MEHR
Aşk, şefkat, muhabbet. * Güneş. * Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli.
MEHRAK
(C: Mehârik) Sahife, sayfa.
MEHREB
Sığınılacak yer. * Ürküp kaçma.
MEHREC
(Bak: Mahrec)
MEHRECAN
Eylül ayının onaltıncı günü.
MEHR-İ MUACCEL
Nikâhta erkek tarafından kız tarafına verilen ağırlık, para.
MEHR-İ MÜECCEL
Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.
MEHR-İ MÜSEMMA
İki tarafın rızası ile nikâh bedeli olarak kararlaştırılan para.
MEH-RU
(C: Mehruyân) f. Ay yüzlü, güzel.
MEHRU'
Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi.
MEH-RUYAN
f. Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. * Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar.
MEH-ŞİD
f. Ay, kamer. * Ay ışığı, mehtâb.
MEHTAB
f. Mâhtâb. Ay ışığı.
MEHTER
(Mih-ter) f. Daha büyük. * Reis. * Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. * Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. * Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. * Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. * At uşağı.
MEHTERÂN
(Mehter. C.) Mehterler.
MEHTERHANE
f. Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı.
MEHTUK
(Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş.
MEHUB
Heybetli. Azametli. Korkunç. * Arslan.
MEHUL
Yumuşak yay.
MEHUL
Benli, benekli.
ME'HUL
Ma'mur, imar edilmiş.
ME'HUZ
Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış. * Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
ME'HUZÂT
Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı.
MEHV
İnce kılıç. * Sulu süt.
MEHVA
(C: Mehâvâ) Sahrâ, çöl, * Uçurum, yar. * İki dağ arası. * İki şeyin arası.
MEHVARE
f. Ay gibi. * Aylık maaş. Aylık ücret.
MEHVAT
Çöl, sahra. * İki şeyin arası.
MEHVEŞ
f. Ay gibi. * Mc: Güzel.
MEHYUM
Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış. * Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.
MEHZUL
Düşkün. Zayıf. Arık.
MEHZUM
Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan.
MEIK
Gayretli kişi. * Hiddeti galip kimse.
MEİN
Ağlanacak ve inlenecek yer.
MEJENG
f. Keder, hüzün, tasa, gam. * Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen.
ME'K (MÜ'K)
(Amâk-Emâk) Göz pınarı.
MEKA
(C: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar. * Canavarların inleri ve yatakları.
MEKABİR
(Bak: Makabir)
MEKAD(E)
Yakın olmak, yakınlık.
MEKADİR
(Bak: Makadir)
MEKAHİL
(Mikhal, mikhel ve mükhüle. C.) Göze sürme çekecek âletler, miller.
MEKAİD
(Mekide. C.) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.
MEKAL
(Bak: Makal)
MEKAMİN
(Mekmen. C.) Gizlenilecek yerler, pusular.
MEKÂN
(Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
MEKÂNE
(C: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç.
MEKÂNEN
Mahal ve yer bakımından.
MEKÂNET
Ağır başlılık. * Kuvvet. Güç.
MEKÂN-I BAÎD
Uzak mekân, uzay yer. (Mekân-ı baîd, yâni: İmanın faide vereceği teklif zamanı, teklif dünyası geçtikten, azab gelip çattıktan sonra iman, iman-ı yeis faydasızdır. E.T.)
MEKANİK
Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap. * Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası. * Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan.
MEKÂNİS
(Miknese. C.) Süpürgeler.
MEKANİZMA
Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.
MEKÂRE
Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı. * Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli miktar ücret ödenirdi.)
MEKÂRİB
(Mikreb. C.) Çift sürülen sabanlar.
MEKÂRİH
(Mekrehe. C.) İnsana tiksinti veren şeyler. * Sıkıntılar, dertler.
MEKÂRİM
(Kerem. C.) Keremler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk.
MEKÂRİM-İ AHLÂK
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.
MEKÂRİMKÂR
f. Cömert, eliaçık. Kerem sâhibi.
MEKARÎS
(Mıkrâs. C.) Makaslar, kesecek aletler.
MEKÂSİB
(Mekseb ve Meksib. C.) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler.
MEKÂTİB
(Mekteb. C.) Mektebler, okullar.
MEKÂTÎB
(Mektub. C.) Mektublar.
MEKÂTİB-İ ÂLİYE
Yüksek mektebler. Yüksek okullar. Üniversite ayarındaki mektebler.
MEKÂTİB-İ HUSUSİYE
Hususi mektebler. Özel okullar.
MEKÂTİB-İ İBTİDÂİYYE
İlk mektebler, ilk okullar.
MEKÂTİB-İ İ'DÂDİYYE
Yüksek mekteblere talebeyi hazırlayan, rüştiyeden sonra gidilen mektebler. Liseler.
MEKÂTİB-İ LEYLİYYE
Yatılı mektebler.
MEKÂTİB-İ RÜŞDİYYE
Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler.
MEKÂYİD
(Mekide. C.) Hileler, düzenler, aldatmalar.
MEKÂYİL
(Mikyâl. C.) Ölçekler, tahıl ölçekleri, kileler.
MEKAYÎS
Mikyaslar. Ölçüler. * Mukayeseler.
MEKÂZA
Şiddetli mümârese. Alışkanlık.
MEKBİR
İhtiyarlama, yaşlanma.
MEKBUD
Ciğerinde hastalık olan.
MEKBUT
Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse.
MEKD
Azlık. * İkamet, oturmak.
MEKDUR
Kederlenmiş, kederli.
ME'KEL
(Ekl. den) Yemek yenecek yer. Geçim yeri. * Yemek.
ME'KELE
(C.: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey.
MEKENE
Kertenkele yumurtası.
MEKER
(C.: Mükur) Bir ağaç cinsi.
MEKERR
Cenk edecek yer, savaş meydanı.
MEKFERE
Örtecek, sertredecek yer.
MEKFUF
Kulplarından sıkıca bağlanıp heybe gibi asılmış. * Kilitlenmiş. * Heybe. * Dürülmüş, toplanmış. * Men olunmuş. Yasak edilmiş.
MEKFUF-ÜL AYN
Gözü keffolmuş. Kör, âmâ.
MEKFUL
(Kefâlet. den) Kefil olmuş veya kefil olunmuş.
MEKFUL-ÜN ANH
Kendisine kefillik edilen kimse.
MEKFUL-ÜN BİH
Kefâlet olunan kimse veya şey.
MEKHUL(E)
(Kuhl. dan) Sürme çekilmiş, sürmeli.
MEKÎD
Tuzağa düşen veya düşecek olan.
MEKÎDE
(C.: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere.
MEKÎDET
Düzen, hile, fesat.
MEKÎL
Ölçmek. * Kilo ile ölçülen şey.
MEKÎLÂT
(Mekîl. C.) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler.
MEKÎN
Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi. * Yerleşmiş. Oturmuş. Sâkin, Muhkem.
MEKÎNET
Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık.
MEKİR
(Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)
MEKÎS
Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse.
MEKK
Emmek. * Helâk etmek. * Noksan etmek, eksiltmek.
MEKKÂR
Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
MEKKÂRÎ
Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık.
MEKKE
Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir.
MEKKE-İ MÜKERREME
İlk ismi Mekke olan bu şehire, Hz. Peygamber'in (A.S.M.) gelmesi ve Mukaddes Kâbe'nin putlardan temizlenmesi ile Mükerrem Mekke mânâsında bu isim verilmiştir.
MEKKÎ
Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub. * Mekke'de nâzil olan âyet veya sure.
MEKKUK
(C.: Mekâkik) Birbuçuk sa' alır kile.
MEKLA'
Otlu yer.
MEKLUM
Yaralı, mecruh. Yaralanmış.
MEKMEN
(C.: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri.
MEKMENE
Pusu, gizlenilecek yer. * Define, hazine.
MEKMUN
Gizli. Saklı.
MEKN
Kudret, kuvvet, güç.
MEKNAN
Bir ot cinsi.
MEKNE
(C: Miken-Mekenât) Kuş yuvası.
MEKNİYYAT
(Mekniyye. C.) Kinayeli cümleler.
MEKNUN
Örtülü, gizli. Saklı. * Dizilmiş. Dizili. Manzum.
MEKNUS
Süpürülmüş.
MEKNUZ
Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
MEKR
(Bak: Mekir)
MEKRE
(C: Mekârih) Şiddet. * Bıkkınlık. * Kerahet, iğrençlik.
MEKREME
İzzet, ikram yeri. Seha, cud, şeref. Cömertlik.
MEKREME-İ UZMÂ
Büyük ikrâm, izzet yeri.
MEKREMET-GÜSTER
Merhamet dağıtan, merhamet yayan.
MEKRUB
Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan.
MEKRUBİYET
Kederli, hüzünlü ve tasalı olma.
MEKRUH
İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet.
MEKRUHA
Keder, mihnet. şiddet.
MEKRUHAT
(Mekruh. C.) Mekruh olan şeyler.
MEKRUHİYET
İğrençlik, mekruhluk.
MEKRUME
(Bak: Mekreme)
MEKS
(C.: Mükus) Bir şeyin pahası noksan olma. * Öşür. Vergi. Vergi almak.
MEKS
Durma, eğlenme, bekleme.
MEKSEB
(C.: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir. * Kazanç yeri. Kazanç vasıtası.
MEKSEFE
(Bak: Miksefe)
MEKSUB(E)
Kesbolunmuş. Kazanılmış. * Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş. * Yüksekten dökülen. * Çağlayan.
MEKSUF
Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.
MEKSUF
Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.
MEKSUR
(Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş. * Gr: "İ" şeklinde kesreli okunan harf.
MEKSUR
Çoğaltılan, çoğaltılmış.
MEKŞUF
Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli.
MEKŞUF-ÜL AVRE
Görünmemesi icab eden yeri açık olan kimse.
MEKŞUF-ÜR RE'S
Başı açık.
MEKTEB
(C.: Mekâtib) Yazı yazacak yer. * Okul.
MEKTEB-İ ÂLÎ
Yüksek mekteb, yüksek okul.
MEKTEB-İ HARBİYE
Harp okulu.
MEKTEB-İ HUSUSÎ
Özel okul, hususi mekteb.
MEKTEB-İ İBTİDAÎ
İlk mekteb, ilk okul.
MEKTEB-İ İ'DADÎ
Osmanlılar devrindeki rüştiyeden, yani eski orta mektebden sonra gelen ve talebeyi yüksek mektebe hazırlayan tahsil devresi. Lise.
MEKTEB-İ LEYLÎ
Yatılı mekteb, yatılı okul.
MEKTEB-İ SULTANÎ
İstanbul'da Galatasaray Lisesi.
MEKTUB
Yazılı, yazılmış kâğıt.
MEKTUBAT
Mektublar. Yazılı kâğıtlar. * Bazı meşhur ve mühim kitapların ismi. * Bir yerden başka bir yerdeki şahsa gönderilen yazılı kâğıtlar. * Risale-i Nur Külliyatından bir mecmuanın ismi.
MEKTUB-U SAMEDANÎ
Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
MEKTUB-U SÂMÎ
Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar.
MEKTUF
İki eli arkasına bağlanmış olan.
MEKTUM
Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan.
MEKTUMAT
(Mektume. C.) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.
ME'KUL
Ekl olunmuş, yenmiş şey, yiyecek.
ME'KULÂT
(Me'kul. C.) Yenilecek gıdâ maddeleri.
ME'KUM
Tilki ve tavşan ini ve yatağı.
MEK'UM
Ağzı bağlı deve.
MEKUR
Hileci, yalancı, dolandırıcı.
MEKYES
Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse.
MEKYUL
Kile ile ölçülmüş.
MEKZEBE
Yalan söz, doğru olmayan kelâm. Palavra.
MEKZUBE
Palavra, yalan söz.
MEKZUM
Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı.
MEL'
Seri seyr.
MELA
Gece ve gündüz.
MELA
(C.: Emlâ) Ova, sahra. * Vakit. * Sıcak kül.MELA'Â : Meşveret. * Cemaat. Güruh. * Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları. * Huy, ahlâk. (Bak: Mele') * Doldurmak.
MELA'
Otu olmayan yer.
MELAB
Bir cins güzel koku.
MEL'AB
(La'b. dan) Eğlence yeri. Oyun yeri.
MEL'ABE
(La'b. dan) Oyun. Eğlence vasıtası. Oyuncak.
MEL'ABEGÂH
f. Oyun oynanan yer. Mel'abe yeri.
MEL'ABE-İ SIBYÂN
Çocuk oyuncağı.
MELABİS
Elbiseler. Giyecek şeyler.
MELACE
Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak.
MELACİ'
(Melce. C.) İlticâ edilecek ve sığınılacak yerler.
MELAGIM
Ağız çevresi.
MELAH
Atın ayağında olan verem.
MELAH
f. Çekirge.
MELAHA (MÜLUHA)
Tatsızlık, tuzsuzluk.
MELAHA (MÜLUHA)
Tuzluluk. * Güzellik.
MELAHAT
Yüz güzelliği. Cemal. * Tuzluluk. Tuzlu su.
MELAHİ
Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler.
MELAHİDE
Mülhidler. Dinsizler. İmânsızlar.
MELAHİF
(Milhaf ve Milhafe. C.) Sarınacak veya bürünecek şeyler. Yorganlar.
MELAHİM
Muharebe ve cenk yerleri. (Bak: Melhame)
MELAİB
(Mel'ab-Mel'abe. C.) Oyuncaklar. Oyun oynanacak yerler.
MELAİK
(Mil'aka. C.) Tahta kaşıklar.
MELAİK(E)
(Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.
MELAİKE-İ KİRAM
Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.)(... Melâike, bir ümmet-i azimedir ki; sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriyye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler. S.)(... Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o fertlerin a'za ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârâne temsil edip Dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve her bir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak Muhbir-i Sâdık haber vermiş ve hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhâr eden Cebrâil (A.S.) ve zihayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Halika mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezâret eden İsrafil (A.S.) ve Azrâil (A.S.) ve hayat dâiresinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsânât-ı Rahmâniyeye nezâretle berâber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mâhiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i Rububiyyetin muktezasıdır. Onların ve her birinin mahsus tâifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat'idir ve şüphesizdir. Melâikeye âid başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Ş.)
MELAİN
(Mel'un. C.) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.
MELAİN
(Mel'ane. C.) Lânet edilecek iş ve hareketler.
MELAK
Mala.
MELAK
Lütuf, muhabbet, sevgi.
MELAL
Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.
MELAL-AVER
f. Usanç verici, usandıran, sıkan.
MELAM
Kınanmış. * Rezillik. Hakirlik. Kıymetsizlik.
MELAMET
Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık.
MELAMETZEDE
(C.: Melametzedegân) f. Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış.
MELAMET-ZEDEGÂN
(Melametzede. C.) f. Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar.
MELAMİ'
(Lem'a. C.) Parıltılar. Aydınlıklar.
MELAMÎ
Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Hükema-i Kelbiyyun. (Bak: Kelbiyyun) * Melami adındaki tarikata mensub olan.
MELAMİH
(Lemha. C.) Lemhalar. Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri.
MELAMİYYUN
(Melamî. C.) Melamî tarikatından olanlar.
MEL'AN
Dolu olan, taşkın.
MEL'ANE(T)
(La'n. dan) Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş. * Yol ayrımı ve insan menzili.
MEL'ANETKÂRANE
f. Lânete müstehak surette.
MEL'ANET-PİŞ
f. Mel'unluktan başka işi olmayan. İşi gücü mel'unluktan ibaret olan.
MELAS
Kaypakça olmak.
MELAS
Saracak ve dürecek yer.
MELASET
Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet)
MELASSA
Hırsız ve haydut yatağı.
MELAVET
Vakit, zaman.
MELAZ
Sığınılacak yer. Melce'.
MELAZE
Badem ağaçları olan yer.
MELAZE
f. Küçük dil.
MELAZİB
(Milzâb. C.) Çok tamahkâr ve cimri olanlar.
MELAZZ
Yalancı, kezzab. (Melzuz. C.) Leziz nesneler, lezzetli şeyler.
MELBES
Giyecek şey. Elbise.
MELBES Ü ME'KEL
Giyecek ve yiyecek.
MELBUS
Giyilen. Giyilmiş olan. * Giyinmiş. Elbise giymiş.
MELBUSÂT
Giyilecek şeyler. Elbiseler.
MELC(E)
Emmek.
MELCE'
Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer.
MELD
Yumuşak olmak.
MELDA
Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız.
MELDUG
(Ledg. den) Zehirli bir hayvan tarafından ısırılarak sokulmuş.
ME'LE
(C: Miâl) Hazırlanmak. * Şişman kadın, semiz avret. * Bahçe.
MELE'
(C.: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri. * Hırs, tama'. * Zan. * Güzellik. * Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir. * Dolu mekân. * Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
MELED
Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik.
MELE-İ A'LÂ
Kerrubiyyun ve melâike cemaati. En yüksek hey'et. Melekler âlemi. Felekler ve unsurlar.
MELEK
Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike)
MELEKA
Düz kayacak nesne.
MELEKÂT
(Meleke. C.) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar.
MELEKÂT-I AKLİYYE
Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.
MELEKE
Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. * Mümârese.
MELEKÎ
(Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
MELEK-İ MÜEKKEL
Muayyen bir işle tavzif edilmiş melek. (Bak: Melâike)
MELEK-İ SİYÂNET
Allah'ın emri ile insanları koruyan, muhafaza eden melek.
MELEKUT
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.)
MELEKUTİYÂN
Melekut âleminden olanlar.
MELEK-ÜL BİHAR
Denizlere nezaret eden melek.
MELEK-ÜL CİBÂL
Dağlara nezâret eden melek.
MELEK-ÜL EMTÂR
Yağmurla vazifeli olan melek.
MELEK-ÜL MEVT
İnsanların ruhlarını kabzeden Azrâil. (A.S.)
MELEK-ZAD
Melekten olmuş gibi, çok güzel.
MELEL
Bıkma, usanma, bezme.
MELEM
Yaramaz tenbel kimse.
MEL'EM (MİL'EM)
Ölçüsünde cimrilik yapan.
MEL'EME
Cem'etmek, toplamak. * Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek. * Yara yırtığını bağlamak.
MELEVAN
Gece ve gündüz.
MELEZ
(Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan. * Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık.
MELFUF
Sarılı. Bir mektup veya bir şey içine konulmuş olan.
MELFUFAT
(Melfuf. C.) Zarf içinde veya tezkereye ilişik yazılar.
MELFUFEN
Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey.
MELFUHA
(C: Melâfih) Ana karnındaki erkek çocuk.
MELFUZ
(Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş. * Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.
MELFUZÂT
(Melfuz. C.) Konuşulan şeyler.
MELH
Kibirlenmek, gururlanmak. * şiddetli seyir.
MELH
Yemeğe tuz koymak. * Çocuk emzirmek.
MELHAME
Kanlı harb. * Büyük muharebe sahası.
MELHAME-İ KÜBRÂ
Büyük ve kanlı savaş, harp.
MELHEC
(C: Melâhic) Darlık.
MELHED
Kabrin çukur açılacak yeri.
MELHEM
Hurma ağacı çok olan yer.
MELHEZ
(C: Melâhız) Darlık çekecek yer.
MELHUB
(Lehb. den) Alevli, alevlenmiş.
MELHUD
(Lahd. dan) Mezara sokulmuş, kabre konulmuş. Lâhid içine konulmuş.
MELHUF
Hasrette kalan. * Kederli, tasalı. * İmdad bekleyen.
MELHUFÂN
(Melhuf. C.) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler. * Hasrette kalanlar.
MELHUFÎN
Hasrette kalıp yardım isteyenler.
MELHUK
Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş.
MELHUZ
Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir.
MELHUZÂT
(Melhuz ve Melhuze. C.) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller.
MELİ'
Otu olmayan yer.
MELÎH
(C.: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat. * Tuzlu.
MELÎH
Tatsız tuzsuz yemek.
MELİK
Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. * Bir kavmin başı. Mâlik. (İsimdir)
MELÎK
Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.)
MELÎKÂNE
f. Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
MELÎKE
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
MELÎL (MELİLE)
Kül içinde pişirilen ekmek. * Hararet, sıcaklık. * Üzgün, kederli. Melul.
MELÎS
Bir şeyi şiddetle tutmak.
MELÎS
şişman ve tenbel olan kişi.
MELÎT
Cenin.
MELİYY
Uzun zaman. * Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf.
MELK
Kudret, kuvvet. Şiddet. * Mübalağa.
MELK
Dalkavukluk. * Yumuşaklık yapmak. * Mahvetmek. * Yıkamak. * Emmek. * Vurmak.
MELKEAN
Kötü, yaramaz kimse.
MELKEME
El ile vurulan yerin yarası.
MELKUHA
(C: Melakih) Anasının karnında olan çocuk.
MELKUT
Yerden kaldırılıp alınan şey. * Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.
MELL
Küsmek, darılmak. * Yorgunluk. * Kakma, dürtmek. * Mahzun olmak, kederli olmak. * Hamuru külün içinde pişirmek.
MELLA
Zengin kimse.
MELLAH
Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen.
MELLAH
(C.: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci.
MELLAHA
Tuz çıkan yer.
MELLAHAN
(Mellâh. C.) Kaptanlar, denizciler, gemiciler.
MELLAHE
Tuzla.
MELLAHÎN
(Mellâh. C.) Denizciler, gemiciler, kaptanlar.
MELLASE
Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü.
MELLE
Çukur.
MELMUS
(C.: Melâmis) (Lems. den) El ile dokunulmuş.
MELMUSAT
(Melmus. C.) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler.
MELS
Yalan vâde, yalan söz. * Güzellik, hüsün.
MELS
Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek.
MELSA'
Pürüzsüz ve düz yer. * şarap.
MELSUK
Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş.
MELSUN
(C.: Melâsin) Yalancı, kezzâb.
Aşk, şefkat, muhabbet. * Güneş. * Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli.
MEHRAK
(C: Mehârik) Sahife, sayfa.
MEHREB
Sığınılacak yer. * Ürküp kaçma.
MEHREC
(Bak: Mahrec)
MEHRECAN
Eylül ayının onaltıncı günü.
MEHR-İ MUACCEL
Nikâhta erkek tarafından kız tarafına verilen ağırlık, para.
MEHR-İ MÜECCEL
Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.
MEHR-İ MÜSEMMA
İki tarafın rızası ile nikâh bedeli olarak kararlaştırılan para.
MEH-RU
(C: Mehruyân) f. Ay yüzlü, güzel.
MEHRU'
Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi.
MEH-RUYAN
f. Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. * Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar.
MEH-ŞİD
f. Ay, kamer. * Ay ışığı, mehtâb.
MEHTAB
f. Mâhtâb. Ay ışığı.
MEHTER
(Mih-ter) f. Daha büyük. * Reis. * Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. * Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. * Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. * Tanzimattan önce Pâdişah çadırını kurmağa vazifeli asker. * At uşağı.
MEHTERÂN
(Mehter. C.) Mehterler.
MEHTERHANE
f. Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı.
MEHTUK
(Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş.
MEHUB
Heybetli. Azametli. Korkunç. * Arslan.
MEHUL
Yumuşak yay.
MEHUL
Benli, benekli.
ME'HUL
Ma'mur, imar edilmiş.
ME'HUZ
Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış. * Ödünç olarak başka bir yerden alınmış.
ME'HUZÂT
Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı.
MEHV
İnce kılıç. * Sulu süt.
MEHVA
(C: Mehâvâ) Sahrâ, çöl, * Uçurum, yar. * İki dağ arası. * İki şeyin arası.
MEHVARE
f. Ay gibi. * Aylık maaş. Aylık ücret.
MEHVAT
Çöl, sahra. * İki şeyin arası.
MEHVEŞ
f. Ay gibi. * Mc: Güzel.
MEHYUM
Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış. * Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş.
MEHZUL
Düşkün. Zayıf. Arık.
MEHZUM
Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan.
MEIK
Gayretli kişi. * Hiddeti galip kimse.
MEİN
Ağlanacak ve inlenecek yer.
MEJENG
f. Keder, hüzün, tasa, gam. * Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen.
ME'K (MÜ'K)
(Amâk-Emâk) Göz pınarı.
MEKA
(C: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar. * Canavarların inleri ve yatakları.
MEKABİR
(Bak: Makabir)
MEKAD(E)
Yakın olmak, yakınlık.
MEKADİR
(Bak: Makadir)
MEKAHİL
(Mikhal, mikhel ve mükhüle. C.) Göze sürme çekecek âletler, miller.
MEKAİD
(Mekide. C.) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler.
MEKAL
(Bak: Makal)
MEKAMİN
(Mekmen. C.) Gizlenilecek yerler, pusular.
MEKÂN
(Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal.
MEKÂNE
(C: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç.
MEKÂNEN
Mahal ve yer bakımından.
MEKÂNET
Ağır başlılık. * Kuvvet. Güç.
MEKÂN-I BAÎD
Uzak mekân, uzay yer. (Mekân-ı baîd, yâni: İmanın faide vereceği teklif zamanı, teklif dünyası geçtikten, azab gelip çattıktan sonra iman, iman-ı yeis faydasızdır. E.T.)
MEKANİK
Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap. * Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası. * Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan.
MEKÂNİS
(Miknese. C.) Süpürgeler.
MEKANİZMA
Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış.
MEKÂRE
Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı. * Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan satın alınırdı. Bazen geçici bir zaman için, savaş bölgesindeki halktan hayvan toplanır ve belirli miktar ücret ödenirdi.)
MEKÂRİB
(Mikreb. C.) Çift sürülen sabanlar.
MEKÂRİH
(Mekrehe. C.) İnsana tiksinti veren şeyler. * Sıkıntılar, dertler.
MEKÂRİM
(Kerem. C.) Keremler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk.
MEKÂRİM-İ AHLÂK
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı.
MEKÂRİMKÂR
f. Cömert, eliaçık. Kerem sâhibi.
MEKARÎS
(Mıkrâs. C.) Makaslar, kesecek aletler.
MEKÂSİB
(Mekseb ve Meksib. C.) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler.
MEKÂTİB
(Mekteb. C.) Mektebler, okullar.
MEKÂTÎB
(Mektub. C.) Mektublar.
MEKÂTİB-İ ÂLİYE
Yüksek mektebler. Yüksek okullar. Üniversite ayarındaki mektebler.
MEKÂTİB-İ HUSUSİYE
Hususi mektebler. Özel okullar.
MEKÂTİB-İ İBTİDÂİYYE
İlk mektebler, ilk okullar.
MEKÂTİB-İ İ'DÂDİYYE
Yüksek mekteblere talebeyi hazırlayan, rüştiyeden sonra gidilen mektebler. Liseler.
MEKÂTİB-İ LEYLİYYE
Yatılı mektebler.
MEKÂTİB-İ RÜŞDİYYE
Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler.
MEKÂYİD
(Mekide. C.) Hileler, düzenler, aldatmalar.
MEKÂYİL
(Mikyâl. C.) Ölçekler, tahıl ölçekleri, kileler.
MEKAYÎS
Mikyaslar. Ölçüler. * Mukayeseler.
MEKÂZA
Şiddetli mümârese. Alışkanlık.
MEKBİR
İhtiyarlama, yaşlanma.
MEKBUD
Ciğerinde hastalık olan.
MEKBUT
Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse.
MEKD
Azlık. * İkamet, oturmak.
MEKDUR
Kederlenmiş, kederli.
ME'KEL
(Ekl. den) Yemek yenecek yer. Geçim yeri. * Yemek.
ME'KELE
(C.: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey.
MEKENE
Kertenkele yumurtası.
MEKER
(C.: Mükur) Bir ağaç cinsi.
MEKERR
Cenk edecek yer, savaş meydanı.
MEKFERE
Örtecek, sertredecek yer.
MEKFUF
Kulplarından sıkıca bağlanıp heybe gibi asılmış. * Kilitlenmiş. * Heybe. * Dürülmüş, toplanmış. * Men olunmuş. Yasak edilmiş.
MEKFUF-ÜL AYN
Gözü keffolmuş. Kör, âmâ.
MEKFUL
(Kefâlet. den) Kefil olmuş veya kefil olunmuş.
MEKFUL-ÜN ANH
Kendisine kefillik edilen kimse.
MEKFUL-ÜN BİH
Kefâlet olunan kimse veya şey.
MEKHUL(E)
(Kuhl. dan) Sürme çekilmiş, sürmeli.
MEKÎD
Tuzağa düşen veya düşecek olan.
MEKÎDE
(C.: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere.
MEKÎDET
Düzen, hile, fesat.
MEKÎL
Ölçmek. * Kilo ile ölçülen şey.
MEKÎLÂT
(Mekîl. C.) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler.
MEKÎN
Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi. * Yerleşmiş. Oturmuş. Sâkin, Muhkem.
MEKÎNET
Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık.
MEKİR
(Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)
MEKÎS
Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse.
MEKK
Emmek. * Helâk etmek. * Noksan etmek, eksiltmek.
MEKKÂR
Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan.
MEKKÂRÎ
Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık.
MEKKE
Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir.
MEKKE-İ MÜKERREME
İlk ismi Mekke olan bu şehire, Hz. Peygamber'in (A.S.M.) gelmesi ve Mukaddes Kâbe'nin putlardan temizlenmesi ile Mükerrem Mekke mânâsında bu isim verilmiştir.
MEKKÎ
Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub. * Mekke'de nâzil olan âyet veya sure.
MEKKUK
(C.: Mekâkik) Birbuçuk sa' alır kile.
MEKLA'
Otlu yer.
MEKLUM
Yaralı, mecruh. Yaralanmış.
MEKMEN
(C.: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri.
MEKMENE
Pusu, gizlenilecek yer. * Define, hazine.
MEKMUN
Gizli. Saklı.
MEKN
Kudret, kuvvet, güç.
MEKNAN
Bir ot cinsi.
MEKNE
(C: Miken-Mekenât) Kuş yuvası.
MEKNİYYAT
(Mekniyye. C.) Kinayeli cümleler.
MEKNUN
Örtülü, gizli. Saklı. * Dizilmiş. Dizili. Manzum.
MEKNUS
Süpürülmüş.
MEKNUZ
Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
MEKR
(Bak: Mekir)
MEKRE
(C: Mekârih) Şiddet. * Bıkkınlık. * Kerahet, iğrençlik.
MEKREME
İzzet, ikram yeri. Seha, cud, şeref. Cömertlik.
MEKREME-İ UZMÂ
Büyük ikrâm, izzet yeri.
MEKREMET-GÜSTER
Merhamet dağıtan, merhamet yayan.
MEKRUB
Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan.
MEKRUBİYET
Kederli, hüzünlü ve tasalı olma.
MEKRUH
İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet.
MEKRUHA
Keder, mihnet. şiddet.
MEKRUHAT
(Mekruh. C.) Mekruh olan şeyler.
MEKRUHİYET
İğrençlik, mekruhluk.
MEKRUME
(Bak: Mekreme)
MEKS
(C.: Mükus) Bir şeyin pahası noksan olma. * Öşür. Vergi. Vergi almak.
MEKS
Durma, eğlenme, bekleme.
MEKSEB
(C.: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir. * Kazanç yeri. Kazanç vasıtası.
MEKSEFE
(Bak: Miksefe)
MEKSUB(E)
Kesbolunmuş. Kazanılmış. * Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş. * Yüksekten dökülen. * Çağlayan.
MEKSUF
Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.
MEKSUF
Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.
MEKSUR
(Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş. * Gr: "İ" şeklinde kesreli okunan harf.
MEKSUR
Çoğaltılan, çoğaltılmış.
MEKŞUF
Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli.
MEKŞUF-ÜL AVRE
Görünmemesi icab eden yeri açık olan kimse.
MEKŞUF-ÜR RE'S
Başı açık.
MEKTEB
(C.: Mekâtib) Yazı yazacak yer. * Okul.
MEKTEB-İ ÂLÎ
Yüksek mekteb, yüksek okul.
MEKTEB-İ HARBİYE
Harp okulu.
MEKTEB-İ HUSUSÎ
Özel okul, hususi mekteb.
MEKTEB-İ İBTİDAÎ
İlk mekteb, ilk okul.
MEKTEB-İ İ'DADÎ
Osmanlılar devrindeki rüştiyeden, yani eski orta mektebden sonra gelen ve talebeyi yüksek mektebe hazırlayan tahsil devresi. Lise.
MEKTEB-İ LEYLÎ
Yatılı mekteb, yatılı okul.
MEKTEB-İ SULTANÎ
İstanbul'da Galatasaray Lisesi.
MEKTUB
Yazılı, yazılmış kâğıt.
MEKTUBAT
Mektublar. Yazılı kâğıtlar. * Bazı meşhur ve mühim kitapların ismi. * Bir yerden başka bir yerdeki şahsa gönderilen yazılı kâğıtlar. * Risale-i Nur Külliyatından bir mecmuanın ismi.
MEKTUB-U SAMEDANÎ
Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
MEKTUB-U SÂMÎ
Başbakanlık (sadaret) makamından yazılan resmi mektublar.
MEKTUF
İki eli arkasına bağlanmış olan.
MEKTUM
Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan.
MEKTUMAT
(Mektume. C.) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.
ME'KUL
Ekl olunmuş, yenmiş şey, yiyecek.
ME'KULÂT
(Me'kul. C.) Yenilecek gıdâ maddeleri.
ME'KUM
Tilki ve tavşan ini ve yatağı.
MEK'UM
Ağzı bağlı deve.
MEKUR
Hileci, yalancı, dolandırıcı.
MEKYES
Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse.
MEKYUL
Kile ile ölçülmüş.
MEKZEBE
Yalan söz, doğru olmayan kelâm. Palavra.
MEKZUBE
Palavra, yalan söz.
MEKZUM
Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı.
MEL'
Seri seyr.
MELA
Gece ve gündüz.
MELA
(C.: Emlâ) Ova, sahra. * Vakit. * Sıcak kül.MELA'Â : Meşveret. * Cemaat. Güruh. * Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları. * Huy, ahlâk. (Bak: Mele') * Doldurmak.
MELA'
Otu olmayan yer.
MELAB
Bir cins güzel koku.
MEL'AB
(La'b. dan) Eğlence yeri. Oyun yeri.
MEL'ABE
(La'b. dan) Oyun. Eğlence vasıtası. Oyuncak.
MEL'ABEGÂH
f. Oyun oynanan yer. Mel'abe yeri.
MEL'ABE-İ SIBYÂN
Çocuk oyuncağı.
MELABİS
Elbiseler. Giyecek şeyler.
MELACE
Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak.
MELACİ'
(Melce. C.) İlticâ edilecek ve sığınılacak yerler.
MELAGIM
Ağız çevresi.
MELAH
Atın ayağında olan verem.
MELAH
f. Çekirge.
MELAHA (MÜLUHA)
Tatsızlık, tuzsuzluk.
MELAHA (MÜLUHA)
Tuzluluk. * Güzellik.
MELAHAT
Yüz güzelliği. Cemal. * Tuzluluk. Tuzlu su.
MELAHİ
Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler.
MELAHİDE
Mülhidler. Dinsizler. İmânsızlar.
MELAHİF
(Milhaf ve Milhafe. C.) Sarınacak veya bürünecek şeyler. Yorganlar.
MELAHİM
Muharebe ve cenk yerleri. (Bak: Melhame)
MELAİB
(Mel'ab-Mel'abe. C.) Oyuncaklar. Oyun oynanacak yerler.
MELAİK
(Mil'aka. C.) Tahta kaşıklar.
MELAİK(E)
(Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar.
MELAİKE-İ KİRAM
Büyük meleklerin büyükleri: Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil (A.S.)(... Melâike, bir ümmet-i azimedir ki; sıfat-ı iradeden gelen ve şeriat-ı fıtriyye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler. S.)(... Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o fertlerin a'za ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubudiyyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdârâne temsil edip Dergâh-ı İlâhiyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve her bir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak Muhbir-i Sâdık haber vermiş ve hilkat-ı kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münasebât-ı Rabbâniyeyi tebliğ ve izhâr eden Cebrâil (A.S.) ve zihayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Halika mahsus olan icraat-ı İlâhiyeyi, yalnız temsil edip ubudiyetkârâne nezâret eden İsrafil (A.S.) ve Azrâil (A.S.) ve hayat dâiresinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsânât-ı Rahmâniyeye nezâretle berâber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mâhiyette olarak bulunmaları ve vücudları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i Rububiyyetin muktezasıdır. Onların ve her birinin mahsus tâifelerinin vücudları, kâinatta güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücudu derecesinde kat'idir ve şüphesizdir. Melâikeye âid başka maddeler bunlara kıyas edilsin. Ş.)
MELAİN
(Mel'un. C.) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar.
MELAİN
(Mel'ane. C.) Lânet edilecek iş ve hareketler.
MELAK
Mala.
MELAK
Lütuf, muhabbet, sevgi.
MELAL
Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur.
MELAL-AVER
f. Usanç verici, usandıran, sıkan.
MELAM
Kınanmış. * Rezillik. Hakirlik. Kıymetsizlik.
MELAMET
Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık.
MELAMETZEDE
(C.: Melametzedegân) f. Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış.
MELAMET-ZEDEGÂN
(Melametzede. C.) f. Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar.
MELAMİ'
(Lem'a. C.) Parıltılar. Aydınlıklar.
MELAMÎ
Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Hükema-i Kelbiyyun. (Bak: Kelbiyyun) * Melami adındaki tarikata mensub olan.
MELAMİH
(Lemha. C.) Lemhalar. Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri.
MELAMİYYUN
(Melamî. C.) Melamî tarikatından olanlar.
MEL'AN
Dolu olan, taşkın.
MEL'ANE(T)
(La'n. dan) Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş. * Yol ayrımı ve insan menzili.
MEL'ANETKÂRANE
f. Lânete müstehak surette.
MEL'ANET-PİŞ
f. Mel'unluktan başka işi olmayan. İşi gücü mel'unluktan ibaret olan.
MELAS
Kaypakça olmak.
MELAS
Saracak ve dürecek yer.
MELASET
Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet)
MELASSA
Hırsız ve haydut yatağı.
MELAVET
Vakit, zaman.
MELAZ
Sığınılacak yer. Melce'.
MELAZE
Badem ağaçları olan yer.
MELAZE
f. Küçük dil.
MELAZİB
(Milzâb. C.) Çok tamahkâr ve cimri olanlar.
MELAZZ
Yalancı, kezzab. (Melzuz. C.) Leziz nesneler, lezzetli şeyler.
MELBES
Giyecek şey. Elbise.
MELBES Ü ME'KEL
Giyecek ve yiyecek.
MELBUS
Giyilen. Giyilmiş olan. * Giyinmiş. Elbise giymiş.
MELBUSÂT
Giyilecek şeyler. Elbiseler.
MELC(E)
Emmek.
MELCE'
Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer.
MELD
Yumuşak olmak.
MELDA
Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız.
MELDUG
(Ledg. den) Zehirli bir hayvan tarafından ısırılarak sokulmuş.
ME'LE
(C: Miâl) Hazırlanmak. * Şişman kadın, semiz avret. * Bahçe.
MELE'
(C.: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri. * Hırs, tama'. * Zan. * Güzellik. * Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir. * Dolu mekân. * Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
MELED
Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik.
MELE-İ A'LÂ
Kerrubiyyun ve melâike cemaati. En yüksek hey'et. Melekler âlemi. Felekler ve unsurlar.
MELEK
Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike)
MELEKA
Düz kayacak nesne.
MELEKÂT
(Meleke. C.) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar.
MELEKÂT-I AKLİYYE
Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.
MELEKE
Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. * Mümârese.
MELEKÎ
(Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı.
MELEK-İ MÜEKKEL
Muayyen bir işle tavzif edilmiş melek. (Bak: Melâike)
MELEK-İ SİYÂNET
Allah'ın emri ile insanları koruyan, muhafaza eden melek.
MELEKUT
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. (Bak: Arş)(İnsan mülk ciheti ile kalbe zarf olur, melekut cihetiyle de mazruf olur. M.N.)
MELEKUTİYÂN
Melekut âleminden olanlar.
MELEK-ÜL BİHAR
Denizlere nezaret eden melek.
MELEK-ÜL CİBÂL
Dağlara nezâret eden melek.
MELEK-ÜL EMTÂR
Yağmurla vazifeli olan melek.
MELEK-ÜL MEVT
İnsanların ruhlarını kabzeden Azrâil. (A.S.)
MELEK-ZAD
Melekten olmuş gibi, çok güzel.
MELEL
Bıkma, usanma, bezme.
MELEM
Yaramaz tenbel kimse.
MEL'EM (MİL'EM)
Ölçüsünde cimrilik yapan.
MEL'EME
Cem'etmek, toplamak. * Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek. * Yara yırtığını bağlamak.
MELEVAN
Gece ve gündüz.
MELEZ
(Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan. * Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık.
MELFUF
Sarılı. Bir mektup veya bir şey içine konulmuş olan.
MELFUFAT
(Melfuf. C.) Zarf içinde veya tezkereye ilişik yazılar.
MELFUFEN
Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey.
MELFUHA
(C: Melâfih) Ana karnındaki erkek çocuk.
MELFUZ
(Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş. * Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.
MELFUZÂT
(Melfuz. C.) Konuşulan şeyler.
MELH
Kibirlenmek, gururlanmak. * şiddetli seyir.
MELH
Yemeğe tuz koymak. * Çocuk emzirmek.
MELHAME
Kanlı harb. * Büyük muharebe sahası.
MELHAME-İ KÜBRÂ
Büyük ve kanlı savaş, harp.
MELHEC
(C: Melâhic) Darlık.
MELHED
Kabrin çukur açılacak yeri.
MELHEM
Hurma ağacı çok olan yer.
MELHEZ
(C: Melâhız) Darlık çekecek yer.
MELHUB
(Lehb. den) Alevli, alevlenmiş.
MELHUD
(Lahd. dan) Mezara sokulmuş, kabre konulmuş. Lâhid içine konulmuş.
MELHUF
Hasrette kalan. * Kederli, tasalı. * İmdad bekleyen.
MELHUFÂN
(Melhuf. C.) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler. * Hasrette kalanlar.
MELHUFÎN
Hasrette kalıp yardım isteyenler.
MELHUK
Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş.
MELHUZ
Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir.
MELHUZÂT
(Melhuz ve Melhuze. C.) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller.
MELİ'
Otu olmayan yer.
MELÎH
(C.: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat. * Tuzlu.
MELÎH
Tatsız tuzsuz yemek.
MELİK
Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. * Bir kavmin başı. Mâlik. (İsimdir)
MELÎK
Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.)
MELÎKÂNE
f. Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı.
MELÎKE
Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe.
MELÎL (MELİLE)
Kül içinde pişirilen ekmek. * Hararet, sıcaklık. * Üzgün, kederli. Melul.
MELÎS
Bir şeyi şiddetle tutmak.
MELÎS
şişman ve tenbel olan kişi.
MELÎT
Cenin.
MELİYY
Uzun zaman. * Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf.
MELK
Kudret, kuvvet. Şiddet. * Mübalağa.
MELK
Dalkavukluk. * Yumuşaklık yapmak. * Mahvetmek. * Yıkamak. * Emmek. * Vurmak.
MELKEAN
Kötü, yaramaz kimse.
MELKEME
El ile vurulan yerin yarası.
MELKUHA
(C: Melakih) Anasının karnında olan çocuk.
MELKUT
Yerden kaldırılıp alınan şey. * Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.
MELL
Küsmek, darılmak. * Yorgunluk. * Kakma, dürtmek. * Mahzun olmak, kederli olmak. * Hamuru külün içinde pişirmek.
MELLA
Zengin kimse.
MELLAH
Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen.
MELLAH
(C.: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci.
MELLAHA
Tuz çıkan yer.
MELLAHAN
(Mellâh. C.) Kaptanlar, denizciler, gemiciler.
MELLAHE
Tuzla.
MELLAHÎN
(Mellâh. C.) Denizciler, gemiciler, kaptanlar.
MELLASE
Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü.
MELLE
Çukur.
MELMUS
(C.: Melâmis) (Lems. den) El ile dokunulmuş.
MELMUSAT
(Melmus. C.) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler.
MELS
Yalan vâde, yalan söz. * Güzellik, hüsün.
MELS
Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek.
MELSA'
Pürüzsüz ve düz yer. * şarap.
MELSUK
Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş.
MELSUN
(C.: Melâsin) Yalancı, kezzâb.