Çanakkale Antik Kentleri (Marmara Bölgesi)

  • Konuyu açan Konuyu açan ZeyNoO
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
Paisos (Apaisos) Antik Kenti

Paisos, Çanakkale’nin Lapseki ilçesinin 10 km. kuzeydoğusunda, Bayramdere ‘nin denize döküldüğü yerde, oldukça yüksekte kurulmuştur.

Paisos sözcüğü Luwi-Pelasg dilinde “akarsu” anlamına gelmektedir. İliada’da Apaisas veya Paisas olarak ismi geçen kenti Hellen göçünden sonra M.Ö.VII. yüzyılda Miletoslular ele geçirmişlerdi.

Batı Anadolu kentleriyle birlikte Perslere karşı ayaklanmışlar sonra da Dourises komutasındaki Pers ordusu tarafından M.Ö.497’de kent ele geçirilmiştir. Attika-Delos deniz birliğine katılan kentlerin ödedikleri aidatları içeren listelerde Paisos’un ismi de geçmektedir. Kentin kuruluşu kadar terkedilişi de kesinlik kazanamamıştır.

Antik yazarlardan Polyainas kentin terk edilişini bir öykü olarak dile getirmiştir:

“Parion (kemer) ile Lampsakos (Lapseki) kentleri bir sınır anlaşmasına düşerler ve sonunda çözümü yarışmakta bulurlar. Yarışma koşullarına göre iki kent halkı kendi kentlerinden diğerine doğru yola çıkacaklar ve sonunda karşılaşacakları nokta iki kent arasındaki sınırı meydana getirecektir. Ancak, Lampsakos’lular yarışmaya hile karıştırarak 200 stad yol aldıkları halde Parion’lular yalnızca 70 stad gidebilmişlerdir. Bu durum karşısında Paisos ,Lamsakos’un sınırları içerisinde kalınca halk kenti terk eder.”

Yörede toprak üstü kalıntılarına rastlanmadığı gibi, yerini belirleyecek araştırmalar da yapılmamıştır. Bu yüzden bütün bilgiler eski kaynaklarda adının geçtiği olay ve yerlerle sınırlıdır.

 
Abarnia (Abarnis) Antik Kenti

Çanakkale’nin Lapseki ilçesinin 5 km. kuzeydoğusunda, Çardak burnunda küçük bir yerleşim yeridir.

Abarnia sözcüğünün Hellen dilinde bir anlamı yoktur, büyük olasılıkla Luwi-Pelasges dilinden gelmiştir.Prof. Bilge Umar bu ismin su pınarından türetildiğini belirtir.

Abarnia’nın tarihi ile ilgili bilgiler çok kısıtlıdır. Apollonios, Xenephon gibi tarihçiler yalnızca kentin ismini vermekle yetinmişlerdir. M.Ö.300’lerde yaşamış olan Rodoslu Apollonios, Argonautika’daki altın postu ele geçirmek için yola çıkanların destanını anlatırken geçtikleri yerlerin isimlerini de yazmıştır. Bunların arasında Abarnia’nın da ismi geçmektedir.

Abarnia’nın bulunduğu yerde yüzey araştırması ve kazı yapılmamıştır. Toprak üzerinde de herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır. Bu nedenle kentin kalıntı ve buluntuları ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
 
Skespis Antik Kenti

Skepsis, ilk kez Bayramiç’in 18 km. güneydoğusundaki Evciler köyü yakınında kurulmuştur. Sonradan da Bayramiç’in 10 km. doğusundaki, bugünkü Kurşunlu köyünün olduğu yere taşınmıştır. Her iki yer arasındaki uzaklık ise 10 km.dir.

Skepsis, Prof.B.Umar’a göre Hellen dilindeki Skepto fiilinden türetilmiştir. Anlamı “dayanak” olduğundan böyle bir sözcüğün kente verilemeyecegi kanısındadır. Büyük olasılıkla Anadolu kökenli bir isim Hellen dilinde değiştirilmiştir.

Skepsis’in kuruluşuyla ilgili tam bir bilgiye sahip değiliz,ancak 1.inci binin başlarında Truva kralı Priam’ın soyundan gelen Hektor’un oğlu Skamandrios ile Aineias’ın oğlu Askanias’ın şehrin kurulmasına yardımcı oldukları ve uzun zaman da burada hüküm sürdükleri söylenir.

Ksenophon’dan öğrendiğimize göre M.Ö.IV.yüzyılda kocası Zenis’den devraldığı hükümdarlıkla Mania isimli bir kadın Skepsis Satrapı olarak burada hüküm sürmüş ve topraklarını genişletmiştir. Mania’yı damadı Meidias öldürerek başa geçmiş fakat halk bunu tasvip etmemiştir .M.Ö.399’da Spartalı komutan Derkylidas kenti almak için buraya geldiğinde,halk yeni Satrap Meidias’ın arzusu hilâfına onu kentin dışında karşılayarak şehri teslim etmişlerdir. Derkylidas Skepsis halkına hür ve muhtar olacakları sözünü verdikten sonra halkla birlikte şehre girmiş,akropoldeki Athena mabedine giderek kurbanlar kesmiştir. Daha sonra Meidas’ın evine giderek hazinelerine el koydu ve onu tahttan indirerek demokratik bir düzenle halkın kendi kendisini idare etmesini sağları. Buna çok sevinen halk Derklydidas’ı yüksek kale burçlarına çıkarak uğurlamışlar.

Roma döneminde sikke bastırmış olduğunu buluntulardan anlıyoruz. İlkçağ sonu ile Ortaçağ başlarında büyük bir önem kazanmış ve piskoposluk merkezi olmuştur. M.S.431’de Efes’te toplanan konsil toplantısında Skepsis’i piskopos Athanasion temsil etmiştir. 452’deki Khalkedon toplantısında Philostargios tarafından temsil edilmiştir. 787 ‘deki ikinci İznik konsilinde Skepsis’i temsil eden bir piskoposun olmayışı bu tarihte önemini kaybettiğini göstermektedir.

1800 ‘lü yıllarda buradaki önemli bir aile olan Hadimoğulları Bayramiç kasabasında birçok inşaat yaparken ne yazık ki kentin antik taşlarını kullanmışlardır. Özellikle Konak Câmiinde şpoli malzeme bolca kullanılmıştır. Schliemann 1881’de buraya geldiğinde ,Kurşunlu köyünde yaptığı kazılarda bazı kalıntılara rastlamış,tıpkı Assos’un duvarları gibi duvar kalıntıları bulmuş,ayrıca 3 x 1.80 ebadında bir bina kalıntısı da bulmuş ise de bunlar pek önemli parçalar değildir.

Skepsis’in aşağı kenti ile nekropolü Bayramiç Barajının suları altında kalacağından,1993 de burada kurtarma kazısı yapılmış, ortaya bir hamam çıkarılmış,mezar stelleri ve çeşitli mimari parçalarla karşılaşılmıştır.
 
Gergis Antik Kenti

Gergis’in bulunduğu yer günümüzde kesinlik kazanamamış, bu konuda bazı iddialar ortaya atılmıştır. J.M.Cook,Gergis’in Bayramiç’ten 14 km. daha kuzeydeki Karıncalı köyü yolu üzerinde bir tepede olduğunu söyler.

Gergis sözcüğünün sonundaki “ıs”takısı Bilge Umar’a göre Hellen eklemesidir. Ayrıca Gerga’nın Hellen dilinde bir anlamı olmadığını da belirtir. Xenephon’da da ismi geçen Gergis’i Herodotos da Troas bölgesinin yerli halkı olan Troia’lılarla aynı soydan geldiği düşüncesindedir.

Kaynaklara göre surlarla çevrili kentte en tepede bir Athena mabedi vardı. Skepsis’in kadın Satrabı Mania’nın hazinesini burada sakladığına dair bir rivayet vardır. Kentin bulunduğu yer olarak iddia edilen alanda devşirme taşlar dışında belirli bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.
 
Kebrene, Kebrenos Antik Kenti

Kebrene,Çanakkale’nin Bayramiç İlçesinin 12 km. doğusundaki Çaltepe ile Fugla Tepe arasındadır.

Kebrene sözcüğünün Anadolu kökenli olduğu sanılırsa da ne anlama geldiği bilinmemektedir. Bununla beraber Troas’daki bir akarsuya da Hellenler bu ismi vermiştir.

Kentin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Xenephon ,Strabon kentin isminden bahsederlerken Skepsis ile Skamandras arasında bir yer olduğunu söylerler, ayrıca buradaki bir kuleden de söz etmişlerdir. Antiogonas’a göre de bu kentlerle sürekli savaşmıştır. M.Ö.479-334’de Kymeli göçmenler kenti olarak nitelendirilmiştir. M.Ö. 400’de kadın satrap Mania’nın yönetimine girmiş, 339’da da Spartalı komutan Derkylidas’a boyun eğmiştir. M.Ö.334’de Büyük İskender’in Granikos savaşındaki galibiyeti ile bölge onun hâkimiyetine girmiş, ölümünden sonra generallerinden Lysimakhos yeni kurulan Alexsandria-Troas’ı büyütmek için Kebrene halkını buraya zorla iskân etmiştir. Böylece halkının boşaltılmasıyla kent terkedilmiştir.

Oldukça geniş bir alana yayılan kentin kalıntılarından 3,4 km. uzunluğundaki surları dışında pek fazla bir şeye rastlanmamaktadır. Schliemann 1882’de burada kazı yapmış, kimi kaya mezarlarını açmış ve bazı gümüş ziynet eşyası çıkarmıştır.

1970’de burada üç erzak küpü ve bazı pişmiş toprak eserler ve paralar da bulunmuş ve Çanakkale Müzesine getirilmiştir.
 
Madytos (Eceabat) Antik Kenti

Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri olan Kilitbahir (Kilid ül Bahr) ile Çanakkale arasındadır.

Madytos’un tarihçesi hakkında ilk bilgiler İÖ.411 yılına aittir.. O yıl bir Atina donanması, Sparta’ya ve yandaşlarına karşı savaşı yürütürken Madytos’da üslenmiştir.

Madytos adı ilk kez Heredotos’da geçer. Ayrıca Xenophon’un Hellenikası’nda da kentin adı geçmektedir. Bu nedenle kentin İÖ.5.yüzyılda varlığını sürdürdüğü kanıtlanmış oluyor.

Madytos adının eski Hellen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır. Prof.Dr.Bilge Umar’a göre; bu adın Hellenleşme öncesi bir yerli dilden geldiği sanılmaktadır.
Çanakkale Boğazı kıyısındaki İlkçağ kentlerinin yıkıntıları Ortaçağda çeşitli yapılarda, surlarda ve kalelerde kullanılmak üzere kullanıldığından Madytos’dan günümüze gelebilen görünür herhangi bir kalıntı bulunmamaktadır.
 
Kallipolis, Khersonesos (Gelibolu) Antik Kenti

iZQR2.webp

İlk Çağlarda Khersonesos olarak adlandırılan yarımadadaki tüm olayların odak noktası olmuştur. Kent, Traklar ve Yunan koloni savaşları sırasında eski Yunanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Kentin adının bu koloniler tarafından Kallipolis olarak değiştirildiği sanılmaktadır. Daha sonraları Miletos, Foça ve Midilli'den gelen halkların yerleşim yeri olmuştur.

Kallipolis’in tarihçesi arkaik döneme (İÖ.479) öncesine kadar gitmektedir.Kentin adı, İÖ.5.yüzyılda, Atina önderliğinde, İranlılara karşı savunmayı örgütlemek amacıyla kurulmuştur. Ancak kısa süre sonra Atina’ya bağımlıları topluluğuna dönüşen Delos Birliği’ne gider katkısı altında vergi ödeyen kentlerden bir olmuştur. Romalı Tarihçi Titus Livius’a göre; gelibolu, İÖ. 200 yılında, Madytos ile birlikte, makedonya kralı V.Philippos’a boyun eğmiştir. Kent İlkçağda küçülüp güçsüzleşirlen, Roma döneminde, İlkçağın sonuna doğru, sestos kentinin sönükleşmeye başlamasıyla, önem kazanmıştır. Surlarını İS.6.yüzyılda Doğu Roma İmparatoru Iustinianus onarıp güçlendirmiştir. Ortaçağ’da, Avrupa-Asya arasında gelişen geçiş yeri olmak bakımından, artık önemini yitiren Sestos ile Abydos’un yerini Gelibolu ile tam karşısındaki lapseki almıştır.

Büyük İskender M.Ö 336 yılında kral olduktan sonra Anadolu'ya geçmek için M.Ö. 334 yılında Gelibolu güzergâhını kullanmıştır. Sırasıyla Eski Yunan, Pers, Makedonya, Bergama ve Romalılar'ın istilasına uğrayan kent, Romalılar ve Bizans döneminde çok önem kazanmış ve önemli bir liman ve geçit konumuna gelmiştir. Kent Bizans döneminde İmparator Jisitinianus zamanında bakımdan geçirilerek çevresindeki surlar onarılmış, kente erzak depoları yapılmıştır. Bu da bölgede bir merkez haline gelmesine neden olmuştur. 1190 yılındaki Haçlı Seferleri sırasında Alman İmparatoru Friederich komutasındaki Haçlı ordusu Anadolu'ya buradan geçmiştir. 1204 yılında kenti Venedikler, 1235 yılında Bizanslılar ve son alarak da 1311 yılında Osmanlılar ele geçirdi. Bizans döneminde merkezi bir kent durumuna gelmiştir.

Gelibolu’da günümüze ulaşabilen herhangi bir İlkçağ kalıntısı yoktur. Bununla birlikte, kentin ortasındaki, Erken Bizans döneminde İmparator Heraclius’un yenilediği kaleden kalan burçun yapımında gerek bunun bitişiğindeki tarihsel iç limanın havuz duvarları gibi çevresini saran duvarlarda, İlkçağ yapılarından sökülüp kullanılan, işlenmiş taşların yapı taşı olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca, kent içinde rastlantı sonucu bazı İlkçağ mimari parçalara rastlanmıştır. Bu parçalardan bir kaçı kentin ortasındaki parkta ve Turizm Derneği bürosunun önünde sergilenmektedir
 
Kardia Antik Kenti

Kardia, bugünkü Bolayır’ın tam kuzey doğrultusunda Saros Körfezi’ne uzanan ve Bakla Burnu denilen çıkıntı üzerinde kurulmuştur. Ancak kentin kuruluşu ile ilgili bilgiler hemen hemen yok gibidir.

Kardia kentine tarihte ün kazandıran, Büyük İskender’in yakınlarından olan Tek Gözlü Antigonos ile savaşan Eumenes’tir. Kardia, eski ve yeni Hellen dillerinde, “yürek” demektir.

Antik Kardia kentinden günümüze ulaşabilen, buradaki yarımadacıkta yoğun şekilde görülen çanak çömlek kırıkları dışında herhangi bir kalıntı ve mimari parça bulunmamaktadır.
 
Troia (Troya) Antik Kenti


fPYDl.webpTroia iki kıta arasında yer almaktadır. Bu nedenle bir ticaret ,zenginlik ve savaş kentidir. Yine bu nedenle buraya dokuz tane Troia kenti kurulmuştur.

Homeros’un İlyada’sında söz edilen Troia ise bu kentlerin altıncısıdır.

Homeros’un şiirsel bir dille anlattığı İliada, araştırmacıların dikkatini Troia üzerine çekmiştir.

Antik kaynaklardan, Pers hükümdarı Xerxes’in (M.Ö.485-465) Yunanistan’a savaşmaya giderken buraya uğradığını, Büyük İskender’in sürekli Homeros’u okuduğunu öğreniyoruz.

XVIII.yüzyılda Fransız gezgini Le Chevallier Troia’yı tanımlamış, ardından ilk araştırmayı XIX.yüzyılın ikinci yarısında Amerikan ve İngiliz konsolosu Frank Calvert yapmıştır. İlion’da bir höyükte yapmış olduğu sondajlarda Bronz Çağı kalıntıları ile karşılaşınca Homeros’un Troia’sını bulduğunu sanmıştır.

Henrich Schliemann düzenli bir arkeoloji eğitimi görmemiştir. Çocukken, babasının armağan ettiği resimli bir tarih kitabından Homeros’u tanıdı, sonra İliada ve Odysseia’yı okudu, Troia savaşı onu etkiledi. Gençliğinde bakkal çıraklığında ,gemi kamarotluğu ve bir ticarethanenin muhasebeciliğini yaptı.

NRZ7r.webpBu arada birkaç yabancı dil de öğrendi. Kırım savaşında Rus ordusunda müteahhitlik yaparak zengin oldu. Bundan sonra İliada’da anılan kentlerin tarihi coğrafyasını incelemek için Troas bölgesinde geziler yaptı.

Zengin bir tüccar olan Henrich Schliemann (1822-1890) arkeolog olmamasına karşılık Frank Calvert’e inanmış, Homeros’un İliada’sında gerçek payı olduğunu düşünmüştür. Bu nedenle 1871-1873, 1878-1879 ve 1822 yıllarında çalışmalar yapmıştır. Höyüğün yarısının mal sahibi olan F.Calvert de ona kazması için izin vermişti.

Schliemann, sistemsiz biçimde kazmaya başlamış,10 m. derinlikte açtığı bir çukurda İlion’un ikinci yapı katının yangın tabakası ile karşılaşmıştır.

Arkeoloji bilgisinden yoksun oluşundan ötürü de yapı katlarını birbirine karıştırarak yok etmiştir. Pişmiş topraktan keramik parçaları, bakır, bronz eşyalar, taş, mermer kalıntıları ile karşılaşmış ise de o aslında Kral Priamos’un hazinelerini arıyordu.Arkeoloji belgelerini, kanıtları yok etti, tabakaları birbirine karıştırdı, ama sonunda dilediğine kavuştu.

Schliemann Troy and its Remains isimli kitabında (1875) bulduğu hazinenin Priamos’un olduğunu sanarak şunları yazmıştır:

Hs10i.webp"Bu duvarı incelerken dikkatimi çeken ilginç bir forma sahip geniş,bakır bir nesne gördüm. Arkasında da altın pırıltısını farkedip pür dikkat kesildim. Bakır kap,bir birbuçuk metre kalınlığında yanarak taşlaşmış,kırmızı renkli bir tabakanın altındaydı.Bunun üstünde de birbuçuk metre genişliğinde ve yedi metre yüksekliğinde toprak ve iri taşlardan yapılmış,Troia’nın yakılmasından sonraki bir döneme ait olması gereken bir duvar vardı.Hazineyi açgözlü işçilerimden saklayarak arkeolojiye maletmek için acele etmeliydim.Kahvaltı vaktine daha çok zaman olduğu halde paydos verdim.İşçiler yemek yiyip dinlenirken hazine’yi bıçağımla kazıdım. İlk bulduğum şey bakırdan yapılmış geniş bir kalkandı...İkincisi iki yatay kulpu olan bakır bir kazandı... Üçüncü olarak bakır bir tabak çıkardım... Bunu saf altın yuvarlak bir şişe izledi...Sonra bir kupa,saf altından... sonra gene altın bir kupa...” H.Schliemann, bakır leğenler, tencereler, altın, gümüş, elektron ve tunç kupalar, bakır mızrak uçları, çeşitli takılar bulmuştur. Özellikle bu takılar arasında altın yüzükler, bilezikler, küpeler ve baş süsleri vardı."

H.Schliemann bulduklarının Kral Priamos’un hazinesi olduğuna inanmıştı. Bulduklarını yasal olmayan yollarla Atina’ya kaçırmıştır.

O yıllarda İstanbul’da Müze-i Hümâyun Müdürü olan Dr.A.F. Dethier bu eserlerin geri alınabilmesi için büyük uğraş vermiş. Atina’da açtığı dava olumlu sonuçlanacakken, Osmanlı hükümeti yüklü bir tazminat alarak talebinden vazgeçmiştir.

mcN38.webpH.Schliemann 1882’de Wilhelm Dörpfeld (1853-1940) ile birlikte çalışmalarını sürdürmüştür.

Bu arada W.Dörpfeld Troia’da dokuz yapı katı bulunduğunu ortaya koymuştur. Onun ortaya koyduğu dokuz yapı katını daha sonra 1932-1938 yıllarında Troia’yı kazan Carl W.Blegen de doğrulamıştır. Amerikan kazı grubunun başında bulunan C.W.Blegen bu yapı katlarının yanı sıra ayrıca otuza yakın yerleşmeyi de tespit etmiştir.

H.Schliemann’ın ölümü üzerine eşi Sophia 1890 da kazıların giderini karşıladı ve çalışmalar Alman bilim adamlarınca yürütüldü. Bunların başında Mimar Wilhelm Dörpfeld bulunuyordu. Böylece H.Schliemann’ın bulduğu Troia, J.G.von Hahn.C.W.Blegen ve özellikle W.Dörpfeld’in çalışmalarıyla bilimselleşmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında kazıyı yine Almanlar yürüttü.1988’den bu yana Tübingen Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr.Manfred Korfman Troia’da çalışmalarını sürdürmektedir.


TROİA I (M.Ö.3000-2500)

8B6HM.webpTroia üst üste farklı kültür tabakalarından oluşmuş,arkeolojik yönden zengin bir höyük olmasına karşılık coğrafi yönden de önemli bir konuma sahipti. Burası 3 000 yıl boyunca peş peşe yerleşimlere sahne olmuştur. Böylece toprak ve taşın oluşturduğu 20 m.yi aşan bir tepe ortaya çıkmıştır. Gerçekte Troia iki kıtayı birbirinden ayıran denize egemen bir noktada idi.

Troia kazıları Hisarlık höyüğündeki en eski yerleşmenin,deniz seviyesinden 26 m.yükseklikte bir tepe üzerinde kurulduğunu göstermiştir.Bu dönemde Troia küçük bir kale görünümünde idi. Ancak bu dönemdeki surlar çağdaşlarına göre çok dayanıklıydı. Bunlardan D Burcu olarak isimlendirilen burcun kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir.

I.Troia, Erken, Orta ve Geç olmak üzere üç ana grupta incelenmektedir. Günümüze çok iyi korunmuş olarak gelen sur duvarları,iki kule ile desteklenmiştir. Bunlardan (3.50 m.yüksekliğinde) doğu kulesi temizlendiği zaman tabanının oldukça iri taşlardan yapıldığı görülmüştür. Amerikalı Arkeolog grubu kazılarında sur duvarlarının 115 m. uzunluğu olduğuna işaret etmiştir. I.Troia’nın çapı 90 m. olup (ana toprak üzerinde) höyüğün yüksekliği de 4 m. yi bulmaktadır.

Batı Anadolu’da aynı dönem yerleşimlerde olduğu gibi burası da Erken Tunç Çağı özelliklerini taşımaktadır. Avcılık, hayvancılık ön plânda tutulmuş, savunma için kent stratejik bir noktada kurulmuştur. Yapı katlarının ortasına, oldukça büyük olduğu anlaşılan yöneticinin evi veya sarayı kondurulmuştur. Troia’lıların evleri de onun çevresine sıralanmıştır. Temelleri taştan, üst kısımları kerpiçten olan bu evler ince uzun plânlı olup önlerine de birer portik yerleştirilmiştir. Megaron olarak isimlendirilen evlerde 2.00 x 0.30 x 0.90 veya 1.70 x 2.35 x 0.50 ölçülerinde yatılacak sedirler bulunmaktadır. Bothers denilen yiyeceklerin saklandıkları çukurlar ile masaya benzer yükseklikler de onları tamamlamıştır. Evlerin içerisine ışık ve hava girmesini sağlamak amacıyla duvarların üst kısımlarına,çatıya yakın yerlere ince uzun delikler açılmıştır. Üst örtülerin ağaç veya kerpiçten oldukları sanılmaktadır.

Troia I tabakasında çömlekçi çarkı henüz bulunmadığından,pişmiş topraktan kaba görünümlü kap kacak kullanılmıştır. Genelde tek renkli (monokron) siyah,gri ve kahverengi olan bu kapların bazıları insan yüzüne benzetilmiştir. Bu kültür Lesbos (Midilli), Thermi ve Lembos (Limni) adaları ile benzerlik göstermekte,aynı zamanda burada ele geçen ithal parçalardan da kylat ve Yunanistan ile ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır.

Troıa I. Kültürü’nün,muhtemelen büyük bir deprem neticesinde oluşan önemli bir tahrip ile sona erdiği sanılmaktadır.

TROİA II (M.Ö.2500- 2300)

Fix8B.webpTroia I . kalıntıları üzerine kurulmuş olan ,Troia II, Erken Tunç Çağı yerleşmesi olup ,yedi ayrı yapı katından meydana gelmiştir. Troia I’in deprem olduğu sanılan büyük bir felaketle sona erişinden sonra, bu ikinci yerleşimde de bir önceki dönemin insanlarının yaşam ve kültürleri sürdürülmüş ve aralarında bir zaman boşluğu olmamıştır. Uygarlık düzeyi Troia II de aynen devam etmiştir. Troia I.in yıkıntıları üzerine kurulan bu tabaka H.Schliemann ve W.Dörpfeld’in kazılarına göre üç yapı katına ayrılmıştır. Oysa C.W.Blegen yedi ayrı katın olduğunu ileri sürmektedir. H.Schliemann’ın definesi ise bu tabakada bulunmuştur.

Troia’da yaşayan insanlar yıkıntıları temizleyip düzgün bir alan elde ettikten sonra yeni baştan bir kent kurmuşlardır. Bu dönemde yapılaşma farklı bir gelişim göstermiş,kent plâncılığında ilk örneği ile burada karşılaşılmış,yerleşim alanının sınırları daha da genişlemiş ve birbiri üzerine yedi ayrı bölüm doğal olarak oluşmuştur. Anıtsal görünümlü megaron tipi bu evler yanyanadır. Bunların dış görünümleri ile bir cephe oluşturulmuştur. Birer propylon ile girişin sağlandığı ve yüzlerinin de hep aynı yöne baktığı görülür. Bu şehircilik anlayışı ile ev düzenlemesi 700-800 yıl sonra Hellas’ta Tiryns akropolündeki yerleşimde aynen uygulanmıştır.

Troia II, içeriye doğru eğimli,taş temeller üzerine kerpiç duvarlı kalın dayanaklı surlarla çevrelenmiştir. 7,5 m. genişliğinde,taş döşeli rampalı bir yoldan anıtsal bir kapı ile güney surlarından içeriye girilmiştir. Ayrıca bu dönemin sonlarına doğru surlarda ikinci bir kapı daha açılmıştır. Burada W.Dörpfeld’in “Büyük Megaron” diye isimlendirdiği saray kentin en önemli yapısıdır. H.Schliemann hazineleri burada bulmuştur.

Troia II, yaşantısının en büyük özelliği çömlekçi çarkının keşfedilmiş oluşudur. Siyah,gri,kırmızı,kahverengi renklerde perdahlanmış keramikler arasında dikey kulplu dik boyunlulara ve insan yüzü görünümünde kap kacağa çok sayıda rastlanmıştır. Ayrıca burada bulunan ,H.Schliemann’ın Priamos’un hazinesi olarak yanılgıya düştüğü objeler yine bu katta bulunmuştur. Özellikle altından yapılmış eserlerin çokluğu,kaya kristallerinden yapılan ok uçları,aslan başlı savaş baltaları ve takılar burada bulunmuştur. Bulunan çanak-çömlekler de çömlekçi çarkında yapılmıştır.

Troia II, Troia I’e göre Ege denizi çevresi başta olmak üzere ,İç Anadolu,Klikya ve Suriye ile ticari ilişkilerini daha da çoğaltmıştır.

Troia II yabancı bir kavmin saldırısına uğrayarak son bulmuştur. Yerleşim alanı üzerindeki 1 m. kalınlığındaki yangın tabakası ise bu saldırının korkunçluğunu ortaya koymaktadır. Bu saldırının M.Ö. 2000 yıllarının hemen başlarında Orta Avrupa’dan gelen Hint-Avrupa kökenli göçmenler tarafından yapıldığı iddia edilmişse de bunu kesinleştirecek bulgulara yeterince rastlanmamıştır.



TROİA III (M.Ö. 2250-2200)

Erken Tunç çağının sonlarını oluşturan bu dönem bir bakıma Troia II-III’ün devamıdır. Dar sokaklı, küçük, megaron tipi evlerin duvarlarının alt kısımları taştan, üst kısımları da kerpiçten yapılmıştır. Kentin ortasında kral sarayı olup olmadığını belirtecek izlere rastlanmamıştır.

Ayrıca surların olup olmadığı da kesinlik kazanamamıştır. Ancak Troia II’ye göre bir düşüş görülür. Bu dönemde yaşam şekillerinde belirgin bir değişiklik olmamış, dış ilişkilerde önceki dönemin tekrarından farklı olmamıştır.

TROİA IV (M.Ö. 2200-1700)

Erken Tunç Çağının yaklaşık 100 yıl sürdüğü ve Troia IV katı ile son bulduğu verilerden anlaşılmıştır. Bu dönemde yerleşim öncekilerden biraz daha genişlemiştir. Bu tabakada ele geçen kalıntılardan Yunanistan, Eğe Adaları, İç ve Güney Anadolu ile ilişkilerinin sıklaştığı dikkati çekmektedir.

Troia tabakaları arasında surları en görkemli ve güçlü olan tabakadır. Bu surlar M.Ö. 1425-1300 arasında yenilenmiştir. Yükseklikleri 4 m.ye ulaşır, dış yüzleri dibe doğru genişler ve her 10 m.de bir burçla güçlendirilmiştir.

Genel yapı anlayışı Troia III’den farklı değildir. Binalar, eski kalıntıların temelleri üzerine yapılmıştır. Yapı tekniği Troia II’ye benzer. 50-70 cm. kalınlığında moloz taş temellerin üzerindeki kerpiç duvarlar kerpiç sıva ile sıvanarak yapılmışlardır. Dört ayrı bölümlü, önlerinde ön mekanı olan yapılar inşa edilmişlerdir. Bitişik evlerin ortak duvarlarının üstü iki terastan meydana gelen kerpiç bir çatı ile örtülmüştür. Bu dönemin en önemli belirtisi kubbeli fırının kullanılmasıdır. Bu fırınlar yapıların içerisinde veya dışındadır. Çoğu zaman girişin sağında ve solunda bulunurlardı. Ayrıca ayaklı pişirme kaplarının yerini düz dişli kaplar almıştır. Bu dönemde çok sayıda av hayvanı kemiği ortaya çıkar. Domuz, keçi ve sığırın yanı sıra balık, deniz kaplumbağası, ıstakoz kalıntıları da vardır. Bu dönemde denizle ilişkinin arttığı su ürünleri izlerinin çokluğundan anlaşılmaktadır. Bu dönem de çok şiddetli bir depremle yıkılmıştır.



TROİA V ( M.Ö. 2200- 1700)

p8Dd6.webpErken Tunç Çağından, Orta Tunç Çağına geçiş döneminde altı yapı devresinin izleri bulunmaktadır. Bu dönem,kendisinden öncekilerden kültür yönünden fazla bir ayrıcalık göstermemesine karşılık, ticari yöndeki ilişkilerine bu kez Kıbrıs’ı da eklemiştir.

Evler Troias IV’ün devamıdır. Moloz taştan, nispeten ince duvarları olan 7-10 m. uzunluğunda,yamuk plânlıdırlar. Ancak refah düzeyinin yükseldiği görülür. İçeride yayvan sekiler ve kubbeli fırınlar her evde görülür.

Troia V’de kent yerleşimi biraz daha genişlemiş, surların alt kısımları kaba taşlardan,üst kısımları da yine kerpiçten yapılmıştır. Eski evlerin yanlarına yenileri eklenirken,planların daha kompleks olduğu da gözlenmiştir.

Bu devirde dokumacılığın geliştiği, avcılığın azaldığı, sığır ve domuzun yaygın biçimde yetiştirildiği, çömlekçi çarkının da çok kullanıldığı bulgulardan anlaşılmıştır. Keramik ustaları yerel killer kullanmışlardır. Farklı boyutlardaki kum ve taşlar çeşitli miktarda kilin içerisine katılmıştır. Orta Tunç Çağının tipik örnekleri olan kırmızı sırlı keramikler iyice yıkanmış,demir oranı yüksek bir sırla kaplıdırlar. Pişirildikten sonra okside olarak kırmızı bir renk almışlardır. Büyük boydaki kaplar ve pithoslar ise çömlekçi çarkı ile üretilmişlerdir.

Troia IV ve V de mezar kalıntıları azdır. Son dönem kazılarında V.inci döneme ait iki mezar bulunmuştur. Bunlardan biri çocuk diğeri ise içerisinde mezar hediyeleri olan kadın mezarıdır.

Yaklaşık bir yüzyıl süren bu dönemin nasıl sona erdiği henüz öğrenilememiştir.


TROİA VI (M.Ö.1700-1200)

MKnOr.webpYüksek Troia kültürü Orta Tunç Çağında M.Ö. 1700 ‘lerde başlar, M.Ö.1200’ lerde biter.

Troia VI. yapı katı kendisinden önceki devirlere göre daha farklı bir dönem oluşturmuştur. Anadolu’da yapılan kazılar bu dönemde Hititlerin Anadolu’ya girdiklerini göstermektedir. Bu dönemde Troia’ya farklı kültürlerin insanlarının yerleştikleri de anlaşılmaktadır. Yeni gelen insanlar kendilerinden önce yaşayanların yerlerinde daha güçlü bir savunma sistemi kurmuşlardır. Bu surların yüksekliği 9 m.ye ulaştığı gibi testere dişli şekillerde birbirlerine duvarlar bağlanmış,kulelerle desteklenmiştir. Burada, 18 x 8 m. ölçüsünde ovaya hakim bir kulenin içerisinde,kayaya oyulmuş, 8 m. derinliğindeki bir sarnıçtan uzun süreli kuşatmalardan yararlanıldığı anlaşılmaktadır.

Bu dönemde savunma duvarları 550 m.yi bulur ve 2 hektarlık bir alanı kapsar.
Burada kazı yapan W.Dörpfeld surların M.Ö.1425-1300 yıllarında yapılmış olabileceğini,kendisinden önceki başka bir kentin duvarları üzerine ayrı bölümler halinde yapıldıktan sonra birleştirildiğini ileri sürmüştür. Bu surların kendilerinden öncekilere oranla daha küçük olmalarına karşılık,onlardan farklı plânları,eğimleri ve her 10 m.de bir yenilenen dikey çıkıntıları ile ilginç bir görünüm sağlamıştır. Ancak kendilerinden sonra özellikle Hellenistik ve Roma dönemlerinde yapı malzemelerinin çoğu,yerlerinden sökülerek başka yapılarda kullanılmışlardır. Özellikle M.Ö.3.üncü yüzyılda yapılan Athena mabedinin inşasında kullanılmıştır.
Troia VI. Katında saray ve kentin önemli yapıları tepenin üzerinde yapılmıştır. Megaron tipi evlerin surlara paralel olarak yerleştirilmiş oluşları,onların da kentin korunmasında büyük payları olduğunu göstermektedir. Güney Akropol kapısından ,hafif bir yokuşla çıkılan direkli bir ev kentin diğer evlerine göre daha ayrıcalıklıdır. Bu ev 26 x 12 m. ölçüsünde,dikdörtgen planlı olup,doğudaki girişten sonra ortadaki salonun arkasına üç küçük oda sıralanmıştır. Evin duvarları ,çatıyı veya ikinci katı destekleyen ahşap direklerden bir tanesi çok iyi korunmuştur. Özellikle girişin diğerleri gibi kısa kenar yerine uzun kenarda oluşu megaron tipinden uzaklaşıldığının ilk örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu örnek dışında, dikkati çeken başka ev örnekleriyle de karşılaşılmıştır,evlerin büyük çoğunluğu kuzeyden güneye doğru genişleyen akropole uyum sağlamaktadır.

Troia VI. katında ilginç bir yerleşim düzeni ile karşılaşılmaktadır. Yerleşim alanının oluşturan tepe en küçük ayrıntısına kadar planlandıktan sonra yapılan teraslara birbiri üzerine gelecek biçimde,iç içe daireler oluşturularak yerleştirilmiştir.
Hellenistik dönemde tepenin üzerinde Athena mabedinin yapılması,Roma çağında yeni yapıların eklenmesi,H.Schliemann’ın bilinçsizce yaptığı açmalar bu kata ait kalıntıların yok oluşunda büyük etken olmuştur. Bununla beraber W.Dörfeld ile W.Blegen’in ortaya çıkardığı yapılar Troia’nın bu döneminin karanlık noktalarını aydınlatmıştır.

dRC5k.webpTroia VI. döneminde Yunan yarımadasındaki krallıklarla, Ege adalarında yaşayanlarla ve özellikle Kıbrıs,Girit adalarında öncekilerden daha çok ticari ilişkileri olduğu bilinmektedir. Yine bu dönemde altın, gümüş, elektron ve bronzun süs eşyalarında kullanıldıkları, kap kacakların daha ileri bir seviyeye ulaştıkları görülmüştür. Ayrıca bu tip keramiklerin Alacahöyük’de karşımıza çıkışı da Troia keramiğinin Orta Anadolu ile olan bağlantısını ortaya koymuştur.

W.Blegen’e göre Troia VI. bir deprem ile sona ermiştir. Nitekim sur duvarlarındaki çatlaklarla bunu kanıtlamaya çalışmıştır. Troia’da 1988'den beri yapılan kazılar bazı bilgileri değiştirmiştir. En önemlisi Troia VI-VII’nin sınırları tespit edilmiştir. VI. orta döneminde aşağı şehir kaya içerisine kazılmış bir hendek ile çevrilmiştir,yerleşme alanı eskisinin on katı büyüktür. Hendeğin bazı yerlerinde 10 m.lik aralıklar bulunur. Bunlar araba yolları içindir.



TROİA VII (M.Ö.1200- 1000) (Erken Demir Çağı)

Troia VII.katını W.Dörpfeld VII-1 ve VII-2; Amerikalı arkeoloji ekibi de daha sonraki yıllarda VII-a ve VII-b olarak iki ayrı yapı katı olarak incelemişlerdir. Bu dönemin başlangıcında,daha önceki dönemde depremden zarar gören yapılar onarılarak kullanılmıştır. Bunlara yenileri eklenirken,bir bakıma Troia VI’nın devamı olduklarını savunanlar da olmuştur. Bununla beraber Troia VI.yapı katını kendisinden öncekilerden ayıracak belirgin özellikler de dikkati çekmektedir. Birbirlerine bitişik evlerde depo görevini üstlenmiş,içerisinde çok sayıda pithoslar bulunan odalar görülmektedir. Ağızları irri taşlarla kapatılan bu pithoslar toprağa gömülmüşlerdir. Ele geçen keramikler ise büyük fark olmamakla beraber ithal malı Myken ve Kıbrıs kapları da bol miktarda karşımıza çıkmıştır. Ayrıca burada “Buckelkeramik” diye isimlendirilmiş yeni bir tür keramikle karşılaşılmıştır. Belirgin bir değişikliği olmayan keramiklerde VII-a, renkli Minyas keramikleri aynı biçimde VII-b’de devam etmiştir.
Amerikalı Arkeologlar VII-a yapı katının Homeros’un İliada’da anlattığı Priamos’un kenti olduğunu iddia etmişlerdir. Bununla beraber VII-a katındaki yapılar incelendiğinde kentte yaşayanların yıkılan evlerini onardıkları görülmektedir. Yeniden yapılanlar ise eskiye oranla çok daha düşük düzeyde olmalarının yanı sıra yapıların mimari kalitesi de öncekilere göre çok daha kötü oldukları dikkati çekmektedir.



TROİA VIII (M.Ö. 900-350)

İlk kez Amerikan Arkeoloji grubunun bulduğu Hellen izleri M.Ö.VII. yüzyıldan daha erken tarihlere inmemektedir. Bu yıllarda Ege’den başlayan göçler Troia’da da yoğunluk ve canlılık kazanmıştır. Önceki devirlerden kalan kalıntılardan da yararlanılarak küçük bir yerleşmenin yenilendiği gözlemlenmiştir. Özellikle yukarı Temenos’un ortasında bulunan sunak bu dönemde yapılmıştır.

Bu arada Amerikalılar yukarı Temenos’un güneyinde,aşağı temenos ismini verdikleri bir başka alanla daha karşılaşmışlardır. Buradaki iki Temenos’un hangi tanrılara ait oldukları bilinmiyorsa da Athena’nın saygı gördüğü de gerçektir. Nitekim Hellenistik dönemde burada yapılan Athena mabedinin daha önceki dönemlere ait olan Kybele ana tanrıça mabedi üzerine yapılmış olduğu da sanılmaktadır. Lysimakhos da bu tapınakda bazı tamir ve yenilemeler yapmıştır.

Troia kazılarında ele geçen buluntular, bu dönemde Ege devletleri ile yoğun bir ilişkinin olduğunu da göstermiştir.Özellikle Korint, Doğu Grek, Attika ve Ion keramikleri,çeşitli fibula’lar (çengelli iğneler), adak heykelcikleri de bunu kanıtlamaktadır.


TROİA IX (M.Ö.350- M.S.400)

jMY6a.webpBüyük İskender’in (M.Ö.324) Anadolu’ya gelişi ile birlikte Troia yeniden önem kazanmıştır. Onun emri ile generallerinden Antigones ile Lysimakhos kenti yeniden imar ederek yenilediği limanı ile zamanının önemli bir ticaret merkezi yapmıştır.

Romalılar,Tanrıça Aphrodite’in Troia’lı prens Ankhises’in oğlu kahraman Aineias’ın (Latincesi Aeneas) soyundan geldikleri inancını taşıyorlardı. Bu nedenle de Troia’ya büyük önem vermişlerdir.

Roma İmparatoru Büyük Konstantinus (M.S.324-337) doğuda kurulan İmparatorluğun başkenti olarak da bir ara burasını düşünmüştür.

Julius Caesar (M.Ö.59-44) ile Octavius Augustos (M.Ö.31-M.S.14) kentte yeni bir imar dönemi başlatmışlardır. Athena mabedinin temenos’u genişletilmiş ,ek yapılarla mabedin çevresi sütunlarla çevrilmiştir. Ancak bunlar yapılırken Troia VI ve Troia VII’nin önemli yapıları ile evleri de tahrip edilmiştir.

Troia kazıları Athena mabedinin güneydoğusu ile surlar arasında kalan alanda Roma kalıntılarını,kentin güneydoğusunda duvarları ortaya çıkarmıştır. Yine bu devirde tiyatro, bouleterion, nymphaeum, odeon ve anıtsal ana giriş kapısı yapılmıştır.
 
Polymediom Antik Kenti

Troas bölgesi antik kentlerinden Polymediom, Assos-Gülpınar arasındaki Koyunevi köyü yakınındadır. Deniz kenarındaki kentin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu da kesinlik kazanamamıştır.

Polymediom, Hellen dilinde “Polymedes Yurdu” anlamında bir sözcüktür.Larissalı komutan Polymedes’in bu kente ismini verdiği de düşünülmelidir.

İngiliz arkeologlarından Cook ve J.Mellaart burada yaptıkları incelemelerde Erken Tunç Çağına tarihlenen (M.Ö.3000-2500) Troia V. katında benzerlerine rastlanan gri ve kırmızı renkte keramik parçalarını bulmuşlardır. Bunun dışında Hellenistik dönem keramik parçaları da yine yüzeyde çok sayıda bulunmuştur. Bu buluntuların yardımıyla, Plinius’un da sözünü ettiği Polymediom’un M.Ö.3000’lerde kurulduğunu ve varlığını Helenistik dönemde de (M.Ö.300-M.S.20) sürdürdüğünü anlayabiliyoruz. Bunu kanıtlayabilecek lahitler dışında kentle ilgili başka kalıntılara, arkeolojik araştırmalar yapılmadığından rastlanmamıştır.

Bugün halkın üzüm ezdiği tekneler İlk çağ lahitleridir.
 
Geri
Top