MA'
Yer yüzüne yayılıp döşenmek.
MÂ
f. Biz mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri) * Mim ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir. Meselâ: (Mâ-ba'd: Sondaki, alttaki.)
MÂ'
Su. Ab.
MAA
(Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu takdirde tenvinlenir ve hâl olarak bulunur: (Caû maan: Beraber geldiler.)
MAAB
Ayıp, eksiklik. * Ayıp şey, utanılacak nesne, ayıp yeri.
MAABİD
(Meâbid) (Mabed. C.) İbadet edilen yerler. Mâbetler. * (Abd. C.) Hizmetçiler. Kullar.
MAABÎD
(Ma'bud. C.) Ma'budlar.
MAABİD-İ İSLÂMİYE
İslâm mâbetleri. Mescid ve câmiler.
MAABİR
(Ma'ber. C.) Köprüler, geçitler, kemerler.
MAACİL
(Ma'cel. C.) Yollar,
MAACÎN
(Ma'cun. C.) Macunlar. Hamur kıvamındaki yoğurulmuş şeyler.
MAAD
(Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
MAADA
Başka. Fazla. Bundan gayrı. (Bak: Adâ) (İstisnâ kelimesidir)
MAADİN
(Maden. C.) Madenler.
MAAFİR
Hemedan'da bir kabilenin adı.
MAA-HAZA
Bununla beraber. Bununla birlikte.
MAAHİD
(Ma'hed. C.) Buluşma yerleri. Anlaşma yapılan ve sözleşilen yerler.
MAAHU
Onunla beraber. Onunla.
MAAK
Meslek, mezheb. * Sığınacak yer.
MAAKAT
Derinlik.
MAAKID
(Ma'kad. C.) Ma'kadlar, akdedilecek yerler. Toplantı yerleri. * Düğümler. Düğüm yerleri veya noktaları.
MAAKIL
(Ma'kıl, Ma'kale ve Ma'kule. C.) Sığınacak yerler. * Kan pahaları.
MAAKIM
(Ma'kım. C.) Eklemler, eklemeler.
MAAKKA
Çocuğun, anababaya isyan etmesi. Veledin valideyne itaatsizliği.
MAAL
Yükseklik. İlerilik. Şereflilik.
MAALCEMAA
(Maa-l-cemâe) Cemaatle beraber, cemaatle birlikte.
MAALEM
İz. Eser. Nişân. * Dinî mes'ele.
MAAL-ESEF
Yazık ki. Maalesef.
MAAL-FARIK
Yanlış olarak. Farklı olarak. Farklı olmakla beraber.
MAAL-FARZ
Farzedilerek. Doğruluğu kabul edilmekle. Kabul edilmiş sayılmakla.
MAAL-GAYR
Başkası ile birlikte. Gayrısı ile.
MAALÎ
şerefler. Yükseklikler. * Yüksek fikirler. * şerefli vazifeler.
MAALİF
(Ma'lef. C.) Ot, saman gibi yem konan yerler. Samanlıklar.
MAAL-İFTİHAR
İftiharla. Sevinerek. Kemal-i şevk ile.
MAALİM
(Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler. * İzler. Nişanlar. Eserler.
MAALİYAT
İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
MAAL-KERAHE
Kerih, çirkin, kötü olmakla beraber. Kerahetle beraber. Mekruh olarak.
MAAL-KİFAYE
Kâfi olmakla, yetmekle beraber.
MAAL-MEMNUNİYYE
Memnun olmak suretiyle. İsteyerek. Gönül rızası ile. Memnuniyetle.
MAAMİ'
(Ma'maa. C.) Ateş çatırtıları.
MAAN
Menzil, mekân.
MAAN
Birlikte. Beraber.
MAANÎ
(Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat)
MAANÎ-İ KUDSİYYE
Kudsi mânâlar.
MAANÎ-İ MEDLULE
Anlaşılan mânâlar.
MAANÎ-İ MUKADDESE
Mukaddes mânâlar.
MAANÎ-İ MÜTEZAHİME
Bir kelimenin çok mânaya gelip birbiri ile yarışma hâli.
MAANÎ-İ SÂNEVİ
İkinci derecedeki mânâlar. İşarî, mecazî, remzî mânâlar gibi.
MAANÎ-İ ÛLÂ
Evvelki mânâlar, vesileler.
MAAR
Ar ve hayâya sebep olacak şeyler.
MAARIZ (MEÂRİZ)
(Muarraz. C.) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.
MAARÎ
İnsanın daima çıplak kalan organ veya azası.
MAARÎC
(Mi'rac. C.) Merdivenler.
MAARİF
Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi. * Meharet. Üstadlık. Hüner. * Marifetler. Mâruflar. Kültürler. * Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri. * Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
MAARİF-İ MÜTENEVVİA
Çeşit çeşit bilgiler.
MAARİF-İ UMUMİYE NEZARETİ
Maarif vekâleti. Milli Eğitim Bakanlığı.
MAARİF-MEND
(C.: Maarifmendân) f. Bilgili, bilgi sahibi. Kültürlü.
MAARİF-MENDÂN
(Maarifmend. C.) Bilgi sahibi kimseler, bilgililer.
MAARİF-PERVER
f. Maarifin yayılıp intişar etmesine çalışan. Maârife ait şeyleri muhafaza eden.
MAARİK
(Ma'rek ve Ma'reke. C.) Savaş meydanları, muharebe alanları. Harp sahaları.
MAARÎZ
(Mi'raz. C.) Kapalı mânâlar. * Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.
MAARÎZ-ÜL KELÂM
Kelâmda irad olunan kapalı mânâlar. Bir sözün asıl mânâsından başka mânâyı istemeler.
MAAS
Ayağın siniri çekilip büzülmek. * Ayağın eğri olması.
MAASIR
(Ma'sara. C.) Üzüm, susam gibi şeylerin sıkıldığı yerler.
MAASÎ
(Ma'siyyet. C.) Günahlar. * İsyanlar.
MAAŞ
Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para.
MAAŞAT
(Maâş. C.) Maaşlar. Memur, emekli, dul, yetim vs. gibi kimselere verilen aylıklar.
MAAŞEN
Yaşayış bakımından.
MAAŞİR
(Ma'şer. C.) (Bak: Ma'şer - İlticâ - Melce').
MAATIF
(Ma'tıf ve Mı'taf. C.) Gözlenilecek veya bakılacak yerler.
MAATÎR
(Mı'târ. C.) Devamlı güzel koku sürünenler.
MAA-T-TEESSÜF
Yazık ki. Esefle. Teessüfle beraber.
MAAVİL
(Mi'vel. C.) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar.
MAAVİN
(Maunet. C.) Yardımlar, muâvenetler. * Yol yiyecekleri. Azıklar.
MAAYİB
Ayıplar. Lekeler. Kusurlar.
MAAYİR
Ayıplanmış.
MAAYİŞ
(Maişet. C.) Geçinmek için gerekli şeyler.
MAAZ
Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek. * Bir nesne güç gelmek, zor gelmek.
MAAZ
Sığınacak yer. Penah.
MAAZALİK
Şu var ki. Bununla berâber.
MAAZALLAH
Allaha sığındık. Allah korusun.
MAAZIM
(Mu'zam. C.) Bir şeyde en büyük kısımlar.
MAAZİR
(Bak: Meâzir)
MAAZİYADETİN
Fazlasıyla, ziyadesiyle, çok miktarda, bol bol.
MA-BA'D
Sonra. Gelecekteki.
MA-BA'DETTABİA
(Mâba'de-t tabia) Metafizik. Beş duygu ile bilinmeyen varlıklar hakkında fikrî araştırma yapan felsefe kolu. Bu felsefe ile alâkalı olan.
MABA'Dİ
(Mâbadi) Sonrası. Bundan sonrası.
MABAKİ
Geri kalan, kalan, artan.
MA'BED
(Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
MA'BED-İ FERSUDE
f. Eskimiş, yıpranmış mâbed.
MA-BEKA
Arta kalan, bâkiye, geri kalan.
MA'BER
(C.: Maâbir) (Ubur. dan) Geçit, kemer, köprü. * Geçilecek yer.
MABEYN
Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
MABGUZ
(Bugz. dan) Nefret ve buğzedilmiş. Sevilmemiş.
MA-BİHİ-L-HAYAT
Yaşamaya sebep olan, hayata vesile olan.
MA-BİHİ-L-İFTİHAR
Kendi ile ve onunla iftihar edilecek şey.
MA-BİHİ-L-İMTİYAZ
Kendisi ile imtiyaz kazanılan şey.
MA-BİHİ-L-İSTİHKAK
Hak etme sebebi.
MA-BİHİ-L-İ'TİMAD
İtimada vesile ve sebep olan şey.
MABSARA
Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olan hususlar.
MABTAHA
(C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer.
MA'BUD
(Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)
MA'BUDE
Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put.
MA'BUDİYYET
Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.(İşte şu vaziyette bir insana hakiki ma'bud olacak; yalnız, her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadir-i Zülcelâl, bir Rahim-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcat-ı insaniyyeyi ifa edecek ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise mabudiyete lâyık yalnız Odur. S.) (Bak: Taabbüd)
MA'BUD-U Bİ-L HAK
Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)
MA'BUD-U HAKİKÎ
Hakiki ma'bud olan Cenab-ı Hak (C.C.)
MAC
Tuzlu su.
MA'C
Süratle gitmek, hızlı gitmek. * Yürürken dolaşmak.
MACC
Ağzından sular akan yaşlı deve.
MA'CEL
(C.: Maâcil) Yol. Menzile ulaştıran yol.
MA'CEME
Sabırlı, tahammüllü kimse.
MACERA
Olup geçen şey. Baştan geçen hadise.
MACERAPEREST
f. Maceracı. Macera meraklısı.
MA'CES
Yay kabzası.
MA'CEZ
Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer.
MACİD
Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. * Hoş. Nâzik meşreb.
MACİN
(C: Micân) Her dileğini yapan kimse. * Hile yolunu öğreten.
MACUN
Hamur kıvamındaki ilâç. * Hamur gibi yoğurulmuş şey.
MACUŞUN
Gemi, sefine. * Boyanmış elbise.
MAÇ
f. Öpüş.
MAÇİN
Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın ahalisinden farkları yoktur. Çağatay dili konuşurlar. Kendileri çok tembel; ve zevk ve eğlenceye çok düşkündürler. Ziraat vs. işleri kadınları tarafından yapılır. Tamamı müslüman ve sünnîdirler.
MAD
Yumuşak taze ot.
MA'D
Taze hurma. * Taze ot. * Yumuşak. * Yoğunluk, gılzat. * Gitmek. * Çekmek.
MADAHİK
(Madhek. C.) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar.
MADAK
Sıkıntı, darlık.
MADALLE
Yolun kaybolduğu yer.
MADALYA
İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.
MÂ-DÂM
Çünkü. Mâdem. Böylece olunca. Dâim ve bâki oldukça.
MÂ-DÂM-EL MELEVAN
Gece gündüzün devamı müddetince.
MADARİB
(Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler.
MADCA'
Yatılan yer. * Kabir. Mezar.
MADDE
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan. * Asıl, esas, cevher, mâye. * Bend, fıkra, kısım. * İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey. * Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan yara.
MADDE-İ ACİNİYE
Hamur gibi yoğurulmuş cisim.
MADDE-İ MUSAVVİRE
Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
MADDE-İ ULYÂ
Kıymetli cevher maddesi, yüksek madde. Çok kıymetli şey.
MADDETEN
Cismen. Madde ve cisim olarak. * İş olarak, iş ile. * Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.
MADDÎ
(Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait. * Paraca ve malca. * Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren. * Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
MADDİYAT
(Maddiyet. C.) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.
MADDİYET
(C.: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.
MADDİYUNLUK
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.(Maddiyunluk, mânevi tâundur ki, beşere müthiş sıtmayı tutturdu; gazab-ı İlâhiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe o tâun da tevessü' eder. M.)(Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise, mâneviyatta kördür. M.)
MADDİYYUN
(Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.(Maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde Hallâkiyet-i İlâhiyyenin ve kudret-i Rabbâniyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umumi kuvvetin nereden idare edildiğini anlıyamadıklarından, madde ve kuvveti ezeli tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsâr-ı İlâhiyyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübhanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri; câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinden çalkanan zerrâta ve harekâtına vermek, ne kadar câhilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler; yâni; bir tek İlâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz İlâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yâni; bir tek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtisi olan Ezeliyeti ve Hâlikıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz, nihayetsiz câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki Uluhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbur oluyorlar... L.)
Yer yüzüne yayılıp döşenmek.
MÂ
f. Biz mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri) * Mim ile elif harfinden ibâret "Mâ". Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. "Şu nesne, o şey ki..." mânâlarına gelerek kelimelerle birleşir. Meselâ: (Mâ-ba'd: Sondaki, alttaki.)
MÂ'
Su. Ab.
MAA
(Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu takdirde tenvinlenir ve hâl olarak bulunur: (Caû maan: Beraber geldiler.)
MAAB
Ayıp, eksiklik. * Ayıp şey, utanılacak nesne, ayıp yeri.
MAABİD
(Meâbid) (Mabed. C.) İbadet edilen yerler. Mâbetler. * (Abd. C.) Hizmetçiler. Kullar.
MAABÎD
(Ma'bud. C.) Ma'budlar.
MAABİD-İ İSLÂMİYE
İslâm mâbetleri. Mescid ve câmiler.
MAABİR
(Ma'ber. C.) Köprüler, geçitler, kemerler.
MAACİL
(Ma'cel. C.) Yollar,
MAACÎN
(Ma'cun. C.) Macunlar. Hamur kıvamındaki yoğurulmuş şeyler.
MAAD
(Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler.
MAADA
Başka. Fazla. Bundan gayrı. (Bak: Adâ) (İstisnâ kelimesidir)
MAADİN
(Maden. C.) Madenler.
MAAFİR
Hemedan'da bir kabilenin adı.
MAA-HAZA
Bununla beraber. Bununla birlikte.
MAAHİD
(Ma'hed. C.) Buluşma yerleri. Anlaşma yapılan ve sözleşilen yerler.
MAAHU
Onunla beraber. Onunla.
MAAK
Meslek, mezheb. * Sığınacak yer.
MAAKAT
Derinlik.
MAAKID
(Ma'kad. C.) Ma'kadlar, akdedilecek yerler. Toplantı yerleri. * Düğümler. Düğüm yerleri veya noktaları.
MAAKIL
(Ma'kıl, Ma'kale ve Ma'kule. C.) Sığınacak yerler. * Kan pahaları.
MAAKIM
(Ma'kım. C.) Eklemler, eklemeler.
MAAKKA
Çocuğun, anababaya isyan etmesi. Veledin valideyne itaatsizliği.
MAAL
Yükseklik. İlerilik. Şereflilik.
MAALCEMAA
(Maa-l-cemâe) Cemaatle beraber, cemaatle birlikte.
MAALEM
İz. Eser. Nişân. * Dinî mes'ele.
MAAL-ESEF
Yazık ki. Maalesef.
MAAL-FARIK
Yanlış olarak. Farklı olarak. Farklı olmakla beraber.
MAAL-FARZ
Farzedilerek. Doğruluğu kabul edilmekle. Kabul edilmiş sayılmakla.
MAAL-GAYR
Başkası ile birlikte. Gayrısı ile.
MAALÎ
şerefler. Yükseklikler. * Yüksek fikirler. * şerefli vazifeler.
MAALİF
(Ma'lef. C.) Ot, saman gibi yem konan yerler. Samanlıklar.
MAAL-İFTİHAR
İftiharla. Sevinerek. Kemal-i şevk ile.
MAALİM
(Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler. * İzler. Nişanlar. Eserler.
MAALİYAT
İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
MAAL-KERAHE
Kerih, çirkin, kötü olmakla beraber. Kerahetle beraber. Mekruh olarak.
MAAL-KİFAYE
Kâfi olmakla, yetmekle beraber.
MAAL-MEMNUNİYYE
Memnun olmak suretiyle. İsteyerek. Gönül rızası ile. Memnuniyetle.
MAAMİ'
(Ma'maa. C.) Ateş çatırtıları.
MAAN
Menzil, mekân.
MAAN
Birlikte. Beraber.
MAANÎ
(Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat)
MAANÎ-İ KUDSİYYE
Kudsi mânâlar.
MAANÎ-İ MEDLULE
Anlaşılan mânâlar.
MAANÎ-İ MUKADDESE
Mukaddes mânâlar.
MAANÎ-İ MÜTEZAHİME
Bir kelimenin çok mânaya gelip birbiri ile yarışma hâli.
MAANÎ-İ SÂNEVİ
İkinci derecedeki mânâlar. İşarî, mecazî, remzî mânâlar gibi.
MAANÎ-İ ÛLÂ
Evvelki mânâlar, vesileler.
MAAR
Ar ve hayâya sebep olacak şeyler.
MAARIZ (MEÂRİZ)
(Muarraz. C.) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.
MAARÎ
İnsanın daima çıplak kalan organ veya azası.
MAARÎC
(Mi'rac. C.) Merdivenler.
MAARİF
Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi. * Meharet. Üstadlık. Hüner. * Marifetler. Mâruflar. Kültürler. * Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri. * Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
MAARİF-İ MÜTENEVVİA
Çeşit çeşit bilgiler.
MAARİF-İ UMUMİYE NEZARETİ
Maarif vekâleti. Milli Eğitim Bakanlığı.
MAARİF-MEND
(C.: Maarifmendân) f. Bilgili, bilgi sahibi. Kültürlü.
MAARİF-MENDÂN
(Maarifmend. C.) Bilgi sahibi kimseler, bilgililer.
MAARİF-PERVER
f. Maarifin yayılıp intişar etmesine çalışan. Maârife ait şeyleri muhafaza eden.
MAARİK
(Ma'rek ve Ma'reke. C.) Savaş meydanları, muharebe alanları. Harp sahaları.
MAARÎZ
(Mi'raz. C.) Kapalı mânâlar. * Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.
MAARÎZ-ÜL KELÂM
Kelâmda irad olunan kapalı mânâlar. Bir sözün asıl mânâsından başka mânâyı istemeler.
MAAS
Ayağın siniri çekilip büzülmek. * Ayağın eğri olması.
MAASIR
(Ma'sara. C.) Üzüm, susam gibi şeylerin sıkıldığı yerler.
MAASÎ
(Ma'siyyet. C.) Günahlar. * İsyanlar.
MAAŞ
Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para.
MAAŞAT
(Maâş. C.) Maaşlar. Memur, emekli, dul, yetim vs. gibi kimselere verilen aylıklar.
MAAŞEN
Yaşayış bakımından.
MAAŞİR
(Ma'şer. C.) (Bak: Ma'şer - İlticâ - Melce').
MAATIF
(Ma'tıf ve Mı'taf. C.) Gözlenilecek veya bakılacak yerler.
MAATÎR
(Mı'târ. C.) Devamlı güzel koku sürünenler.
MAA-T-TEESSÜF
Yazık ki. Esefle. Teessüfle beraber.
MAAVİL
(Mi'vel. C.) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar.
MAAVİN
(Maunet. C.) Yardımlar, muâvenetler. * Yol yiyecekleri. Azıklar.
MAAYİB
Ayıplar. Lekeler. Kusurlar.
MAAYİR
Ayıplanmış.
MAAYİŞ
(Maişet. C.) Geçinmek için gerekli şeyler.
MAAZ
Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek. * Bir nesne güç gelmek, zor gelmek.
MAAZ
Sığınacak yer. Penah.
MAAZALİK
Şu var ki. Bununla berâber.
MAAZALLAH
Allaha sığındık. Allah korusun.
MAAZIM
(Mu'zam. C.) Bir şeyde en büyük kısımlar.
MAAZİR
(Bak: Meâzir)
MAAZİYADETİN
Fazlasıyla, ziyadesiyle, çok miktarda, bol bol.
MA-BA'D
Sonra. Gelecekteki.
MA-BA'DETTABİA
(Mâba'de-t tabia) Metafizik. Beş duygu ile bilinmeyen varlıklar hakkında fikrî araştırma yapan felsefe kolu. Bu felsefe ile alâkalı olan.
MABA'Dİ
(Mâbadi) Sonrası. Bundan sonrası.
MABAKİ
Geri kalan, kalan, artan.
MA'BED
(Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi)
MA'BED-İ FERSUDE
f. Eskimiş, yıpranmış mâbed.
MA-BEKA
Arta kalan, bâkiye, geri kalan.
MA'BER
(C.: Maâbir) (Ubur. dan) Geçit, kemer, köprü. * Geçilecek yer.
MABEYN
Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda.
MABGUZ
(Bugz. dan) Nefret ve buğzedilmiş. Sevilmemiş.
MA-BİHİ-L-HAYAT
Yaşamaya sebep olan, hayata vesile olan.
MA-BİHİ-L-İFTİHAR
Kendi ile ve onunla iftihar edilecek şey.
MA-BİHİ-L-İMTİYAZ
Kendisi ile imtiyaz kazanılan şey.
MA-BİHİ-L-İSTİHKAK
Hak etme sebebi.
MA-BİHİ-L-İ'TİMAD
İtimada vesile ve sebep olan şey.
MABSARA
Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olan hususlar.
MABTAHA
(C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer.
MA'BUD
(Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.)
MA'BUDE
Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put.
MA'BUDİYYET
Mâbud oluş. Kendine ibâdet edilmeğe lâyık olan, ki bu sıfat ancak Allah'a mahsustur. Uluhiyyet.(İşte şu vaziyette bir insana hakiki ma'bud olacak; yalnız, her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hâzır, mekândan münezzeh, aczden müberra, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadir-i Zülcelâl, bir Rahim-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcat-ı insaniyyeyi ifa edecek ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sâhibi olabilir. Öyle ise mabudiyete lâyık yalnız Odur. S.) (Bak: Taabbüd)
MA'BUD-U Bİ-L HAK
Hak olan ma'bud. Hakkıyla ibadete lâyık olan Allah (C.C.)
MA'BUD-U HAKİKÎ
Hakiki ma'bud olan Cenab-ı Hak (C.C.)
MAC
Tuzlu su.
MA'C
Süratle gitmek, hızlı gitmek. * Yürürken dolaşmak.
MACC
Ağzından sular akan yaşlı deve.
MA'CEL
(C.: Maâcil) Yol. Menzile ulaştıran yol.
MA'CEME
Sabırlı, tahammüllü kimse.
MACERA
Olup geçen şey. Baştan geçen hadise.
MACERAPEREST
f. Maceracı. Macera meraklısı.
MA'CES
Yay kabzası.
MA'CEZ
Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer.
MACİD
Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. * Hoş. Nâzik meşreb.
MACİN
(C: Micân) Her dileğini yapan kimse. * Hile yolunu öğreten.
MACUN
Hamur kıvamındaki ilâç. * Hamur gibi yoğurulmuş şey.
MACUŞUN
Gemi, sefine. * Boyanmış elbise.
MAÇ
f. Öpüş.
MAÇİN
Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın ahalisinden farkları yoktur. Çağatay dili konuşurlar. Kendileri çok tembel; ve zevk ve eğlenceye çok düşkündürler. Ziraat vs. işleri kadınları tarafından yapılır. Tamamı müslüman ve sünnîdirler.
MAD
Yumuşak taze ot.
MA'D
Taze hurma. * Taze ot. * Yumuşak. * Yoğunluk, gılzat. * Gitmek. * Çekmek.
MADAHİK
(Madhek. C.) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar.
MADAK
Sıkıntı, darlık.
MADALLE
Yolun kaybolduğu yer.
MADALYA
İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli madeni parça.
MÂ-DÂM
Çünkü. Mâdem. Böylece olunca. Dâim ve bâki oldukça.
MÂ-DÂM-EL MELEVAN
Gece gündüzün devamı müddetince.
MADARİB
(Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler.
MADCA'
Yatılan yer. * Kabir. Mezar.
MADDE
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan. * Asıl, esas, cevher, mâye. * Bend, fıkra, kısım. * İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey. * Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan yara.
MADDE-İ ACİNİYE
Hamur gibi yoğurulmuş cisim.
MADDE-İ MUSAVVİRE
Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
MADDE-İ ULYÂ
Kıymetli cevher maddesi, yüksek madde. Çok kıymetli şey.
MADDETEN
Cismen. Madde ve cisim olarak. * İş olarak, iş ile. * Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.
MADDÎ
(Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait. * Paraca ve malca. * Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren. * Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
MADDİYAT
(Maddiyet. C.) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler.
MADDİYET
(C.: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni.
MADDİYUNLUK
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.(Maddiyunluk, mânevi tâundur ki, beşere müthiş sıtmayı tutturdu; gazab-ı İlâhiye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe o tâun da tevessü' eder. M.)(Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise, mâneviyatta kördür. M.)
MADDİYYUN
(Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.(Maddiyyun denilen bir kısım ehl-i dalâlet, zerrattaki tahavvülât-ı muntazama içinde Hallâkiyet-i İlâhiyyenin ve kudret-i Rabbâniyenin bir cilve-i âzamını hissettiklerinden ve o cilvenin nereden geldiğini bilemediklerinden ve o kudret-i Samedâniyenin cilvesinden gelen umumi kuvvetin nereden idare edildiğini anlıyamadıklarından, madde ve kuvveti ezeli tevehhüm ederek, zerrelere ve hareketlerine âsâr-ı İlâhiyyeyi isnad etmeye başlamışlar. Fesübhanallah! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, mekândan münezzeh olmakla beraber herbir yerde herbir şeyin icadında herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir tarzda bulunur bir vaziyetle yaptığı fiilleri ve eserleri; câmid, kör, şuursuz, iradesiz, mizansız ve tesadüf fırtınaları içinden çalkanan zerrâta ve harekâtına vermek, ne kadar câhilâne ve hurafetkârâne bir fikir olduğunu, zerre kadar aklı bulunanların bilmesi gerektir. Evet bu herifler vahdet-i mutlakadan vazgeçtikleri için, hadsiz ve nihayetsiz bir kesret-i mutlakaya düşmüşler; yâni; bir tek İlâhı kabul etmedikleri için, nihayetsiz İlâhları kabul etmeye mecbur oluyorlar. Yâni; bir tek Zât-ı Akdesin hassası ve lâzım-ı zâtisi olan Ezeliyeti ve Hâlikıyeti, bozulmuş akıllarına sığıştıramadıklarından; o hadsiz, nihayetsiz câmid zerrelerin ezeliyetlerini, belki Uluhiyetlerini kabul etmeye mesleklerince mecbur oluyorlar... L.)