aklınızda sözcükleri seçin. Bir konudan ötekine atlamayın. Konuşurken konuştuğunuz kişinin yüzüne bakın, mırıldanmayın.
Sorularınızı yerinde sorun: Bir soruyu akıllıca sorarsanız karşınızdaki kişinin "açılmasını" sağlarsınız. "İşler nasıl?" ya da "Ne haber?" gibi sorular gereksizdir. Fakat "İşe nasıl başladınız?" veya "Sizce nasıl?" gibi sorular karşınızdaki kişiyi konuşturur ve sizin de gerekenden fazla konuşmanızı önler.
Öfkelendirmeden karşı çıkmayı öğrenin: Çoğu kez ne konuştuğunuz değil de nasıl konuştuğunuz önemlidir. Dostça bir tartışma konuşmayı zenginleştirir; fakat sertçe söylenen bir söz, iki tarafın da hırsa kapılıp birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olur.
Kimsenin sözünü kesmeyin: Biri konuşurken konuşmaya girmeniz gerekirse konuşmayı keserken yumuşak bir cümle kullanmanız gerekir.
Hoşgörülü ve anlayışlı olun: Çoğu kez bizi sinirlendiren ve rahatsız eden kişilerle konuşmak zorunda kalırız. Böyle durumlarda konuşulan konu ile ilgilenmeye çaba harcayın.
Övgü, çoğu zaman işe yarar: Birini haklı olarak övmek onun ilgisini kazanmak olur. İnsanlara iltifat etmeyi öğrendiğiniz an, sohbetiniz de daha zenginleşir.
Kendinizi birçok konuda geliştirin: Kitap okuyun, uğraş alanları (spor, müzik vb.) bulun, araştırıcı olun. Böylece sohbetleriniz zenginlik kazanır.
c. Konuşma Güçlüğü Çekiyor muyuz?
Konuşma gücünü nice yıllar sonra kazanan Helen Keller, konuşamadığı yılları "suskunun köleliği" diye adlandırmıştır. Bu adlandırmada gerçeğin payı büyüktür. Nesneler, varlıklar, olaylar, kısaca bizi kuşatan doğal ve toplumsal çevre karşısında düşündüklerimizi, duyduklarımızı sese, söze dönüştüremediğimiz zaman köleyizdir. Varlığımızı kanıtlamada, dış dünya ile bağlantımızı kurmada konuşmanın bize sunduğu olanaklardan yararlanırız. Acaba bu olanakları gerektiği gibi kullanabiliyor muyuz? Nasıl konuşuyoruz? Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz? Söylemek istediklerimizi karşımızdakilere etkili, güzel bir biçimde anlatabiliyor muyuz? Anlatımımızı engelleyen birtakım yanlış alışkanlıklarımız var mı? Bu konular üzerinde belki de hiç düşünmemişizdir. Şöyle bir deney yapsaydık nasıl bir sonuçla karşılaşabilirdik? Varsayalım ki sıradan bir günümüzün filmi yapılıyor ve yaptığımız her türlü konuşma da bir teybe alınıyor. Böylesi bir kayıt, nasıl bir sonuç gösterecektir?
Bu kayıttan, öncelikle günün ilk saatlerinden gecenin geç saatlerine değin türlü amaçlarla yaptığımız konuşmaları bütün yönleriyle gözlemleyebiliriz. Konuşma güçlüğü çekip çekmediğimizi, düşünce ve duygularımızı rahatça anlatıp anlatamadığımızı, karşımızdakilerle doğal bir iletişim kurup kuramadığımızı anlayabiliriz. Konuşurken hangi türden yanlışlar yapıyoruz, söylemek istediklerimizi tam verebiliyor muyuz, bunları öğreniriz.
Konuşma sırasında yaptığımız yanlışların ayrımına varamayız. Bunları ancak karşımızdakiler, bizi dinleyenler bilebilir. Oysa böyle bir denemede kendi kendimizin dinleyicisi olacağımız için yanlışlarımızı somut örnekleriyle görebiliriz. Belki tekdüze ya da çatlak, rahatsız edici bir ses tonumuz vardır. Belki sözcükleri ağzımızın içinde yuvarlıyoruz, gerekli vurgu ve tonlamayı yapmadan üst üste söylüyoruz. Belki amacımızı tam karşılayacak uygun sözcükleri seçemiyor; aşınmış, kullanımdan düşmüş sözcükler seçiyoruz. Belki tam cümle kuramıyor, birtakım dil bilgisi yanlışları yapıyoruz. Belki konudan sapıyor, daldan dala atlıyoruz. Belki el, kol, yüz hareketlerimizi, bedensel davranışlarımızı konuşmanın akışına uyduramıyoruz.
Bu "belkiler" daha da çoğaltılabilir. Önemli olan, kendimizi ve konuşmamızı tanımak konuşma gücümüzü bir eleştiriden geçirmektir. Bu da "Nasıl konuşuyorum?" sorusu üzerinde yeterince durmak, düşünmekle olur. Öte yandan çevremizdeki kişilerin konuşmalarını bu sorulara göre dinleyerek de böyle bir değerlendirmeyi yapabiliriz.
Hiçbirimizin konuşması tıpatıp birbirine benzemez. Çünkü düşünsel ve dilsel yetkinleşmemiz tam bir özdeşlik göstermez. Bunda yetişmemizin, içinde bulunduğumuz toplumsal ortamın da payı büyüktür. Eğitimci, H. A. Overstreet bir gerçeği şöyle belirtir:
"Çocukların tümü, çevrelerindeki kişilerin diliyle konuşmaya başlarlar, daha doğrusu konuşmayı onlardan öğrenirler. Bunlardan ancak bir bölümü yaşamları boyunca sözlü anlatım becerilerini geliştirebilirler. Yetişkinlik dönemlerinde konuşma sanatının inceliklerini kullanabilen; durumlara ve konulara göre açık, etkili, güzel bir biçimde konuşabilen bir düzeye erişirler. İyi bir konuşmanın başarıyı hazırlayan etkenlerden biri olduğunu anlarlar. Bir bölümü ise çevrelerinden öğrendikleri konuşma biçimini olduğu gibi sürdürürler. Şurası açık bir gerçektir ki kişiliğimizi de düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt, konuşmamızdaki yetkinliğimizdir." Bunun yargılardaki gerçek payını yadsıyamayız. Halk ya da bir topluluk önünde konuşmayı bir yana bırakalım, bu gerçeği kişiler arasındaki günlük konuşmalarda, söyleşmelerde de açıkça görebiliriz. Kimi kişiler sıradan önemsiz bir konu üzerinde bile karşılarındakileri ağızlarına baktırarak konuşurlar. Kendilerini büyük bir dikkatle dinletebilirler. Çok güzel konuşan böyleleri için, "ağzından bal akmak" deyimini kullanırız.
Konuşmalarının renkliliği, anlatışlarındaki doğallık ve içtenlik, konuşmalarına kattıkları fıkra ve gülmece ögeleriyle büyülerler bizi. Bunun yanı sıra, kimi kişiler de vardır, aynı konu üzerinde konuşurlar, fakat doğru dürüst söyleyemezler söyleyeceklerini. Ağızlarından dökülür sözcükler. Ağızlarına kira isteyen bir durumları vardır. Mırıldanır, mızmızlanırlar sanki. Neyi, niçin anlattıklarının ayrımında değillerdir. Ya bir sözü, bir düşünceyi yineleyip durur ya da daldan dala atlarlar. İkide bir, "Ne diyordum? Haa! Gelelim meseleye..." gibisinden zikzaklar çizerler. Bu da dinleyicilerini bıktırır, usandırır. Hele kimileri de vardır ki karşısındakilere ağız açtırmaz. Sözün ucunu bir kez ellerine geçirdiler mi konuşur da konuşurlar. Konu dışı, gereksiz sözlerle dinleyicilerin kafalarını allak bullak ederler.
Konuşma açısından belirttiğimiz bu tipleri, şöyle alıcı bir gözle bakarsak, kolayca bulabiliriz çevremizde. Ancak önemli olan, kendi konuşmamızı, konuşmamızdaki eksiklikleri tanımaktır. Bu da sanıIdığı gibi kolay bir iş değildir. Başkalarının eksikliklerini kolayca görebiliriz de kendimize gelince iş çatallaşır, güçleşir. Çünkü bir tartıdan, bir ölçüden kendimizi geçirmeye alışmamışızdır. Ne var ki güzel ve etkili konuşma sanatını öğrenmenin ilk adımı, kendi konuşmamızı tanımaktır. Eksikliklerimizi bilmezsek bunları gideremeyiz. Öyleyse şu sorunun üzerinde duraIım: Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz?
Aşağıdaki sorular, bunu anlamamıza bir ölçüde yardımcı olabilir:
- Söylediklerimi karşımdakiler kolayca anlayabiliyor mu?
- Düşüncelerimi açık ve etkili bir biçimde belirtebiliyor muyum?
- SözcükIeri söylerken söyleyiş ve dil yanlışları yapıyor muyum?
- Sesimi, duygu ve düşüncelerimi besleyecek, zenginleştirecek bir yönde kullanabiliyor muyum?
- Tekdüze mi yoksa canlı ve hareketli bir biçimde mi konuşuyorum?
- Konuşurken bakışlarımı beni dinleyenlere yöneltiyor muyum?
- El ve yüz hareketlerimi kullanırken birtakım yapmacık durumlara düşüyor muyum?
- Beni dinleyenlerin ilgisini dağıtacak, gereksiz ayrıntılardan, laf kalabalığından kaçınabiliyor muyum?
- Anlattıklarımın önemine, değerine inanıyor muyum?
- Sözü başka alanlara kaydırıyor, amaçtan ve konudan sapıyor muyum?
Kuşkusuz bu sorular kendi konuşma durumumuzu kabaca tanıma açısından birer ipucudur. Bu eksiklikler üzerinde ileride ayrı ayrı duracağız.
ç. Konuşma Gücümüzü Geliştirebilir miyiz?
Diyelim ki konuşma güçlüğü çekiyoruz. Birtakım temel eksiklerimiz var. Bunları da biliyoruz. Başkaları güzel ve etkili bir biçimde konuşuyor; ama biz öyle konuşamıyoruz. Biz de bu eksiklerimizi giderebilir, güzel ve etkili bir biçimde konuşabilir miyiz? Birçokları bu soruya olumlu bir yanıt vermezler. Onlara göre "güzel konuşma sanatı" çalışmakla, özel bir çaba göstermekle öğrenilemez. Çünkü bu bir yetenek işidir. Tanrı vergisidir. Nasıl insanların kimileri mavi gözlü, sarı saçlı, esmer tenli doğuyorsa, bunları değiştirmek insanın elinde değilse, konuşma işinde de bu böyledir. Kimi kişiler de üstün konuşma yeteneğini doğuştan getiriyorlar, bunu sonradan kazanmıyorlar. Güzel ve etkili konuşan nice kişiler var ki bunların hiçbiri belli bir konuşma eğitiminden geçmiş değildir. Öyleyse konuşmada yeteneği de, yeteneksizliği de Tanrı vergisidir. Bu yanlış bir görüş ve düşünüştür. Çünkü bundan önceki açıklamamızda da belirttiğimiz gibi konuşmayı ilk çocukluk yıllarımızda hiçbir çaba göstermeden, çevremizdeki kişilerden öğreniriz. Başka açıdan bakıldığında ise konuşma doğuştan getirdiğimiz bir yetenek değildir; sonradan kazandığımız bir alışkanlık, bir beceridir. Her beceri, her alışkanlık gibi bunu da zamanla ilerletir, geliştiririz. Nitekim Brayn adlı bir düşünür şöyle der: "İyi ve güzel konuşabilme yeteneği, Tanrı vergisi değil, çalışmakla, konuşma denemeleri yapmakla elde edilen bir beceridir."
Etkili ve güzel konuşma da bir bakıma sanattır. Nasıl ki her sanatın yerleşik, temel kuralları varsa konuşma sanatının da kendine özgü birtakım kuralları vardır. Nitekim birçok ülkenin okullarında, üniversitelerinde konuşma sanatını öğreten özel bölümler, konuşma laboratuvarları vardır. Buralarda konuşma sanatının kuralları, ilkeleri, yöntemleri uygulamalı bir biçimde öğretilmektedir.
a. Konuşmanın Tanımı
Düşünce ve duyguların, başkalarına sözlü olarak bildirilmesine konuşma ya da sözlü anlatım denir. Konuşma, insanın çevresiyle doğrudan iletişim kurmasının en etkili yoludur. Konuşmaya, sesli düşünme de denir. Buna göre insanlar düşüncelerini başkalarına seslerle iletirler. Ancak bunu yaparken de sözlerini etkili kılmak için jest, mimik, tonlama, vurgulama gibi konuşmayı tamamlayıcı ögelere başvururlar. Konuşma olgusu; dil, düşünce, duygu, ses ve konuşma organları gibi ögelerle doğrudan ilgilidir. Bunlardan birinin eksikliği ya da yetersizliği, çeşitli konuşma kusurlarına yol açar.
b. Konuşmanın Yaşamımızdaki Yeri
Konuşmak, düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duygularının yanı sıra düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkin yoldur.
Yalın bir tanımla konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözle iletme işidir. Bu bağlamda günlük yaşamımızın bir parçası gibidir. Tıpkı solumak, yemek yemek, su içmek, yürümek gibi... Sabahın ilk saatlerinden yatma zamanına değin sıradan bir günümüzü düşünelim; bu süre içinde konuşmanın büyük bir yer tuttuğunu görürüz. Yakınlarımız ile, çevremizdekilerle, dost ve arkadaşlarımız ile günün olayları üzerinde konuşmuşuzdur. Karşılıklı olarak gazetelerde okuduklarımızdan, duyduklarımızdan, kişisel ve toplumsal sorunlarımızdan söz etmişizdir. Bu sorunlar üzerindeki düşüncelerimizi, görüşlerimizi açıklamışızdır. Böylece düşünce alışverişi yapmış, yaşantılarımızı paylaşmışızdır. Bu, toplum içinde yaşayışımızın doğal bir sonucudur. Günlük bir gereksinimdir.
Konuşma, günlük bir gereksinim olduğu gibi işimiz ve uğraşımız yönünden de bir gereksinimdir. Kimimiz öğrenciyizdir; konuları arkadaşlarımız ile birlikte tartışırız. Hazırladığımız bir konuyu sınıfa ve öğretmenlerimize sunarız. Konumuz ile ilgili bize yöneltilen soruları, eleştirileri yanıtlarız. Kimimiz öğretmenizdir; ders anlatırız, öğrencilerin sorularını karşılarız. Kimimiz iş adamıyızdır; bir iş toplantısına katılır, bu toplantıda değişik projeler üzerine görüşlerimizi açıklarız. Kimimiz satıcıyızdır; satacağımız malın niteliklerini alıcıya anlatır, onu iyi bir mal alacağına inandırmaya çalışırız. Kimimiz avukattır; üstlendiğimiz davanın savunmasını yaparız. Kimimiz doktordur; hastalarımıza hastalığının özelliklerini açıklar, iyileşmesi için izleyeceği yolu gösteririz. Kısaca, her birimizin bir işi, bir uğraşı vardır. Bu iş ve uğraşının gerektirdiği konuşmalar yaparız. Bunlar, günlük iş ve uğraşı konuşmalarıdır. Her iş ve uğraşıda başarıyı etkileyen etkenlerden biri de konuşma becerimizin o alandaki gelişkinliğine, yetkinIiğine bağlıdır. Hele kimi iş dalları özellikle konuşma sanatında ustalık gerektirir. Avukatlık, öğretmenlik, politikacılık, tanıtıcılık ve satıcılık gibi... Öte yandan kimi iş ve çalışmalar da takım hâlinde çalışmayı gerektirir. Söz gelişi tıp alanındaki uygulama ve çalışmalar bu türdendir. Bilim ve uygulayım (teknik) alanlarındaki yeni buluşlar, gelişmeler de bu alanlarla ilgili kişilerin sık sık bir araya gelmesini zorunlu kılar. Konuşmalar, konferanslar, açık oturumlar, masa başı tartışmaları (paneller), toplu tartışılar (forumlar) düzenlenir. Kısaca, seçtiğimiz işte başarı yolu üzerindeysek bu tür etkinlikIere katılmamız gerekecektir. Katıldığımız bu etkinliklerde varlığımızı kanıtlamak, kendimizi kabul ettirmek de konuşmamızın, düşüncelerimizi açıklamadaki ustalığımızın gücüne bağlıdır.
Değindiğimiz gibi konuşma, bir düşünce alışverişi; başka türlü söylemek gerekirse, yaşantılarımızı başkalarıyla paylaşma işidir. Demokratik bir toplumda toplumsal yaşama bu yolla katılabiliriz. Düşüncelerimizi, duygularımızı, olaylar ve sorunlarla ilgili görüşlerimizi açıklarız. Şurası açık bir gerçektir ki susan bireylerden oluşan toplumlarda sağlıklı bir demokratik yaşamdan söz edilemez. Çünkü demokratik yaşam, düşüncelerin, görüşlerin özgürce söylenebildiği, özgürce tartışılabildiği bir ortam gerektirir. Bu ortamı da düşüncelerimizi, görüşlerimizi kendi içimizde saklayarak değil, bunları her olanaktan yararlanarak ortaya koymakla sağlayabiliriz. Bu da bizden konuşma gücü ister. Susan, dinleyen, sadece onaylayan bireyler olarak değil konuşarak demokratik yaşama hizmet edebiliriz.
Görülüyor ki konuşma, günlük yaşamımızın bir gereksinmesi olmaktan öte bir yer tutuyor yaşamamızda. Demokratik yaşamı oluşturmada bir etken, bu yaşama katılmamız için de hem bir olanak hem de bir sorumluluk oluyor.
Öyle insanlar vardır ki etkili konuşmaları sayesinde bulundukları her ortamda kısa bir sürede insanları etraflarına toplamayı başarırlar ve çevreleri üzerinde kıskanılacak bir etki bırakırlar.
Örneğin işveren, personelini işe almadan evvel bir mülakattan geçirir. Burada amacı, sınırlı bir sürede karşısındakini en iyi şekilde tanımaya çalışmaktır. Bu görüşmelerin sonunda bazen bir bakarsınız sizden çok daha az özelliklere sahip birisi, o çok istediğiniz işe alınmıştır.
"Bu işin sırrı nedir?" diyecek olursanız bu sorunun yanıtı son derece açıktır: Güzel konuşmayı becerebilmek...
Çünkü konuşmak, yalnızca düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duyguları yanı sıra tüm düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkili yoldur.
Güzel konuşmak için, Psikolog Jack Marrison Pollack diyor ki:
Önce dinlemeyi bilin: Birçoğumuz, ne söyleyeceğimizi düşünmekten, başkalarının söylediklerini doğru dürüst dinlemeyiz. Siz onları dikkatle dinlerseniz, onlar da sizi ilgiyle dinler.
Başkalarını ilgilendiren konulardan söz edin: Karşınızdakine yetenekli olduğu konuda konuşma olanağı verirseniz, sıkıntılı bir sessizliği önlersiniz ve çoğunlukla karşınızdaki, anlattıklarına o denli dalar ki iki insanın konuşmasına en çok engel olabilecek sıkılganlığı unutmuş olur.
Sıkıcı ayrıntıdan kaçının: Konuşurken en küçük ve gereksiz hiçbir noktayı atlamadan anlatırsanız, siz ana konuya gelinceye kadar karşınızdaki kişi sıkılır ve bu kişinin ilgisi dağılır.
Kesin ifadelerle konuşmaya çalışın: Konuşmaya başlamadan durup önce aklınızda sözcükleri seçin. Bir konudan ötekine atlamayın. Konuşurken konuştuğunuz kişinin yüzüne bakın, mırıldanmayın.
Sorularınızı yerinde sorun: Bir soruyu akıllıca sorarsanız karşınızdaki kişinin "açılmasını" sağlarsınız. "İşler nasıl?" ya da "Ne haber?" gibi sorular gereksizdir. Fakat "İşe nasıl başladınız?" veya "Sizce nasıl?" gibi sorular karşınızdaki kişiyi konuşturur ve sizin de gerekenden fazla konuşmanızı önler.
Öfkelendirmeden karşı çıkmayı öğrenin: Çoğu kez ne konuştuğunuz değil de nasıl konuştuğunuz önemlidir. Dostça bir tartışma konuşmayı zenginleştirir; fakat sertçe söylenen bir söz, iki tarafın da hırsa kapılıp birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olur.
Kimsenin sözünü kesmeyin: Biri konuşurken konuşmaya girmeniz gerekirse konuşmayı keserken yumuşak bir cümle kullanmanız gerekir.
Hoşgörülü ve anlayışlı olun: Çoğu kez bizi sinirlendiren ve rahatsız eden kişilerle konuşmak zorunda kalırız. Böyle durumlarda konuşulan konu ile ilgilenmeye çaba harcayın.
Övgü, çoğu zaman işe yarar: Birini haklı olarak övmek onun ilgisini kazanmak olur. İnsanlara iltifat etmeyi öğrendiğiniz an, sohbetiniz de daha zenginleşir.
Kendinizi birçok konuda geliştirin: Kitap okuyun, uğraş alanları (spor, müzik vb.) bulun, araştırıcı olun. Böylece sohbetleriniz zenginlik kazanır.
c. Konuşma Güçlüğü Çekiyor muyuz?
Konuşma gücünü nice yıllar sonra kazanan Helen Keller, konuşamadığı yılları "suskunun köleliği" diye adlandırmıştır. Bu adlandırmada gerçeğin payı büyüktür. Nesneler, varlıklar, olaylar, kısaca bizi kuşatan doğal ve toplumsal çevre karşısında düşündüklerimizi, duyduklarımızı sese, söze dönüştüremediğimiz zaman köleyizdir. Varlığımızı kanıtlamada, dış dünya ile bağlantımızı kurmada konuşmanın bize sunduğu olanaklardan yararlanırız. Acaba bu olanakları gerektiği gibi kullanabiliyor muyuz? Nasıl konuşuyoruz? Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz? Söylemek istediklerimizi karşımızdakilere etkili, güzel bir biçimde anlatabiliyor muyuz? Anlatımımızı engelleyen birtakım yanlış alışkanlıklarımız var mı? Bu konular üzerinde belki de hiç düşünmemişizdir. Şöyle bir deney yapsaydık nasıl bir sonuçla karşılaşabilirdik? Varsayalım ki sıradan bir günümüzün filmi yapılıyor ve yaptığımız her türlü konuşma da bir teybe alınıyor. Böylesi bir kayıt, nasıl bir sonuç gösterecektir?
Bu kayıttan, öncelikle günün ilk saatlerinden gecenin geç saatlerine değin türlü amaçlarla yaptığımız konuşmaları bütün yönleriyle gözlemleyebiliriz. Konuşma güçlüğü çekip çekmediğimizi, düşünce ve duygularımızı rahatça anlatıp anlatamadığımızı, karşımızdakilerle doğal bir iletişim kurup kuramadığımızı anlayabiliriz. Konuşurken hangi türden yanlışlar yapıyoruz, söylemek istediklerimizi tam verebiliyor muyuz, bunları öğreniriz.
Konuşma sırasında yaptığımız yanlışların ayrımına varamayız. Bunları ancak karşımızdakiler, bizi dinleyenler bilebilir. Oysa böyle bir denemede kendi kendimizin dinleyicisi olacağımız için yanlışlarımızı somut örnekleriyle görebiliriz. Belki tekdüze ya da çatlak, rahatsız edici bir ses tonumuz vardır. Belki sözcükleri ağzımızın içinde yuvarlıyoruz, gerekli vurgu ve tonlamayı yapmadan üst üste söylüyoruz. Belki amacımızı tam karşılayacak uygun sözcükleri seçemiyor; aşınmış, kullanımdan düşmüş sözcükler seçiyoruz. Belki tam cümle kuramıyor, birtakım dil bilgisi yanlışları yapıyoruz. Belki konudan sapıyor, daldan dala atlıyoruz. Belki el, kol, yüz hareketlerimizi, bedensel davranışlarımızı konuşmanın akışına uyduramıyoruz.
Bu "belkiler" daha da çoğaltılabilir. Önemli olan, kendimizi ve konuşmamızı tanımak konuşma gücümüzü bir eleştiriden geçirmektir. Bu da "Nasıl konuşuyorum?" sorusu üzerinde yeterince durmak, düşünmekle olur. Öte yandan çevremizdeki kişilerin konuşmalarını bu sorulara göre dinleyerek de böyle bir değerlendirmeyi yapabiliriz.
Hiçbirimizin konuşması tıpatıp birbirine benzemez. Çünkü düşünsel ve dilsel yetkinleşmemiz tam bir özdeşlik göstermez. Bunda yetişmemizin, içinde bulunduğumuz toplumsal ortamın da payı büyüktür. Eğitimci, H. A. Overstreet bir gerçeği şöyle belirtir:
"Çocukların tümü, çevrelerindeki kişilerin diliyle konuşmaya başlarlar, daha doğrusu konuşmayı onlardan öğrenirler. Bunlardan ancak bir bölümü yaşamları boyunca sözlü anlatım becerilerini geliştirebilirler. Yetişkinlik dönemlerinde konuşma sanatının inceliklerini kullanabilen; durumlara ve konulara göre açık, etkili, güzel bir biçimde konuşabilen bir düzeye erişirler. İyi bir konuşmanın başarıyı hazırlayan etkenlerden biri olduğunu anlarlar. Bir bölümü ise çevrelerinden öğrendikleri konuşma biçimini olduğu gibi sürdürürler. Şurası açık bir gerçektir ki kişiliğimizi de düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt, konuşmamızdaki yetkinliğimizdir." Bunun yargılardaki gerçek payını yadsıyamayız. Halk ya da bir topluluk önünde konuşmayı bir yana bırakalım, bu gerçeği kişiler arasındaki günlük konuşmalarda, söyleşmelerde de açıkça görebiliriz. Kimi kişiler sıradan önemsiz bir konu üzerinde bile karşılarındakileri ağızlarına baktırarak konuşurlar. Kendilerini büyük bir dikkatle dinletebilirler. Çok güzel konuşan böyleleri için, "ağzından bal akmak" deyimini kullanırız.
Konuşmalarının renkliliği, anlatışlarındaki doğallık ve içtenlik, konuşmalarına kattıkları fıkra ve gülmece ögeleriyle büyülerler bizi. Bunun yanı sıra, kimi kişiler de vardır, aynı konu üzerinde konuşurlar, fakat doğru dürüst söyleyemezler söyleyeceklerini. Ağızlarından dökülür sözcükler. Ağızlarına kira isteyen bir durumları vardır. Mırıldanır, mızmızlanırlar sanki. Neyi, niçin anlattıklarının ayrımında değillerdir. Ya bir sözü, bir düşünceyi yineleyip durur ya da daldan dala atlarlar. İkide bir, "Ne diyordum? Haa! Gelelim meseleye..." gibisinden zikzaklar çizerler. Bu da dinleyicilerini bıktırır, usandırır. Hele kimileri de vardır ki karşısındakilere ağız açtırmaz. Sözün ucunu bir kez ellerine geçirdiler mi konuşur da konuşurlar. Konu dışı, gereksiz sözlerle dinleyicilerin kafalarını allak bullak ederler.
Konuşma açısından belirttiğimiz bu tipleri, şöyle alıcı bir gözle bakarsak, kolayca bulabiliriz çevremizde. Ancak önemli olan, kendi konuşmamızı, konuşmamızdaki eksiklikleri tanımaktır. Bu da sanıIdığı gibi kolay bir iş değildir. Başkalarının eksikliklerini kolayca görebiliriz de kendimize gelince iş çatallaşır, güçleşir. Çünkü bir tartıdan, bir ölçüden kendimizi geçirmeye alışmamışızdır. Ne var ki güzel ve etkili konuşma sanatını öğrenmenin ilk adımı, kendi konuşmamızı tanımaktır. Eksikliklerimizi bilmezsek bunları gideremeyiz. Öyleyse şu sorunun üzerinde duraIım: Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz?
Aşağıdaki sorular, bunu anlamamıza bir ölçüde yardımcı olabilir:
- Söylediklerimi karşımdakiler kolayca anlayabiliyor mu?
- Düşüncelerimi açık ve etkili bir biçimde belirtebiliyor muyum?
- SözcükIeri söylerken söyleyiş ve dil yanlışları yapıyor muyum?
- Sesimi, duygu ve düşüncelerimi besleyecek, zenginleştirecek bir yönde kullanabiliyor muyum?
- Tekdüze mi yoksa canlı ve hareketli bir biçimde mi konuşuyorum?
- Konuşurken bakışlarımı beni dinleyenlere yöneltiyor muyum?
- El ve yüz hareketlerimi kullanırken birtakım yapmacık durumlara düşüyor muyum?
- Beni dinleyenlerin ilgisini dağıtacak, gereksiz ayrıntılardan, laf kalabalığından kaçınabiliyor muyum?
- Anlattıklarımın önemine, değerine inanıyor muyum?
- Sözü başka alanlara kaydırıyor, amaçtan ve konudan sapıyor muyum?
Kuşkusuz bu sorular kendi konuşma durumumuzu kabaca tanıma açısından birer ipucudur. Bu eksiklikler üzerinde ileride ayrı ayrı duracağız.
ç. Konuşma Gücümüzü Geliştirebilir miyiz?
Diyelim ki konuşma güçlüğü çekiyoruz. Birtakım temel eksiklerimiz var. Bunları da biliyoruz. Başkaları güzel ve etkili bir biçimde konuşuyor; ama biz öyle konuşamıyoruz. Biz de bu eksiklerimizi giderebilir, güzel ve etkili bir biçimde konuşabilir miyiz? Birçokları bu soruya olumlu bir yanıt vermezler. Onlara göre "güzel konuşma sanatı" çalışmakla, özel bir çaba göstermekle öğrenilemez. Çünkü bu bir yetenek işidir. Tanrı vergisidir. Nasıl insanların kimileri mavi gözlü, sarı saçlı, esmer tenli doğuyorsa, bunları değiştirmek insanın elinde değilse, konuşma işinde de bu böyledir. Kimi kişiler de üstün konuşma yeteneğini doğuştan getiriyorlar, bunu sonradan kazanmıyorlar. Güzel ve etkili konuşan nice kişiler var ki bunların hiçbiri belli bir konuşma eğitiminden geçmiş değildir. Öyleyse konuşmada yeteneği de, yeteneksizliği de Tanrı vergisidir. Bu yanlış bir görüş ve düşünüştür. Çünkü bundan önceki açıklamamızda da belirttiğimiz gibi konuşmayı ilk çocukluk yıllarımızda hiçbir çaba göstermeden, çevremizdeki kişilerden öğreniriz. Başka açıdan bakıldığında ise konuşma doğuştan getirdiğimiz bir yetenek değildir; sonradan kazandığımız bir alışkanlık, bir beceridir. Her beceri, her alışkanlık gibi bunu da zamanla ilerletir, geliştiririz. Nitekim Brayn adlı bir düşünür şöyle der: "İyi ve güzel konuşabilme yeteneği, Tanrı vergisi değil, çalışmakla, konuşma denemeleri yapmakla elde edilen bir beceridir."
Etkili ve güzel konuşma da bir bakıma sanattır. Nasıl ki her sanatın yerleşik, temel kuralları varsa konuşma sanatının da kendine özgü birtakım kuralları vardır. Nitekim birçok ülkenin okullarında, üniversitelerinde konuşma sanatını öğreten özel bölümler, konuşma laboratuvarları vardır. Buralarda konuşma sanatının kuralları, ilkeleri, yöntemleri uygulamalı bir biçimde öğretilmektedir.