• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ABBAS


Oyun için sadece bir kanepe yeterli olmaktadır.


Abbas:karıcım bana su getirir misin?(gazete getirir)


Latife (içeri girer suyla)aa manyak mıdır nedir git kendin al(suyu içer)


Abbas:ya hayatım neden böyle yapıyorsun ama?


Latife:bana hayatım deme yapmacık olmayalım lütfen abbas bey ben sana hayatım diyor muyum benim adım latife edici bana latife diyeceksin ayyy!!


Abbas:latife gibisin hayatım latife


Latife:bak daha hala hayatım diyor.


Abbas:aaa yeter artık lütfen ne zaman yemek yiyeceğiz


Latife:eee sen yemeği ne zaman yaparsan


Abbas:ya hayatım..ay latife yapma böyle zaten işten geldim yorgunum


Latife: vallaha orası beni germez abbas bey okul müdürü olmayı siz tercih ettiniz babam seni şirketine genel müdür yapacaktı fakat sen okul müdürü olmayı tercih ettin eşek gibi yorulacaksın tabii ...ah babacım ah mübarek adam...


Abbas:latife istersen o konuyu hiç açmayalım


Latife:ay kalk daha mutfağı toparlayacaksın tembel adam kalk..elin adamı işten gelirken takılar küpeler getiriyor sen karına toka getirmedin bugüne kadar toka!


Abbas:karıcım tokayı da mı ben alayım Allah Allah


Latife:bak karıcım diyerek yapmacık olmayalım lütfen.ayrıcana yemek yedikten sonra kahve yapacaksın hatırlatmış olayım sonra mutfaktan elin boş kıçın yaş gelmez isen çok iyi etmiş aksi takdirde gece okuyacağım kitabı bana sesli bir şekilde okumak zorunda kalırsın.


Abbas:lütfe terbiyeli ol latife Allah Allah kadın sen ne işe yararsın Allah aşkına ya sabahtan akşama kadar okulda çoluk çocukla uğraş lütfen ya.. yani latife biraz bana yardımcı ol lütfen


Latife:Allah Allah öyle mi al o zaman çocuklarına bakıcı al biri top oynar üstünü batırır biri daha yemek yemesini bilmez üstüne çorba döker.. ay bende faal bir kadınım e her gün günlerimiz oluyor konuşuyoruz e öğleden sonra gelin kaynana yarışmaları oluyor e sabahları desen kadın programları var ay ben hangi iş yapayım ama yetişemiyorum hayatım


Abbas: yapma ama hayatım evde her şey üst üste hani reklamlarda olsun bir el atsan şu çamaşırlara


Latife:ay gelme artık üstüme abbas bak hepten bitiyorum bayılacağım şimdi


Abbas:tamam tamam aman bayılmada çocuklar nerede?(çocuklar gelir)


Çocuklar:baba hadi yemeyi yapmayacak mısın?


Abbas:yemeği ananız yapacak it oğlu itlere bak!!(çocuklar gider)


Latife:hössst boğazına dursun kim yapacakmış bana bak abbas bey benim adım latife edici yemek yapıcı değil


Abbas:latife ben seni aldatıyorum!


Latife:ne!


Abbas:hiç latife ettim(güler)bana bak neden çocuklara yemeği benim yaptığı söylüyorsun


Latife:ne sen yapmıyor musun?


Abbas:ama diğer ailelerde genelde kadınlar yapıyor değil mi?


Latife:e tamam işte bizim evde de sen yapıyorsun


Abbas:latife!


Latife:tamam canım üff geçen gün yaptığın yemeği beğenmişler eline sağlık anne dediler bende senin hakkını yemiş gibi olmayım diye babanız sağolsun dedim


Abbas:bana baksana şu gömleğimi de yarın bir yıkasan ya leş gibi kokmuş


Latife:koy çamaşır makinesine yıkasın ne ağzımda mı yıkıyacam sanki bana yıka diyor yav


Latife ediciye yav aaa


Abbas: ne olmuş yani hem bak söylemiyorum diye üstüme gelme senin soyadın benimle evlendikten sonra değişmez oldu canım kızlık soyadını kullanma istersen o kızlıkta kaldı


Latife:aaa sana ne! bir kere ben hala bir kızım abbas bey


Abbas:ya iki çocuk anası manken latife değişmez pardon latife edici öyle mi


Latife:sus abbas sus (kaynana girer)


Lütfiye:Abbas hoş geldin oğlum!!


Abbas:hoş bulduk anacım


Lütfiye:ne diyor bu zevzek kadın?


Abbas:hiç anne öylesine işte


Latife:abbas anne söyle anana zevzek kelimesi kendisine çok yakışıyormuş söyle söyle.


Abbas:yine başlamayın lütfen


Lütfiye: oğlum o kadına söyle yemek yapmayı öğrenmiş mi? en son menemen yapmayı öğreniyordu da..


Latife:abbas söyle o kadına oğlu kadar iyi bilmese de biliyormuş


Lütfiye:benim oğlum aslan parçasıdır


Latife:evet efendim parçasıdır hangi parçasıysa biz göremedik o parçayı


Abbas:anne! Latife!


Latife:bu annen var ya abbas bana ütü yaptırıyor,bulaşık yıkattırıyor


Lütfiye:a ben mi yapacağım


Latife: oğlun yapabilir mesela


Lütfiye :a çocuğun işi gücü yok ütü yapacak bulaşık yıkayacak öyle mi


Latife:tabi efendim ben faal bir insanım ama


Lütfiye:tabi canım! doğum hane görevlisi sanki


Latife:sizi saygıya davet ediyorum lütfiye hanım


Lütfiye:bende sizi mutfağa davet ediyorum latife hanım.karnımız zurna çalıyor yanına davul lazım kalkın da bir yemek yapma teşrifinde bulunun


Abbas:ya tamam sorun yemekse ben yaparım(içeri mutfağa girer)


Lütfiye:sus abbas sus !tüh kılıbık adından utan be rahmetlinin kemikleri sızlayacak


Latife:ya aslan parçası aslan!!


Lütfiye:bak bizi madara ettin şu kadın kurusuna


Latife:aaa terbiyeli olunuz kaynana benim adım latife edici bana latife deyiniz lütfen


Lütfiye:hıh latife latife bende latife ettim zaten!!ha bir kere sen evlenip gerdek gecesinden geçtikten sonra soyadın değişmez oldu bir kere değişmez!!(el hareketi yapar)


Latife:siz ne dediğinizin farkında mısınız?


Lütfiye:hiç latife ediyorduk latifeymiş.adını söyleyeceğine kalkta bir iki yemek yapta kadınlığını görelim


Abbas:ya domates nerede latife:


Lütfiye:elenin köründe tühh yazıklar olsun sana emzirdiğim sütler!


Latife:bakın kadınlığını göster dediniz oğlunuz atladı hemen hah(güler)aslan parçası


Lütfiye:bana bak latife misin nesin bu evde benim oğluma kadın diyemezsin yoksa..


Latife:yoksa ne yaparsın kaynana bir kere burası benim evim babam aldı burasını oğlun mu aldı sanıyorsun


Lütfiye: (şaşırır)almadı mı?


Abbas(bağırır)yeter yeter!! Nedir sizden çektiğim benim ulan bir rahat geçinemiyorsunuz öyle olsun latife bunca sene sonra bana bunu dedin ya al evini...


Lütfiye:bir yerine sok.


Abbas:anne!artık kim bakarsa sana.benimle evlenmek isteyen sendin ben değil baban gelmişti annemden istemeye hatırladın mı?


Lütfiye(el hareketi yapar,güler)al kapak olsun.aslan oğlum benim konuş


Abbas:anne! Bunları seni küçük düşürmek için söylemedim ettiğin lafın karşılığını alman için söyledim ha yemek yapmaya meselesine gelince bir yemek yapmakla erkeklik yere düşmez merak etme. Neden ahçıların çoğu erkek sence, bunca sene yaptım yine yaparım icabında


Lütfiye:zaten bunun(latifeyi gösterir) yaptığı bir şeye benzemiyordu!


Abbas(bağırır)anne!


Lütfiye:tamam sustum


Abbas:ayrıca babanın bana vad ettiği genel müdürlüğü tercih etmemin sebebi onun yaptığını bildiğim ama görmezden geldiğim sahtekarlıklarına karşı çıkarak ilişkimizi bitirmemekti bunu da iyice anla bugüne kadar bu eve haram para getirmedim getirmemde orada Allah’a çok şükür evimi geçindirecek maaş alıyorum ha belki sana dediğin inciler boncuklar alamıyorum ama senin şu yaptıklarına katlanıyorum sırf şu çocuklara mutlu hayat yaşatabilmek için ama bugün gördüm ki bu iş tek taraflı olmayacak kalk anne gidiyoruz.


Lütfiye:nereye oğlum böyle rahattı!


Latife:abbas dur ne olur gitme üzgünüm biraz ileri gittim çok üzgünüm sinirlenme haklısın ne yapıyım bende böyleyim işte affet beni lütfen


Lütfiye:ya oğlum hem ben gelinimi severim ne kadar kavga etsek de vakit geçiriyoruz sabahları değil mi gelin


Abbas (şaşırır) Allah Allah!


Latife:ya hem de nasıl severiz! sen burada böyle olduğumuza bakma seni görünce şımarıyoruz nasıl sevildiğini anla işte!


Lütfiye:naz yapma ulan karı gibi gel buraya edepsiz


Latife:tamam yemeği ben yaparım hayatım bak hayatım diyorum hadi ama


Abbas:anladım anladım! Allah’ım bu kadın milleti!!


Latife:yalnız gel bana yardımcı ol ben bilmem pek(elinden tutar mutfağa götürür)
 
Son düzenleme:
ACİL HASTA


OYUNCULAR


2 Hasta bakıcı : Önlük


2 Hemşire : Beyaz etek yada pantolon , beyaz gömlek .kep


Doktor : Beyaz gömlek . steteskop gözlü

Hasta insan modeli sedye içinde iki hasta bakıcı tarafından nani nani dîye ses çıkararak doktor odasına getirilir.


Hasta sıra üzerine yatırılır. iki hemşire hastanın yanına gelerek.


1 HEMŞIRE Hastanın durumu kötü görünüyor


2. HEMŞIRE: Evet hemen doktor beye haber verelim.


(ikinci hemşire hastanın yanından ayrılarak doktora seslenir)


2 HEMŞIRE: Doktor bey, doktor bey ' Acil hasta var!


(Doktor gelerek kısa bir inceleme yapar)


DOKTOR: Hastayı ameliyat edeceğiz hemen hazırlıkları yapın.


HEMŞÎRE:Peki doktor hey.


(iki hastabakıcı masa örtüsü î/e perdeleme yaparlar.doktor ameliyat için araç gereç isten


DOKTOR: Hemşire hanım çekiç


LHEMŞ1RE; Buyurun Doktor Bey


DOKTOR : Takoz ve testere


HEMŞIRE: Buyrun Doktor Bey


(Alın.an malzemelerle çeşitli sesler çıkarılarak hastanın kesildiği izlenimi verilir. Doktor hastanın akciğerlerini alarak gösterir)


DOKTOR : Gençliğinde çok sigara içmiş vah zavallı akciğerler fabrika bacası gibi olmuş, at çöpe gitsin. (Der, ciğerleri çöpe atar. Bir hemşire kenarda çöpün içine bakar.)


DOKTOR : Maaşallah maaşallah, mide değil ambar sanki içinde bir ben


yokum ne bulduysa yemiş Bu mide iş yapmaz. Al çöpe gitsin. ( Der. mideyi çöpe atar. Karaciğeri a!ır , gösterir )


DOKTOR : Vah karaciğer vah, senden organ bağışı bile olmaz/ ( Der, çöpe atar, kalbi eline alır. )


DOKTOR : Bu kalp kan yerine alkol pompalamış, pompalamaktan yorulmuş iş yapmaz at çöpe gitsin. Der çöpe atar. bağırsakları gösterir )


DOKTOR : Şu bağırsakların haline bakın. Kördüğüm olmuşlar. Bu bağırsaklardan kokoreç bile olmaz. At çöpe gitsin (der çöpe atar,sonunda hastayı iki eliyle havaya kaldırarak )


DOKTOR . Bu adam fazla bile yaşamış .At çöpe gitsin {der adamı çöp kovasına atarlar Kova sedyeye konulur hasta bakıcılar nani nani diye bağırarak oradan uzaklaşırlar.
 
Düzenleyen yönetici:
ACİL SERVİS


Perde açılır. Sahnede hastane dekoru. Sedye, ilk yardım müdahale masası, pansuman aletleri, masa, sandalye, Masanın üstünde telefon, reçete, kalemlik, vs…

Sahneye hemşire girer.

HEMŞİRE: Doktor Bey, Doktor hanım. İkisi birden nereye kayboldular.

İçeri bir hasta girer.

HEMŞİRE: Hastane Allah’a emanet.

HASTA: Öyleyse ben gideyim.

HEMŞİRE: Nereye?

HASTA: Kahveye maça!

HEMŞİRE: Siz kahvede maç mı yapıyorsunuz?

HASTA: Hııı karşılıklı iki direk kurduk, maç yapıyoruz.

HEMŞİRE: Zor olmuyor mu?

HASTA: Niye zor olsun.

HEMŞİRE: Kahvenin içinde çift kale maç yapmak.

HASTA: Ne Kahvesi!

HEMŞİRE: Türk kahvesi, nereden bileyim ne kahvesi, sen söyledin…

HASTA: Ne söyledim?

HEMŞİRE: Kahveye maç yapmaya gidiyorum dedin.

HASTA: Ben söyledim sende balıklama atladın. Maç yapmaya değil, izlemeye gidiyorum.

HEMŞİRE: Bu darbeyi nerede aldın?

HASTA: Stadyumda.

HEMŞİRE: Ne oldu, stadyum mu çöktü. Nasıl oldu bu iş?

HASTA: Şimdi biz iki arkadaş, güzel hafta sonumuzu değerlendirip, güzel bir maç izlemek için güzel güzel stadyuma girdik. Maç başladı, onuncu dakikada bizimkiler bir attı tam sevinecektik ki, hakem golü vermedi.

HEMŞİRE: Neden?

HASTA: Ofsayt varmış.

HEMŞİRE: Ofsayt varsa doğru karar.

HASTA: Gez göz arpacıktan değil, dürbünle bakıyoruz. Kendini bilmez 50 bin liralık hakem.

HEMŞİRE: O elli bin lira neyin nesi.

HASTA: Maça gidiyoruz sinemaya değil. Böyle durumlarda, tedbirli ve tedarikli olacaksın.

Bizde tedbirimizi aldık içeri pet şişe almadılar, bende cebimdeki 50 bin lirayı hakeme fırlattım.

HEMŞİRE: Ne oldu?

HASTA: Hakemin kafasından kanlar boşalmaya başladı, hakemde maçı iptal etti.

HEMŞİRE: Eeee sonra ne oldu.

HASTA: Sonrası malum dışarı çıktığımızda karşı taraf bizleri kılıç kalkan ekibiyle karşıladı ve neticesinde buradayız.

HEMŞİRE: Sizlerde adam gibi oturup maçınızı izleseydiniz, bunlarda başınıza gelmezdi.

HASTA: İzlemesine izleyeceğim de iki kişiyle maç izlemek zevkli olmuyor.

HEMŞİRE: İki kişimi, sizden başka seyirci yok muydu?

HASTA: Varda yok!

HEMŞİRE: Nasıl oluyor bu iş.

HASTA: Şimdi şöyle oluyor. Aslında stadyum dolu, ama bunlar seyirci değil.

HEMŞİRE: Peki ne bunlar?

HASTA: Spor eleştirmeni, hakem. Teknik direktör. Biri oradan bağırır, bu futbolcu ilk onbire alınır mı? Bir diğeri, çıkarsana kırmızı kartı nasıl hakemsin sen! Kimisi maçın m sinden anlamaz yorum yapar, yani sizin anlayacağınız gerçek seyirciyi bulmak çok zor.

HEMŞİRE: Tamam tamam bana vaaz verme geç şöyle otur, doktor gelince seninle ilgilenir.

HASTA: Geç kalır mı?

HEMŞİRE: Ne acelen var. Başka delinecek yerlerini deldirmeye mi gideceksin. Geç şöyle bekle.

Sahneye Hasta Bakıcı girer.

H.BAKICI: Beklemez hemşire hanım bu tarz şeyler beklemez

HASTA: Ne tarz şeyler beklemez.

H.BAKICI: Başhekim çok yoğun. Hiç kimseyi beklemez.

HASTA: Niye başhekim Eminönü Üsküdar feribotumu zamanı geldiğinde kalksın, kimseyi beklemesin.

H.BAKICI: Beni burada oyalama meşgul adamım. Başhekim doktorları odasında bekliyor.

HEMŞİRE: Ne yapacakmış

H.BAKICI: Başhekime ne yapılacağı sorulmaz. O söyler biz yaparız.

HEMŞİRE: Burada da kraldan çok kralcılar var.

H.BAKICI: Bana öyle deniz ötesinden laf atma. Ben şimdi gidip şu doktorları bulayım.

HEMŞİRE: Hazır doktorların yanına gidiyorsun şu hastayı da götür bir baksınlar.

H.BAKICI: Yürü kardeşim yürü, burada fazla kalma, kılıç yarası adamı öldürmez, ama bunun lafları adamı sakat bırakır.

Hasta ve hasta bakıcı sahneden çıkar.

HEMŞİRE: Sen bana bir şey mi söyledin? Beni bekleyin.

Hemşirede arkalarından çıkar.

Sahneye iki stajyer girer.

I. STAJER: Heyt be yaşadık!

II. STAJER: Ne oldu niye bu kadar seviniyorsun?

I.STAJER: Başhekimin söylediklerini duymadın mı? Bizi Profesör veya Doçent değil, sırada bir Doktor sınava alacak.

Doktor hemşire ile sahneye girer.

II. STAJER: Doktor geliyor.

DOKTOR: Evet arkadaşlar. Bu sizin öğrenciliğinizin son yılı, gelecek yıl meslektaşımız olarak insan sağlığına yardımcı olabilmek için göreve başlayacaksınız ve şuna da eminim ki ikinizde bu sınavdan başarı ile geçeceksiniz. İkinize de şimdiden başarılar dilerim.

Doktor hemşireye dönerek.

DOKTOR: Hemşire Hanım içeri girip hastayı getirir misiniz?

Hemşire sahneden çıkar, hastayla birlikte tekrar içeri girer.

DOKTOR: Karşınızda görmüş olduğunuz hastanın hal, hareket, tavırlarına bakarak bu hastanın hastalığını hanginiz söylemek ister.

I.STAJER: Yüz ifadesi bir şey anlamadığını ortaya koyuyor, korkar gibi bir hali var. Demek ki bu hasta duymuyor.

Hasta söze karışır.

HASTA: Kulaklarında problemi olan hasta dışarıda bekliyor. Ben burnumdaki, eti aldırmak için buradayım.

DOKTOR: Hemşire Hanım hastayı götürebilirsiniz. Diğer hastayı içeri alın.

Hemşire hastayı dışarı çıkarır.

DOKTOR: Biraz daha dikkatli olmalısınız. İyi bir doktor iyi bir hemşire kısacası, iyi bir sağlık personeli iyi bir gözlemci demektir.

Hemşire diğer hastayı içeri getirir.

Hasta biraz topallamaktadır.

Doktor stajerlere ikinci soruyu sorar.

DOKTOR: Şu karşınızda görmüş olduğunuz hastanın sağ bacağı sol bacağından biraz daha kısa böyle bir durumda ne yaparsınız?

Stajerler biraz düşündükten sonra ikinci stajer sessizliği bozar.

I.STAJER: Doktor bey doğrusunu isterseniz aynı durumda siz olsaydınız, sizde topallardınız.

DOKTOR: Hemşire Hanım bu hastayı da dışarı çıkarabilirsiniz:

Hemşire hastayı dışarı çıkarır: Doktor I. ve II. stajerlere döner:

DOKTOR: Şu ana kadar sorduğum soruların hiç birini doğru yanıtlayamadınız. Soracağım son soruya da doğru cevap alamazsam başhekimin nasıl davranacağını tahmin edebilirsiniz herhalde. Soruyu soruyorum dikkatle dinleyin. Boğulmak üzere olan bir insana ilk yardım müdahalesi nasıl yapılır?

II. STAJER: Boğulma vakasına göre değişir.

DOKTOR: Örneğin kordon boyunda yürürken arkadaşınız denize düşüyor ve yüzmesini bilmiyor

bu durumda ne yaparsınız.

II. STAJER: Tabi ki etrafımdakilerden yardım isterim.

DOKTOR: Yüzmesini bilmiyor musun?

II. STAJER: Yüzmesini biliyorum.

DOKTOR: Yüzmesini biliyorsun da neden başkasından yardım bekliyorsun? Denize atlayıp arkadaşını kurtarsana.

II. STAJER: Şakamı yapıyorsunuz Doktor hanım Altınkum sahillerinden bahsetmiyoruz,

Kordon boyundan bahsediyoruz. Ben aklımı yemedim, lağım suyuna atlayacak kadar da enayi değilim.

DOKTOR: Ama arkadaşın boğuluyor.

II. STAJER: Merak etmeyin Doktor hanım bir kahraman gelir kurtarır nasıl olsa.

DOKTOR: Neyse boğulma tehlikesi geçiren birine ilk yardımı kısaca kim özetleyecek.

I.STAJER: Önce vatandaşı sudan çıkaracaksın, sonrada suyu vatandaştan çıkaracaksın.

DOKTOR: Hemşire Hanım, bunları doğru başhekimin odasına çıkarın.

Sahneden çıkarlar.

DOKTOR: Bunları da gönderdiğime göre benim kini bir arayayım da birazcık moralime doping olsun.

Doktor telefonun ahizesini kaldırır aramaya başlar.

DOKTOR: Alo! Merhaba canım, nasılsın?

Biraz dinledikten sonra konuşmaya devam eder.

DOKTOR: Teşekkür ederim.

Karşısındakinin konuşmasını dinler, tekrar konuşmaya başlar.

DOKTOR: Ne olsun bir tanem hep aynı, önce ipini koparan basmahaneye giderdi şimdi hastane geliyor. Psikopatı, jiletçisi, açığı, kaçığı ne ararsan var. Hem bunları bir kenara bırakalım, sana yazdığım şiiri okuyayım.


Sen orada bir yabancı

Ben burada bir çare

Sen tazecik açan bir gül

Ben sevmişim ne çare


Nameler dökülür dilimden

Bir şey gelmez ki elimden

İçim yanar çok derinden

Ben sevmişim ne çare


Nasıl beğendin mi?

Dinledikten sonra devam eder.

Yok, canım sana öyle geliyor. Bu kadar olumsuzluğa rağmen hastanemizde her şey güllük gülistanlık. Hiçbir şikâyet yok, gelen tüm hastalara anında müdahale ediliyor.

Hemşire apar topar içeri girer.

HEMŞİRE: Affedersiniz Doktor Hanım dün sabah getirilen acil vaka ortalığı kan gölüne çevirdi.

Doktor telefonun ahizesini eliyle kapatır.

DOKTOR: Bak şu saygısıza, bize mi sordu da hastalandı şimdi ortalığı karıştırıyor.

HEMŞİRE: Hasta ortalığı karıştırmıyor.

DOKTOR: Şimdi sen hastanın ortalığı kan gölüne çevirdiğini söylemedin mi?

HEMŞİRE: Evet söyledim ama bu sıradan bir hasta değil. Adam trafik kazası geçirmiş, her tarafı paramparça kanlar içinde, kapının önünde bir köşeye atmışlar orada öylece yatıyor.

DOKTOR: Şu Mezopotamyalı mı?

HEMŞİRE: Hayır İstinyeli

DOKTOR: Hani şu kısa boylu şişman olan mı?

HEMŞİRE: Kısa boylu şişmanlara fazla rağbet olmadığından, zayıf uzun boylusu gelmiş.

DOKTOR: Sen saçmalıyorsun.

HEMŞİRE: Ne saçmaladığımı ben biliyor muyum, beni de kendinize benzettiniz.

DOKTOR: Eğer sudan sebepten bir vaka için rahatsız ediyorsan seni savaş ay’ın programına konuk ederim haberin olsun.

Doktor telefonla konuşmaya kaldığı yerden devam eder.

DOKTOR: Affedersin hayatım burada bana bir dakika rahat yok. Sen bir yere ayrılma, birazdan seni arar son yazdığım şiiri de okurum.

Doktor telefonu kapatır. Hemşire ile birlikte sahneden çıkar. Sahneye polisle sarhoş girer.

POLİS: Sen buradan ayrılma, ben doktoru alıp hemen geliyorum.

SARHOŞ: Benim doktorluk bir işim yok, zaten geç kaldım bırakın gideyim.

POLİS: Nereye geç kaldın?

SARHOŞ: Zamanında yetişmezsem kovulurum.

POLİS: Anladım, patrondan habersiz dolaşırken kaza yaptınız.

SARHOŞ: Bu kazada benim suçum yok. Normal yolumuzda gidiyorduk geldi bize çarptı.

POLİS: Bunca yıllık meslek hayatımda, ben böyle trafik canavarı görmedim. Dümdüz yolda göz göre göre resmen üzerinize çıkmış.

SARHOŞ: Böyle insanları bırakın trafiğe, evden dışarı bile çıkarmayacaksın.

POLİS: Görüyorsun işte küçük bir dikkatsizlik onlarca insanın ölümüne, onlarca insanın yaralanmasına sebep oldu.

SARHOŞ: Cezalandırılmalı polis bey, öyle bir ceza verilmeli ki bırakın araba kullanmayı,

bir daha oyuncak arabayla oynamaya dahi cesaret edemesin.

POLİS: Söylediğin iyi güzel de şoför kayıp

SARHOŞ: Şoför kayıp yaptığı şey çok ayıp. Bak biz kayboluyor muyuz? Alnımız açık yüzümüz ak

POLİS: Bir yakalansa ak mı kara mı onu o zaman görecek. Ama adam ortalıkta yok, yer yarıldı da içine girdi sanki.

SARHOŞ: Kaçmıştır o kaçmıştır, hatalı olduğunu anlayınca kaçmıştır.

POLİS: Arabanın önü komple gitmiş, şoför ölmediyse de ağır yaralıdır. O halde nereye kaçsın, bu arada siz nereye gidiyorsunuz?

SARHOŞ: Bodrum’a

POLİS: Belli zaten.

SARHOŞ: Sen nereden anladın?

POLİS: Elindeki içki şişesine bakılırsa, eğlenceye biraz erken başlamışsınız.

SARHOŞ: Yok ben eğlenmiyordum, benim haricimde herkes eğleniyordu.

POLİS: Eğlenmek güzel şey, ama onu tadında bırakmak lazım.

SARHOŞ: Doğru söylüyorsun ama nerede, Mustafa Sandal’ın O’nun arabası var şarkısına nispet, yeni bir şarkı bestelenmiş onu söylüyorlardı.

POLİS: Adı ne bu şarkının?

SARHOŞ: Dikkatli ol, frene bas, direksiyona hâkim ol, biraz gaz kes, bu şoför uyuyor mu? Yoksa manyak mı? İçtiği viski mi? Yoksa kanyak mı?

POLİS: Ben bu şarkıyı hiç duymadım.

SARHOŞ: Bende duymamıştım, kazadan önce duydum.

Polis sarhoşun elinde ki içki şişesini alır

POLİS: Yeter artık şu içkiyi, yeterince içmişsin zaten. Umarım arabada da böyle içmiyordunuz.

SARHOŞ: Yok ben arabada içki içmem.

POLİS: İnkâr mı ediyorsun?

SARHOŞ: Neyi

POLİS: Alkollü olduğunu

SARHOŞ: Ben böyle bir şey söylemedim.

POLİS: Ama sen arabada içki içmediğini söyledin.

SARHOŞ: Evet arabada içmiyorum, nedenini biliyor musun?

POLİS: Bunu bilmeyecek ne var, kazaya sebep olmamak için.

SARHOŞ: Bilemedin, ben alkolü serum şişesi gibi arabanın tavanına asıyor damardan alıyorum.

POLİS: Kaza anında yanınızda ki şoförde sizin gibi yapmıyordu umarım.

SARHOŞ: Yok yedek şoför arabanın arkasında uyuyordu.

POLİS: Ben arabayı kullanandan bahsediyorum.

SARHOŞ: Arabayı ben kullanıyordum.

POLİS: Tabi içki şişede durduğu gibi durmuyor. Adam kendini şoför zannediyor.

SARHOŞ: Bana öyle sarhoş muamelesi yapma tamam mı? Kabul ediyorum, biraz içtim ama sarhoş değilim.

POLİS: Araba uzaktan kumandalımıydı?

SARHOŞ: Hayır.

POLİS: Öyleyse nasıl kullanıyordun?

SARHOŞ: Kalıbımı basarım bu polis araba kullanmasını bilmiyor.

POLİS: Tepemin tasını attırma, şoförün arka koltukta ne iş var?

SARHOŞ: Hangi koltukta?

POLİS: Dönerli koltukta.

SARHOŞ: Ben dönerli koltuk sevmem.

POLİS: Nasıl bir şey tercih edersiniz, beyefendi.

SARHOŞ: Ben amortisörlü koltuk severim düğmesine bas yukarı, aşağı,ileri geri.

POLİS: Olur beyefendi istersen sana da ceylan derisinden yaptıralım.

SARHOŞ: Senin canın koltuk mu çekti. Çektiyse çekinme söyle bir tane ayarlayayım.

POLİS: Ne koltuğu?

SARHOŞ: Nerden bileyim bir koltuk sevdasıdır gidiyor. Koltuk aşağı koltuk yukarı, Polis misin Politikacı mısın belli değil.

POLİS: Çıldırtma adamı senin arabanın arka koltuğunda ne işin vardı?

SARHOŞ: Bu benim suçum değil. Kaza anında otobüsten otomobile transfer olmuşum.

POLİS: Bir dakika, bir dakika. Sen otobüsün şoförü müsün?

SARHOŞ: Evet, sen ne zannetmiştin?

POLİS: Demek sen otobüsün şoförüsün. Seni çakıl taşları altında ararken, yanımda buldum. Yürü gidiyoruz.

SARHOŞ: Nereye?

POLİS: Karakola, ifadeni almaya.

SARHOŞ: Yok ben gelmeyeyim, doktorda neredeyse gelmek üzere.

POLİS: Gördüğüm kadarıyla, senin kazadan oluşan herhangi bir yaran yok.

SARHOŞ: Olmaz olur mu, bak şu parmağımın ucu morarmış.

POLİS: Demek parmağının ucu morarmış. Onca insanın ölümüne onca insanın yaralanmasına neden olan bir trafik canavarının, daha çok yeri moraracak gibime

SARHOŞ: Beni öyle evirip çevirme, kategorize etme, ben yasal olan telefon hakkımı kullanmak istiyorum.

POLİS: Yarı yarı’ya ve seyirciye sorma hakkını kaybettin. Sadece bu kaldı onu da iyi değerlendir.
SARHOŞ: Memur Bey.

POLİS: Yine ne var?

SARHOŞ: Bu telefonun sıfırını çalmışlar.

POLİS: Telefonu ters tutmuşsun.

SARHOŞ: Telefonun tersi dönmüş.

POLİS: Telefonun tersi dönmemiş. Ters tutuyorsun, şöyle tut.

SARHOŞ: Memur Bey bunun dört ‘ü,dört tane hangisine basacağım.

POLİS: Tabi çektin kafayı. Çektin kafayı şimdi dörtte görürsün on dörtte, yukarıdan aşağı ikinci tuşa bas.

SARHOŞ: Yukarıdan aşağıdaki, tuşta bir var.

POLİS: Altındakine bas.

SARHOŞ: Basıyorum basıyorum elim boşa gidiyor.

Polis alır numarayı çevirir sarhoşa verir.

SARHOŞ: Sayın amirim.

POLİS: Sen ne diyorsun ya. Ne amiri.

SARHOŞ: Burada bir polis var. Karakola götürmek istiyor. Telefonu mu vereyim amirim, anlaşıldı amirim hemen veriyorum. Sayın amirim sizi istiyor.

POLİS: Buyurun amirim. Yok, amirim ne karakolu burada pansumanını yaptırıp evine

Göndereceğiz. O kadar önemli bir şey değil, sadece on ölü on beş yaralı var amirim.

Ne! Eve göndermeyelim mi? Terminale mi? Yola mı çıkacak? Sen nerenin amirisin?

Demek terminalin amirisin… Amiri. Demek terminalin amirini aradın.

Sabahtandır bizim burada dizimizin bağı çözülüyor. Yürü karakola.

SARHOŞ: Sen benim dayımı tanıyor musun dayımı?

POLİS: Tanımıyorum ne olacak.

SARHOŞ: Benim dayım Ankara da.

POLİS: Ankara’da mı?

SARHOŞ: Hem de Çankaya’da çok yükseklerde.

POLİS: Bakan mı?

SARHOŞ: Bakan herkese bakıyor.

POLİS: Nasıl yani?

SARHOŞ: Nasıl olacak iş bulamadığı için ev kirasını ödeyemedi evden attılar. Dayımda 22 katlı binanın çatısına yerleşti, gelene geçene tepeden bakıyor.

POLİS: Şimdi seni bir tepelersem tepeden bakmayı görürsün benimle dalga mı geçiyorsun?

SARHOŞ: Olur mu öyle şey memur bey ben babamla dayımı karıştırdım.

POLİS: Baban mı tepeden bakıyor.

SARHOŞ: Babam yeraltı dünyasının babası.

POLİS: Yeraltı dünyası mı?

SARHOŞ: Babamın emrinde en az on bin insan var.

POLİS: On bin insan mı? O kadar insanın parasını nasıl veriyor.

SARHOŞ: Yeraltı dünyasında para sorunu yok.

POLİS: Tabi memleketin haracını bende yesem benimde para sorunum olmaz.

SARHOŞ: Şunun adına bahşiş desek.

POLİS: Milyon dolarlık bahşiş.

SARHOŞ: Ne doları? En fazla veren on milyon yirmi milyon veriyor.

POLİS: Saygı değer yeraltı dünyasının babası yani babanız ne iş yapıyor.

SARHOŞ: Mezarlık bekçisi.

POLİS: Demek mezarlık bekçisi, yürü bakalım.

SARHOŞ: İmdat! Adam öldürüyorlar, beni kurtaracak biri yok mu? Polis polis yok mu?

POLİS: Var. Hem de yanı başımda. Yürü bakalım. Karakola gidiyoruz.

Polis ile sarhoş sahneden çıkar. Sahneye hemşire girer, sedyeyi kaptığı gibi sahneden çıkar. Sahneye doktor ile hemşire girer.

DOKTOR: Evet hemşire hanım, bahsettiğin acil vakayı bulamadık, bunun mantıklı bir açıklaması vardır herhalde.

HEMŞİRE: Belki canı sıkıldığı için yürüyüşe çıkmıştır.

DOKTOR: Saçmalama, sosisli sandeviçe dönmüş arabanın içinden çıkan bir yaralı nasıl yürüyüşe çıksın?

Aradıkları hasta sahneye girer. Hastanın elbiseleri parçalanmış ve kanlar içindedir.

HEMŞİRE: Geldi doktor hanım geldi.

DOKTOR: Ne oluyor yine, ne geldi?

HEMŞİRE: Kaybolan yaralı geldi.

DOKTOR: İyi de siz yanlış yere geldiniz.

HASTA: Nereye gitmem gerekiyordu?

DOKTOR: Adli tıp morguna.

Yaralı hasta biraz alkollüdür.

HASTA: O nedenmiş o?

DOKTOR: Neden olacak sizde biçilecek dikilecek yer kalmamış.

HASTA: Olsun siz yine de dikilecek yerleri dikin, overlok yap, zikzak yap, reçme geç.

DOKTOR: Ne oldu sana böyle, araba mı çarptı?

HASTA: Hayır.

DOKTOR: Kamyon mu çarptı?

HASTA: Hayır, biraz yukarı çık.

DOKTOR: Tır mı çarptı?

HASTA: Çık yukarı çık.

HEMŞİRE: Ben buldum buna çarpsa çarpsa tren çarpmıştır.

HASTA: Hiç biriniz bilemediniz, bana uçak çarptı.

DOKTOR: Nasıl olur sen yerde, uçak havada.

HASTA: İki gün önce arkadaşlarla biraz içtik. Arabaya bindik tam gaz gidiyorduk sürat yüz doksan iki yüze ulaşmıştı ki uçuşa geçtik, film koptu. İşte ondan sonrasını hatırlamıyoruz. Biz mi gökyüzünde uçağa çarptık, uçak mı yeryüzünde bize çarptı, henüz anlamış değilim.

DOKTOR: Sigortanız var mı?

HASTA: Sigortam vardı. Kazada tık attı.

DOKTOR: Bağ kur’unuz var mı?

HASTA: Bağ kurmayı çok severim üzüm bağı, elma bağı, nar bağı.

DOKTOR: Siz kursanız kursanız ayva bağı kurarsınız.

HASTA: Efendim?

DOKTOR: Siz ayvayı yemişsiniz.

HASTA: O kadar belli oluyor mu?

DOKTOR: Ney. Belli oluyor mu?

HASTA: Ayva yediğim, ben ayvayı çok severim. İçki içerken yanında iyi gidiyor.

DOKTOR: Ben onu demek istemedim.

HASTA: Ne demek istediniz?

DOKTOR: Yani sen gidicisin.

HASTA: Tebrik ederim doktor hanım bir seferde bildiniz. Ben buradan çıktım mı Kanada’ya gideceğim

DOKTOR: Görünüşe göre Kanada’ya değil Karaca Ahmet Mezarlığı’na gideceksin.

HASTA: Karaca Ahmet, Kanada’dan daha mı sıcak.

DOKTOR: Olmaz olur mu orada zebaniler ısıtmak için seni bekliyorlar. Cayır cayır ısınacaksın.

HASTA: O sıcaklığı yalnız yaşamak istemiyorum doktor. Hemşirede benimle gelsin.

DOKTOR: Çek elini sana da yüz verdik astar isteme.

HASTA: Astar değil doktor sizden hemşire yi istiyorum.

DOKTOR: Fazla konuşma paran var mı?

HASTA: Neden sordunuz, yoksa Titan’a üye mi yapacaksınız?

DOKTOR: Saçmalama ne Titan’ı?

HASTA: Kenan ŞERAN oğlu titanı.

DOKTOR: Nerden çıkardın Kenan ŞERAN oğlunu?

HASTA: Ben çıkarmadım, onu annesine babasına sorun.

DOKTOR: Bırak şimdi Titan’ı mitanı.

HASTA: Nasıl bırakayım doktor hanım Titan uğruna tam on bin markım gitti.

DOKTOR: Bırakın şimdi Titan’ı mitanı, Titan batalı yıllar oldu.

HASTA: Bu memlekette daha ne Titanlar var, titan titana.

DOKTOR: Siz buraya derdinizi anlatmaya mı yoksa tedavi olmaya mı geldiniz.

HASTA: Beni buraya yaram sarılsın diye getirdiler. Siz parayı ne yapacaktınız?

DOKTOR: Ameliyat için gerekecek. Mesela iğne, narkoz ve ameliyatta kullanacağımız bir takım malzemeler için para gerekecek. Bu da sizde olmadığı için biraz canınız acıyacak gibime geliyor.
 
Son düzenleme:
ACİL SERVİS (devamı)
HASTA: Doktor Hanım, para konusunu hiç düşünmeyin. Ben o işi hallederim. Siz iğnenizi yapın, normal ameliyata alın.

DOKTOR: Hemşire Hanım siz iğnenizi yapın bende gidip ameliyathaneyi hazırlayım.

Doktor sahneden çıkar.

HEMŞİRE: Dön bakayım arkanı şu iğneyi bir yapalım.

HASTA: Ben kimse ye arkamı dönmem.

HEMŞİRE: Sen arkanı dönmezsen bu iğneyi nasıl yapabilirim?

HASTA: Ben iğneden çok korkarım.

HEMŞİRE: İyi ben de iğne yapmayayım nasıl olsa doktor canlı canlı diker.

HASTA: Ben iğne yi çok severim hatta arada sırada bir beş on tane yaptırırım.

HEMŞİRE: Öyleyse dön arkanı.

Hemşire iğne yi yapar sahneden çıkar. Hasta da arkasından çıkar. Sahneye doktor ile hemşire tekrar girer, hastayı yerinde bulamazlar.

DOKTOR: Nereye gitti şimdi bu hasta?

HEMŞİRE: Aman doktor hanım, o haliyle nereye gidecek birazdan gelir.

DOKTOR: Aman onunla mı uğraşacağız sanki tek hasta omu gelirse gelir.

HEMŞİRE: Doktor Hanım sen bana bir şey söyleyecektin, hastalar gelince yarım kaldı. Ne söyleyecektin. Merak ettim de.

Doktor biraz dolaştıktan sonra hemşire ye döner.

DOKTOR: Benimle bir iddiaya var mısın?

HEMŞİRE: Ne hakkın da?

DOKTOR: Buraya gelen ilk hastanın yaşını en yakın tahmin eden birtakım elbise kazansın.

HEMŞİRE: Hay Allah senden razı olsun.

DOKTOR: O neden o?

HEMŞİRE: Kaç yıldır bir takım elbisem olmamıştı.

DOKTOR: Dur bakalım dereyi görmeden paçaları sıvama. Ya kaybedersen.

Başı sarılı orta yaşlı bir kadın içeri girer. Hemşire hastayı karşılar.

HEMŞİRE: Buyurun Hanım Efendi, şöyle oturun.

HASTA: Teşekkür ederim.

Hasta hemşirenin gösterdiği yere oturur.

DOKTOR: Görünüşe göre kafanızdan büyük bir darbe almışsınız.

HASTA: Fazla büyük sayılmasa da darbe aldığım kesin.

DOKTOR: Ne oldu?

HASTA: Belediyenin kazdığı kanalizasyon çukuruna düştüm.

DOKTOR: Bunlar hep dikkatsizliğin sonuçlarıdır.

HASTA: Aslını söyleyecek olursak bu çukura düşmemde hiçbir suçum yok.

DOKTOR: Kimin suçu var? Düştüğün çukurdan belediyeyi suçlayacak değilsin herhalde.

HASTA: Belediyenin değil, suç yağmurun.

DOKTOR: Çukurla yağmurun ne alakası var şimdi?

HASTA: Olmaz olur mu doktor hanım, yağmur sen aşırı yağ, çukuru kamufle et, biz arkadaşları ziyarete Sinan dedeye gidiyorduk, bir baktık ki kanalizasyon çukuruna gömülmüşüz.

DOKTOR: Çok çok geçmiş olsun.

HASTA: Kurtulmamız mucize oldu, böyle mucizeler her zaman olmayabilir, geçen yıl aynı böyle bir olay arkadaşların ölümüne neden olmuştu.

DOKTOR: Hemşire Hanım, şu başındaki sargıyı çıkarın da hastanın yarasına bakalım.

Hemşire hastanın sargısını çıkarır. Doktor hastanın yarasına bakar.

DOKTOR: Kafanız çok kötü yarılmış.

Doktor hemşire ye dönerek.

DOKTOR: Hemşire Hanım hastanın kafasına dikiş atacağımız bölgeyi bir zahmet keselim.

Hemşire hanım hastanın saçlarına bakar, hastaya dönerek.

HEMŞİRE: Nasıl olsun hanım efendi?

HASTA: Bol köpüklü orta şekerli olsun?

HEMŞİRE: Kadına bak ya! On kuruşluk bir dikiş attıracak on beş kuruşluk kahveden bahsediyor.

HASTA: Affedersiniz, yanlış anladım galiba. Dervişin fikri neyse zikride odur derler.

HEMŞİRE: Hanım Efendi traşınız nasıl olsun diyorum.

HASTA: Kahküllerimi kısaltın lütfen dikiş atılacak yerleride fazlakesmeseniz sevinirim.

HEMŞİRE: Hanımefendi ben anlatamıyorum herhalde, kafanızı nasıl keselim?

HASTA: Fesubhanallah siz burada kafamı kesiyorsunuz? Ne suç işledim ki ben.

HEMŞİRE: Hanımefendi ben şu mendebur saçlarınızı nasıl keseceğimi soruyorum.

HASTA: He anladım, altı yüz elli yedi sayılı devlet memurları kanununun yedinci maddesinin bilmem kaçıncı fıkrasına göre kes gitsin anasını satayım.

HEMŞİRE: O kadar kanunları bilseydim hukukçu olurdum.

DOKTOR: Eee uzattınız ama hanımefendinin istediği gibi mi kesilecek canım. Makası getir dikiş atacağımız yeri keselim de dikiş atalım.

HASTA: Ya saçımı fazla kesmeyin olur mu?

DOKTOR: Emriniz olur hanım efendi başka bir isteğiniz?

HASTA: Estağfurullah. Sadece bir rica idi.

Doktor hemşireye hastayı işaret ederek sorar.

DOKTOR: Kaç?

HASTA: Neden kaçayım ne oldu, siren mi çaldı ne oldu?

HEMŞİRE: Sen otur bana tahmin sordu.

HASTA: Ne tahmini sayısal loto mu oynuyoruz, bende bir sayı söyle bilir miyim?

HEMŞİRE: Ne tahmini olduğunu biraz sabredersen.

Hastanın saçları arasından yüzüne doğru kan akmaya devam eder.

DOKTOR: Hemşire Hanım kaç diye sordum.

HEMŞİRE: Kırk.

DOKTOR: Höst be bunun neresi kırk.

HEMŞİRE: Ben kırk verdim birde sen konuş.

HASTA: Bu ne pazarlık yoksa kurbanlık koyun gibi beni mi satıyorsunuz.

DOKTOR: Bana göre otuz beş, milim şaşmaz.

Hasta mendiliyle yüzündeki kanları silmeye başlar.

HEMŞİRE: Hayda kadının her tarafı bum buruşuk sen hala otuz beşten bahsediyorsun.

Hemşire eliyle hastanın saçlarını karıştırır.

HEMŞİRE: Baksana doktor hanım saçlarının yarısı ak yarısı kara alaca ineklere dönmüş.

HASTA: Bırakın şu gır gırı başıma dikiş atında,bende bir an önce gideyim.Daireye geç kalmayayım.Bizim müdür aksi bir adam dır,bir memur geç kalsa da fırçalasam diye kapıda bekler. Geç kalanın geçmişine rahmet okur. Ama beyefendi ne zaman canı isterse göreve o zaman teşrif ederler.

HEMŞİRE: Memur Hanım siz Beşiktaşlı mısınız?

HASTA: Vallahi tam isabet nereden anladın?

HEMŞİRE: Saçının yarısı siyah yarısı beyaz olduğu için.

HASTA: Pes doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.

DOKTOR: Gargaraya getirme hemşire hanım sana bir şans daha veriyorum. Tahminini değiştire bilirsin.

HEMŞİR: Hayır değiştirmiyorum. Kesinlikle eminim.

DOKTOR: Otuz beş.

HEMŞİRE Kırk.

DOKTOR Hemşire Hanım bu kadın memur geçim derdi kadını vaktinden önce moruklatmış. Kırışık suratına, fersiz gözlerine, ceset gibi duruşuna aldanma.

Hastaya eğilerek sorar.

DOKTOR: Kaç yıllık maaş mahkûmusunuz?

HASTA: Yakında tahliye olacağım on beş yıllık.

DOKTOR: Neyin var?

HASTA: Gördüğünüz gibi başım yarıldı, daha neyim olsun.

DOKTOR: Onu demek istemedim.

HASTA: Pardon ben yanlış mı anladım? Siz ne demek istediniz?

DOKTOR: Han, hamam, köşk, araba, arsa, dolar, mark, yat, kat, uçak, tren, vapur, ada, ülke, cariye.

HEMŞİRE: Maşallah sizde soruya laik adamı buldunuz.

HASTA: O dediklerinizle uzaktan yakından akrabalığım yoktur.

DOKTOR: Tam on beş yıldır aldığın maaşla ne yapıyorsun. Baksana ağzında diş bile kalmamış. Öldüğünde çocuklarının tabutunun başında gözyaşı dökeceklerini hiç düşünme, ne yaptın on beş yıllık maaşı?

HASTA: Ne sen sor ne ben anlatayım doktor hanım. Uzun hikâye.

DOKTOR: Uzunu kısasımı var bunun ufak bir el hareketiyle tamam. Gördünüz mü hemşire hanım tam on beş yıldır bırak baltaya sap olmayı kesere kamış bile olamamış. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler. Örnek alda bu uzaylı yaratığı yoksul düşme. Aklını kullan adam ol, doktorun gibi eşek olma.

HASTA: Yanlış söylediniz doktor hanım, kendinizi eşek yerine koydunuz.

DOKTOR: Nedir doğrusu?

HASTA: Adam ol doktorun gibi, eşek olma.

DOKTOR: Ne fark eder aynı sözcükler çıktı o mübarek ağzımdan.

HASTA: Siz virgülü yanlış yere koydunuz, anlam değişti.

DOKTOR: Maşallah, kültüründe ibadullah, ama kültür para etmiyor, seni aç bırakmış.

HASTA: Ahhhh ahhh… Biz memurlar on bin metrelik maratonu en iyi koşan atletleriz bir cadde üzerinde dört ayrı esnafa olan borçlarımı dört aydır ödeyememiştim, üstelikte utana sıkıla borç para almıştım. Bir gün dalgınlıkla alacaklıların mahallesine girmemiş miyim, fark ettiğimde geriye dönüp dörtnala koşacaktım ama iş işten geçmişti. Sağ taraftaki tuhafiyeciye borcum olduğundan dümeni sol tarafa kırdım. Bu defada bakkala olan borcumu hatırladım. Çaktırmadan caddenin karşısına geçtim. Biraz yürümüştüm ki kasabın önüne geldim. Allah’ıma binlerce şükürler olsun ki, altı aydır evimize et girmediğinden kasaba bir kuruş borcum yoktu. Altı ay önce 250 gr kıymayı iyice kaynatıp bir kavanoza koydum, az az pişirerek psikolojik doyuma ulaşmanın yolunu bulduğum için kasabın önünden geçerken zafer kazanmış bir komutan gibi alnım açık göğsüm ileride dimdik yürümeye başladım. Ama bu fazla uzun sürmedi. Üç aylık tüp parasını ödeyemediğim için tüpçünün dik dik baktığını gördüm. Kafamı diğer tarafa çevirdim görmezlikten geldim ve yolun diğer tarafına geçtim. Bu kez çarşıya neden çıktığımı unuttum. Diğer alacaklılara yakalanmamak için geriye döndüm ve olanca hızımla koşmaya başladım. Arkamdan domdom kurşunu atsalar da beni yakalayamazlardı.

DOKTOR: İyi de bunları bana niye anlatıyorsun?

HASTA: Yani sizin anlayacağınız ben ve benim gibi insanların çilesi mezar da bile bitmiyor.

HEMŞİRE: Doktor Hanım bu hasta ne demek istedi?

DOKTOR: Sayın hastamız zamanından önce yaşlandığını anlatmaya çalıştı. Elli yaşında gibi görünüyor ama tam otuz beşlik.

HEMŞİRE: Siz aklınızı mı oynattınız doktor hanım bunun neresi otuz beş.

DOKTOR: Sen bana hakaret mi ediyorsun çömez?

HEMŞİRE: Ne haddime doktor hanım yalnız kırk olduğuna kalıbımı basarım.

Doktor hastanın saçını acıtırcasına karıştırır, sırtına vurur. Hastanın başından gelen kan gittikçe artmaktadır.

DOKTOR: Asla yanılmam, otuz beş ten bir gün bile almamıştır. Sen elbise parasını hazırla.

Ortam iyice kızışır.

HEMŞİRE: Halt etmişsiniz, adamın suratı kırk olduğunu anlatıyor.

Doktor ile hemşirenin tartışmaları kavgaya dönüşür. Bu arada hastayı iyice hırpalamaya başlarlar. Zavallı kadın bitkin düşmüştür. Doktor ile hemşirenin kavgasından darbe almamak için başını aşağıya eğerek eliyle korumaya çalışmaktadır, bir ara tüm gücünü toparlayarak bağırmaya başlar.

HASTA: Ulan vicdansızlar, anamı ağlatmayan sadece ikiniz kalmıştınız. Bula bula benimi buldunuz? Dairede ki asık suratlı müdürden, işsiz kocamdan harçlıksız kalan çocuklarımdan azrail gibi her ay başıma dikilen ev sahibimden, yakamı bir türlü bırakmayan bakkalımdan yediğim darbeler yetmiyor mu kardeşim hadi bana eyvallah ilk otobüsle İstanbul’a gidiyorum. Boğaz içi köprüsünü yapanlardan Allah razı olsun.

DOKTOR: Dur nereye gidiyorsun seninle daha işimiz bitmedi.

Gitmemesi için bir kolundan hemşire çekiştirirken gömleğin kolları elinde kalır.

HEMŞİRE: Takım elbise gitti ama bir gömlek kolu sahibi oldum.

DOKTOR: Diğer kolda bende.

HEMŞİRE: Gömleğin geri kalanı nerde?

DOKTOR: Adamla birlikte intihar etmeye gitti.

HEMŞİRE: Koşup hemen kadını yakalayalım. Takım elbise gitti bari gömleği kurtaralım.

DOKTOR: Gömleği bırak adamı kurtar.

Memur sahneden kaçarcasına çıkar. Hemşire de arkasından koşar. Hemşire bir çocuğun arkasından koşturarak içeri girer. Çocuk ağlamaklıdır.

HEMŞİRE: Gel buraya nereye gidiyorsun.

Çocuk doktorun yanına girer.

DOKTOR: Ne oldu neden ağlıyorsun?

ÇOCUK: Doktor Hanım teyze, doktor.

DOKTOR: Efendim?

ÇOCUK: Benim babam bu hastanedeymiş.

DOKTOR: Babanın adı ne?

ÇOCUK: Recep kaçar.

DOKTOR: Hangi bölümdeymiş?

ÇOCUK: Bilmem.

DOKTOR: Peki neyi varmış?

ÇOCUK: Kafası, gözü yarılmış, birde bacağı kırılmış.

DOKTOR: Ne oldu trafik kazası mı geçirdi?

ÇOCUK: Siz buna öylemi diyorsunuz?

DOKTOR: Neye mi öyle diyoruz oğlum?

ÇOCUK: Kafası kırılanlara.

DOKTOR: Babana ne olduğunu anlatsana.

ÇOCUK: Babamın işleri bozulunca babamda seyyar satıcılığa başladı.

DOKTOR: Neden? Başka bir iş bulamadı mı?

ÇOCUK: Doktor Hanım teyze doktor benim babam lise mezunu, üniversite mezunları iş bulamıyor babam nasıl bulsun. O da bize ekmek alacak parayı getirmek için seyyar satılıcılığa başladı. Sen benim babamın ne sattığını biliyor musun?

DOKTOR: Ne satıyor?

ÇOCUK: Balık satıyor balık.

DOKTOR: Avlanma sezonu kapanınca ne satıyor?

ÇOCUK: Yine balık satıyor.

DOKTOR: Oğlum avlanma sezonu kapanınca balığı nereden buluyor?

ÇOCUK: Trol sezonu hep açık.

DOKTOR: Trol normalinde de yasak, sezon kapanınca nasıl onlara açık oluyor?

ÇOCUK: Bunlar kaçak çalıştığı için oluyor. Babam öyle dedi.

DOKTOR: Denizdeki tüm canlıları öldürüyorlar. Balık neslinin neden tükendiği belli oldu.

ÇOCUK: Doktor Hanım teyze sadece bunlarla mı tükeniyor, sanıyorsunuz. Siz son zamanlarda denize gitmediniz galiba? Denizlerde belediye çöplüklerinden daha fazla çöp var birde bunlara mersin faciası eklendi.

DOKTOR: Neyse oğlum neyse bu konu bizi aşar. Babana ne oldu?

ÇOCUK: Seyyar satıcılık yapıyordu. Zabıtalardan kaçarken bir inşaatın temeline düşmüş. İşte orda kolu bacağı kırılmış.

Çocuk tekrar ağlamaya başlar.

DOKTOR: Yine ne oldu oğlum?

ÇOCUK: Benim babam iyileşecek mi?

DOKTOR: İyileşecek tabi. İyileşmez olur mu?

ÇOCUK: Peki doktor hanım teyze doktor. Benim babam iyileşince bana çikolata alacak mı?

DOKTOR: Almaz olur mu hem de en büyük çikolatalardan alacak.

Çocuk tekrar ağlamaya başlar.

DOKTOR: Yine ne var?

ÇOCUK: Benim babamın parası yok ki çikolata alsın.

DOKTOR: Baban almazsa bende bir tane var ben kendi çocuğuma almıştım al senin olsun.

ÇOCUK: Sağ ol doktor hanım teyze.

Çocuk tekrar ağlamaya başlar.

ÇOCUK: Doktor Hanım teyze doktor. Benim bacağımın biri kayıp. Kapkaçcılar çalmış.

HEMŞİRE: Ağlama ağlama dur. Kimse çalmamış üzerine oturmuşsun.

ÇOCUK: Aaa buradaymış.

Çocuk ayağa kalkar.

ÇOCUK: Doktor Hanım teyze doktor.

DOKTOR: Efendim.

ÇOCUK: Benim babam iyileşince bana keman çalacak mı?

DOKTOR: Çalmaz olur mu hem de senin en sevdiğin parçaları, çalacak.

ÇOCUK: Pışık çalacak benim babam keman çalmasını bilmiyor ki.

Çocuk sahneden koşarak çıkar, arkasından hemşire de koşarak çıkar.

DOKTOR: Vay afacan vay demek benimle dalga geçtin gel buraya.

Doktorda akasından çıkar…



1. PERDE KAPANIR
 
Son düzenleme:
ACİL SERVİS (devamı)
Perde açılır içeri güvenlik görevlisi girer. Yerine oturur şarkı söylemeye başlar. Bir süre sonra ziyaretçi gelir. Güvelik ayağa kalkar, ziyaretçinin içeri girmesini engeller.

GÜVENLİK: Elini kolunu sallayarak nereye böyle?

ZİYARETÇİ: Jameika’ya gidiyorum. Plaj da uzanıp güneşleneceğim.

GÜVENLİK: Sen benimle dalga mı geçiyorsun?

ZİYARETÇİ: Burası hastane değil mi?

GÜVENLİK: Yasak.

ZİYARETÇİ: Nasıl yasak?

GÜVENLİK: Şimdi şöyle oluyor. Sen içeri giremeyeceksin.

ZİYARETÇİ: İçeride hastam var.

GÜVENLİK: Olabilir.

ZİYARETÇİ: Ne demek olabilir. Ben hastamı göremeyecek miyim?

GÜVENLİK: Hayır.

ZİYARETÇİ: Sebebini öğrenebilir miyim?

GÜVENLİK: Ayağına galoş giymemişsin.

ZİYARETÇİ: Ya o incecik naylon parçasını giysem ne olur, giymesem ne olur.

GÜVENLİK: Ne demek ne olur bizim hastane çok hijyenik bir hastanedir.

ZİYARETÇİ: Bu hastane mi hijyenik.

GÜVENLİK: Ne o beğenemedin mi?

ZİTARETÇİ: Beğenmesine beğendim de. Şu gördüğüm hamam böceği değil mi?

GÜVENLİK: Hamam böceği ise hamam böceği onu ben mi davet ettim. Bir an dalgınlığıma geldi. Gözümden kaçtı. İçeri girmiş, hem sen onun geçmişini biliyor musun?

ZİYARETÇİ: Nereden bileyim.

GÜVENLİK: O hamam böceği Türkiye’ye Afrika’dan muzun içine girip gelmiş.

ZİYARETÇİ: Şu duvarın hali ne öyle?

GÜVENLİK: Neyi varmış duvarın. Sadece biraz boyaları dökülmüş. Bu sene boyatırız, herhalde.

ZİYARETÇİ: Git işine kardeşim. Duvarlarda sıva kalmamış. Yerlerde hamam böcekleri kırkayaklar volta atıyor, sen hijyenlikten bahsediyorsun. Ben galoş falan almam.

GÜVENLİK: Alsan da giremezsin.

ZİYARETÇİ: Hayda! Şimdi ne oldu?

GÜVENLİK: Burası acil servis. Burdan giriş yasak git poliklinikten gir.

ZİYARETÇİ: Orası kapalı. Ziyaret saatinde açılıyormuş.

GÜVELİK: Bak ne güzel söyledin. Demek ki şimdi ziyaret saati değil.

ZİYARETÇİ: Bak kardeşim ben 20 saatlik yoldan geldim. Yorgunum, ayakta duracak halim yok bırak ta hastamı görüp gidip biraz uyuyayım.

GÜVENLİK: Sen kendi istirahatını düşünüyorsun. Bizde hastaların bu saatte dinlenme zamanı.

ZİYARETÇİ: Niye? Geride kalan zamanlarda hastaları çalıştırıyormusunuz ki? Şimdi dinlenme saati.

GÜVENLİK: Ya nasılda bildin. Zonguldak’a kömür ocaklarına gönderiyoruz. Geçen gece ocaklardan birinde grizu patlaması yaşandı. Bir kaçı göçük altında kaldı. Acımız büyük.

ZİYARETÇİ: Ya sen ne anlatıyorsun?

GÜVENLİK: Avrupa Birliğini anlatıyorum. Avrupa’ya girdik mi? giremedik mi? Paradan altı sıfır atarsak ne olur? Ceplere yansıyacak mı? Alım gücü artacak mı? Enflasyon düşecek mi? çıkacak mı? Ekmek parası götürebilecek miyiz?

ZİYARETÇİ: Tamam tamam anladım.

GÜVENLİK: Anladın sen anladın.

Ziyaretçi cebinden parayı çıkarır güvenliğe uzatır.

ZİYARETÇİ: Al şunu da izin ver gireyim.

GÜVENLİK: Görende seni kültürlü, akıllı biri zanneder.

ZİYARETÇİ: Ne oldu şimdi?

GÜVENLİK : Sen bana rüşvet mi veriyorsun.?

ZİYARETÇİ: Olur mu öyle şey. Al bunu da beni görme diye verdim.

GÜVENLİK: Yani sus payı değil mi?

ZİYARETÇİ: Takdir sizin nasıl istersen öyle yorumla.

GÜVENLİK: Bir daha böyle şey duymayayım. İnsanlık, ahlak, şeref yerlerde geziyor.

ZİYARETÇİ: Böyle düşündüğünüzü bilmiyordum.

GÜVENLİK: Ahlak diye bir şey kalmadı. Dilenciye mi veriyorsun ver şunları da.

Ziyaretçinin elindeki tüm parayı alır.

GÜVENLİK: Geç şimdi beni daha fazla uğraştırma.

Güvenlik parayı alır sahneden çıkar.

ZİYARETÇİ: Dur ya nere ye gidiyorsun? O benim otel param, yol param, bütün param o!

Ziyaretçi konuşarak arkasından çıkar. Sahne ye hemşire ile intihar eden hasta girer.

HEMŞİRE: Derdin neydi niye intihar ettin?

HASTA: Kalbimi kırıyorsun. Hemşire hanım ben intihar etmedim.

HEMŞİRE: Ya öylemi memlekette hap kalmamış hepsini içip bitirmişsin.

HASTA: Hepsini değil sadece 52 tane içtim daha içecektim bayılmışım.

HEMŞİRE: Niye içtin onca hapı.

HASTA: Dayanıklılığımı test ettim.

Hemşire hortumları ve şırıngayı eline alır. Hasta şırıngayı görünce korkar.

HASTA: O elindekiler ne öyle.

HEMŞİRE: Birazda dayanıklılığınızı biz test edelim, bakalım ne kadar dayanacaksın.

HASTA: Yok yok ben yalan söyledim ilaç milaç içmedim.

HEMŞİRE: Rahat dur da şu hortumları takalım.

Hastanın midesi bulanır, gözleri yaşarır, hemşire bunu görünce…

HEMŞİRE: Kus kus, işimizi kolaylaştırırsın. Ağlama bunu ilaç içmeden önce düşünecektin.

HASTA: Ne bileyim hortum sokacağınızı yaaaa.

HEMŞİRE: Nasıl bir ilaç içtin?

HASTA: Çok başım ağrıyordu ağrı geçsin diye bol bol ağrı kesici içtim.

HEMŞİRE: Öff ya. Tam da milli maç gecesi bir daha intihar ederken düşün maç falan var mı? Doktorları, hemşireleri rahatsız eder miyim diye.

HASTA: Ne biçim hastane bu, resmen burada işkence çekiyoruz.

HEMŞİRE: Ne oldu beyefendi beğenmediniz mi? Bizden bu kadar burası… Tıp Merkezimi? Sizin isteğinize göre davranalım özel doktorlar hemşireler emrinize amade edilsin.

HASTA: Özür dilerim bir daha ki sefere öyle yaparım.

HEMŞİRE: Yine yapmayı düşünüyor musun?

HASTA: Yok yok yeniden mideme hortum sokturmaya niyetim yok, bileklerimi falan keserim. Hem yaparsam bu hastaneye gelmem, insafsızsınız.

HEMŞİRE: Ben yine insaflıyım, Doktor Bülent olsaydı bırak bir daha ilaç içmeyi resmine bakmaya dahi cesaret edemezsin.

HASTA: Konuşup durmayın başım şişti zaten bu hortumlara da sinir oldum.

HEMŞİRE: Ne biçim intihar vakasızın durmadan konuşuyorsun. Biraz böyle bekle miden iyice boşalsın.

Sahneye polis girer.

POLİS: Hemşire Hanım intihar eden hasta bu mu?

HEMŞİRE: Bu. Memur bey.

POLİS: Demek intihar ettin?

HASTA: İntihar etmedim.

POLİS: Dakka bir gol bir hemen yalanlar başladı. Adın ne?

HASTA: İbrahim.

POLİS: Soyadın?

HASTA: Külyutmaz.

POLİS: Külyutmaz ama hapları yutmuşsun.

HASTA: Yuttum ama nedeni vardı.

POLİS: İntihar nedensiz olmaz zaten senin ne derdin vardı. Yoksa kız meselesi mi?

HASTA: Yok memur bey.

POLİS: Demek konuşmayacaksın ha. Ben seni konuşturmasını bilirim. Babanın adı ne?

HASTA: Şerafettin.

POLİS: Kötü Kedi Şerafettin iyi güzel. Annenin adı?

HASTA: Safinaz.

POLİS: Aile ye bak çizgi roman kahramanları gibi bir tek temeliniz eksik.

HASTA: Temel dedemin ismi.

POLİS: Bizim çaylağın dili çözülme ye başladı nasılsa bülbül gibi şakıyor. Baba Annenizin ismi?

HASTA: Fadime.

POLİS: Kara Denizli misin?

HASTA: Hayır Ak Denizliyim.

POLİS: Bunda bir yanlışlık var. Kökenini iyi arştır.

HASTA: Dedemde Ak Denizli onun dedesi de.

POLİS: Konuşma konuşma. Annenin kızlık soyadı?

HASTA: Bu ne böyle ya. GBT mi isteseydin, daha kolay olurdu.

POLİS: Konuşma soruma cevap ver.

HASTA: Ak Deniz.

POLİS: Anlat bakalım niye intihar ettin?

HASTA: Ya ben intihar etmedim, dayanıklılığımı test ettim.

POLİS: Kaç tane hap içtin?

HASTA: 52 tanecik ben nereden bileydim 52 hapın zararlı olduğunu deme?

POLİS: Tamam bak ifadene böyle yazacağım. İntihar yazarsam emniyet emniyet dolaşırsın Hadi geçmiş olsun.

Polis çıkar hasta kendi kendine konuşur.

HASTA: Bu da güzel. Kayıtlara adım salak diye geçecek.17 yaşın da 52 ilacın zararlı olduğunu bilmeyen bir genç. Polis camiasına rezil oldum iyi mi neyse tanımadığım insanlara derdini anlatmaktan iyidir.

Hemşire dönerek.

HASTA: Hemşire Hanım çıkarın şu hortumları burnum yara oldu.

Hemşire gelir. Hortumları çıkarır.

HEMŞİRE: Bir daha yapacak mısın?

HASTA: Yok ya, delimiyim ben? Yaparsam da Setbaşı Köprüsü’nden falan atlarım herhalde. Bu işkenceyi burada çekemem. Zaten çocukluğumdan beri hep uçmak istemişimdir. Direk atarım kendimi.

HEMŞİRE: (Güler) Çatlaksın sen.

HASTA: Teşekkür ederim teveccühünüz. Oh be. Gidebilir miyim?

HEMŞİRE: Gideceksin ama eve değil içeri daha serum yiyeceksin.

HASTA: Bir ağız tadıyla bile intihar ettirmiyorlar ya.

Hemşire ile hasta sahneden çıkar. Doktor elinde telefonla konuşarak sahneye girer.

DOKTOR: Ameliyattan yeni çıktım çok yorgunum. Başka bir gün gideriz.

Doktor biraz dinledikten sonra konuşmaya başlar.

DOKTOR: Olur mu aşkım seni hiç ihmal eder miyim? Biran olsun aklımdan çıkmıyorsun ama işlerimin ne kadar yoğun olduğunu biliyorsun dün nöbetimde sana bir şiir yazmıştım okumamı ister misin?

Karşısındakini biraz dinledikten sonra şiiri okumaya başlar.

DOKTOR: Bir şiir yazdım dün gece sana


Yürekten düşmüşüm büyük ilhama

Cesaretim yok ki vereyim sana

Bir sevdaya düştüm ben senin için

Sevgim anlatılmaz bir kelimeyle

Seni görmemek büyük bir çile

Seviyorum ya seni gerisi nafile

Bir sevdaya düştüm ben senin için


Hasta içeri girer.


Gündüzleri hayalimde gece rüyamda

Yaşıyorsun adeta damarımda kanımda

Hissediyorum seni bedenimde canımda

Bir sevdaya düştüm ben senin için


Doktor hastayı fark eder.

DOKTOR: Yine kapatmak zorundayım bir tanem, burada insana bir dakika bile rahat yok. Tamam, tamam sonra görüşürüz.

Doktor telefonu kapatır.

DOKTOR: Evet, sizi dinliyorum.

HASTA: Güzelim romantizminize tuz biber olmak istemezdim. Konuşmanızı yarıda böldüğüm için de özür dilerim. Bir an önce iştiraki mesainiz bitmeden huzurunuza ermek istedim.

DOKTOR: İsterseniz edebiyat yapmayı bırakıp konunuza girin.

HASTA: Zaten edebiyat yapmayı beceremem,ben fen mezunuyum.

DOKTOR: Böyle apar topar girdiğinize göre sorununuz büyük olmalı.

HASTA: Tebrik ederim bildiniz ama ben merak ettim, bu şiir kime ait.

DOKTOR: Bana ait.

HASTA: Çok güzel, şiirleri bende severim ama kendim şiir yazamıyorum. Bu da yetenek meselesi tabii. Ben genellikle okumayı severim. Mesela Banu Alkan, Ahu Tuba Oya Aydoğan… Gibi şairleri okurum.

DOKTOR: Onlar şair değil ki.

HASTA: Değil mi?

DOKTOR: Değil tabii.

HASTA: Ama hangi dergiyi açsam onlar var.

DOKTOR: Sen ve senin gibi okurlar olduğu sürece onlar çok prim yapar. Niye bunların yerine adam akıllı kitaplar okumuyorsun. Örneğin: Cezmi ERSÖZ, Orhan VELİ Muzaffer İZGÜ gibi yazarları okuyacaksın ki kültürün artsın.

HASTA: Sizin başka şiirleriniz var mı?

DOKTOR: Olmaz olur mu tabii var.

HASTA: Peki siz bunları kitap yapsanıza bence iyi satar.

DOKTOR: Niye ben şair miyim, kitap yazmaktan ne anlarım. Hem kitabı bastıracak matbaa mı kaldı. Ben geçen hafta bir konferans düzenledim. Ona katıldınız mı?

HASTA: Hayır, katılmadım.

DOKTOR: İyi bakalım, derdin neyse söyle artık istersen.

HASTA: Tabi tabi de şeyi de merak ettim.

DOKTOR: Yine neyi merak ettin?

HASTA: Şeyi canım, o şiiri kime yazdınız?

DOKTOR: Sana ne?

HASTA: Tabi ya bana ne.

DOKTOR: Her neyse sen buraya niye gelmiştin?

HASTA: Hasta olduğum için.

DOKTOR: Hasta olduğunu biliyorum, neren ağrıyor?

HASTA: Benim şimdi kafam karıştığı için, neremin ağrıdığını unuttum.

DOKTOR: Tövbe estağfurullah, yine ne oldu?

HASTA: Şu sizin şiir yazdığınız bey nasıl bir insan, yakışıklı olmalı size ilham verdiğine göre.

DOKTOR: Yakışıklıysa yakışıklı beni oyalama dışarıda bir sürü hasta bekliyor. Derdini söyle de derman bulalım.

HASTA: Doktorcuğum şimdi olay şu, benim son zamanlarda büyük sorunum var. Sabah yataktan kalkmak canım hiç istemiyor. Üzerimde kırgınlık Halsizlik, bitkinlik, var. Yani sizin anlatacağınız canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Bunun için bana bir reçete yazabilir misiniz?

DOKTOR: Bunun reçetesi, tedavisi, yok bu düpedüz tembellik.

HASTA: O kadarını bizde biliyoruz işten kaytarmak için bunun Latincesi yok mu?

DOKTOR: Devletin ciddi bir kuruluşunu kötü emellerine alet etmeye utanmıyor musun? Çık dışarı.

HASTA: Bu kadar kızmanıza ne gerek vardı, bir şansımızı deneyelim dedik şunu da belirteyim, az önce konuşmanızı yarıda kestiğim için özür dilemiştim ya, şimdi özrümü geri alıyorum işine sadık sevgili Doktor…

Hasta sahneden sinirli bir şekilde çıkar..

Sahneye doğum yapmak üzere hamile bir bayan getirilir, fondan baba müziği çalmaktadır.

Baba ve korumaları sahneye girer. Kadın avazı çıktığı kadar bağırmaktadır.

BABA: Nerde kaldı bu doktor?

HEMŞİRE: Birazdan gelir.

BABA: Birazdan kelimesi bizim lugatta yok. Hemen gelecek, derhal çağırın gelsin.

I.KORUMA: Babayı duymadın mı? Doktor’u çağır.

Hemşire biraz tedirgin bir şekilde sahneden çıkar ve tekrar içeri girer.

HEMŞİRE: Kadın doğum uzmanımız gitmiş telefonu da cevap vermiyor.

BABA: Başka doktor çağırın.

HEMŞİRE: Başka bir doktor. Doğumdan ne anlasın.

BABA: Anlamıyorsa neden doktor oluyor çağır gelsin.

Hemşire tekrar çıkar geri döner.

HEMŞİRE: Çağırdım gelmiyor.

BABA: Yürüyün çocuklar.

Baba korumaları sahneden çıkar hamile kadın halen bağırmaktadır.

H.KADIN: Çocuk geliyor nerede kaldı bu doktor.

Sahneye, sırtında, bir yaralıyla içeri girer.

VATANDAŞ: Doktor nerede?

HEMŞİRE: Ne yapacaksın?

VATANDAŞ: Konserve yapacağım ne demek ne yapacağım. Adam ölüyor.

HEMŞİRE: Kaydını yaptır gel.

VATANDAŞ: Prosedürler böyle.

VATANDAŞ: Ben adamı tanımıyorum ki nasıl kaydını yaptırayım.

HEMŞİRE: O zaman biz bu hastaya bakamayız.

VATANDAŞ: Tamam tamam nereye kayıt yaptıracağız?

HEMŞİRE: Sağ taraftan git direk karşında.

Vatandaş hasta sırtında sahneden çıkar hamile kadın tekrar bağırmaya başlar.

H.KADIN: Nerde kaldı bu doktor.

Vatandaş sırtında hastayla tekrar içeri girer.

VATANDAŞ: Yolda trafiğe takılmış bugün gelemeyecekmiş.

HEMŞİRE: Hangi doktor trafiğe takılmış.

VATANDAŞ: Ne doktoru.

HEMŞİRE: Şimdi sen söylemedin mi. Doktor trafiğe takılmış gelemiyor diye.

VATANDAŞ: Ben kayıt bürosundaki bayandan bahsettim doktordan değil kayıtta yaptıramadım ne olacak şimdi.

HEMŞİRE: Neyse getir kaydını ben yapayım. Adın ne?

VATANDAŞ: Nerden bileyim yolda arabayla biri çarpıp kaçmış.

HEMŞİRE: İsmini bilmiyorsan kaydını yapamam.

VATANDAŞ: Şimdi hatırladım adı Mahmut.

HEMŞİRE: Soyadı ne?

VATANDAŞ: İsmini uydurduk söyledikte soyadını da nereden bileyim.

HEMŞİRE: Soyadını bilmiyorsan bende kaydını yapamam.

VATANDAŞ: Kader.

HEMŞİRE: Baba adı?

VATANDAŞ: Kaygısız.

HEMŞİRE: Anne adı?

VATANDAŞ: Hüzün.

HEMŞİRE: Doğum tarihi ve yeri?

VATANDAŞ: Bakın şu formalitelere adam ölüyor!

H.KADIN: Ben ne olacağım?

Hemşireyle vatandaş beraber bağırır.

VA. HEM: Sen kapa çeneni.

Korumalarıyla sahneye baba girer.

BABA: Doktor’un birinin ağzını kapattık diğeri de doğum için hazırlanıyor.

VATADAŞ: Hemşire Hanım adam ölüyor!

HEMŞİRE: Biri doğuracak biri ölecek doğanın kanunu bu.

BABA: Bu adam zaten ölmüş. Boşuna doktorları meşgul etme.

Baba korumalara dönerek.

BABA: Nerede kaldı bu doktor çabuk alın getirin.

Korumalar sahneden çıkar. Doktorun iki kolundan tutarak sahne ye girerler.

DOKTOR: Ya ben doğumdan ne anlarım benim işim ortopedi.

BABA: Bak ne güzel söylüyorsun. Bu çocukta orta kattan geliyor. Derhal görevini yap. Yoksa bizimkiler görevini yapacak.

DOKTOR: Hemşire Hanım şu kollarımı katla.

Doktor hasta’ya baktıktan sonra.

DOKTOR: Bu çocuk ters gelmiş!

BABA: Düzelt ne diye doktor oldun.

DOKTOR: Bu benim branşım değil.

BABA: Çocuklar doktor’u duyamadım.

DOKTOR: Tamam, tamam şimdi doğumu yaptırıyorum.

BABA: Söyle fazla kurcalamasın.

KORUMA: Patronun emri fazla kurcalamayın.

DOKTOR: Kurcalanacak tarafı kalmamış. Paramparça olmuş.

BABA: Söyleyin doktora kız çocuk doğurtmasın.

KORUMA: Patronun emri kız çocuk istemiyor.

DOKTOR: Ey vah. Doğan kız şimdi ne yapacağım.

BABA: Doktor bir şey mi söyledin?

DOKTOR: Oğlunuz geliyor az kaldı hemşire al şu çocuğu kaybet.

Hamile kadın tekrar bağırmaya başlar.

DOKTOR: Doğurdun şimdi niye bağırıyorsun.

H.KADIN: Geliyor, geliyor.

DOKTOR: Ne bir tane daha mı? İnşallah bu erkektir.

Doktor doğumu yaptırır, bu kez dünyaya gelen erkektir.

DOKTOR: Baba gözün aydın oğlunuz oldu oğlunuz

Çocuk ağlama sesi gelir.

BABA: Bu ne çocuğun sakalı var. Hatun bu çocuk neden bu kadar büyük?

H.KADIN: Senin korkundan kız olacak diye on yıldır doğuramadım. Oda karnımda büyüdü.

BABA: Hakkı bu kadın hem beni boynuzlamış hem yalan söylüyor. Bu çocuk bana hiç benzemiyor. Onu da doktoru da öldürün.

Hamile kadın sahneden kaçar. Korumalarda arkasından çıkar.

DOKTOR: Benim ne suçum var.

BABA: Tipini sevmedim.

Doktor dışarı koşarak çıkar arkasından. Baba

BABA: Benden kimse kaçamaz. Hakkı öldürün bunu.

Doktorun arkasından babada çıkar. Sahneye doktor girer masanın başına geçer. İçeri hemşireyle birlikte A.Deli girer.

DOKTOR: Hah sen eksiktin sende geldin tamam oldu.

A.DELİ: Ben gelmek istemedim, zorla getirdiler.

DOKTOR: Kim getirdi?

A.DELİ: Polisler.

DOKTOR: Ne yaptın da getirdiler?

A.DELİ: Hastaneye bir yaralı getirdim, bana bu elbiseyi giydirdiler.

DOKTOR: Üzerindeki refakatçi elbisesi değil, deli gömleği.

A.DELİ: Bu gömleği giymeyi ben istemedim, deli zannetti de giydirdiler.

DOKTOR: Cinnet geçirdiğin zaman mı yaraladın?

A.DELİ: Kimi?

DOKTOR: Kimi olacak hastaneye getirdiğin yaralıyı.

A.DELİ: Ben o yaralıyı yolun ortasında buldum, birileri çarpıp kaçmış bende insanlık görevimi yaptım hastaneye getirdim. Kazayı benim yaptığımı zannettiler, hastane polisi ifademi aldı ve beni karakola götürdü. Karakolda benim deli raporum ortaya çıkınca da buraya getirdiler.

DOKTOR: Ama burası akıl hastanesi değil ki.

A.DELİ: Burada kalıcı değilim, birazdan beni Bakırköy’e götürecekler.

DOKTOR: Şimdi adama sen çarpmadın mı?

A.DELİ: Çarpmadım. Bir insanlık yapalım dedik bak şimdi nelerle uğraşıyorum.

HEMŞİRE: Bunun böyle söylediğine bakmayın Doktor Hanım, her geldiğinde kendini haklı çıkarmak için bir neden bulur.

DOKTOR: Sen akıl hastası olarak geldin mi hiç buraya?

A.DELİ: Gelmek ne demek abone oldum, bir buraya iki Bakırköy’e.

DOKTOR: Daha önce ne yaptın da getirdiler?

A.DELİ: Efes’e Antik Tiyatro’yu gezmeye gitmiştim. Orada yaşanan olaylar karşısında hayrete düştüm.

DOKTOR: Ne gördün Efes’te?

A.DELİ: Dev gibi makineler yerleştirmişler. Efes’i yeniden inşa ediyorlardı.

DOKTOR: Biraz daha açık konuşur musun?

A.DELİ: Temmuz’un ortasında turistlerin yoğun olduğu bir zamanda düşen taşları harç yaparak yeniden yerlerine koyduklarını gördüm. Bunu gören turistler bir daha gelirler mi?

DOKTOR: Gelir niye gelmesin?

A.DELİ: Gelmez doktor hanım gelmez. Turistler buraya tarihi eserleri görmeye geliyorlar.

Şimdi geldiklerinde, tarihi yerlerin yeniden inşa edildiğini gören turistler bir daha niye gelsin?

DOKTOR: İyide düşen taşlar yerde mi kalsın?

A.DELİ: Yerde kalsın demiyorum. Turistlerin az olduğu bir zamanda Efes’i turistlere birkaç ay kapatıp bu işi o zaman yapabilirler.

DOKTOR: Bu konuyla senin ne alakan var ki?

A.DELİ: Sana şimdi anlattığımı yetkililere de anlatmaya çalıştım. İşlerine gelmediği için deli damgası yedim.

Hemşire diğer deliyi sahneye getirir.

DOKTOR: Geldi işte bir tane daha. Bu günlerde deliren delirene.

DELİ: Valla ben deli değilim.

DOKTOR: O zaman burada ne işin var?

DELİ: Ne bileyim? Delidir diye aldılar getirdiler, her zaman ki gibi.

DOKTOR: Nasıl yani?

DELİ: Dur ben sana en baştan anlatayım. Taa okul yıllarımda sınavın birinde hocaya altmışlık kâğıt vermiştim. Hoca kalkmış bana yüz vermiş. Gittim durumu anlattım. Ben diyorum hakkım altmış, o diyor yok sen yüz aldın. Öyledir böyledir derken hoca benden şüphe etmeye başladı. Sonunda delirdim diye disiplin kurulu beni okuldan attı. Böylece Bakırköy’le ilk tanışmam gerçekleşti. Neyse sonunda Bakırköy’den kurtuldum. Kendime yeni bir hayat kurmak istedim. Sonra bir ev buldum. Evi bir görsen iki yüz metre kare, saten boya, çift banyo, jakuzili, kartonpiyerli, şehir manzaralı harika bir ev. Ben evi beş yüz milyondan aşağı düşünmezken ev sahibi iki yüz elli milyon demez mi? Ben dedim bari üç yüz olsun. Adam ille de iki yüz elli diyor. Öyle böyle eve taşındım. İlk kiramı hiç olmazsa üç yüz yatırayım dedim ve yatırdım. Ertesi gün kapıda bir takım, bir zarf içinde elli milyon. Gittim ev sahibine ağabey al bu para senin hakkın dedim. Adam beni deli diye ihbar etmez mi? Ben yine Bakırköy yollarında.

DOKTOR: Senin ki delilik değil, düpedüz enayilik.

DELİ: Bana bak, bana deli diyebilirsin ama enayi asla.

A.DELİ: Biz ne deliyiz ne enayi. Memlekette bu kadar deli varken akıllılarla delileri karıştırılmaları gayet doğal.

DELİ: Biz de bu kargaşanın kurbanıyız. Geçen gün havuzlu parka gittim. Halk günü olduğunu bildiğim için yanıma sadece iki buçuk milyon aldım. Tam içeri girecektim ki bir adam yolumu kesti, damsız girilmez dedi. Ama ben bir kere takmışım kafaya bir yolunu bulup içeri daldım. Tam üzerimdekileri çıkardım havuza atlayacaktım, iki adam beni tuttuğu gibi dışarı attılar. Üstelik kıyafetlerimi de vermediler. Bende çaresiz eve doğru koşmaya başladım. Şehir merkezin de yorgun düştüm oturup biraz soluklanayım dedim. Tabi beni orada öyle bırakırlar mı? Delidir diye tuttukları gibi buraya getirdiler.

DOKTOR: Tamam, tamam fazla uzatmayın. Zaten işim gücüm var, bir de sizinle uğraşmayayım. Geçin şöyle oturun.

Fondan siren sesleri gelir. Hemşire sahneye girer.

HEMŞİRE: Doktor Hanım Bakırköy’e gidecek hastaların aracı geldi.

Bir kargaşa çıkar. Doktor, hemşire ve deliler sahneden çıkar ve perde kapanır.
 
Son düzenleme:
ADABI MUAŞERET

OYUNCULAR: FEHİMAN, GÜZİN, FİKRET, VİLDAN, İLKNUR, ONUR, GÜLER, HEMŞİRE, KOMŞU.

(MERDİVENDEN HIZLA ÇIKAN AYAK SESLERİ)

Güzin:Fikret lütfen yavaş ol.

Fikret:Ne olmuş abla? Hızlı mı çıkıyorum?

Güzin:Tabi ki hızlı çıkıyorsun. Ayy yavaş dedim.

Fikret:Abla ya her şeye karışıyorsun. Hızlı çıksam ne olur?

(AYAK SESLERİ DEVAM EDER. BİRAZ YAVAŞLAMIŞTIR.)

Güzin: Burası hastane Fikret. Her ziyaretçi merdivenleri senin gibi çıkarsa,hastalara bu gürültü bile yeter.

Fikret:Bu hastalar da çok nazlı. (AYAK SESLERİ HAFİFLER)

Güzin:Hem bu gürültüden rahatsız olmak için hasta olmaya gerek yok. Sen eve girer çıkarken de dikkat etmiyorsun. Apartmanda kaç aile oturuyor.

Fikret:Ooo saysan küçük bir köy olur.

Güzin: Düşün artık,günde kaç kez böyle inip çıkıp köy halkını rahatsız etmek yakışık alır mı? (AYAK SESLERİ KESİLİR) Geldik. Dur sessizce girelim.

(KAPI TIKIRTISI) (KAPI SESİ)

Fikret: (Hafif sesle)Ablacığım Selamun aleyküm.

Fehiman:Aleyküm Selam. Hoş geldiniz.

Güzin:Annemin durumunda bir değişiklik yok mu?

Fehiman:Pek yok. Doktor iyileşmesinin biraz uzun sürebileceğini söyledi.

Fikret:Ablacığım rengi biraz düzelmiş. Daha ne kadar serum alacak?

Fehiman:İyileşmesine bağlı. Fikret kapıdaki görevliler sana müdahale etmedi mi? Nasıl izin verdiler girmene?

Fikret:Tanıyorlar artık. Hem onlar da farkında benim çocuk olmadığımın. (Kasılır) Bugüne bugün delikanlı bir kardeşiniz var.

Güzin:Bu işte bir iş var. Aklın beş yaşı ya gösteriyor ya göstermiyor.

(DIŞARIDAN GÜRÜLTÜLER GELİR) (KAPI SESİ)

(YÜKSEK SESLE KONUŞURLAR)

İlknur:Anneciğim,bir dahaki sefere senin kucağına oturup, ayağımı dimdik uzatırım.

Vildan:Evet, ayağını kırık sanıp kapıdan geçmene kolayca izin verirler. Merhaba çocuklar,ay kapıdan geçesiye mahvolduk. Hadi Onur,Fikret abin de buradaymış şansından.

Fehiman: (Sesi kısık) Hoş geldin Vildan Abla.

Vildan:Hoş bulduk Fehiman. Nasıl oldu Zişan Abla? Vallahi bir doktora gitsem bana da kaç tane ameliyat yaparlar ama gitmiyorum. Ben her şeye dayanmaya çalışırım. Onur,benim yanımda sıkışma oğlum,git Fikret abine...

Fehiman:Neyin var ki Vildan Abla?

Güzin:Maşallah kanlı canlı görünüyorsun.

Vildan:Sen öyle göründüğüme bakma,sesim çıkmıyor. Dedim ya,bir doktora gitsem kırk tane dert çıkacak.

İlknur:Aaa Güzin Abla,bu ne?

Güzin:Bilmem,herhalde süs eşyası.

İlknur:Aaa şu altını açalım. Merak ediyorum.

Vildan:Getir getir,açayım.

İlknur: Dur, ben bilirim.

Onur:Abla bana ver,ver,ver...

Güzin: (Kısık sesle) Çocuklar sessiz olun. Hem onu bırakın, zarar gelmesin.

İlknur:Onur dur ya ben açacağım.

Fehiman:İlknur gürültü yapıyorsun. Bak annem rahatsız oluyor. Onu bırakın elinizden.

Onur:Al istemiyorum... Aaa Güzin Abla bu hortumu niye taktınız Zişan Teyzeye?

İlknur: (Kıkırdar) Yıkamak için,içi çok kirlenmiş.

Vildan:İlknur senden de laf çıkıyor. Oğlum oradan hastaya ilaç gidiyor.

Onur: Ne ilacı ya,bak su akıyor İlknur.

Vildan:Abla de oğlum. İlknur denmez İlknur Abla. O hortumun içinden akan da ilaçlı su.

Onur:Aaa aa bak bu aşağıda da hortum var.

Güzin: (Kısık sesle)Gel bu tarafa Onur,elleme.

Onur:Ya dur bakacam dur....

Fehiman: Dur dur çekme Onur,gel bakayım bu tarafa.

Vildan:Fikret hadi Onur’la koridora çıkıp oynayın.

Fikret:Görevliler kızıyor Vildan Abla.

Onur:Acıktım anne...Ben çıkmam dışarı,acıktım...

Vildan:Fehiman bir şey yok mu şu çocuğa?

İlknur:Ayy ben daha çok acıktım.

Güzin:Çocuklar sessiz olun,bakın annem rahatsız oluyor.

Fehiman:Evet çocuklar,doktor dedi ki; “Hastanın başında kalabalık,ses olmasın.”

Vildan:Gideriz zaten birazdan Fehiman. Çocuklar bir şeyler yesin de...

(ÇEKMECEYİ AÇAR)

Fehiman:Bir şey de kalmamış. Poğaça vardı bitmiş.

Vildan:Bak bak oradaki krakeri ver,onu sever Onur.

Fehiman:Kraker dökülür Vildan Abla,oda şimdi temizlendi.

Vildan:Bir şey olmaz,bir şey olmaz.

(KAPI SESİ)

Hemşire: Bayanlar burayı kreş mi sandınız? Ne işi var çocukların burada?

Fehiman:Şeyy şeyy şimdi....

Hemşire: (Öykünür) Şeyy şeyy...Ne biçim insanlarsınız siz? Doktor,hastanın başı sakin olmalı,demedi mi? Dışarı dışarı...

Vildan:Çıkalım. Geçmiş olsun Fehiman. Çok üzüldük vallahi. İnşallah bir daha görmezsiniz.

Hemşire:Yeter,dışarı...Başka çocuğun yok muydu? Onu da getirseydin. Siz de siz de,durmayın orada. Çıkın bakayım.

Güzin: (Kısık sesle)Abla annemin çamaşırlarını alamadım.

Hemşire:Hastanın nabzı iyi değil,doktoru çağırın. Ne demeye başına biriktiniz? Hala burada mısınız?

Fehiman: (Kısık sesle) Ben aşağıya indiririm,dışarıda bekleyin Güzin.

(FON)

Güzin: Doktor babama çok kızmış Fikret. “Biz bu ameliyatta çok yorulduk. Düşmanı mısınız siz bu hastanın?”demiş.

Fikret:Babam çok üzgün abla.

Güzin:Keşke annemin başından hiç ayrılmasaydı.

Fikret:Mecbur kalıyor,bir sürü tahliller var.

Güzin:Evet onların sonuçlarını almak için oradan oraya koşturuyor. Çoğu zaman doktorları bulamıyor yerinde.

Fikret:Hep Vildan Teyzenin yüzünden...

Güzin:Sade o mu Fikret? Ayşe Teyze her oradan geçişte uğruyor.

Fikret:Çok komik abla; “Yol üstü,bir nefesleneyim dedim.”diye giriyor.

Güzin:Görevliler de herhalde yaşlı diye göz yumuyorlar.

Fikret:Geçenlerde yine gelmişti,ablama diyordu ki“Kızım içecek bir şeyler yok mu?” Tam o sırada hemşire içeri girmez mi....

Güzin:Eyvah eyvah...

Fikret: (Taklit Eder) Ooo hanım teyze hoş geldiniz. Nasılsınız?... Size bir kahve getireyim hemen...

Güzin:Ayşe Teyzeyi de kovalamış.

Fikret:Abla ya ne bu başımıza gelen? Kovan kovana... Bizi de apartmandan kovacaklar neredeyse.

Güzin:Evet ama çok ses oluyor.

Fikret:Geçen gece Nihat Amca alt kata inmiş bağırıyor; “Fikreeet,Onur seni çağırdı. Yarın gel de maç yapın.”

Güzin: Sen ne dedin?

Fikret:Benim cevap vermeme gerek kalmadı,alt komşunun kapısı açıldı, “Yarını niye bekliyorsunuz? Onur şimdi buraya gelsin. Şuracıkta,merdivende oynardınız.”dedi.

Güzin: Doğru söylemiş. Saat gecenin on ikisiydi. O saatte kapı tıkırtısı bile merdivende yankılanıyor.

Fikret:Ben gündüz bile olsa merdivende ses yapmamaya çalışıyorum abla.

Güzin:Büyükler daha çok ses yapıyor. Herhalde müstakil evlerde yetişmişler,apartman usullerine alışamıyorlar.

Fikret:Abla geç olmadan annemin ihtiyaçlarını götüreyim. Merdivenlerden öyle usulca ineceğim ki,sanırsın hayalet süzülüyor.

(FON)

(ARALIKLI ZİL ÇALAR,KAPI AÇILMAZ) (ISRARLA,ARALIKSIZ ÇALMAYA BAŞLAR.)

Güler: Fehiman,Fehimaan,kıız niye sesin çıkmıyor?...Fehimaan Fehimaan....

Komşu:Güler Hanım sabah gördüm Fehiman’ı,hastaneden geliyordu.

Güler:Eee bir saat zile bastım açmadı kapıyı.

Komşu:Çal çal,zile bi daha bas. Uyumuştur o,iki gecedir uyumadım,diyordu.

(ARALIKLI ZİLE BASAR,KAPIYI TIKLATIR)

Güler:Fehiman,Fehimaan...Oklavayı getirip cama uzatsam yetişir mi? Fehimaan...

Komşu:Boş ver boş ver. Güler Hanım benim canım sıkılıyor,çıkıp çarşıda bir dolanalım mı?

(FON)

(ZİL SESİ. İKİ ÜÇ KEZ ARALIKLI ÇALAR.)

Fehiman:Geldim geldim... (KAPI SESİ) Ooo Güler Teyze...

Güler:Neredesin kız? Ne o,bir yere mi çıkıyorsun?

Fehiman:Evet uykuda kalmışım,annemin yemek saati yaklaşmış. Nasıl acele hazırlandım.

Güler:Şu salonda oturalım bari. Buranın da tozunu almamışsınız.

Fehiman:Çok derin uyumuşum,hiç ev işine vakit kalmadı. Şimdi Güzin gelir yapar.

Güler:Eee ne yapıyorsun? Kız kaç saat kapıyı çaldım,camı dövdüm oklavaylan açmadın kapıyı.

Fehiman:Öyle mi? Dedim ya derin uyumuşum. Bir şey mi vardı?

Güler:Yook bakam dedim,annen nasıl oldu? Kız numaranızı bilmiyordum,bilseydim telefon açardım.

Fehiman:Hıı o zaman uyanırdım belki.

Güler:Uuuh sen de bu uyku varken telefonla da uyanmazdın. Aysel dedi, “Kalk gidip çarşıda,pazarda dolaşak.”Canım istemedi. Kim üstünü başını değiştirecek...

Fehiman:Şeyy Güler Teyze geç kaldım. Annemin yemek yemesi gerekiyor,ilaç vakti yaklaştı.

Güler:Hıı sen mi yediriyorsun yemeklerini? Yedir yedir sevaptır. Onu söyleyeyim dedim. Kapıyı çal çal açılmadı. Bir sorayım dedim.

Fehiman:Annem iyi,birkaç güne dikişleri alınır.

Güler:He kız Allah yüzünüze baktı. Tövbe Ya Rabbim,aslan gibi kadın,tepe üstü gidecekti az daha... Göze mi geldi ne oldu?

Fehiman: Allah imtihan ediyor.

Güler:Kız yok yok,göze geldi,düşmanı mı yok? Devrilesiceler. Gidem bari,onu diyecem işte,nazar kız nazar. Bişey mişey lazım olursa seslen ha... Ne var kız şurada kapı komşuyuz. Hiç çekinme. Bişey lazım mı? Hı kız söyle...

Fehiman:Sağ ol Güler Teyze olursa söylerim.

Güler:Söylemiyosun ya. Ne var bak adam adama bu günde lazım. Tövbe tövbe ocağınız sönecekti,kem gözlere lanet. De ha, bişey lazımsa de...

Fehiman: (Kısık sesle) Gölge etmeyin Güler Teyze...

Güler:Hıı ne diyorsun? Allah’ını seversen söyle. Gidem de akşam Ahmet Amcanla gelem,uzun uzun otururuz o zaman. Sen hadi git de bak annene.

(FON)

(ÇATAL KAŞIK SESLERİ)

Güzin:Abla tozları bile alamadım.

Fikret: (YEMEK YERKEN KONUŞUR) Güya da kapı üç sefer çalınıp,açılmazsa geri dönülür.

Güzin:Ne üçü ne beşi Fikret. Açıncaya kadar ısrarla çalıyorlar. Ben de sanıyorum ki önemli bir şey var.

Fikret: Abla, hiç “Müsait misin?” diye sormadan da içeri giriyorlar. Ben olsam giremem. (YEMEK YEMEYE DEVAM EDER.)

Güzin:Ayy ben buyur etseler bile girmeye çekinirim.

Fikret: (YİYEREK KONUŞUR) Valla biz içeri buyur etmezsek kapıyı ittirip yine girerler.

Fehiman:Şımarmayın,yeter. Biliyorsunuz annemi sormaya geliyorlar.Hem Fikret sen de bir daha Halime Teyzeyle konuşurken dikkat et. “Siz” diye hitap etmen gerekirdi.

Fikret: (AĞZI DOLU) Hıı annemi sormaya geliyorlar...

Güzin:Ne sorması abla “Canım sıkıldı,bir uğrayayım dedim”diye gelen gelene... Bundan sonra gizli gizli hasta olalım tamam mı?

Fikret: (YERKEN BAĞIRIR) Aaa bu ne ya, abla pilavdan taş çıktı... Bak bak kocaman.

Fehiman: (Yorgun) İyi,bırak kenara.

Fikret:İyi mi? Hep böyle oluyor.

Güzin:Fikret yoğurdu yediğin gibi pilavı da burnunla yersen artık ağzına taş maş gelmez.

Fehiman:Bence de,ne o burnunun hali? Yoğurt içinde...

Fikret:Yok ya,bir damla değmiş diye burnumla mı yiyorum?

Fehiman:Fikret sus artık. Öyle gürültülü yemek yiyorsun ki neredeyse sofrayı bırakıp kaçacağım.

Güzin:Üstelik her tarafı batırıyorsun. Örtünün haline bak.
 
Son düzenleme:
ADALET (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR)


ŞAHISLAR: ORHAN,ZİŞAN,OSMAN,FEHİMAN,GÜZİN.

Zişan: Orhan,Gülhan Nineyle Halis Amca çok perişanlar. Ne yapabiliriz?

Orhan:Niye Zişan? Çok şükür evlatları var,durumları iyi. Onlar da mı perişan olacak?

Zişan: Ne evladı Orhan? Hiç biri yok ortada,hepsi dağılmış.

Orhan:Nasıl olur? En küçük oğlu ile beraber oturuyordu. O da mı ayrılmış?

Zişan: Çoktan gitmiş. Babası bütün malını mülkünü ona devretmiş.O da işini başka bir şehre nakledip yok olmuş ortadan. Halbuki Ona ne kadar düşkünlerdi.

Orhan:Bilirim,put ediyorlardı o çocuklarını. “Halis Amca,diğerleri de evlat,yakışmaz sana. Sevmeye seviyorsun,hiç olmazsa muamele ederken adil ol.”dedim mi hiç oralı olmazdı.

Zişan: Diğer çocukları da babalarına hep kızar,bir de üstelik kardeşlerine kinlenirlerdi. Hele eltiler, iyice birbirlerine düşmanlar.

Orhan:Peki şimdi o yaşlılara bakmayacaklar mı?

Zişan: Yok,hiç biri uğramıyormuş. Geçenlerde araba çağırıp şoföre adres vermiş,ortanca oğullarına gitmişler. Oğulları onları görünce; “Elden ayaktan düşünce bize mi geldiniz? Malınızı mülkünüzü kime devrettiyseniz gidin o baksın size.” Diye kızmış.

Orhan:Eee geri dönmüşler öyleyse. Ortanca öyle derse büyük hiç bakmaz zaten.

Zişan: Evet çok zor durumdalar. Bir ara düşündüm bize getirip bakalım mı diye, siz ne dersiniz?

Orhan:Zişan ne diyorsun? Ondan sonrada çoluğu çocuğu başımıza üşüşüp,iyice bizi de çıkmaza sokarlar.

Zişan: Ne yapabiliriz? Onları kendi haline bırakmak olmaz.

Orhan:Birkaç komşu anlaşın,sırayla evlerine gidip bakın.

Zişan: Kime söyleyeyim? Bir defa giden ikinci defa uğramaz. Biz yine yalnız kalırız. İş başa düştü.

Orhan:Yok yok yalnız altından kalkamazsınız.

Zişan: Mecburuz artık,olduğu kadar. Bu da bir iyilik.

Orhan:Olmaz Zişan,iyilik böyle olmaz. Hiç adilce değil. İki yaramaz,cahil insanın yapıp ettiklerinin cezasını size çektirmek iyilik değil ahmaklık olur. O evlatları öyle yetiştiren onlardı. En iyisi biz onları bir huzurevine yerleştirmeye çalışalım.

Zişan: Haklısın herhalde Orhan. Zeki Amcaya baksana, çocukları ne kadar hürmet gösteriyor.

Orhan:Yaa o çocuklarını güzel yetiştirdi.

Zişan: Şanslı bir insan bence.

Orhan:Ne şansı Zişan,şans kumarbazda olur. Allah,işlerinde adildir. Zeki Amca Allah’ın rızasını kazanma yolunda çocuklarına da adil davranan biri.

Zişan: Doğru,onun küçük çocuğunu çok sevdiğini fark etmeme rağmen muamelesinde hissi davrandığını, adaletsizlik yaptığını hiç görmedim.

Orhan:Onun bu güzel yaşantısının mükafatını,Allah bu dünyada da böyle izzetli bir yaşamla verebilir.

Zişan: Yaa, “Biri muttaki,biri facir.” (38/28)

Orhan:Ben de Casiye Suresi’ndeki 21. Ayeti Kerimeyi hatırladım Zişan. “Yoksa o kötülükleri işleyenler, kendilerini iman edip iyi ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölümleri o (müminlerle) bir olacak,öyle mi?”

(FON)

Osman: “.......İşte böyle babacığım. Sonuçta yine bir bakıyorum adam kayırma, ırkçılık, taraf tutma burada da yerleşik bir sistemin belli özellikleri. İnanmıyorum artık bunlara. Gerçi bunlar Müslüman da değiller ama insanlık adına adil davranmaları bir onurdur. Bu açıdan saltanatları gözümde yıkılıyor. Çok da önemli insanlar değillermiş.

Bununla beraber bizim camiada da rahatsız olduğum davranışlar,farklı farklı muamelelerle karşılaşıyorum. Hiç hazmedemiyorum. Mesela bir insana bilgisi biraz fazla diye ilgi hürmet gösterilmesi, diğerine hayır işlerine fazla yatırım yapıyor diye iltifat edilmesi,öteki biraz fedakar diye taltif edilmesi vs... Bu tür taraf tutan,insanları farklı konumlara oturtan tavırları beni çok etkiliyor. Eşit davranmak lazım gelmez mi? İnsanlar arasında ayırım yapmamalı. Sonuçta hepsi insan......

Babacığım,bu serzenişlerimle başınızı ağrıttım yine. İnşallah sonraki mektuplarımda daha iyi, neşeli şeyler yazarım. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Oğlunuz OSMAN.”

Orhan:Eyvah çocuklar,Osman hümanist mi olmuş n’olmuş?

Güzin:Ne diyorsunuz baba?

Fehiman:Allah korusun babacığım,abim kendini bilir. İyi Müslümandır o.

Orhan:Peh iyi Müslümanmış. Şuna bak,koskoca adam oldu daha diyor ki; “Burada da adalet, eşitlik yok.” Hala bilmiyor,Allah rızasını gözetmeyen insan adil davranmayı bilemez. Onun adaleti en fazla kendi sisteminin menfaatiyle,düzeniyle alakalıdır. Kalkmış gayri müslimden adalet bekliyor. Onun adaleti kendine göre olur.

Fehiman:Evet,ne diye gayri müslimden hakkaniyetli bir tavır bekliyor ki?

Orhan:Üstelik Müslümandan da adil olmayan davranışlar bekliyor. Ne dersin Güzin? Ben yanlış anlamış olabilir miyim,yoksa doğru mu söylediğim?

Güzin:Yani babacığım mektubun sonlarında bahsettiği,muhitinden şikayet ettiği kısımlar mı?

Orhan:Evet kızım,sence haklı mı abin?

Güzin:Herhalde haklı baba.

Orhan:Kızım,ilmi çok olana elbette muamelemiz farklı olur. Allah’u Teala ; “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye “temiz akıl sahiplerini düşünceye” çağırmaz mı?

Fehiman: Tabi,Allah’ın verdiğinden gizli,aşikar harcayan ile harcamayan kimseler de müsavi olmaz. (16/75)

Orhan:Gördün mü Güzin? Allah onların eşit olmadığını söylerken bizim eşit muamele yapmamız adil olur mu?

Fehiman: “Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla,Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla savaşanlar bir olmaz.” (4/49)

Orhan:Hala abinin haklı olduğunu düşünüyor musun kızım? Mektuptan anlaşılan,abinin birlikte olduğu grupta İslami hassasiyeti yoğun olanlar,hayırlarda harcama yapanlar hatta yarışanlar var.

Fehiman:Bunların itibar görmesi gerekirde zaten,bir de gruplarda zengin oldukları, mevkili oldukları için taltif edilenler var.Bunlardan hiç bahsetmiyor.

Güzin:Ama babacığım yine de demeyin ki hümanistçe,adaletsizce...

Orhan: (Şakacı) Kızım ne yapayım? İşte bak; “Sonuçta hepsi insan.” diyor.

Güzin:Söylerim bir daha demez baba.

Orhan:Şaka bir yana da kızım,adil olan Rabbimiz,insanları suç işlediğinde adalet karşısında, Allah’a muhatap olmakta,maddi ihtiyaçlarda eşit kılar. Bir insanı diğerlerinden üstün kılan ise o insandaki faziletlerdir. Faziletleriyle üstün olanlar da tabi ki övgüye layıklardır.

Fehiman:Babacığım adaletin ihsası için Müslümanlar ne yapabilir?

Orhan:Adil olabilir kızım.

Fehiman: Hepsi bu kadar mı?

Orhan:Değil tabi.

Güzin:Başka ne yapabilir peki baba?

Fehiman:Hz. Ömer örnek alınabilir mesela.

Orhan: Evet,bak bu doğru. Hz. Ömer en ideal örnek bizim için. Yine maleyaniyle meşgul olanlara engel olmak da yapabileceklerimizden.Hayırlı ameller yapanların önünü açmak, onlara çeşitli imkanlar hazırlamak da adil davranışlardandır.

Güzin:Yine iğnelediniz babacığım. Her zaman ablamın iyi işlerle meşgul olduğunu,benimse boş uğraşlar edindiğimi ima ediyorsunuz.

Orhan: (Şakacı) Neyse,muamelede adaletsizlik yapılmıyor değil mi?

Güzin:Nasılsa benim uğraşım resim diye; “Hadi kızım çay, hadi kızım meyve,bulaşıklar yıkandı mı Güzin?”

Orhan:Kızım sen de ilimle meşgul ol,bu işlerin hepsini ben yapayım.

Fehiman: O zaman da size haksızlık olmaz mı?

Orhan:Hayır,protokole biraz aykırı sadece. Hem ilim söz konusu olunca böyle davranmak adaletsizlik olmaz,fazilet olur kızım.

Güzin:İyi tamam,konumuza dönelim. Adaletin tesisi için başka ne yapılabilir?

Orhan: (İmalı) Konu dışına çıkmamıştık ki Güzin. Bir de gücü yetiyorsa zulüm yapanlara engel olur.

Güzin:Nasıl yapsın ki bunları?

Fehiman: Neden yapamasın? Allah yapamayacağımız şeyi istemez bizden. Bize düşen azmetmek.

Orhan:Kızım merhametsiz ve fesatçıların hilelerini unutuyorsun.

Fehiman: Unutmadım baba,Erhan Amcaları hatırladım birden. Fakat onların adaletsiz davranışlarına engel olamadık. Eşiyle ayrılırken birbirlerine ne iftiralar atmışlardı.

Orhan:Ya,neredeyse ben de zulme düşüyordum. Beni de şahit yazmışlardı, iftiralarına alet edip mahkemede şahitlik yaptıracaklardı. İyi ki mahkeme olmadan iki tarafı da dinlemişim.

Fehiman: O zaman size çok kızmışlardı.“Güya da akraba,böyle bir işte eller bile şahitlik yapar.” deyip bir başkasını şahit tutmuşlardı. O olaydan beri hala konuşmuyorlar bizimle babacığım.

Güzin: Peki fesatçılara ve onların hilelerine nasıl engel olabiliriz?

Fehiman: İnsanların fesatlık ve hilelerine güç yetirebilmek ancak her Müslüman ferdin dinini güzel yaşamasıyla olabilir. O zaman kötülüğe böyle kolay cesaret edemezler.

Orhan:Evet, ve eğer merhametsizin,zalimin zulmüne engel olamıyorsa,o zaman da onu El-Adl’e havale eder.

Fehiman: Üstat ne demişti; “Zalimler için yaşasın cehennem!”

Güzin:Bence de.Öff anlamam ki insanlar neden adaletsizlik yaparlar?

Orhan:Çeşitli nedenleri var. Mesela kinleri yüzünden.

Fehiman: Gülhan Halayı hatırlasana. Ortanca gelinine kızmış,kinlenmiş diye onun çocuklarına da ne kötü davranırdı.

Orhan:Halbuki kendi torunları.

Güzin: Demek ki kin gözünü bürümüş. Öbür torunlarının ihtiyaçlarını karşılar,sürekli hediyeler alır,bunlarda “babaanne”derlerse yüzünü çevirirdi.

Orhan:Günah günah. Bak kızım,müminlerde zaaflarının,kötü huylarının esiri olmuşlarsa nasıl adaletsizlik yapıyorlar.

Güzin:Saniye Teyze’nin yaptığı daha da kötü.

Fehiman: Hıı evet.

Güzin:Babacığım annem; “Saniye hanım yapma,bu çocuklar mahzun oluyor. Onlarda senin evladın. Allah razı olmaz.” dedikçe; “Mecburum,ne yapayım .Oğlan bir tane.” diyor.

Fehiman: Bir de yemin etmez mi; “Dört kızın haftalık masrafı oğlanın bir günlük cep harçlığı.” diye.

Orhan:Allah razı olur mu bundan kızım?

Güzin:Aslında Saniye Teyzede yaptığından biraz pişman ama “El arı” diye hiç muamelesini değiştirmiyor.

Fehiman: Hele bir değiştirsin,bu saatten sonra güç yetiremez ki oğluna. Annem,babam demez dayak atar istediğini yapmazlarsa.

Orhan:Güzin, hadi kızım çaysadık. Aldığım pastayı da adilce pay et herkese.

Güzin:Adilce nasıl oluyor baba?

Orhan:Yaş sırasına göre. Büyüklerin payı büyük,küçüklerin payı küçük....
 
Son düzenleme:
ADİSYON KAĞITLARI
KİŞİLER

TÜRKAN: Bahri’nin karısı
ADAM : Hayali kahraman
BAHRİ : Türkan’ın kocası
ÖZGE : Bahri ile Türkan’ın kızı
BİLGE : Bahri ile Türkan’ın kızı
AYTAÇ : Bahri ile Türkan’ın oğlu


ADİSYON KAĞIDI


(Otantik, nehiz bir resrorantı ) andıran sahnede, üç dört masa bulunmaktadır. Masaların üstünde bakır kupalar, bakır tabaklar, bakır sürahiler yer almaktadır. Ortamı duvarlarda asılı olan gaz lambaları aydınlatmaktadır. Duvarlar eski yeni aile fotorafları ve halılarla süslenmiştir. Hasır iskemlelerde, samimi bir hava yaratmak için masaların kenarlarına dizilmiştir. Kaneviçe perdeler ve asırlık kilimlerde nostaljik bir hava yaratmıştır. Eski bir soba ve pencerenin önünde çiçekler vardır. Düz sarı kıyafetiyle bir adam içeriye girer. Kıyafetin ön yüzünde ( Beyti kebap, Patlıcan kebap, Kuzu şiş, Piliç şiş, Günün yemeği, Pilav, Salata, Tatlı, Dondurma, Cola) yazmaktadır.Arka tarafında ise kıtalar şeklinde yazılmış şiirler bulunmaktadır.


ADİSYON KAĞIDI-

Ben aşk cumhuriyetinin başbakanıyım.

Halkım aşıklardan.

Benim cumhuriyetimde insanlar;

Aşık olarak doğar,

(Duvarda asılı olan aile fotoğraflarına

sıra ile bakmaktadır.)

Aşk ninnileriyle büyür,

Aşk mekteplerinde,aşkın kitabını okur,

(seyirciye doğru yönelir.)

Benim kanunlarımda;

Aşklar özgür yaşanır.

Avukatlarım bu yüzden işsiz.

Savcılarım boş oturur.

Aşk suçu işleyenler sınırdışı edilir.

(Elleriylr restorantı gösterir.)

Benim cumhuriyetimde, ordum aşk için

savaşır.

Aşklar ölürcesine yaşanır,

Mezar taşlarına aşk şarkıları yazılır.

Benim cumhuriyetimde aşklar

Sonsuzluğa ulaşır


(iskemlelerden birine oturur.)Bu gördüğünüz restorantın sahipleri, yirmi beş yıllık evliler. Geçen sene gümüş yıllarını kutladılar. Onu tanıdığım günden beri dünyasından bir türlü gidemedim. Onun bambaşka bir dünyası var. Her geldiğinde bana (arkasını döner. ) birkaç mısrayı bırakır ve gider.


O yirmi beş yıl boyunca binlerce öğrenci yetiştirmiş emekli bir öğretmen.

O üç tane pırıl pırıl evlat yetiştiren güzel bir anne.

O otantik, nezih bir restorant işleten iyi bir işhanımı.


Onun ilk şiirini kardeşim kadar sevdiğim restorantın menü kapağına yazmışlar. (Dışardan sesler duyulur.) Türkan ablanın sesi bu. (İskemleden kalkar.) En iyisi ben yerime gideyim. Kapı önüne canım. Sizleride sevgili patronum Türkan Ablanın dünyasıyla başbaşa bırakayım.


TÜRKAN – (Elinde küçük çaydanlığı ile içeri girer. Kaneviçe perdeleri açar.) Nasılda özlemişim, bu sessizliği küçücük çaydanlığımla bir kişilik çay demlemeyi, (vazonun içinde ki çiçekleri koklar.) sabahları vazolara koyduğum kırmızı gülleri, hanım elleri, begonvilleri. Nasıl da özlemişim, aşk şarkıları dinlemeyi.

(Kısık seste ut sesi sözlere karışmaktadır. Bu arada Türkan adisyon kağıtlarının arkasına birşeyler yazmaktadır.)

(Çayını yudumlar.)

(Beyaz kıyafetli bir adam, Trenin hareket etmesi için bekleyen memur edasıyla ağzındaki düdüğü çalarak sahneye girer.)


ADAM – Zaten aklına gelen başına geldi senin. Ne diye hep

aşk şarkıları dinlersin sanki birgün

Şimdi dinle, şimdi ağla hadi şarkılardaki gibi...(Bir

İskemle çeker oturur.)

TÜRKAN – Herşeyimiz ansızın oldu, ayrılığımızda.

ADAM – Kendine iyi bak dediğimi duyabildim mi uzaktan?

TÜRKAN – Peki ya sen görebildin mi, içime akan gözyaşları-

mı?Hüngür hüngür ağlamak isterken kaçar adımlarla gitmen şartmıydı.

ADAM – Yüreğin burkulmuş. (Türkan’ın yüzünü okşamak ister. Elini geri çeker.)

TÜRKAN – “İlk istasyonda indim bir telefon kulubesindeyim” demeni bekledim hep.

ADAM – Çaresizlik nedir bilir misin?

TÜRKAN – Sensizliği mi?

ADAM – Herşey boş be Türkan, kimse oturmuyor oturduğum yerde Sevdiğin şarkıyı da çalmıyorlar senden söz etmeye cesaretleri yok ağlayacağımı biliyorlar.

TÜRKAN – Yıllar nasıl da geçti acısıyla tatlısıyla yirmi beş yılı geride bıraktık. Yirmi altısı olmayacak mı?

ADAM – Olmayacak...

TÜRKAN – Birlikte yaptığımız bahçeyi seyrettim bugün Minelerle güller, yasemenle hanımeller nasıl da kaynaşmışlar...

ADAM – Benim gibi halinden şikayetçi olan yok muydu?

TÜRKAN – (Adama sarılır.) Sımsıkı sarılmışlar. Daralınca yerleri, boyuna uzamışlar. ( gülümser)

ADAM – (Türkanı itekler.) Sende benimle toprağı mı paylaşmak istiyorsun? ( Düdüğünü çalar.) Son trende biraz önce kalktı...

TÜRKAN – Kimbilir kaç durak sonra hatırlayacak beni... Kaç sefer sonra uğrayacak bir daha...

ADAM – Dün neredeydim biliyor musun?

TÜRKAN – Neredeydin? (İskemleye oturur.)

ADAM – Ayrıldığımız o yerde... Çoktandır uğramıyor dediler buralara sana ait bir eşya aradım dokunmak için.


Basma elbiseni buldum yerde.

Kokladım yakasını hasretle...

Vazoda kırmızı beyaz güller,


TÜRKAN – Hani çok severdin sularını değiştirmeyi.

ADAM – Onlar da küsmüş, senin gibi, boynu bükükler di sanki...

TÜRKAN – Nereden bilebilirlerdi ki ayrılığımızın yatağımızda gerçekleşeceğini.

ADAM – ( Sessiz)

TÜRKAN – Hiç hesapta yoktu ayrılık. Biraz geç kalmana dayanamazken, kaldıramaz bunca yükü yüreğim. Uzaktan duyar mısın sesimi yan yana durupta konuşamazken. (Ses tonu sözleri söyledikçe yükselir.)


Anlayabilir misin beni?

Aşabilir misin engelleri?

Daha birbirimize ulaşamazken (ellerini uzatır) uzatsam tutabilir misin elleri mi,

Yanımda olup da dokunamazken. Sarılabilir misin özlemle,

Bakabilir misin gözlerime,

Söyleyebilir misin sevdiğini,

O kadar yakınımda,

Öylesine uzakken.


ADAM – Ben istediğim ayrılığı, sen istemedin biliyorum, biliyorum birtanem ben istedim ölmeyi, yaşayamadan hissettiklerimizi...

TÜRKAN – (Masanın üstündeki adisyon kağıtlarını alır.) Seni bu kağıtlarda yaşatıyor, içinde değerli armağanlar bulunan bir kutuya benzetiyorum. El üstünde tutuyorum şiirlerimi, sırf senin için sırf sen varsın diye...

ADAM – Ben ne yapıyorum peki? (Elindeki düdüğü gösterir.) Çalıp gezdiğimi mi sanıyorsun?

TÜRKAN – Ne yapıyorsun o zaman?

ADAM – Sana olan sevgimi bir yumağa sarıyorum, öylesine büyüyor ki yüreğime dar geliyor. İkimizinde sığabileceği bir kazak örüyorum.

TÜRKAN – Sende beni yanına istiyorsun biliyorum acaba o kazağı kirletmeden, esnetmeden giyebilecek miyiz merak ediyorum.

ADAM – (Türkan’ın dizlerinin dibine çöker.) Ben kendimi sende bırakıp geldim. Kendimi de seni de özledim. Hoşuna gitmediyse kalışım, taşıyamıyorsan yükümü, azat et gidelim. Benim yüreğimde çok yer var, senide götüreyim.

TÜRKAN – (Güler.)

ADAM – Neden gülüyorsun?

TÜRKAN – Gülmek kahkaha değildir herzaman, gülmek bazende hüngür hüngür ağlamaktır, sevdiğin biri için.

ADAM – Benim için mi Türkan?

TÜRKAN – Bir ev düşlüyorum ikimiz için... O sevdiğimiz mahalleden. Sıcacık sevecen insanların yaşadığı (İskemleden kalkar.) yokuş. Daracık çıkmaz sokaklardaki, sıvası dökülmüş, penceresinde, yağ tenekelerine dikilmiş kırmızı beyaz karanfilleri olan, bacasında sevgi ve mutluluk tüten minicik bir ev... (Kanaviçe nakışlı perdeyi aralar.) Pencereden gelişini bekliyorum. Elinde akşamdan ısmarladığım şeyler, evimize doğru yaklaşıyorsun. Pencereden, ekmekde alman için işaret ediyorum...

ADAM – (Pencereye yaklaşır.) Karşıdaki tamirciden kıskanıp seni, başını sallıyor ve kızgın kızgın bakıyor (Türkan'ın elinden tutarak iskemleye oturtur, kendiside yanına oturur.)

TÜRKAN – (Adam’ın gözlerinin içine bakar.) Bende içimden “işallah soba için çıra almayı unutmamıştır” diyorum. (Aynanın karşısına geçer, saçını düzeltir.) İki ev ötemizde ki bakkaldan ekmeği alıp dönüncceye kadar aynada kendini düzeltiyorum.

ADAM – Tahtadan yapılmış kapıyı, büyük demir anahtarlarla açıyor, aldığım şeyleri birinci basamağa bırakıyorum. (gülümser.) Merdiven altında ki kümesten, taze yumurta bakıyorum.

TÜRKAN – (Adam’ a yaklaşır.) İç kapıyı ben açıyorum sana. Elindeki paketleri alıp, şöyle bir bakıveriyorum. (seyirciye doğru yönelir.) İş gömleği için tursil istemiştim almışsın. Patates, soğan, tahin helvası... köpeğimiz için kemikte var. Çırayı da unutmamış. (Adama yönelir.) Seni seviyorum, seni seviyorum.

ADAM – Ağlamayı çok seven ıslak gözlerimle uzun uzun bakıp “beni özledin mi koca bebeğim” diyorum.

TÜRKAN – (Adam’a sarılır.) Paltonun önünü aralayıp sarılıyorum, hasretle. Sıcaklığına dostluğuna ihtiyacım var diye fısıldıyorum. (Koşar adımlarla sahneden çıkar.)

ADAM – (Maşayla sobayı kurcalar. Pencerede ki çiçeklere su verip, yere uzanır.)

TÜRKAN – (Dışardan sesi duyulur.) Varislerini dinlendir, bir iki yastık ayaklarının altına...

ADAM – (İskemlelerden birini ayağının altına koyar.)

TÜRKAN – (Elinde tencereyle içeriye girer.) Yorgunluktan sobanın rehavetinden aç uyumana dayanamam.Yemeği çok sevdiğini biliyorum. (yemeği servis yapar.) Acıkınca gözün birşey görmez.

ADAM – Ben dinlenirken, sevdiğim yemekleri diziyorsun soframıza (Masanın yanında ki iskemleye oturur. Yemekleri yemeye başlar.)

TÜRKAN – (Adamın yemek yemesini izler.) Karşısına oturup, iştahla yemeni seyrediyorum. Bir anne gibi ... ( Adam peçeteyle ağzını siler. Türkan sofrayı toplamaya başlar. Bu sırada Adam, Türkan’ın kolundan tutup yanına çeker. Tek tek örgü yapıp topladığı saçlarını çözmeye başlar. Elleri Türkan’ın saçlarına dolaşır. Türkan gülmeye başlar. Koşar adımlarla sobanın yanına gider.)

TÜRKAN – (Güğümde ki sıcak suyu demliğe boşaltır.) Nerdeyse yanacakmış.

ADAM – Fırfırlı basma geceliğini giysene Türkan.

TÜRKAN – Hınzır... Açıklığı seversin bilirim.

ADAM – Saçınıda bir iki tokayla topla, hani bir defa sıcaktan toplamıştın da hoşuma gitmişti...

TÜRKAN – Bardakları tepsiye dizip yanına geliyorum. (Çıkar.)

ADAM – (Dışarıya seslenir.) Birazda dostça konuşalım değil mi? (gülümser.) Günün nasıl geçtiğini anlatırsın bana... (Bir an için eline düdüğünü alır geri bırakır.)

TÜRKAN – (Saçları yarı açık yarı toplu şekilde, üstünde fırfırlı basma elbisesiyle içeri girer.) Çenesiz, kaprisli kadınları sevmediğini biliyorum. (Adamın elini tutar.) Ellerim ellerinde olsun, Konuşmasam da olur.

ADAM – Bardaklar Türkan, bardakları unutmuşsun...

TÜRKAN – (Ayağa kalktığı sırada, adam kendine doğru çeker.) Çayımızı doldurmak için kalkıyorum...

ADAM – (Göz kırpar.) O da benim işim. (Çıkar) (Türkan sobaya doğru ayaklarını uzatır. Tam bu sırada, gözünde güneş gözlüğü, kulağında walkman, pantolonun çeşitli yerlerinde zincirler asılı olan Aytaç içeri girer. Aytaç, Türkan’ı görmeden şarkı söyleyerek yavaş adımlarla sahneden çıkar. Bu sırada Belinde Önlükle koşarak Bilge içeriye girer. Pencereye yaklaşır. Dışarı bakar.)

BİLGE – Hay aksi yine kaçtı.

TÜRKAN – Bilge...

BİLGE – (Türkan’ı görmez. Dışarıya bakmaya devam eder.Yüksek sesle) Aytaç! Aytaç! Gitti işte... (önlüğü çıkarır.)

TÜRKAN – Bilge...

BİLGE – (Türkan’a doğru döner.) Efendim anne! (Güler.) Anne! Bu ne hal!

TÜRKAN – Şey! Sabah sabah nasıl olabilirim ki...

BİLGE – Anne senin saatten haberin yok galiba, saat 17.00 a geliyor. Bahriye teyzenin konukları gelmek üzeredir. Bu gece burda oğlunun nişanı var unutuun mu?

TÜRKAN – (Ayağa kalkar.) Nasılsa unuttum...

BİLGE – Üstelik saat altıda okulda olmam gerekiyor. Oğlun da çekip gitti. Güya baharatçıya gidecekti...

TÜRKAN – Bahriya teyzen geldi mi?

BİLGE – Geldi, ahçıya yardım ediyor. (Annesine yaklaşır.) Yine o adamla konuşuyordun dimi?

TÜRKAN – (Saçlarını toplamaya çalışır.) Saçmalama Bilge... (kendi kendine) gidip üstümü değiştireyim. (Bilgeye döner.) Gördün mü yoksa?

BİLGE – İnan ki anne, o adamı senden başka kimse göremez...

TÜRKAN – (Doğrularmışcasına başını sallar.)

BİLGE - Burada babam...

TÜRKAN – Baban mı? Ne olmuş babana?

BİLGE – Hiç bir şey anne, hiç bir şey... (Elinde ki önlüğü iskemlenin üstüne atar.) Ben okula gidiyorum. (çıkar.)

TÜRKAN – Bilge...

(Eline cep telefonu, üstünde siyah takım elbisesiyle Bahri içeri girer. Bahriyle adam aynı kişidir.)

TÜRKAN – Bahri...

BAHRİ – Kardeşim yok öyle birşey... Yalan, üstelik kuyruklu yalan... Nerde görülmüş benim insanları dolandırıdığım... Sen duydun mu hiç? Hı, hı... Hah işte orda dur kardeşim Bahri Dürüst, dürüst adamdır. (Türkan la gözgöze gelir. Türkan’a sarılır.) Ailesiyle yakından ilgilidir.

TÜRKAN – (Üstüne bakar ) Farketmedi bile... (Ağlayarak çıkar.)

BAHRİ – (Diğer kulağını eliyle kapat) Tabiki canım, kaba inşaatı bitirdik... (Yavaş yavaş sahne kararır.) İnce işlere başladık...


SAHNE AYDINLANIR


(Türkan duvarda asılı olan gaz lambalarını teker teker yakar. Boynunu ovalayarak iskemlelerden birine oturur.Bu arada elinde basket topuyla Özge girer. Türkan’ı öper.)

ÖZGE – Masaj yapmamı ister misin anne?

TÜRKAN - Ayy... çok iyi olur...

ÖZGE – (Topunu yere koyar. Türkan’ın omuzlarına masaj yapmaya başlar.)

TÜRKAN – Ayy! Ayy! Ellerin dert görmesin kızım. Nasıl da iyi geldi.

ÖZGE - Anne ne düşünüyorum biliyor musun? Eğer yurtdışında eğitimime devam edersem NBA’de oynamak istiyorum.

TÜRKAN – İnşallah... Ne? Şu iri yarı adamların arasında mı? Biraz gerçekçi ol Özge... Büyük hayaller, büyük acılara sebep olur.

ÖZGE – (Masajı bırakır. Topunu alır.)

TÜRKAN – Ne oldu kızım.

ÖZGE – Böyle söylemen gerekmezdi anne.

TÜRKAN – Buraya gel.

ÖZGE – (Türkan’ın yanına oturur.)

TÜRKAN –


Minik bir kız büyümüş.

Nasıl da güzelleşmiş.

Yüzü gibi kalbi de,

Melek kadar temizmiş.


Kendine yetmeyi bilir.

Üzemez o kimseyi.

Başarır üstlendiğini,

Benim kardelen çiçeğim.


ÖZGE –


Naz edermiş bazen de

Annesini üzermiş.

Tatlı bir öpücükle, (öper)

Hemen özür dilermiş.


TÜRKAN – Senin üzülmeni istemem kızım.

ÖZGE – Biliyorum anne... (Giderken Türkan’a döner.) Peki ya sen... Bende senin üzülmeni istemiyorum... (Çıkar.)

TÜRKAN – Doğru söylüyorsun gerçekçi olması gereken benim galiba...

ADAM – (Düdüğünü çalarak içeri girer.)

TÜRKAN – Yooo! Hayır.

ADAM – Hani sevdiğin cam tepsi vardı ya, rafın en üstünde duran. Her gelişimde indirmemi istediğim...

TÜRKAN – Göreceğim yerde olsun dediğim.

ADAM – Düştü birden bire kırıldı biliyor musun? (Türkan’ın yanına oturur.) Paramparça oldu.

TÜRKAN – İstersen toplarız birlikte.

ADAM – Açıkça konuşmaman zoruma gidiyor biliyor musun? Aynı şeyleri yeniden yaşamak, herşeyi bile bile, saniye saniye yaklaşarak ölüme, kendimi başkasına vermek, zoruma gidiyor biliyor musun?

(Trenin kalkış sesi duyulur.)

ADAM – (Türkan’ın elini öper. Göz göze gelirler.) Ve çok güvendiğim kendime söz geçirerememek zoruma gidiyor biliyor musun? (Çıkar.)

TÜRKAN – Ya benim, benim de zoruma gidiyor ansızın terkedilmek. (Bir süre kısık ud sesi dinler.)

(Elinde çay bardaklarıyla Bahri girer.)

TÜRKAN - Bahri, bunlar da ne?

BAHRİ – (Elindekileri masalardan birinin üstüne bırakır.) Senin şu küçük çaydanlığın nerde?

TÜRKAN – Ne yapacaksın?

BAHRİ – Benim içinde yeterli çay alıp almadığına bakacağım. Hadi kalk artık iskemleden (Elinden tutar.)

TÜRKAN – Nereye götürüyorsun?

BAHRİ – Sadece otur ve sobaya doğru ayaklarını uzat. (Çayları doldurup, birini Türkan’a verir diğer bardağıda kendi alır. Türkan’ın yanına oturur.)

TÜRKAN – (Ağlamaklı) Yine ağlıyorum... Ama bu kez yalnız değilim. Sen varsın, sen de ağlıyorsun. Çaresizlikten, umutsuzluktan değil. Sevgiden, mutluluktan.

ADİSYON KAĞIDI – (Girer. Seyircilere doğru yönelir.)


Hep mutlu son bekleriz.

Onca oyuncu içinde, onca karmaşık dekorda.

Seyirciyi memnun ettiysek ne mutlu bize.

Perde kapanıyor işte (Sırtını döner.)

Türkan ablanın son dizelirinde,

Yeni oyunlarla buluşmak üzere


SAHNE KARARIR
 
Son düzenleme:
AFFEDERSİNİZ (MONOLOG)


Şu affedersiniz sözüne o kadar bozuluyorum ki, sormayın...


Kalabalık bir caddesiniz. Zaten zor yürüyorsunuz. Biri geliyor, tam nasırınızın üstüne basıyor. Siz iki büklüm kıvranıyorsunuz. O dönüp;

- Affedersiniz diyor.

Affedersiniz deyince iş bitiyor. Oh, ne güzel.


Lokantada yemek yiyorduk. Nefis bir et yemeği geldi. Bol salçalı, dumanı üstünde. Karnım da açlıktan zil çalıyor. Hemen çatalla, bıçağa sarıldım. Fakat bir de ne göreyim? Tabağın içinde küçük bir affedersiniz. Anlamadınız değil mi?

Hepiniz yüzüme şaşkın şaşkın bakıyorsunuz. Sinek çıktı, sinek... Garsonu çağırdım.

Geldi:

- Affedersiniz, diyerek tabağı aldı, götürdü. Sanki o "affedersiniz"le tüm tencere temizlendi. Tabi lokantadan bir şey yemeden çıktım.


Okuldan eve dönüyordum. Şık bir hanım kürk mantosuna bürünmüş, kaldırımda yavaş yavaş yürüyor. O sırada bir otomobil hızla geçti. Orada bulunan su birikintisinden sıçrayan sular kadıncağızı baştan ayağa ıslatmaz mı! Hem de çamurlu suyla. Güzelim kürk manto gitti. Araba biraz ileride durdu. Şoför arabadan başını çıkararak yanına yaklaşan kadına, “affedersiniz”i yapıştırdı.

Ama bayan çok sinirlenmişti:

- Bu manto affedersinizle temizlenmez, dedi. Eğer temizleyici parasını vermezseniz; sizi şikâyet ederim.

Şoför şaşırdı. Bunu da “affedersiniz”le geçiştireceğini sanmıştı. Ama yanılmıştı. Kadın çok çetin cevizdi. Çıkarıp temizleyici parasını vermek zorunda kalınca aklı başına geldi.


Beslenme saatiydi. Ali bir dirsek darbesiyle benim bardağı yere düşürdü. Bardak tuzla buz oldu. Ali hemen:

- Affedersin, diye özür diledi.

- Yoo Ali, dedim. Bu bardak affedersin ile yerine gelmez. Sen önce bana kendi bardağını ver, sonra özür dile, dedim.

Ali'nin bardağını aldım.

Sanırım bu ona iyi bir ders olmuştur.
 
Son düzenleme:
Geri
Top