Osmanlıcada ''M''ile başlayan kelimelerin anlamları

MUHIKKANE
f. Haklı olarak. Haklı olmak suretiyle. İhkak-ı hak etmek suretiyle.
MUHİBB
Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen.
MUHİBBAN
f. (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları.
MUHİBBANE
f. Severek. Dostça. Dosta yakışır surette.
MUHİBBE
Kadın sevgili. Kadın dost.
MUHİBBÎ
Muhibb ile alâkalı. * Kanuni'nin nazımda kullandığı mahlâs.
MUHÎF
(Muhife) Korkunç. Korkutucu.
MUHÎL
İhâle eden. Havâle eden. * Fık: Borcunu başkası ödemesi için havâle eden kimse. Başkasının borcuna nakleden.
MUHÎLÎ
Hilekârlık. Sahtekârlık. Hile.
MUHİLL
(Halel. den) İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran.
MUHİLL-İ ÂSÂYİŞ
Asâyişi ihlâl eden. Güvenliği bozan.
MUHİLL-İ NÂMUS
Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.
MUHİN
Zayıflatan, hor ve hakir eden. İhanet eden.
MUHÎS
Zindan.
MUHİSS
(Hiss. den) Hissettiren, duyuran.
MUHİŞ
Korkutan, korku veren.
MUHİT
İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. * Etraf. Çevre. * Büyük deniz. Okyanus. * Mc: Büyük âlim.
MUHİTAT
(Muhit. C.) Çevreler, muhitler.
MUHİT-İ ARZ
Dünyanın çevresi.
MUHİT-İ DÂİRE
Mat: Daire çevresi. Çember.
MUHİT-İ NİGÂH
Göz çevresi.
MUHKEM
Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
MUHKEM KAZİYE
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edilmesi. (Bak: Kaziye-i muhkeme)
MUHKEMAT
Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
MUHKEMAT-I KUR'ANİYYE
Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya kıssaları (Ekasis-i enbiya) gibi.
MUHKİM
Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden.
MUHLA
Ot biçecek âlet, orak. * Nalbantların tırnak yonacak âleti.
MUHLED
Saçı ve sakalı geç ağaran kişi.
MUHLES
Orta yaşlı kimse.
MUHLES
İhlâsı dâimi olan. Devâmlı hâlis olan.
MUHLEVLAK
Düz kaypak nesne.
MUHLİK
(Bak: Mühlik)
MUHLİS
Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız.
MUHLİS
Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.
MUHLİSÂNE
f. Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla.
MUHLİSEN
Hâlis olarak. Muhlis olarak.
MUHMEL
Tüylü ve saçaklı nesne.
MUHMİD
Ateşin alevini bastıran.
MUHNAK
(C: Mehânik) Zayıflamış davar.
MUHNİK
(Hank. dan) Boğucu, boğan.
MUHNİS
Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.
MUHNİS
Birine verdiği sözü geri alan.
MUHRAZA
(C: Mehârız) Çöğen koyacak kap.
MUHREC
(Huruc. dan) Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş. * Bir şeyin sureti çıkarılmış.
MUHRENBIK
Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.
MUHRENŞİM
Azametli, kibirli kimse. * Zayıf ve rengi değişmiş kişi.
MUHRENZİM
Gadaplı, hışımlı, kızgın.
MUHREZ
Kazanılmış, elde edilmiş. * Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.
MUHRİB
Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.
MUHRİB
Harp gemisi. Torpidoları avlayan ve hızla giden bir nevi harp gemisi.
MUHRİBÎN
(Muhrib. C.) Muhribler. Yıkıp yok edenler. Harâb edenler.
MUHRİCE
Çıkrıkçı.
MUHRİK
Yakan. Yakıcı. * Çok acıtan. İhrak eden.
MUHRİK-DEM
f. Nefesi yakıcı olan. Âşık.
MUHRİZ
(İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan.
MUHSAN
Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse.
MUHSANAT
(Muhsana. C.) Muhsan olan kadınlar.
MUHSANE
Muhsan olan kadın. Temiz ve namuslu kadın.
MUHSAR
(Bak: İhsar)
MUHSIN
Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.
MUHSÎ
Sayı sayan.
MUHSİN
İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. * Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden.
MUHSİNÎN
(Muhsin. C.) Muhsinler.
MUHTAC
İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
MUHTAC-I TA'RİF
Tarif edip anlatmağa muhtaç.
MUHTACÎN
(Muhtac. C.) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar.
MUHTACİYET
İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.
MUHTAL
Mütekebbir. Kibirli.
MUHTAL
(Hile. den) Hilekâr, dalavereci, hileci.
MUHTALE
Hileci ve dalavereci kadın.
MUHTAN
Kendisine hıyanet edilen kimse. * Hâin. Hıyanet eden.
MUHTAR
İhtiyar eden. Seçilmiş olan. * Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür. * Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse. * Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.
MUHTARİYET
Muhtarlık. Kendi kendine hareket edebilme. İhtiyar ve iradesi kendi elinde olma.
MUHTASAR
Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış.
MUHTASARAN
Kısa olarak. Muhtasar olarak. Kısaltılmış tarzda.
MUHTASID
(Hasad. dan) Ekinci, çiftçi. İhtisâd eden, ekin biçen.
MUHTASIM
Düşmanlık yapan. Adavet eden. Husumet eden.
MUHTASIRA
Kısaltma. Hülâsa.
MUHTASS
(C: Muhtassin) (Husus. dan) Bir şeye veya bir kimseye ait olan.
MUHTASSAN
Ençok, bilhassa. Daha ziyâde.
MUHTASSÎN
(Muhtass. C.) (Husus. dan) Bir şeye mahsus olanlar, bir kimseye ait olan şeyler.
MUHTATİB
Nikâhla isteyen.
MUHTATİF
Göz kamaştıran. * Kapıp götüren.
MUHTAZAR
Hazırlanmış. * Ölüme hazır.
MUHTAZI'
Boyun eğen. Tevâzu yapan. Alçak gönüllülük gösteren.
MUHTAZIÂNE
f. Alçak gönüllülükle. Tevâzu ve mahviyetle. Boyun eğerek.
MUHTAZIB
Renklenen, boyanan.
MUHTAZIR
Can çekişen.
MUHTAZIRANE
Can çekişiyormuşcasına.
MUHTEBA
Dizlerini yere dikip ellerini dizlerine kavuşturup oturan; dizlerini iple bağlayıp oturan kimse.
MUHTEBER
Tecrübe ve imtihan eden, deneyen.
MUHTEBES
(Habs.den) Hapsedilmiş.
MUHTEBIT
Gece vakti dilenen.
MUHTEBİL
Delirmiş olan.
MUHTEBİR
Yoklayan, deneyen, tecrübe eden. * Sağlam haberi olan. İyice bilen.
MUHTEBİRÂNE
f. Yoklar ve denercesine. Tecrübe eder tarzda.
MUHTEBİS
Zorla alan.
MUHTECİB
Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.
MUHTED
(Hadd. dan) Hiddetlenmiş, kızmış. * Keskin. Keskinleşmiş.
MUHTEDİ'
Hilekâr. Dolandırıcı.
MUHTEDİÂNE
f. Hile ve dalaverecilikle.
MUHTEFÎ
Gizlenen. Saklı, gizli. * İftira eden.
MUHTEFİD
Seri kesici olan.
MUHTEKİR
İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan. (Bak: İhtikâr)
MUHTEKİR
Hakir ve hor gören. Aşağı ve adi kabul eden. İhtikar eden.
MUHTEKİR
Yardımcı.
MUHTEKİRÂNE
f. Vurgunculukla, ihtikârcılıkla.
MUHTEKİRÎN
(Muhtekir. C.) İhtikâr edenler. Vurguncular.
MUHTELEF
Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş.
MUHTELEF-ÜN FİH
Hakkında ihtilâf olunan mes'ele.
MUHTELİ'
Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.
MUHTELİB
Hilekâr, aldatıcı, hile yapan, dalavereci.
MUHTELİC
(Halecân. dan) (Kendi elinde olmıyarak) titreyen.
MUHTELİF(E)
Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
MUHTELİF-ÜL CİNS
Çeşit çeşit cinste. Muhtelif cinste.
MUHTELİK
Yalancı. Yalan uyduran.
MUHTELİK
Tıraş eden.
MUHTELİM
İhtilâm olmuş.
MUHTELİS
Beylik maldan çalan. Çalıp çırpan.
MUHTELİSÂNE
f. Çalarcasına. Çalıp çırparcasına.
MUHTELİT
Karışmış. Karışık. Karma.
MUHTELL
Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş. * İntizamsız. Nizamsız olmuş. * Fakir kimse. * Çok susuz kalmış olan.
MUHTELL-ÜS SIHHA
Sıhhati bozulmuş.
MUHTEMEL
(Haml. den) Olabilir. Mümkün. Ümid edilir. Kabil. Me'mul.
MUHTEMELAT
(Muhtemel. C.) Olabilir ve umulur şeyler. İhtimâl dahilindeki şeyler.
MUHTEMEL-ÜZ ZIDDEYN
Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.
MUHTEMER
Mayalandıran. Ekşiyip kabartan.
MUHTEMÎ
Perhiz yapan. İhtima eden.
MUHTEMİR
(Hamr. dan) Mayalanan. Mayalanarak ekşiyip kabaran. * Örtü ile örtünen. Yaşmaklanan.
MUHTENİK
(Hank. dan) Nefes alamayıp boğulan. Boğuk. Boğulmuş.
MUHTER
Yol, tarik.
MUHTERA'
İcad edilmiş. İhtira' olunmuş. Uydurulmuş.
MUHTERAAT
Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar.
MUHTEREM
Hürmet görmüş. İhtiram olunmuş. Kıymetli ve şerefli kimse.
MUHTERİ'
Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren. * Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri.
MUHTERİÂNE
f. Yeni bir şeyler icad ederek. Yenilikler ortaya koyarak. * İftirada bulunarak.
MUHTERİB
(C.: Muhteribin) (Harb. den) Savaşan, harbeden, muhârib.
MUHTERİBÎN
(Muhterib. C.) Harbedenler, savaşanlar, muhâribler.
MUHTERİF(E)
(Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri.
MUHTERİK
Ateşle yanmış olan. Yanan.
MUHTERİS
(Muhteriz) Sakınan. Çekinen. Çekingen.
MUHTERİS
İhtiras sahibi. Çok fazla hırslı istiyen.
MUHTERİZ
Sakınan. Çekinen. Çekingen.
MUHTERİZÂNE
f. Sakınarak, çekinerek. Çekine çekine.
MUHTESİB
(Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur. * Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası. (Bak: İhtisab)
MUHTEŞEM
Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.
MUHTEŞİ'
Kendini aşağı gören.
MUHTEŞİD
Biriken, toplanan.
MUHTETIB
(Hatab. dan) Koruluk, orman, meşelik. * Odun toplıyan.
MUHTETİM
Sona erdiren. Hitâma vardıran.
MUHTETİN
Sünnet olmuş.
MUHTEVA
Bir şeyin içindekiler. Kaplanan, içine alınan. İçindeki şey.
MUHTEVÎ
İhtivâ eden. Bir yere toplayan. İçine alan. Kaplayan.
MUHTEVİYYÂT
İçindekiler. Kapladığı şeyler.
MUHTEZEN
Biriktirilip ambar veya hazineye konmuş.
MUHTEZİN
Kederli, hüzünlü, mahzun, mükedder.
MUHTEZİR
Sakınan, çekinen. (Bak: Muhteriz)
MUHTIR
(Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan.
MUHTIRA
Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere.
MUHTÎ
Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı. * Hatâya düşürten. Yanıltan.
MUHVİL
Bir yaş tamamlamış.
MUHYEM
(C: Mehâyim) İkâmet yeri, oturma yeri.
MUHYÎ
Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.(Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peygamberimize de (A.S.M.) Muhyî denilmiştir)
MUHYİDDİN-İ ARABÎ
(Hi: 560 - 638) İspanya'da doğmuş, Anadolu ve Arabistan'ı gezmiştir. Mutasavvıf ve büyük âlim idi. Birçok ilmi eserler yazmıştır. Kendisine Şeyh-i Ekber de denir. Fütuhat-ı Mekkiye, Füsus-ül Hikem adlı eserleri meşhurdur. Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)
MUHZAR
İnce belli. Beli ince olan.
MUHZIR
(Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
 
MUHZİN
(Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici.
MUÎD
Yardımcı. Mubassır. * Dersi iade eden, tekrar ettiren. Muallim yardımcısı. * Geri çevirtici. * Bir şeyi âdet edinmiş olan. * Tecrübeli. Hâzık. * Güçlü. Kuvvetli. * Arslan. * Gazâ ve cihad eden kimse.
MUİDD
Hazırlayıcı. Amâde edici. * İâde eden. * Sayan.
MUÎL
Evlâd ü iyâli, yâni çoluk çocuğu çok olan kimse.
MUİLL
Hasta eden.
MUÎN
Yardımcı. Muâvin. İane eden.
MUÎR
Ödünç olarak veren. Borç veren. Karz-ı hasen tarzında veren.
MUİZZ
İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen.
MUJE
f. Musibet, belâ. * Keder, gam, tasa, hüzün.
MUJİK
(Rusça) Rus köylüsüne verilen isim.
MUK
f. Diken.
MUK
Göz pınarı. * Akılsızlık. * Kanatlı karınca. * Mest üzerine giyilen çizme.
MUKA
Islık çalmak.
MUKA'AR
(Ka'r. dan) Oyuk, çukur, çökük.
MUKA'ARİYET
Çukurluk, oyukluk.
MUKABBEB
(Kubbe. den) Kubbeli.
MUKABBEL
(Kabl. dan) Öpülmüş, takbil edilmiş.
MUKABBIZ
(Kabz. dan) Sıkan, daraltan.
MUKABBİL
(C.: Mukabbilîn) Öpen, takbil eden.
MUKABBİLÎN
(Mukabbil. C.) Öpenler, takbil edenler.
MUK'ABE
Kadeh gibi çukur göbek.
MUKABEDE
şiddet ve zahmet vermek.
MUKABELE
Karşılık, karşılamak. * Mücadele. * Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma. * Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.* Yüz yüze olmak. * Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunmak.
MUKÂBELE
Hapsetmek. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Meşveret etmek, danışmak. * Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.
MUKABELE-İ BİLHURUF
Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek. (Bak: Muaraza-i bilhuruf)
MUKABELE-İ BİLMİSİL
Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.
MUKABELE-İ BİSSÜYUF
Silâha, kılınca sarılmak suretiyle karşı koymak.
MUKABİL
Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
MUKAD
Ağır yüklü.
MUK'AD
Kötürüm.
MUKADDED
Parçalanmış.
MUKADDEM
Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan. * Askerin ön tarafına sevkedilen karakol. * Değerli, üstün. * Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen.
MUKADDEMA
Önce. Evvelce. Eskiden. Bundan evvel.
MUKADDEMAT
(Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar.
MUKADDEMÂT-I İHZARİYE
Bir şeyi hazırlamak için önceden yapılan işler.
MUKADDEME
İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
MUKADDEME-İ İSTİSNAİYE
Man: İçinde istisnâ edatı olan evvelki kaziye. "Eğer güneş doğarsa gündüz olacak. Güneş doğmuştur." kaziyelerinde: "Eğer güneş doğarsa" kaziyesi Mukaddeme-i istisnâiyedir.
MUKADDEM-ÜL AYN
Gözün kenarı. Gözün pınarı.
MUKADDER
Tâyin olunmuş. * Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan. * Kazâ. * Kıymeti biçilmiş. * Beğenilmiş. * Yazılmış olan. * Edb: Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. Lafzan zikredilmeyip, mânen murad edildiği anlaşılan. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de, her sureden evvel "Bismillâh" yazılı olması, bize her işimizde veya her okumaya başlarken Bismillâh diye emir olduğu "mukadder" dir. Meselâ: Kur'an-ı Kerim'de ( De ki:) mânasındaki Cenab-ı Hakk'ın hitabında: "Ya Muhammed (A.S.M.), Sen kullarıma de ki!" mânası, mukadder olarak vardır. Aynı zamanda Peygamber'in (A.S.M.) yolunda olanlara ve bütün vâris-i nebi olabilen büyük hakikatlı ve veli kullara aynı emir mukadderdir. Çünkü, emir olarak hitabdır. Hitab ise muhakkak bir muhataba söylenir. Vahiy hitabında birinci muhatab ise, Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. (Bak: Kader)
MUKADDERAT
(Mukadder. C.) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı. (Bak: Kader)(Hayat, "İman-ı Bil'kader" rüknüne bakıyor; remzen isbat eder. Çünki, madem hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gayesidir; ve Hâlik-ı Kâinat'ın en câmi âyinesidir; ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasın, bir nevi programı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb yani mâzi, müstakbel yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-ı mâneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve mâlumiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evâmir-i tekviniyeyi imtisâle müheyyâ bir vaziyette bulunmalarını sırr-ı hayat iktiza ediyor. Nasılki bir ağacın çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasında ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi aynen ağaç gibi bir nevi hayata mazhardırlar. Belki, ağacın kavânin-i hayatiyesinden daha ince kavânin-i hayatı taşıyorlar. Hem nasılki bu hazır bahardan evvel geçmiş güzün bıraktığı tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra, gelecek baharlara bırakacağı çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatı taşıyorlar ve kavânin-i hayatiyeye tâbidirler... Aynen öyle de; şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklariyle herbirinin bir mâzisi ve müstakbeli var. Geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i İlâhiyyede muhtelif tavırlar ile müteaddit vücudları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. Ve vücud-u hârici gibi o vücud-u ilmî dahi, hayat-ı umumiyenin mânevi bir cilvesine mazhardır ki, mukadderat-ı hayatiye, o mânidar ve canlı elvâh-ı kaderiyeden alınır. Evet âlem-i gaybın bir nevi olan âlem-i ervah, ayn-ı hayat ve madde-i hayat ve hayatın cevherleri ve zâtları olan ervah ile dolu olması, elbette mâzi ve müstakbel denilen âlem-i gaybın bir diğer nev'i de ve ikinci kısmı dahi, cilve-i hayatîye mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem herbir şeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ı ekmeli ve mânidar vaziyetleri ve canlı meyveleri, tavırları; bir nevi hayat-ı mâneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet, Hayat-ı Ezeliye Güneşinin ziyası olan bu gibi cilve-i hayat, elbette yalnız bu âlem-i şehadete ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u hâriciyeye münhasır olamaz; belki, herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanın cilvesine mazhardır; ve kâinat, bütün âlemleriyle o cilve ile hayattar ve ziyadardır. Yoksa nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir hayat altında herbir âlem, büyük ve müdhiş birer cenaze ve karanlıklı birer virane âlem olacaktı. S.)(Eşyanın mürur-u zamanla giydikleri suretler ve ettikleri harekât ile hâsıl olan vaziyetler dahi, bir intizam-ı kadere tâbidir. Evet, bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evâmir-i tekviniyenin ünvanı olan "Kitab-ı Mübin"den haber veren ve işaret eden, ham nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhinin bir ünvanı olan "İmam-ı Mübin" den haber veren ve remzeden iki kader tecellisi var. Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın, maddi keyfiyat ve vaziyetleri ve hey'etleridir ki, sonra göz ile görünecek. Nazarî ise, o çekirdekte, ondan halkolunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, tarihçe-i hayat namiyle tâbir edilen vakit-bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller; o ağacın dalları, yaprakları gibi intizamlı birer kaderî miktarı vardır. Mâdem en âdi ve basit eşyada böyle kaderin tecellisi var. Elbette umum eşyanın vücudundan evvel yazılı olduğunu ifade eder ve az bir dikkatle anlaşılır. Şimdi; vücudundan sonra herşey'in sergüzeşt-i hayatı yazıldığına delil ise âlemde "Kitab-ı Mübin" ve "İmam-ı Mübin"den haber veren bütün meyveler ve "Levh-i Mahfuz"dan haber veren ve işaret eden insandaki bütün kuvve-i hâfızalar birer şahittir, birer emâredir. Evet herbir meyve, bütün ağacın mukadderat-ı hayatı onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazılıyor. İnsanın sergüzeşt-i hayatiyle beraber kısmen âlemin hâdisat-ı mâziyesi kuvve-i hâfızasında öyle bir surette yazılıyor ki, güya hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte dest-i kudret, kalem-i kaderiyle insanın sahife-i a'mâlinden küçük bir senet istinsah ederek, insanın eline verip, dimağının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde onunla hatırlatsın. Hem, tâ mutmain olsun ki; bu fena ve zeval herc ü mercinde beka için pek çok âyineler var ki, Kadir-i Hakîm, zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem, beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm, fânilerin mânalarını onlarda yazıyor... S.) (Bak: İmam-ı mübin)
MUKADDERAT-I HAYATİYE
Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri tavır, hareket, şekil ve amelleri gibi hususiyetleri.
MUKADDES
(Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
MUKADDESÂT
(Mukaddes. C.) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar.
MUKADDİM
(Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan. * Cür'etli çeri kimse. * Gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)
MUKADDİMAT
(Mukaddime. C.) Mukaddimeler. İlk gelenler. İlk sözler.
MUKADDİME
Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. * Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapda olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dâir yazılan makale, önsöz. * Alın. Nâsiye. Alındaki perçem.
MUKADDİME-İ KÜBRÂ
Büyük başlangıç.
MUKADDİR
Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.
MUKADDİRÂNE
f. Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde.
MUKADDİRÎN
(Mukaddir. C.) Kıymet ve paha biçenler. Takdir edenler.
MUKAFFA
Kafiyeli, kafiyelenmiş. Birbirini tâkib eden.
MUKAFFEL
(Kufl. den) Kilitlenmiş, kilitli.
MUKAFFÎ
Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)
MUKAHHİR
(Kahr. dan) Kahreden, tahkir eden, yok eden.
MUKALKAL
Kararsız. * Şarap, hamr.
MUKALKALE
şişe. Sürahi.
MUKALLED
(Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış. * Padişah tarafından nişan takılan kimse. * (Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan.
MUKALLEF
Kalafatlanmış, taklif edilmiş.
MUKALLİB
(Kalb. den) Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka tarafa döndüren.
MUKALLİD
Benzemeye veya benzetmeğe çalışan. Taklid eden. * Bir şeyi boynuna takan, asan. * Kuşatan.
MUKALLİDÂNE
f. Benzetmeğe, taklide özenircesine. Taklid edercesine. Benzemeğe çalışırcasına.
MUKALLİDÎN
(Mukallid. C.) Taklidçiler. Örnek ve misâl alanlar. * Takınanlar. Boyuna takanlar.
MUKALLİS
Ağaç oynatıcı.
MUKAM
Durduracak mekân. İkamet mevzii. * Durmak, ikamet.
MUKAME
İkamet, oturma. * İkamet yeri, vatan. * Ümmet.
MUKAMEHA
Başını yukarı kaldırmak.
MUKAMERE
Kumar oynama.
MUKAMİK
Sözü boğazı içinden söyleyen.
MUKAMİR
Kumarbaz. Kumar oynatan.
MUKANAT
Karıştırmak.
MUKANFEZ
Üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan. Kirpi.
MUKANNA'
Peçeli.
MUKANNEN
(Kanun. dan) Muntazam. Tertibli. * Kanun ile vâcib ve mukarrer olan. * Zaman ve miktarı hiç şaşmayan. Tertibe dahil olarak kararlaşmış olan.
MUKANNİBE
Gelin süsleyen kadın.
MUKANNİN
Kanun yapan. İntizama koyan. Kanun tertib ve ihdas edici olan.
MUKANNİT
Yer altından kanalla su akıtan kişi. * Muti kimse, itaat eden, emre boyun eğen kişi.
MUKANTAR(A)
(Kantara. dan) Kemer şeklinde olan köprü. * Birbiri üstüne yığılmış çok şey. * Muhkem.
MUKANTARAT
(Mukantara. C.) Köprüler. Kemer şeklinde olan yapılar.
MUKARAA
(Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme. * Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları. * Bir şeyin taksiminde atışmak.
MUKARAZA
Kazanca ortak olup zararı sermâyeye ait olmak üzere bir kimseye belirli bir miktar sermaye verme.
MUKAREBET
(Kurb. dan) Akrabalık, yakınlık.
MUKARENET
(A, uzun okunur) Yakınlık. Ayrılmayıp musâhebe etmek. * Bitişmek. Birleşmek. * Uygunluk. * Bir yere gelmek.
MUKARİB
Birbirine yakın ve karib olan. İyi ve kötü ortasında orta hâlli olan.
MUKARİB-ÜL VÜCUD
Olması yakın, vücuda gelmesi yakın.
MUKARİN
Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. Ulaşmış olan.
MUKARNES
Kubbe biçiminde olan. * İşlemeli, nakışlı ve rengarenk olan. * Merdiven şeklinde dereceleri olan kubbe.
MUKARR
(Karâr. dan) İkrâr olunmuş. "Vardır, öyledir evet." denilmiş.
MUKARRE
Göz yaşının durması.
 
MUKARREB
(Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
MUKARREBUN (MUKARREBÎN)
Büyük meleklerden bir zümre. * Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Cenab-ı Hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar. * Yakınlaşmış olanlar.
MUKARREN
Bağlanmış nesne.
MUKARRER
Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.
MUKARRERÂT
Kararlaştırılan şeyler, kararlar.
MUKARRİ'
Azarlıyan, paylıyan, başa kakan.
MUKARRİB
Takrib eden. Yaklaştıran.
MUKARRİB-ÜL VÜCUD
Vücudunu yakın eden, yaklaştıran.
MUKARRİH
(C.: Mukarrihât) Yara açan ilâç.
MUKARRİHAT
(Mukarrih. C.) Yara açmakta kullanılan etkili ilâçlar.
MUKARRİN
Birlikte bulunduran.
MUKARRİR
(Karar. dan) Yerleştiren. Takrir eden. Sabit kılan. * Tekrar eden. Dersi tekrar ederek anlatan müderris.
MUKARRİZ
(C.: Mukarrizin) (Karz. dan) Medheden, öven. Bir eseri medheden.
MUKARRİZÎN
(Mukarriz. C.) Medhedenler, övenler. Medih yollu yazı yazanlar. Bir eseri medhedenler.
MUKARRÜN-BİH
Başka birisine âit olduğu, birisi tarafından haber verilen hak. İkrâr olunan hak.
MUKASAT
Zahmet ve eziyet çekme.
MUKASEME
(Kısm. dan) Paylaşma, bölüşme, taksim etme.
MUKASIM
(Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen, taksim eden.
MUKASMEL
Asâsı çok şiddetli olan.
MUKASSA
Kısas etmek. * Üzerlerinde olan borcu birbirine takas edişmek.
MUKASSAT
(Kıst. dan) Taksitli.
MUKASSATAN
Taksitli olarak, taksitle.
MUKASSEM
(Kısm. dan) Ayrılmış, bölünmüş, taksim edilmiş. * Güzel yüzlü.
MUKASSIR
Taksir eden, yapabilir iken yapmayıp çekinen. * Kusur işleyen. * Gücü yetmediği için yapmayan.
MUKASSÎ
(Kasvet. den) Kasvet verici. Sıkıntılı, kasvetli. Sıkıcı, dar.
MUKASSİM
(Kısm. dan) Ayıran, bölen, taksim eden.
MUKAŞŞER
(Kışr. dan) Kabuğu soyulmuş.
MUKATAA
(Kat'. dan) Kesişmek. * Ülfeti terk eylemek. * Birbirinden kesmek ve kesişmek. * Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi. * Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.
MUKATANE
Mukim olmak, oturmak, ikamet etmek.
MUKATELAT
(Mukatele. C.) (Katl. den) Muharebeler, savaşlar, kavgalar, dövüşler. * Vuruşmalar, düello yapmalar.
MUKATELE
(A, uzun okunur) Birbirini vurmak, öldürmek. Vuruşmak, kavga, döğüş.
MUKATİL
(Katl. den) Birbirini öldüren, birbiriyle vuruşan. Düello yapan.
MUKATİLUN
(Mukatil. C.) Düşmanla muharebe eden mücâhidler.
MUKATTA'
Kesilmiş. * Parçalanmış.
MUKATTAA
(Kat'. dan) Bitişik olmayan. Kesik, ayrı.
MUKATTAAT
(Mukattaa. C.) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler. * Kısaltmalar. * Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler. * Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler.
MUKATTAAT-I HURUF
Edb: Matlâsız şiir parçaları. Muhtelif olarak alınmış şiir parçaları. * Kısaltmalar. Tamamlanmamış cümleler. (Bak: Huruf-u mukattaa)
MUKATTAR
(Katr. den) İnbikten geçirilmiş saf su. Taktir edilmiş. Damıtılmış su.
MUKATTARAT
(Mukattar. C.) Taktir edilmiş, damıtılmış sular.
MUKAVELAT
(Mukavele. C.) Mukaveleler.
MUKAVELAT MUHARRİRİ
Noter. Kâtib-i adl.
MUKAVELE
Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek. * Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt.
MUKAVELENAME
Anlaşma yazılı olan kâğıt. Mukavele yapılan kâğıt.
MUKAVEMET
Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
MUKAVEMET-SUZ
f. Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran.
MUKAVEMET-ŞİKEN
f. Mukavemeti kıran.
MUKAVERE
Zayıflamak.
MUKAVİM
Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.
MUKAVİMÎN
(Mukavim. C.) Karşı koyanlar, direnenler.
MUKAVVA
(Kuvvet. den) Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş.
MUKAVVER
Ziftle karışık veya ziftle kaplı. * Yuvarlak kesilmiş.
MUKAVVES
(Kavs. den) Yay gibi bükülmüş ve eğri olan. * Kavis teşkil etmiş, bükülü.
MUKAVVÎ
Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.
MUKAVVİM
Kıvama getiren. Biçimine koyan. Tesviye ve tanzim edici. Eğriyi doğrultucu.
MUKAYAZA
Trampa etme, değişme. Mübadele.
MUKAYEFE
Firâset etmek. * Bir kimsenin ardınca gitmek.
MUKAYESAT
(Mukayese. C.) Mukayeseler. Kıyas etmeler.
MUKAYESE
(Kıyas. dan) Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma.
MUKAYYED
Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
MUKAYYİ
Kay ettiren, kusturan.
MUKAYYİAT
(Mukayyi. C.) Kusturucu ilâçlar.
MUKAYYİD
Kayd eden. Kayıt me'muru. Kayıt takan.
MUKAYYİDÎN
(Mukayyid. C.) Kayıt memurları, mukayyidler.
MUKAZEFE
Sövüşmek.
MUKAZZEZ
Heyeti hafif olan kimse.
MUKBİL
Mübârek. İkbali kutlu, mutlu. Mes'ud. Bahtiyar.
MUKBİLAN
(Mukbil. C.) (Kabl. den) Mutlular, bahtiyarlar, mes'ud kimseler.
MUKBİLÎN
(Mukbil. C.) (Kabl. den) Bahtiyarlar, mutlular, mes'udlar.
MUKDİM
İşine düşkün, gayret ve fedakârlıkla çalışan. Cüretli ve cesaretli olan.
MUKDİMÂNE
f. Gayret ve dikkatle.
MUKES'AL
İyi yonulmamış ok.
MUKHEM
Cümle arasındaki lüzumsuz ve fazla kelime.
MU'KIB
Ökçeli ayakkabı.
MÛKID
Ateş yakan.
MUKILL
Malı az olan. Fakir.
MUKILLÎN
Fakirler. Muhtaç olanlar.
MÛKIN
Şüphesiz ve kat'i olarak bilen.
MÛKINÛN
Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar. (Bak: Yakin)
MU'KIR
Malı mülkü çok olan kimse.
MÛKIR
Yemişinin çokluğundan dolayı dalları sarkmış olan ağaç.
MUKIRR
(Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen. * Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.
MÛKIZ
(Yakaza. dan) Uyandıran, ikaz eden. * Gaflet ve dalgınlıktan kurtaran.
MUKİBB
Lüzumlu olan, icab eden.
MUKÎL
Hataları, yanlışları afveden.
MUKÎM
İkamet eden. Ayakta duran. * Okuyan. * Bir memlekette devamlı duran. * Fık: Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde onbeş günden fazla kalan kimse. (18 saatlik uzağa gidene "Misâfir" denir.) * Esmâ-i İlâhiyyeden olup "Her şeyi ayakta tutan, devam ettiren ve kayyumiyet sırrıyla bir an bile hiç bir şeyden alâkasız olmayan" meâlindedir.
MUKÎM-ÜS SÜNNET
Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Tevrat ve Zebur'daki ismi, sünnet ikame eden.
MUKÎT
Muhafaza eden. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve rızık veren.
MUKKA
(C: Mükâyâ-Mükâki) Hicaz diyarında yaşıyan bir cins beyaz kuş.
MUKLE
(C: Mukul) Gözün karası. Göz bebeği. * Göz. * Su taksimi için kullanılan taş.
MUKMAH
Başını kaldırıp gözünü bir yere dikip duran kişi.
MUKMEHUN
Elleri boyunlarına bağlı veya boyunlarından zincir takılı olarak azab çekenler. * Başı yukarı kalkmış, gözleri bir yere dikilmiş ve etrafa bakamayan somurtmuş kimseler.
MUKMİR(E)
(Kamer. den) Mehtaplı. Ay ışığıyla aydınlanmış.
MUKNİ'
İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden. * Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran.
MUKNİA
Kurbağa yavrusunun, yumurtadan çıktığı ilk hâli.
MUKRAZ
(Karz. dan) Ödünç verilmiş, borç verilmiş. İkrâz olunmuş.
MUKREM
Bir kavmin ulusu, seyyidi.
MUKRİ'
Kur'an-ı Kerimi kaidelerine uygun okuyan.
MUKRİB (MUKREB)
Nöbete tutulmuş at.
MUKRİF
Babası köle, anası hürre olan kimse. * Anası arabi, babası arabi olmayan deve.
MUKRİN
Birlikte. Berâber.
MUKRİZ
(Karz. dan) Ödünç veren. Borçla emânet para ve sâir şeyler veren.
MUKSA
Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış.
MUKSEM
(Kasem. den) Yemin edilmiş, kasem edilmiş.
MUKSİM
(Kasem. den) Yemin edilecek yer. * Yemin eden, kasem eden.
MUKSİT
Adaletle iş gören. Haklı hareket eden. * Nefsine lâyık görmediği zararlı şeyi başkasına da münasib görmeyen.
MUKSİTÎN
(Muksit. C.) Haklı iş görenler. Hakkı edâ edenler.
MUKŞA
Kabuğu çıkarılmış. * Derisi soyulmuş.
MUKŞAİRR
Ürperen.
MUKTASIR
Kısa kesen, uzatmıyan.
MUKTATAF
(C.: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş. * Derleme, toplama. Derlenmiş.
MUKTATAFAT
(Muktataf. C.) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler.
MUKTATIF
(İktitaf. dan) Derleyen, toplayan.
MUKTEB
(C: Mekâtib) Yazı talim eden kimse.
MUKTEBES
İktibas olunmuş olan. Bir yerden alınan, bir kitab ve sâir yerden istifade ederek alınan.
MUKTEBESAT
(Muktebes. C.) (Kabs. dan) Muktebes olan şeyler. İktibas edilmiş ve faydalanmak üzere alınmış olan şeyler.
MUKTEBİS
(C.: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan.
MUKTEBİSÎN
(Muktebis. C.) (Kabs. dan) Aktaranlar, iktibas edenler. Faydalanmak için alanlar.
MUKTEDA
Kendisine uyulan. Önde giden. * Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ. * Namazda kendine uyulan imam.
MUKTEDÂ-BİH
Kendisine tebaiyyet edilen. Kendisine uyulan.
MUKTEDÎ
Tâbi olan, uyan. İmama uyan.
MUKTEDİR
Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı.
MUKTEDİRÎN
(Muktedir. C.) İktidar sahibleri. Muktedirler, gücü yetenler.
MUKTEF
Kendine uyulmuş, kendisi tâkib edilmiş meâlinde olup, Hz. Resul-i Ekreme (A.S.M.) verilen isimlerden biridir.
MUKTEFA
(Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş.
MUKTEFÎ
Ardından giden. İzinden giden. İktifâ eden. Misâl alan, örnek tutan.
MUKTEHİM
Mülâhazasız bir işe hücum edip giren. * (Bak: İktiham)
MUKTELA'
(Kal'. den) Kökünden koparılmış. Kökünden koparan.
MUKTELİ'
(Kal'. den) Kökünden koparan.
MUKTERİH
Bir şeye kasd eden, araştıran. * Yeniden meydana çıkaran. * Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden.
MUKTERİN
(İktiran. dan) Yaklaşan, yakın gelen, iktirân eden.
MUKTESEB
(Bak: Mükteseb)
MUKTESİD
İktisadlı, tutumlu. Malını, ömrünü, vaktini boşuna geçirmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan. (Bak: İktisad)
MUKTESİDAN
(Muktesid. C.) Muktesidler. Lüzumsuz masrafda bulunmayan ve vaktini boşa geçirmeyenler. İktisadlılar, tutumlular.
MUKTESİR
Kısa kesen, iktisar eden.
MUKTEZA
Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen. (Bak: Dâll-i bi-l iktiza)
MUKTEZA-İ HÂL
Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.
MUKTEZA-İ HİLKAT
Yaradılışın gerektirdiği şey. Yaradılış itibariyle olan hal ve netice.
MUKTEZÎ
(Muktazî) Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış. * İktiza eden. Gerekli. Lâzım.
MUKTEZİYYAT
İktiza eden şeyler. Gerekli olan ve icab eden şeyler.
MUKTİR
Dar hâlli, durumu sıkıntılı. * Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.
MUKVERE
İnce, zayıf kadın.
MUKZA
Tamamlanmış. * Lüzumlu görülmüş.
MUKZA'
Seri, hafif nesne.
MUKZI'
Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan.
MUKZÎ
Gerekli görülmüş. * Hüküm ve kazâ olunmuş. * Tamamlanmış.
MU'LAT
(C: Meâli) şeref kazanmak. * Yüksek derece.
MULEKKIN
(Bak: Mülekkın)
MU'LEM
(İlm. den) Belirtilmiş, işâretlenmiş.
MULİ'
Tutkun, düşkün, ihtiraslı.
MULİF
(Ülfet. den) Alışık, alışmış. Ülfet etmiş.
MULİM
(Elem. den) Elem ve keder verici.
MU'LİN
İlân eden. Herkese bildiren.
MUM
f. Yumuşak. * Mum.
MUMAHELE
Hile etmek. * Oyunla aldatmak. Hilekârlık.
MUMA-İLEYH
(Mumâileyhâ) Kendisine işâret edilen. İsmi evvelce geçen.
MUMA-İLEYHİM
İsmi evvelce geçenler. * İmâ edilenler, yukarıda anlatılmış olanlar.
MUMA-İLEYHİNN
(Mumâ-ileyhâ. C.) Adı geçen kadınlar, yukarıda anılan kızlar, imâ edilenler.
MUMATELE
(Bak: Mümatala)
MUMDAR
f. Mum tutan. Işık veren. Işık tutan.
MUMÎL
Bir tarafa doğru eğen. Meylettiren.
MUMİYAN
f. Belleri ince olan güzeller. Kıl belliler.
MUMYA
f. Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu. * Çok zayıf (kimse).(Kur'anda çok tekrar edilen kıssa-ı Musa Aleyhisselâm'ın cümleleri ve cüz'leridir ki, herbir cümlesi, hattâ herbir cüz'ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor. Meselâ: $ Fir'avun, vezirine emreder ki: "Bana yüksek bir kule yap, semâvatın hâlini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa'nın (A.S.) dâva ettiği gibi semada tasarruf eden bir İlâh var mıdır?" İşte Î kelimesiyle ve şu cüz'î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlik'ı tanımadığından tabiat-perest olup Rububiyyet dâva eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nâm eden şöhret-perest olup dağ-misâl meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenâsuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillu mezarlarda muhafaza eden Mısır fir'avunlarının an'anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder.Meselâ: $ Gark olan Fir'avuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" unvaniyle umum Fir'avunların tenâsuh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla mâziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temâşâgâhına göndermek olan mevt-âlud, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Fir'avunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahali-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyye, bir lem'a-yı i'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. S.)
MUMZA
(Mazâ. dan) İmza edilmiş olan.
MU'NAN
Su arkı, su mecrâsı.
MUNASSAB
(Nasb. dan) Birbirinin üzerine tertiplenmiş olan.
MUNAZZAF
(Nazif. den) Temizlenmiş, arınmış, tanzif edilmiş.
MUNAZZAMA
Tanzim olunmuş, yoluna konulmuş olan. İntizamlı teşkilât. Nizamlı. Adaletli.
MUNAZZIM
Sıralayıp dizen, tanzim eden. * Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan.
MUNDAK
Dövülüp ufalanmış.
MUNFASIL
İnfisal etmiş. Birbirinden ayrılmış. Yerinden ayrılmış, fasl olmuş. İşinden ayrılmış.
MUNFASIL ZAMİR
Gr: Başka kelimeye bitişik olmayan zamir. Ene, Ente: Ben, sen.. gibi.
MUNFASILAN
Ayrı ayrı olarak. Ayrılmış olarak. Munfasıl tarzda.
MUNFASIM
Kırılan, kırılmış olan, kırık. Eksilen.
MUNFASÎ
Bir şeyden ayrılıp kurtarılmış olan.
MUNFATIR
Yarılan, infitar eden.
MUNFAZİH
Rezil ve kepaze olmuş.
MUNİKA
Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel.
MUNİS
Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş.
MUNİSE
Hayat yoldaşı. Can yoldaşı.
MUNKABIZ
Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı. * Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış. * Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.
MUNKALİB
İnkılâb eden. Dönen. Dönmüş. Başka bir şekle ve kılığa girmiş olan. Değişmiş, değişen.
MUNKARIZ
İnkıraz bulmuş. Batmış. Bitmiş. Son bulmuş. Mahvolmuş. Sönmüş.
MUNSABB
(Bir denize veya nehire) dökülen, karışan.
MUNSABİG
(Sıbg. dan) Boyanan, insibâg eden.
MUNSADI'
Yarılmış, bölünmüş.
MUNSALİH
Sulh üzere olan. Barış hâlinde olan.
MUNSAMÎ
Dökülüp akıtılmış.
MUNSARIM
Kesilen, kat edilen.
MUNSARİF
(Sarf. dan) Geri dönen, çekilip giden. * Gr: Esre ve tenvin kabul eden isim.
MUNSARİH
(Sarâhat. dan) Açık, meydanda, zâhir.
MUNSIF
İnsaflı. Merhametli. Hakkı kabul eden. Hakka riayet eden.
MUNSIFÂNE
İnsaflıca. İnsaflılıkla.
MUNTABI'
(Tab. dan) Yaradılışdan olan, fıtraten. * Basılmış, tab' edilmiş, damgalanmış. * Hoş görülen, güzel.
MUNTABIH
(Tabh. dan) Pişmiş, pişen.
MUNTABIK
İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun.
MUNTAFİ
Sönmüş. Sönen. * Bastırılmış.
MUNTALİK
(Talâk. dan) Salıverilmiş, bırakılmış. * Bağsız. * Kederi, hüznü ve gamı olmıyan. Sevinçli, mesrur, neşeli.
MUNTAMIS
Belirsiz olan. İntımâs eden.
MUNTASIF
(Nısf. dan) Orta, yarı. * Yarıya varılmış, yarılanmış.
MUNTASIF-I SENE
Yılın ortası. Senenin yarısı.
MUNTASIH
(Nush. dan) Nasihat dinliyen. Öğüt dinliyen.
MUNTASIHÂNE
f. Nasihat dinliyerek.
MUNTASIR
Öç alan. İntikam alan.
MUNTAVİ'
Söz dinler. Muti.
MUNTAVÎ
(Tayy. dan) Dürülmüş, dürülüp bükülmüş, devşirilmiş.
MUNTAZAM
Düzenli. Tertibli. İntizamlı. Düzgün sıralanmış. Her şeyin yerli yerinde olması. Derli toplu olma.
MUNTAZAMAN
İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda. * Devamlı ve sürekli olarak. Dâima.
MUNTAZAR
Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen.
MUNTAZIR
Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen.
MUNTAZIRAN
Bekliyerek, intizâr ederek.
MUNTAZIRÂNE
f. Bekliyerek, muntazıran, intizâr ederek.
MUNTAZIRÎN
(Muntazır. C.) Bekliyenler, gözliyenler. İntizar edenler.
MUNZACIR
Yüreği sıkılmış.
MUNZALİM
Kendi isteğiyle veya istemiyerek zâlimin zulmüne boyun eğen.
MUNZAMM
Zamm edilen. İlâve edilen. * Ek. Üste konan, katılan.
MUNZAR
Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.
MUNZİC
Hazmettirici, sindirici. * Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren. * Kemâle eren, inzâc eden.
MUNZİCÂT
Yaranın iltihabını yok edici, irinini akıtıcı (ilâçlar).
MUR
f. Karınca. Neml.
MURA
Kedi sesi. Kedi miyavlaması.
MURABAA
Yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma.
MURABAHA
Bir malı kâr ile satmak. * Bir miktar ilâve ederek ödünç para alıp vermek. * Fâiz ile para alıp vermek.
MURABATA
Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip sebatla nöbet beklemek. * Mülâzemet etmek. * Bağlamak.
MURABBA
Terbiye görmüş. * Kaynatıp kıvama geldikten sonra dondurulmuş. * Meyve suyu tatlısı. Reçel. Ezme.
MURABBA'
Dört köşeli şekil. * Dörde çıkarılmış. Dörtlü. Dört şeyden olmuş. * Geo: Kare.
MURABBA-İ TÂMM
Geo: Tam kare.
MURABBANİŞİN
f. Bağdaş kurup oturan.
MURABBAYAT
(Murabbâ. C.) Kaynatılıp kıvamına getirildikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlıları.
MURABIT
Kalbini Allah'a bağlayan. * Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen.
MURABITÎN
(Murâbıt. C.) Kalblerini Allah'a bağlayanlar. * Şeyhler, dervişler.
MURAD
İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
MURAD-I HAK
Allah'ın isteği ve muradı.
MURAFAA
Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak. * Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
MURAFAKAT
Beraberlik, arkadaşlık.
MURAFIK
Refakat eden, beraber bulunan, yoldaş, arkadaş.
MURAFİ'
(Ref'. den) Murâfaa eden.
MURAGABET
Arzu etme, dileme.
MURAGIB
Rağbet eden.
MURAHHAM
Kısaltma. * Son harfleri veya heceleri düşürülmüş.
MURAHHAS
Devlet veya herhangi bir teşekkül nâmına, salâhiyyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen kimse. * Terhis edilen. İzin verilen. Tâlimat verilen kimse.
MURAHHASA
Ermeni piskoposu.
MURAHHASİYET
Murahhaslık, delegelik.
MURAHHİL
(Rıhlet. den) Bir yerden diğer bir yere göçüren. Terhil eden.
MURAÎ
(Bak: Mürâi)
MURAÎ
Riayet eden. Bakıp gözeten.
MURAKABE
Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak.
MURAKASA
(Raks. dan) Raksetme, dans.
MURAKIB
Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. * Hıfzeden. * Allah'a (C.C.) bağlanmış olan.
MURAKKA'
(Ruk'a. dan) Yamalı, yamanmış.
MURAKKAK
(Rikkat. den) İnce. İncelmiş.
MURAKKAM
(Rakam. dan) Yazılı, yazılmış. * Numaralanmış, numara konulmuş, sayı konulmuş.
MURAKKAN
Bozulmuş, aradan çıkarılmış.
MURAKKIK
Tecvidde bir harfi ince okumağa; terkik, ince okunan harflere ise; murakkık denir ki, şunlardır: Elif, nun, şın, ra, ha, dal, yâ, se, ayın, lam, mim, kef, sin, vav, fe, te, cim, he, ze, bâ, zel.
MURAKKIM
(Rakam. dan) Pusulanın iğnesi.
MURAN
(Mur. C.) Karıncalar.
MURANE
f. Karıncavâri, karınca gibi.
MURASADE
(Rasad. dan) Rasad etme, gözetleme. * Dikkatle bakma.
MURASSA'
Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı. * Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş. * Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit. * Bir nevi yazı.
MURASSAAT
(Murassa'. C.) Murassâlar. Cevher ve inciler gibi şeylerle. Süslenmiş olanlar. Takdir edilip yerleştirilmiş süslü ve kıymetli şeyler.
MURASSAS
Lehimlenmiş. * Kurşun veya kalayla kaplanmış.
MURAVAGA
Güreşme.
MURAVAZA
Bir kimseyi kahır veya hile ile iknâ etme, aldatma, kandırma.
MURAZAA
(Rızâ. dan) Emzirme.
MURÇE
f. Küçük karınca.
MURD
f. Mersin ağacı.
MURDAR
f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan.
MURDİA
Süt emziren. Süt anası.
 
MU'REB
Gr: Sonu her çeşit harekeyi alabilir olan. Mebni olmayan. İrablanmış. Sonu harekelenmiş olan kelime.
MU'RİB
İzhar edici, izhar eden, gösteren.
MURİS
Getiren. Veren. Kazandıran. * Fık: Miras bırakan.
MU'RİZ
İ'raz eden. Yüz çeviren. Başka tarafa dönen. Ta'riz eden. Dokunaklı konuşan.
MURTABİT
Bağlı. İrtibatlı. Birbirine bitişik. Ekli.
MURTAD
(Bak: Mürted)
MURTAZ
Alıştırılmış, tâlimli hayvan.
MURTAZI'
(Rızâ. dan) Süt emen, irtiza eden.
MURTEZA
Beğenilmiş. Seçilmiş. Makbul. Rağbet gören. Beğenilen. * Hz. Ali'nin (R.A.) bir lâkabı.
MURZI'
(Rızâ. dan) Çocuk emziren.
MURZİA
(Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın.
MUS
Bıçak.
MUSA
Vasiyet olunan mal. * Menfaat.
MUSA
Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (A.S.) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsa'ya (A.S.) kadar devam etti. Yusuf'un (A.S.) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (A.S.) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi.(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir surete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risaletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. S.)
MUS'A
(C: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi. * Bir kuşun adı.
MUSA BİH
Vasiyyet olunan şey.
MU-SA(Y)
f. Ustura.
MUSAARA
Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek.
MUSAB
Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.
MUSAB
Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.
MUS'AB
Aygır at. * Her nesnenin erkeği.
MUSABBAG
Boyalı, boyanmış.
MUSABE
Musibet, belâ, âfet.
MUSABERET
Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak.
MUSABİYET
Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.
MUSADAKAT
(Sıdk. dan) Karşılıklı dostluk.
MUSADDA'
(Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş.
MUSADDAK
Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tanınmış, isbat edilmiş olan.(Hem zâtiyle, hem lisâniyle, hem delâlet-i hâliyle, hem kaliyle kâinatın Sâniine delâlet eden şu delil; hem hakikat-ı kâinatça musaddak, hem sâdıktır. Çünkü bütün mevcudatın vahdâniyete delâletleri, elbette vahdaniyeti söyleyen Zâtı tasdik hükmündedir. Demek söylediği da'vâ da umum kâinatça musaddaktır. M.)
MUSADDAR
(Sudur. dan) Çıkmış, sudur etmiş.
MUSADDE
Muhâlefet, uyuşmazlık, zıtlık.
MUSADDIK
Tasdik eden. İmzalayan. * Doğruluğunu kabul eden.
MUSADDİ'
Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.
MUSADE
Avlanan canavar.
MU'SADE
(İ'sad. dan) Sımsıkı kapatılmış, kilitlenmiş olan.
MUSADEFE
Bulmak. * Yetişmek.
MUSADEKA
Dostluk.
MUSADEMAT
Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler.
MUSADEME
İki şeyin birbiriyle çarpışması. Çarpışmak. Vuruşmak.
MUSADERE
Zulüm ve cebir etmek. (Bak: Müsadere)
MUSAF
Cenk, harp.
 
Geri
Top