Osmanlıcada ''M''ile başlayan kelimelerin anlamları

MEHR
Aşk, şefkat, muhabbet. * Güneş. * Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli.
MEHRAK
(C: Mehârik) Sahife, sayfa.
MEHREB
Sığınılacak yer. * Ürküp kaçma.
MEHREC
(Bak: Mahrec)
MEHRECAN
Eylül ayının onaltıncı günü.
MEHR-İ MUACCEL
Nikâhta erkek tarafından kız tarafına verilen ağırlık, para.
MEHR-İ MÜECCEL
Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.
MEHR-İ MÜSEMMA
İki tarafın rızası ile nikâh bedeli olarak kararlaştırılan para.
MEH-RU
(C: Mehruyân) f. Ay yüzlü, güzel.
MEHRU'
Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi.
MEH-RUYAN
f. Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. * Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar.
MEH-ŞİD
f. Ay, kamer. * Ay ışığı, mehtâb.
MEHTAB
f. Mâhtâb. Ay ışığı.
MEHTER
(Mih-ter) f. Daha büyük. * Reis. * Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. * Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. * Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. * Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. * At uşağı.
MEHTERÂN
(Mehter. C.) Mehterler.
MEHTERHANE
f. Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı.
MEHTUK
(Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş.
MEHUB
Heybetli. Azametli. Korkunç. * Arslan.
MEHUL
Yumuşak yay.
MEHUL
Benli, benekli.
ME'HUL
Ma'mur, imar edilmiş.
ME'HUZ
Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış. * Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
ME'HUZÂT
Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı.
MEHV
İnce kılıç. * Sulu süt.
MEHVA
(C: Mehâvâ) Sahrâ, çöl, * Uçurum, yar. * İki dağ arası. * İki şeyin arası.
MEHVARE
f. Ay gibi. * Aylık maaş. Aylık ücret.
MEHVAT
Çöl, sahra. * İki şeyin arası.
MEHVEŞ
f. Ay gibi. * Mc: Güzel.
MEHYUM
Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış. * Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.
MEHZUL
Düşkün. Zayıf. Arık.
MEHZUM
Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan.
MEIK
Gayretli kişi. * Hiddeti galip kimse.
MEİN
Ağlanacak ve inlenecek yer.
MEJENG
f. Keder, hüzün, tasa, gam. * Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen.
ME'K (MÜ'K)
(Amâk-Emâk) Göz pınarı.
MEKA
(C: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar. * Canavarların inleri ve yatakları.
MEKABİR
(Bak: Makabir)
MEKAD(E)
Yakın olmak, yakınlık.
MEKADİR
(Bak: Makadir)
MEKAHİL
(Mikhal, mikhel ve mükhüle. C.) Göze sürme çekecek âletler, miller.
MEKAİD
(Mekide. C.) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.
MEKAL
(Bak: Makal)
MEKAMİN
(Mekmen. C.) Gizlenilecek yerler, pusular.
MEKÂN
(Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
MEKÂNE
(C: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç.
MEKÂNEN
Mahal ve yer bakımından.
MEKÂNET
Ağır başlılık. * Kuvvet. Güç.
MEKÂN-I BAÎD
Uzak mekân, uzay yer. (Mekân-ı baîd, yâni: İmanın faide vereceği teklif zamanı, teklif dünyası geçtikten, azab gelip çattıktan sonra iman, iman-ı yeis faydasızdır. E.T.)
MEKANİK
Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap. * Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası. * Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan.
MEKÂNİS
(Miknese. C.) Süpürgeler.
MEKANİZMA
Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.
MEKÂRE
Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı. * Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli miktar ücret ödenirdi.)
MEKÂRİB
(Mikreb. C.) Çift sürülen sabanlar.
MEKÂRİH
(Mekrehe. C.) İnsana tiksinti veren şeyler. * Sıkıntılar, dertler.
MEKÂRİM
(Kerem. C.) Keremler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk.
MEKÂRİM-İ AHLÂK
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.
MEKÂRİMKÂR
f. Cömert, eliaçık. Kerem sâhibi.
MEKARÎS
(Mıkrâs. C.) Makaslar, kesecek aletler.
MEKÂSİB
(Mekseb ve Meksib. C.) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler.
MEKÂTİB
(Mekteb. C.) Mektebler, okullar.
MEKÂTÎB
(Mektub. C.) Mektublar.
MEKÂTİB-İ ÂLİYE
Yüksek mektebler. Yüksek okullar. Üniversite ayarındaki mektebler.
MEKÂTİB-İ HUSUSİYE
Hususi mektebler. Özel okullar.
MEKÂTİB-İ İBTİDÂİYYE
İlk mektebler, ilk okullar.
MEKÂTİB-İ İ'DÂDİYYE
Yüksek mekteblere talebeyi hazırlayan, rüştiyeden sonra gidilen mektebler. Liseler.
MEKÂTİB-İ LEYLİYYE
Yatılı mektebler.
MEKÂTİB-İ RÜŞDİYYE
Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler.
MEKÂYİD
(Mekide. C.) Hileler, düzenler, aldatmalar.
MEKÂYİL
(Mikyâl. C.) Ölçekler, tahıl ölçekleri, kileler.
MEKAYÎS
Mikyaslar. Ölçüler. * Mukayeseler.
MEKÂZA
Şiddetli mümârese. Alışkanlık.
MEKBİR
İhtiyarlama, yaşlanma.
MEKBUD
Ciğerinde hastalık olan.
MEKBUT
Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse.
MEKD
Azlık. * İkamet, oturmak.
MEKDUR
Kederlenmiş, kederli.
ME'KEL
(Ekl. den) Yemek yenecek yer. Geçim yeri. * Yemek.
ME'KELE
(C.: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey.
MEKENE
Kertenkele yumurtası.
MEKER
(C.: Mükur) Bir ağaç cinsi.
MEKERR
Cenk edecek yer, savaş meydanı.
MEKFERE
Örtecek, sertredecek yer.
MEKFUF
Kulplarından sıkıca bağlanıp heybe gibi asılmış. * Kilitlenmiş. * Heybe. * Dürülmüş, toplanmış. * Men olunmuş. Yasak edilmiş.
MEKFUF-ÜL AYN
Gözü keffolmuş. Kör, âmâ.
MEKFUL
(Kefâlet. den) Kefil olmuş veya kefil olunmuş.
MEKFUL-ÜN ANH
Kendisine kefillik edilen kimse.
MEKFUL-ÜN BİH
Kefâlet olunan kimse veya şey.
MEKHUL(E)
(Kuhl. dan) Sürme çekilmiş, sürmeli.
MEKÎD
Tuzağa düşen veya düşecek olan.
MEKÎDE
(C.: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere.
MEKÎDET
Düzen, hile, fesat.
MEKÎL
Ölçmek. * Kilo ile ölçülen şey.
MEKÎLÂT
(Mekîl. C.) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler.
MEKÎN
Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi. * Yerleşmiş. Oturmuş. Sâkin, Muhkem.
MEKÎNET
Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık.
MEKİR
(Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)
MEKÎS
Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse.
MEKK
Emmek. * Helâk etmek. * Noksan etmek, eksiltmek.
MEKKÂR
Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
MEKKÂRÎ
Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık.
MEKKE
Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir.
MEKKE-İ MÜKERREME
İlk ismi Mekke olan bu şehire, Hz. Peygamber'in (A.S.M.) gelmesi ve Mukaddes Kâbe'nin putlardan temizlenmesi ile Mükerrem Mekke mânâsında bu isim verilmiştir.
MEKKÎ
Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub. * Mekke'de nâzil olan âyet veya sure.
MEKKUK
(C.: Mekâkik) Birbuçuk sa' alır kile.
MEKLA'
Otlu yer.
MEKLUM
Yaralı, mecruh. Yaralanmış.
MEKMEN
(C.: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri.
MEKMENE
Pusu, gizlenilecek yer. * Define, hazine.
MEKMUN
Gizli. Saklı.
MEKN
Kudret, kuvvet, güç.
MEKNAN
Bir ot cinsi.
MEKNE
(C: Miken-Mekenât) Kuş yuvası.
MEKNİYYAT
(Mekniyye. C.) Kinayeli cümleler.
MEKNUN
Örtülü, gizli. Saklı. * Dizilmiş. Dizili. Manzum.
MEKNUS
Süpürülmüş.
MEKNUZ
Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
MEKR
(Bak: Mekir)
MEKRE
(C: Mekârih) Şiddet. * Bıkkınlık. * Kerahet, iğrençlik.
MEKREME
İzzet, ikram yeri. Seha, cud, şeref. Cömertlik.
MEKREME-İ UZMÂ
Büyük ikrâm, izzet yeri.
MEKREMET-GÜSTER
Merhamet dağıtan, merhamet yayan.
MEKRUB
Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan.
MEKRUBİYET
Kederli, hüzünlü ve tasalı olma.
MEKRUH
İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet.
MEKRUHA
Keder, mihnet. şiddet.
MEKRUHAT
(Mekruh. C.) Mekruh olan şeyler.
MEKRUHİYET
İğrençlik, mekruhluk.
MEKRUME
(Bak: Mekreme)
MEKS
(C.: Mükus) Bir şeyin pahası noksan olma. * Öşür. Vergi. Vergi almak.
MEKS
Durma, eğlenme, bekleme.
MEKSEB
(C.: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir. * Kazanç yeri. Kazanç vasıtası.
MEKSEFE
(Bak: Miksefe)
MEKSUB(E)
Kesbolunmuş. Kazanılmış. * Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş. * Yüksekten dökülen. * Çağlayan.
MEKSUF
Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.
MEKSUF
Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.
MEKSUR
(Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş. * Gr: "İ" şeklinde kesreli okunan harf.
MEKSUR
Çoğaltılan, çoğaltılmış.
MEKŞUF
Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli.
MEKŞUF-ÜL AVRE
Görünmemesi icab eden yeri açık olan kimse.
MEKŞUF-ÜR RE'S
Başı açık.
MEKTEB
(C.: Mekâtib) Yazı yazacak yer. * Okul.
MEKTEB-İ ÂLÎ
Yüksek mekteb, yüksek okul.
MEKTEB-İ HARBİYE
Harp okulu.
MEKTEB-İ HUSUSÎ
Özel okul, hususi mekteb.
MEKTEB-İ İBTİDAÎ
İlk mekteb, ilk okul.
MEKTEB-İ İ'DADÎ
Osmanlılar devrindeki rüştiyeden, yani eski orta mektebden sonra gelen ve talebeyi yüksek mektebe hazırlayan tahsil devresi. Lise.
MEKTEB-İ LEYLÎ
Yatılı mekteb, yatılı okul.
MEKTEB-İ SULTANÎ
İstanbul'da Galatasaray Lisesi.
MEKTUB
Yazılı, yazılmış kâğıt.
MEKTUBAT
Mektublar. Yazılı kâğıtlar. * Bazı meşhur ve mühim kitapların ismi. * Bir yerden başka bir yerdeki şahsa gönderilen yazılı kâğıtlar. * Risale-i Nur Külliyatından bir mecmuanın ismi.
MEKTUB-U SAMEDANÎ
Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
MEKTUB-U SÂMÎ
Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar.
MEKTUF
İki eli arkasına bağlanmış olan.
MEKTUM
Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan.
MEKTUMAT
(Mektume. C.) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.
ME'KUL
Ekl olunmuş, yenmiş şey, yiyecek.
ME'KULÂT
(Me'kul. C.) Yenilecek gıdâ maddeleri.
ME'KUM
Tilki ve tavşan ini ve yatağı.
MEK'UM
Ağzı bağlı deve.
MEKUR
Hileci, yalancı, dolandırıcı.
MEKYES
Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse.
MEKYUL
Kile ile ölçülmüş.
MEKZEBE
Yalan söz, doğru olmayan kelâm. Palavra.
MEKZUBE
Palavra, yalan söz.
MEKZUM
Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı.
MEL'
Seri seyr.
MELA
Gece ve gündüz.
MELA
(C.: Emlâ) Ova, sahra. * Vakit. * Sıcak kül.MELA'Â : Meşveret. * Cemaat. Güruh. * Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları. * Huy, ahlâk. (Bak: Mele') * Doldurmak.
MELA'
Otu olmayan yer.
MELAB
Bir cins güzel koku.
MEL'AB
(La'b. dan) Eğlence yeri. Oyun yeri.
MEL'ABE
(La'b. dan) Oyun. Eğlence vasıtası. Oyuncak.
MEL'ABEGÂH
f. Oyun oynanan yer. Mel'abe yeri.
MEL'ABE-İ SIBYÂN
Çocuk oyuncağı.
MELABİS
Elbiseler. Giyecek şeyler.
MELACE
Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak.
MELACİ'
(Melce. C.) İlticâ edilecek ve sığınılacak yerler.
MELAGIM
Ağız çevresi.
MELAH
Atın ayağında olan verem.
MELAH
f. Çekirge.
MELAHA (MÜLUHA)
Tatsızlık, tuzsuzluk.
MELAHA (MÜLUHA)
Tuzluluk. * Güzellik.
MELAHAT
Yüz güzelliği. Cemal. * Tuzluluk. Tuzlu su.
MELAHİ
Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler.
MELAHİDE
Mülhidler. Dinsizler. İmânsızlar.
MELAHİF
(Milhaf ve Milhafe. C.) Sarınacak veya bürünecek şeyler. Yorganlar.
MELAHİM
Muharebe ve cenk yerleri. (Bak: Melhame)
MELAİB
(Mel'ab-Mel'abe. C.) Oyuncaklar. Oyun oynanacak yerler.
MELAİK
(Mil'aka. C.) Tahta kaşıklar.
MELAİK(E)
(Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.
MELAİKE-İ KİRAM
Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.)(... Melâike, bir ümmet-i azimedir ki; sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriyye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler. S.)(... Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o fertlerin a'za ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârâne temsil edip Dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve her bir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak Muhbir-i Sâdık haber vermiş ve hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhâr eden Cebrâil (A.S.) ve zihayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Halika mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezâret eden İsrafil (A.S.) ve Azrâil (A.S.) ve hayat dâiresinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsânât-ı Rahmâniyeye nezâretle berâber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mâhiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i Rububiyyetin muktezasıdır. Onların ve her birinin mahsus tâifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat'idir ve şüphesizdir. Melâikeye âid başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Ş.)
MELAİN
(Mel'un. C.) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.
MELAİN
(Mel'ane. C.) Lânet edilecek iş ve hareketler.
MELAK
Mala.
MELAK
Lütuf, muhabbet, sevgi.
MELAL
Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.
MELAL-AVER
f. Usanç verici, usandıran, sıkan.
MELAM
Kınanmış. * Rezillik. Hakirlik. Kıymetsizlik.
MELAMET
Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık.
MELAMETZEDE
(C.: Melametzedegân) f. Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış.
MELAMET-ZEDEGÂN
(Melametzede. C.) f. Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar.
MELAMİ'
(Lem'a. C.) Parıltılar. Aydınlıklar.
MELAMÎ
Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Hükema-i Kelbiyyun. (Bak: Kelbiyyun) * Melami adındaki tarikata mensub olan.
MELAMİH
(Lemha. C.) Lemhalar. Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri.
MELAMİYYUN
(Melamî. C.) Melamî tarikatından olanlar.
MEL'AN
Dolu olan, taşkın.
MEL'ANE(T)
(La'n. dan) Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş. * Yol ayrımı ve insan menzili.
MEL'ANETKÂRANE
f. Lânete müstehak surette.
MEL'ANET-PİŞ
f. Mel'unluktan başka işi olmayan. İşi gücü mel'unluktan ibaret olan.
MELAS
Kaypakça olmak.
MELAS
Saracak ve dürecek yer.
MELASET
Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet)
MELASSA
Hırsız ve haydut yatağı.
MELAVET
Vakit, zaman.
MELAZ
Sığınılacak yer. Melce'.
MELAZE
Badem ağaçları olan yer.
MELAZE
f. Küçük dil.
MELAZİB
(Milzâb. C.) Çok tamahkâr ve cimri olanlar.
MELAZZ
Yalancı, kezzab. (Melzuz. C.) Leziz nesneler, lezzetli şeyler.
MELBES
Giyecek şey. Elbise.
MELBES Ü ME'KEL
Giyecek ve yiyecek.
MELBUS
Giyilen. Giyilmiş olan. * Giyinmiş. Elbise giymiş.
MELBUSÂT
Giyilecek şeyler. Elbiseler.
MELC(E)
Emmek.
MELCE'
Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer.
MELD
Yumuşak olmak.
MELDA
Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız.
MELDUG
(Ledg. den) Zehirli bir hayvan tarafından ısırılarak sokulmuş.
ME'LE
(C: Miâl) Hazırlanmak. * Şişman kadın, semiz avret. * Bahçe.
MELE'
(C.: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri. * Hırs, tama'. * Zan. * Güzellik. * Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir. * Dolu mekân. * Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
MELED
Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik.
MELE-İ A'LÂ
Kerrubiyyun ve melâike cemaati. En yüksek hey'et. Melekler âlemi. Felekler ve unsurlar.
MELEK
Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike)
MELEKA
Düz kayacak nesne.
MELEKÂT
(Meleke. C.) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar.
MELEKÂT-I AKLİYYE
Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.
MELEKE
Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. * Mümârese.
MELEKÎ
(Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
MELEK-İ MÜEKKEL
Muayyen bir işle tavzif edilmiş melek. (Bak: Melâike)
MELEK-İ SİYÂNET
Allah'ın emri ile insanları koruyan, muhafaza eden melek.
MELEKUT
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.)
MELEKUTİYÂN
Melekut âleminden olanlar.
MELEK-ÜL BİHAR
Denizlere nezaret eden melek.
MELEK-ÜL CİBÂL
Dağlara nezâret eden melek.
MELEK-ÜL EMTÂR
Yağmurla vazifeli olan melek.
MELEK-ÜL MEVT
İnsanların ruhlarını kabzeden Azrâil. (A.S.)
MELEK-ZAD
Melekten olmuş gibi, çok güzel.
MELEL
Bıkma, usanma, bezme.
MELEM
Yaramaz tenbel kimse.
MEL'EM (MİL'EM)
Ölçüsünde cimrilik yapan.
MEL'EME
Cem'etmek, toplamak. * Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek. * Yara yırtığını bağlamak.
MELEVAN
Gece ve gündüz.
MELEZ
(Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan. * Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık.
MELFUF
Sarılı. Bir mektup veya bir şey içine konulmuş olan.
MELFUFAT
(Melfuf. C.) Zarf içinde veya tezkereye ilişik yazılar.
MELFUFEN
Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey.
MELFUHA
(C: Melâfih) Ana karnındaki erkek çocuk.
MELFUZ
(Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş. * Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.
MELFUZÂT
(Melfuz. C.) Konuşulan şeyler.
MELH
Kibirlenmek, gururlanmak. * şiddetli seyir.
MELH
Yemeğe tuz koymak. * Çocuk emzirmek.
MELHAME
Kanlı harb. * Büyük muharebe sahası.
MELHAME-İ KÜBRÂ
Büyük ve kanlı savaş, harp.
MELHEC
(C: Melâhic) Darlık.
MELHED
Kabrin çukur açılacak yeri.
MELHEM
Hurma ağacı çok olan yer.
MELHEZ
(C: Melâhız) Darlık çekecek yer.
MELHUB
(Lehb. den) Alevli, alevlenmiş.
MELHUD
(Lahd. dan) Mezara sokulmuş, kabre konulmuş. Lâhid içine konulmuş.
MELHUF
Hasrette kalan. * Kederli, tasalı. * İmdad bekleyen.
MELHUFÂN
(Melhuf. C.) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler. * Hasrette kalanlar.
MELHUFÎN
Hasrette kalıp yardım isteyenler.
MELHUK
Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş.
MELHUZ
Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir.
MELHUZÂT
(Melhuz ve Melhuze. C.) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller.
MELİ'
Otu olmayan yer.
MELÎH
(C.: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat. * Tuzlu.
MELÎH
Tatsız tuzsuz yemek.
MELİK
Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. * Bir kavmin başı. Mâlik. (İsimdir)
MELÎK
Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.)
MELÎKÂNE
f. Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
MELÎKE
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
MELÎL (MELİLE)
Kül içinde pişirilen ekmek. * Hararet, sıcaklık. * Üzgün, kederli. Melul.
MELÎS
Bir şeyi şiddetle tutmak.
MELÎS
şişman ve tenbel olan kişi.
MELÎT
Cenin.
MELİYY
Uzun zaman. * Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf.
MELK
Kudret, kuvvet. Şiddet. * Mübalağa.
MELK
Dalkavukluk. * Yumuşaklık yapmak. * Mahvetmek. * Yıkamak. * Emmek. * Vurmak.
MELKEAN
Kötü, yaramaz kimse.
MELKEME
El ile vurulan yerin yarası.
MELKUHA
(C: Melakih) Anasının karnında olan çocuk.
MELKUT
Yerden kaldırılıp alınan şey. * Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.
MELL
Küsmek, darılmak. * Yorgunluk. * Kakma, dürtmek. * Mahzun olmak, kederli olmak. * Hamuru külün içinde pişirmek.
MELLA
Zengin kimse.
MELLAH
Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen.
MELLAH
(C.: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci.
MELLAHA
Tuz çıkan yer.
MELLAHAN
(Mellâh. C.) Kaptanlar, denizciler, gemiciler.
MELLAHE
Tuzla.
MELLAHÎN
(Mellâh. C.) Denizciler, gemiciler, kaptanlar.
MELLASE
Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü.
MELLE
Çukur.
MELMUS
(C.: Melâmis) (Lems. den) El ile dokunulmuş.
MELMUSAT
(Melmus. C.) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler.
MELS
Yalan vâde, yalan söz. * Güzellik, hüsün.
MELS
Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek.
MELSA'
Pürüzsüz ve düz yer. * şarap.
MELSUK
Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş.
MELSUN
(C.: Melâsin) Yalancı, kezzâb.
 
MELTAFA
Güzellik, lâtiflik yeri olan şey veya vasıf.
MELTEM
Yaz mevsiminde karadan denize doğru esen rüzgâr.
MELTUT
Karışmış, mahlut.
MEL'UB
Salyalı ağız.
ME'LUF
Alışılmış. Ünsiyyet edilmiş. * Alışık. Huy edinmiş.
ME'LUFİYET
Alışıklık, ünsiyet.
ME'LUK
Deli. Divâne.
MELUL
Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. * Mahzun.
MELULÂNE
Acıklı ve mahzun bir hâlde.
MELUM
Azarlanmış, tahkir edilmiş, levmolunmuş.
ME'LUM
Kederli. Eleme, derde tutulmuş.
MEL'UN
Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş.
MELVAN
Gece ve gündüz.
MELYENE
Yumuşaklık.
MELZE
At seğirtirken koltuklarını uzatmak. * Süngü ile veya gayrı nesne ile ta'n eylemek.
MELZUM
Mevcud bir şeyle birbirinden ayrılmayan. Mevcud bir şeyle beraber bulunması lâzım gelen. Lüzumlu olmuş olan. Lüzumlu kılınmış.
MELZUMİYET
Lüzumlu kılma. Melzumluk.
MEMALİK
(Memleket. C.) Memleketler.
MEMALÎK
(Memluk. C.) Köleler. kullar.
MEMALİK-İ HÂRRE
Sıcak memleketler. İklimi çok sıcak olan mıntıkalar.
MEMALİK-İ OSMANİYE
Osmanlı memleketi. Osmanlılara aid memleketler.
MEMAT
Ölüm. Ahirete göç etmek. (Bak: Mevt)
MEMDUD
(Medd. den) Uzatılmış, yayılmış olan. Çekilmiş.
MEMDUDE
Balçıklı ve kesekli yer.
MEMDUDÎ
Tel çeken.
MEMDUH(A)
Beğenilmiş. Medholunmuş. Övülmüş. * Fık: Peygamberimizin (A.S.M.) sevmiş olduğu hareket, iş.
MEMDUHAT
(Memduh ve Memduha. C.) Medhedilecek ve övülecek şeyler. Övülmeğe değer şeyler.
MEMDUHİYYET
Makbul oluş. Makbullük. Beğenilmiş oluş.
MEMEDD
(Masdar-ı mimî ve mekân ismi) Bir şeyin uzandığı, serildiği yer.
ME'MEN
Sağlam. Güvenilir. Emin yer.
MEMERR
Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri.
MEMERR-İ NÂS
Herkesin geçtiği yol. Geçit.
MEMERR-ÜL MAHLUKAT
Mahlukatın geçtiği yer. Dünya.
MEMHUR
Mühürlenmiş. Damgalanmış.
MEMHURE
Sürülüp nadas olmuş yer.
MEMHURE
Nikâh bedeli verilmiş olan kadın.
MEMHUS
Parlatılmış, cilâlanmış. * Etli, şişman, dolgun insan veya hayvan.
MEMHUVV
(Mahv. dan) Mahvolmuş, perişan olmuş.
MEMHUZ
Yağı alınmış yoğurt.
MEMÎL
Meyletme, bir yana eğilme, temâyül etme.
MEMKÛR
(C: Memâkir) Av kanıyla kirlenmiş. * Kızıla boyanmış.
MEMKURE
Sirkeli ve sarmısaklı balık.
MEMKÛRE
Uysal, yakışıklı.
MEMKUT
Düşmanlık edilen, hased edilen.
MEMLAHA
(Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla.
MEMLEKET
(C.: Memâlik) Bir devletin toprağı, ülke, yurt. * Şehir. İl, kasaba. * Bir insanın doğup büyüdüğü yer.
MEMLU
Doldurulmuş. Dolu.
MEMLUH
Tuzlanmış. Tuzlu.
MEMLUHAT
(Memluh. C.) Tuzlanmış şeyler. Tuzlu şeyler.
MEMLUK
Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr. * Birinin malı olan.
MEMLUKÂNE
f. Köleye yakışır hâlde. Kölece. * Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı.
MEMLUKİYYET
Esirlik. Hizmetkârlık. Kulluk. Kölelik.
MEMLUL
(Memlule) Usanmış, usanılmış, bıkılmış, bezilmiş.
MEMNU'
Yasak. Menedilmiş. Mâni olunmuş.
MEMNUAT
(Memnu ve Memnua. C.) Yasak şeyler.
MEMNUİYYET
Yasaklık. Haram veya yasak oluş.
MEMNUN
(Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan. * Kesilmiş.
MEMNUNEN
Sevinerek, memnun olarak.
MEMNUNİYYET
Mesrur oluş. Şâdlık. Mesruriyet.
MEMRU'
Otlu yer.
MEMSUD
Vücudu kuvvetli ve sağlam yapılı olan.
MEMSUDE
Devrik yüzlü, münkabız kimse.
MEMSUH
El ile sıvanmış, mesh olunmuş. Temas edilmiş.
MEMSUH
Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan.
MEMSUN
Mesâne hastalığına tutulmuş kimse.
MEMSUS
Dokunulmuş.
MEMSUS
Massolunmuş, emilmiş. * Baldır, incik.
MEMŞA
(Meşy. den) Ayak yolu. Üzerine basıp yürüdükleri yer.
MEMŞUK
Yazılmış olan, meşkolunmuş. * Uzun boylu zayıf at.
MEMTUL
Çekiçle döğülerek işlenmiş.
MEMTUR
Üzerine yağmur yağmış. Yağmur yağarak ıslanmış.
MEM'UD
Midesinde hastalık olan.
ME'MUL
Umulan. Ümid edilen. Beklenilen.
ME'MUM
İmama uyan kimse. İlerdekine uyan.
ME'MUME
Beyine ulaşan yara.
ME'MUN
Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan. * Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı.
ME'MUN-ÜL ÂKİBE
Akibetinden emin. Sonu emin, korkusuz.
ME'MUR
Emir ile hareket eden. Emir altında olan. Vazifeli. Kendi istediği gibi olmayıp başka emre göre çalışan. Bir emir alan. Bir işe tâyin olunmuş adam.
ME'MUREN
Me'mur olarak, memurlukla. Bir iş ile vazifelendirerek.
ME'MURÎN
(Me'mur. C.) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar.
ME'MURİYET
Me'murluk. Vazife, görev, hizmet.
ME'MURİYET-İ ASLİYE
Asıl me'murluk.
ME'MUR-ÜN BİH
Emrolunan şey.
MEMUT
Meyyit. Ölmüş.
MEMZUC
Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş. * Şakalaşmak. * Oynamak.
MEN
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
MEN
f. Ben. (Farsçada birinci şahıs zamiri) (Bak: Mâ)
ME'N
(C: Müün-Me'nât) Böğür. * Yer kazmakta kullanılan ucu demirli ağaç.
MEN'
Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
MEN DAKKA DUKKA
Kapı çalanın kapısı çalınır. Yâni, kim birisine bir kötülük yahut iyilik yaparsa ona o şey yapılır. Meselâ: Su-i zan eden su-i zanna mâruz olur.
MEN ENE
Ben kimim?
MEN HÜVE
O kimdir?
MEN LEHÜL HAKK
Fık: Hak sahibi olan kimse.
MEN LEM YEZUK LEM YEDRİ
Tatmayan bilemez. Kim ki tatmamış; o, tadını bilemez.
MENA
İki rıtıl. (İkiyüz altmış dirhem)
MEN'A
Ölüm haberi. Vefat haberi.
MENAAT
Sarplık, çetinlik, kavilik, güçlük.
MENAAT-I MEVKİİYE
Arazi sarplığı.
MENAB
Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri.
MEN'AB
Cömert. * Hızlı yürüyen.
MENABİ'
(Menba'. C.) Kaynaklar. Pınarlar. Nebeân eden yerler. * Her şeyin zâhir olduğu yerler. * Servetlerin çıktığı yerler.
MENABİ-İ AŞERE
On menba.
MENABİ-İ SERVET
Zenginlik kaynakları.
MENABİK
Batman.
MENABİR
(Minber. C.) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler.
MENABİT
(Menbet ve Menbit. C.) Çayırlar, otlaklar.
MENACİL
(Mincel. C.) Ekin orakları.
MENACİM
(Mencem. C.) Terâzi kolları.
MENADİF
(Mindef. C.) Hallaç yayları.
MENADİL
(Mendil. C.) Mendiller. Küçük havlular, peçeteler.
MEN'AF
(C.: Menâif) Dağın sivri tepesi.
MENAFİ'
(Menfaat. C.) Menfaatler. Faydalar.
MENAFİH
(Minfâh. C.) Körükler.
MENAFİ-İ UMUMİYE
Umumi menfaatler, umumi faydalar.
MENAFİZ
(Menfez. C.) Delikler. Menfezler. * Nüfuz edecek yerler.
MENAH
f. Geniş, bol, ferâh. * Dar.
MENAHE
(C.: Menâih) (Nevha. dan) Ölü için ağlanacak yer. Mâtemhâne.
MENAHİ
(Nehi. C.) Menedilmiş şeyler. Şer'an yasak edilmiş olan şeyler.
MENAHİC
(Minhac-Menhec. C.) Açık ve geniş yollar. Bilinen büyük yollar.
MENAHİC-İ HÜKEMÂ
Hakîmlerin, ilm-i kelâm âlimlerinin meslekleri ve gittikleri mânevi yollar.
MENAHİL
(Menhel. C.) Durak yerleri. Durulacak sulak yerler. * Hayvan sulanan yerler.
MENAHİR
(Menhir. C.) Burun delikleri.
MENAHİR
(Menhar. C.) Hayvan kesilecek yerler. Hayvan boğazlıyacak yerler. Mezbahaneler.
MENAHİS
(Minhas. C.) Uğursuz şeyler.
MENAHİT
(Minhat. C.) (Tahta veya taş) yontma âletleri.
MENAHİZ
(Minhaz. C.) Burun delikleri.
MENAÎ
(Men'â. C.) Ölüm haberleri. Vefat haberleri. Kötü haberler.
MENAİF
Dağların sivri tepeleri.
MENAİH
(Menâhe. C.) Ölü için ağlanacak yerler. Mâtemhâneler.
MENAİR
(Menâvir) Minâreler. * Nur yerleri. * Alâmet.
MENAKIB
(Menkıbe. C.) Menkıbeler. Hayat hikâyeleri.
MENAKİB
(Menkeb. C.) Yollar. * Omuzlar.
MENAKİR
(Münker. C.) Günah ve kötü şeyler.
MENAKÎR
(Minkar. C.) Minkarlar, gagalar. Yırtıcı kuşların gagaları. Taşçı kalemleri.
MENAL
Yetiştirme, nâil olma, kavuşma. * Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey.
MENAM
Uyku. Uyku zamanı. * Rüya. Düş. * Uyunacak yer, yatak odası.
MENAME
Yatak, döşek.
MENAMEN
Uyuyarak. Uykuda olarak.
MENAR
Nur yeri. Fener kulesi. * Câmi minâresi. * Yol işaretleri.
MENARE
(C: Menâr-Menâvir) Alâmet, işaret. * Kandil. * Minare.
MENAS
Sığınacak yer. Melce'. Penah. * Deprenmek. * Fevt.
MENASI'
(Minsa'. C.) Medine-i Münevvere'nin dışında meşhur bir yer.
MENASIB
(Mansıb. C.) Devletin başlıca hizmetleri. Makamlar, rütbeler, pâyeler.
MENASIB-I SEYFİYE
Askerlik hizmetleri.
MENASİK
(Mensek. C.) İbâdet edecek yerler. İbâdet ederken lüzum eden usul, yol ve tarz.
MENASİK-ÜL HAC
Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri. (Bak: Sa'y)
MENASİM
(Mensim. C.) Yollar, tarikler, meslekler. * Alâmetler, izler, eserler, nişânlar.
MENASİR
(Minser. C.) Yırtıcı kuşların gagaları. * Taşçı kalemleri.
MENASSA
Çeyiz odası. * Yüksek yer, çardak.
MENAŞİR
(Minşâr. C.) Testereler. * (Menşur. C.) Tar: Padişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları. * Mat: Prizmalar.
MENAT
Dönecek yer, merci'. * İlişip asacak yer.
MENAT
İslâmiyyetten evvel cahiliyyet devrinde Kâbedeki bir putun adı.
MEN'AT
Ölüm haberi.
MENATIK
Mıntıkalar, bölgeler.
MENATIK-I BAÎDE
Uzak mıntıkalar. Uzak bölgeler.
MENATIK-I DUŞİZE-İ TAHAYYÜL
Tahayyülün bâkir mıntıkaları.
MENAVİR
(Minare. C.) Minareler.
MENAYA
(Meniyye. C.) Ölümler. * Maksatlar. Gâyeler.
MENAZIM
(Manzam. C.) Sıralar, diziler.
MENAZIR
Manzaralar. Seyredilecek, görülecek güzel yerler. Güzel görünüşler.
MENAZİ'
(Menze'. C.) Niza ve kavga edilecek yerler.
MENAZİL
(Menzil. C.) Menziller. İnecek yollar. Duralar. Konak yerleri.
MENBA'
Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
MENBAT
Suyun çıktığı yer. Menba'.
MENBEL
Tembel, uyuşuk.
MENBER
(C: Menâbir) Yüksek olacak yer.
MENBİC
Mevzi ismi. (Oraya nisbetle "menbicâni" derler.)
MENBİT
Otlu yer, otlak, çayır.
MENBUŞ
Açılmış, soyulmuş.
MENBUZ
Piç. Veled-i zinâ. * Hemen doğmasını müteakib bir yere atılmış çocuk.
MENCA
(Bak: Mence')
MENCAT
Kurtulma, necât bulma. Halâs olma.
MENCE
(Mencâ) Kurtulacak yer. Necat bulacak yer. * Necat bulma. Kurtulma.
MENCED
(C: Menâcid) İnci ve altından olan gerdanlık.
MENCEM
(C.: Menâcim) Terazi kolu. * Maden.
MENCENİK
(Bak: Mancınık)
MENCENUN
(C: Menâcin) Sığırın döndürdüğü dolap. * Sığırların çektiği kağnı.
MENCINIK
(C: Mencınıkât) Mancınık.
MENCUB
Dibâgat olunmuş deri. * Geniş kadeh.
 
MENCUD
Kederli, tasalı, gamlı.
MENCUK
f. Bayrak direkleri ve minâre başına takılan küçük ay. * Sancak, bayrak. * Şemsiye.
MEND
f. Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır.
MENDEB
Tehlike. Ölüm. * Gürültü ve şamata ile ağlama.
MENDEME
Pişman olma. Nedâmet etmek. * Pişman olacak yer.
MENDİL
(Mindîl) (C: Menâdîl) Mendil. * Küçük havlu, peçete.
MENDUB
Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab. * İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp ağlanan ölü.
MENDUD
Meyvesi aşağıdan yukarıya yığılı, istifli.
MENDUF
Didilmiş, atılmış.
MENDUHA
Genişlik. * Kifâyet, kâfi gelmek. * Mahlas.
ME'NE
Böğür, hâsıra.
MEN'E
Dibâgat için ısladıkları deri.
MENEA
(Mâni. C.) Engeller, mâniler, özürler. * Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar. * Kuvvet ve cemâat.
MENEND
(Mânende-Mânend) f. Nazir. Eş. Benzer. şebih. Müşabih.
MENFA
Nefyolunan yer. Birinin sürüldüğü yer. Nefiy yeri.
MENFAAT
Fayda. Kâr. Gelir. İhtiyaç karşılığı olan şey.
MENFAATBAHŞ
f. Faydalı, yararlı. Menfaat ve fayda veren.
MENFAATDÂR
f. Menfaat ve fayda gören.
MENFAATPEREST
f. Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse.
MENFED
Tükenmek, yok olup gitmek.
MENFER
Geri kaçılacak yer. Nefret edilecek, sevilmeyecek yer.
MENFES
(Nefes. den) Nefes deliği. Nefes alacak yer.
MENFEZ
Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer.
MENFÎ
Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan. * Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün. * Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen. * Hakikatın aksini iddia eden. * Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya cümle. * Nâkıs. Negatif, olumsuz.
MENFİYYEN
Sürgün olarak.
MENFUH
Üfürülmüş. * Büyük karınlı. Nefholunmuş.
MENFUR
Kendisinden nefret edilen, sevilmeyen. İğrenç. * Mebguz.
MENFUS
Yeni doğmuş çocuk.
MENFUŞ
(Pamuk veya yün gibi) atılmış ve didilmiş. Dağılmış, didik didik edilmiş.
MENGENE
Tazyik veya sıkıştırma için kullanılan demir veya tahta âlet.
MENGUŞ
f. Küpe.
MENH
Burun deliği.
MENH
Verme, ihsan etme.
MENHAR
(C.: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha.
MENHAT
Mâni, nehyedici, engel.
MENHEB
Yağma etmek. Yağma edecek yer.
MENHEC
(C.: Menâhic) Geniş, açık yol.
MENHEC-İ SEDÂD
Doğruluk yolu. Sırât-ı müstakim.
MENHEL
(C.: Menâhil) Hayvan sulanan yer. * Menzil, durak. Konaklanacak yer.
MENHERE
(C: Menâhir) Mahalle arasındaki süprüntülük.
MENHÎ
Şer'an yapılması yasak olan, haram olan şey.
MENHİR
(C.: Menâhir) Burun deliği.
MENHİYYAT
Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar.
MENHUB
Korkak adam. * Muhtar, müntehab, seçkin.
MENHUB(E)
(Nehb. den) Talan edilmiş, yağma edilmiş.
MENHUM
Nasıl yerse yesin karnı doymaz kimse. * Bir şeye çok hırs gösteren kişi.
MENHUS
Zayıf, etsiz.
MENHUS
Kuyruğunun yanları uyuz olan deve.
MENHUS
Uğursuz. Kötü. Meş'um.
MENHUŞ
Yılan, akrep cinsinden bir hayvan tarafından sokulmuş.
MENHUT
Yontulmuş. Tıraş edilmiş. Yontulmuş ağaç.
MENİ
Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma.
MENİ'
Sarp. Çetin. Zor. El erişmez. Zabtı zor.
MENÎ
f. Benlik. Benlik iddiası. Hodbinlik.
MEN-İ MUHAKEME
Muhakemeyi durdurmak, muhakemeye lüzum görmeyip menetmek.
MENİE
Ölüm, mevt.
MENİHA
Hediye, armağan, bahşiş.
MENİN
Toz. * Zayıf kişi. * Zayıf ip.
MENİŞ
f. Tabiat, huy, mizac.
MENİYYE
Ölüm, mevt. * Takdir olunmuş olan.
MENKA'
Su toplanan çukur.
MENKAB (MENKABE)
(C: Menâkıb) Dağ arasında olan yol. * Dar yol. * Güzel hareket ve fiil. * Delik açılacak yer.
MENKABE
Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe.
MENKAL
Nakledecek mekân.
MENKASE
Eksiklik, noksanlık.
MENKEL
Ayak bileziği. Süs olarak kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik.
MENKİB
(C.: Menâkib) Omuzbaşı. Omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer.
MENKU'
(Menkua) Haşlanmış. Suda kaynatılmış.
MENKUB
(Nekbet. den) Dert ve meşakkatlere mâruz kalmış olan. * Rütbe ve haysiyyetten düşmüş olan.
MENKUB
(U, uzun okunur) Delinmiş. Oyulmuş.
MENKUHA
Nikâhlı karı. Nikâhlanmış olan kadın.
MENKUL
Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen. * Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen. * Anlatılan.
MENKULAT
Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler. (Bak: Mürtecel)
MENKUR
İnkâr olunmuş.
MENKUR
Delinmiş. Oyulmuş.
MENKUS
(Naks. dan) Noksanlaştırılmış. Eksik olan.
MENKUS
(Nüks. den) Tersine çevrilmiş. Baş aşağı edilmiş.
MENKUŞ
(Nakş. dan) Nakşolunmuş. İşlenmiş. Nakış yapılmış. Boya ile süslenmiş.
MENKUŞE
Nakşolunmuş, işlenmiş. * Kemik çıkmış olan baş yarığı.
MENKUT
(Nokta. dan) Noktalanmış. Noktalı.
MENKUZ
Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.
MENMUL
(Neml. den) Üzerine karınca üşüşmüş olan şey.
MENN
Nimet vermek. İyilik etmek. * Minnet. * Rıza. * Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek. * Kesmek. * Zayıf etmek. * Ettiği iyiliği başa kakmak. * İki batman ağırlık. * Kudret helvası.
MENNÂ'
(Men'. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan. * Önleyici, men'edici.
MENNAC
Çok bahşiş veren. İhsan eden.
MENNAN
İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah)
MENNANE
Malı, mülkü, serveti için kendisiyle evlenilen kadın.
MENNÂ-UL HAYR
Hayır ve iyiliğe mâni olan. Hayrı önleyen.
MENSAF
(C: Menâsıf) Her şeyin yarısı.
MENSEA
(C: Menâsi') Otu tez biten yer.
MENSEC
(Nesc. den) Bez, çulha vs. dokunan yer. Örücü işyeri. Trikotaj atelyesi.
MENSEK
(C.: Menâsik) İbâdet yeri. İbâdetgâh. * İbâdet yapma usulü. * Kurban kesecek yer.
MENSIB
(C: Menâsıb) Demir sayacak. * Asıl. * Mertebe, derece.
MENSÎ
(Mensiyye) (Nisyan. dan) Unutulmuş, hatırdan çıkmış.
MENSİC (MENSEC)
(C: Menâsic) Bez dokuyacak yer. * Boyun ile kürek arası.
MENSİK (MENSEK)
(C: Menâsik) İbadet edecek yer. * Kurban kesilecek yer. * Kesilmiş kurban.
MENSİM
(C.: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser. * Yol, tarik. * Deve tırnağı.
MENSİYAT
(Mensi. C.) Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler.
MENSİYET
Unutulma, hatırdan çıkma.
MENSİYY
Unutma yeri. * Hiç bahsedilmeyen terkedilmiş nesne.
MENSUB
Bir şeye veya kimseye nisbeti olan, alâkası bulunan. Bir şeyle ilgili olan.
MENSUB
(Bak: Mansub)
MENSUBÂT
(Mensub. C.) Bir yere mensub olanlar. Bir yerin adamları.
MENSUBÎN
(Mensub. C.) Mensublar. Mensub ve alâkadar olanlar. Bir daire veya yerin adamları.
MENSUBİYYET
Mensubluluk, ilgili, bağlı oluş. Alâkalı bulunuş.
MENSUC
(Nesc. den) Dokunmuş, dokunulmuş, dokunulan. Örülmüş. İşlenmiş.
MENSUCÂT
Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar.
MENSUCÂT-I HARİRİYYE
İpek dokumalar.
MENSUH
(Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış.
MENSUK
(Nesk. den) Düzgün olarak dizilmiş olan.
MENSUR
(Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış. * Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek. * Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir.
MENSUR
(Nasr. dan) Yardım görmüş. * Muzaffer. Zafer bulmuş. * Cenab-ı Hak tarafından her işinde nusrete mazhar olduğundan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir ismi de Mensur'dur.
MENSUS
(Bak: Mansus)
MENŞAR
Yayıp dağıtacak yer. * Öldükten sonra dirilecek yer.
MENŞAT
(C: Menâşıt) Neşat, sürur, neşe.
MENŞE'
(Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer.
MENŞED
İsteme, talebetme.
MENŞELE
Küçük parmağın yüzük takılan yeri.
MENŞER
Neşredilip dağıtılan yer.
MENŞUD
Matlup, istenen şey.
MENŞUR
(Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş. * İşleri dağınık. Perişan. * Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı. * Bayrak. * Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri birbirine benzeyen şekil. Prizma.
MENŞUR-U MUKADDES
Mukaddes ferman. (Kelime-i şehadet kastedilmektedir)
MENTEC
Doğuracak vakit.
MENUAT
Men'etmeler. Yasaklar.
ME'NUB
(Bak: İhcâc)
MENUC
Sütü diğer develerden sonra çekilen deve.
ME'NUF
Burunda hastalığı olup koku alamayan.
MENUN
(Menn. den) Kesmek. * Vakit, zaman, ömür ve sâireyi kesen mânâsınadır.
ME'NUS
Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. * Beğenilmiş. Mergub.
ME'NUSE
Ateş.
ME'NUSİYET
Alışılmış olma. Alışılma. Ünsiyet edilmiş olma.
MEN'UŞ
Hayır ile yâdedilen ölü. * Yukarı kaldırılmış. * Fakir olduktan sonra sevindirilmiş. * Tabuta konulmuş.
MENUT
Asılı, muallâk. * Bağlı. Mütevakkıf. Merbut. Vâbeste. * Bir milletten olmayıp sonradan o millete dahil olmuş olan.
ME'NUT
Hased olunmuş kişi, mahsud.
MEN'UT
Medhedilmiş. İyiliği, güzelliği söylenilmiş olan.
MENVÎ
Kasdedilen. * Niyet. Maksad. Meram.
MENVÎ-İ ZAMİR
İçindeki niyet ve maksat.
MENY
Meniyi dışarı getirmek. * Takdir etmek. * Okumak. * Hükmetmek.
MENZAM
(C: Menâzım) Çeşitli şeyleri bir yere dizmek.
MENZEHE
Gezinti yeri.
MENZİL
İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.
MENZİLET
Derece, pâye, rütbe, mertebe. Yükseklik derecesi. * Konak yeri, inecek yer. Hane, ev.
MENZİLGÂH
f. Konak. Yer. Ev. Bir müddet durulan yer.
MENZİLHANE
f. Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer.
MENZİL-İ KAMER
Koz: Ayın dünya etrafındaki mahreki. Bu mahrekte aynı noktaya tekrar gelmek için geçen zaman.
MENZİL-İ KÜLLÎ
Mahrekin en son noktasına kadar olan mesâfe.
MENZİLNİŞİN
f. Yerinde oturan.
MENZU'
(Nez. den) Nez olunmuş, koparılmış.
MENZUF
Susuzluktan dolayı dili kurumuş kimse. * Kan kaybından dolayı dermansız ve güçsüz kalmış olan insan.
MENZUL
(Nüzul. den) Nüzüllü, inmeli.
MENZUR
(Nezr. den) Adanmış, nezrolunmuş, va'dedilmiş. Adak olarak belirtilmiş.
MENZUT
Haris kimse.
MER
f. Elli (Sayısı). Hamsin. (50)
ME'R
Katı, şiddetli, şedid. * Fesad.
MER'
(C: Müru') Er, erkek. * Güzel manzara.
MER'
Ot çok olmak.
MERA
(C: Merâyâ) Sütü çok olan dişi deve.
MERA
Boş yer. * Otsuz yer.
ME-RA
f. Beni. Benim. Bana.
MER'A
Aynalar.
MER'A
Hayvanların otladığı yer. Kır. Mera. Çayırlık. Otlak.
MERAA
Ucuzluk.
MER'ABE
Ansızın olarak birdenbire korkutmak. * Tenha ve korkunç yer.
MERABİ'
(Mürabba. C.) Mürabbalar, kareler. * (Merba. C.) İlkbaharda oturulan evler.
MERABİH
(Ribh. den) Ticâretten elde edilen kazançlar.
MERACİ'
(Merci. C.) Rücu edilecek ve dönülecek yerler. * Mürâcaat edilerek başvurulacak kimse veya yerler.
MERAD
Boğaz. * Talep mevzii, isteme yeri.
MERADET
Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet.
MERAE
Hazmetmek. * Güzel manzara.
MERAFIK
(Mirfak. C.) Dirsekler. * Ev kilerleri. * Mutfaklar.
MERAG
Davar ağnanmak ve toprağa yuvarlanmak.
MERAH
(C.: Merahân) Aşırı derecede sevinme.
MERAH
Yer. Mekân. * Sevinç. * Rahat edilecek yer. * Meşhur bir nahiv kitabının ismi.
MERAHİL
(Merhale. C.) Menziller, merhaleler, konaklar, duraklar.
MERAHİL-İ BAÎDE
Uzak konaklar. Uzak menziller.
MERAHİLPEYMA
f. Seyyah, yolcu. Seyahat eden kimse.
MERAHİM
(Merhem. C.) Merhemler.
MERAHİM
(Merhamet. C.) Acımalar, merhametler.
MERAÎ
(Mer'a. C.) Otlaklar, çayırlıklar.
MERAÎ
(Mir'at. C.) Aynalar, mir'atlar.
MERAK
Etsuyu. * Çorba.
MERAK
Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük. * Dalgınlık. Kara sevdâ. * Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.(... Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi hikmet-i İlâhiyeyi ittiham ve rahmet-i İlâhiyeyi tenkid ve Hâlik-ı Rahiminden şekva hükmünde olduğu için aksi maksadiyle tokad yer, hastalığı ziyadeleşir. L.)
MERAKÂVER
f. Merak verici. Düşündürücü. Meraklandırcı.
MERAK-ÂVER
Merak verici. Merak veren.
MERAKIM
(Mirkam. C.) Kalemler. Yazma işinde kullanılan âletler.
MERAKÎ
Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse. * (Mirkat. C.) Merdivenler, basamaklar.
MERAKİB
(Merâkibe) (Araba, at, kayık, vapur gibi) binecek vasıtalar. Merkebler.
MERAKİB-İ BAHRİYE
Vapur, gemi, tekne, kayık vs. gibi deniz nakil vâsıtaları.
MERAKİB-İ BERRİYE
Araba, otomobil, kamyon, at vs. gibi kara nakil vasıtaları.
MERAKİD
(Merkad. C.) Merkadlar, kabirler, mezarlar.
MERAKİZ
Merkezler. Karargâhlar. Karar yerleri.
MERAL
(Aslı, marâl'dır) Ceylan, karaca, dişi geyik.
MERAM
Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan.
MERAMBAHŞ
f. Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren.
MERAMİ
(Mermi. C.) Mermi atma yeri. Mermiler. * Nişan okları.
MERAMİR
Çok etli, şişman kişi.
MERANET
Yumuşaklık. * Bir mâdenin çekiç vasıtası ile dövüldüğünde yayılması vasfı.
MERARE
(C: Merâir) Öd kesesi.
MERARET
Acılık. Tatsızlık.
MERARET-İ ESARET
Esirliğin acılığı.
MERASET
şiddet.
MERASÎ
(Mersâ. C.) Limanlar. Gemilerin sığınıp barındıkları yerler.
MERASÎ
(Mersiye. C.) Mersiyeler, ağıtlar.
MERASİD
(Mersad. C.) Gözetleme yerleri, rasat yerleri.
MERASİM
(Mersem. C.) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler. * Şiveler. Âdetler.
MERAŞİD
(Merşed. C.) Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar.
MERATİ'
(Merta. C.) Çayırlıklar, mer'alar, otlaklar.
MERATİB
Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler.
MERATİB-İ HAYAT
Hayat mertebeleri.(Birinci sual: Hz. Hızır (A.S.) hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?Elcevap : Hayattadır, fakat merâtib-i hayat beş'tir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten bazı ulemâ, hayatında şüphe etmişler.Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyeddir.İkinci Tabaka-i Hayat : Hz. Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yâni bir vakitte pekçok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levâzımatiyle daimi mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyânın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tâbir edilir. O makama gelen bir veli, Hızırdan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bâzan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telâkki olunur.Üçüncü Tabaka-i Hayat : Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbederler. Adeta beden-i misali letâfetinde ve cesed-i necmi nuraniyetinde olan cism-i dünyevileriyle semavatta bulunurlar. Ahirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: Ahirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfriye ve inkâr-ı Uluhiyete karşı İsevilik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki isevilik şahs-ı mânevisi, Vahy-i Semâvi kılınciyle o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevisini öldürür; öyle de: Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevilik şahs-ı mânevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevisini temsil eden deccalı öldürür... yâni inkâr-ı Uluhiyet fikrini öldürecek.Dördüncü Tabaka-i Hayat : Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Alem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasıl ki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Alem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'idir. Hattâ Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hatta ben kendim Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sâdıkada, taht-el-Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat, Rus'un istilâsından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz'i rü'ya, bâzı şerait ve emârâtla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.Beşinci Tabaka-i Hayat : Ehl-i kuburun hayat-ı ruhânileridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlâk-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vâkıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri.. ve sâir ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vâkıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iyye ile isbat etmiştir. M.)
MERATİB-İ İLİM
Bilmek mertebeleri. (Bak: Dimağ)
MERAVİH
(Mirvaha. C.) Yelpâzeler.
 
MERAVİH
(Mirvaha. C.) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar.
MERAYA
Aynalar. Mir'âtlar. * Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları.
MERAZİBE
(Merzuban. C.) Serhat beylerbeyi.
MERBA'
(C.: Merâbi') (Rebi'. den) Yazlık. Yazın oturulan mesken.
MERBAA (MURABBAA)
Dört bucaklı. * Dört katlı.
MERBA'-NİŞİN
f. Yazlıkta oturan.
MERBAT
Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl. * Manastır. * Tekke.
MERBU'
Orta boylu olan.
MERBU'
Köle, kul, memlük.
MERBUB
Köle, kul.
MERBUT
Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik.
MERBUTAN
Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak.
MERBUTÂT
(Merbut. C.) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler.
MERBUTİYYET
Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
MERC
(Merec) Katıştırmak. * Kararsızlık. * Iztırab. * Bozulmak. * Boşa gitmek. * Serbest bırakmak, salıvermek. * Hayvanların salındığı otlak.
MERCAN
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
MERCANE
Mercan tanesi. (Bak: Mercan)
MERCEFAN
Leğen ve ibrik.
MERCİ'
Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
MERCİ'-İ KÜLL
Bütün işler için müracaat edilen makam.
MERCİ'-İ RESMÎ
Bir idare veya memurun bağlı bulunduğu üst makam.
MERCİ'-İ RÜ'YET
Bir işin görülmesi için başvurulan yer.
MERCU
Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan.
MERCU'
Geri döndürülmüş olan.
MERCUH
(Rüchân. dan) Başkası ona tercih edilmiş olan. * Fık: Mahkemede hasmından evvel müddeasını isbata salâhiyyetli olmayan şahıs. Evvelâ hak iddiaya salâhiyetli olan râcih, ikinci derecede iddiaya sahib olan ise mercuh olur.
MERCUM(E)
(Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş.
MERD
Misvak ağacının yemişi. * Emmek. * Silmek. Mesh etmek.
MERD
f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.
MERDA
Yaralılar. Hastalar.
MERDA'
(C: Merâd) Ot bitmeyen kumlu yer.
MERDAN
(Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler.
MERDANE
f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. * Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. * Yufka açmağa yarıyan oklava. * Erkek ayakkabısı.
MERDANEGÎ
f. Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik.
MERDBAZ
f. Merd olmayan. Nâmerd. Sözünde durmayan. Orospu.
MERDBEÇE
f. Yiğit oğlu yiğit. Merd oğlu merd.
MERDEGA
(C: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası.
MERDEKUŞ
Merzencüş otu.
MERDÎ
f. Erlik, erkeklik. * Merdlik, cesurluk, yiğitlik. * İnsanlık, hamiyet.
MERD-İ GARİB
Yabancı yerlere, gurbete düşmüş kişi.
MERDİVEN
(Bak: Nerdbân)
MERDİYE
(Bak: Marziye)
MERDUD
Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.)
MERDUDİYET
Merdudluk. Kovulmuşluk, geri çevrilmişlik.
MERDUD-ÜŞ ŞEHÂDET
Şahitlikleri kabul edilmiyenler. * Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.
MERDÜM
f. İnsan. Adam.
MERDÜMAN
(Merdüm. C.) f. İnsanlar, kişiler, adamlar.
MERDÜM-AZAR
f. İnsanları inciten. Halka eziyet veren.
MERDÜME
f. Gözbebeği.
MERDÜMEK
f. Küçük adam. Bebek.
MERDÜMGİRİZ
İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen.
MERDÜMHAR
f. Yamyam. * İnsan eti yiyen vahşi hayvan.
MERDÜMÎ
f. Adamlık, insanlık.
MERDÜM-İ ÇEŞM
Gözbebeği.
MERDÜMKÜŞ
f. Katil. Adam öldüren. İnsan katleden.
MERDÜMZAD
f. İnsan oğlu. Beni Adem.
MER'E
(Mer'et) Kadın. Zen.
MEREB
İnsan toplanan yer.ME'REBE $ (Me'ribe) : (C: Meârib) İhtiyaç. * Ümitli bulunma. Ümitvar olmak.
MEREC
Kararsız ve mütehayyir olma. * Mecburi olma.
MERED
Kötülükte inad. * Sakal belirmemek, sakal çıkmamak.
MEREDE
(Mârid. C.) İnadçılar, muannidler, direnenler.
MEREHAN
Sevinç, ferah, sürur. * Zayıf olma. * Fâsid olmak. * Kurumak.
MEREK
Köy evlerinin yanında ot, saman ve yaprak gibi şeylerin ve umumiyetle hayvan yiyeceklerinin muhafazasına mahsus kârgir veya kerpiçten yapılmış bina. Samanlık.
MEREMMET
Onarma, tamir. * Üstünkörü tamir edip onarma.
MERERE
(C: Merirât) Sert bükülmüş kıvrık ip. * Arsa.
MERESE
(C: Mires-Emrâs) İp.
MERFAK
Yumuşak yer.
MERFU'
Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş. * Hükümsüz bırakılmış. * Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.
MERFUÂT
Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya. * Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler.
MERFUD
İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey.
MERG
Tükrük. * Salya.
MERG
f. Çayır. * Sebze.
MERG
f. Ölüm, mevt.
MERGÂ MERG
f. Umumi vebâ hastalığı.
MERGÂ MERGÎ
Hastalıktan dolayı umumi ölüm.
MERGAM
(C: Merâgım) Girecek ve kaçacak yer.
MERGAME
Kahretmek. * Galip olmak.
MERGUB(E)
Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen.
MERGUL
(Mergule) Kıvrılmış veya bükülmüş saç. Kıvırcık saç. * Ahenkli ses. * Kuş sesi.
MERGZAR
f. Çayırlık, çimenli ve sulak yer. Mer'a.
MERH
Fesâd.
MERH
Un yoğurmak. * Deriye ve gövdeye yağ sürmek. * Yağ ile oğmak. * Bir yeşil ağaç.
MERHA
(C: Merâhi) Değirmen yeri.
MERHA
Gözüne sürme çekmeyi âdet edinmeyen kadın.
MERHABA
Şâdlık, neşeli oluş. * Genişlik, vüs'at. * Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir. * Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.
MERHALE
(Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe.
MERHALENİŞİN
f. Seyyah, yolcu, turist.
MERHAMET
(Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek.
MERHAMETBAHŞ
f. Merhamet eden. Merhametli.
MERHAMET-DİSAR
Çok merhametli, acıma hissi fazla olan.
MERHAMETEN
Acıyarak, merhamet ederek.
MERHAMETGÜSTER
f. Merhametli, merhamet edip acıyan.
MERHAMETPENAH
f. Merhametli.
MERHAMETPERVER
f. Merhametli, esirgeyici, acıyan.
MERHAMETPERVERANE
f. Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle.
MERHAMETPERVERÎ
f. Merhametlilik, esirgeyicilik.
MERHAMETŞİAR
f. Çok merhametli.
MERHAMETŞİARÎ
f. Merhametlilik, merhametli oluş.
MERHAZ
(C: Merâhiz) Don yıkayacak yer. * Abdest alacak yer.
MERHEB
(C: Merahib) Kaçacak yer.
MERHEM
Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç. * Mc: Acıyı teskin eden şey. * Kederi, derdi gideren.
MERHEMSÂ(Y)
f. Merhem süren. Çare ve deva bulan.
MERHEMSÂZ
f. Çare bulan. Merhemci, ilâç yapan.
MERHEMSÂZÎ
f. Çare buluculuk.
MERHESA
(C: Merâhis) Mertebe, derece.
MERHUB
Korkulan ve kendisinden kaçılan şey. * Aslan.
MERHUM
(Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
MERHUME
Vefât etmiş, rahmete kavuşmuş kadın.
MERHUN
(Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey. * Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. * Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.
MERHUZ
Yıkanmış, gusül etmiş.
MERİ'
(C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer.
MER'Î
Görmeğe âid. Görünür olan. Gözle görülen. Manzara.
MER'Î
(Mer'iyye) Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen.
MERİC
Çalkantılı, dalgalı.
MERÎC
Muzdarip, sıkıntılı. * Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit.
MERÎD
Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse. * Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma. * Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
MERİDYEN
(Bak: Hatt-ı nısf-un nehar)
MERİH
Beyaz servi.
MERİH
Koz: Güneş etrafında seyreden seyyarelerden dünyadan sonra güneşe en yakın olanı. (Aslı: Merrih veya Mirrih okunur.) * Mars.
MERİK
Usfur otu.
MERİN
Hal, durum. * Ahlâk.
MERİR
(C: Merâyir) Uzun ve sağlam ip.
MERİRA (MARURE)
Buğday arasında olan acı bir tohum.
MERİRE
Azimet. (Ruhsat'ın zıddıdır)
MERİŞ
Üzerinde kuş tüyü olan nesne.
MER'İYYAT
(Mer'î. C.) Gözle görülen şeyler.
MER'İYYET
Mer'î oluş. Makbul olma. Muteber olma. Hükmü geçer olma.
MER'İYY-ÜL HÂTIR
İtibarlı. Sözü geçer.
MERK
Kokmuş deri. * Derinin yününü yolmak. * Kazımak. * Nüfuz etmek, içine işlemek.
MERK
f. (Bak: Merg)
MERKAAN
Ahmak kimse.
MERKAB
Gözetleme yeri.
MERKAD
Uyku yeri. Yatacak yer. * Mezar, kabir.
MERKAŞ
Bir şeyin üstünde siyah ve beyaz noktalar olması.
MERKAT
(Bak: Mirkat)
MERKEB
(Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey. * Eşek.
MERKEL
(C: Merâkil) Yol. * Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.
MERKEZ
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret. * Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı. * Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
 
MERKEZÎ
(Merkeziye) Merkeze mensub. Merkezde bulunan. Merkezle alâkalı.
MERKEZ-İ ÂLEM
Güneş, şems.
MERKEZ-İ ARZ
Arzın merkezi. Dünyanın merkezi, iç tarafı.
MERKEZ-İ DEVR
Hareket eden bir cismin, etrafında devrettiği nokta.
MERKEZ-İ SIKLET
Ağırlık merkezi.
MERKEZ-İ TEŞRİ'
Kanun yapma merkezi.
MERKEZİYYET
İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak. * Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi.
MERKU'
Eski, yırtılmış elbise.
MERKUB
(Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş. * Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası.
MERKUM
Cem'olmuş, toplanmış, birikmiş.
MERKUM
(Rakam. dan) Yazılmış. Adı geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış. * Basit ve âdi insan. (Bak: Mezbur)
MERKUN
Büyük havuz.
MERKUZ
Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş. * Ayakla tepilmiş.
MERKUZ
(Rekz. den) Dikilmiş. Saplanmış. Batırılmış. Sâbit kılınmış.
MERKUZİYET
Dikilme, saplanma.
MERMA(T)
Etli, şişman kadın.
MERMAHUR
Bir cins güzel koku.
MERMAK
Yaramaz nesne.
MERMARE (MERMURE)
Yumuşak vücutlu kadın.
MERMAZ
(C: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer.
MERMERÎS
Zahmet, meşakkat.
MERMİ
(Remiy. den) Atılmış. * Ateşli silâhlar içine konan kurşun, gülle. Fişek.
MERMİYAT
(Mermi. C.) Atılmış şeyler. * Ateşli silâhlarda atılan tâneler, mermiler.
MERMUK
Mahfuz, hıfzolunmuş.
MERMUZ
(Remz. den) Açıktan belirtilmeyip, işaret ve remz ile anlatılan. İmâ edilmiş olan.
MERMUZAT
(Mermuz. C.) İşaret ve remz ile anlatılan şeyler.
MERMUZE
(C.: Mermuzât) İşaretle anlatılmış. Remzolunmuş. Açıktan değil de işaretle anlatılmış şeyler. (Bak: Mermuz)
MERN
(C: Emrân) Kürek.
MERNEA
Ucuzluk.
MERNUSA
Mübârek.
MERR
Geçmek. Mürur etmek. * İp. * Bel dedikleri âlet. * Demir külünk.
MERRAT
Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar.
MERRE
Bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil. Def'a. Kerre.
MERRE-İ VÂHİDE
Bir defa. Bir kere.
MERRETEN BA'DE UHRÂ
Diğerinden sonra, tekrar.
MERS
Ekmeği suyla ıslatmak.
MERSA
(C: Merâsi) Liman. Gemilerin demir atıp barındığı yer.
MERSAD
Rasad yeri. Gözetleme yeri. (Bak: Mirsâd)
MERSA-YI KOSTANTİNİYYE
İstanbul limanı.
MERSED
Arslan, esed.
MERSEN
Burun.
MERSİN (MERSİNÎ)
Mersin ağacı.
MERSİYE
Birisinin ölümü hakkında yazılan, teessürü anlatan manzume.
MERSİYEHÂN
f. Ağıt okuyan. Mersiye söyliyen.
MERSİYEKÂR
f. Ağıtçı. Ağıt ve mersiye okuyan.
MERSUD
Birbiri üstüne yığılmış kumaş.
MERSUD
Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş, hesab edilmiş.
MERSUM
(Resm. den) Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. * An'ane, gelenek, örf ü âdât. * Adı ve bahsi geçmiş. Bahsedilmiş.
MERSUS
Sağlam yapı. Birbirine kenetlenmiş, kurşun veya lehim ile birbirine bağlanmış sağlam yapı.
MERŞ (MARŞ)
(C.: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak. * Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer. * İncitici söz.
MERŞA'
Her hayvanın yavuzu ve yırtıcısı. * Otu çok olan yer.
MERŞE
Yuvarlak cisim.
MERŞED
Hakiki maksada ulaştıran doğru yol.
MERŞUŞ
Saçılmış, dağılmış.
MERT
f. Çevik, zinde, hareketli.
MERTA
Sür'atle yelmek. Seğirtmek.
MERTA'
Otlak, çayır, mer'a, çimen.
MERTEBA'
Dağ üstünde olan yüksek yer.
MERTEBE
Derece. Basamak. Rütbe. Pâye.
MERTEBE-İ ÂLİYE
Yüksek derece, âli mertebe.
MERTEBE-İ BÂLÂ
Üst derece.
MERTEBE-İ KUSVÂ
En son derece.
MERTUB
(Ratb. dan) Rütubetli, ıslak, nemli, yaş.
MERTUM
Zor bir işi yapmağa memur edilmiş olan.
MERTUM
Kırılmış, parça parça olmuş, ufalanmış.
MERTUS
Bir fesleğen çeşidi.
MER'UB
(Ru'b. dan) Ürkmüş, korkmuş.
MER'UBEN
Ürkerek, korkarak, korku ile.
MERUE
Hazmetmek.
ME'RUŞ
Yer. Arz. Yeryüzü.
ME'RUZA
Ağaç kurdunun yediği ağaç.
MERV
Bir cins güzel koku.
MERVAHA
(C.: Merâvih) Ova, çöl. Her tarafından rüzgâr esen yer.
MERVE
Mekke-i Mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, Merve ile Safâ arasında yedi def'a gidip gelirler. Bu, haccın rükünlerindendir. Bu gidip gelmeye "sa'y" denir.
MERVEB
(C: Merâvib) Yoğurt koydukları kap, yoğurt kabı.
MERVEHA
(C.: Merâvih) Ova, sahrâ.
MERVÎ
Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen.
MERVİYAT
(Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler.
MERY
Sağılır davarın memesini meshedip sağmak.
MERYEM
İsâ Aleyhisselâmın annesinin adı. (Süryânicede hâdim mânasınadır) (Bak: Zekeriyya)
MERYEM SURESİ
Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir.
MERZ
Parmak ucuyla çimdiklemek ve tırmalamak.
MERZ
f. Toprak, yer. * Sınır, hudut.
MERZA
(Mariz. C.) Hastalıklar, illetler. Hastalar.
MERZA'
Meme.
MERZAGA
Bataklık, çamur.
MERZAT
Rıza, hoşnutluk. Râzı olma, kabul etme.
MERZBAN
f. Sınır muhafızı, hudut muhafızı. Sınır beyi, vâli.
MERZBUM
f. Hududu belli olan memleket.
MERZE
Hamur parçası.
MERZEGAN
f. Cehennem. * Mangal. * Kabristan, mezarlık.
MERZENCUŞ
Bir ot cinsi.
MERZGUN
f. Tenâsül organı.
MERZÎ
(Bak: Marzi)
MERZİH
Şiddetli ses.
MERZUBAN
(C: Merazibe) Mecusiler reisi.
MERZUF
Ateş ile kızmış taş üzerinde pişirdikleri et.
MERZUK
Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. * Bahtiyar. Saadetli, mutlu.
MERZUKİYYET
Rızıklanış. Bütün mahlukatın rızkını bulması hali.
MERZUL
Rezil ve kepaze edilmiş.
MERZUZ
Dövülmüş. * Parçalanmış.
MERZÜBUM
f. İklim.
MERZVAN
f. Hudut muhafızı, sınır beyi.
ME'S
İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak.
MESA
Akşam. Akşam vakti. Akşam olmak. * Gamlı olmak. * Öğleden güneş batıncaya kadarki vakit.
MES'A
Çirkin yürümek.
MES'A
(C. Mesâi) "Sa'y: Çalışma" manasına mimli masdar.
MESA'
Kuyumcu eşyası.
MESAB
Rücu edecek, geri dönecek yer. Kuyu ağzında su çeken kimsenin durduğu yer. * Havuz ortası. * Suyun biriktiği yer.
MESABE
Derece. Menzile. Rütbe. * Sevab yeri. * Merci, melce'.
MESABİH
(Misbah. C.) Lâmbalar. Fenerler. Siraclar.
MESACİD
Mescidler. Namazgâhlar. Küçük namaz yerleri.
MES'AD
Merdiven. İp merdiven.
MES'ADET
Bahtiyarlık. Saadete sebeb olacak haslet. İyilik.
MESAET
Fena ve kötü bir iş yapma. Fenalık etme.
MESAFAT
(Mesâfe. C.) Mesafeler. Uzaklıklar.
MESÂFÂT-I BAİDE
Uzak mesafeler.
MESAFE
Uzaklık. Uzunluk. * Ara. * Bir nevi uzaklık ölçme usulü.
MESAFF
(Saff. dan) (C.: Mesâff) Sıra sıra dizilme yeri.
MESAFİR
(Mesfer. C.) Bir şeyin görülen tarafları.
MESAG
Açlık. * Geçmesi kolay olan. * İtibar, değer. * İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz.
MESAG-İ KANUNÎ
Kanunen izin ve ruhsat verilmiş.
MESAG-İ ŞER'Î
Şeriatın verdiği izin.
MESAH (MÜSUHA)
Yemeğin tatsız ve tuzsuz olması.
MESAHA
Genişlik. * Genişlik ölçme.
MESAHİF
Sahifeler. Kitap sahifeleri. * Kur'anlar. Mushaflar.
MESAİ
Çalışma. Çalışmalar. * İş zamanı.
MESAİB
Musibetler. * Güçlükler.
MESAİB
Felâketler. Uğursuzluklar. Suubetler. Güçlükler.
MESAİB-İ DÜNYEVİYE
Dünya musibetleri ve güçlükleri.
MESAİD
(Mesâdet. C.) Saâdet ve mutluluğa sebep olan hâl ve ahlâklar.
MESAİD
(Mas'ad. C.) (Sayd. dan) Av yerleri.
MESAİD
(Mas'ad. C.) Yukarı çıkacak yerler.
MESAİ-İ CEMİLE
Güzel çalışmalar.
MESAİL
Mes'eleler.
MESAİL-İ AMÎKA
Derin mevzular. Derin mes'eleler.
MESAİL-İ DİNİYE
Dinî mes'eleler.
MESAİL-İ HİLAFİYE
İhtilaf mevzuu olan mes'eleler.
MESAİL-İ HUKUKİYE
Hukuk meseleleri.
MESAİL-İ İMANİYE
İmanî mes'eleler.
MESAİL-İ ŞETTA
Dağınık mes'eleler, maddeler.
MESAİR
(Mis'ar. C.) Ateşi karıştırmağa yarıyan demirler.
MESAJ
Fr. Sözle veya yazı ile gönderilen haber. * Bir devlet adamının veya makam sahibi şahsiyetin, diğer bir şahsiyete veya cemaate gönderdiği yazılı haber.
MESAK
Bir şey ileri sürmek. * Sevk edilecek yer.
MESAK-I KELÂM
Kelâmın sevk edildiği yer, maksad.
MESAKIB
(Miskab C.) Delme âletleri, matkablar.
MESAKIL
(Mıskal. C.) Cilâlayan veya parlatan âletler.
MESAKIT
(Maskat ve Maskıt. C.) Bir şeyin düştüğü yerler. * İnsanın doğduğu yerler.
MESAKÎL
(Miskal. C.) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.
MESAKİN
Meskenler. Oturacak yerler.
MESAKÎN
(Miskin. C.) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler. * Oturanlar.
MES'AL
Boğazda öksürecek yer.
MESA'LEBE
Tilkisi çok olan yer.
MESALİB
Eksiklikler. Ayıplar. Kusurlar.
MESALİH
(Maslahat. C.) Maslahatlar. İşler.
MESALİH-İ MÜRSELE
(Bak: Maslahat-ı mürsele)
MESALİK
(Meslek. C.) Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar.
MESALL
Kabından çıkmış nesne.
MESAM
(Mesâmet) Duracak yer.
MESAMAT
(Bak: Mesammât)
MESAMİ'
(Misma'. C.) Kulaklar. * İşitme âletleri.
MESAMİR
(Mismar. C.) Mıhlar, çiviler.
MESAMM
(Mesemm. C.) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler.
MESAMMÂT
(Mesâmm. C.) Mesammlar. Delikler, gözenekler.
MESAMM-ÜL CİLD
Tıb: Cilt üzerindeki küçük delikler.
MESANE
Sidik torbası. Sidik kavuğu.
MESANÎ
(Mesnâ. C.) Bir şeyin tekrarı. İki. Çift. Mükerrer.
MESANİD
(Mesned. C.) Mesnedler. Dereceler. Rütbe ve mevkiler.
MESANİD-İ ÂLİYE
Yüksek rütbeler, âli mevkiler.
ME'SAR
(C.: Meâsır) Hapsetmek. * Hapsedecek yer.
MESARİB
(Mesrebe. C.) Otlaklar, çayırlar, mer'alar. * Karından göğüse kadar olan yerde biten kıllar.
MESARİH
(Mesrah. C.) Çayırlar, otlaklar, mer'alar.
MESARR
(Meserret. C.) Sevinçler, meserretler. Sürurlar. Zevkler.
MESAS
Esas, asıl, kök.
MESATIR
(Mistar. C.) Cetveller, mistarlar. Çizgi çizme için kullanılan âletler.
MESAVİ
(Su'. C.) Kötü haller. Fenalıklar. Seyyieler. (Mehâsinin zıddı.)
MESAVİ
(Mesvâ. C.) Meskenler. Haneler. Evler.
MESAVİ-İ MEDENİYYET
Medeniyyetin fenalıkları, kötülükleri. (İsraf ve sefahet gibi)
MESAVİK
Misvaklar.
MESBAA
Yırtıcı ve vahşi hayvanların çok olduğu yer.
MESBAH
Doğacak yer ve zaman. Tulu' edecek yer. Tulu' edecek vakit.
MESBE'
Şarabı satın almak. * Dağ içinde olan yol.
MESBERE
Kadının veled getirdiği yer. * Devenin yavruladığı yer.
MESBUK
Geçmiş. * Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış. * İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan.
MESBUK
(Sebk. den) Kalıba dökülmüş.
MESBUK-UL EMSÂL
Benzerleri ve emsali önceleri de görülmüş ve geçmiş.
MESBUK-ÜL HİDME
Hizmet ve emeği geçmiş.
MESBUK-ÜZ ZİKR
Adı ve zikri geçmiş, bahsedilmiş.
MESBUT
Meyyit, ölü. * Deli, aklı gitmiş.
MESCEN
Cezaevi, zindan, hapishâne.
MESCİD
Secde edilen yer. Namazgâh. Cami yerine kullanılan namaz yeri.
MESCİD-İ AKSÂ
Kudüs'te çok eskiden gelen peygamberlerin (A.S.) yaptırdıkları mâbed.
MESCİD-İ HARAM
Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri. (Bak: Kâbe)
MESCUD
Secde edilmiş. Kendisine secde edilmiş olan. Allah (C.C.)
MESCUM
Saçılmış, dökülmüş.
MESCUN
Hapsedilmiş.
MESCUR
Sulu süt. * Dizilmiş salkım olmuş inci. * Yanmış. * Kızdırılmış. * Doldurulmuş. Taşkın su. * Alevli ateş, kızgın fırın. * Deniz. * Boş. * Muhtelit. * Mc: Firavun'un battığı deniz.
MESD
İp bükmek.
MESDUD
Seddedilmiş. Kapatılmış. Hududlanmış.
MESDUL
Salıverilmiş, serbest bırakılmış.
MESED
Hurma lifi. * Liften yapılan ip. * Deve kılından ve yününden yapılan urgan. * Yemen diyarında biten bir ağacın adı. * Bağ.
ME'SEDE
Arslanlı yer.
 
MESEKE
(C: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.
MESEL
Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye. * Dokunaklı ve mânalı söz. * Benzer. Misil. * Delil. Hüccet.
MESEL
Suyun aktığı yer.
MESELA
Misal olarak, söz gelişi, şunun gibi, örnek tarzında.
MESELE
Gölgelik.
MES'ELE
Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş. * Savaş, muharebe, ceng, harp.
MES'ELE-İ HİLÂFİYE
Hakkında ihtilaf bulunan mes'ele. (Bak: Hilâf)
MESELEN
Misâl ve örnek olarak. Söz gelişi. Meselâ.
MESEL-UL A'LÂ
En kıymetli, en güzel misal. En güzel ta'rif ve söz.
ME'SEM
(Me'seme) Günah. Kabahat, suç.
MESEMM
(C.: Mesâmm) Tıb: Cild üzerindeki küçük delik. Gözenek.
MESEMME
(C.: Mesâmm-Mesâmmât) Ciltteki ufak delik. Gözenek.
MESEN
Kişinin bevlini tutmaya âciz olması. Bir kimsenin, idrarını tutamaması.
MESER
f. Soğuk, berd. * Buz.
ME'SERE
(Meâsir) Eskiden kalma güzel eser. * Cömertlik. * Güzel hareket ve fiil.
MESERRAT
(Meserret. C.) Meserretler, sevinçler, sürurlar.
MESERRET
Sevinç. şenlik. Sürur.
MESERRETÂVER
f. Sevinç ve meserret getiren. Sürurlandıran. Sevindiren. Sevindirici.
MESERRETEFZÂ
f. Meserret. Sevinç ve süruru arttıran.
MESERRETENGİZ
f. Sevindiren. Meserret meydana getiren.
MESFİYY
Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)
MESFU'
Nazar değmiş.
MESFUH
Dökülüp akıtılmış olan. * Dağ eteği.
MESFUK
(Sefk. den) Sefkedilmiş. Dökülüp akıtılmış olan.
MESFUR
Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
MESGABE
Açlık. Meşakkat ve yorgunluk içinde açlık.
MESGUR
Dişi düşmüş kimse.
MESH
Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek. * Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.
MESH
El sürme. * Silme. * Abdest alırken başı ıslâk temiz el ile sığamak. * Taramak.
MESHA'
İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük. * Ufak taşlı, otsuz düz yer. * Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın. * Uylukları ince ve zayıf olan kadın.
MESHARA
(C.: Mesâhir) Maskara.
MESHEK
Yel gidecek yer.
MESHELE
Yumuşak yer. * Alçak yer.
MESHUF
Susamış. Suya kanamamış.
MESHUK
(Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş.
MESHUN
Isıtılmış.
MESHUR
Büyülenmiş, kendine sihir yapılmış. * Büyülü gibi tutkun.
MESHUT
Beğenilmeyen iş.
MESİH
Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. * İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.(Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm'a Mesih nâmı verildiği gibi her iki deccala dahi Mesih nâmı verilmiş ve bütün rivâyetlerde Min-fitneti mesihid-deccal, min-fitneti-mesihid-deccal denilmiş. Bunun hikmeti ve te'vili nedir?Elcevab: Allahu a'lem bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsa Aleyhisselâm, Şeriat-ı Museviye'de bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; büyük deccal şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve "Ye'cüc ve Me'cüc"e zemin hazır eder. Ve İslâm deccalı olan Süfyan dahi, Şeriat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddi ve mânevi râbıtalarını bozarak serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesât-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebri bir serbestiyet ve ayn-i istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz. Ş.)
MESİH
Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş. * Şuurunu kaybedecek hale gelen. Sarhoş ve şuursuz. * Acibe. Garibe. * Güzelliği olmayan. * Tuzsuz ve tatsız yemek.
MESİH
Yağ sürülmüş.
MESİHA
(C: Mesâyih) Gümüş parçası. * İyi ve yeni yay.
MESİHÎ
(Mesihiyye) Hristiyan. Hristiyanlığa âit. Hz. İsâ Aleyhisselâma âit ve ona müteallik.
MESİHİYYUN
Hristiyanlar.
MESİH-ÜD DECCAL
Deccal'a da bu isim verilmesinin bir sırrı şudur ki: Bir gözü silik, yani kör ve ayıplı olmasındandır. Sadece bu dünyayı görüp, âhireti görecek gözünün kör olmasındandır. * Mesih, uğursuzluğundan nâşi Deccal'ın lâkabıdır. Nakşı silinmiş para, çok gezen adam, çok cima' eden kimse, yalancı, kezzab ve bir tarafında gözü silik olan adama denir. (L.R.)Hak Dini Kur'an Dili, Cilt: 5, sh: 4172'de şu tafsilât vardır: (Yalancı bir Mesih demektir. Vârid olan hadis-i şeriflerde; Deccal; bir yalancı ve halkı aldatmakta meharetli bir sahtekârdır ki, kâfirliği sahtekârlığı yüzünden belli olduğu hâlde bir takım harikalar göstererek uluhiyyet da'vâ eder. Deccalın bu suretle yalancı bir Mesih olması, onun hıristiyanlık taklidi altında zuhur edeceğini anlatır.) (Bak: Deccal)
MESİK
Pinti, hasis, cimri.
MESİL
Su yatağı. Suyun akacak olduğu yer, boru.
MESİL
Benzer. Misil. Gibi. Şibih. Eş. Nazir.
MESİR
Seyretmek. * Yol yol alacalı elbise.
MESİRE
Seyredilecek, gezilecek yer. Tenezzüh ve gezme yeri. * Seyir.
MESİREGÂH
f. Seyir yeri. Seyrangâh.
MESİS
Cimâ etmek. * Yapışmak.
MESİT
Küçük sel.
MESK
(C: Müsuk) Deri.
MESKAB
Yakın olacak yer.
MESKAT
Doğum yeri. * Düşecek yer.
MESKAT
(C: Mesâk-Mesâki) Su maslağı.
MESKAT-I RE'S
Bir kimsenin doğduğu yer.
MESKEN
Ev. Sâkin olunacak yer. Hâne.
MESKENE
Tevazu etmek, alçakgönüllülük göstermek.
MESKENET
Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik. Yoksulluk.
MESKENET-FİKEN
f. Miskinliği gideren.
MESKENİYET
Mesken oluş. Sâkin olup durulacak yer olmak.
MESKIT
Düşecek yer.
MESKUB
Kalıba dökülmüş. Akıtılmış.
MESKUB
Delikli. Delinmiş.
MESKUK
(Meskuke) Sikkeli. Damgası vurulmuş. * Para hâline konulmuş.
MESKUKAT
(Meskuk. C.) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler.
MESKUM
Hasta ve yoksul kimse.
MESKUN
İçinde oturanları olan yer. İnsan bulunan şenlenmiş yer.
MESKUR
Sarhoş olan.
MESKUT
Söylenmemiş. Sükut edilmiş. Hakkında bir şey söylenmemiş.
MESL
(C: Mislân) Yer yarığı.
MESLAH
(C.: Mesâlih) Tulu decek yer, doğacak yer. * Bir şey gözetecek yüksek yer.
MESLAH
Mezbaha. Davar kesilen yer.
MESLAHA
Sınır kalesi. Derbent.
MESLEB
Zorla birşey alınan yer. Zorla alma yeri.
MESLEBE
(C.: Mesâlib) Eksik, kusur, noksanlık, ayıp.
MESLEC
Karlık.
MESLEK
Yol. Usul. Gidiş. * San'at. Geçim için tutulan yol. * Sistem. * Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol.(Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat "yalnız hak benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur. $ sırrınca insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlan ile mahkûm edemez. M.)
MESLEKÎ
(Meslekiyye) Meslekle alâkalı. Mesleğe ait.
MESLEK-İ MÜTEASSİFE
Sapık meslek.
MESLES
(C: Mesâlis) Üçer üçer olmak. * Üç kıllı tanbur.
MESLU'
Vücudunda ur bulunan kimse.
MESLUB
Selbedilmiş. Soyulmuş. Alınmış. Giderilmiş.
MESLUB-ÜL AKL
Aklı alınmış. Deli.
MESLUB-ÜŞ ŞUUR
Anlayışsız, idraksiz, şuursuz.
MESLUC
Yutulmuş, bel'olunmuş.
MESLUFE
Düzelmiş yer. * Kabuksuz arpa ve buğday.
MESLUH
Derisi yüzülmüş. Teslih edilmiş.
MESLUK
Kaynamış.
MESLUL
Çekilmiş. Kınından çıkmış kılınç. * Din uğruna kendini fedâ eden kahraman. * Tıb: Verem.
MESLUS
Üç kat olan nesne. * Üçte biri alınmış.
MESLUS
Deli, divane.
MESLUT
Kemiği üzerinden eti sıyrılmış. * Tıraş edilmiş. Yontulmuş.
MESLUT
Mağlub. Yenilmiş. * Zayıf, cılız, arık.
MESMEL
Sığınacak yer.
MESMESE
Karıştırmak.
MESMESE (MİSMÂS)
Karışık ve mültebis olmak.
MESMU'
Dinlenilen. İşitilen. * Duyulmuş. İşitilmiş.
MESMUA
Duyulmuş. Kulakla dinlenmiş olan.
MESMUÂT
İşitilenler. Duyulanlar.
MESMUD
Fukarânın çok istemesinden vere vere hiç birşeyi kalmayan kimse.
MESMUM
Zehirlenmiş. Ağu katılmış. Zehirli.
MESMUMEN
Zehirli olarak. Zehirlenmiş olarak.
MESMUR
Cismen ufak olmakla beraber, sinirleri kuvvetli olan adam.
MESMUS
Zehirli.
MESNA
Bevlini tutmaya kadir olmayan kadın. (Müz: Emsen)
MESNA
İkişer ikişer. * Derenin büklüm ve boğaz yeri. * Çalgının ikinci teli.
MESNED
Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek.
MESNED-İ MEŞİHAT
Şeyhül-islâmlık mertebe ve mevkii.
MESNEDNİŞİN
f. Bir mesned veya makamda bulunan.
MESNEVÎ
İkilik manzume. Her beyti ayrı kafiyeli olan manzume.
MESNEVÎ-İ NURİYE
Aslı Arapça olup, sonradan tercemesi de yapılmış olan Risale-i Nur Külliyatı'ndan bir eserdir.
MESNEVÎ-İ ŞERİF
Mevlâna Celaleddin-i Rumî'nin meşhur farsça olan eserinin ismi. (Bak: Mevlâna Celaleddin-i Rumî)
MESNEVİYYAT
(Mesnevî. C.) Mesnevi tarzında yazılmış olan eserler.
MESNUN
Sünnet olan. Sünnet olmuş olan. * Âdet edilen şey. * Bilenmiş bıçak. * Üzerinden ömürler geçmiş olan. * Şekillendirilmiş. * Kalıba dökülmüş. * Kokusu değişmiş.
MESRA
Gece vakti yola çıkma.
MESRA(T)
Çok olmak. Çok olacak yer.
MESRAH
(C.: Mesârih) Çayırlık, otlak, mer'a.
MESRAT
Adet çokluğu.
MESREBE
(C.: Mesârib) Deve ve koyun sürülerinin çayırlık, mer'a, otlakları. * Vücudda karından göğüse kadar olan kıllı yer.
MESRECE
Gece kandili konulan şişe.
MESRUBE
Uzun saç. * Saç kesecek âlet.
MESRUD
(Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş.
MESRUD
f. Sihir, efsun, büyü.
MESRUDAT
(Mesrud. C.) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler.
MESRUDE
Ulaştırmak. * Zırh halkalarının birbirine girmesi.
MESRUE
Çekirgenin yumurtasını döktüğü yer.
MESRUK
Çalınmış, sirkat edilmiş olan.
MESRUR
Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
MESRURİYET
Sevinçlik. Sürur içinde oluş. Dileğine ermiş olanın hâli.
MESS
Yapışmak, değmek, dokunmak. * Meydana gelmek.
MESSAH
Ölçü âletleriyle arazi ölçen. Mühendis. * (Mesh. den) Uğuşturan, mesheden. Masaj yapan. Dellâk.
MESS-İ HÂCET
Lüzum görülme, iktiza etme, gerekme.
MEST
Ayakkabı. * Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.
MEST
Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması. * Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
MESTAN
(Mest. C.) f. Sarhoşlar.
MESTANE
Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
MESTÎ
f. Sarhoşluk.
MEST-İ ELEST
Elest meclisinde hitab-ı İlahî ile mest olan.
MEST-İ HARAB
Çok sarhoş olmuş kimse.
MEST-İ MÜDAM
Her zaman, devamlı sarhoş.
MEST-İ SERŞAR
Haddinden fazla sarhoş, çok sarhoş.
MEST-İ TEMAŞA
Seyretme sarhoşu. Bakıp seyretmekten sarhoş gibi olan.
MESTÎ-ÂVER
f. Bayıltıcı, sarhoş edici.
MESTÎ-BAHŞ
f. Sarhoşluk veren, sarhoş edici. Bayıltıcı.
MESTUR
Satırlanmış. Çizilmiş. Yazılmış.
MESTUR
Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş. (Bak: Tesettür)
MESTURE
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın. (Bak: Tesettür) * Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
MESUBAT
(Mesube. C.) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar.
MESUBE
(C.: Mesubât) İyiliğe karşı Cenab-ı Hakk'ın vereceği mükâfat.
MESUBE (MUSİBE)
(C: Mesâyib) Belâ, zahmet. * Mekruh emir.
MES'UD
Saadetli, iman ehli olan, bahtiyar. Mutlu.
MES'UDANE
f. İman ehline, bahtiyar olana yakışır halde. Saadetlice. Cenab-ı Hakk'ın emrine, rızasına uygun şekilde. Sevinçli ve ferahlıkla.
MES'UDİYET
Mes'udluk, kutluluk, bahtiyarlık.
MESUK
(Sevk. den) Sevkolunan. İleri sürülen, yollanan. Gönderilen.
MESUK-U LEHU-L-KELÂM
Kelâmın söyleniş gayesi, garazı ve maksadı.
MESUK-UN LEH
Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.
MES'UL
Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Ceza verilmiş olan.
MESULAT
Azab, ukubet. Cezâ çekme.
MESULE
(C: Mesulât) Azap vermek, eziyet etmek. * Hayvanı oka nişan edip atmak yahut diri iken bir tarafını kesmek.
MES'ULİYET
Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.
ME'SUM
Günahlı, suçlu, maznun.
ME'SUR
Esir edilmiş. * Hürriyeti alınmış olan.
ME'SUR(E)
Ecdaddan rivayet edilen. * Meşhur. * İtibarlı. Beğenilmiş olan. * Rivayet yolu ile öğretilmiş meşhur ve mühim haberler. * Bir kılınç ismi.
MESUS
Yavan su. * Panzehir taşı.
MESÜNN
(Mesünniyyet) Yaşlı olmak. (Bak: Müsinn)
MESV
Mürr dedikleri acı yemen zamkı.
MESVA
(Mesâvi. den) Mesken, hane, ev, me'va. Yurt.
MESVERE
(C: Mesâvir) Minder.
MEŞ'
Kesbetmek, kazanmak. * Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak.
MEŞA
Havuç.
MEŞA'
Evlad çokluğu.
MEŞA'
Duyulan, intişar eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan. * Bölünmeyip ortaklaşa kalmış olan. Müşterek olan.
MEŞ'AB
Yol, tarik.
MEŞACİR
(Meşcer ve Meşcere ve Meşcire. C.) Koruluklar, ağaçlık yerler.
MEŞAD
Mukavemet ve galebe yeri.
MEŞAET
Taleb etme, isteme, dileme, arzulama.
MEŞAGİL
Meşguliyetler. İşler. Meşgaleler.
MEŞAGİL-İ DÜNYEVİYE
Dünyâ meşgaleleri.
MEŞAGİL-İ KESÎRE
Aşırı meşguliyetler.
MEŞAGİL-İ UHREVİYE
Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.
 
MEŞAHAT
(Bak: Müşahha)
MEŞAHİD
Meşhedler. Şehidlikler. * İnsanların toplanacağı yerler.
MEŞAHİR
Meşherler. Teşhir olunan yerler.
MEŞAHÎR
Meşhurlar. Çok kimselerce tanınanlar.
MEŞAHİR-İ ÜDEBÂ
Meşhur edibler.
MEŞAÎ
Meşşaiyyundan olan kimse. (Bak: Meşşaiyyun)
MEŞAİL
(Meş'al ve Meş'ale. C.) Meşaleler.
MEŞAİM
(Meşime. C.) Dölyatakları, ana rahimleri.
MEŞAÎM
(Meş'um. C.) Uğursuz olan şeyler. Meş'um şeyler.
MEŞAİN
(Şeyn. C.) Kabahatler, ayıp ve lekeler.
MEŞAİR
(Meş'ar. C.) Beş duygu, his. Hasseler. * Akıl ve vahiy. * Hacı olmadan evvel durulması lâzım gelen mühim makamlar.
MEŞAİYYUN
(Bak: Meşşâiyyun)
MEŞAKİ
(Mişkât. C.) İçerisine lâmba, kandil gibi şeyler koymak üzere duvarda yapılan küçük hücreler, oyuklar.
MEŞÂKK
Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler.
MEŞÂKKA
Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak.
MEŞAKKAT
Zahmet. Sıkıntı. Güçlük. Zorluk. (Bak: Himmet)
MEŞÂKK-I HAYAT
Hayatın meşakkat, zahmet ve sıkıntıları.
MEŞ'ALE
Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil. Ucunda ateş yanan değnek.
MEŞ'ALE-İ DİL
Gönül meş'alesi.
MEŞ'ALKEŞ
f. Meş'aleci.
MEŞAMM
(şemm. den) Koku alacak yer. Burun. Geniz.
MEŞ'AR
(C: Meşâır) Bilecek yer.Hasse. Duygu. * Hacıların ziyaret ettikleri yerler.
MEŞARE
Bostan. Tarla. * Çiftçiler arasında meşhur olan tahta yer.
MEŞARIK
Güneşin doğduğu taraflar. Şark tarafları.
MEŞARİ'
Caddeler. Doğru ve açık yollar. * Su akan oluklar.
MEŞARİB
Meşrebler. Mizaclar. Tabiatlar. Huylar. * Fehimler. Anlayışlar. Ahlâklar. * Su içecek şeyler. Maşrabalar. * Köşkler.
MEŞARİT
(Mişrat. C.) Keskin bıçaklar. Ameliyatta kullanılan keskin hekim bıçakları.
MEŞ'AR-ÜL HARAM
Hac zamanında ziyaret edilecek muayyen yer. Cebel-i Kuzah, Müzdelife'de bir yerin ismi.
MEŞAŞ
Beyaz servi.
MEŞATÎ
(Meştâ. C.) Kışlıklar. Kış mevsiminde barınılacak yerler.
MEŞAVÎZ
(Mişvâz. C.) Sarıklar.
MEŞAYİH
Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar.
MEŞBU'
Tok. Doymuş. Kanmış.
MEŞBUB
(C.: Meşâbib) İki ayağı beyaz olan at. * Güzel nesne.
MEŞC
Karıştırmak. Haltetmek.
MEŞCER
(Meşcere) Ağaçlık yer, koru, şeceristan.
MEŞCUC
Yüzü gözü yaralanmış olan.
MEŞCUN
Yarılmış.
MEŞDEN
(C: Meşâdin) Buzağısı büyük olup anasından müstağni olan dişi geyik.
MEŞDUD
(Meşdude) Kuvvetlice bağlanmış olan. Sıkıca bağlı. Sıkı.
MEŞDUH
Şaşkın, şaşırmış. Ürküp korkmuş.
MEŞE
Bir cins ağaç. Odunu sert, sağlam ve parlak olur.
MEŞEGÂH
f. Meşelik. Meşe ağaçlarının bulunduğu yer.
MEŞ'EME
Sol taraf. Sol. * Kötü. Uğursuz.
MEŞERE
Dış kısım.
MEŞERRE
Eyerin içine konulan yastık.
MEŞFER
(C: Meşâfir) Sarkık hayvan dudağı.
MEŞFU'
Müşterek sınırlı gayrimenkul.
MEŞGALE
İş. Meşguliyyet. Boş durmayış.
MEŞGEL
f. Yol kesen, haydut, şaki, eşkiyâ.
MEŞGUF(E)
(Şagaf. dan) Âşık, tutkun. Sevgi ve aşk yüzünden deli olmuş.
MEŞGUL
(Şugl. den) Bir işle uğraşan. * Dalgın. * Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.
MEŞGULİYET
Meşgul olma, bir iş yapma. * Uğraşılan ve meşgul olunan şey.
MEŞHED
Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer. * İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer. * Şehâdet yeri. Hz. Hüseyinin (R.A.) Kerbelâdaki şehid düştüğü yer. * İranda bir şehir adı.
MEŞHER
Teşhir yeri. Gösterme yeri. Sergi.
MEŞHERGÂH
f. San'at-ı İlâhiyyenin gösterildiği yer, yeryüzü. * Teşhir yeri. Sergi.
MEŞHER-İ A'ZAM
Büyük teşhir yeri. Ahiret meydanı. Haşir meydanı.
MEŞHUD
Görünen. Şehadet edilen. * Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim. * Suç üstü yakalanan. * Göz ile görülmüş. * Cuma günü. * Kıyâmet günü.
MEŞHUDÂT
Görünenler. Seyredilenler. Hislerimizle ve gözlerimizle görüp bildiğimiz ve bazı evliyanın keşfen gördükleri.("Fütuhât-ı Mekkiye" sâhibi Muhyiddin-i Arab (K.S.) ve "İnsan-ı Kâmil" denilen meşhur bir kitabın sâhibi Seyyid Abdülkerim (K.S.) gibi evliyâ-i meşhure, küre-i arzın tabakat-ı seb'asından ve Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyzâdan ve Fütuhatta Meşmeşiye dedikleri acâibden bahsediyorlar. "Gördük" diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise; halbuki, bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilâf-ı vâki ve hilâf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir?Elcevap: Onlar ehl-i hak ve hakikattırlar; hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler, fakat ihâtasız olan hâlet-i şuhudda ve rü'ya gibi rü'yetlerini tâbirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rü'yasını tâbir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşf ve şuhud dahi rü'yetlerini o halde iken kendileri tâbir edemezler. Onları tâbir edecek, "Asfiyâ" denilen verâset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, Asfiya makamına çıktıkları zaman, Kitab ve Sünnet'in irşadiyle yanlışlarını anlarlar, tashih ederler; hem etmişler.Şu hakikatı izah edecek şu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Şöyle ki:Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tâbir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi "uykum geldi" deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki; sinek gibi bir şey, yatanın burnundan çıkıp, süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki: "Ey arkadaş! Acib bir rü'ya gördüm." O da der: "Allah hayır etsin, nedir?" Der ki: "Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acib bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altun dolu bir hazine gördüm. Acaba tâbiri nedir?"Uyanık arkadaşı dedi: "Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de, şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da, şu küçük deliktir. İşte kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim." Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar. İkisini de dünyada mes'ud edecek altunları buldular.İşte, yatan adamın gördüğü doğrudur, doğru görmüş, fakat rü'yâda iken ihâtasız olduğu için tâbirde hakkı olmadığından, âlem-i maddi ile âlem-i mâneviyi birbirinden farketmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, "Ben hakiki maddi bir deniz gördüm." der. Fakat uyanık adam, âlem-i misâl ile âlem-i maddiyi farkettiği için tâbirde hakkı vardır ki, dedi: "Gördüğün doğrudur, fakat hakiki deniz değil; belki şu süt kâsemiz senin hayâline deniz gibi olmuş; kaval da köprü gibi olmuş ve hâkezâ..." Demek oluyor ki: Alem-i maddi ile âlem-i ruhâniyi birbirinden farketmek lâzım gelir. Birbirine mezcedilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ: Senin dar bir odan var; fakat dört duvarını kapayacak dört büyük âyine konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen: "Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum." doğru dersin. Eğer "Odam bir meydan kadar geniştir." diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünki, âlem-i misâli, âlem-i hakikiye karıştırırsın.İşte Küre-i Arz'ın tabakat-ı seb'asına dâir, bâzı ehl-i keşfin, Kitab ve Sünnet'in mizaniyle tartmadan beyan ettiği tasvirat, yalnız coğrafya nokta-i nazarındaki maddi vaziyetten ibâret değildir. Meselâ, demişler: "Bir tabaka-i Arz, cin ve ifritlerindir. Binler sene genişliği var." Halbuki bir-iki senede devredilen küremizde, o acib tabakalar yerleşemez. Fakat âlem-i mâna ve âlem-i misâlde ve âlem-i berzah ve ervâhda küremizi bir çamın çekirdeği hükmünde farzetsek, ondan temessül ve teşekkül eden misâli şeceresi, o çekirdeğe nisbeten koca bir çam ağacı kadar olduğundan, bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhânilerinde, Arz'ın tabakalarından bâzılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar; binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar. Gördükleri doğrudur; fakat âlem-i misâl sureten âlem-i maddiye benzediği için, iki âlemi memzuç görüyorlar; öyle tâbir ediyorlar. Alem-i sahveye döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından hilâf-ı hakikat telâkki ediliyor. Nasıl küçük bir âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de: Alem-i maddinin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs'atında vücud-u misâli ve hakaik-ı mâneviye yerleşir.HATİME : Şu mes'eleden anlaşılıyor ki: Derece-i şuhud, derece-i imân-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yâni: Yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihâtasız keşfiyatı, verâset-i nübüvvet ehli olan Asfiya ve Muhakkikinin şuhuda değil, Kur'ana ve vahye, gaybi fakat sâfi, ihâtalı doğru hakaik-ı imâniyelerine dâir ahkâmlarına yetişmez. Demek bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşâhedatın mizânı: Kitab ve Sünnettir. Ve mehenkleri, Kitab ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve Asfiya-i Muhakkikînin kavanin-i hadsiyeleridir. M.)
MEŞHUDİYYET
Gözle görüş. şâhid oluş. şâhidlik.
MEŞHUM
Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı. * Korkmuş. Korkutulmuş. * Çok güzel hareketli at.
MEŞHUN
Doldurulmuş. Dolu. Dopdolu.
MEŞHUN-U MESÂRR
Sevinçler ve zevklerle dolu.
MEŞHUR
Tanınmış, herkesin bildiği. Çoklarının bildiği.
MEŞHUR HADİS VEYA HADİS-İ MEŞHUR
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
MEŞHURAT
(Meşhur. C.) Şöhret kazanmış ve meşhur olmuş kimseler. Şöhretliler.
MEŞÎ
Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek.
MEŞÎB
İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması.
MEŞÎD
Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina.
MEŞİET
Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek.
MEŞİET-İ HÂSSA-İ İLÂHİYYE
Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler.
MEŞİH
Göğsü çukur, kanbur.
MEŞİHAT
Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi.
MEŞİHAT-I İSLÂMİYYE
İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.(Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiyye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul'un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkiyle ifa edebilsin.Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatden çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevidir ki, şûralar o ruhu temsil eder.şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şura-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevi olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevisine karşı sivri sinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.Hatta diyebiliriz, şimdiki za'f-ı diyânet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâtdaki fevza, Meşihatın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden meşihate karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul-amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Şeyh-ül-islâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada dâima icma' ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevza-i âra' için, böyle bir faysala lüzum-u kat'i vardır. R.N.)
MEŞİK
İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan.
MEŞİM
Benli kimse.
MEŞİME
(C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi.
MEŞİYYET
(Bak: Meşiet)
MEŞK
f. Kırba. Tulumdan yapılmış su kabı.
MEŞK
Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür'at, hız.
MEŞKA
Fark edip ayıracak yer.
MEŞKÂ
şikâyet etmek.
MEŞKÛ
Şikâyet etmek.
MEŞKUK
şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen.
MEŞKUK
Yarılmış. Yarık.
MEŞKUKİYET
Şüphelilik. Şüpheli oluş.
MEŞKUL
Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at.
MEŞKUR
Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden.
MEŞKÜVV
Kendinden şikâyet olunan.
MEŞLAH
Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
 
MEŞMEŞİYE
Tas: Âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlem. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer. (Bak: Meşhudât)
MEŞMUL
(Şümul. den) Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş. * Bir şeyin içinde bulunan.
MEŞMULE
şarap.
MEŞMUM
Koklanmış. * Itır ve misk gibi güzel kokulu olan şey.
MEŞN
Kamçı ile vurmak. * Deri yüzmek.
MEŞNU'
Çirkin kimse. * Buğzolunmuş.
MEŞNUF
Uzun başlı at.
MEŞRA'
Yol. Rah. Tarik. * Su oluğu.
MEŞREB
Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol.
MEŞREBE
(C: Meşârib) Maşrapa.
MEŞREF
İyi kılıçlar işlenir bir köyün adıdır.
MEŞREKA
Güneşte oturacak yer.
MEŞRIK
Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı.
MEŞRIK-I NUR
Nurun kaynağı. Nurun geldiği cihet.
MEŞRIK-I TULU'
Işığın, nurun geldiği şark ciheti.
MEŞRU'
Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.
MEŞRUA
Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.
MEŞRUAT
(Meşru. C.) Hak ve meşru olan şeyler. Haram ve yasak olmayan şeyler. * Şeriatla alâkalı şeyler.
MEŞRUB
(Şürb. den) İçilecek şey. * İçilmiş, şürbedilmiş.
MEŞRUBAT
İçilen şeyler. Herhangi bir içilecek şey. Şarap. ("Hamr" denen içkiye de şarap denir.)
MEŞRUBE
İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer.
MEŞRUH
Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzah olunmuş.
MEŞRUHÂT
Açıklama ve izahlar.
MEŞRUİYYET
Meşruluk. Meşru' olma. Kanuna, şeriata uygun bulunma. Yasak olmayış.
MEŞRUM
Yarılmış.
MEŞRUT
Şartlı. Şart ile bağlı.
MEŞRUTA
Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş. * Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire.
MEŞRUTÎ
Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
MEŞRUTİYYET
Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
MEŞŞ
Elini bez ile silmek. * Bir şeyi aldıktan sonra yine almak. * Davarın sütünü sağıp bazısını koymak.
MEŞŞAİYYUN
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar. (Bak: İşrakiyyun)
MEŞŞAT(A)
Tarak yapan, tarakçı. * Süsleyen, tarayan.
MEŞT
Baş tarama. * Tarak.
MEŞTA
(C.: Meşâti) (Şitâ. dan) Kış mevsiminde barınılacak yer. Kışlık otlak, kışla.
MEŞTAT
(C: Meşâti) Kışlak.
MEŞTUM
Şetm olunmuş. Sövülüp sayılmış.
MEŞUB
Karışmış.
MEŞUK
Âşık, tutkun.
MEŞUM
Vücudu benekli adam.
MEŞ'UM
Kötü. Uğursuz. Bedbaht.
MEŞ'UMÂNE
f. Kötü bir şekilde. Bedbahtcasına.
MEŞ'UN
Dağınık saç.
MEŞ'UR
Bir şeyi iyice idrak eylemek. * Şuurlu. Kendini bilen. * Tanımak.
MEŞ'URAT
(Meş'ur. C.) şuur hâlinde geçmiş şeyler.
MEŞUŞ
Mendil.
MEŞÜVV
Müshil.
MEŞVERET
Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
MEŞY
Yürüme.
MEŞYEN
Yayan olarak, yürüyerek.
MEŞY-İ ASKERÎ
Asker yürüyüşü. Askerî yürüyüş.
MEŞYUHA
Yavşan otunun yetiştiği yer.
MEŞYUM
Bedeninde beni olan, benli adam.
MET'
Vurmak. * Çekmek.
MET'
Uzun ve yüce olmak.
META
Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.
META'
Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı.
METAB
Tevbe etmek. * Rücu etmek, geri dönmek, caymak, vazgeçmek.
MET'ABE
(C.: Metâib) Meşakkat, zahmet. Yorgunluk.
METABİ'
(Matbaa. C.) Matbaalar, basımevleri.
METABİH
(Matbah. C.) Mutfaklar.
METAF
Tavaf edecek yer.
METAFİZİK
(Bak: Mâba'det tabia)
METAİB
Yorgunluklar. Meşakkatler. Eziyet verecek şeyler.
METAİB
Seçilmiş ve güzel şeyler.
METAİB-İ SEFER
Muhârebe veya yol yorgunlukları.
METAL
Lât: Mâden. * Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde.
METALİ'
Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler. * Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 Mart'ta bulunduğu) noktasından geçmek üzere başlangıç kabul edilen daire ile bu yıldızın semavî istiva dairesi üzerindeki ara kesitleri arasında kalan kavis. * Edb: Kaside veya gazelin ilk beyitleri.
METALİB
İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler.
METALİB-İ İSTİKBAL
İstikbale aid istekler. Gelecek için olan arzu ve talebler.
METANET
Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)
METANET-İ KALBİYE
Kalb sağlamlığı.
METARIK
(Mıtrak ve Mıtraka. C.) Mızraklar. Tokmaklar. Çekiçler. Değnekler, sopalar.
META-UL GURUR
Gurur metaı. İnsanı aldatıp Allah yolundan alan dünya zevki veya menfaatı, insanlara riyakârlık için kullanılan dünya malı.
METAVİ'
(Mıtvâ. C.) İtâat edenler. Mutiler.
METBENE
Samanlık.
METBU'
Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat. * Hükümdar.
METBUİYYET
Kendine uyulmaklık. Başkasının kendisine tâbi olması. Birisine tâbi oluş.
METBU-U MÜFAHHAM
Hükümdar. Padişah.
ME'TEM
(C: Meâtim) Kadınlar cemiyeti.
METERS
f. Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. * Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç.
METH
Kuyudan su çekmek ve sulamak.
METH
Yerinden koparmak ve çıkarmak. * Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması. * Vurmak ve uzaklaştırmak.
METHAF
Müze.
ME'TÎ
Gelecek yer.
METİN
Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Bak: Metânet)
METİNÂNE
f. Metanetle, sağlamlıkla.
METİT
Çulha tarağı.
METK
İğne ucu. Zeker ucu.
METL
Tahrik etmek, kımıldatmak, harekete getirmek.
METN
Sağlam ve sert yer. * Yüksek yer. * Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası. * "Vurmak ve seyr" mânâsına mastar. * Bir yazının tamamı. Yazının aslı veya sureti.
METOD
Fr. Bir neticeye ulaşmak için takib edilen fikir yolu. Usul. Kaide. Yol. Sistem.
METR
Kesmek. * Çekmek. * Atmak. (Bazan fercten kinâye olur.)
METREBE
Fakirlik, miskinlik.
METRUD
(Bak: Matrud)
METRUK
Terk olunmuş. Bırakılmış. * Boşanmış olmak. * Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.
METRUKAT
(Metruk. C.) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar.
METRUKE
(Terk. den) (Erkekten) boşanmış. * Kocası tarafından bırakılmış kadın.
METRUKİYYET
(Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma. * Bırakılmışlık, kullanılmazlık. * Bir işten çekilip uğraşmama.
METS
Necisle atmak.
METT
Çekmek. * Ulaşmak. * Kuyudan su çıkarmak.
METTA
Hz. Yunus'un (A.S.) annesinin adı.
METTE
f. Burgu.
METTİHA (METYİHA)
Hafif sopa. * Yaş çubuk.
MET'UB
(Ta'b. dan) Bitkin, yorgun.
METUH
Devamlı suyu çekilen işlek kuyu. * Suyu ağzına yakın olan kuyu.
METVÎ
(Bak: Matvî)
METY
Çekmek.
MEUNET
Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği. * Külfet. * Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir.
 
ME'V
Çekmek.
ME'VA
Mekân. Varılacak yer. Mesken. * Sığınacak yer.
MEV'A
Her nesnenin evveli.
MEVACİB
(C.: Mevacibât) Maaşlar, aylıklar. * Tar: Yeniçerilerin üç ayda bir defa verilen ulûfeleri.
MEVACİBAT
(Mevâcib. C.) Mevâcibler. Maaşlar, aylıklar.
MEVACİB-İ LEŞKER
Asker aylıkları.
MEVACİD
Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri. (Bak: Vecd)
MEVADD
(Madde. C.) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler. * Kısımlar. * Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar. * Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.
MEVADD-I HAYATİYYE
Hayata lüzumu bulunan maddeler.
MEVADD-I İBTİDÂİYE
İlkel maddeler, ham maddeler.
MEVADD-I MUZIRRA
Zararlı maddeler. Zarar veren şeyler.
MEVADD-I MÜNCEZİBE
Cezbolunan, çekilen maddeler.
MEVADD-I NÂFİA
Faydalı maddeler.
MEVADD-I ZÜLÂLİYE
Azotlu maddeler.
MEVAHIF
Zayıf deve.
MEVAHİB
Mevhibeler. İhsanlar, bahşişler.
MEVAHİB
Hibe olunan şeyler. Karşılıksız verilenler. (Bak: Mevhube)
MEVAHİB-İ KUDRET
Cenab-ı Hakkın verdiği nimetler.
MEVAHİR
Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi)
MEVAIZ
(Mev'ıza. C.) Öğütler, nasihatlar.
MEVAİD
(Mâide. C.) Sofralar, mâideler.
MEVAİD
(Mev'ud ve Miad. C.) Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar.
MEVAİD-İ KÂZİBE
Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.
MEVAKA
Hamâkat, ahmaklık.
MEVAKIF
Durulacak yerler. Vakıflar. Durak yerleri.
MEVAKIT
(Mevkıt. C.) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.
MEVAKİ'
Mevkiler. Duracak yerler.
MEVAKİB
(Mevkib. C.) Cemaatler, kalabalıklar, güruhlar, topluluklar.
MEVAKİ-İ BAÎDE
Uzak mevkiler.
MEVAKİ-İ HARBİYE
Muhârebe mevkileri. Savaş yerleri.
MEVAKİ-İ MÜHİMME
Önemli mevkiler. Ehemmiyetli yerler.
MEVAKİN
(Mevkin. C.) Kuş yuvaları.
MEVAKİT
(Mikat. C.) Hacıların ihrâma girdikleri yerler. * Bir iş için tâyin edilen vakitler.
MEVALÎ
Efendiler. * Azad edilmiş köleler. * Azad edenler. * Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler. * Dost ve komşular. * Yardımcılar.
MEVALİD
Mevcudlar. Doğmuşlar. Vücud bulmuşlar. Mevludlar.
MEVALİD
(Mevlid. C.) Doğulan yerler. Mevlidler. Doğma vakitleri. Milâdlar.
MEVALİD-İ SELÂSE
Nebat, hayvan ve maden.
MEVALİD-İ TÜRABİYE
Topraktaki mevâlid. Mâdenler, nebatlar.
MEVAMİT
Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) İncil'deki bir ismi.
MEVANİ'
Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar.
MEVARİD
Gelecek yerler. Varacak yerler. Caddeler, yollar. Bir yere vasıl olacak yollar.
MEVARÎS
Miraslar. Verasetle nâil olunan mülk ve mallar.
MEVASİK
Mevsuk şeyler. Misaklar. Ahd ü peymanlar. Yeminler. Sözleşmeler.
MEVASİM
Mevsimler. * Pazar yerleri.
MEVASİM-İ ERBAA
Dört mevsim. Rebi' (İlkbahar), Sayf (Yaz), Harif (Sonbahar), Şitâ (Kış).
MEVAŞİ
Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar.
MEVAT
(Mevt. den) Cansız şeyler. Sürülmemiş topraklar. * Sahibsiz yerler.
MEVATIN
(Mevtın. C.) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler.
MEVATİ
(Mevti. C.) Ayak basılan yerler.
MEVATÎ
Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı. * İşlenmemiş toprağa ait.
MEVAZI'
(Mevzi. C.) Mevziler, yerler.
MEVAZİN
(Mizan. C.) Mizânlar. ölçüler. Terâziler.
MEVBED
Mecusiler reisinin ulusu.
MEVBİK
(C.: Mevbikat) Korkulu yer.
MEVBİKAT
(Mevbik. C.) Korkulu yerler.
MEVBİL
Kaba büyük sopa. * Bir kucak odun.
MEVC
Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre.
MEVCÂ-MEVC
Çok dalgalı. Dalga dalga.
MEVCE
Bir dalga. * Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri.
MEVCEDAR
f. Dalgalı.
MEVCENÜMUD
f. Dalga gibi.
MEVCET-ÜŞ ŞEBÂB
Gençlik çağı.
MEVC-HÎZ
f. Dalga kaldıran.
MEVCUB
Kendisine bir şey vâcib kılınmış.
MEVCUD
Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat.
MEVCUDAT
Var olan her şey. Kâinat. Yaratılmış şeyler.
MEVCUDAT-I BAHARİYE
Bahar mevsimindeki renk renk, çeşit çeşit varlıklar.
MEVCUDEN
Kendisi berâber olarak. Mevcud olarak.
MEVCUDÎN
(Mevcud. C.) Mevcudlar, var olan ve bulunan şeyler. Mevcudât.
MEVCUDİYET
Mevcudluk, varlık, mevcud ve var olma.
MEVCUD-U HARİCÎ
Maddî vücudu bulunan eşya.
MEVCUD-U MANEVÎ
Mânevi varlık.
MEVC-ZEN
f. Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran.
MEVDU
(Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş.
MEVDUAT
(Mevdu. C.) Emanet bırakılmış şeyler. * Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır. (Bak: Riba)
MEVDUD(E)
Sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. Sevgi gösterilmiş.
MEVDUNE
(Mevzune) Altın, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa.
MEVECAT
(Mevce. C.) Dalgalar.
MEVEDDET
Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.
MEVETAN
Canı olmayan nesneler. * İhya olunmayan, ekilip biçilmeyen arazi.
MEVFUR
(Vefir. den) Tam olan şey. Çoğaltılmış. Çok. Kesir. Bisyâr. Evfer. * Edb: Aruz kalıblarından biri.
MEVH
Kuyunun suyu çok olmak.
MEVH
Avucuyla su içmek.
MEVHİBE
İhsan. Sevgi. Hediye.
MEVHİBE-İ İLÂHİYE
Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve hediyesi.
MEVHİL
(Vahl. den) Çamurlu yer.
MEVHİN
Gece yarısına yakın vakit.
MEVHUB
(C.: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış. * Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.
MEVHUBAT
(Mevhub. C.) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
MEVHUBE
Verilmiş. İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak birisine verilmiş mal.
MEVHUM
Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
MEVHUMÂT
Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler.
MEVHUME
Vehim, kuruntu ve hayâl nev'inden bir şey.
MEVHUN
Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse.
MEV'İD
Va'din yerine getirildiği yer. * Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.
MEV'İD-İ MÜLÂKAT
Buluşma yeri.
MEV'İL
Sığınacak yer. * Sel suyunun karar kıldığı yer.
MEV'İZA
Mev'ize. Öğüt. Nasihat. * Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
MEV'İZA-İ DİNİYE
Dinî nasihat.
MEV'İZAKÂR
f. Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih.
MEVK
Örümcek, ankebut.
MEVK
Bir şeyin ucuz olması.
MEVKIF
Durak. Durulacak yer. Ayakta duracak yer. İstasyon.
MEVKİ'
Yer. * Sınıflandırılmış yerlerden her biri. * Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer. * Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer.
MEVKİB
Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.
MEVKİB-İ İKBAL
Talihli kafile.
MEVKİD
Ateş ocağı.
MEVKİN
(C.: Mevâkin) Kuş yuvası.
MEVKİT
(C.: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.
MEVKUD
(İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan.
MEVKUF
Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. * Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen. * Ait, bağlı.
MEVKUFAT
(Mevkufe. C.) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para. * Vakfedilmiş mal, emlâk. * Gelirden artıp hazineye mâl edilen para.
MEVKUFEN
Mevkuf olarak.
MEVKUFÎN
(Mevkuf. C.) Tevkif edilmiş kimseler. Tutuklular. Mevkuflar.
MEVKUFİYYET
Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli. * Bağlı olma.
MEVKÛL
(Vekâlet. den) Bir vekile emanet edilen.
MEVKÛLÜN İLEYH
Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil.
MEVKUM
Hüznü şiddetli olan.
MEVKUT
Vakitli. Vakti belli olan. Mahdud ve muayyen olmuş vakit.
MEVKUTE
Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler.
MEVKUZE
Ağaçla vurulmuş.
MEVLA
Sahib. Rabb. * Efendi. Köleyi âzad eden. * Şanlı. Şerefli. Mâlik. * Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (C.C.). * Terbiye eden, mürebbi. * Yardımcı, muavenet eden. * Dost ve komşu. * Azâd olan.
MEVLANA
Efendimiz, mevlâmız mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.
MEVLANA CAMİ
(Bak: Câmi)
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ
Hi: 672 de Belh'de doğdu. Konya'ya geldi ve yerleşti. Mühim eseri Farsça ve manzum yazdığı Mesnevi'sidir. İkişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. Mevlevi Tarikatının piri ve serefrâzıdır.
MEVLANA HALİD
(Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd ve verâ ile geçirdi. Çok âlim ve veli yetiştirdi. Nahivde, kelâmda, fıkıhda, tasavvufda kıymetli eserler verdi. O zamanda Hindistanda bulunan Kutub Abdullah Dehleviden ders almıştı.
MEVLÂ-YI KERİM
İkram sahibi olan Cenab-ı Hak (C.C.)
MEVLEVÎ
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
MEVLEVİYYET
Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
MEVLİD
Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi)
MEVLİD-HÂN
Mevlid okuyan.
MEVLİM
İncitip acıtan. Elem veren.
MEVLUD
Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri.
MEVLUDAT
(Mevlud. C.) Belirli bir zaman içinde doğanlar.
MEVLUDÜN LEH
Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba.
MEVMAT
(C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı.
MEVN
Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek.
MEVR
Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek.
MEVRİD
Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik.
MEVRİD-İ NASS
Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.
MEVRUD
(C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen.
MEVRUDÂT
(Mevrude. C.) Gelen şeyler.
MEVRUDE
(C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş.
MEVRUS(E)
Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya.
MEVRUSAT
Mirastan gelenler.
MEVS
Yıkamak.
MEVS
Ekmeği suyla ıslatmak.
MEVS
Yolmak. Traş etmek.
MEVSIK
İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak. * Yemin. Sözleşme.
MEVSİL
(Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer. * Ek yeri.
MEVSİM
(C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet.
MEVSİM BE MEVSİM
Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe.
MEVSİM-İ HARİF
Sonbahar, güz devresi.
MEVSİM-İ SAYF
Yaz mevsimi, yaz devresi.
MEVSİM-İ ŞİTÂ
Kış mevsimi.
MEVSUF
Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan.
MEVSUK
Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
MEVSUKAN
Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.
MEVSUKİYET
Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.
MEVSUK-UL KELİM
Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
MEVSUL
Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş.
MEVSULE
Bitiştirilmiş.
MEVSUM
(Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş.
MEVSUME
Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.
MEVSUT
Ortada. Vasat olan.
MEVT
Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. * Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.(Sual: Furkan-ı Hakîm'de $ gibi âyetlerde: "Mevt dahi, hayat gibi mahluktur, hem bir ni'mettir." diye ifham ediliyor. Halbuki zâhiren mevt, inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdim-ül-lezzattır... Nasıl mahluk ve ni'met olabilir?Elcevab: "Birinci Suâl"in cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkıyeye bir dâvettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bâkıyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessüh ile, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatiyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahluk ve muntazamdır.Hem zihayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkıye sünbülü verecektir. M.)(Sizlere müjde! Mevt: İdam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in'idam değil; belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediyye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. M.)
MEVTA
Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler.
MEVTA'
Ayağın bastığı yer.
MEVTAÎ
Ölü gibi, ölüye benzer.
MEVT-ALUD
f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi.
MEVTAN
(Mevetan) Cansız. * Baygın.
MEVTIN
(C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer.
 
MEVTÎ
Ölümle ilgili, mevte ait.
MEVT-İ AHMER
Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek. * Tas: Nefse karşı koymak.
MEVT-İ EBYAZ
Ani ölüm. * Açlık.
MEVT-İ ESVED
Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.
MEVT-İ HÂİL
Korkunç ölüm.
MEV'UD
Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan. * Evvelden takdir olunmuş.
MEV'UDE
Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.
ME'VUM
Koca başlı ve gövdeli kimse.
MEV'ÜF
Afete uğramış nesne.
MEVVAC
Çok dalgalanan. Çok dalgalı. Fırtınalı. * Radyo.
MEVVAR
Seri, çabuk, hızlı, sür'atli.
MEVZ
Muz ağacı.
MEVZİ'
Bir şey konulacak yer.
MEVZU'
Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş. Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri.
MEVZUA
Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm.
MEVZUAT
Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler.
MEVZUAT-I BEŞER
İnsanların koyup kabul ettikleri hükümler ve kanunlar.
MEVZUN
Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün. * Yakışıklı. * Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan.
MEVZUNAT
(Mevzun ve Mevzune. C.) Vezinli ve tartılı şeyler.
MEVZUNEN
Vezinli olarak. Ölçülü olarak.
MEVZUNİYET
Düzgün, hesaplı ve düzenli. * Mevzun olma hâli.
MEVZU-U BAHS
Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
MEY
f. şarap, içki. (Bak: şarab)
MEY'
Eriyip akma.
MEY'A
(Mey'at) Yiğitlik başlangıcı. * Atı koşuya alıştırmak. * Erimiş sıvı madde. * Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi. * Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.
MEYADİN
(Meydan. C.) Meydanlar. Geniş yerler. Arsalar.
MEYADİN-İ HARB
Savaş meydanları. Muhârebe alanları.
MEYAMİN
(Meymun. C.) Bereketliler, uğurlular. * Maymunlar.
MEYAMİN
(Meymenet. C.) Bereketler, mutluluklar, uğurlar.
MEYAN
(Bak: Miyân)
MEYASİR
Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.)
MEYASİR
(Meysur. C.) Kolaylaştırılmış şeyler.
MEYASİR
(Meysere. C.) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar. * Zenginlikler, servetler.
MEY-AŞAM
f. İçki içen. Şarap içen.
MEYAZİB
Oluklar. Su yolları.
MEYD
Deprenmek. Sallanmak. * Ziyaret etmek. * Hareket etmek. * Kırağı çalmak. * Meyletmek. * Neşv ü nemâ bulmak. * Başı dönüp midesi bulanmak.
MEYDAN
Arsa. * Geniş yer. * Etrafı çevrilmiş, üstü açık geniş yer.
MEYDAN DAYAĞI
Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin huzurunda atılırdı. Cezaya çarpılacak talebe yahut asker, meydana getirilerek cezayı icab ettiren kabahatle meydan dayağının tatbiki için verilen karar okunduktan sonra serilen bir battaniye üzerine yüzükoyun yatırılır, başının ucuna ve ayaklarının üstüne kuvvetli birer hademe yahut asker oturtulur, okulun inzibât subayı, asker ise bölüğün subaylarından biri ince kızılcık sopasıyla kaba etlerine vururdu.Bu gibi cezalar, herkes ibret alıp bu suçlar işlenmemesi için herkesin gözü önünde icra edilirdi.
MEYDAN-I HARB
Savaş meydanı, muhârebe alanı, harp meydanı.
MEYDAN-I HAŞİR
Haşir meydanı. Haşrin yeri.(Sual: Meydan-ı Haşir nerededir?Elcevab: $ Hâlik-ı Hakîm'in herşeyde gösterdiği hikmet-i âliye, hatta tek küçük bir şey'e, çok büyük hikmetleri takmasiyle tasrih derecesinde işaret ediyor ki: Küre-i Arz; serseriyane, bâd-ı heva azim bir dâireyi çizmiyor.. belki mühim bir şey etrafında dönüyor ve meydan-ı ekberin daire-i muhitasını çiziyor, gösteriyor. Ve bir meşher-i azimin etrafında gezip, mahsulât-ı mâneviyesini ona devrediyor ki, ileride o meşherde, enzar-ı nâs önünde gösterilecektir. Demek, yirmibeş bin seneye karib bir daire-i muhitanın içinde, rivayete binaen Şâm-ı Şerif kıt'ası bir çekirdek hükmünde olarak o daireyi dolduracak, bir meydan-ı haşir bastedilecektir. Küre-i Arzın bütün mânevi mahsulâtı, şimdilik perde-i gayb altında olan o meydanın defterlerine ve elvahlarına gönderiliyor ve ileride meydan açıldığı vakit, sekenesini de yine o meydana dökecek; o mânevi mahsulâtları da, gaibden şehadete geçecektir. Evet Küre-i Arz; bir tarla, bir çeşme, bir ölçek hükmünde olarak o meydan-ı ekberi dolduracak kadar mahsulât vermiş ve onu istiab edecek mahlukat ondan akmış ve onu imlâ edecek masnuat ondan çıkmış. Demek Küre-i Arz bir çekirdek ve meydan-ı haşir, içindekilerle beraber bir ağaçtır, bir sünbüldür ve bir mahzendir. Evet, nasılki nurani bir nokta, sür'at-i hareketiyle nurani bir hat olur veya bir daire olur. Öyle de: Küre-i Arz; sür'atli, hikmetli hareketiyle bir daire-i vücudun temessülüne ve o daire-i vücud mahsulâtiyle beraber, bir meydan-ı haşr-i ekberin teşekkülüne medardır. $ M.)
MEYDAN-I İMTİHAN-I İNS Ü CÂN
İnsan ve cinlerin imtihan meydanı, yani dünya.
MEYDAN-I MAHŞER
Mahşer meydanı.
MEYEH
Su, mâ.
MEYELAN
Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam.(Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümuvv der: "Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım." Biiznillâh olur. Doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım." Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar, iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.)
MEYEZD
f. Düğün veya işret meclisi.
MEY-FÜRUŞ
f. Şarap satan, meyhâneci, şarapçı.
MEY-GUN
f. Şarap renginde olan, kırmızıya yakın olan.
MEY-GÜSAR
f. İçki arkadaşı. Birlikte içki içen.
MEYH
Kuyunun suyunun çok olması.
MEYH
şefâat etmek. * Vermek. * Avuçta su tutmak. * Sallanarak yürümek.
MEY-HANE
f. İçki satılan ve içilen yer.
MEY-HAR
(Mey-hâre) f. İçki içen, içkici, ayyaş.
MEYHEM
Hâlin nedir, nasılsın? mânasına kullanılır.
MEY-HOŞ
f. Ekşimtrak, mayhoş.
MEY-KEŞ
f. İçki içen, şarap içen.
MEYL
Ortadan bir tarafa eğik olmak. * İstek. Yönelme. Arzu. * Sevme, tutulma, âşık olma. * Gönül akışı.
MEYLA
Çok budaklı ağaç.
MEYLA'
Otsuz sahra, çöl. * Acele, hızlı, seri.
MEYLAB
Za'ferân.
MEYLAK
Seri ve aceleci kimse.
MEYLEN
Eğilerek, meylederek. O taraftan olarak.
MEYLETMEK
Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek. * Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek.
MEYL-İ TAHADDÎ
Meydan okuma meyli. Üstünlüğünü göstermek fikri.
MEYLİYAT
Bir tarafa meyleden istekler.
MEYL-ÜT TAHRİB
Bozma ve yıkma isteği, meyli.
MEYL-ÜT TEFEVVUK
Üstünlük elde etmek meyil ve arzusu. (Bak: Himmet)
MEYL-ÜT TEVESSÜ'
Genişleme isteği. Genişleme meyli.
MEYL-ÜT TEZEYYÜD
Tekellüfle sözü uzatma, artırma arzusu.
MEYMENE
Sağ kol, sağ taraf. * Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk.
MEYMUM
Denize atılmış olan.
MEYMUN
Bereketli, uğurlu. Kuvvetli. Kutlu.
MEYN
(C.: Müyun) Yalan. Yalan söyleme.
MEY-PEREST
(C: Meyperestân) f. Devamlı şarap içen.
MEYS
Ceviz ağacı. * Sallana sallana yürümek.
MEYSA
(C: Miyes) Yumuşak yer.
MEYSAN
Sallana sallana yürümek.
MEYSEME
(Vesm. den) Damga, damgalanmış.
MEYSERE
(C.: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh. * Zenginlik, servet.
MEYSİR
Meyser. Kolaylık yeri. Kolaylık. * Kumar. Arablar arasında ok ile oynanan kumar. * Kumar için kesilen hayvan.
MEYSUR
Kolay. Kolay olmuş. Asan. Kolay kılınmış şey.
MEYSURAT
(Meysur ve Meysure. C.) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler.
MEYŞ
Halt etmek, karıştırmak. * Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak. * Yünü kıla karıştırmak. * Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.
MEYT
(Meyyit) Ölü. Cansız. Ölmüş. Hareketsiz.
MEYT (MİYÂT)
Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak.
MEYTE
Hayvan leşi.
MEYTEHÂR
Hayvan leşi yiyen.
ME'YUS
Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik.
ME'YUSÂNE
Ümidsizlikle. (Bak: Ye's)
MEYVE
(C: Meyvecât) f. Meyva, yemiş.
MEYVEBAR
f. Yemiş veren, meyveli.
MEYVECAT
(Meyve. C.) f. Yemişler, meyveler.
MEYVEDAR
f. Yemişli, meyveli, meyve veren.
MEYVEFÜRUŞ
f. Meyve satan, yemiş satan. Manav.
MEYVEHA
(Meyve. C.) f. Meyveler, yemişler.
MEYVE-İ DİL
Gönül meyvesi: Evlât, çocuk.
MEYVE-İ HUŞK
Kuru yemiş.
MEYYAL
Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
MEYYAL-İ İNHİDÂM
Yıkılmak üzere bulunan. Neredeyse göçecek durumda olan.
MEYYAL-İ İ'TİLÂ
Yükselmeğe çok meyilli ve istekli.
MEYYAN
Yalancı.
MEYYİT
(Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş.
MEYYİTÂNE
f. Ölü gibicesine. Ölmüşçesine.
MEYYİTE
Hayvan leşi. * Kadın cenazesi.
MEYYİT-İ MÜTEHARRİK
Hareket halindeki ölü. * Mc: Sağ olup, gayret sahibi olmayanlara söylenir.
MEYYİT-İ SÂMİTE
f. Susan ölü. Sessiz ölü. * Hareketsiz.
MEYZ
Ayırmak, birşeyi denklerinden üstün tutmak. * Bir yerden bir yere geçmek.
MEYZER
(C: Meyâzir) Peştemal.
MEZ'
Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek.
MEZ'
Evmek, acele, sür'at. * Kesmek.
MEZA
Geçti mânâsına mâzi fiilidir.
MEZA MA MEZA
Geçen geçti. Giden gitti.
MEZABBE
Keleri çok olan yer.
MEZABIT
(Mazbata. C.) Mazbatalar, tutanaklar.
MEZABÎ
Yer yarmak, kazmak.
MEZABİH
Mezbahalar. Hayvan kesilen yerler.
MEZABİL
(Mezbele. C.) Mezbelelikler, süprüntülükler, çöplükler.
MEZABİR
(Mizber. C.) Kalemler, kamışlar.
MEZAD
Artırma ile yapılan satış. * Tuluk, dağarcık.
MEZADE
(C.: Mezaid) Tuluk, dağarcık.
MEZAHİB
Mezhebler. İslâm itikadı ve amel hususunda esas ittihaz olunan yollar. (Bak: Müctehid)
MEZAHİB-İ ERBAA
Dört mezheb. (Bak: Mezheb)
MEZAHİM
Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.
MEZAHİM-İ HÂZIRA
Bu zamandaki belâlar, zorluklar, anarşik hadiseler. İçtimâi zorluklar.
MEZAHİR
Çiçekli yerler.
MEZAHİR
Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar. (Bak: Müzâhir)
MEZAK
Sür'atli yürüyen deve.
MEZAK
Tatmak. * Zevk tadacak yer. Damak. * Zevk. Tat duyma.
ME'ZAK
(Me'zel) : Dar yer.
MEZALİK
(Mezlaka. C.) Kaygan yerler. Ayak kayacak yerler.
MEZALİM
Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler.
MEZAMİR
Zebur kitabının sureleri. * Düdükler.
MEZAMİR
(Mızmar. C.) Koşu meydanları.
MEZAMM
Zemmetmek. Ayıplamak.
MEZAN
Zannolunan yerler veya şeyler. Zan ve şübhe verecek şeyler.
MEZAN-ÜL ÎCAZ
İcaz zannedilen yerler.
 
Geri
Top