MEZAR
Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. * Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.
MEZARAT
(Mezar. C.) Kabirler. Mezarlar.
MEZARE
Kalb katılığı. * Büyüklük, azamet.
MEZARET
Kalbin şiddeti.
MEZAR-I ZÂR
f. Ağlayan mezar.
MEZARİ'
(Mezraa. C.) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.
MEZARİ'
(Mezru. C.) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.
MEZARİB
(Mızrâb. C.) Mızraplar. Kanun, ud gibi çalgı âletleri.
MEZARİ-İ MÜNBİTE
Münbit ve verimli tarlalar.
MEZARİK
(Mızrâk. C.) Mızraklar, kargılar.
MEZARİSTAN
f. Mezarlık.
MEZARRE
Isırmak.
MEZAYA
Meziyyetler. İyilikler. Hasletler.
MEZAYA-YI GALİYE
Çok kıymetli, yüksek meziyetler.
MEZAYIK
Dar ve sıkıntılı yerler.
MEZBAHA
Hayvanları kesecek yer.
MEZBELE
(C: Mezâbil) Otun sıcaktan solacak olduğu yer.
MEZBELE
Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.
MEZBUB
Sinekli.
MEZBUBE
Sineği çok olan yer.
MEZBUH
Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış. * Kurban edilmiş.
MEZBUHÂNE
f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
MEZBUL
Solmuş çiçek. * Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.
MEZBUR(E)
Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (Bak: Merkum) * Taş ile örülmüş kuyu.
MEZC
Katma. Karıştırma.
MEZCEN
Karıştırmakla. Katma suretiyle.
MEZCETMEK
Katmak. Karıştırmak.
MEZCÎ
Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair.
MEZC-İ İTTİHAD
İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.
MEZCUC
Süngülenmiş. Süngü ile dürtülmüş.
MEZD
Misvak ağacının yemişi.
MEZE
Tad. Çeşni. Zevk. * Eğlence, alay, lâtife.
MEZEBBE
Sinekli yer. * Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZELLET
Alçaklık. Zelillik.
ME'ZEM
(C: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.
MEZEMMET
Ayıplama. Kınama. Yerme. * Kınanacak, yerilecek iş.
MEZEN
Usul, kaide. Yol. Âdet. Örf.
ME'ZENE
(C.: Meâzin) (Ezan. dan) Ezan okunacak yer.
ME'ZER
(C: Meâzir) Sığınacak yer, melce.
MEZFUFE
Gönderilmiş.
MEZG
Yemeği ağızda çiğnemek.
MEZH
(Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka. * Mezc, katma, karıştırma.
MEZHAR
(C: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi. * Damar.
MEZHEB
Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve Şâfii; ve Akaidde Mâturidi ve Eş'ari gibi... Bu "Mezheb" kelimesi asıl ve esas mânasına da kullanılır. Beyn-el ulemâ ve mukakkiklerce ince tedkik neticesinde Kur'ân-ı Kerim'in esaslarından, Peygamber'in (A.S.M.) emir ve sünnetlerinden ayrılmamış "Dört Mezheb" Hak olarak seçilmiştir: 1- Hanefî Mezhebi, 2- Şâfiî Mezhebi, 3- Hanbelî Mezhebi. 4- Mâlikî Mezhebi. (Bak: İmam)(Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su, ilâçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su, yalnız ilâçtır; yalnız vacibdir, başka hükmü yoktur."İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiyye; mezheplere, hikmet-i İlâhiyyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlâhiyyenin tensibiyle İmam-ı Şâfiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup, cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kadıy-ül-Hâcat'ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için, imam arkasında, Fâtiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zama ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükümetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum, kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü, umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.Hem meselâ, mâdem, şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tâdil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbâı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şâfiî Mezhebine göre: "Kadına temas ile abdest bozulur; az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre: "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."İşte, bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle; ecnebi kadınlarla ihtilâta, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtelâ olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtâl eder, bulaşma" mânevi kulağında bir sada-yı semâvi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartiyle, âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtelâ değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namiyle ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır" der, onu vesveseden kurtarır. İşte, denizden iki katre sana misal... S.)
MEZHER
Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi.
MEZHERE
Çiçek yeri. Çiçek bahçesi.
MEZHÜVV
Kibirli, gururlu.
MEZİ
İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)
MEZÎD
Çoğalma. Ziyade etme.
MEZÎK
Su ile karışık süt.
MEZİL
Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan. * Ayağı uyuşmuş. * Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan. * Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.
MEZİLLET
Yanlışlığa sebeb olacak şey. * Ayak kayacak yer.
MEZİR
Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.
MEZİR
Zarif kimse. * Katı kalbli ve cesur. * İşlerinde nüfuzlu olan.
MEZİYYAT
(Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.
MEZİYYET
İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet.(Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukaranın aczi, avâmın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. M.)
MEZİYYET-İ İFÂDE
İfâde meziyeti.
MEZK
(Mezâk-Mezka) : Tatmak, tadına bakmak. * Tadacak yer.
MEZK
Yarma, yırtma. Kesme.
MEZKUM
Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.
MEZKÛR
Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
MEZL
Muztarib olmak, acı ve ıztırab çekmek.
MEZLAKA
Ayak kayacak yer. Kaypak yer. * Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.
MEZMERE
Çok şiddetli hareket ettirmek.
MEZMUM
Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
MEZMUN
(Bak: Mazmun)
MEZMUR
Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat. * Hz. Dâvuda (A.S.) inen "Zebur"un Surelerinden herbiri.
MEZNEB
(C: Mezânib) Kepçe. * Suyun akacak olduğu yer.
MEZR
Fâsit olma. Bozuk olma. * Pis. * Ayrılık.
MEZR
(Mezra) Zarif adam. * Bir kimseye düşmanlık etmek. * Parmakla çimdiklemek. * Su kırbasını tamamen doldurmak. * Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek.
MEZRAA
Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer.
MEZREVAN
Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZRU'
(C.: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.
MEZRU'
Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.
MEZRUAT
(Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler.
MEZRUAT
Ekili olan şeyler. Ekili yerler.
MEZ'UB
Koyununa kurt gelen.
MEZ'UK
Mesrur, neşeli, sürurlu. * Tuzlu.
ME'ZUN
İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
ME'ZUNEN
İzinli olarak.
ME'ZUNÎN
(Me'zun. C.) Mezunlar. İzin almış kimseler. Salâhiyetliler. İcâzet sahibleri. Diplomalılar.
ME'ZUNİYET
Me'zun olma. İzinli ve salâhiyetli olma. Diplomalı olma.
ME'ZUNİYET-İ KAT'İYE
Kat'i mezuniyet, kesin izin.
ME'ZUNİYET-İ RESMİYE
Resmi izin ve selâhiyet.
MEZ'UR
(Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş.
MEZZ(E)
Emmek, mass.
MEZZA'
(C.: Mezâyi) Koğucu. * Yalan. * Sırrını gizlemeyen kişi.
MEZZAH
Lâtifeci, şakacı.
MEZZER
Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.
MI'CAZ
Mak'adı büyük olan.
MIGREFE
(C: Megârif) Kepçe.
MIGŞA
Bahadır, kahraman.
MIGTAS
Burun, göz çanağı.
MIHBASA
(C: Mehâbıs) Helva küreği.
MIHBAT
Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.
MIHBAZ
(C: Mehâbız) Hallaç tokmağı.
MIHCEN
(C: Mehâcin) Çomak. * Başı eğri ağaç.
MIHDAME
Hizmeti çok olan kişi.
MIHFAK
Enli yassı kılıç.
MIHKAN
(Mıhkana) Şırınga. Tenkıye âleti.
MIHLAC
Yufka oklavası. * Yün ve pamuk atacak âlet, hallaç tokmağı.
MIHSAL
Kilit. * Zenbil.
MIHTAB
Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet.
MIHTAT
Cetvel tahtası.
MIHZAK
Makat.
MIKASS
(C: Makâs) Kesecek âlet, mikrâz.
MIKATTA
Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.
MIKBES (MIKBÂS)
(C: Mekâbis) Ateş parçası.
MIKDEHA
(C: Mekâdih) Kepçe. * Çakmak.
MIKLA'
(Mıklât) (C: Mekâli) Çelik çeldikleri ağaç. * Kebap tavası.
MIKLA'
Sapan.
MIKLAD
(C.: Mekâlid) Anahtar, miftah. Kilit dili. * Hazine.
MIKLAT
Evlâdı yaşamayan kadın. * Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.
MIKLEB
Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.* Saban demiri.
MIKLEM (MIKLEME)
(C: Mekâlim) Kalem koyacak kap, kalemlik.
MIKMA'
(C: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak.
MIKMAA
(C.: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.
MIKNA'
(Mıknaa) (C.: Mekani') Başörtüsü.
MIKNATIS
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe. * Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güney) ucu diyoruz. * Mağnetik oluş.
MIKNATISİYYET
Mıknatıs kuvveti ve hassası.
MIKNEB
(C: Mekanib) Otuz kırk kadar olan at sürüsü. * Avcılar torbası.
MIKNEVA
Hizmet eden, hizmetçi.
MIKRA'
Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.
MIKRA'
Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır.
MIKRAME
Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.
MIKRAZ
(C.: Mekariz) Makas. Kesecek âlet.
MIKTAL
(C.: Mekâtıl) Bıçkı.
MIKTARE
Kuş ayağına yapılan köstek. * Kelepçe.
MIKVEM
(C: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri.
MIKVES
Yay kabı.
MIKZAF
Kayık küreği.
MIKZEF
Tanbur.
MI'LA
Çulhaların çukur içinde ayak ile basıp oynadıkları nesne.
MI'LAK (MA'LUK)
(C: Meâlik) Üzengi kayışı. * Üzüm hevneği. * Et ve üzüm asılan çengel.
MINKARÎ
Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan. * Gaga ile alâkalı.
MINTAKA
(Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
MINTAKA-İ MEMNUA
Yasak bölge.
MINTIKA-İ HARRE
Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.
MINTIKAT-ÜL BÜRUC
Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi. (Bak: Büruc)
MINTÎK
Çok düzgün konuşan.
MINZAR
Röntgen. * Bakma âleti.
MIS'AD
Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.
MI'SAM
(C: Meâsım) Kolun bilezik takacak yeri.
MI'SAR
(C: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.
MISBAH
Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir. (E.T.)
MISBAH-ÜL MESHUR
Sabahlayan, sabahlamış.
MISDAGA
Yüz yastığı.
MISDAK
(Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. * Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur. * Değer ölçüsü.
MISDAKIYYÂT
Mısdak ilmi.
MISFAT
Süzgeç. Tasfiye âleti.
MISGAR
Sarı yüzlü.
MISKA'
(C: Mesâki) Fasih dilli, güzel sesli kişi.
MISKAB
Delme âleti.
MISKAL
Cilâlayan, parlatan âlet. * İnce. Zarif.
MISKAT
Su kovası.
MISR
(C.: Emsâr) İki şey arasındaki perde, hâil. * Memleket. Şehir. * Afrika'nın şimalinde bir memleket ismi. * Bir hububat adı.
MISRA'
Kapı kanadı. * Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.
MISRÂ-İ ÂZÂDE
Edb: Başlıbaşına mânası bulunan mısra.
MISRÂ-İ BERCESTE
Edb: En güzel ve en kuvvetli olan mısra.
Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. * Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.
MEZARAT
(Mezar. C.) Kabirler. Mezarlar.
MEZARE
Kalb katılığı. * Büyüklük, azamet.
MEZARET
Kalbin şiddeti.
MEZAR-I ZÂR
f. Ağlayan mezar.
MEZARİ'
(Mezraa. C.) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.
MEZARİ'
(Mezru. C.) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.
MEZARİB
(Mızrâb. C.) Mızraplar. Kanun, ud gibi çalgı âletleri.
MEZARİ-İ MÜNBİTE
Münbit ve verimli tarlalar.
MEZARİK
(Mızrâk. C.) Mızraklar, kargılar.
MEZARİSTAN
f. Mezarlık.
MEZARRE
Isırmak.
MEZAYA
Meziyyetler. İyilikler. Hasletler.
MEZAYA-YI GALİYE
Çok kıymetli, yüksek meziyetler.
MEZAYIK
Dar ve sıkıntılı yerler.
MEZBAHA
Hayvanları kesecek yer.
MEZBELE
(C: Mezâbil) Otun sıcaktan solacak olduğu yer.
MEZBELE
Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.
MEZBUB
Sinekli.
MEZBUBE
Sineği çok olan yer.
MEZBUH
Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış. * Kurban edilmiş.
MEZBUHÂNE
f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
MEZBUL
Solmuş çiçek. * Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.
MEZBUR(E)
Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (Bak: Merkum) * Taş ile örülmüş kuyu.
MEZC
Katma. Karıştırma.
MEZCEN
Karıştırmakla. Katma suretiyle.
MEZCETMEK
Katmak. Karıştırmak.
MEZCÎ
Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair.
MEZC-İ İTTİHAD
İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.
MEZCUC
Süngülenmiş. Süngü ile dürtülmüş.
MEZD
Misvak ağacının yemişi.
MEZE
Tad. Çeşni. Zevk. * Eğlence, alay, lâtife.
MEZEBBE
Sinekli yer. * Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZELLET
Alçaklık. Zelillik.
ME'ZEM
(C: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.
MEZEMMET
Ayıplama. Kınama. Yerme. * Kınanacak, yerilecek iş.
MEZEN
Usul, kaide. Yol. Âdet. Örf.
ME'ZENE
(C.: Meâzin) (Ezan. dan) Ezan okunacak yer.
ME'ZER
(C: Meâzir) Sığınacak yer, melce.
MEZFUFE
Gönderilmiş.
MEZG
Yemeği ağızda çiğnemek.
MEZH
(Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka. * Mezc, katma, karıştırma.
MEZHAR
(C: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi. * Damar.
MEZHEB
Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve Şâfii; ve Akaidde Mâturidi ve Eş'ari gibi... Bu "Mezheb" kelimesi asıl ve esas mânasına da kullanılır. Beyn-el ulemâ ve mukakkiklerce ince tedkik neticesinde Kur'ân-ı Kerim'in esaslarından, Peygamber'in (A.S.M.) emir ve sünnetlerinden ayrılmamış "Dört Mezheb" Hak olarak seçilmiştir: 1- Hanefî Mezhebi, 2- Şâfiî Mezhebi, 3- Hanbelî Mezhebi. 4- Mâlikî Mezhebi. (Bak: İmam)(Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?Elcevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su, ilâçtır, tıbben vacibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine, ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su, yalnız ilâçtır; yalnız vacibdir, başka hükmü yoktur."İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlâhiyye; mezheplere, hikmet-i İlâhiyyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur. Meselâ, hikmet-i İlâhiyyenin tensibiyle İmam-ı Şâfiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup, cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzat dergâh-ı Kadıy-ül-Hâcat'ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için, imam arkasında, Fâtiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zama ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükümetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle, medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum, kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü, umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fâtiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.Hem meselâ, mâdem, şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tâdil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbâı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şâfiî Mezhebine göre: "Kadına temas ile abdest bozulur; az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre: "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var."İşte, bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle; ecnebi kadınlarla ihtilâta, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtelâ olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtâl eder, bulaşma" mânevi kulağında bir sada-yı semâvi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartiyle, âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtelâ değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namiyle ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır" der, onu vesveseden kurtarır. İşte, denizden iki katre sana misal... S.)
MEZHER
Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi.
MEZHERE
Çiçek yeri. Çiçek bahçesi.
MEZHÜVV
Kibirli, gururlu.
MEZİ
İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)
MEZÎD
Çoğalma. Ziyade etme.
MEZÎK
Su ile karışık süt.
MEZİL
Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan. * Ayağı uyuşmuş. * Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan. * Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.
MEZİLLET
Yanlışlığa sebeb olacak şey. * Ayak kayacak yer.
MEZİR
Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.
MEZİR
Zarif kimse. * Katı kalbli ve cesur. * İşlerinde nüfuzlu olan.
MEZİYYAT
(Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları.
MEZİYYET
İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet.(Dünyaca havas tanınan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken, tahakküm ve tekebbüre sebep olmuştur. Fukaranın aczi, avâmın fakrı, sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuştur. M.)
MEZİYYET-İ İFÂDE
İfâde meziyeti.
MEZK
(Mezâk-Mezka) : Tatmak, tadına bakmak. * Tadacak yer.
MEZK
Yarma, yırtma. Kesme.
MEZKUM
Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli.
MEZKÛR
Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum)
MEZL
Muztarib olmak, acı ve ıztırab çekmek.
MEZLAKA
Ayak kayacak yer. Kaypak yer. * Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal.
MEZMERE
Çok şiddetli hareket ettirmek.
MEZMUM
Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü.
MEZMUN
(Bak: Mazmun)
MEZMUR
Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat. * Hz. Dâvuda (A.S.) inen "Zebur"un Surelerinden herbiri.
MEZNEB
(C: Mezânib) Kepçe. * Suyun akacak olduğu yer.
MEZR
Fâsit olma. Bozuk olma. * Pis. * Ayrılık.
MEZR
(Mezra) Zarif adam. * Bir kimseye düşmanlık etmek. * Parmakla çimdiklemek. * Su kırbasını tamamen doldurmak. * Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek.
MEZRAA
Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer.
MEZREVAN
Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
MEZRU'
(C.: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.
MEZRU'
Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.
MEZRUAT
(Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler.
MEZRUAT
Ekili olan şeyler. Ekili yerler.
MEZ'UB
Koyununa kurt gelen.
MEZ'UK
Mesrur, neşeli, sürurlu. * Tuzlu.
ME'ZUN
İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
ME'ZUNEN
İzinli olarak.
ME'ZUNÎN
(Me'zun. C.) Mezunlar. İzin almış kimseler. Salâhiyetliler. İcâzet sahibleri. Diplomalılar.
ME'ZUNİYET
Me'zun olma. İzinli ve salâhiyetli olma. Diplomalı olma.
ME'ZUNİYET-İ KAT'İYE
Kat'i mezuniyet, kesin izin.
ME'ZUNİYET-İ RESMİYE
Resmi izin ve selâhiyet.
MEZ'UR
(Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş.
MEZZ(E)
Emmek, mass.
MEZZA'
(C.: Mezâyi) Koğucu. * Yalan. * Sırrını gizlemeyen kişi.
MEZZAH
Lâtifeci, şakacı.
MEZZER
Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.
MI'CAZ
Mak'adı büyük olan.
MIGREFE
(C: Megârif) Kepçe.
MIGŞA
Bahadır, kahraman.
MIGTAS
Burun, göz çanağı.
MIHBASA
(C: Mehâbıs) Helva küreği.
MIHBAT
Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.
MIHBAZ
(C: Mehâbız) Hallaç tokmağı.
MIHCEN
(C: Mehâcin) Çomak. * Başı eğri ağaç.
MIHDAME
Hizmeti çok olan kişi.
MIHFAK
Enli yassı kılıç.
MIHKAN
(Mıhkana) Şırınga. Tenkıye âleti.
MIHLAC
Yufka oklavası. * Yün ve pamuk atacak âlet, hallaç tokmağı.
MIHSAL
Kilit. * Zenbil.
MIHTAB
Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet.
MIHTAT
Cetvel tahtası.
MIHZAK
Makat.
MIKASS
(C: Makâs) Kesecek âlet, mikrâz.
MIKATTA
Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.
MIKBES (MIKBÂS)
(C: Mekâbis) Ateş parçası.
MIKDEHA
(C: Mekâdih) Kepçe. * Çakmak.
MIKLA'
(Mıklât) (C: Mekâli) Çelik çeldikleri ağaç. * Kebap tavası.
MIKLA'
Sapan.
MIKLAD
(C.: Mekâlid) Anahtar, miftah. Kilit dili. * Hazine.
MIKLAT
Evlâdı yaşamayan kadın. * Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.
MIKLEB
Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.* Saban demiri.
MIKLEM (MIKLEME)
(C: Mekâlim) Kalem koyacak kap, kalemlik.
MIKMA'
(C: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak.
MIKMAA
(C.: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.
MIKNA'
(Mıknaa) (C.: Mekani') Başörtüsü.
MIKNATIS
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe. * Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güney) ucu diyoruz. * Mağnetik oluş.
MIKNATISİYYET
Mıknatıs kuvveti ve hassası.
MIKNEB
(C: Mekanib) Otuz kırk kadar olan at sürüsü. * Avcılar torbası.
MIKNEVA
Hizmet eden, hizmetçi.
MIKRA'
Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.
MIKRA'
Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır.
MIKRAME
Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal.
MIKRAZ
(C.: Mekariz) Makas. Kesecek âlet.
MIKTAL
(C.: Mekâtıl) Bıçkı.
MIKTARE
Kuş ayağına yapılan köstek. * Kelepçe.
MIKVEM
(C: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri.
MIKVES
Yay kabı.
MIKZAF
Kayık küreği.
MIKZEF
Tanbur.
MI'LA
Çulhaların çukur içinde ayak ile basıp oynadıkları nesne.
MI'LAK (MA'LUK)
(C: Meâlik) Üzengi kayışı. * Üzüm hevneği. * Et ve üzüm asılan çengel.
MINKARÎ
Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan. * Gaga ile alâkalı.
MINTAKA
(Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
MINTAKA-İ MEMNUA
Yasak bölge.
MINTIKA-İ HARRE
Sıcak mıntıka. Ekvator iklimi olan yerler. Hatt-ı istiva mıntıkası.
MINTIKAT-ÜL BÜRUC
Burçlar mıntıkası. Coğ: Oniki burcun bulunduğu tutulma dairesi. (Bak: Büruc)
MINTÎK
Çok düzgün konuşan.
MINZAR
Röntgen. * Bakma âleti.
MIS'AD
Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.
MI'SAM
(C: Meâsım) Kolun bilezik takacak yeri.
MI'SAR
(C: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız.
MISBAH
Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir. (E.T.)
MISBAH-ÜL MESHUR
Sabahlayan, sabahlamış.
MISDAGA
Yüz yastığı.
MISDAK
(Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. * Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur. * Değer ölçüsü.
MISDAKIYYÂT
Mısdak ilmi.
MISFAT
Süzgeç. Tasfiye âleti.
MISGAR
Sarı yüzlü.
MISKA'
(C: Mesâki) Fasih dilli, güzel sesli kişi.
MISKAB
Delme âleti.
MISKAL
Cilâlayan, parlatan âlet. * İnce. Zarif.
MISKAT
Su kovası.
MISR
(C.: Emsâr) İki şey arasındaki perde, hâil. * Memleket. Şehir. * Afrika'nın şimalinde bir memleket ismi. * Bir hububat adı.
MISRA'
Kapı kanadı. * Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.
MISRÂ-İ ÂZÂDE
Edb: Başlıbaşına mânası bulunan mısra.
MISRÂ-İ BERCESTE
Edb: En güzel ve en kuvvetli olan mısra.