• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
AĞAÇLARIN YARARLARI


(Bir gün ormandaki ağaçlar neşe içinde şarkılar söylüyorlardı.)


Kestane,gürgen,palamut

Altı yaprak üstü bulut

Gel sen burda derdi unut

Orman ne güzel ah ne güzel...


(Bu sırada minik serçe « cik cik cik »diyerek gelir.)


-İnsanlar geliyor cik,pikniğe geliyor cik.


Kestane ağacı :

-Ne güzel.Ben çocukları çok seviyorum.


Gürgen:

-Ama bazıları bizim canımızı çok acıtıyor.Geçen gün çocuğun biri taze dalıumı kırdı.Canım hâlâ çok acıyor.


Küçük Palamut:

-Benim de yapraklarımı kopardılar.Köklerimi eşelediler.Fotosentez yapamıyorum.O yüzden oksijen üretemiyorum.Ama bu onlar için de zararlı değil mi?


Ulu Çınar:

-Tabi zaralı evladım.Biz oksijen üretmezsek hava temizlenmez.Kirli havada da insanlar nefes alamazlar.Sadece faydamız bu değil ki.Biz yağmurları getiririz.Köklerimiz toprağı tutar.Böylece erozyonu önleriz.İnsanlar gölgemizde dinlenirler.Biz dünyayı yaşanır hâle getiririz.


Küçük Palamut:

-Bizi neden kesiyorlar o zaman?


Ulu Çınar:

-Çünkü onlar,bizim faydalarımızın farkında değil.


Minik serçe:

-Geldiler,geldiler...


( O sırada insanlar,ailece piknik yapmaya gelirler.)


-Şuna bak kardeşim.Ormanı ne hâle getirmişler.Ellerine geçeni atmışlar.Yazık bu kadar da olmaz ki.Hadi çocuklar gelin,şu çöpleri toplayalım da oturalım.


-Tamam,baba.


-Geliyoruz baba.


(Hep beraber çöpleri toplarlar.Yemeklerini yedikten sonra çocuklar top oynamaya başlar.Birden top ağaca çarpar.)


Gürgen:

-Aaah!Canımı acıtıyorsun.


Baba:

-Oğlum,dikkat etsene biraz.Ağaçlara zarar verme.O ağacında bir canı var.


-Tamam baba ya!


(Çocuklar,babalarının sözünü tutarlar ve ağaçlara zarar vermeden oynarlar.Sonra hava kararır,evlerine giderler.)


(Ağaçlar,tekrar kendi aralarında konuşmaya başlarlar.)


Kestane ağacı:

-Gördünüz mü,ne güzel insanlardı.Bize zarar vermemek için çok dikkat ettiler.


Gürgen:

-Keşke bütün insanlar böyle olsa.


O sırada ormanda korkunç bir ses yankılanır:


Baltalar elimizde,uzun ip belimizde

Biz gideriz ormana hey ormana…


Minik serçe:

-Eyvah!Geliyorlar geliyorlar..


Ulu Çınar:

-Kim geliyor?


Minik serçe:

-Kötü insanlar cik. Ellerinde kocaman baltaları var cik.


Gürgen:

-Eyvah!Bizi kesmeye geliyorlar.


Küçük Palamut:

-Hayır!Ne yapacağız şimdi?


Adam-1 :

-Sence hangisinden başlayalım ?


Adam-2:

-Şu gürgenden.


Ulu Çınar:

-Beni kesin ben yaşlıyım.Onlar daha genç.


(Adamlar gürgenin yanına gidip kesmeye başlarlar.Zavallı gürgen ağlamaya başlar.)


Gürgen:

-Hoşçakalın arkadaşlar!Sizi özleyeceğim.


Ulu Çınar:

-İnsanoğlu,bir gün gelecek bu yaptıklarınıza pişman olacaksınız.


(Adamlar gürgenle beraber birkaç ağacı daha kesip evlerine giderler.)


O gece...


İnsanlar büyük bir gürültüyle uykularından uyanırlar.Herkes bir tarafa kaçışır.


-Toprak geliyooor...


-Kaçııın ,toprak geliyooor...
 
Son düzenleme:
AH KIZIM (ÇOCUK PİYESİ)


Anne:

Ah kızım kızım edalı kızım, bitmiyor nazın.

Seni de bir çöpçü istiyor, vereyim kızım.


Kızı:

Ah ana ana dilleri yana ben varmam ona,

Onun da süpürgesi var süpürtür bana


Anne:

Ah kızım kızım edalı kızım, bitmiyor nazın.

Seni de bir doktor istiyor, vereyim kızım.


Kızı:

Ah ana ana dilleri yana ben varmam ona,

Onun da bir iğnesi var batırır bana


Anne :

Ah kızım kızım edalı kızım, bitmiyor nazın.

Seni de bir bakkal istiyor, vereyim kızım.


Kızı:

Ah ana ana dilleri yana ben varmam ona,

Onun da çok malları var sattırır bana


Anne:

Ah kızım kızım edalı kızım, bitmiyor nazın.

Seni de bir kral istiyor, vereyim kızım.


Kızı:

Ah ana ana dilleri yaşa ben varırım ona,

Onun da hizmetçileri var iş düşmez bana
 
Son düzenleme:
AHA O BABO


(Bir adam elinde sopa sahneye girer. Diğer elinde bir kağıt. Önce sağa sola bakar, sonra seyircilere döner.)


Merhabalar! Buralı mısınız hepiniz? Yaaa ben bir adres arıyorum. Aha bu kağıtta yazıyor. Ama benim okuma yazmam olmadığından bizim deli çavuşa yazdırdık. Deli dediğime bakmayın, aslında iyi adamdı da, yat,kalk,sürün,arkadaşınızı katlayın,dürün,fırına sürün derdi de başka bir şey demezdi. (kollarıyla hareketleri yapar)


Biz de ona deli çavuş derdik.Nereli olduğunu kimse bilmezdi. Biz de korkudan soramazdık. Ben mi nereliyim? Karslıyım tabii ki. Ne güzeldir benim memleketim bir bilseniz. Gerçi cennet vatanımın her yeri güzel.


Neyse konumuza dönelim. Şimdi bizim koskoca bölükte iki Karslıydık biz. Hemşo yani. Ben daha kıdemliydim tabii ki.(kasılarak) O yüzden de daha erken bitirdim vatani görevimi. Hemşom ne mi yapıyor şimdi. O hala ağlıyordur.


Yanlış anlamayın aman ha. Askerlikten korktuğundan veya sıkıldığından değil. Onun görevi bu. Aşçı da bizim hemşo. Her gün çuval çuval soğan soyunca adam dayanamıyor tabii.


Bu bizim hemşo çok gariban adamdı. Ben tezkereyi alınca babasına bir haber,bir selam götürmemi istedi.Ben de kabul ettim. O da bizim deli çavuştan aman diledi ve adresi bu kağıda yazdırdı. Ama kime sorsam adam cüzamlıymışım gibi kaçıyor benden. Bir de suratıma kağıdı atıp “Dalga mı geçiyon benle.” Diye dövmeye kalkıyor. Ne zormuş bu okuma yazma bilmemek. Okuyabilsem bulacağım da, ah ah zamanında çok istemiştim okula gitmeyi ama okul yoktu ki köyde. Askerde de okuma öğreteceklerdi, ben oh talimden kurtulduk diye yatardım hep derste.


Aha biri geliyor,dur bir sorayım bakiim. ( sağ taraftan sahneye bir kişi girer.)


-- Gardaş, Selamunaleyküm.


-- Aleykümselam,buyur


-- Kardaş bana şu kağıtta yazan adresi bir tarif eder misin?


(Adam kağıdı alır,okur.Sinirli bir şekilde)


-- Dalga mı geçiyorsun benle kardeşim. Çek git senle mi uğraşacağım ya ( der.Gider.)


Gördünüz mü başıma geleni. Yine aynısı oldu. Kime sorsam aynısını yapıyor. Ne yazıyor ki bu kağıtta. Yoksa bizim deli çavuş yanlış mı yazdı. Ya da hemşo başka memleket adresi mi verdi ki. Aha biri daha geliyor. Dur şuna bir okutayım şu adresi. (Birisi sahneye girer.)


-- Gardaş kurbanın olam şu kağıtta yazan adresi bana okur musun. Bizim askerden hemşo yazdıydı da babasına selam götürecektim.


-- Ver bakalım. (der adam ve kağıdı okumaya başlar.)



Sayın ve saygıdeğer kıdemli hemşom

Şimdi

Varacaksın Kars’a

Kars’ın ortasında var bir arsa

Arsanın ortasında bir oda

Odanın önünde kapı

Kapının üstünde tokmak

Çalacaksın tokmağı

Açılacak kapı

Çıkacak karşına bir babo

Aha o babo benim babo

Selamlarımı ilet

Aşçı hemşon memo


(adam sinirli bir şekilde)


-- Bu ne biçim adres kardeşim. Dalga mı geçiyorsun sen. (der. Kağıdı atar gider.)


Ulan hemşo,ulan hemşo(Bezgin bir şekilde) Böyle adresi sorsam bende beni döverdim. (der. Sahneyi terk eder)
 
Son düzenleme:
AİLEDE HUZURSUZLUK


ŞAHISLAR: ZİŞAN,ORHAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET,ZÜHAL,NERİMAN.

Zişan:Saat on biri geçti fakat komşunun susmaya niyeti yok gibi. Bazen hiç tahammül edemiyorum bu kavgalara.

Fehiman: Dur anneciğim,daha çocuk sesleri karışmadı işin içine. Biraz sonra onlarda kavgaya karışacaklar.

Güzin:Böyle bir hayata nasıl katlanıyorlar acaba?

Zişan:Kim bilir? Alıştılar mı dersiniz?

Fehiman:Hiç alışılır mı anne böyle hayata? Remzi amca susuyor,Meliha abla bağırıyor;Meliha abla susuyor,Remzi amca başlıyor.Bazen de çocuklarla koro halinde kavga ediyorlar.

Güzin:Zaten sonunda çocuklar iyi bir dayak yiyerek ağlıyorlar. Hele anneciğim okulda gör çocukları. Kimseyle geçinemiyorlar. Halit her gün dayak yiyip ağlıyor.

Zişan:Allah Allah,o kadar pısırık görünmüyor ama.

Güzin:Geçimsiz anne. Teneffüste bahçede görüyorum da sanki hareketleriyle gelin beni dövün diyor. Ne yapıp yapıp kendini bi dövdürüyor. Sonrada ağzını sonuna kadar açıp ağlıyor. Okullarımızın arasında parmaklıklar olduğu için yanına geçemiyorum ama çok acıyorum o çocuğa.

Fehiman:İşte,çocuklar da karıştı koroya. Nasılda geliyor sesleri. Anne istiyorum ki gidip çocukları alıp bize getireyim.

Zişan:Ben de aynı şeyleri düşünüyorum kızım ama cesaret edemiyorum. Çünkü evlerine gittiğimiz zaman çok mutlu bir aile gibi davranmaya çalışıyorlar. Ben de onları öyle görünce bir türlü söze girip bir şey söyleyemiyorum.

Fehiman:Hiç yardımcı olamayacak mıyız anne?

Zişan:Bilmiyorum kızım,ama çocukların ağlamasına çok içerliyorum.

(FON)

Zühal:Fehimancığım,bir çay daha içersin değil mi?

Fehiman:Çaydanlığı içeriye getirelim en iyisi. Hepimiz yorgunluktan pestile döndük bugün.

Zühal:Sağlık olsun da Fehiman,bu yorgunluklar ne ki? Bak görmüyor musun Meliha’nın halini? Daha kötüsü bile olabilirdi. Doğrusu ilk anda durumu çok da kötüydü ama neyse ki iyileşti. Bilmem nelerini paylaşamıyorlar. Ben bu apartmana geleli halleri bu.

Zişan:Bunlar baştan beri böyleler Zühal. Meliha gururlu bir insan,yaklaşıp bir şey söyleyemiyoruz. Zaten biraz rahat yapılı,derdini paylaşan biri olsaydı sinirleri de bu kadar gerilmezdi,ağır bir depresyon da geçirmezdi. Remzi bey de iyi bir insana benziyor anladığım kadarıyla ama bu iş böyle gitmez.

Fehiman:Hele böyle hastanelere düştükten sonra artık hiç birbirlerinin yüzüne bakamazlar. Ama gece sesleri çok geldi. Keşke de çıkıp ilgilenseydin anne.

(ÇAYLARINIZI KARIŞTIRIN)

Zişan:İçimden geldi de gidemedim kızım. Remzi beyden çekiniyorum.

Fehiman:Anneciğim,sen mutfakta yoktun,sesleri duymadın. Tencereler,tabaklar….Bütün sesler birbirine girdi.

Zühal:Remzi bey,Meliha’ya; “Neden yumurta haşlamadın?”demiş. Meliha’da “Yumurta az kalmıştı, alıncaya kadar elimin altında bulunsun diye haşlamadım.”deyince, akşamki kavganın gerginliği de var ya üstlerinde,Remzi bey başlamış: “Sen annenin evinde yumurta mı gördün,benim kazandığımı bana yedirmeyecek misin,doğru düzgün kahvaltıda mı yapamayacağız evimizde.” Diye bağırmaya başlamış.

Fehiman:Anne sesleri bir duysaydın. Meliha abla sinirden perdeleri çekmiş,perdeler kornişle birlikte inmiş yere.Eline geçeni atıyormuş. Halit’te seslerden mutfağa koşmuş. Bir cezve de onun kafasına gelmiş. Meliha abla kendini tamamen kaybetmiş sonra.

Zişan:İyi ki çocukları anneannelerine götürdüler. Meliha’da bir müddet kalır herhalde hastanede. Ahh rahmetli babam, “Alimler aile huzursuzluğunu cehennem azabına benzetmişler” derdi.

Fehiman:Çok doğru bir söz. Siz babamla biraz çekişseniz bile ben dayanamıyorum anne,o gün ev bana dar geliyor. Dünyanın her tarafı zindan sanıyorum.

Zühal:Yeğenim de öyle derdi. “Teyze kaçacak bir yerim yok. Büyükler intihar ediyormuş,ben de intihar etsem olur mu?” diyordu. Bir gün eniştemle ablamı karakoldan getirdik. Çocuğun dünyası yıkıldı. Epeyi bir süre evlerine bırakmadım, benimle kaldı. Okul sorunu olmasa yanımda alıkoyacaktım.

Zişan:Yavrucak. Olan çocuklara oluyor zaten.

Fehiman:Anne eve gitmeyelim mi artık? Bugün de böyle akşam oldu. Bari dua edelim de Meliha abla çabuk çıksın hastaneden.

Zühal:İnşallah,inşallah bu son olur.

(FON)

Zişan:Nesibe hanım siz annesiniz. Yangına körükle gidilmez. Bunları uzlaştırın. Arada çocuklar var üstelik. Ayrılmak çözüm değil ki.

Nesibe:Yetti yetti. Siz bilmiyorsunuz,biz bu huzursuzluğu yıllardır çekiyoruz. Ayrıl derim ayrılmazlar,iyi geçinin derim hiç beceremezler. Artık Meliha’yı hastaneden alıp eve götüreceğim. Bir gün başlarına daha kötü şeyler gelecek diye korkuyorum.

Zişan:Ne yapsanız ki acaba? Çocuklar da babayı seviyorlar. Pek de efendi Remzi Bey. Yazık Nesibe hanım,biraz nasihat etseniz?

Nesibe:Ahh Zişan Hanım,sizi yabancı bilmiyorum. Damadım laftan anlasa kızım anlamaz. Ufak şeyden inatlaşır. İnsanları olduğu gibi kabul etmek gerekir. “Birazcık tut dilini,bak adamcağız saman alevi gibi parlayıp sönüyor,ardından pişman oluyor” diyorum ama nafile….

Zişan: Doğru. Çok üzgündü Remzi bey hastanede. Halacığım derdi; “Kızım,kaya kayaya çarparsa ses verir. Kaya toprağa düşerse gömülür.” Nesibe hanım,birinin huyu yumuşak olsa öbürüyle çatışmayacak.

Nesibe: Doğru,ikisi de horoz olmaya kalkıyor. Damat bey ayıp ediyor ama. İkide bir kızımı beğenmiyor. “Görgüsüz” deyip duruyor. Ahh şimdi ne yapsam ki torunlara da yazık. Halidimin kafası kocaman şişmiş. Aralarında mahvoldu yavrucak… Yok yok başka çare yok. Bunlar boşanacak. Kızımın sinirleri çok bozuldu,bir daha bırakmam.Bitsin artık.

Zişan:Nesibe hanım,bir yuva kolayına kurulmuyor. Eşler ayrılınca yer gök ağlarmış.

Nesibe:Eh gerekirse ağlasınlar. Daha ne çekeceğiz.

Zişan:Nesibe hanım,kızını karşına alıp sabrı öğretsen.

Nesibe: Dedim ya Zişan hanım,Meliha inat,gururlu. “Doğrusu ne ise o olmalı,ben tahammül edemem.” diyor.

Zişan:İyi de,Allah mecbur etmesin,insanlar nelere tahammül ediyor. Hem aile hayatına hürmeten görmeyi versin. Zaten işin doğrusu sabretmeyi öğrenmek.

Nesibe: “Olmaz” diyor Zişan hanım.

(FON)

Orhan:Bu kadarını ummuyordum Zişan. Biraz hava yumuşadı diye düşündük.Rahatlamaya başladık. Bir baktık yine birbirlerine girdiler. Meliha hanımın abisi,Remzi’nin üstüne yürüdü. Biz de ara dayağı yiyorduk az daha.

Zişan:Tüh tüh,görüyor musun? Bir yuva dağılacak hiç yoktan.

Orhan:Ben Nesibe Hanıma “Aileden sözü geçer bir büyüğünüz yok mu? Gidip onu getirelim. Bu işler böyle olmaz” demeye kalmadı,Meliha Hanım atıldı. “Biz kendi kararlarımız verebilecek yaştayız” dedi.

Zişan:Kafalarına estiği gibi din yaşarlar.Bir de nikah için imama koşarlar çok lazımmış gibi. Ayrılırken de kendi hevalarına uysun diye dinsiz avukata giderler.

Orhan:Çok cahil bir toplumuz Zişan. “Biraz sakin ol bacım. Biz Müslümanız,Allah ne diyorsa onu yapalım.” Dedim,açtım Kuran’ı Kerim’den anlaşmazlık konusundaki Ayeti Kerimeleri gösterdim,iki tarafın büyükleri birleştirmek isterse Allah’ta merhamet eder diye izaha çalıştım.Ama inatlık mı yapıyor,anlamıyor mu söylediklerimi? Bilmiyorum.

Zişan:Bilmezler Orhan. Biz Kuran’ı Kerimle mi terbiye olduk? Dediğin gibi cahil bir toplumuz. Sağ olsun,bu konuda Hakan gibi olgun davrananı görmedim. Ne sıkıntılar yaşadı. Hanımı çok haksızlık yaptı. Ama o Ayeti Kerimeleri Hakan’a gösterdiğim de “Madem ki Allah böyle istiyor, sabredersem hayırlı imiş,ben de sabrederim abla.” dedi.

Orhan:Ya ya, “N’olacak enişte erkeklik öldü mü? Üç günlük dünyada eşime sabredemezsem nerede kaldı benim Müslümanlığım?”diyordu ama fark ettim içi de çok ezikti.

Zişan:Nefsine çok ağır geldi Orhan,çok üzüntü çekti. Gelin hanım hiç yoktan rencide edip durdu Hakan’ı.

Orhan: ‘Bir şey olmaz,geçici dünya. Keşke mümkün olsa da bu sorunlar olmasa’ diyeceğiz de imtihan alemi işte. Biraz tefekkür sahibi olsak nefsimize ağır gelenlerdeki hayrı anlayacağız ama….

Fikret:Babacığım,annem size çile çektiriyor mu?

Orhan:Fikret ne zaman uyandın oğlum? O nasıl soru öyle?

Fikret:Çoktan uyandım. Cevap verir misiniz babacığım?

Orhan:Yok yok çile çektirmedi de,saçlarımı ağarttı,belimi büktü…

Fikret:Anneciğim,babam size çile çektirdi mi?

Zişan:Hayır oğlum. Nerden çıktı bu sorular gece vakti.

Fikret:Şeyy ya merak ettim işte. Babacığım biz sizi çok üzdük mü? Yani ablalarım,abim?

Orhan:Abin biraz üzdü ama siz üzmediniz oğlum.Nereden geldi bu sorular aklına?

Fikret: ‘Nefsine ağır gelende hayır vardır’ dediniz de. Şimdi biz ağır gelmemişiz,o zaman biz de hayır yok mu demek yani?(HAFİF GÜLÜŞÜN) Annem size hayırlı değil,siz de anneme değilsiniz. Bu hesapça öyle olması gerek.

Orhan: (Gülerek) Yani oğlum,bazı şeyleri biz istemeyiz,başımıza gelince de şer sanırız. İşte o şer sayılanlarda hayır olabilir demek istedim. Yoksa oğlum,ben sizi kendim istedim,Allah’ta lütfetti, verdi. Bu hesapça şimdi siz ne oldunuz bana?

Fikret:İkram,ikram. Hadi neyse kabulümüz. Anneciğim ikram da ne var?

Zişan:Meyveler yıkanmış,hadi getir bize de ikram et, beraber yiyelim.

Fikret:Tamam,ama getirmeden önce bir şey sorayım. Şimdi anneciğim,hani devletin tepesindekiler,yani idarede söz sahibi olanlar eğer güzel anlaşamazsa….

Orhan,Zişan: (Birlikte) Eeee…

Fikret:Yani aralarında anlaşmazlık olur,birbirleriyle geçinemezlerse…….

Orhan,Zişan: Eeee

Fikret:O zaman ne olur? Yani memleketin hayrına olacak bir konuda fikir ayrılığına düşerlerse……

Orhan: (Sabırsız) Eee ne olmuş yani düşerse?

Fikret:O zaman,yani birbirleriyle anlaşmadıkları zaman kriz oluyor ya. Yani ekonomik filan……

Zişan:Evet…..

Fikret:Bütün işler aksıyor. Memurundan işçisine, tüccarlar,iş yerleri hep etkilenmiyor mu?

Orhan:Evet öyle oluyor da gece vakti bu kadar uzatma Fikret.

Fikret:Tamam,diyeceğim şu;şimdi,ailede anneyle baba anlaşmazlığa düşerse,uzlaşmazsa,o ailede de aynı kriz olmaz mı?

Zişan: (Gülerek,düşünceli) Olur,olur ya. Çok iyi ifade ettin. Anne yapacağı yemeği aksatır, baba alışverişi ihmal ederse çocuklar ihtiyaçlarını dile getiremez. Akrabalık ilişkileri aksar. Daha neler sayabiliriz.

Orhan:Tabi tabi.. Üstelik psikolojileri de bozuk olur. Hiç sağlıklı davranamazlar.

Fikret:Öyle de olunca tabi ki böyle sağlıksız aileler iyi bir toplum oluşturamazlar.

Orhan: Doğru,haklısın Fikret.

Fikret:Yani babacığım,düşünürdüm devletin tepesinde nasıl kriz olur diye.Onlar anlaşamazlarsa millete ne ki derdim. Yoo sonra baktım işler değişik. Yani babacığım,ailedeki iki kişi anlaşamamışsa,uzlaşamamışsa bu durum da krize sebebiyet vermişse,devletin tepesinde olmuş çok mu?
 
Son düzenleme:
AKILLI EŞEK


Kişiler

Çiftçi - öküz - Eşek - Köpek - İki işçi

1. Perde

(Arka plAnda dağlar, tepeler ve ağaçların olduğu bir resim yer alır. Çiftçi bir köşede oturmuş, yere mendilini sermiş yemek yer. Bir yanında su testisi durur. Köpeği yanında yatar. Arkasında kürek ve tırmık vardır. Az ötede eşek ve öküz yan yana otlar. Ara sıra kafalarını kaldırıp birbirlerine bakarlar. Çiftçi gülerek onları dinler.)

(Çiftçi başına siperli bir şapka takmıştır. Süvari pantolon ve yelek giymiştir. Ayağında deri çizmeler vardır. öküz, eşek ve köpek basit bir maske ile belirtilir.)

öküz (şikAyet ederek)— Sen bütün gün durmadan çalışmanın ne demek olduğunu biliyor musun?

Tam o canım otları ağzıma alırım, hevesim kursağımda kalır.

Eşek (merakla)— Niyeee?

öküz (biraz kızarak)— Niye mi? Niye olacak? Tarla sürülecek derler, alır götürürler. Yük taşınacak derler, alır götürürler. Durmadan emir verirler. Sıkıysa yapma. Yoruluyor mu demezler, aç mı demezler. Biliyor musun? Şimdiye kadar şöyle doya doya bir yemek yediğimi hatırlamıyorum. Hep senden arta kalanları yiyorum.

(Köpek yerinden kalkar. Etrafa bakınır. Koşmaya başlar.)

Köpek— Hav... Hav... Hav...

öküz— Ya sen n'apıyorsun dostum? Bütün gün ahırda uyuyorsundur Allah bilir. Sahibimize nasıl yaranmamız gerektiğini de iyi bilirsin. Eee.. İş yapmadan yemek yiyebildiğine göre. Çok rahatsın çoook!...

Eşek (gülerek)— Vah Vah... Zavallı kardeşim benim! Sana acıdım doğrusu. Şimdi kulaklarını aç ve söyleyeceklerimi iyi dinle.

öküz— De bakalım ne söyleyeceksin?

Eşek— Bak şimdi! Seni götürmek için geldikleri zaman sakın yerinden kalkma. Her gönderilen yere gitmek zorunda değilsin ya...

öküz (merakla)— Pekii... Ya kızarlarsa n'apcam?

Eşek— Canım biraz sabredeceksin. Hiçbir şey kolay değildir ki. Gözlerini kapat, hiçbir şey yeme. Su bile içme.

öküz— Eee?

Eşek— Eeesi, böyle davranırsan iş yapmaktan kurtulursun. Bir güzel dinlenir, keyfine bakarsın.

Çiftçi (kendi kendine gülerek)— Sizi gidi yaramazlar sizi. Neler de düşünüyorlar... (Perde kapanır.)

2. Perde

(Sahneye loş bir ışık verilir. Ahır dekoru oluşturulur. San renkli kAğıtlar kırpılarak kurumuş otlar yapılabilir. Kürek ve süpürge durur bir köşede. öküz ve eşek yularla bağlanmış, otların üzerinde yatarlar. Gözleri kapalıdır. Dışarıdan bir horoz sesi gelir. Bu sırada işçiler ahıra girer.)

1. Sahne

(İşçiler yıpranmış giysiler giyerler. Ayaklarında lastik ayakkabılar vardır. Başlarında siperli şapkalar vardır.) 1.

İşçi— Kalk bakalım koca öküz! Bu kadar uyumak yeter. Şimdi çalışma zamanı. (Şöyle hayvana bir iki şaplak vurur.)

1. İşçi— Hadi kalksana, ne lAf anlamaz hayvansın sen!

2. İşçi (kızarak)— Hıı... Demek kalkmıyorsun ha... Ben sana yapacağımı bilirim.

(Ayağıyla öküze bir tekme atar. öküz inlemeye başlar.)

1. İşçi— Vurma, vurma! Hasta galiba baksana. İnim inim inliyor.

2. İşçi— E öyleyse ağaya söyleyelim de bir çaresine baksın.

1. İşçi— Sen bir koşu git haber ver. (2. İşçi koşar adım ahırdan çıkar. 1. İşçi süpürgeyi eline alır. Homurdana homurdana ahırı temizlemeye başlar.)

1. işçi— Şunlara bak, ne rahat yatıyorlar.

Eşek (Yavaşça)— Baksana derdi olan tek sen değilsin.

öküz— Yaa... O da bizi dertsiz sanır. Baksana ne diyor? Rahat rahat yatıyor muşuz? Gel sen onu bana sor. Sanki tarlayı bu sürüyor.

Eşek— Doğru söylüyorsun valla. İşleri güçleri bize sopa çekmek. Hınçlarını bizden alıyorlar.

öküz— N'aparsın dostum, yapacak bir şey yok.

(Tam o sırada 2. işçi koşar adım ahıra girer.)

2. İşçi (yorulmuş)— Uff... Canım çıktı valla!

1. İşçi— Ne yapacakmışız şimdi? Sordun mu?

2. İşçi— öküz hastaysa, eşeği çıkartın işe, dedi.

Eşek (ağlamsı)— Neee!

(Anırmaya başlar.)— AiLAii...

1. İşçi (gülerek)— Baksana duydu sanki. Nasıl da acızlanıyor?

(İşçiler gülüşürler. 7. İşçi eşeğin yularını çözer. Çekmeye başlar.)

1. İşçi— Gel bakalım koca kulak, bugün benden çekeceğin var.

2. İşçi— Hadisene hımbıl hayvan!

Eşek (Acı acı artırır.)— Aii.. Aii... (Eşek istemeye istemeye yürür.)

(Sahne kararır.)

2. Sahne

(Sahne yavaş yavaş aydınlanır. öküz ahırda keyifli keyifli yatmaktadır.)

öküz— Ne kadar güzel oluyormuş yatmak. Yiyorum, içiyorum, yatıyorum. Bundan iyi beylik mi olur?

(Gür bir sesle)— Mööö...

(Bu sırada 7. İşçi eşeği getirir. Yularından bağlar. Eşek bitkin bir hAldedir. İşçi ahırdan çıkar. Eşek kendini yere atar.)

Eşek—Ahh.. Uff.. bacaklarım!... Her yanım kırılıyor.

öküz— Ne oldu dostum? Ne bu hAlin? Şıpır şıpır ter damlıyor her yerinden.

(Eşek şöyle bir başını kaldırır, kızgın kızgın bakar. Yine başını yere koyar.)

öküz— Ne o, çalışmak zor geldi galiba. Çok mu yoruldun?

(Eşek bu kez başını hızla kaldırır.)

Eşek— A benim canım kardeşim, yoruldum yorulmasına tabi. (ağlamsı) Ama beni asıl üzen başka bir şey var.

öküz— Neymiş o? De bakalım. Derdini söylemeyen derman bulamazmış.

Eşek— Sana bir sürü nasihat verdim. Esirlikten kurtuldun böylece.

öküz (hayretle)— Eee.. Bunun üzülecek nesi var.

Eşek (kurnazca)— öyle diyorsun da... Bugün sahibimizin işçilerle konuşmasına şöyle bir kulak kabarttım;

öküz (merakla)— Ne diyordu?

Eşek— "öküz eğer iyileşmezse, onu götürüp satın." diyordu.

öküz '(TelAşlı, şaşkın)-..... Ne dedin, ne dedin?

Eşek— Valla dostum, senin işin kötü. Yakında satılacağın için çook üzülüyorum. Anladın mı şimdi niye perişan bir hAlde olduğumu!

öküz (TelAşlı, kendi kendine konuşur.)— Nasıl olur? Beni nasıl satarlar? Yok yook... Buna imkAn yok!...

(Yerinden kalkar, hızlı adımlarla dolaşmaya başlar.)

öküz— Ya sahiden satmaya kalkarlarsa. N'aparım ben o zaman?

Eşek— Sana yardım edemeyeceğim için beni affet kardeş! N'apiim senin yerine satılmaya gidemem ya!

(öküz telAşla eşeğin yanma gelir.)

öküz (yalvararak)— Dostum n'olur beni kurtar?

Eşek (kurnazca)— Ne yapsak bilmem ki...

(Eşek birden aklına bir şey gelmiş gibi yapar, ayağa kalkar.)

Eşek— Dur bakalım, aklıma parlak bir fikir geldi.

öküz (merakla)— Neymiş o? Hadi söyle! .

Eşek— Şimdi yem getirecekler ya! .

öküz— Eee...

Eşek— Onun hepsini ye. Güzelce suyunu da iç. Sesini şöyle bir yükselt. Neşeli neşeli bağır. Hareketli görünmeye çalış. Böylece senin iyileştiğini görüp satmaktan vazgeçer sahibimiz. Sen de yine eskisi gibi işine dönersin, oldu mu?

öküz (heyecanlı)— Tamam... Tamam. Hepsini yaparım. (O arada kapı açılır. İçeri 1. İşçi girer. Elinde yem dolu bir kap ve bir kova su vardır. Bunları öküzün önüne koyar.)

1. İşçi— Bunu da yemezsen gerisini sen düşün. (gülerek) Kasapta bulursun kendini alimallah!

(1. İşçi dışarı çıkar. Sahne kararır, sonra yine açılır. Dışarıdan köpek havlaması ve horoz sesi gelir. Eşek uyur. öküz ayağa kalkar, silkinir, gür bir sesle möölemeye başlar. Eşeği de uyandırır.)

Eşek (sinirli)— Canım bağır dediysek bu kadar da demedik ya! Sabahın bu saatinde eşek uyandırılır mi hiç.

(Kapı açılır, içeri işçiler girer.)

2. işçi— Ooo... Bizim koca öküz ayaklanmış baksana.

1. İşçi— Dün dediklerimi anladı galiba. Anlaşılan kasaba gitmeye hiç niyeti yok.

(İkisi de gülüşürler.)

2. İşçi— Gel bakalım... Yatmak iyiydi değil mi? Oh, ekmek elden su gölden...

1. işçi— Çalışmayana ekmek var mı?

öküz— Mööö... Eskisinden çok daha fazla çalışacağım şimdi.

(Ahırdan çıkarlar. Eşek seyircilere döner.)

Eşek (öğüt verircesine)— Siz siz olun, sakın kimsenin işine burnunuzu sokmayın.

(Perde kapanır.)
 
Son düzenleme:
AKRABALIK


ŞAHISLAR: ZİŞAN, FEHİMAN, ZUHAL, HAZAL, NİLGÜN, NERİMAN.

Nilgün:Siz de gidin buralardan Neriman. Bir yolunu bulun memleketi terk edin.Akrabalarla bozuşmadan gidin.

Neriman:Ne diyorsun Nilgün. Hiç akrabalarımdan ayrılır mıyım? Elimden gelse hepsini bir araya toplarım.

Nilgün:Hııh canım,sevsinler! Hele akrabalarından biriyle yakın otur da göreyim seni.

Neriman:Oturdum canım,kayınvalidemle beraber oturdum,ablamla yakın oturdum.

Nilgün:Yani rahat mıydın Neriman? Bence şimdi daha rahatsın.

Neriman:Ne münasebet. O zaman daha iyiydi. Bir işim düşse ablam hemen yardıma koşardı.Çocuklara bakarken birbirimize ne kadar destek olurduk. İnan hiçbir iş gözüme gelmezdi.

Nilgün:Bilmem,ben anlamam,inanamıyorum. Ben kime yakın olduysam ondan fesatlık gördüm. Artık bir yolunu bulup memleketi terk edeceğim.

Neriman:Bir komşum vardı Nilgün. O da senin gibi düşünüyordu,ama maalesef şimdi çok pişman.Diyor ki; “Aman aman,sakın akrabalarından ayrılma. Gurbet çok zor hiç çekilir gibi değil.

Nilgün:Amaaan,karnım doysun da gurbette doysun. Öyle bıktım ki her şeyden. Eltim telefon açtı; “Bizim buralarda ev bakıyormuşsunuz,sakın ha,ikimizin de hiç huzuru kalmaz. Benden uzağa git.” diyor. Kör istedi bir göz,Allah verdi iki göz. Onlarla da akrep gibi olmadan gidelim bu şehirden.

(FON)

Hazal:Zuhal,kızım seni çok sevdim. Sen de bize gel oturmaya olur mu? Hele bebeğin,o da senin gibi tatlı. Canım benim.

Zuhal:Teşekkür ederim Hazal abla. Zişan ablayla beraber gelirim.

Zişan:Zuhal,kız kardeşinden haber aldın mı? Nasıl şimdi?

Zuhal: (İçini çekerek) Nasıl olsun Zişan abla. Biraz zor toparlanır. Hepimiz yıkıldık. Teyzemlerin evinin civarından bile geçemiyorlarmış.

Zişan:Kolay şey değil aslında,iki taraf için de zor. Teyzenlerde üzgündürler. Hele annenle teyzen,cendereye girmişlerdir.

Hazal: Geçen Zişanlarda karşılaştığımızda bir duymuştum Zuhal. O meseleden mi bahsediyorsunuz? Ben de araları düzelsin diye dua ediyorum.

Zuhal:Düzelmedi,maalesef iyice bozuştular. Mahir de çıktı gitti yurt dışına. Mahkemeleri de hala bitmedi. Bir sürü formaliteler…

Hazal:Hiç mi uyuşacak tarafları kalmadı? Kardeşine yazık olmuş.

Zuhal:Sorma Hazal abla. Öyle de iyi huylu ki kardeşim. Hiç ummadığımız kadar sabır gösterdi. Fakat Mahir hiç oralı olmadı,eve bile gelmiyormuş. Gurbette kimsesi yok kardeşimin,ışıkları kapatır, camın arkasına dikilir saatlerce yol beklermiş.

Zişan:Ah canım. Hiç güvenilir kimse kalmadı mı bu dünyada?

Zuhal:Off,ne bileyim. Mahir teyzemizin oğlu,küçüklüğümüz bir arada geçti. Biraz büyüyünce de yurt dışına çıktı. Sonra kardeşimi isteyince,kardeşim gurbet diye hem gitmek istemedi, hem de değişik yerlerde yaşamak çekici geldi. Ama hiç aklımıza gelmezdi böyle olacağı.

Zişan:Mahirle anlaşmış mıydı?

Zuhal:Tabi tabi ilk başta konuşup,anlaştılar. Son zamanlarda sık sık çıkıyorlardı. Teyzemde çok içten söyleyince,neşeyle yaptık düğünü. Teyzem de “Oğlan bizim,kız bizim.” Biz de “Oğlan bizim,kız bizim.” diyorduk. Bütün akrabalar toplandık düğünde. Evliliklerinin bu yıl dördüncü yılı oldu,hayatımızı cehenneme çevirdiler. İki yıl kardeşim pek belli etmedi,geçer diye ummuş. Ne gezeer, Mahir her gün eve daha geç gelmeye başlamış. Meğer tam alkolikmiş.

Hazal:Baştan bilmiyor muydunuz zıkkımı içtiğini?

Zuhal:Biliyorduk canım,biliyorduk da. N’olacak,şimdi herkes içiyor.

Hazal:Hii haşa. Hiç öyle şey olur mu kızım? O ne demek? Müslümana yakışır mı?

Zuhal:Benim teyzem de Müslüman,küçükken teyzemlerle az mı türbeleri gezdik,yatırlarda az mı adaklar adadık. Kız kardeşim izine geldiğinde onunla birlikte de gittik yatırlara. Çok ağladı dua ederken. Ne bileyim,ben de hep çocuğu olsun diye ağladığını sandım.

Hazal:Eee,yatırda yatan evliya hazretleri ne dedi kız kardeşin öyle ağlayınca?

Zuhal: (Gülerek) Ne desin Hazal abla? Hıı anladım,nasılsa unutmuşum. Siz böyle ziyaretlere itikat etmezseniz. Zişan abla da beni uyarmıştı. Biz dindar bir aileyiz ama,ermişleri,büyükleri dolanırız,içim hazla dolar onlara gidince.

Hazal: (İmlalı)Mahir de gider miydi oralara?

Zuhal:Ya ya nişanlıyken birlikte gittiler kardeşimle. Aslında baştan teyzemin yanlışı. (Sinirli) Buna yanlış da denmez ya,kötülük bu. Mahir’in kötü huyları evlenince geçermiş de,karısı olursa evinin yolunu bilirmiş de,güya alkolden kurtulacakmış da…

Zişan:Eh ne yapacak,yeğenini tanıyor. Uysal, fedakar. Katlanır,çekip çevirir sandı demek ki.

Zuhal:Çekip çevrilecek hali kalmamış ki. Sabaha karşı eve geliyormuş. Kardeşimi uyanık görünce de “Kurtulamayacak mıyım senden,ne yapışık şeysin,yıkıl,görünme gözüme.” diye söyleniyormuş.

Hazal:Pis,üflesen kendi yıkılır. Bu kadar olduğunu bilmiyordum.

Zuhal:Artık hiç akrabalık diye bir değer kalmadı içimde. Hiç birini görmek istemiyorum.

Zişan:Zuhal diğer akrabalarınızın ne suçu var?

Zuhal:Onların bize yaptığı bu kadar kötülükten sonra,diğer akrabalar yine de teyzemle görüşüyorlar Zişan abla. Akraba mı? Aman aman aklı olan yaklaşmaz.

Hazal:Kızım,sizin işiniz baştan sona yanlış. Sanki akraba olmasa farklı mı olacaktı?

Zuhal:Tabi canım. Kesersin merhabanı,olur biter. Hem bu kötülüğü el yapmaz ki adama.

Hazal:Niye yapmasın? Akraba olmayıp ayrılan daha çok.

Zişan:Herhalde akraba olunca daha ağır geliyor insana.

Hazal:Olabilir. Amaaan,şimdi kim akrabalıktan anlıyor ki? Biraz durumu iyi olan akrabalar, “Aile büyüğümüz” diye el üstünde tutuluyor,muhtaç olanlar görmezden geliniyor yada ayak işlerine koşturuluyor. Ufak tefek şeylerle akrabalardan kopuluyor.

Zişan:Herkes öyle değil Hazal. Sümeyyeleri hatırlasana.

Hazal:Sümeyyeler mi? Ne olmuş ki?

Zişan:O da kardeşinin kızını almıştı oğluna,hatırladın mı?

Hazal:Ha ha hatırladım. Yavrucaklar,epey bir zaman anlaşamadılar.

Zişan:O zaman Sümeyye hanımın kardeşi,kızına bir mektup yazmıştı da kızı çok üzülmüştü. Annesi haklıydı ama.

Zuhal:Ne diyordu mektupta Zişan abla?

Zişan:Neler demiyordu ki: “Ayağını denk al kızım. Senin için bunca yıllık ablamdan geçemem.”

Hazal:Allah razı olsun. Eh kızı tabi üzülür,onun gönlünce konuşmamış. Demeliydi ki: “Kızım,o teyzen olacak çok şımardı,aldırış etme ona, bilsin haddini.” Ondan sonra gelsin daha büyük huzursuzluklar.

Zişan:Fehiman’la Neriman çok geciktiler. Bir aksilik mi oldu acaba?

Zuhal:Ben de merak ettim. (ZİL SESİ) İşte geldiler.

Hazal:İyi adam lafının üstüne gelirmiş.

Zuhal:Nerede kaldınız? Saat üç buçuk oldu.

Fehiman:Teyzem gecikti. Benim de o gelmeden çıkmak içime sinmedi.

Neriman:İyi ki çıkmamışsın. Selamun aleyküm. Nasılsınız?

Zişan:Aleyküm selam. Hoş geldiniz. Niye bu kadar uzadı?

Neriman:Önce size girdim. Çok terliydim,abdest aldım, namaz kıldım. Fehiman’da beni bekledi. Sağolsun.

Zişan:Gönderdiniz mi Nilgün hanımı?

Neriman:Evet. Alışmışız kaç yıldır,ayrılmak zor oldu. Hele onlar,çok buruk ayrıldılar.

Zişan:Ya,içlerinde bir sürü dert kalmıştır.

Neriman:Akrabalarının da bir kısmı gelmiş,bir kısmı gelmemişti yollamaya. Tanımadığım bir teyze yanındakine dert yanıyordu: “Nelerini paylaşamadılar anlamadık,memleket terk edilir mi?” diyordu.

Hazal:Doğru söylüyor kızım. Atalarımız, ‘Taş yerinde ağırdır.’ derlerdi. Sanki dışarıda huzur mu bulacaklar?

Zişan:Ya ya. Rahatlık Allah’tandır. Bilmiyorum,ben akrabadan zarar görmedim.

Hazal:Hiç inanan insan akrabasına zarar verir mi?

Zuhal:Niye vermesin canım.Sanki herkes de müslümanca yaşamıyor ki. Nilgünler Müslüman değiller mi?

Hazal:Doğru,ama herkes gönlünce yaşıyor. Zaten iyi insanlar,Müslüman olmasa da zarar görmez akrabasından.

Fehiman:Bak burada yanılıyorsunuz Hazal teyze. Ebu Lehep’te akrabaydı,peygamber efendimize ne kötülükler yaptı. Peygamber efendimiz ise en iyi insandı.

Hazal:Kızım o inançsız. Öyle düşünecek olursan inanç bağı olmazsa,insan insanın düşmanı.

Zuhal:İyi insan olmak için ila da Müslüman olmak gerekmiyor ki.

Hazal:Sen öyle sanıyorsun Zuhal.

Fehiman:O halde inanç bağı akrabalık bağından da önce geliyor.

Zişan:Herhalde Fehiman. Onun önüne geçecek bağ var mı?

Fehiman: (Şakacı) Teyze dikkat et,iyi Müslüman olmazsan muhabbeti keseriz.

Neriman:Bak seen,bana kalırsa önce sen iyi Müslüman ol. Ne çabuk büyüdün de bana ders veriyorsun.

Zişan:Bak bak şımardılar. İkinizin de aynı mükellefiyetiniz var.

Zuhal:Yani sizi de duyan Müslüman olmayanlarla ahbaplık yapılmaz sanacak.

Hazal:Yok yok,onlar din düşmanlarını kastediyor.

Zuhal:Olsun canım,benim amcam inançsız ama bizi seviyor. Hatta kız kardeşimin ayrılması hadisesinde de hep bizi destekledi. Bu da bir sevap. İnanmasa da Müslümanlardan iyi.

Hazal:Ah Zuhal ah. Kızım Fehiman,Zuhal ablana biraz dinini öğretsene.

Zuhal:Ay Hazal abla siz de beni köklü cahil sanıyorsunuz,vallahi zoruma gidiyor.

Hazal:Allah’tan ki zoruna gidiyor. Yoksa, “Ben her şeyi biliyorum,sanane Hazal abla.” der, çıkardın işin içinden.

Zişan: (Gülerek) Haddime mi düşmüş öyle bir şey diyeyim? Maazallah döversin sen insanı Hazal abla.

(LÜTFEN HEP BİRLİKTE GÜLÜN)

Zişan:Zuhal,dilimiz damağımız kurudu. Sade Hazal değil, şimdi ben de döveceğim seni.Nerede şu çay?

Fehiman&Zuhal:Tamam tamam kalkıyoruz.

Hazal:Bir dakika durun bakayım. Kızım Fehiman,Zuhal ablana Tevbe süresindeki,Mücadele süresindeki, bu konuyla ilgili ayeti kerimeleri bulup okuyacaksın. Tamam mı?

Fehiman: (Gülerek)Tamam tamam. Hiç merak etmeyin.

Zuhal: (Şakacı) Ay içimizi dışımızı Kuran yaptınız. Rahat et Hazal abla,ben ayetleri değil, surelerin de hepsini okurum.
 
Son düzenleme:
SİMİTÇİ MERCAN
Kişiler
Simitçi Mercan - Zeynel - Sevinç - LeylA
Haldun - Turgut - Yaşlı adam - Çocuklar
Dr. Mercan - Hemşire - Hasta bakıcı


1. Perde

(Olay bir sokakta geçmektedir. Beş çocuk sokakta koşmacaya benzer bir oyun oynamaktadırlar. Bu sırada başında bir simit tablası bulunan 10 yaşlarında bir zenci çocuk girer. Bu, Simitçi Mercan'dır.)

Simitçi Mercan— Simiiit! Taze gevrek simit. Simitçiiii...

Zeynel— Hey! Şuraya bakın çocuklar. Kömürlük bekçisi geldi yine.

Sevinç— Haydi yine kızdıralım şunu.

LeylA— Yazık arkadaşlar bırakın çocuğu... Ne istiyorsunuz ondan.

Zeynel— Fena mı, eğleniriz biraz...

Haldun— Oyun oynuyoruz ya... Bize ne ondan.

Zeynel— Siz bana bırakın, bakın nasıl eğleneceğiz.

Simitçi Mercan— Simit. Taze simitler var! Simitçii!

Zeynel ve Sevinç— (ikisi birden) Gündüz Feneri... Gündüz Feneri... Yaksana lambanı be yüzünü görelim...

LeylA— Bırakın çocuğu canım.

Zeynel— Şuna bak be... Kömürlük faresi gibi...

Sevinç— Belki de yamyamdır. Ki bilir ne kadar adam yemiştir.

Haldun— Bırakın zavallı çocuğu işine baksın.

Zeynel— (Mercan'a) Söylesene kaç adam yedin? Sana soruyor.

Simitçi Mercan— Bırakın arkadaşlar işime bakayım... Neden bana sataşıyorsunuz.

Zeynel— Nerden biz senin arkadaşın oluyormuşuz bakalım Gece Feneri?

Mercan— Bütün çocuklar arkadaştır. Hatta kardeştir.

Sevinç— Bak hele şuna... Nerdeyse akraba çıkacak hepimizle...

Turgut— Bana bak Sevinç arkadaş... Böyle yaparsanız bir daha sizinle oynamam.

LeylA— Ben de...

Haldun— Ben de size katılıyorum. Bu yapılanları doğru bulmuyorum.

Sevinç—- Aaa! Şunlara bak. Hep Gündüz Feneri'nden yana oldular. Siz de mi yamyamsınız yoksa?

Turgut— Böyle konuşmayı sana yakıştıramadım Sevinç.

Sevinç— Peki, neden onu koruyorsunuz öyleyse...

Turgut— Çünkü o da bizim gibi bir insan da onun için...

Zeynel— İnsan mı?

Turgut— Ya ne sandın?

Zeynel— Dur, ben size onun insan olup olmadığını göstereyim.

(Zeynel, Simitçi Mercan'dan yana giderek) Dur bakalım Gece Feneri!

Simitçi Mercan— Benden ne istiyorsunuz?

Zeynel— (yakasına yapışarak) Dön de suratını görsün ler.

Simitçi Mercan— Bırak beni... Yoluma gideyim.

Zeynel— Çevir suratını diyorum sana!

LeylA— Bırak çocukcağızı Zeynel!...

Zeynel— Çevir, çevir görsünler!...

Simitçi Mercan— Bırak... (Zeynel, Simitçi Mercan'ı kolundan tutar. Simitçi Mercan ondan kurtulmaya çalışırken başından tablası yuvarlanır. Simitlerle birlikte bir kitapla defter ve kalem yere düşer.)

Turgut— (Koşar Zeynel'i kolundan çeker.) Beğendin mi yaptığını?

Zeynel— O da yüzünü çevirseydi ya... (LeylA ve Haldun dökülen simitleri toplayarak tablaya yerleştirmeye çalışırlar.)

Turgut— Neden çevirsin? Bir zorunluluğu mu var?

Mercan— (ağlayarak) Yüzüm karaysa bunda benim ne suçum var. Tanrı öyle istemiş, öyle olmuş.

Haldun— özür dileriz kardeşim. Çok üzüldük. Bak simitlerin hepsi yerli yerinde.

Mercan— Ama artık onlar bir işe yaramaz ki!

Turgut— Neden?

Mercan— Onlar yere düştü, kirlendi. Belki de mikrop kapmışlardır.

Turgut— Ama onların düştüğünü bizden başka bilen yok ki. Toplarken üzerindeki tozlan da silkeledik. Hiç belli değil döküldükleri...

Mercan— Olsun, yine de bir işe yaramaz benim için onlar.

Turgut— Anlayamadım doğrusu, neden yaramasın? :

Mercan— Ben bu simitleri çocuklara satıyorum. Hepsi iyi kalpli çocuklar. Başkasından simit almadan benden alıyorlar. Çok da seviyorlar beni. Biliyorum, yerdeki mikroplar bu simitlere bulaştı şimdi. Ya o çocuklara bir hastalık geçerse!...

LeylA— öyleyse biz alacağız simitlerini, say bakalım Haldun kaç simit var?

Haldun— (Hepsini sayar.) Tam 15 simit var burada.

LeylA— 100 biner liradan 1 milyon 500 bin lira eder.

LeylA— (Cebinden bozuk para çıkarır sayar.) Bende bir milyon lira var.

Haldun— Bende de 250 bin lira kadar olacak. (Parayı çıkarır.) Al LeylA.

LeylA— Teşekkür ederim Haldun. Daha 250 bin lira lAzım.

Turgut— (Cebinden parasını çıkarır.) Onu da ben veriyorum. Şimdi tamam oldu mu?

LeylA— Tamam Turgut. (Mercan'a) Al paranı. Simitlerini biz satın aldık.

Mercan— Olmaz, onları size de satamam. Mikroplandı hepsi... Ben okula gitmiyorum ama biliyorum, toprağın içinde yığınla mikroplar vardır.

LeylA— Bu kaza bizim yüzümüzden oldu. Bunu ödemeye mecburuz.

Mercan— Siz bir şey yapmadınız ki...

Turgut— (LeylA'ya) Ver bana paralan LeylA.

(LeylA paralan Turgut'a verir.)

Zeynel— Amma da şımartıyorsunuz şu Gündüz Feneri'ni. Ne olmuş sanki döküldüyse. Gitsin başka yerde satsın. Hem satar da. Bakmayın onun böyle yaptığına.

Mercan— Ben sizden bir şey istemedim ki. Bir kaza oldu. Bunda ben de suçluyum. Seni dinleyip suratımı çevir-seydim, belki de bu olmazdı. İnatçılık ettim. Hep benim yüzümden oldu. Ne yapayım kendim öderim parasını.

Zeynel— Yani simitleri satmayacaksın öyle mi?

Mercan— Mikroplandı dedim ya. Para kazanacağım diye insanların sağlığıyla oynayamam ki. Sonra nerede kalır benim insanlığım.

Zeynel— Peki, ne olacak şimdi bu simitler?

Mercan— Götürüp hayvanat bahçesindeki kuşlara vereceğim.

Zeynel— inanalım mı şimdi bu sözlerine.

Mercan— ister inanın ister inanmayın. Ben böyle yapacağım.

Turgut— Bırak Zeynel. Sen bunu anlayamazsın. Çünkü sen daha insanlara karşı nasıl davranılacağını öğrenememişsin. Ben senin yerinde olsam, özür dilerdim ondan.

Zeynel— Kimden özür dileyecekmişim? Gündüz Fene-ri'nden mi?

Turgut— HAlA inadında devam ediyorsun, insanların renkleri ne olursa olsun. İster siyah, ister kızıl derili, ister beyaz ya da sarı... Hangi renkten olursa olsun insan her zaman insandır. Yeter ki yüreklerinde senin gündüz feneri diyerek rengiyle alay ettiğin şu simitçi çocuk kadar bir aklık, bir temizlik bulunsun. (Mercan'a) Bu paraları kabul etmezsen çok üzüleceğiz. Simitleri biz satın alıyoruz. Korkma yemeyeceğiz onları. Senin dediğin gibi yapacağız.

Mercan— Nasıl?

Turgut— Götürüp hayvanat bahçesindeki kuşlara vereceğiz. insan her zaman sadece yemek için simit almaz ya..

Mercan— İyi ama...

LeylA— (sözünü keserek) Haydi kırma bizi, kabul et.

Mercan— Sizler iyi yürekli çocuklarsınız. Kabul ediyorum. Fakat bir şartım var.

LeylA— Söyle.

Mercan— O zaman bana böyle davrandığı için arkadaşınıza darıltmayacaksınız.

Sevinç— Zeynel'e mi?

Mercan— Adını bilmiyorum. Bana şey, kömürlük faresi diyen arkadaşınıza.

Sevinç— Ben de senden özür dilerim. Bir daha demeyeceğim.

LeylA— Buna çok sevindim Sevinç.

Sevinç— Yaptığımızın hem haksızlık, hem de çocukluk olduğunu anladım.

Mercan— Siz hepiniz iyi çocuklarsınız. Söz veriyorsunuz değil mi? Zeynel'e gücenmeyeceksiniz, bir gün gelecek o da bu huyundan vazgeçecek. Bütün insanlar iyidir. Hepinizin görevi insanlara karşı saygılı davranmaktır.

LeylA— Ona gücenmeyeceğiz. Söz veriyoruz sana. Fakat o da senden özür dilemeli.

Mercan— Bırakın onu kendisi düşünsün. Yeryüzünde insan hakları diye bir şey olduğunu... Her insanın bir yaşama özgürlüğüne sahip olduğunu kendisi arayıp bulsun. Bir gün gelecek bütün insanlar yanıldıklarını anlayıp kardeşçe el ele yaşayacaklar... Savaşlar silinecek yeryüzünden. Nasıl ki bir zamanlar kölelik vardı. Şimdi kalktı yeryüzünden. Savaşlar da kalkacak bir gün.

Sevinç— Okula gitmediğine göre bunları nereden öğrendin?

Mercan— Bunlar yüreğimden benim. Duygularımı hep iyilikle donatırım. Sonra kendi kendime okuma yazma öğrendim. Kitapları okuyabiliyorum.

LeylA— Sahi.. Tablanda bir de kitap vardı. O kitabın adı ne...

Mercan— İnsan Hakları... Bu kitabı yanımdan hiç ayırmam. Hemen hemen her satırını ezberlerim. İnsanların doğal hakları nelerdir, bunları yazar. 10 Aralık 1945'de yayınlanmış ve Birleşmiş Milletlere bağlı bütün uluslar tarafından kabul edilmiştir.

LeylA— Peki, neden okula gitmiyorsun?

Mercan— Bir annem var hasta. Hastanede yatıyor. Ona bakmak için çalışmak zorundayım. Kendi kendime çalışarak okumamı yazmamı da ilerletiyorum.

Sevinç— Adın ne senin?

Mercan— Biliyorsunuz ya!

Sevinç— Nereden bilelim. Söylemedin ki...

Mercan— Gündüz Feneri değil mi?

LeylA— Sevinç özür dilemişti senden.

Mercan— Ben de özür dilerim kendisinden. Bir maksadım yoktu. Sadece şaka için söyledim. Adım Mercan Akyürek.

Sevinç— Gerçekten güzel bir isim. Mercan Akyürek.

LeylA— Senin gibi iyi yürekli bir insana bundan daha güzel soyadı bulunamazdı.

Turgut— Akyürek kardeşimiz, bize çok şeyler öğrettin. Sağ ol. Şimdi ricamızı kabul et. Simitlerin parasını al. Hep birlikte hayvanat bahçesine gidelim. Kuşlara bir ziyafet çekelim. Ne dersin?

Mercan— Bundan sonra arkadaş olacağız değil mi?

Sevinç— Neden olmasın. Hatta boş zamanlarında gel, hep beraber oynayalım.

Mercan— Kabul öyleyse. (Turgut'tan paralan alır, hepsinin elini sıkar. Zeynel'e elini uzatır.)

Zeynel— (Mercan'm uzanan elini sıkar.) Beni de arkadaşlığına kabul edecek misin?

Mercan— Sen istiyorsan neden olmasın. (İki çocuk ağlayarak birbirlerine sarılırlar. Bu sırada sahneye yaşlı bir adam girer.)

Yaşlı Adam— Aferin çocuklar. Sonucun böyle bittiğini görmek beni mutlu etti.

Haldun— Siz kimsiniz amca?

Yaşlı Adam— Emekli bir öğretmenim.

Çocuklar— öğretmen mi?

Yaşlı Adam— Evet çocuklar! Bir öğretmen. Ama emekli bir öğretmen. Bir zamanlar benim de sizin gibi yüzlerce öğrencim vardı. Hepsi cıvıl cıvıl, kuşlar gibi dönerlerdi etrafımda. Yaşlandım. Hizmet sürem doldu. Emekliye ayrıldım. Şimdi çocuklardan uzak, yapayalnız yaşıyorum.

LeylA— Çocuklarınız yok mu?

Yaşlı Adam— Vardı. Fakat şimdi onlar büyük birer adam. Hepsi ayrı ayrı şehirde yaşıyorlar. Ben bir zamanlar çalıştığım bu şehri terk edemedim. Her sabah okulların önünde durur, çocukları seyrederim. Geçerken sizi gördüm. Uzaktan konuşmalarınızı işittim. Sonunda hepiniz örnek bir davranışta bulundunuz. İyi çocuklar olduğunuz belli. Hele Mercan çok ilgimi çekti. (Mercan'a) Okumak ister misin?

Mercan— İsterim ama...

Yaşlı Adam—Anneni düşünüyorsun değil mi?

Mercan— Evet.

Yaşlı Adam— Onu düşünme. Seni ben okutacağım. Toplumun senin gibi Akyüreklere çok ihtiyacı var. Annene de gereken yardımı sağlarız. Şimdi istersen gel, bu konuyu annenle de gidip konuşalım.

Mercan— Ama kuşlar?

Yaşlı Adam— (gülerek) Ha, evet öyle ya. Kuşları unuttuk. Haydi öyleyse çocuklar, hep birlikte kuşlara gidelim önce. Sonra da Akyürek'in annesini görürüz. Bundan sonra bizimle kalırsın. Hastaneden annen çıktıktan sonra onu da yanımıza alırız.

Mercan— Fakat nasıl olur?

Yaşlı Adam— Nasıl olacağını anlatmanın gereği var mı? Hepimiz insan değil miyiz? Birbirimizin ihtiyaçlarına koşmaz, dertlerine eğilmezsek insanlığımız nerde kalır. Haydi çocuklar gidiyoruz.

(Hep birlikte çıkarlar ve perde kapanır.)


2. Perde

Sahne— (Bir hastahane koğuşu... Karyolada başı sarılı bir hasta yatmaktadır. Baş ucunda bir hemşire nabzını tutmaktadır. Bu sırada zenci bir doktor içeri girer. Bu bizim Simitçi Mercan Akyürek'ten başkası değildir.)

Dr. Mercan— Kendine gelmedi mi daha?

Hemşire— Biraz önce kan verdik. Şimdi nabzı biraz daha normale döndü.

Dr. Mercan— Kendisine gayet iyi bakılmasını istiyorum.

Hemşire— Bir yakınınız mı yoksa.

Dr. Mercan— Evet. Nabzına bir de ben bakayım.

Hemşire— Bir mühendismiş galiba. Şantiyede kontrol yaparken, başına bir demir parçası düşmüş.

Dr. Mercan— Evet... Nabzına bir de ben bakayım.

Hemşire— Buyurun doktor bey. (Mercan hastanın nabzını tutar.)

Dr. Mercan— Nabız gayet muntazam atıyor. Kan kaybını önledik. Yarası da pek tehlikeli sayılmaz. Fakat benim asıl korktuğum gözleri.

Hemşire— Gözleri mi?

Dr. Mercan— Neyse bırakalım şimdi bunları. Birazdan kendisine gelir. Şimdilik benim adımı verme kendisine. Üzülebilir.

Hemşire— Anlayamadım.

Dr. Mercan— Sonra anlarsın. Şimdi sen dediğimi unutma. Hasta gözlerini açıncaya kadar benim ismimi duymamalı. Bir şok tesiri yapabilir.

Hemşire— Peki doktor bey. Nasıl isterseniz. (Dr. Mercan çıkar ve perde kapanır.)


3. Perde

(Perde açıldığında aynı koğuşta yatan yaralı, yatağında oturmaktadır. Yanında yine aynı hemşire vardır.)

Hemşire— Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz Zeynel Bey?

Zeynel— Çok iyiyim. Yalnız şu gözlerimdeki sargıyı merak ediyorum.

Hemşire— Sargıları bugün öğleden sonra alınacak. Birazdan sizi ameliyat odasına alacağız.

Zeynel— Görebilecek miyim dersiniz?

Hemşire— Görebileceğinizi umuyoruz. Fakat aksi de olabilir. Kendinizi her iki hAle de hazırlamanız gerek.

Zeynel— Fakat göremezsem ben mahvolurum.

Hemşire— Doktor görebileceğinizden umutlu. Elinden gelen her çabayı gösterdi.

Zeynel— Çok iyi bir doktorunuz var. Benimle bir dost gibi ilgilendi.

Hemşire— O bütün hastalarıyla ilgilenir.

Zeynel— Onu görebilmeyi çok isterdim.

Hemşire— Göreceksiniz (Bu sırada hasta bakıcı girer.)

Hasta bakıcı— Hastayı hazırlayacaksınız. Birazdan gelip alacaklar.

Zeynel— Ben hazırım. Bir an evvel bitsin artık bu iş.

Hemşire— Sakın heyecanlanmayın.

Zeynel— Şu anda hiçbir şey düşünemeyecek kadar duygusuzum. Her şeyden evvel doktoruma karşı büyük bir güvenim var.

Hemşire— (hasta bakıcıya) Biz hazırız. Gelip alabilirler. (Hasta bakıcı çıkar, biraz sonra tekerlekli bir sedyeyle girerler. Zeynel'i sedyeye yatırıp çıkarlar. Sahne bir an boş kalır. Biraz sonra önde hasta bakıcı olduğu hAlde Sevinç, LeylA, Haldun ve Turgut girerler.)

Hasta bakıcı— Zeynel Beyin gözlerindeki sargıyı alacaklar. Siz isterseniz burada bekleyin. Bir saate kalmaz kendisini getirirler.

Sevinç— Zeynel Bey bizim okul arkadaşımızdır. Kazayı daha bugün öğrendik. Ziyaret günü değil diye bizi almıyorlardı. Ama doktorla telefonda görüştük. Çocukluk arkadaşları olduğumuzu söyleyince bizi kabul etti.

Hasta bakıcı— Sanırım doktor bey de onun çocukluk arkadaşı olurmuş.

Haldun— Ya öyle mi?

Hasta bakıcı— öyle sanıyorum. Çünkü ona bakarken bir kardeşine, bir yakınına bakar gibi bakıyor.

Turgut— Tanışmadılar mı?

Hasta bakıcı— Hayır.

LeylA— Neden acaba?

Hasta bakıcı— Bilmiyorum. Doktor onun gözlerinin açılmasına kadar kendisini tanımasını istemedi.

Sevinç— Çok garip.

LeylA— Kendisini göremez miyiz?

Hasta bakıcı— Kimi? Zeynel Beyi mi?

LeylA— Hayır... Doktor beyi.

Hasta bakıcı— Sizi hastanın odasına almamızı ve burada beklemenizi söyledi bize. Kendisi ameliyat odasına girmek için hazırlanıyor.

Haldun— Galiba çok heyecanlı bir karşılaşma olacak. Bu doktor her kimse bizi de tanıyor olmalı. Hepimize bir sürpriz yapacak herhalde.

Hasta bakıcı— Bilmem orasını. Siz burada dinleniverin. Ben ameliyathaneye gidiyorum. Çok beklemezsiniz sanırım. Biraz sonra hepimiz burada olacağız. (Sahneden çıkar.)

Sevinç— İyi ki ameliyat haberini bugün öğrendik.

Haldun— Gazeteler olmasaydı yine öğrenemeyecektik.

LeylA— Sahi çocuklar gazetede ameliyatı yapan doktorun adı yazmıyor muydu?

Turgut— Gazetede Doktor Akyürek'in başarısı bugün belli olacak diyordu.

Haldun—Akyürek mi?

Turgut— Evet.

Haldun— Bu isim bana hiç yabancı gelmiyor.

Sevinç— Bana da öyle.

Haldun— Bir şey hatırlayabildin mi?

Sevinç— (düşünerek) Hayır. Hay Allah! Ama isim hiç yabancı değil bana.

LeylA— Bana kalırsa beklemekten başka çare yok, ne

kadar düşünsek bulamayacağız.

Sevinç— Zeynel görebilecek mi dersiniz?

Turgut— Bana öyle geliyor ki görecek. Gazeteler, Dr. Akyürek'in bu tür ameliyatlarda büyük başarı sağladığını

yazıyorlar.

Haldun— Bir ayak sesi var. Belki de getiriyorlar onu. (8u sırada kapı açılır, sırtında beyaz gömleğiyle Dr. Mercan girer.)

Dr. Mercan-— Geçmiş olsun çocuklar. Hastamız görebilecek.

Sevinç— Siz... Siz... Akyürek... Evet hatırladım sizi!...

Dr. Mercan— Gündüz fenerini unutmadınız demek.

Diğerleri— Mercan Akyürek... Kardeşimiz bizim. (Koşar, sarılıp kucaklaşırlar.)

Dr. Mercan— Zeynel'i karşımda kanlar içinde görünce tanıyamadım önce. Sonra adını öğrenince yıllar öncesinin anıları gözlerimin önünde canlandı. Benim hayatımı değiştiren o günkü hem tatsız, hem de sonu çok mutlu tartışmaları hatırladım. Ameliyatta onun göz sinirlerinin zedelendiğini gördüm. Gereken tedaviyi yaptım. Fakat beni tanıması belki pişmanlık hislerini yeniden tazeleyip ona heyecan verecekti. Bu ise ameliyatın başarıyla sonuçlanmasını ters yönde etkileyebilirdi. Kendimi ondan saklamak gereğini duydum. Biraz sonra buraya gelecek. Gözlerinin bir süre aydınlığa alışabilmesi için hafif bir sargı bıraktık. Onu da burada alacağız.

LeylA— Görecek mi?

Dr. Mercan— Gördü bile. Sargıların önemli bir kısmını çıkardıktan sonra artık şunu da kaldırın, iyice etrafımı göreyim, dedi. O zaman anladık ki gerçekten görüyor. Kendisine bir süre gözlerinin aydınlığa alışması gerektiğini söyledim. Mutlu mutlu gülümsedi ve teşekkür etti. Doktor bey, sizi görmeyi öylesine istiyorum ki, dedi. Ben sizlerin onu beklediğinizi söyledim. Sevindi.

(Bu sırada yine tekerlekli sandalyeyle Zeynel'i getirip yerine yatırırlar.)

Zeynel— Haydi doktor, ben hazırım. Al şu sargıyı artık!

Dr. Mercan— Gözlerini iyice yum. Şimdi sargıyı alıyorum. Gözlerini birdenbire açmayacaksın. Yavaş yavaş... Alıştıra alıştıra...

Zeynel— Peki, doktor. İşte yumdum gözlerimi, başlayabilirsiniz artık.

(Doktor, Zeynel'in gözlerindeki sargıyı yavaş yavaş açar.)

Dr. Mercan— İşte oldu. Şimdi yavaş yavaş gözlerini aç bakalım.

Zeynel— (Yavaş yavaş gözlerini açar. Bakışları Mercan'ın yüzünde takılıp kalır. Elleriyle gözlerini ovuşturur.)

Hayal mi görüyorum. Hayır... Hayır... Hayal değil gördüklerim değil mi?

Dr. Mercan— Heyecanlanacak ne var Zeynel kardeşim?

Zeynel— Siz... Siz... Mercan Akyürek!

Dr. Mercan— (gülümseyerek) Evet yanılmadın, benim işte... (Diğerlerini gösterir.) Hepimiz buradayız işte. Sevinç, Haldun, Turgut, Leyla ve ben. Senin iyileşmeni dört gözle bekledik. Şimdi çok iyisin. Yakında hastaneden sağlığına tam kavuşmuş olarak çıkacaksın.

Zeynel— Size ne kadar teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Geceleri bir hasta bakıcı gibi başımdan ayrılmadınız. Hatta öyle günler oldu ki ılık ılık döktüğünüz göz yaşlarınızı yüzümde hissettim. Bunlar bir annenin dökebileceği yaşlar kadar sevgi doluydu. Sizi hiçbir zaman unutmayacağım.

Sevinç— Emekli öğretmenle gittikten sonra sizi bir daha göremedik.

Dr. Mercan— Onu hiçbir zaman unutmayacağım. İyi insan, büyük adamdı o. Bana insan sevgisinin en iyi örneklerini verdi. İnsan haklarına saygı göstermenin, insan hayatının büyük bir değer taşıdığının canlı örneklerini buldum onda. Beni okutmak için ilaç paralarını harcayıp kendi hayatını tehlikeyi attığını ancak ölümünden sonra öğrendim. Bana vasiyet olarak bıraktığı mektuptaki şu özlü cümleleri hiçbir zaman unutamayacağım. (Cebindeki cüzdandan bir mektup çıkarıp okur.) Oğlum Mercan, Bir yıl sonra hayata atılacaksın... Fakat ben artık o zamana kadar dayanamayacağımı biliyorum...Bu mektubumu aldığın zaman ben artık hayatta olmayacağım. Kansere yakalandım. Ameliyat için 300 milyon gerekli. Bankada ancak 150 milyon lira var. Bunu kendime harcarsam, senin öğrenimin yarım kalacak. Hastalıktan kurtulsam bile ne kadar yaşayabilirim. Seninse önünde daha uzun yıllar yar. Yaşamını insanların mutluluğu yolunda değerlendireceğine inandığım tek insan sensin. Sakın bana üzülme. Şunu her zaman aklında tut. İnsanlar dünyaya mutlu ve hür yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak insanlar için bir işkence olmamalı. Sen doktor olarak bu gereği düşünerek, insanların acılarını dindirmek için elinden geleni yapmaya çalış. Unutma, her insan bulunmaz bir hazinedir. İnsan hayatı karşısında duyacağın sevgi ve saygı olmalı. Kimseye karşı kinci olma. Sevgi senin yolunu aydınlatan büyük bir kılavuz olsun. Gözlerinden öperim, yavrum. (Derin bir iç çeker.) İşte bana son yazdıkları. Şuna inandım ki emekli öğretmen babacığım gibi gönlünde insan sevgisi taşıyan insanların sayıları arttıkça dünyamız büyük bir barışa kavuşacaktır. Şimdi burada hastalarımın acılarını paylaşırken duyduğum büyük mutlulukta, onun bana verdiği eğitimin büyük bir payı vardır. O bir gündüz fenerini, umut feneri haline getirebildi. Ne mutlu ona...

(Perde yavaş yavaş kapanırken Zeynel'in ağladığı görülür.)
 
Son düzenleme:
ALBERT EİNSTEİN


Kişiler :
Albert Eistein
Milevya ( Birinci karısı )
Hans ( oğlu )
Elsa ( İkinci karısı )
Leo Szilard ( Meslektaşı )
Hitler
Roosevelt

Sahne 1 :


Einstein'ın evi. Oldukça yoksul görünümlü bir oda. Yerde eski bir halı. Sobanın üzerinde kuruması için asılmış çocuk bezleri. Lavaboda birkaç tabak çanak.

Odanın kıyısında bir beşik ( içinde bebek ). Odanın ortasında Einstein'ın yerlere serdiği kitapları, hesaplarını yaptığı kağıtlar. Kağıtların arasıda çocuk oyuncakları.

Bir köşede kanepe ve sandalye görülmektedir.)


1.BÖLÜM


EINSTEIN – ( Kısa pantolonlu, saçları darmadağınık bir halde, elinde kömür kovasıyla girer. Kovayı sobanın yanına bırakır. ) Merhaba Milevya ! Nasılsın ?

MILEVYA – ( Yoksul giyimlidir. Omuzlarında şalı vardır. ) Nasıl olabilirim. Gördüğün gibi bezleri kurutuyorum. ( Topladığı bezleri katlar, sepete koyar. )

EINSTEIN – ( Sandalyeye kurulur. Bacak bacak üzerin atar. ) Özel Görecelik Teorim ile ilgili yazımı bilim dergisinde yayımlamışlar. Bundan böyle çocuk bezi kurutmaya son. Odun kömür taşımaya son. Zengin olacağız Milevya. Kocan ünlü bir fizikçi artık. ( Dalgınlaşır. Yerdeki kağıtlarına eğilir. )

MILEVYA – ( İzleyicilere )Dereyi görmeden paçaları sıvıyor.( Einstein'a) Kahve ister misin?

EINSTEIN – ( Dalgın çalışmaktadır. Kağıtların birkaçını toplar. Kendi kendine ) Artık sizi dosyalayabilirim.

MILEVYA – ( Sobanın üzerindeki çaydanlıktan bir fincan kahve doldurur. Einstein'ın önüne oturur. ) Einstein ! Sıcak bir kahve ?

EINSTEIN – ( Gülümseyerek kahveyi alır. ) Teşekkürler Milevya. ( Kağıtlarına eğilir. )

MILEVYA – ( Lavaboda bulaşıkları yıkamaya koyulur. Bu arada beşikteki bebek ağlamaya başlar. Milevya'nın arkası dönüktür. ) Einstein, bebeği sallar mısın ?

( Einstein dalgındır. Milevya'yı duymaz. Milevya dönerek ) Einstein, lütfen bebeği susturur musun ?

( Einstein kendisini çalışmaya vermiştir. Milevya ellerini kurularken )

Aman tanrım! Yine dalgınlığı üzerinde. ( Milevya beşiği çekerek Einstein'ın ayak ucuna yaklaştırır.Einstein'ın ayağını beşiğin korkuluğuna takar. Beşiği sallaması için Einstein'ın ayağını hafif çeker, bırakır. Beşik sallanır,bebek susar. )

HANS – ( Kanepede oturmaktadır. Beşikteki bebeğin sesiyle uyanmış, gözlerini ovuşturmaktadır. ) Anne ! Anneciğim !

MILEVYA – Tamam. ( Hans'ı Einstein'ın yanına oturtur. Eline çıngırak verir. ) Oyna sen burada, ben şimdi hazırlarım çorbanı.

( Einstein bir yandan hesaplarıyla uğraşırken öte yandan, ayağıyla beşiği sallamayı sürdürmektedir. Milevya lavaboya giderken, Einstein'ın ayağını beşikten çıkarır. )

HANS – ( Elindeki çıngırağı Einstein'ın kulağının dibinde sallamaktadır. Soğumuş kahveden içer, yüzünü buruşturur. İçmesi için Einstein'a da uzatır. Einstein uzatılan kahveyi bilinçsizce içer. Hans kahve fincanı elinde ağlayarak annesinin yanına gider. Eteğini çekiştirir. ) Anne, anneciğim ! Baba içti !

MILEVYA – Ağlama bebeğim, o zaten babanın kahvesiydi. ( Yanağını okşar.) Aferin oğluma. Babasına kahvesini içirmiş. ( Fincanı elinden alır.) Bunu yerine koyalım.

( Tencereyi gösterir.) Bak, anneciğin mis gibi çorba yaptı sana.

( Hans koşarak Einstein'ın yanına gider. Kağıtların altında kalan arabasını almak ister, alamaz. Çıngırağıyla Einstein'ın kafasına vurur.)

MILEVYA – ( Elinde çorba kasesiyle gelir.) Yapma Hans! Çok ayıp ama. Bak baba çalışıyor. ( Hans vurmayı keser. Milevya yere oturur.) Gel bakalım. Ham yapsın güzel oğluuum.

( Beşikteki bebek ağlamaya başlar. Einstein çalışmayı bırakır. Dalgın kalkar. Kemanını alıp çalmaya başlar.)

MILEVYA – ( Çorba kasesini Hans'ın önüne bırakır.) Kendin yiyebilirsin Hans.

( Beşiği sallamaya başlar.) Einstein !

EINSTEIN – ( Çalmayı bırakır.) Evet Milevya!

MILEVYA – ( Üzgün ) Sana söylemiştim... Almanya'yı sevmiyorum... Zürih'e dönmek istiyorum.

EINSTEIN – Nasıl istersen Milevya. ( Yeniden kemanını çalmaya başlar.)


2.BÖLÜM


(Einstein'ın evi. Oda bomboştur. Yalnız yerde Einstein'ın bilimsel çalışmalarının kopyaları ve bir sürü kullanılmış kağıt vardır. Odanın köşesinde eski bir örtü görülmektedir.)

EINSTEIN – ( Elektrik şokuna maruz kalmış görünümü vardır. Ayakları çıplaktır. Yerde oturmakta, kağıtlara hesaplar yapmaktadır. Kapı vurulur.) Giriniz!

ELSA – ( Girer. İri yarıdır. Kolunda çanta, başında şapka vardır. Şaşkın ) Kuzen! Burada ( Çevresine bakınır.) nasıl yaşıyorsun? Eşyaların nerede?

EINSTEIN – Onları Milevya'ya gönderdim.

ELSA – Milevya gittiğinden beri kendini iyice bıraktın. ( Lavaboya gider. Ocağın üzerindeki tencereyi açar. Yüzünü buruşturur. İğrenerek, kendi kendine ) Çorbasının içinde yumurta haşlıyor! Tavuk pisliği de hala üzerinde. Kuzen! Kendini çalışmaya öyle kaptırıyorsun ki yakında sağlığın bozulacak.

( Köşedeki örtüyü ayağıyla iter.) Bu nedir kuzen?

EINSTEIN – ( Başını kaldırıp bakar.) Uyurken üzerime alıyorum.

ELSA – Yazık, çok yazık. Sağlığını hiç düşünmüyor musun? ( Einstein'ın önüne çömelir.) Bu çalıştığın nedir?

EINSTEIN – Genel Görecelik Teorisi.

ELSA – ( Einstein'ın yanına oturur.) Bir dakika kuzen. ( Einstein'ın kağıtlarını elinden alır. İyice gözüne yaklaştırıp bakar.) Nedir bu görecelik dediğin teori?

EINSTEIN – Büyük mesafelerde zaman ve mekan görecelik kazanır. Sadece ışık hızı sabit kalır.

ELSA – ( Bir an düşünür.) Hiçbir şey anlamadım.

EINSTEIN – Geçen gün işe gitmek için tramvaya binmiştim. Saat kulesinin bulunduğu caddeye bakıyordum. Diyelim ki tramvay ışık hızıyla gidiyor. Ben de kulenin bulunduğu saate bakıyorum. Görecelik teorime göre kulenin tepesindeki saat durmuş gibi görünüyor. Buna karşılık kolumdaki sat daha yavaş hareket eder çünkü hız, ışık hızına yaklaştıkça zaman yavaşlar. Işık hızına ulaşıldığında ise zaman sıfır noktasındadır. Hızları ışık hızına yaklaştığında zaman her gözlemci için aynı değildir.

ELSA – Ya “gerçek” zaman ne olacak? Saat kulesi ve kolumuzdaki saat gerçek olan tek saati göstermek zorunda değil mi?

EINSTEIN – “Gerçek zaman” diye bir şey yok. Zaman sadece ölçüldüğü anı gösterir. Zamanı ölçebilmenin başka yolu yoktur.

ELSA – ( Çantasından bilim dergisi çıkarır. Sevinerek ) Bu anlattıkların yani Görecelik Teorin kanıtlanmış. ( Dergiyi açar.) Burada öyle yazıyor. Ama bu teorin akla şunu getiriyormuş : İkizlerden biri uzayda ışık hızına yakın bir hızla uzun bir yolculuğa çıkarken, öteki evde kalır.

EINSTEIN – ( Sözünü keser.) Astronot olan ikiz geri döndüğünde diğerinden daha gençtir.

ELSA – Neden?

EINSTEIN – Bulunduğu yerde kalan ikiz “normal” zamanı yaşarken, uzaydaki ikizin zamanı yolculuğu boyunca yavaş ilerlemiştir. ( Elsa'nın elindeki dergiyi alır. Gururla bakar, kapatır. Önündeki kağıtlara eğilir, çalışmaya koyulur.)

ELSA – ( Ayağa kalkar.) Kuzen! Benim eve gelsene. ( Çantasından minik bir makas çıkarır. )

EINSTEIN – Niçin Elsa?

ELSA – Baksana yaşadığın yere kuzen. Sağlığın bozulacak. ( Einstein'ın arkasında diz üstü çöker. Saçlarını kesmeye başlar. Bu arada Einstein'ın yazdığı kağıdı dolmuştur. Bakınırken Elsa'nın çantası gözüne ilişir. Formülü çantanın üzerine yazar. Bu arada Elsa boynunu kırarak Einstein'ın saçlarına bakar.) Eveet, çok güzel oldu. ( Çantasını aranır. Einstein üzerine yazı yazmaktadır, çeker alır.) Kalk kuzen! ( Elinden tutar.) Hadi bize gidiyoruz! Ben sana bakarım.

EINSTEIN – Bir saniye Elsa. ( Elindeki kağıda bakar.) Şey, çanta nerede? Az önce bir formül yazmıştım üzerine. ( Çantayı almaya çalışır.)

ELSA – ( Çantasını çeker.) Olmaz kuzen! Çantamı karalamana izin veremem.

EINSTEIN – Lütfen Elsa. Ufak bir şey ekleyeceğim.

ELSA – ( Çantasına iyice sarılır.) Hayır!

EINSTEIN – ( Bir hamleyle Elsa'nın eteğini tutar.) Ne olur dur, kıpırdama!

ELSA – ( Geri sıçrar.) Ne yapıyorsun?

EINSTEIN – ( Formülü Elsa'nın eteğine yazar.) Oldu işte.

ELSA – ( Bağırarak ) Yeni aldığım elbiseme!

EINSTEIN – ( Duymazdan gelir.Elsa'nın koluna girer.) Hadi gidelim. Ha sakın unutma. Evde çantanı ve elbiseni bana vereceksin.

ELSA – (Gülerek) Tamam tamam. (Çıkarlar.)


Sahne 2:


Elsa'nın evi. Odada masa, koltuklar, kitaplık vardır. Einstein masada oturmuş, gazete okumaktadır. Masanın üzerinde Einstein'ın çalışma kağıtları ve kitapları vardır. Ayrıca Eintein, derli toplu görünmektedir. Elsa koltukta oturmuş, dikiş dikmektedir. Kapı çalınır, Elsa açar.Gelen Leo'dur.)


LEO – Merhaba Elsa.

ELSA – Buyurun, hoş geldiniz. (Yerine oturur.)

EINSTEIN – (Ayağa kalkar, elini uzatır.) Hoş geldin dostum, nasılsın?

LEO – (Einstein'ın elini sıkar, koltuğa oturur.) Teşekkür ederim, sen nasılsın?.. Üzgün görünüyorsun?

EINSTEIN – (Elindeki gazeteyi gösterir.Üzgün) Yedi çocuklu bir aile, buzdolabından sızan zehirli gazların etkisiyle uyurken ölmüşler. (Gazeteyi Leo'ya uzatır.Leo üzgün bakar.) Bunu önlemenin bir yolu olmalı.

ELSA – (Ayağa kalkar.) Kahve ister misiniz?

EINSTEIN – Teşekkürler Elsa. İyi olur. (Elsa çıkar.)

LEO – Elsa'yla evlendiniz değil mi?

EINSTEIN – Evet evlendik. Leo, istersen şu laboratuara gidip buzdolabı üzerinde biraz çalışalım. (Işıklar kararır.)

(Einstein ve Leo'nun önünde bir buzdolabı vardır.Çalışmaktan kan ter içinde kalmışlardır.)

EINSTEIN – (Buzdolabının arkasından) Tamam Leo, büyük vidayı ver. (Vidayı takar.) Şimdi küçük vidayı ver. (Alır,takar.) Şu kabloyu bağlar mısın lütfen. (Leo'da buzdolabının arkasına girer. İşte oldu. Bundan sonra pompadan zehirli gaz sızsın da görelim. Çalıştır bakalım Leo. (Buzdolabının arkasından çıkar.)

LEO – (Fişi takar,elini düğmeye götürür.) Umarım korktuğumuz başımıza gelmez. Çalıştırıyorum.

EINSTEIN – Çalıştır. Leo düğmeye basar. Buzdolabından çakal ulumasına benzer ses çıkar. Einstein ve Leo şaşkın kulaklarını tıkarlar.)

EINSTEIN – Leo, tanrı aşkına Leo, kapat şunu!

(Işıklar karar)

(Einstein masa başında çalışmaktadır. Leo heyecanla girer.)

LEO – Einstein! Sevgili meslektaşım, kutlarım! (Elini sıkar.) Nobel Fizik Ödülü almışsın!

EINSTEIN – (Elini sıkarken, gülümseyerek) Evet öyle. Teşekkür ederim.

ELSA – (Girmiştir.) Hoş geldin Leo. Bunu kutlamak gerekir. Ama ben Einstein'ın niçin ödül aldığını hala anlamış değilim.

LEO – (Oturur.Einstein'e) Elsa'ya açıklamadın mı?

EINSTEIN – (Elsa'ya) Benden önceki fizikçiler ışığın parçacık mı, dalga mı olduğuna karar verememişlerdi. Ama ben diyorum ki, ışık parçacıklardan yani fotonlardan oluşuyor. Ve ışık girişimlerde yaptığına göre dalgadır.

ELSA – Işık hem parçacık hem dalga... Benim anlayacağım şekilde örnek versen Einstein. Şöyle gözümde canlansın.

EINSTEIN – Koyun sürüsünü düşün Elsa. Tek tek parçacıklar halindedirler ama, birbirlerine bağlı olarak yaşarlar. Yani gidecekleri yere hep birlikte giderler. Yolda hiçbirisi kaybolmaz. Söz gelimi Dünya'dan Ay'a bir lazer demeti gönderildiğinde böyle olur. Doğası gereği. Yönelimcilerdir. Ayrıca ışık boşlukta yayılır. Ve hızı evrenseldir. Hiçbir cisim yada fiziksel olay ışık hızından daha büyük bir hızla yayılamaz.

ELSA – (Anlamış gibi) Aslan kocacığım! Işığı koyun sürüsüne benzetiyor. Ve Nobel Fizik Ödülü'nü alıyor. (Alkışlar.)

LEO – Sen gene anlamamışsın Elsa. Einstein ışığın yapısını, teknolojide kullanıma yardımcı olabilecek biçimde açıklıyor. Örneğin televizyonun geliştirilmesi, kapıların otomatik olarak açılmasını sağlayan elektrik göz, ışık teknolojisinin ürünleridir.

ELSA – Ha öyle mi. Tamam öyleyse.

LEO – Elbette çok iyi. Einstein! Bu ışık teorinden yola çıkarak atomu da açıklıyorsun. Işıktaki enerji sayesinde atomun parçalanabileceğini...

EINSTEIN – (Gülerek sözü alır.) Evet, atomu da kurtlara benzetiyorum. Elsa'nın anlaması için. Yalnız ve zalim olan kurtlar. Aynı durumda birden fazlası bulunmayan; elektronlar, protonlar, nötronlar ve temel tanecikler. Aralarında koyun alışverişiyle kurt topluluğu. Nükleonlar ve elektronlar. İşte bu e=mc² formülümle kütle, enerji ve ışık hızı arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyorum. Madde katılaşmış bir enerjdir.Eğer madde herhangi bir şekilde enerjiye dönüştürülürse, küçücük bir kütlenin oldukça etkili miktarda enerji ortaya çıkaracağını ifade ediyorum.

LEO – (Elsa'ya) Einstein ünlü bir fizikçi artık. (Einstein'a) Ödül olarak verilen parayı nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsun?

EINSTEIN – Milevya'ya, ilk karıma göndereceğim. Söz vermiştim ona, bir gün para kazanır...

ELSA – (Einstein'ın sözünü keserek kalkar.) Birer kahve içsek hiç de fena olmaz. (Çıkar.)

EINSTEIN – (Leo'ya) Buzdolabından haber var mı?

LEO – AEG Araştırma Enstitüsü beğenmiş ama, patent vermiyor. Biliyorsun İkinci Dünya Savaşı... Dünya ekonomik ve siyasi bir kriz yaşıyor.

EINSTEIN – Evet.

LEO – (Alçak sesle.) Biliyor musun? Adolf Hitler öldürülmen için yirmi bin mark ödül koymuş!

EINSTEIN – (Kendi kendine) Bu kadar değerli olduğumu bilmiyordum. (Leo'ya) Neden peki?

LEO – (Alçak sesle) Neden olacak. Birincisi silahlanmaya karşı her gün bir yerlerde konferans veriyorsun. İkincisi Siyonizme büyük destek veriyorsun. Yahudileri destekliyorsun.

(Işıklar kararır. Sahnenin sağ ve sol tarafındaki bir kürsüde Hitler güya halkına bir konuşma yapmaktadır.)

HİTLER – (İzleyicilere bir süre bakar. Sol eli kemerinde, sağ elini ileriye doğru uzatır.) Üstün Alman ırkı! Amacımız, Alman olmayan bütün ırkları ortadan kaldırmak! Özellikle de yahudileri. Einstein'da bir Yahudi'dir. Gereğinin yapılması... (İzleyicileri süzer.)Üstün Alman ırkı dünyada bin yıl hüküm sürecektir. İlk hedefimiz bin yıl! (Alkışlarla kürsüden iner. Çıkar.)

(Sahne aydınlanır. Einstein ve Elsa kahve içmektedirler.)

EINSTEIN – (Masada kahveden bir yudum alır..) Eline sağlık Elsa.

ELSA – Afiyet olsun. (Kapı vurulur. Leo girer. Oldukça heyecenlı)

LEO – Einstein!

EINSTEIN – (Leo'ya doğru bir iki adım atar.) N'oldu Leo? Otur şöyle. Lütfen sakin ol. Elsa, sevgili meslektaşıma bir kahve getirir misin? (Elsa çıkar.)

LEO – (Kendini koltuğa bırakmıştır.) Einstein! Almanya senin bulduğun e=mc² formülüne korkunç bir uygulama alanı bulmuş! Alman bilim adamları atomu parçalamışlar! Yakında akıl almaz güçlü bir bomba yapabilecekler!

EINSTEIN – (Eli ayağı titreyerek masaya yönelir.) Hayır olmaz! Olmamalı! Bu korkunç bir şey!!! (Kalem ve kağıt alır.) ABD Başkanı Roosevelt'e bu durumu bildireceğim. (Sahne kararır.)

(Hitler'in konuşma yaptığı kürsüde ABD Başkanı Roosevelt görülmektedir.İzleyicileri süzer.)

ROOSEVELT – Çok değerli bilim adamları! Ünlü Alman fizikçi Einstein'dan bir mektup aldım. Hitler atom bombası yapıyormuş. Bu duruma engel olmamı istiyor. Mümkün değil... Rakiplerimiz bomba yaparken bizler boş duramayız. Biz neden atom bombası yapmayalım. Bunu sizden istiyorum. Einstein gibi karşı çıkarsanız eğer... Bilin ki vatan hainisiniz!

(Sahne aydınlanır. Einstein ayağa kalkar. Sahne önüne gelir. İzleyicilere)

EINSTEIN – Ben e=mc² formülünü insanlığın yararına kullanılsın diye bulmuştum. Böyle olmasını hiç istemedim. Atom bombasının yapılmasının yapılmasına, yaşadığım sürece karşı çıktım. Evrenin yasalarını değiştirdim, insanları değiştiremedim.
 
Son düzenleme:
ALFABEMİZİN ÜNLÜ HARFLERİ


İlk olarak sahneye bir sunucu çıkar:


SUNUCU:

Alfabemizin ünlü harfleri varmış, neler mi? Gelin birlikte izleyelim. Ünlü nedir bilir misiniz? Yok yook ! Sizin anladığınız anlamda değil. Alfabemizin temelini oluşturan ünlü harflerden bahsediyorum ben.

Ünlü harfleeer , sahneye geliin! (diye bağırır)


(Önlerinde kartondan harfler olan 8 çocuk yavaş yavaş sahneye gelirler.)


(Sadece A harfli olan çocuk öne çıkar)

- A A A Bak geldi kış baba

Sırtında kalın abası,

Elinde kalın sopası,

A A A Bak geldi kış baba

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece E harfli olan çocuk öne çıkar)

- E E E bir karış kar yerde

Dağlar taşlar hep bembeyaz

Yavru kuşlar yem bulamaz

E E E bir karış kar yerde

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece I harfli olan çocuk öne çıkar)

- I I I kartopu başladı

Koşuşalım sağa, sola

Allah yardımcımız ola

I I I kartopu başladı

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece İ harfli olan çocuk öne çıkar)

- İ İ İ Kış dondurdu bizi

Bu soğuğa dayanılmaz,

Kış babaya inanılmaz

İ İ İ Kış dondurdu bizi.

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(SadeceO harfli olan çocuk öne çıkar)

- O O O Sırtımızda palto

Korkumuz yok kardan kıştan,

Ne soğuktan ne ayazdan .

O O O Sırtımızda palto

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece Ö harfli olan çocuk öne çıkar)

- Ö Ö Ö Can öksürdü öhö!

Koşuşalım sağa, sola

Allah yardımcımız ola

Ö Ö Ö Can öksürdü öhö ....

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece U harfli olan çocuk öne çıkar)

- U U U Her taraf buz tuttu.

Burun kulak mosmor oldu.

Sırtımıza karlar doldu.

U U U Her taraf buz tuttu.

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü


(Sadece Ü harfli olan çocuk öne çıkar)

- Ü Ü Ü El ayak üşüdü.

Herkes girsin içeriye

Kimse bakmasın geriye

Ü Ü Ü El ayak üşüdü..

(Hepsi birden )

- A, E, I, İ, O , Ö, U, Ü
 
Son düzenleme:
ALIŞVERİŞ


ŞAHISLAR: ZİŞAN,ORHAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET.

(CADDEDE)

Zişan: (Behiye abla,yürüdüğünüzü unutmayın,nefes nefese konuşun bazen.) İşimiz çabuk bitse de erken dönebilsek. Akşama, misafire hiç hazırlık yapmadım.

Fikret:Ben yardım ederim size anneciğim.

Zişan: Pasta yapabilir misin?

Fikret:Yaparım yaparım. Şu ayakkabımı bir alsaydık,gerisi kolay.

Zişan:Acele etme oğlum. Bugün olmazsa yarın alınır.

Fikret:Alalım anne,orada varsa bir de güneş gözlüğü alalım. Bak o spor elbisesini de alamadık.

Zişan:Güneş gözlüğü nereden çıktı,neye lazım?

Fikret:Çok istiyorum anneciğim,arkadaşlarım da almış. Uff bi gör anne,aynı Niyo’ya benziyor takınca.

Zişan:Niyo mu? O da kim?

Fikret:Siz tanımazsınız anne. Alalım tamam mı? Arkadaşımla anlaştık,aynısından istiyorum.

Zişan:Ooo anlaşmış bile. Fikret bırak bu huyunu. Her alışverişte lüzumsuz şeyler çıkarıyorsun.

Fikret:Ne istedim ki anne?

Zişan:Gel sayalım. Bir,databank. Biliyorsun lazım değildi. Evdeki sözlükten arayıp da bulamadığın kelime oldu mu hiç? İki,futbol kıyafeti. Kaç kez futbol sahasına gidiyorsun? Evde eşofmanın da var üstelik. Üç,keten pantolon. Dört,yüzme kursu. Hele kırtasiyelerin hiç bitmiyor.

Fikret:Ama herkesin aldığı şeyler bunlar.

Zişan:Herkes olmadığımızı bir türlü anlayamadın Fikret. Hem de öyle herkes almıyor. Dolduruşa getirme beni. Söyle bakalım, sınıfta kaç arkadaşında var databank?

Fikret: (Homurdanarak) Kimsede yok.

Zişan:Çok gerekli olsa öğretmenler ısrar eder aldırırlardı.

Fikret:Ama o çok güzel,küçücük, koca kitabı niye yanımda taşıyayım?

Zişan:Şükür geldik. İnşallah burada vardır da başka yere gitmeden alırız. Hadi alt kata inelim.

(Mağazadalar)

Fikret:Aa Şefika teyzeler,anneciğim Şebnem abla da gelmiş. Baksana nasıl şişmanlamış.

Zişan: Evet neredeyse tombiş olacak. Gel yanlarına gidelim. Şefika hanım merhaba.

Şefika:Merhaba Zişancığım.(Durgun) Nasılsın Fikret?

Zişan:O duymuyor bile. Şebnem ablasının yanında. Şebnem, penyelere mi bakıyorsun? O elindeki Şahin’e mi? Ama bu penye Şahin’e küçük olmaz mı? O da bizim Fikret kadar oldu neredeyse.

Şebnem: (Mutsuz) Hayır Şahin’e değil kendime bakıyorum. Çok güzel.

Şefika:Kızım o sana olmaz. Baban giydirmez onu sana.

Fikret:Şebnem abla,o Şahin’e bile küçük. Hiç sana gelir mi?

Şebnem:Hayır istiyorum. Zaten ben bir şey istedim mi böyle olur. Ya küçük,ya dar,ya para yok....

Zişan:Bak şu bluz sana yakışır şebnem. Ne kadar dökümlü.

Şefika:Zişan hanım baksana,ayakkabılar indirimde. Şunu çok beğendim. Nasıl duruyor ayağımda?

Şebnem: (Ağlamaklı) Hıı kendine gelince alırsın değil mi? Benim hiçbir şeye hakkım yok...

Şefika: (Kısık sesle,sinirli) Kızım onu baban giydirmez sana. Alıp da başıma bela etme.

Şebnem: (Ağlamaklı) Ben o görmeden de giyerim. Ama sen mahsus kendine alasın diye bana almıyorsun değil mi?

Şefika: (Hafiften ağlar) Kızım yapma,yine pişman ettin beni.

Zişan:Gel Şebnem şunu alalım sana. Hadi anneni üzme.

Şebnem: (Yine ağlamaklı) Asıl o beni üzüyor. Herkesin istediği oluyor,bir tek benim ki olmuyor.

(FON)

Güzin:Vildan abla,bilekliğin yeni mi?

Vildan:Eveet,nasıl,fark ediliyor değil mi? Bil bakalım kaça aldım.

Güzin:Iıı dur bakayım. Beş?

Vildan:Aa hiç olur mu? Çık.

Güzin:Altı?

Vildan:Hayır,çık çık.

Güzin:Sekiz... on...

Vildan:On sekiz canım. Senin çarşıdan haberin yok galiba. Pazarlık pazarlık,canım çıktı. Fiyatı yirmi beşti zorla on sekize aldım.

Güzin:Ama çok güzel. Anneee bana da alalım mı?

Zişan:Hıı çok mu beğendin?

Vildan: Dur dur yarın bir tane daha alacağım. Ona bayılacaksın,şahane bir şey.

Fehiman:Vildan abla geçenlerde de almıştın bir tane...

Vildan:Ooo bu kaçıncı. Vitrinde görünce dayanamıyorum. Bir sorayım diye mağazaya giriyorum, almadan çıkamıyorum.

Zişan:Bu değirmenin suyu nerden Vildan?

Vildan:Amaan bir daha genç olmayacağım ki,Zişan abla dur gönlümüzce takıp takıştıralım. Bak bak çantamı görmedin daha.

Güzin:Hiii çok güzel,çok güzel.

Vildan:Kaça aldığımı bir bilesen. Zişan abla,sana da alayım mı bundan? Öyle kaliteli ki.

Zişan:Benim çantam var Vildan. Bilirim seni,kim bilir ne para ödedin ona.

Vildan:Amaaan geç o tarafını,hem boş ver böylesi yarıyor. Sanki almazsam kocam bilecek mi?

Zişan:İyi de Vildan,eşine yaranacaksın,seni sayacak diye israf mı yapılır?

Vildan:Vallahi biz Neşe’yle her gün çıkıyoruz. Onun eşi çok sıkıyor. Ay her şeyine karışıyor. Onu alma,buna bakma,buraya niye girdin? Deyip duruyor. Neşe’de çok sinirlenince,çıkıyor çarşıya ucuz, pahalı demeden alıyor.

Zişan:Ah yazık,sizin istediğiniz gibi olmayınca eşleriniz tu kaka değil mi?Günah günah Allah’tan korkun.

Zişan: (Gülerek) Ay ama çok güzel. Ben de isterim ki her gün alışveriş yapayım.

Fehiman:İsterdin ya,çünkü parayı sen kazanmıyorsun.

Vildan:Ay Fehiman,boş ver parayı. Hele sen Onur’a aldıklarımı bir görsen. Yeni açılan Bay Bay’dan aldım,gör neler var. Bir girdin mi çıkamıyorsun.

Fehiman:Vildan Abla n’olur yeter. Seninle oturduk mu alışverişten başka bir şey konuşulmuyor. Bak benim kekim ne kadar nefis.

Vildan:Kek dedin de... Agora pasta salonuna hiç gittin mi?

Fehiman: (Yalvarmalı) Hayır,hayır istemiyorum. N’olur sus Vildan abla. Gittikçe bomboş biri oluyorsun. Ay halbuki görüntün ne hoş.

(FON) (ZİL SESİ)

Zişan:Geldim geldim. Buyurun hoş geldiniz.

Orhan:Selamun Aleyküm. Zişan yalnız sıkılmadın ya?

Zişan:Yok işlerim vardı. Onları yaptım. Çocuklar geriden mi geliyor. Niye bu kadar geciktiniz?

Orhan:Girdin mi çıkamıyorsun ki. Hele Fikret’le,Güzin kendilerini kaybediyorlar.

Zişan:E siz alışverişi eğlenceye,gezmeye dönüştürüyorsunuz. Alıştırma çocukları Orhan. Bu yaptığın yanlış.

Orhan: Yaa çocuklar eğlensin.

(Çocuklar konuşarak eve giriyorlar)

Fikret:Bu defa aldıklarım hep güzel şeyler. Off arkadaşlarım görünce bayılacak.

Fehiman:Annem de bayılacak mı acaba?

Zişan:Aaa aaa bu ne kadar poşet. Kiler doluydu zaten. Ne aldınız bakayım.

(POŞET SESLERİ)

Güzin:Şeey anne,pirinç azmış evde.Senin sevdiğin pirinçten aldık. Bak sen bu markayı beğenirdin, yeni bir ürünü daha çıkmış.

Zişan: (Sinirli) Yok canım,bir arkadaşımız orada işe girdi diye sen de sanki oranın pazarlamacısı oldun bakıyorum da.

Fehiman:Kaç defa söyledim anne. Ben yeter dedikçe bunlar devam anlıyorlar.

Zişan:Allah’ım bunlara para verilir mi? Bunların içinde aroma,boya bir sürü zararlı madde var... Fikret,o poşet neyin nesi? Getir bakayım.

Fikret:Şeey,temizlik maddeleri var anne. Güzin ablamla seçtik.

Zişan: (Şaşkın) Bu koca şeyler ne?

Güzin:Sabun sabun,onlardan çok güzel süs oluyor. Rendeleyip eve dizeceğim.Bak bunlar da kapları.

Zişan:Yaa,ya şunlar. Bu büyük kutu ne?

Güzin:Haa o mu? İndirimli ürünler arasındaydı,alalım dedik.

Zişan:Bunlardan evde vardı. Ne de adi. Tornavida,kağıt makası.

Güzin:Babam, “Belki lazım olur,alın” dedi.

Fehiman:Anneciğim babamın etrafında bir dönüyorlar ki. Şu da lazım,bu da yok... Zavallı,iyi alın demekten başka çare bulamıyor.

Zişan:O poşette ne var? Hiii bu ne kadar gazoz. Allah’tan korkmadınız mı? Çabuk şunları kaldırın gözümün önünden. Yürü Fikret,git lavaboda temizlen.

Fikret: (Hafif suçlu) Tamam anneciğim. Babamın çıkmasını bekliyorum.

Orhan:Git hadi oğlum benim işim bitti. Off yorulmuşum.

Zişan:Farkındayım Güzin,kapatmaya çalışma. Yine o pis kokulu yapış yapış kozmetik ürünlerini aldın değil mi? Allah sizi ıslah etsin.

Orhan: Kızma hanım,çocuklar seviniyor,boş ver.

Zişan:İyi,boş vereyim ama iki güne kalmaz para bitti dersin yine. (KAPI SESİ) Bak yaptığını da biliyor, yine çıktı odadan.

Orhan:Eğleniyorlar işte. Fehiman,kızım,fişleri getirir misin? Bakalım ne kadar tükettik?

Fehiman:İşte hepsi bu. Ayrı kasalardan 5 tane.

Orhan:Ne aldık ki o kadar çeşitli? (Mırıldanır) Çikolata,kraker, gazoz....(Sesini yükseltir) Kesin bunlar Güzin’in sepetinden çıkmıştır. Ya bu fişler ne? Ne aldınız kızım bu kadar?

Fehiman:Hiç sinirlenmeyin babacığım. Orada ne söylediysem kimse beni duymadı. Sanki dağdan markete çıplak inmişiz. Herkes bir kata dağıldı,reyonlara tırmanıp,sepetleri doldurdu.

Zişan:Ah babacığım. “Şimdiki çocukların israfıyla bir ev daha geçinir” derdi. Gelsin de görsün torunlarını.

Orhan:Şu listeye bak. Bi dünya kırtasiye.

Zişan:Kaç poşet getirdiniz saymadım ama,içlerinde lüzumlu olan bir pirinç,bir de kıyma.

Orhan:Neyse ya. Herkes nerelere harcıyor. Bizim ki ne ki?

Zişan: (Sitemli) İyi Orhan Bey,herkes herkese baksın,birbirinin aynısını yapsın.Aman ha farklı olmayın, doğruyu yapmayın sakın.

Orhan:Ya Zişan napalım? Hayat bu. Bak böylece alışverişi öğreniyorlar. Hem marketlerde dolaşan çocukların zekaları gelişirmiş. Böylece birçok şey öğreniyorlar.

Zişan: (İçini çeker) Yaa yaa. Doğrulardan başka her şeyi öğrenin,çok faydalı nasılsa.

(HIZLA KAPI AÇILIR)

Fikret: (Bağırır) Kimse kıpırdamasın. Eller yukarı.

Zişan:Neee? Bu ne hal?

Fehiman: (Yavaşça) Alması için babamın ağzından girdi,burnundan çıktı. Halbuki önceki aldığı da buna benziyordu. Yok efendim onun maskesi küçükmüş.

Fikret: (Sertçe)Siz ikiniz,ayrılın çabuk. Yoksa kurşunu yersiniz.

Fehiman: (Yavaşça) Kalkayım buradan.Şakası yok,kendini kovboy sandı yine. Dikkat et anne boncuklar bir tarafına gelmesin, acıtıyor.

Orhan:Sıkmayasın Fikret. Yarın çık dışarıda oyna

Fikret:Konuşma!Kaldır dedim ellerini,arkanı dön,duvara yanaş...Ensene kurşunu yersin, kıpırdama.

Zişan: (Mırıldanır) Off Allah’ım,biz bunlara en karlı alışverişi öğretebilecek miyiz?
 
Son düzenleme:
Geri
Top