AMMA DA ALDANMIŞIZ!
(İki Perdelik Oyun)
-Komedi-
KİŞİLER
MUHTAR
KÖY İMAMI (Hoca)
ALİ AĞA (Bir köylü)
DERVİŞ AĞA (Diğer bir köylü)
ÇIRAK
KAHVECİ
ONBAŞI
SIĞIRTMAÇ
YABANCI
ANA
ÇOCUK I
ÇOCUK II
MÜFETTİŞ
(Olay, zamanımızda geçer.)
I. PERDE
(Perde açılmadan önce,eski bir gramafonda çalınan eski bir şarkı duyulur.Bu şarkı,dedelerden kalma bir şarkıdır.Şarkı devam ederken perde açılır.Sahnede,bir köy kahvesinin önündeki yazlık bahçe görülmektedir.Kahve yapısı sola düşer.Kahveci veya çırağı kahveleri getirirler.Sağda,hemen dipte köyün bahçeleri yer alır.Kahve bahçesinin çevresi çitle çevrilidir.Sahnede ön sağda ve ön solda olmak üzere iki masa vardır.Sağdaki masada Hoca ve Muhtar oturup sohbet etmektedirler.Soldaki masada ise Ali Ağa,Derviş Ağa tavla oynamaktadır.Kahveci,bahçe çitinin önüne serili hasıra oturmuş,bütün piyes boyunca bitiremeyeceği bir ekmek kabuğunu kemirmektedir.Çırak girip çıkar.Her iki masada oturanlar,başkalarıyla ilgilenmezler.)
MUHTAR — İşte böyle,hoca efendi,akşam bir sıtmadır tutturdu.Bilâder,kaç yıldır çekerim bu haltı.Bu köyde doğdum,büyüdüm,kendimi bildim bileli dişlerim birbirine vurur vurur tambura gibi.
HOCA — Beni de yakalar,beni de,muhtar.En korktuğum şeydir mubarek.Yaz gelir,vallâhi,ağzıma bir meyva koyamam.E,sen söyle baklava hakkı için sen söyle,dünya taamını tadmaya mezun olan bizlere bu komaz mı?
MUHTAR — Öyle,hoca efendi,öyle.Hâlbukim ben ava gitmeye niyetlenirdim.Nerden gidersin?Sonra üzerinize afiyet,bizim köpek de pek hastalandı.Ağzına bir şeyler koyabilirsen aşk olsun.Çok fena,çok fena canım sıkılıyor.
(Konuşmaları sessizce devam ederken soldaki masadan)
ALİ AĞA — Dervişçiğim,efendime söyliyeyim,sen marsa doğru gidiyorsun,efendime söyliyeyim,yani kahveler senden yani.
DERVİŞ AĞA — (“r” leri söyleyemez;kızgın) Zay zay değil ki,kemik payçası…Ataysın,biy tüylü denk getiyemezsin.
ALİ AĞA — (Oynamaya devam eder.) Efendime söyliyeyim,yani şu birinci pul;şeş yek miydi?Efendime söyliyeyim,yani neydi?Düşeş mi?Demiryolu yavrum.Efendime söyliyeyim,al bu da senin için.(Onun tarafından atar.) (Devam ederler.)
MUHTAR — İşte böyle,hocaefendi.Ne avdı o,ne av vik vik diye bizim köpek seğirtiyordu.
HOCA — Of karnım,çok fena.Geçen akşam bizim kaşık düşmanı bir mugaddi taam yapmış.(Esner.) Çaldım kaşığı,çaldım kaşığı. (Sessizce devam ederler.)
DERVİŞ — Ah,Aliciğim zay zay değil ki.Biliysin sen,fena oyuncu değilim.Kabahat hep zayda.Biliysin bu haltı iyi beceyiyim. (Devam eder.)
HOCA — Ah,muhtar,şöyle bir sini pilâv olsa şimdi.Çalsak kaşığı.Arkadan bir hoşaf ya da ayran…Ahhhhh.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,bu oyun da böylece biter. (Tavlayı kapar.)
DERVİŞ AĞA — Ah Aliciğim,vallahi biliysin,bu oyun benim için kolaydıy ama suç hep zayda.Kaç el bekledim duydum.
MUHTAR — (Yan masaya dönüp) Ne oldu Derviş Ağa,yine oyunlar sende mi?Koç kaç oldu bu?
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,Dervişcik yani,efendime söyliyeyim,dörde karşı sıfırdı,sonra efendime söyliyeyim yediye karşı yani bir oldu. (Hoca ve Muhtar,sandalyelerini alıp bu tarafa yanaşırlar.)
HOCA — Desene kahveler yine Derviş Ağadan,ha?
MUHTAR — (Kahveciye bağırır.) Hayri Ağa,hey Hayri Ağa…Sağar adam ne olacak?Sana diyorum.Hayri Ağa…İşitmez.Oğlum,ustana söyle gelsin.Şu tavlayı da kaldır.
ÇIRAK — (Yaklaşır.) Tavlayı mı? (Tavlayı alırken lokumu da almak ister.)
HOCA — (Atılır.) Bak kerataya!Bırak bakalım o cennet taamı lokumu.Burada tavla gürültüsünü lokumun hatırı için dinleriz. (Lokumu ağzına atar.) Of,içim bayılıyordu açlıktan. (Sakalına dökülen lokum unlarını eliyle temizler.)
ÇIRAK — (Ustasının yanına gitmiştir.Ekmeği yemekte olan kahveciyi itekler.) Haydi kalk,seni sesliyorlar.
KAHVECİ — Dün akşam mı?Evet ne olacak üç tebeşirli çizdim.
ÇIRAK — Değil usta,değil.Muhtar emmi,seni çağırıyor.
KAHVECİ — Evet,hep tebeşirli…Ne edeceğiz şu adamlarla?
ÇIRAK — (Kolundan tutarak) Gel usta,gel.Muhtar seni, seslendi. (Çekerek götürür.)
KAHVECİ — Ne çekersin beni manda güder gibi?
MUHTAR — Gel sağarım,gel.İçtiğimiz kahvelerin hepsi Derviş Ağadan.Anladın mı?Hepsi.Parti ona kaldı.
KAHVECİ — Bizim parti mi?Ona lâf yok.
MUHTAR — Hay Allah iyliğini versin.Ne partisi?Onu da nerden çıkardın?
KAHVECİ — Yaa,ak koyun,kara koyun seçimlerde belli olacak.Görürüz kim kazanacak.
MUHTAR — Canım usta,dinle.İçtiğimiz kahveler var ya?
KAHVECİ — İçtiğiniz,evet.
ALİ AĞA — Bak dört tane.
KAHVECİ — Evet,beş tane;ne olacak?
DERVİŞ AĞA — Dört,Hayri Ağa,dört.
KAHVECİ — İşte kendi de diyorsun,beş…
MUHTAR — Canın cehenneme,haydi git,(Bağırır) onlar Derviş Ağadan (Kahveci,”beş”, “beş”, “beş” diye sayıklayarak gider.)
HOCA — Vallâhi,bu sizin oyunuzdan bir şey anlamam,baklava hakkı için anlamam.
ALİ AĞA — Yoo,efendime söyliyeyyim,yani,bunun lezzeti başka..Başka,efendime söyliyeyim.Başka lezzet…
HOCA — (Keser) Sus,sus günaha girersin. “Lezzet” kelimesinin böyle şeyler için ağza almak günahtır.Canım yemeklere,o tatlı ve ( mugatti taamlara karşı hakarettit bu. (Ağzını şapırdatır.) Lezzet,evet lezzet…Nasılı tatlı lâfız değil mi?Lezzet,mülezzim,izaz hep aynı.
MUHTAR — Yemek lafı açılmaya görsün,hemen başlarsın.
DERVİŞ AĞA — Ya,sahih,demiyvey,hemen başlay..
HOCA — Bırakın anlatayım.Lâfı bile hoştur.Yemek vesselâm.Dünyaya niçin geldin?Yemek için.Demin bir nebze muhtara da anlattım ya.
MUHTAR — Evet,yarıda kaldı.
HOCA — Arada sırada geğirir,koca göbeğini okşar.) Akşam yemeğinde bizim köroğlu,erişte yaptı.Hem de yoğurtlu…Yağ akıyor mübarekten.Onu mideye indirdik,yanında hoşaf,arkadan,Hamdi Ağanın ölümüne yaptıkları helvayı sofraya koydular.O da indi mideye.Çal kaşığı,çal kaşığı.Eh,göbek burnuma vardı.Yatsı namazını kılarken…
DERVİŞ AĞA — Hoca efendi,”yatsı” dedin de aklıma geldi.Şu yatsıyılayı niçin camide kılmayız cemaatle?
HOCA — Dur Allah’ını seversen,dur.Baklava hakkı için,dur.Muhabbetimiz tam revani gibi kıvamına gelmişti.Ne kesersin?Böyle dersiniz de hiçbiriniz gelmiyverirsiniz.Ha,dediğim gibi…Hay aksi şeytan şaşırttırdın beni,Derviş Ağa.Evet yatsı namazını zor kıldım.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,gözlerin yani,efendime söyliyeyim,ha kapandı,ha kapanacak.
HOCA — Dur be, adam.Evet,gözler,ha kapandı,ha kapanacak.Eli kulağında,şöyle bir soyundum.Kaşık düşmanı yatağı serivermişti.Yastığa koyduğumu hatırlıyorum başımı.İşte o kadar.Baklava hakkı için doğru söylüyorum,hemen sızıvermişim.
MUHTAR — (Eğlenerek) Sarhoş gibi…
HOCA — Neûzübillâh.Baktım kapı çalınıyor.”Güm,güm!” diye…Uyandım.
MUHTAR — İyi uyanabilmişsin.Geçenlerde beni ava çağırırlarken kapıyı yarım saat dövmüşler de ben uyanmadım.İyi geçti av…Tilki,hani kuyruğu alacalıydı ya,işte o…Önümde kıç kıç kaçı…
DERVİŞ AĞA — Şu tahsildaya veydiğin tilki mi?Sen onu vuymamışsın ki…Senin yanaşma vuymuş.
MUHTAR — Yanaşma mı?Hadi canım,silâh bile alamaz eline.
DERVİŞ AĞA — Öyle deme,muhtay,öyle deme…Ben biliyim onun avcılığını…Geçenleyde beyabey gitmiştik ya…
MUHTAR — Sen mi?
HOCA — Süphanâllah,on defa süphanâllah.Canım,şimdi kim konuşuyordu?
MUHTAR ve DERVİŞ AĞA — Ben.
HOCA — Sizden evvel?
MUHTAR ve DERVİŞ AĞA — Sen.
HOCA — Öyleyse bırakın konuşayım;lâfı ağzıma tıkıyorsunuz.
KAHVECİ — (Yerinden fırlayarak gelir.) Ne beni mi çağırdın,hoca efendi?
HOCA — Al sana.Bir de sen eksiktin.
KAHVECİ — Dört çay mı?Ha?
HOCA — Ey ümmeti Muhammet’in sağırı,seni kim çağırdı?Vallâhi çıldıracağım.Hey Allah’ım,git,efendim git,çay filân istemiyoruz.
KAHVECİ — Filcan mı?Filcanda çayı sen nerde gördün,hoca efendi?Ha?Çay mı?Ha?
HOCA — Hay batasın yerin dibine.Git Allah’ım git,baklava hakkı için git.
KAHVECİ— Baklva gibi mi olsun?Ha?Yandan şekerli içerdin ya?
ÇIRAK — (Atılır) Gel,gel,çay istemiyorlar.
KAHVECİ — Yo,bir şey dediğim yok.Çay isterler sonra cayarlar. (Söylene söylene yerine oturur,gevelemeye devam eder.)
HOCA — Ne baş belâsı bu böyle.Yere batasıca.Allah’ım.
MUHTAR — (Fırsattan istifade ederek) Ha,tilkiden bahsediyorduk,şu alaca,kuyruktan.Ne kuyruktu sen gördün,Aliciğim.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim.Görmeye gördüm amma,efendime söyliyeyim,yani
öyle alaca filân değildi,efendime söy…
HOCA — Vallâhi çıldıracağım,bırakın anlatayım,canım.Ne olacak hep aynı döl bunlar. (Kızar ve sandalyede geriye döner.) Sakallıymış,hocaymış,hürmet yok,efendin.Yok efendim,yok.Ne bilirler.Lâf anlatıyoruz…
ALİ AĞA — Ha,”lâf” dedin de aklıma geldi.Efendime söyliyeyim,yâni efendime söyliyeyim,şu Arslan Ağanın bana ettiği doğru mu?Efendime söyliyeyeyim,tarlamı bilirsiniz,efendime söyliyeyim,taşı koyduk onun tarlayla benimki arasına.Efendime söyliyeyim,sürmüş ta içerden,bir şey dedim de beni mahkemeye vermiş,efendime söyliyeyim…
HOCA — (Alayla) Efendime söyliyeyim,yâni,efendime söyliyeyim yâni.Çıldıracağım yahu.Durun anlatayım.Ne demiş Hazreti Muhammet?Ne demiş bilir misiniz?Nerden bileceksiniz? (Yerinden fırlar,vaaz verir gibi) Ey Ümmeti Muhammet,senden gayri kişi lâ ederken sen dinle lâf etme,ancak, “İzâca… Neydi o?İzâca…unutturdunuz,vallâhi.
MUHTAR — Hoca,bir şey deyiver,biz anlamayız.
HOCA — Her ne ise…
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,beni mahkemeye vermiş yani,efendime söyliyeyim.
MUHTAR — (Hemen katılır.acı acı) Benim köpek de çok fena hasta oldu.İştahtan kesildi.Ağzını bıçaklar açmıyor.
HOCA — Bir taraftan karnım ağrıyor,bir taraftan sizin köpekleriniz,tarlalarınız.Bırakın,lâfı ağzıma tıkamayın.Karnım.Akşamki hamur aşı yapıyor bu işi.Epeyce de yedim.Ha anlatıyordum.Kapı “güm” “güm” diye vuruldu. (Masaya vurur) Hemen kalktım.
KAHVECİ — (Yerinden fırlar) Ha?Çay mı?Yeni demledim ya,yeni.
HOCA — Hay Allah’ım.Yine bu adam mı?Git,git,git haydi.
KAHVECİ — Ha?
HOCA — “Git” diyorum.(Bağırır.) Git,git.
KAHVECİ — Hoca olacak,hem çağırır,hem de “git” der.Taze demledim.(Geçer oturur.)
HOCA — (Nefes alır.) Nerde kaldık?Ey Yârabbi.Evet kapı “güm” “güm” diye vuruldu.(Yine elini vuracak olur,muhtar tutar ve kahveciyi gösterir.)Baktım üzerim giyinik.Hem de yenileri giymişim.”Vay” dedim kendi kendime.”Yenilerle yatmışım.” Kapıda bir palabıyık…Uşak kılıklı adam…”Ne istersin?” dedim.”Efendi sizi ziyafete çağırıyor.” dedi.Ziyafet mi?Hemen fırladım.A,a,a yollar tertemiz.Koca koca saraylar.
MUHTAR — Sonra?Rüya,vallâhi,rüya.
HOCA — Bir konağa geldik.Girdik içeri.A,a,a.Bir sofra,amma alafranga…”Geç,başa otur.”dediler,”Sen hocasın.” Geçtik kurulduk.”E,başlıyalım.”dediler.”Hemen”diye cevap
verdim.Beni oraya götüren uşak kılıklı adam yanıma yaklaştı.”Çorbadan mı?” dedi.”Eee,tabii.” dedim.”Peki” dedi,”Hangi çorbadan istersiniz?” “Hangi çorbadan mı?”
Dur muhtar,sen kaç çeşit çorba bilirsin?
MUHTAR — Ben mi,hiç,sanki işte…Çok bilirim.Sayayım.(Oradakilerin hepsi parmaklarıyla kendi kendilerine saymaya başlarlar.) Bir pirinç çorbası,keklikle olur,tavşanlısı daha iyidir.Sonra şehriye,tarhana…sonra?...Çok bilirim şimdi aklıma gelmiyor…
HOCA — Var mı daha bilen ?
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,un çorbası yani.
DERVİŞ AĞA — Tayhana çoybası.Ama muhtay söyledi.
HOCA — Yo bilemezsiniz,bilemezsiniz.Bakın,o uşak kılıklı adam bana neler dedi. (Hoca,bu ikili konuşmlaraı sesini değiştirerek belirtir.) “Hangi çorbadan istersiniz?” (Kaykılır.) “Hangileri var?” “Efendim,pirinç çorbası,şehriye çorbası,şehriye çorbası çeşit çeşittit,tel,gül,sümbül şehriye,sonra işkembe,düğün çorbası,midye çorbası,balık çorbası,sebze çorbası,terbiyeli terbiyesiz tavuk çorbası.
MUHTAR — Ne çokmuş be?
DERVİŞ AĞA — Peki hoca,sen hangisini getiydin?
HOCA — Ben mi?Aşçıbaşına haber saldım.Büyükçe bir tabağın,kâsenin yâni,içine hepsinden biraz koydurdum.Seçemedim de onun için,sizim anlıyacağınız.Ya.Çorbayı içtik,şöyle sandaliyeye bir dayandım.Kâseyi ittim.Bizim uşak hemen yanaştı.”E hoca efendi,etlilerden?” “Etlilerden mi?Hangileri var?” “Vallâhi efendim,çeşitimiz azca…Sayayım.” Başladı saymaya.”Tas kebabı,tencere kebabı,orman kebabı,yoğurtlu kebap,çömlek kebabı,talâş kebabı,yufkalı kebap,döner kebabı,rende kebabı,şiş kebabı…”Baktım daha da sayacak, “Getir,dedim yoğurtlu bir döner.Şöyle yağlı yağlı,bol biberli,üzerinde iki üç şiş.” Hemen getirdiler.Çaldım kaşığı,çok yağlıymış be.Hey sağar,bir su al gel.Bu döner kebabı pek yağlı.
MUHTAR — Hakikaten yağlı.
DERVİŞ AĞA — Buynuma kokmaya başladı.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,yalan da olsa dinliyoruz.
HOCA — Baklava hakkı için lâfımı hiç kesmeyin,dinleyin.Sıra böreklere geldi.Bizim palabıyık yanaştı.”Böreklerden hangisini istersiniz?” “Hangileri var?” “Efendim,su böreği,puf böreği,fincan,midye,nemse,el böreği.” “Sigara böreğinden getir?” “Peynirli,sade,kıymalı,hangisinden olsun?” “Hangisinden mi?Üçünden de biraz biraz olsun.” “Yanına hoşaf,komposto,bir şey istemez misiniz?” “Komposto mu?Hangileri var?” “Çilek,al…” “Peki,yeter…çok koyun da getirin…” Börek geldi…Komposto da geldi.
DERVİŞ AĞA — Hoca,mendilin vay mı?
HOCA — Baklava hakkı için lâfımı yarılama.Arkadan tatlılar, “Efendim hangisini istersiniz? “Hangileri var?” “Efendim çeşidimiz az.Hanım göbeği,tulumba,vezir parmağı,has lokma,saray lokma,bal lokma,samsa tatlısı,bohça tatlısı,Giresun tatlısı,revani,tel,ekmek kadayıfı,sonra sütlüler,en sonra,baklava… Aman getir.Getir baklava.Bir dersin iki dersin lüp,üç dersin,şup,dört dersin,şup…Sizin anlıyacağınız…ham hup,şaralop…
MUHTAR— Sonra?
HOCA — Sonra,bana bir torba altın.Duaya başladım…(Duayı sessiz mırıldanır.Sonra ellerini açıp yüksek sesle
Allah ziyafet sahibinin kesesine bereket,bizim ağzımıza da daimî lezzet lütfeyleye…
HEPSİ — Amin,aminnnnn.
MUHTAR — “Amin” dedik ama bir şey yiyemedik biz.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,yani,bizim hoca delirmiş…Nerde bu ziyafet hoca,nerde?
DERVİŞ AĞA — Kim veymiş bu ziyafeti?Neyde?Ne zaman?
HOCA — Bilmiyorum.
MUHTAR — Nasıl olur?
HOCA — Baklava hakkı için bilmiyorum.
DERVİŞ AĞA —Peki sen neyeye gittin ziyafet diye?
HOCA — Bilmem.
MUHTAR — Şaştım kaldım.
HOCA — Bir söz vardır bilir misiniz?Aç horoz kendini arpa ambarında sanırmış.İşte öyle.
MUHTAR — Yine anamadım
DERVİŞ AĞA — Annadıysam,arap olayım.
HOCA — Canım,rüya görmüşüm.Yuya,Deyviş Ağa,yuya göymüşüm.
DERVİŞ AĞA — Niçin “yuya” diyoysun?”Yuya” de,”Yu…ya.
MUHTAR — Ruya mı?Ben de hakikat sanmıştım.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,fakat yani nasıl oluyor da hoca o kadar,efendime söyliyeyim,yemek adı biliyorsun,yani…Efendime…
(Resmî giyimli jandarma onbaşısı girer.Terlidir.Kasketi elindedir.Kasabadan geldiği bellidir.)
ONBAŞI — Selâmualeyk…
HEPSİ — Ve aleyküm selâm,hoş geldin onbaşı.
MUHTAR — Hoş geldin onbaşı…
ONBAŞI — Cümleten,ne derler ona,hoş bulduk.
MUHTAR — Çok kaldın kasabada onbaşı?
DREVİŞ AĞA — Sahih,onbaşı,neyede kaldın?Meyak…
ONBAŞI — Hiç,vallâhi,bizim şeye,kaymakama,sonra,şeye,şey maarif memuruna filân uğradım da.
MUHTAR — (Kendi kendine) “Bizim kaymakam.” Boyun kopsun.
ONBAŞI — Sonra da mal müdürünü ziyaret ettim. “Artık bizim,şeyleri anlayıverin,vergileri versinler.” diyor.Tahsildarı dayıyacak kapıya…
MUHTAR — Topluyoruz.Daha ekin gelmedi.Bankanot kesmiyoruz ya.
ONBAŞI — Size bir haberim de var.
HOCA — Hayrola,”Hayırlı olsun.” deyin.
ONBAŞI — Köye bir muallim veriyorlar,maarif memuru söyledi;şöyle bir çıtlatıverdi.
MUHTAR — Oh,ne iyi.
HOCA — (Keser.) Malimi nidecek,elli altmış haneli köy.Para para;mektep yaptılar.Bizim hoca parasını zor veriyorlar.Para veren yok ya.Al sana bir batman buğday,biraz da fasulye…”Peki para?” “Ha, o yok.” Bir de malim besleyecekler. “Malim,malim,öğle namazı kaç rekattır?”desem,apışıp kalır.
DERVİŞ AĞA — Duy,hoca,sahih,onbaşı ne zaman veyecekler?
ONBAŞI — Durun söyliyeceğim,şu şey memuru,neydi o muhtar,dilimin ucunda,ha,evet,maarif memuru var ya,burnundan konuşan adam,dedi kiBurundan konuşarak taklidini yaoar.) “Şey sizin köye yeni bir öğretmen veriyoruz.”
KAHVECİ — (Yanaşarak) Onbaşı,çayı yeni demledim?
HEPSİ — Aman…
KAHVECİ — Ha?Yeni demledim,vallâhi.
ONBAŞI — Dur konuşuyoruz,şey görüyorsun.
KAHVECİ — Taze değil mi?Demin attım çayı.Kan gibim,tavşan kanı,muhtar.Tavşan kanı.(Gider.)
MUHTAR — Peki,peki…Getir bir çay…Tavşan gibim…Sen tavşanı nerde gördün?Sanki.
ONBAŞI — Evet,kaymakam dedi ki…şey,ben de şeyini şey yaptım…Mal müdürü…tüf…İyice şey oldum.
MUHTAR — Evet,maarif memuru?
ONBAŞI — Hey babana rahmet.Maarif şeyi…öğretmen,yani malim gelecek dedi.Sizin şeye,köye…
ALİ AĞA — Anladık,efendime söyliyeyim.Geç.Sonra?
ONBAŞI — İşte,o şey,malim,şey,daha mektebinden yeni mezunmuş…
HEPSİ — Yeni mi mezunmuş?
ONBAŞI — Şey,maarif şeyi dedi ki “Çekeceğiniz var…o şeyden.”
HOCA — İşte buna “hoşafın yağı kesilmek” denir.
ONBAŞI — Hem bu köydenmiş…
MUHTAR — Bu köyden mi?Yo,yo…öğretmen mektebine bizim uşaklardan kimsecik gitmedi.
ONBAŞI — Şeyini,neydi o?Şeyini muhtar,ismini söyledi maarif şeyi amma unuttum.
MUHTAR — Bizim köyden kimse gitmedi oraya.
ONBAŞI — Adını dedi,unuttum.
DERVİŞ AĞA — Onbaşım.Hatıylamaya çalış,onbaşım.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim.bu yeni yetişme malimler de çok tuhaf,efendime söyliyeyim.Çocuklara bir şey öğretmezler.
ONBAŞI — (Kendini zorlamaktadır.) Adını hatırlayamadım.Şey,,,şeye,yere batsın şeyi…Muhtar,bana şeyli,mimli bir isim söyle…şeyli…
ALİ AĞA — Mimli isim mi?Efendime söyliyeyim.O da ne demek?
MUHTAR — Mehmet,Mahmut…
HOCA — Muhammet.
MUHTAR — Macit,şu meşhur bir avcı var ya…
DERVİŞ AĞA — Bildim,biliyim ben onu.
HOCA — Mevlût…
KAHVECİ — (Yerinden fırlar.) Suya gitti. Ne edeceksiniz?
HOCA — Kimi?
KAHVECİ — Suya gitti.Ne edeceksiniz?Mevlût suya gitti.
MUHTAR — Kim çağırdı,Hayri Ağa?
KAHVECİ — Suya gitti.Ne edeceksiniz?Mevlût suya gitti.
HOCA — Haydi git,otur,git.Mevlût’ü filan çağıran yok.
KAHVECİ — Suya gitti.(Diye söylenerek yerine oturur.)
ONBAŞI — Şey mimli isimleri sayardık…
MUHTAR — Evet,Mehmet,Muhammet…
HOCA — Mahmut,Mevlût.
KAHVECİ — (Yerinden,kızgın) Suya gitti…
ONBAŞI — Değil,şey,durun şeyinin,neydi muhtar,babasının ismini de deyiverdi.Şey Veli mi dedi,deli mi dedi…Şeymiş,çoban,ebet çobanmış şeyde.
MUHTAR — Kör Veli mi?
DERVİŞ AĞA — Evet,onun biy oğlu vaydı…Adı Muyat,evet.Muyat.
MUHTAR — Tamam,ben de hatırladım,bir gün ava çıkarken torbayı unutmuştum da alıp getirmişti evden…Fakat o bacak kadar çocuktur be.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,yani Kör Veli öldüğü zaman çocuk,efendim söyliyeyim,pek ufaktı,yani,onu bir tahsildar aldı gitti kasabaya.
MUHTAR — Evet,hatırladım.Bir gün avda bizim köpek,vik vik tavşanı kovalıyordu…Tavşan kulaklarını şöyle dikmiş…Tam önüme geldi.Çifteyi omuzladım.Bir de ne göreyim?O dediğiniz çocuk çiftenin ucunda görünüyor.Tavşanı da kaçırdık.
ALİ AĞA — Vay anasını,demek o çocuk gelecek.O hırsızın biridir.Kala kala,efendime söyliyeyim,koca köy ona mı kaldı?
ONBAŞI — Ben kör şeyi,neydi o?Şey…
MUHTAR — Veli.
ONBAŞI — Evet,ben kör Veli’yi filân bilmem.Yalnız şunu bilirim.Şu çiçeği şeyinde,burnunda yeni öğretmenler nereye giderlerse şey yapıyorlarmış,şey kök söktürüyorlarmış.Ya.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,ben şimdi iyi hatırladım,efendime söyliyeyim,o çocuğu…
DERVİŞ AĞA — Tüh canına be.Ben neden hatıylamıyum.
MUHTAR — Derviş Ağa,nasıl hatırlamazsın.Hani çoban Kör Veli vardı.Bir gözü sakattı.Köyün davarını güderdi.
ALİ AĞA — Şöyle böyle on beş yıl önce,efendime söyliyeyim.
DERVİŞ AĞA — (Kendini zorlar.) Köy Veli…Köy Veli…Hah!Bildim.Kâzım Ağanın çobanı idi önce.
MUHTAR — Hah,ayağını bastın,kaldır.
DERVİŞ AĞA —Çocuğu da hatıyladım.Amanın,bu hükûmet ne ettiğini bilmiyoy.Yahu o çocuk öğretmen olayak buyaya göndeyiliy mi?
Ali AĞA — Efendime söyliyeyim,buraya gönderilmesini bırak.Onu örtmen yapanlarda kabahat.
HOCA — Ağalar,deminden beri dinlerim.Hele bana da çıtladın da şu malim denen adamın cemazülevvelini biz de öğrenelim.Değil mi ya?Biraz sonra köye gelecek,caminin karşısındaki mektebinde bizim gibi kâmil bir hoca ile aşık atmaya kalkacak.Atamaz ya,baklava hakkı için,atamaz ya,sözün gelişi.Biz nerde,malim nerde?
MUHTAR — Çok güzel söyledin,hoca…Hele böylesine malim.(Kızgın) Ne malimi canım,öğretmen…Evet,dediğim gibi.Bunun ne anasında ne babasında hayır vardı.Baba içkici,sarhoş,eli uzunun biri…Anayı hiç sorma.Köyden atacaktık da araya ölüm girdi…Bizi bu rezillikten kurtardı.Ava giderken,kaç kez,kaldır çifteyi vur şu kadını,diye düşünmüşümdür.
HOCA — Vay vay,demek böyle?
DERVİŞ AĞA — Böyle ya…Çocuğa ne deysin?Aymut dibime düşey…Atalay sözü bu.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,köyde biraz daha kalsaydı,efendime söyliyeyim,bütün çocukları da kendisi gibi yapacaktı.İmdada o şişman tahsildar yetişti,aldı götürdü.Efendime söyliyeyim,çocuklarımız kurtuldu.
DERVİŞ AĞA — Yanlış söyledin.Kuytulmadı.İşte şimdi kapana giydi çocuklayımız.
DİĞER ÜÇÜ — Çok doğru dedin.
HOCA — Vay,vay…Böyle bir adamı buraya malim veriyorlar.Tüh,tüh.Kıyamet ağalar,kıyamet…Evvelki gece bizim kaşık düşmanı,tavuklu bir pilâv yapmıştı.Mevlût okumuştum ya…Sabrilerde…Bir tavuk göndermişler…Bakkala da yasin okuduk;bir yarım okka pirinç…Pilâv yerken…Budu şöyle yakaladım..Derken “Kadın,kalk bir su ver.” dedim…Sofraya otururken suyu almaz yanına.Ne derse beyenirsiniz? “Görüyorsun yemek yiyeceğim,sabreyle…Yemek yerken su içilmez.” Dünya değişti…Kıyamet.Şuna bak,hırsız,uğursuz bir ananın,hırsız uğursuz oğlunu böyle namuslu bir köye malim veriyorlar.Sonra da malim dikilir başına.Ne.Ben öğretmenin…Öğretmen değil,oyuncu bunlar.Masum sabü sübyana köçeklikten başka bir şey öğretmezler.