• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
HÜMANİZM, HÜMANİZMİN ETKİLERİ

ŞAHISLAR: ORHAN,OSMAN,FEHİMAN,VİLDAN.

Osman: (Sıkıntılı) Üff neden böyle oluyor?

Orhan:Ne oldu Osman? Sıkıntılısın..

Osman:Annem baba,rahatsızlığı çok ciddi. Bir zaman daha kalır hastanede.

Fehiman:Herhalde,tahminimizden daha zor oldu ameliyat.

Osman: Türkiye’ye geçen gelişimde de anneannem ameliyat olmuştu,yine hastanelerdeydik. İki izinim de hastanelerde gitti.

Orhan:Maalesef oğlum,imtihanın sıkı zamanındayız.

Fehiman:Biz de sen yokken hayaller kuruyorduk abi. Sen gelince çok neşelenip eğleneceğimizi sanıyorduk. Ama maalesef geldiğine sevinemiyoruz bile.

Osman:Ben de sükutu hayale uğruyorum.En çok özlediğim annemi doğru düzgün göremiyorum bile.

Orhan:Evet olmuyor böyle. İznini uzatamaz mısın?

Osman:Bu imkansız...

Orhan:Gel sen toptan izinli çık Türkiye’ye.

Fehiman:Farkında değil misiniz babacığım? İzninin son günlerinde abim oraları özlemiş bile oluyor.

Orhan:Ama bak anneni de çok özlüyormuş. Tercih etme imkanı var.

Osman:Yoo yo baba bu olmaz. Yerim ve işim iyi. Gelip buralarda sürünemem.

Fehiman:Biz sürünüyor muyuz abi?

Osman:Ben alıştım artık oralara. İnsanca yaşamak,kabul görmek istiyorum.

Orhan:Ooo sizin kabul edilmeniz...Oğlum siz onlar gibi olmadıkça bu asla gerçekleşmez.

Osman:Yoo o kadar da değil,gayet rahat yaşıyorum.

Orhan:Rahat yaşamak....Az bir geçim için ahiret saadetini tepmek...

Osman:Yanlış düşünüyorsunuz baba. Bu bir nimet,asıl bunu tepmek akılsızlık olur.

Fehiman:Abi annemden büyük nimet değil ya. Babamın dediği gibi,az bir geçimlik rahatını ailene tercih etmen yanlış.

Orhan:Bence de,Allah’ı razı etmeye çalışan ebeveyninden rahatın için uzaklaşman çok kötü... Ha bak bu gidişin Allah’ın sözü üstün olsun içinse biz katlanırız hasrete.

Osman:Siz böyle konuşunca kendimi suçlu gibi hissedip Türkiye’ye dönesim geliyor ama buradaki yaşam şartlarına hiç tahammül edemiyorum. Kaç gündür hastaneye gider gelirken görüyorum baba. Bu memlekette insanca yaşamak mümkün değil.

Fehiman:Sen gidince düzeliyor mu şartlar? Kaçmak yakışır mı abi?

Osman:Fehiman mecbur muyum bu pisliği çekmeye? Annemin hastanede gördüğü muameleyi beğeniyor musun?

Orhan:Oğlum senin hastanelik bir işin yok...

Osman:Her zaman olabilir baba....

Fehiman:Olan şeylere şükretmeyi bilmeden,olabilecek şeylere müdahale ediyorsun güya.

Orhan:İyi dedin kızım,yiğitsen olanlara şükret Osman.

Fehiman:Yaa...Ve bu güzelliklerin çoğalması için mücadele ederek kendi memleketini güzelleştir.

Osman: (Bıkkın) Neyle mücadele edeceksin? Balık baştan kokmuş. Gel bir gör Fehiman, adamlar nasıl bir sistem oluşturmuşlar. Hele sağlık hizmetleri,insanlık var canım,insana değer veriyorlar.

Orhan:Yok canım sen de,onlar kim insanlık kim?

Osman:Ne diyorsunuz baba? Hemşirelerin hastanede anneme nasıl davrandıklarını görüyorum. Orada ise bir anne gibi şefkatle,sevgiyle ilgileniyorlar.

Fehiman:Bu sevgiye muhtaçsan burada aslı var abi gibisini boş ver. Aslı gibi olmaz hiçbir zaman.

Orhan:Hem Osman,sevgiyi şefkati bilmeyen insanlar ne sevgi verecekler? Veriyor gibi görünüyorlar.

Osman:Babacığım siz de onlara toptan düşmansınız. Hiçbir iyiliklerini görmüyorsunuz. Gelin de görün üniversitelerde her ırktan öğretim görevlisi var.

Orhan:Başlarını yesin,yiyecek de zaten. Hele o ırklar menfaatlerine ters düşsün... Hem sen niye hayransın onlara bu kadar? (Öykünür) Hastanede iyi davranıyorlarmış.

Osman:Sadece o mu? Sokaklar,caddeler düzenli,temizlik var en azından. İnsanlar yerlere tüküremiyorlar bile.

Orhan:Onların çok övdükleri bazı sokakları köpekler ve pislikleriyle dolu. Hem nasıl tükürsünler oğlum, it pisliğinden tükürecekleri yer mi kalmış?

Osman:Hayıır,hemen köpek sahibi cezalandırılır öyle yaparlarsa.

Orhan:Yok canım,her köpeğin arkasında polis var sanki...

Fehiman:Buradaki tükürük midemizi bulandırır,onların köpek pislikleri ise medenilik alameti...

Osman:Yapma ya Fehiman,adamlar gerçekten medeni. Her ırktan bütün insanlar eşit muamele görüyorlar. Çimler tertemiz, herkes trafik kurallarına uyuyor.

Orhan:İnsanlık kurallarını çiğnerler ama. Gerçi tonlarca bombayı insanların üzerine boca ederlerken dediğin gibi çok eşit davranırlar. Bombalarken çoluk çocuk demezler.

Osman:Onu yapanlar büyükler. Halkın,Hans’ın,Coni’nin bir suçu yok ki...

Orhan:Yaaa...Senin o medeni Avrupa’nın,Amerika’nın halkı bu savaşları protesto bile etmez. Ama yola tüküreni görürse şikayet eder,cezalandırır. Peh çok iğrenç...

Fehiman:Pisler,tiksindirici yaratıklar.

Orhan:Tevekkeli değil kendileri gibi olmayanı kabullenmez onlar. Baksana sen de onlar gibi düşünüyorsun.

Osman: (Hafif sinirli) Babaaa...

Orhan: (Öykünür)Babaa....İnsanca davranıyorlarmış.... Ne hikmetse hiç Müslümanca lafı çıkmıyor ağzından.

Osman:Bu anlattıklarım Müslümanlığa aykırı şeyler değil ki. İslam’da da var bu güzellikler.

Fehiman:Senin bakış açın bizim için önemli abi. Onların zihniyetini benimsemişsin. İslami olanı söylemiyorsun,insani insani diye söyleniyorsun.

Osman:Nasıl söylemem. Hem size yanlış gelen politikalarındaki maksatları,tüm dünyaya iyilik ve arabuluculuk yapmak.

Orhan:Peh pis münafıklarda öyle derler. (4/62)

Fehiman:Aynısının tıpkısı. Hıh “İnsan da insan” deyip duruyorlar.

Orhan:Kızım maksatları başka. Dinimizi,kültürümüzü belli bir merkezden dejenere ediyorlar. Git gide akıllarınca tüm insanlığı o merkeze bağlayıp,ipler ellerinde,oynatacaklar. Bunun için de bütün vasıtaları kullanıyorlar.

Fehiman:Tuzaklarında kendileri boğulurlar inşallah.

Orhan:Şimdilik başarılılar...

Fehiman: Doğru,abim bile aynı nutukları atıyor. Evimize kadar girmişler. Halbuki babacığım, siz İslami bir anlayışa sahip olmamız için çabaladınız hep.

Orhan: Demek onlar daha çok çalışıyor. Bak Avrupa’dan çıkan bu hümanizm tüm dünyaya yayılıyor.

Fehiman:Abi bunu nasıl anlamazsın? Biliyorsun Yunan ve Latin dillerine dayanıyor öğretimleri. İslami kültürün “İ”sini istemiyorlar.

Orhan: Ben de anlamıyorum nasıl fark etmediğini. Bildiğim kadarıyla felsefe filan da okumadı abin.

Osman: Psikolojiyle yakından ilgileniyorum baba. Az çok bazı doğrulara vakıfım.

Orhan: “Psikoloji psikoloji” dedikleri de Yunan işi. Birbirinin kardeşi bunlar,birbirleri için varlar.

Fehiman:Aynı davanın savunucuları.

Orhan:Daha bunların sosyolojileri mosyolajileri bitmez.

Osman:Bu kadar tenkit ediyorsunuz ama tüm dünya da bu felsefeyi,sosyolojiyi,psikolojiyi benimsemiş.

Fehiman:Türkiye’de de çok yaygınlaştı bu bilim dalı. Hep arkadaşlarım bunu istiyorlar. Üniversitelerin çok talep gören bölümlerinden.

Osman:Evet dikkatimi çekti,oldukça popüler. Benim de birkaç arkadaşım var ve çok faydalanmışlar. Bence fazla tepki veriyorsunuz.

Fehiman:Az bile,ne yaptık ki?

Osman:“Yanlış yanlış” diyorsunuz. Halbuki doğruları çok fazla,öğrenin.

Orhan:Bizim vahyi doğrularımıza hiç yanlış karışmamışken,onların yanlışlarının içinde doğru aramak abes. İlkel insanların dillerini,edebiyatlarını bize dayamanın anlamı yok.

Osman:Bir Rönesans ürünü bu baba. Seçilmişlik söz konusu. Yüzyılların evriminden doğuyor hümanizm. Köklü bir akımdır. Ciddiye almak lazım. İnsan yaşamına en yetkin yeri veriyor.

Orhan:İlk insan Hz. Adem’le başlayan insanlık öğretisinden daha mı önemli bu dünyacıların felsefesi?

Fehiman:Bu akımlarla onun önemini gözlerden saklıyorlar,unutturmaya çalışıyorlar ama Allah’ın nurunu söndüremezler.


(FON)

Vildan: Fehiman benim kardeşime bir haller olmuş. Geçen ne dedi biliyor musun?

Fehiman:Ne dedi Vildan Abla?

Vildan:Söylediklerine çok şaşırdım. Sürekli bize peygamberimizi sevmemizi,onun gösterdiği yoldan gitmemizi, yoksa helak olacağımızı söyler dururdu.

Fehiman:Evet ben de biliyorum. Rasulullah’ı anlatırken çoğu zaman duygulanıp ağladığından bahsederdin.

Vildan:Ya öyleydi... Şimdi ne diyor,biliyor musun?

Fehiman:Merak ettim Vildan Abla,söyle hadi.

Vildan: “Ne Muhammedi,ne peygamberi,iyi insan olmak önemli.”

Fehiman:Hz. Muhammed (S.A.V.)’de iyi diye örnek alırız zaten.

Vildan:Hayır hayır iyi olmak için kimseye ihtiyaç yokmuş. Pratik özgürlük,bilgili,erdemli,her şeyi kendi başına öğrenen hümanistin hakkıymış. Öndere filan ihtiyacı yokmuş.

Fehiman:Öğretisiz,misalsiz doğruları nasıl kendi başımıza öğrenecekmişiz? Allah bizden Resule tabi olmamızı ister. Bunun başka yolu yok.

Vildan:Eh işte öyle Tanrı’yla olan ilişki biçimsel değil içsel olmalıymış. Bireysel olması lazımmış...

Fehiman: (Sözü alır) Bu yeni bir devrim değilmiş ki... Yüzyıllardır böyleymiş,biz kendi takıntılarımızdan bilmiyormuşuz.

Vildan:Ay Fehiman aynen öyle şeyler söyledi. Daha neler neler...Anlamıyorum ki dilinden. Ama çok kızdım,ne demek öyle “Ne Hz. Muhammedi” sapıtıyor gibi geldi bana.

Fehiman:PDR’de okuyor değil mi Vildan Abla?

Vildan:Evet,yeğenim de aynı bölümde. O da onun söylediklerini kabul ediyor.

Fehiman:Ne kadar kolay etkileniyorlar.

Vildan:Sorma Fehiman bu bölümü ne kadar övmüşlerdi. Kazanınca havalarda uçtular. Şimdiyse artık “Allah” demiyorlar, “Tanrı” diyorlar.

Fehiman:Hem o Tanrıları da öyle belli bir görev yüklememiştir insanlara.

Vildan:Evet aynen öyle,ne iş olursa olsun onu öyle yapabilmesi ve istediği yere sahip olabilmesi gerekiyormuş.

Fehiman:Tabi bunun için din gibi bir kontrol mekanizmasını yok saymak veya içe hapsetmek gerekli.

Vildan:Ayy biz de üniversiteye gönderelim diye özenirken şimdi başımıza gelene bak.

Fehiman:Evet birkaç tane zeki,kabiliyetli insan yetişiyor diye sevinirken bir de bakıyoruz batılıların öğretilerini ezberlemiş,pasifize olmuş insanlar olarak çıkıyorlar ortaya. Batıdan gelen her şeye kuşkuyla bakmalıyız Vildan Abla.

Vildan:Bu ne biçim iş ya...Nasıl beceriyorlarsa her taraftan kuşatıyorlar,nefes aldırmıyorlar.

Fehiman:Vildan Abla biz nereden nefes alacağımızı bilmezsek,önümüze her çiçek diye uzatılanı koklarsak sonunda olacağımız bu...
 
Son düzenleme:
ISLAHAT VE MASLAHAT

ŞAHISLAR: ZİŞAN,ORHAN,GÜZİN,VİLDAN.


Vildan:Zişan abla olmadı,bütün hayallerim suya düştü.

Zişan: Ne olmadı? Yine mi kooperatif sorunları Vildan,şimdiki pürüz ne?

Vildan: Her yerde bir oyunbozan çıkıyor. Hiç bize yaşama hakkı yok. Şimdi de yüzme havuzu yapmamıza engel oldular.

Zişan: Bir hayır vardır Vildan,niye izin vermiyorlar?

Vildan: Ne hayrı Zişan abla! Şüpheci,vesveseli,yaşamayı bilmeyen eski kafalı adamlar. Bunlardan insana hayır gelmez.

Zişan: O kadar da değil. Anladığım kadarıyla İslami hassasiyetleri var. Hem yüzme havuzunun olmaması çok önemli bir eksiklik de değil,niye üzülüyorsun?

Vildan: Ay Zişan abla ne hayallerimiz vardı. Yaz-kış kullanabilecektik, ayrı saatlerde kadınlar ve erkekler istedikleri gibi... Üff nereden o adamlar üye oldular kooperatife. Her şeye bir engel çıkarıyorlar.

Zişan: Peki neden yüzme havuzu istemiyorlar?

Vildan:Masrafı çok fazla imiş,sonradan da siteye sürekli yük olacakmış.

Zişan: Hıı,ne yapsınlar,güçleri yetmiyor demek ki...

Vildan: Yok,asıl sorun o değilmiş. Herkes istiyorsa,meşru ise belki bu sıkıntıya katlanabilirlermiş.

Zişan: Eee o zaman sorun ne?

Vildan: Sorun şu,öncelikle Müslümanlar birbirini güzel şeylere özendirmeliymiş.

Zişan: Yani bu kötümü imiş?

Vildan: Kötülüğü şu,zevk ve sefa ile dünyaya daha çok dalınmasına sebep olup, Allah’ın rızasını kazandıracak işlerden biraz daha uzaklaştırırmış. En önemlisi de iyi işlerde çığır açıp insanları özendirmek sevapmış. Böyle maleyanilere zaten dünyacılar meraklıymış. Şuurlu Müslümanlarda bunları yaparsa diğerlerine gün doğarmış.

Zişan: Hıı,haklılar galiba.

Vildan: Ayy abartıyorlar bence. Bir de Zişan abla,bu konuda istişare yaptıkları insanlar aslında dini açıdan pek bir sakınca görmemişler, “Bir günahı olmaz.” demişler. Yalnız son konuştukları kişi demiş ki: “Bugün siz üyeler aranızda anlaştınız. Ama yarın içinizden birileri evlerini başkalarına satıp gidince yerine gelen kişiler veya evlatları Müslüman yetişmeyenler bu havuzları günah mekanlarına çevirirlerse, sizin de bu günahtan payınız olmayacak mı?”

Zişan: Hıı,doğru... Üyeler birkaç yıl sonra değişip,yenileri gelir. Yerlerine gelenler de bu kurallara uymayabilir.

Vildan: Evet,Nesrin Hanım’ın yaptığı aklıma geldi.Kamptaki havuza hanım ve beylere ayrı saatlerde girme kuralı koyulunca çok sinirlenmiş,çoluk çocuğunu,eniştesini,kaynını toplamış,doğru havuza gitmiş. “Buralarda da haremlik-selamlık olmaz.” diye dalmış. Sonra kamp sakinleri de onaylamıştı.

Zişan: Yaa bak canlı örneği de var karşında.

Vildan: Şimdi kooperatifte ne oluyor biliyor musun?

Zişan: Ne oluyor?

Vildan: Müslümanlar,ıslahata yönelik,hayırlı çığırlar açarlarmış.

Zişan: Eee...

Vildan: Eee’si şu Zişan ablacığım,siteye yüzme havuzu yerine kütüphane kuruluyor.

Zişan: Neee??

Vildan: Şaşırdın değil mi? Bir gör ne kitaplar sipariş verilmiş. Benim de böylece tüm hayallerim yıkıldı.

Zişan: Vildan bu çok güzel bir şey. Allah sana ne güzel nimetler veriyor böyle.

Vildan: Yok canım,hiç boşuna gidip kütüphanede pinekleyemem. Gitse gitse iki-üç üniversiteli genç gidip pinekler orada.

Zişan: Allah’ım,Ya Rabbim,sen ıslah et. Bizim amellerimizin, hayırlarda yarışmamızın, gayretlerimizin gücü yetmez ıslaha. Salah Sen’den...


(FON)

Zişan: Orhan,Zeki Amcaların meselesi ne durumda? Aslını öğrenebildin mi?

Orhan: Evet öğrendim. Ahmet zor durumda olan bir akrabasını Zeki Amcaya getirmiş,bir yıllığına evini o aileye kiraya vermesini rica etmiş. Üstelik çok ısrar edip kefil olmuş. Zeki Amca da Ahmet’i kıramamış, vermiş evini.Daha sonra ise burnundan getirmişler Zeki Amcanın. Evine verdikleri bir sürü zarar yetmiyor gibi kira falanda ödemiyorlarmış. Şimdi evinde oturmalarının üzerinden bir yılı geçeli kaç ay olmuş ama kirayı hiç ödemedikleri gibi evi de boşaltmıyorlarmış. Zeki Amca; “Çıkın,anlaşma bitti.” deyince de; “Bizi kandırdı,süremiz dolamdan dışarı atıyor.” diyor, “Amma para düşkünü,hayırsız bir adammış.” diye aleyhinde konuşuyorlarmış.

Zişan: Desene çok vefasız insanlarmış.Artık kanuni yollara başvurmak elzem olmuş o halde. Biliyordum, Zeki amca haksızlık, merhametsizlik yapmaz fakat kuru gürültüye de pabuç bırakmaz.

Orhan: Evet evet, ama Ahmet ayıp etmiş. Zeki Amca sıkıştırınca “Ödemiyorum,elinden geleni arkana koyma.” demiş. İşi kabadayılığa dökmüş. Bende çok sıkıştırdım Ahmet’i,her türlü ikna yoluna gittim, sonunda; “İşin aslı baştan ödemem dedim,şimdi tükürdüğümü yalamak istemiyorum.” dedi. “Nasıl böyle bir vebali üstlenirsin, muhitte iki iyi Müslüman diye bilinen sizlerin böyle mahkemelik olmanız yakışır mı? Bu müminler arasında tam bir fitne konusu olur.” dediğimde ise susuyor. Öyle de kabadayı, tepeden bakan tavırları var ki... İşin kötüsü,gören,işiten haklı sanacak Ahmet’i. Kendinden çok emin görünüyor.

Zişan: Yok canım,herkes de bilir ki Zeki Amca öyle bir yanlışa kolay kolay düşmez.

Orhan: Bilirler bilmesine de Zişan,yine de kim hüsnü zanla; “Hayır,Zeki Amca böyle bir şey yapmaz.” diyecek. Bu olayı dillerine dolar, lafı evirip çevirirler. Din düşmanları ayrı konuşur, cahiller, eğitimsizler ayrı yorum yapar.

Zişan: Haklısın,Ahmet’in makamına,parasına hayran çok adam var. Fırsat buldular mı da dalkavukluk yapmaktan sakınmazlar.

Orhan: Hem nasıl.... Ben bile Zeki Amcayı tanımasam Ahmet’in haklı olduğuna hükmederdim.Canım sıkıldı Zişan,Zeki Amca çok üzgün.

Zişan: Ahmet dinini de seven bir insan. Hiç Allah’tan korkmuyor mu peki?

Orhan:Kabadayılığı tuttu. Bir aralık düşündüm,bırakayım kendi haline,insanlar da tanısın kocaman sandıkları insanın aslında ne kadar küçük olduğunu,zaaflarının esiri olduğunu.

Zişan: Neden vazgeçtin peki?

Orhan: Böylesi maslahata daha uygun geldi. Hiç olmazsa mevcut maslahatı korumak konusunda titiz davranmak gerekir.

Zişan: Ve ortada bir haksızlık var,hem de iftira boyutunda, üstelik bu iftiraya maruz kalan da iyi bir Müslüman.

Orhan: Haklısın,fakat Zeki Amca olgun bir insan. Her zaman din gayretiyle davranır. Şahsi meseleleri için kimseyle çekişmez. Bu konuda da öyle davranmayacağına eminim. Ahmet ve ailesi de iyi insanlar fakat eğitimsizlikten kaynaklanan kabalıkları,cahillikleri var. Ve biliyorsun hep Müslümanlarla dostlaşırlar, onları severler.

Zişan: Yaa yaa evet,bu güzel bir meziyet.

Orhan: Bir de biliyorsun böyle bir şey ortaya çıktığında da,haksız olduklarının açığa çıkması çok gururlarına dokunacağından bile bile saldırıya geçip iyi insanlara karşı tavır alabilirler.

Zişan: Desene şuna şirretleşebilirler.

Orhan:Olabilir. Hem de biz iyiliklerin,güzelliklerin çoğalması için uğraşırken olayların bu boyuta gelmesiyle olanlarda elimizden gider. Müminlerin kurşunlu bir bina gibi saf bağlamaları gerekirken darma dağın yaşanıyor.

Zişan: Anladım Orhan,iyi bir topluluğun sıhhati,ferdin sıhhatine tercih edilmeli. Maslahata uygun olan bu. Şimdi Ahmet yanlışından vazgeçti değil mi?

Orhan: Evet,kerata alnımın derisini çatlattı ama aracı olduğuma pişman değilim. Gururundan kendi de gitmedi Zeki Amcanın yanına,vekaleti bana verdi.Şimdi ben de haksızlığa düşmeden meseleyi halledip, parayı tahsil etmeye çalışacağım.

Zişan: İyi yapmışsın.Allah ıslah etsin. Kötülük yapılmasına fırsat vermemek lazım Orhan. Hassas davranıp bu tür tecavüz ve çekişmelerin önü alınmalı.


(KAPI SESİ)

Güzin: Babacığım bu olaydan haberiniz var mıydı?

Orhan: Gazetede yazılan hırsızlık olayından mı?

Güzin: Evet baba,nasıl yapmışlar böyle bir şeyi? Hiç camideki halı çalınır mı?

Orhan: Hiç olacak şey mi,bizim evdeki dururken.

Güzin: Ay ne kadar günah baba.

Zişan: Belki fazla diye almışlardır kızım.

Güzin: Olur mu hiç anne?

Zişan: Olmuş işte,onlar da öyle üst üste sermeselerdi halılıları.

Güzin: Aman anne hayır yapmak,iyilik yapmak da mı suç oldu artık?

Orhan: O suç değil de kızım, onu koruyacak nesli yetiştirmeye çalışmamak suç.

Zişan: Evet,Abdullah Efendinin yaptırdığı çeşme de yine kırık, farkında mısın?

Güzin: Hiç terbiye yok ki insanlarda. İyiliğin kıymetini bilmiyorlar.

Orhan: Evet,Fethi Almanya’dan her geldiğinde mahallenin çocukları faydalansın diye parka bir sürü masraf yapıyor. Ama ertesi sene geliyor ki parkın yerinde yeller esiyor.

Güzin: Fethi Abi de ne kadar iyi bir insan,herhalde cennetliktir.

Orhan: İnşallah,fakat bu tür hayırları herkes yapıyor.

Güzin: Nasıl yani baba?

Orhan: Müslüman olmayanlar da yapmıyor mu? Bir bakarsın okul, bir bakarsın çeşme,yol yaparlar. Fakirleri giydirirler.

Güzin:Evet baba ,arkadaşımın babası namaz kılmadığı gibi kılanlardan hoşlanmazmış ama her yıl okula yüklü bir bağış yapıyor. Mesela sınıfın videosunu O aldı.

Orhan: Kızım,çoğu,Müslümanlarla aynı tarafta görünmek bile istemez fakat ne hikmetse bazı hayırları da cömertçe yaparlar.

Zişan: Hayır için yapsalar da asıl hayrı bilmedikler için bir çoğu boşa da gidiyor.

Güzin: Cami halılıları gibi mi?

Orhan: Hııı... Yani müminin hayırlarında hikmetler olmalı,sürekli çoğalmalı,bire bin vermeli.

Güzin: Ne yapılabilir mesela?

Zişan: Benim bildiğim ıslaha yönelik eğitim metotları için yatırım yapmak çok sevap getirir.

Güzin:Aaaa ...Baba Hz. Ömer’i anlatmıştın,tıpkı öyle değil mi?

Zişan: Benim babam da Hz. Ömer’ i çok severdi.

Orhan: Onlar bir kötülük, yanlışlık görünce kendileri asla yapmazlarmış,sonra yapılmaması gerektiğini ısrarla söylerlermiş. Sonrada o kötülükten, yapanlardan buğz ederlermiş.

Zişan: Tabi ki onların imanları kuvvetli olur, bizim gibi çıt kırıldım olmaz.

Orhan: Yok kalbi kırılmasın,aman yumuşak davranayım. İşin aslı, doğruyu söyleyecek iman asabiyesine sahip değiliz Zişan.

Zişan: Söyleyecek güç bulunca da,tekrar kırk özür beyan ediyoruz.

Güzin: Ama anneciğim,insanların özgür iradelerini kısıtlayacak düzeyde bir tenkit anlayışı bizim dinimize aykırı biliyorsunuz,dinde zorlama yoktur.

Zişan: Yani sen şimdi namaz kılmazsan, başını örtmezsen, ben de; “Hadi kızım,ört başını.Bak cici kız olursun.” diyeceğim. Sen örtmeyince de; “Ne yapayım,bu kız böyle.” diye kabulleneceğim öyle mi?

Orhan: O zaman Resullerin ıslahat metotlarına aykırı olur.Ya Müslüman’ım demeyeceksin,ya da dedikten sonra Müslüman’ca yaşayacaksın.

Güzin: Doğru ama biraz tolerans göstermek lazım.

Orhan: Ha bu tolerans şahsi meseleler,yani bir başkasını ifsat boyutuna yükseltmeyen zaaflar, kusurlar için söz konusu olabilir.

Zişan: Yine de gücü yettiğince kusurlardan arınmaya,arıtmaya gayret etmeli.

Orhan: Doğru Zişan.Yanlışın sahibi doğruya gelir,yani kendi iyiliğine olur bu.

Zişan: Babamı hatırlasana Orhan,ustasına ne kadar dua ederdi.

Orhan:Evet hatırlıyorum.

Güzin: Ay anne çok komik ama. Dedem çok iyi kalpli biriymiş de dua ediyor ustasına. Başkası olsa beddua ederdi dövdü diye.

Zişan: Yok yok babam hep hayırla anar.

Güzin: Sinemada yakalamıştı değil mi?

Zişan: Evet üstelik yalan da söylüyormuş. “Evde işimiz var.”diye ustasından izin alıp,doğru sinemaya gidiyormuş. Bir,üç derken babası ustasının yanına uğrayıp, “Bizim çocuğu erken göndersen.” diye rica edince mesele anlaşılmış.

Orhan: Sonra ustası güzelce bir takip edip,sinemada arka sıraya oturmuş.Işıklar sönüp de film başlayınca arkadan kulağını yakalamış, getirmiş dükkana bir güzel köteklemiş.

Zişan: Ohh elleri yeşil olsun.

Orhan: Babanda öyle diyor. “Kim bilir şimdi nerenin serserisi olacaktım. Allah ustamdan razı olsun.” diye dua ediyor. Bak kızım bu şekilde ıslah edilince muhterem Ebu Zişan oldu...

Güzin: Desenize bizim ‘Özgür irade’ güme gitti.

Orhan: Yok yok güme gitmedi,ıslahata maslahata gitti. Ha söz maslahattan açılmışken üzücü bir haberim var.

Zişan: Hayırdır?

Orhan: İnşallah.. Bizim çocukların bin bir emekle çıkardıkları dergi kapanıyormuş.

Güzin: Yaa baba neden?

Orhan: Çok zorlanmışlar,artık tıkanmışlar.

Zişan: Desene o güzel heyecanımız,şevkimiz kalmayacak.

Orhan: Belki Güzin daha güzelini ileride sunar bize. Ne dersin Güzin?

Güzin: (Dalgın) Hıı neden olmasın...

Zişan: Dergiler ıslah yollarının en iyilerindendir Orhan,çok üzüldüm.
 
Son düzenleme:
İBİŞ ALFABE ÖĞRENİYOR


ŞAHISLAR

EVİN EFENDİSİ - İBİŞ (Efendinin uşağı - SAHNE (Bir oda.)


I. MECLİS

Efendi — Yalnız

EFENDİ (Sağdan girer.) — Bak şu bizim salak uşağa; bu sabah çarşıya gönderdim, bir sürü şey ısmarladım, yarısını almadan gelmiş.. Şunu bir türlü adam edemedim gitti... Her zaman böyle yapar zaten.. Sigara ile kibrit al derim, sigarayı alır kibriti unutur; yahut da kibriti getirir sigarayı almaz.. Bugün de işte birçok şeyleri unutmuş, almadan dönmüş sersem. Ne yapacağım ben bu adamla? Geçen gün bakkala sirke aldırmaya yolladım; evde boş şişe yoktu, "bakkaldan bir şişe alırsın" dedim, gitmiş bakkaldan bir boş şişe satın almış; ama bu sefer de sirke almayı unutmuş, elinde boş şişeyi sallaya sallaya geldi. Kendisini kovamıyorum da, zira biraz unutkan, biraz sersemce ama diğer hususlarda çok iyi, her işimi görüyor. Sonra, namuslu, emniyetli bir adam da doğrusu. Dur, kendisiyle bir konuşayım.. (Çağırır) İbiş, İbiş..

İBİŞ (Dışardan sesi gelir.) — Buyrun efendim., geliyorum..

II. MECLİS

Efendi — İbiş

İBİŞ — Beni mi çağırdınız?

EFENDİ — Seni çağırdım ya.. Ben seni sabah çarşıya yolladım, birçok şeyler ısmarladım, yine yarısını almadan gelmişsin. Ne olacak bu halin senin?

İBİŞ — Efendim, ne yapayım? Bazıları aklımda kaldı, bazıları da aklımdan çıktı..

EFENDİ — Aklımdan çıktı olur mu? Alacağın şeyleri niye bir kâğıda yazmıyorsun?

İBİŞ — Ah efendim., yazı yazmak bilmiyorum ki...

EFENDİ — Bilmiyor musun? Ayıp., ayıp.. Okuyup yazmayı hiç de merak etmedin mi? Bak, bizi dinleyen çocuklar bile seni ayıplıyorlar..

İBİŞ — Ah efendim, bana öğretseniz size öyle teşekkür ederim, öyle dua ederim ki..

EFENDİ — Elbette öğrenmen lÃzım ya.. Okuyup yazma bilmeyen insan, dilsiz insan gibidir; ne bir şey okuyabilir, ne bir şey yazabilir, ne de bir şey yapabilir..

İBİŞ —- Vallahi çok doğru efendim.. Bana hemen elifbeyi öğretin..

EFENDİ — Elifbe mi? öyle şeyler yok şimdi.. Ona alfabe derler alfabe!.. Sana alfabeyi öğreteceğim, anladın mı? Evvelâ harflerin ismini birer birer iyice öğrenirsin, sonra da o harflerle nasıl yazı yazılacağım öğretirim sana..

İBİŞ — Hay Allah razı olsun efendim..

EFENDİ — Haydi bakalım, hemen başlayalım..

İBİŞ — Baş üstüne efendim..

EFENDİ — Yalnız dikkat haaaa.. söyleyeceklerimi dikkatle dinlemezsen (Bir sopa alır.) karışmam haa.. bak bunu gördün mü?..

İBİŞ (Kendi kendine) — Eyvah.. (Yüksek sesle) Baş üstüne efendim..

EFENDİ —- Başlıyoruz... Aaaa.. Aaa.. Aaa..

İBİŞ (Şaşırarak etrafına bakınır) — Hayrola efendim., neyiniz var? Niye şaştınız öyle?

EFENDİ — Şaştığım falan yok canım, sana alfabenin ilk harfini öğretiyorum: birinci harfin adı "a" dır., anladın mı? Aaa.. Aaa..

İBİŞ — Anladım efendim.. Aaa. Aaa..

EFENDİ — Şimdi de "be" de bakayım.

İBİŞ — Hayır efendim, ben "be" falan demem..

EFENDİ — Neden?

İBİŞ — Hiç konuşurken "be" denir mi? Ayıptır...

EFENDİ — Canım ikinci harfin ismi "be" dir.. söyle bakayım., bee.. bee.

İBİŞ — Pekala., bee.. be., onu da öğrendim..

EFENDİ — Peki., söyle bakalım: Ceeee...

İBİŞ — Ceee..

EFENDİ — Bak kolayca öğreniyorsun, aferin sana İbiş. Bir de "ç" var onu da söyle bakayım.

İBİŞ — Çeee.. sahiden kolaymış yahu.. (Çabuk çabuk söyler) Çe, çe, çe, çe..

EFENDİ — (Vurur) — Dur, o kadar acele etme; öğrendin değil mi?

İBİŞ — öğrendim efendim.. Allah razı olsun, hepsi, bu kadar mı?

EFENDİ — Hepsi bu kadar olur mu? Daha çok var., onları da öğreteceğim.. Haydi bakalım, dee, dee..

İBİŞ — Efendim?

EFENDİ —Dee, dee..

İBİŞ — Ne diyeyim efendim?..

EFENDİ — Canım sana bir şey de demiyorum İbiş, harfin adını söylüyorum, dördüncü harfin adı da "d" dir, dee..

İBİŞ — Ne bileyim ben? öyle söylesenize.. (Tekrarlar) Dee.. dee... dee... dee... dede... Yahu iki kere söyleyince "dede" oluyor, bu ne biçim harf? Dede, dede., dede..

EFENDİ — Yaa.. bak harflerle kelimeler bile yapmaya başladın. Aferin..

İBİŞ — Sayenizde efendim.. Allah razı olsun (Tekrarlar.) dede., dede., dede..

EFENDİ —- (Vurur) — Dur., gürültü etme., anlaşıldı, öğrenmişsin öğrenmişsin.. Ondan sonra da "efe" geliyor.. İBİŞ —■ Efe mi geliyor. Biliyorum yahu, o türküdür.. (Söylemeye başlar) Harmandalı efem geliyor., heeey.. heeeeey.

EFENDİ — (Vurur) — Sus, şimdi türkünün sırası mı? Sana efeden zeybekten bahsetmiyorum... Eeee, feee diyorum; "d" den sonra gelen harfler "e" ile "f' dir. Söyle bakalım: Eeee.

İBİŞ — Eeeee..

EFENDİ —Fee..

İBİŞ — Feee..

EFENDİ — Hah, şöyle, tamam.. Ondan sonra: Gee.. Gee..Gee..

İBİŞ (Yaklaşır) — Geldim efendim..

EFENDİ — Gee. gee..

İBİŞ (Efendinin burnunun dibine kadar yaklaşır) — Geldim

ya efendim..

EFENDİ (Vurur) — Ne yapıyorsun İbiş? Başıma mı çıkacaksın?

İBİŞ — Efendim, gel gel dediniz ben de geldim.

EFENDİ — Canım sana gel demiyorum, "ge" diyorum. Başka bir harfin ismi bu ge..

İBİŞ — öyle söylesenize efendim. Pekâlâ, onu da öğrendim:Geee.. geee..

EFENDİ — Tamam.. Oldu.. (Devam eder.) Haa., haa..

İBİŞ — Efendim?

EFENDİ —Ha., ha..

İBİŞ — Bir şey söylemedim ki..

EFENDİ — İbiş, sana bir şey söyledin demek istemiyorum,

yeni bir harf öğretiyorum, ismi: Haa..

İBİŞ — öyle ise onu da öğrendim: Haa, haa..

EFENDİ (Devamla) — İiii.. iiii..

İBİŞ -— Evet efendim çok iyi..

EFENDİ — Yahu sana çok iyi, çok fena falan demiyorum,

bir harf daha söylüyorum; "i" harfini öğretiyorum., anladın

mı? "İ" harfi., bak meselâ sen ismini yazacak olsan evvelâ

"i" harfini yazacaksın., öyle değil mi ya? Bak, başında "i"

var: İii-biş... İii-biş..

İBİŞ (Tekrarlar) — İiii-biş, İiii-biş vallahi sahiden öyle..

EFENDİ — Bir de "ı" var... onu da söyle bakayım..

İBİŞ — ı……….

EFENDİ — Hah, aferin. Ondan sonra "je" gelir. Söyle bakalım! Jeee...

İBİŞ — Jeee...

EFENDİ — Bak ne güzel söylüyorsun. Ondan sonra sıra neye geliyor bakalım?

İBİŞ — Ben ne bileyim efendim?

EFENDİ — "k", "le", "me", "k", "le", "me"...

İBİŞ — Amma yaptınız ha.. Nasıl "kaleme" sıra gelir? Ben daha harfleri bile iyice öğrenmedim, yazı mı yazacağım?.

EFENDİ — (Vurur) — Canım ben sana sıra kaleme gelir demiyorum sözlerime iyi kulak ver, ondan sonra gelen harfleri sayıyorum: "k" harfi, "le" harfi, bir de "me" harfi., söyle bakalım: Kaa.. İBİŞ —Kaaa...

EFENDİ — Leeee..

İBİŞ — Leeee..

EFENDİ-—Meee...

İBİŞ — Meee... meee... mee... meee...

EFENDİ (Vurur) — Sus, yeter, öyle koyun gibi meleme..Anladın mı şimdi?

İBİŞ — Anladım, anladım...

EFENDİ (Devamla) — "Nee", ",

İBİŞ — Efendim?

EFENDİ — Ne, o... neee, o...

İBİŞ — Bir şey yok efendim..

EFENDİ -— Canım, o., canım nee, o..

İBİŞ (Dinleyenlere) — Ne o yahu? Söylesenize.. (Efendiye) Hiç bir şey yok efendim..

EFENDİ — Canım, sana ne var diye sormuyorum; "ne" harfi ile "o" harfini öğretiyorum.. Söyle bakalım: Ne...

İBİŞ — Nee..

EFENDİ — Oo..

İBİŞ —Ooo...

EFENDİ — Oldu işte, tamam.. (Devamla) öööö... öööö...

İBİŞ (Telâşla) — Aman, efendinin midesi bulanıyor galiba...

EFENDİ — ööööö.. öööö..

İBİŞ — Beyefendi, mideniz mi bulanıyor?..

EFENDİ — Yok canım, neden midem bulanacakmış?.

İBİŞ — öyle ise niçin öğürüyorsunuz?

EFENDİ (Vurur) —- Sen yine dikkatsizliğe başladın; ben sana "ö" harfini öğretiyorum..

İBİŞ — öyle harf olduğunu ben ne bileyim efendim?

EFENDİ — Şimdi öğrendin işte; söyle bakalım: ö..

İBİŞ — ööö.

EFENDİ — Tamam... bu da oldu, bunu da öğrendin.. (Devamla) Şimdi geldi: Pe, re, se.. pe, re, se..

İBİŞ (Güler) —- Hah, hah, hah..

EFENDİ — Ne gülüyorsun öyle terbiyesiz terbiyesiz? (Vurur) Ben sana ders öğretiyorum, sen karşıma geçmiş gülüyorsun.. (Vurur.)

İBİŞ — Ay, ay, of...

EFENDİ — Söyle bakalım: Pe, re, se..

İBİŞ (Tekrar gülmeye başlar) — Efendim, affedersiniz ama, ona "perese" demezler "pırasa" derler. Bildiğimiz pırasa, lahana, hiç perese olur mu? Lahanaya da'lehene" mi diyeceğiz? (Güler) Vallahi güzel., perese, lehene.. hah, hah, hah..

EFENDİ (Vurur) — Şimdi seni adamakıllı döveceğim haa.. Pırasanın lahananın sırası mı? Sana "ö" den sonra gelen harfleri öğretiyorum, söyle bakalım: Pe..

İBİŞ — Pee..

EFENDİ — Reee.. İBİŞ—Reee..

EFENDİ — Seee.. İBİŞ —Seee..

EFENDİ — öğrendin mi şimdi?

İBİŞ — öğrendim., pe, re, se... pe, re, se..

EFENDİ — Ondan sonra gelen "şe" yi de söyle bakalım..

İBİŞ — Neyi söyleyeyim efendim?.

EFENDİ — "şe" yi, canım "şe" yi..

İBİŞ —Neyi efendim? Anlayamadım..

EFENDİ — Canım "şe" harfini, ve, şe şe..

İBİŞ — Haa, anladım öyle ise, şe, şe, şe..

EFENDİ — Gördün mü, bak bunu da öğreniverdin işte.. Şimdi öteki harfleri de söyleyeyim: Tee..

İBİŞ —Tee..

EFENDİ — U...

İBİŞ — U.. u.. u.. u...

EFENDİ (Vurur) — Dur, acele yok dedik ya.. Artık sona geldik.

İBİŞ — Oooh, çok şükür.

EFENDİ — Ü, ve, ye, ze..

İBİŞ — Vallahi ben de pek bayılırım.

EFENDİ — Neye bayılırsın?..

İBİŞ—Üveze...

EFENDİ (Vurur) — Hay pisboğaz hay, karnın acıktı galiba.. Üvez de nereden aklına geldi? İBİŞ — Siz söylediniz ya efendim..

EFENDİ — Hay sersem hay; sana alfabenin son harflerini söylüyorum, üvez demiyorum.. Kulaklarını iyi aç.. Söyle bakayım: Ü...

İBİŞ — Üüü...

EFENDİ —Veee...

İBİŞ (Kendi kendine) — Ah, olsa da yesem... (Yüksek sesle) yeeee...

EFENDİ —Zee...

İBİŞ — Zeeee...

EFENDİ — İşte tamam, bitti, hepsini öğrendin artık değil mi?.

İBİŞ — Hepsini öğrendim efendim. Hay Allah senden razı olsun..

EFENDİ — Gelecek derste sana bu harflerin nasıl yazılacağını da öğretirim. Artık ondan sonra sen de her şeyi yazar, okursun; yalnız bugün öğrendiklerini sakın unutma ha..

İBİŞ — Hiç birini unutmam, hepsi aklımda..

EFENDİ — Haydi bakalım dersimiz bitti, git biraz da işlerine bak.. Efe türküsünü de şimdi istediğin kadar söyle artık. Ben biraz sokağa çıkacağım, işim var. Allahaısmarladık.. (Çıkar.)

İBİŞ — Güle güle efendim güle güle. Hay bizim efendiden Allah razı olsun; hepsini öğrendim gitti. Ne idi bakayım?.. A, be, ce, de, dede, dede., ondan sonra ne geliyordu? Birisi geliyordu yahu.. Hah, buldum. Zeybek geliyordu galiba., yok, yok., e-fe geliyordu e-fe (Şarkı söyler.) Harmandalı efem geliyor., heeey, heeeey. (Şarkı söyleyerek çıkar.) Lay la lala lay, lalay la la lay lay...
 
Son düzenleme:
Çİ DUMAN DOLU ÇOCUK (SİGARA) (MONOLOG) (YEŞİAY HAFTASI)


Öhö. öhö, öhö...


Hoş geldiniz, öhö, öhö,öhö, özür dilerim.


Kendimi tutamıyorum işte biraz rahatsızım da...


Yok yok hasta değilim, öhö öhö, öhö...


Ah baba ah! Bütün suç sende..


Evde o kadar çok sigara içiyorsun ki .


Her yer duman oluyor. Öhö, öhö,öhö...


Benim de içim duman doluyor.


Ne güzel konuşacaktım oysa öhö,öhö, öh.


Babacığım senin yüzünden konuşamıyorum.


İşte beğendin mi yaptığını?

Öhö, öhö, öhö...
 
İDEAL

ŞAHISLAR: ORHAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET.


Fikret:Tam üç katlı bir ev. Alt katı tamamen spor salonu yapacağım. Etrafındaki arsaları da alacağım ki kimse gelip apartman falan dikip de karanlık yapmasın. O arsaları ağaçlandırıp etrafı orman gibi yaparım. Tertemiz hava soluruz.

Güzin: Offf,Fikret sen hayal kuruyorsun. (GAZETE HIŞIRTISI) Benimse ne ideallerim var bir bilsen...

Fikret:Hıh.... Sanki seninki hayal değil. Hep aynı şeyleri kuruyorsun. Baş örtüsü sorununa çözüm bulacaksın, üniversitede okuyacaksın...


(GAZETE HIŞIRTISI DEVAM EDER)

Güzin: Hem de en güzel üniversitelerde!Ben ve arkadaşlarım okuyacağız ve bu ülkeyi özgür, güzel-liklerin yaşandığı bir yer haline getireceğiz.

Fikret:Hıh,bunca insanın gücü yetmedi,siz yapacaksınız. Benim hayallerim güç yeter cinsten hiç olmazsa.


(GAZETE HIŞIRTISI)

Güzin: Benim de yetecek inşallah .Öyle evmiş,arabaymış basit şeylerle uğraşamam. Daha yaşana-bilir bir Türkiye!..

Fehiman: Daha yaşanabilir bir Türkiye nasıl olur ki Güzin?

Güzin: Özgür,müreffeh,herkesin istediği gibi yaşadığı,bir takım insanların ikinci sınıf muamele görmediği...

Fehiman:Sen bu sloganlarından pek kurtulacağa benzemiyorsun.

Güzin: Hiç de bile,bunlar slogan değil. İdeallerim benim.

Fikret:Güzin ablama göre benimkiler hayal,kendininkiler ideal.

Fehiman:Çocuklar,sonuçta ikisi de olması gereken değil.

Güzin: O ne demek abla? Hadi hayallerimizi eleştirmeni anladım da,idealsiz yaşanır mı?

Fehiman:Haklısın,insanın idealsiz olması kötü de, benim eleştirdiğim ideallerini put etmesi.

Güzin:Niye idealimiz put oluyormuş?

Fehiman:İdeal edindiğimiz şeyin mahiyeti çok önemli Güzin.

Güzin: Abla herhalde ideallerim dinim doğrultusunda oluşuyor. Ben ideallerimin hem güçlü hem doğru olduğunu düşünüyorum.

Fehiman:İçine hevanın hevesinin karışmadığından emin misin?

Güzin: Güzel bir şeyin içine heva ve hevesim karışsa ne olur?

Fehiman:Ne mi olur? İşte o zaman,heva ve hevesinin arkasında koşmuş olursun.

Güzin: O kadar da değil,ama at gibi olmaktansa yanlış da olsa bir ideali sahiplenmek iyidir.

Fehiman:Olmaz Güzin,şuurlu insanlar bir yanlışı ideal edinemez.

Güzin: Yani işte öylesine dedim.

Fehiman:Hayır deme. Şuurlu Müslümanlar zaten Sırat-ı Mustagim üzere tefekkür ve vahiyle yaşam tarzlarını belirlerler.

Güzin: Benim başörtüsü mücadelem de öyle işte abla. Örtü Allah’ın istediği bir şey olduğu için bunun mücadelesini veriyorum.

Fikret:Yapma abla,sana karışmasalardı,istediğin gibi okuyabilseydin yine başörtüsünü mesele edecek miydin?

Güzin: Niye edeyim ki? İstediğim gibi başımı örtüp,istediğim gibi tahsilimi yaparsam niye mücade-le edeyim?

Fehiman: Tesettürsüzlükten başka günah ve sakıncalı haller yok mu Güzin? Onlarla mücadele edilmez mi? Senin isteğine muhalif olanların dışındakiler mücadeleye layık değil mi?

Güzin: Onlar benim meselem değil ki.

Fikret:Hıh,gördün mü? Yılan sana dokununca tepki veriyorsun.

Güzin: Hiç de bile,kim demiş?

Fehiman:Fikret bence biraz haklı Güzin. Bizim meselemiz İlay-ı Kelimetullah olmalı,bunun için mücadele edilmeli.

Güzin: (İtirazcı)Ne alakası var ki abla?

Fikret: (Atılır)Var abla,bal gibi de alakası var.

Güzin: (Sinirli)Sana sormadım Fikret,ablama sordum.

Fehiman:Evet Güzin,yılan,davamıza,dinimize,yani La İlahe İllallah’a dokunduğunda şahsi mesele-lerimizi ön plana çıkaramayız.

Güzin:Abla anlamıyorum. Başörtüsü Allah’ın emri işte.

Fehiman: Öyle de Güzin,sen başörtüsü takmadığın için değil,başörtünle istediğin tahsili yapamadı-ğın için mücadele ediyorsun.

Güzin: Tabii ki... Neden herkes tahsil yapıyor da ben yapamıyorum?

Fikret: Nedeni açık abla,Müslüman olduğun için.

Güzin: Diğerleri Müslüman değil mi?

Fikret: Olabilir,ama onlar bunu görüntüleriyle belli etmemişler.

Güzin: Ama ben bu ülkede Müslüman görüntümle tahsil yapmak istiyorum.

Fehiman: Doğru,haklısın da,gördüğün gibi bütün yollar tıkalı,elimizden bir şey gelmiyor. Hem Güzin, hani davamız La İlahe İllallah idi. İsteklerimiz ona göre şekillenirdi.

Fikret: (Sözü alır)Kendi isteklerimizin arkasında koşmayacaktık. Bu bir imtihan. İşler istediğin gibi gitmiyor diye davana halel getiremezsin.

Güzin:Niye halel gelsin? Ben davamı bırakmıyorum ki.

Fehiman:Şeyy yani Güzin,ideal sahibi olmaktan bahsettik de onun için dedim. İdealist insanlar taviz vermez.

Fikret:Babama sorarsanız Müslüman idealist olmazmış.

Güzin:Öyle mi? Neden acaba?

Fikret:Ne bileyim,açıklamıştı da unuttum.

Fehiman:Gelin yanına gidelim. Böyle çok okumasını protesto ederiz hem.


(KISA FON YA DA AYAK SESLERİ)

Fehiman:Babacığım bu nasıl iş?Kaç saattir odadasınız.

Orhan: Topu topu iki saat ya oldu ya olmadı.

Fikret:Zaten bütün akşamımız kaç saat ki?

Orhan: Henüz geceler uzun,vaktimiz çok oluyor.

Güzin:Bizim evde gecelerin veya gündüzlerin uzun veya kısa olması durumu değiştirmiyor.

Orhan: Değiştirmiyor mu? Bir şikayetin var herhalde Güzin.

Güzin:Bir değil çok şikayetim var baba. Bu evde herkes eline geçen fırsatta kitaba kapanıyor.

Orhan: Bak sen,bildiğim kadarıyla bu akşam bu işi yapan bir tek benim. Anlaşıldı,siz birlik olup beni sıkıştırmaya gelmişsiniz.

Fehiman:Evet iyi bildiniz,size bir şey sormaya geldik.

Orhan: Hıh,sadede gelin şöyle. Şimdi söyleyin bakalım,ne istiyorsunuz?

Güzin:Babacığım Fikret diyor ki Müslüman idealist olmazmış. Siz söylemişsiniz.

Orhan: Doğru söylemişim,bu zararlı bir tavır.

Fikret:Zararı ne babacığım?Ben biraz önce ideallerimi söyledim,Güzin ablam buna hayal dedi.

Orhan: Eh,isabet etmiştir. Hayallerimizde biraz heves vardır,ideallerimizde de mükemmel olma beklentisi.

Güzin:Ablam da benim idealimi tenkit etti,güya sloganmış.

Orhan: Hıı,seninki slogan, Fikret’inki hayal. Peki Fehiman’ınki ne acaba?

Fehiman:Benimki mefkure.

Orhan: Hımm...(Biraz düşünür) Yalnız Fehimancığım,idealistlik yanlış ama,mefkureci olmak da iyi bir şey değil ha.

Güzin:Neden baba?

Orhan: Kızım idealistler meselelere felsefi bakarlar. Fikirleri,varlık bilgileri dışındaki gerçekliği kabullenmezler. Felsefi ve bilimsel konularda çok titizlenip,olaylardan,gerçek hayattan insanı uzaklaştıra-rak çoğu kez hayallerle yaşamaya iterler. Bu da hiç münevverce olmaz. Mü’min her halükarda yaşadığı gerçekleri göz önünde bulundurarak doğrulara ters düşmemeye çalışır. Bu tavır,ideoloji karşıtlarının realizmi olarak değil,hakikatten uzak kalma çabası olarak değerlendirilmeli.

Fehiman: Hıı.... Böylece güzel meselelerden uzak kalmayınca anarşi de doğmaz.

Orhan: Doğru,Müslümanın her halükarda meşgul olması gereken işleriyle günlük hayatta aktif olarak yer alması lüzumlu bir faaliyettir,bir ihtiyaçtır.

Güzin:Evet,bence de. Öyle bir odaya çekilerek saatlerce kitap okuyacak zamanı olmaz.

Orhan: Mecbur kalır kızım,meselelerini çözmek için araştıracak. Yoksa bu kez de günlük hayattaki olaylara takılıp,akıntıyla sürüklenir.

Güzin:Allah’tan ki biz akıntıyla değil,kitaplarla sürükleniriz.

Orhan: Güziin,fazla sataşma. Bak bundan sonra odadan hiç çıkmadan kitap okurum ha.

Fehiman:Okuyun babacığım,sizinki felsefi değil,İbrahimi bir okuyuş.

Orhan: Aferin kızım. Gördün mü Güzin,hadi yiğitsen bir daha sataş.

Fehiman:Güzin bu yanlışlar dünyada neden bu kadar yayılmış biliyor musun? İnsanlar vahyi öğretiden uzak kalınca oluşan boşluklar batılla doldurulmuş. Şu hadis-i şerifi hatırlasana: “İnsanlar arasına karışıp onların ezalarına sabrederek,onları hayır ve fazilete irşad eden mü’min,onlara karışıp görüşmeyen ve onların sevilmeyen hallerine katlanmayandan daha hayırlıdır.”

Orhan: Tabii,batıl sürekli bir sistem arayışıyla birçok izm’ler,ideolojiler oluşturmuş. Hele bir döneme, 18. 19. asra ‘ideolojiler çağı’ demişler. Etraflarına topladıkları insanlarla kendi sistemlerini oluşturmaya çalışmışlar.

Güzin:Başarılı olabilmişler mi baba?

Orhan: Bir noktada evet. Fakat biliyoruz ki batıl yok olmaya mahkumdur. Hem de kısa sürede. Yalnız bizim İbrahimi okuyuşu hızlandırıp batılın yok oluşunu hızlandırarak hakkı ikameye gayret etmemiz gerek.

Fehiman:Aksi halde bir yanlışı kaldırıp,yerine bir başka yanlışı yerleştiriyorlar.

Orhan: Doğru. Tıpkı ideolojilerde olduğu gibi. Bir dönem bu akımdan zarar gören kesim,telafi için işi akılcılığa,yani az önce bahsettiğimiz realizme,rasyonalizme dökmüşler. Al birini vur ötekine. Tanımı tam yapılmamış,çeşit çeşit anlamlar yüklenen,içeriğiyse ahireti inkar eden bu sistemler hala da var olma savaşı veriyorlar. Kendileri yükselmek için,gerçeklerin doğru yanlış demeden üzerine çıkıp, “hayır hayır” diye tepiniyorlar. “Hayır” diye reddetmek bunların şiarı.

Fehiman:Biz Allah’tan gelene evet deriz,tavrımız hep doğrudan yana olursa hayatımızda boşluk oluşmaz.

Güzin:Nasıl yani?

Fehiman:Güzin,biz önce doğruyu tanıyıp,sonra onu yaşayıp,bir de yaşamayana muhalefet edip,daha sonra da ondan nefret ederek ideal Müslüman tipi oluşturabiliriz.

Güzin:Oh,ne güzel. Biz ideal tip hayali kurarken gördüğünüz gibi onlar cemiyetler,topluluklar oluş-turup asırlara damgalarını vuruyorlar.

Fehiman:Sandığın kadar değil. Her asırda araştıran,öğrenen Müslümanlar yetişmiş. Fakat tabii ki şu batılılar gibi reklamları yapılmadığından az sanılıyor.

Güzin:Hayır,onlar gerçekten de az.

Orhan:Kızım Celaleddin Afgani,Muhammed Esed,Hamidullah,Reşit Rıza,Fazlurrahman,Musa Carullah. Daha ileriye gidersek Numan bin Sabit,İbn-i Teymiyye,İmam Malik,Hambeli,Şafii ve daha niceleri... Daha sayayım mı, ister misin? Bunlar yaşadıkları dönemse etkili birer ekoldürler. Mensupları hakkın, hikmetin gelişmesi için mücadele etmişler.Eserleriyle,talebeleriyle insanları hala istifadelendir-mekteler...

Fehiman: Doğru,onlarınki hiçbir zaman ütopya olmamış. Hikmeti idrak edip,tevhid akidesini sağlamlaştırmaya çalışmışlar. Ne bir turan hayali,ne de ırkçı bir ülkü,sadece tevhid akidesi.

Orhan:Ya,dediğin gibi idealistler,ırkçılar yaşamlarında gerçekleştiremeyecekleri hayallerini tasvir ederek hem kendilerini,hem etraflarındakileri oyalamış durmuşlardır.

Fehiman:Hala da oyalıyorlar.

Orhan: Oyalanadursunlar,biz kendi hesabımıza bakalım. Onlar insanı yaratanına bakarak tanıma-dıkları için fıtrata aykırılıklarıyla hep falso verirler. İdeolojilerini fıtrat üstü bir konuma yerleştirip insanları ideolojileriyle tahakküm altına alacaklarını sanırlar.

Fehiman: Felsefeleriyle,akılcılıklarıyla,bilimsellikleriyle,dünyayı ve varoluşu izaha yelteniyorlar. Tabi fizik ötesine akıl erdiremeyince inkara sapıyorlar. Oysa bizim gayba imanımız zihnimizi hiç lüzumsuz sorularla oyalamıyor.

Orhan: Elbette,ve insanın mükemmel olamayacağını,daima eksikliğinin bulunabileceğini bildiği için hiçbir beşeri oluşuma körü körüne intisap etmiyor. Bir ideali benimsemek,bir mefkureyi sahiplenmek insanı sıradanlıktan,adam sendecilikten kurtarır. Nasıl,anladın mı Güzin? Neden hiç sesin çıkmıyor?

Güzin: Dinliyorum,anlamaya çalışıyorum.

Fehiman: Ne anladın peki?

Güzin:Şunu anladım; felsefeciler,bilim adamları insanı muammalaştırıp, işleri çok fazla çıkmaza sokmuşlar. İnsanlara kendi doğru sandıkları bilgileri yükleyip,robotlaştırmışlar.

Fehiman: Hıı,iyi anlamışsın. Üstelik onu hayvanlarla aynı kefeye koyup incelemeye almışlar.

Orhan: Biz o araştırmaların dışındayız iyi ki. Hele Fikret,tamamen dışında.

Güzin:Evet,şuanda rüya aleminde yaşıyor.

Orhan: Ne olacak şimdi? Sorularımızın cevabını alamadı.

Fehiman: Onun daha vakti var. Şimdilik triblex evli ve spor salonlu hayallerini kursun,rüyalarında görsün. Elbet onun da ayakları basacak. Küçük çadırlarında,hasırlar üzerinde istirahat edip,tevhid akidesini dünyaya tanıtanlarla uyanacak.
 
Son düzenleme:
İHTİYAR VE ATI


Karakterler:


Anlatıcı (Modern, kız öğrenci)


Hasan Dede (Yaşlı Köylü)


1. Köylü (Erkek, 40 yaşlarında, köylü)


2. Köylü (Erkek, 40 yaşlarında, köylü)


3. Köylü (Erkek, 40 yaşlarında, köylü)



(Üç tane köylü erkek bir araya gelmiş konuşma pozisyonundayken donarlar.Bu sırada sahneye anlatıcı olan kız öğrenci girer.)


Anlatıcı: Çok eskiden ta padişah zamanında Anadolu’daki köylerin birinde özü sözü doğru,bilge bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyarın atı ise dillere destanmış.


(Anlatıcı sahneden çıkarken 3 köylü konuşmaya başlarlar)


1.Köylü: Hasan dedenin atını biliyorsunuz değil mi?


2. Köylü: Bilmez olur muyuz? Yedi cihana nam salmış o at. Rüzgarla yarış edermiş.


3. Köylü: Ne olmuş Hasan Dede’nin atına?


1.Köylü: Ne olacak, başına devlet kuşu konmuş, ama Hasan Dede değerlendirememiş.


2. Köylü: Allah Allah merak ettim neymiş bu devlet kuşu?


1. Köylü: Atını namını duyan padişah adam göndermiş. Dünyanın altınını vermiş ama Hasan Dede atı satmamış.


2. Köylü: Hadi ya!


1. Köylü: Yaa!


3. Köylü: (Hasan Dede sahneye girer) Susun, Hasan dede geliyor.


1. Köylü: Selamünaleyküm Hasan Dede.


Hasan Dede: Aleykümselam.


2. Köylü: Duyduklarımız doğru mu Hasan Dede? Padişah atını istemiş de satmamışsın.


Hasan Dede: Doğru, satmadım.


2. Köylü: Nasıl satmasın ya! Avuç dolusu altın saymış.


Hasan Dede: Bu at, benim için sadece bir at değil, bir dost… İnsan dostunu satar mı?"


(Hasan Dede yürüyüp sahneden çıkar. Köylüler bir süre şaşkın kalırlar. Sonra şaşkınlıklarını belli eden hareketlerle kendi aralarında konuşur gibi yaparak sahneden çıkarlar. Anlatıcı sahneye girer.)


Anlatıcı: Köylülerin aklı almamış olanları. Padişah hayır demeyi hele de keseler dolusu altını reddetmeyi bir türlü anlayamamışlar. (Hasan Dede sahneye girip uygun bir yere oturur.) Aradan günler geçmiş bir gün (Hasan Dede’yi eliyle göstererek sahneden çıkar. Köylüler telaşlı adımlarla sahneye grip Hasan Dede’nin etrafını sararlar.


1. Köylü: Geçmiş olsun Hasan Dede atın gitmiş öyle mi?


Hasan Dede: Öyle


2. Köylü: Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Padişaha satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atının.


Hasan Dede: Karar vermek için acele etmeyin Sadece 'At kayıp' deyin o kadar . Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez…Haydi eyvallah.


(Köylüler Hasan Dede’nin arkasından gülerler)


1. Köylü: Gördünüzmü kurnaz Hasan dedeyi.


2. Köylü: He ya kendi yaptğı hatayı kabul etmemek için bir sürü hikaye uydurdu.


3. Köylü: Aslında içi gidiyor, sanki biz anlamadık.


(Köylüler benzer tonda konuşur gibi yaparak sahneden çıkarken anlatıcı sahneye girer.)


Anlatıcı: Kimi insan burnunun ucunu göremezken kimi insan yıllar ötesini görür. Kimi sadece gözleriyle görür. Kiminin ise gözlerinin yanında bir de kalp gözü vardır. (Hasan Dede sahneye girer karşıya doğru yürür. Eliyle Hasan Dede’yi göstererek) Aradan bir süre zaman geçer ve…(Karşı yönden girmiş köylülerle Hasan Dede ortada karşılaşırlar.)


1. Köylü: Demek atın geri döndü Hasan Dede.


Hasan Dede: Evet,kısmet.


2. Köylü: Çalınmamış yani…


3. Köylü: Ne çalınması peşine de tam 12 tane at takmış getirmiş.


1. Köylü: Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.


Hasan Dede: Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"


1. Köylü: Tesadüf sonucu bir haklı çıktıya ondan öyle kibirli.


2. Köylü: Atı geri dönmesiydi bakalım böyle konuşabilecek miydi.


3. Köylü: Tabi canım,tuzu kuruya,ondan öyle savuruyor.


(Köylüler benzer tonda konuşur gibi yaparak sahneden çıkarken anlatıcı sahneye girer.)


Anlatıcı: Ders almayınca almıyor insan. Olayları anlık değerlendirince görülmüyor gerçekler. Hasan Dede ile köylülerin konuşmasının üzerinden birkaç hafta geçmiş (Hasan Dede bir yönden ,köylüler karşı yönden girer. Onların karşılaşmasını bekler. Hasan Dede ve köylüler karşılaşmanın ardından donarlar.) Köylüler bir kez daha Hasan Dede’ye gitmişler.


1. Köylü: Bir kez daha haklı çıktın Hasan Dede


2. Köylü: Oğlunun bu atlardan birini terbiye ederken bacağı kırması ne kötü.


3. Köylü: Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.


Hasan Dede: Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı o kadar . Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz karar…Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Şimdi müsaade ederseniz yapmam gereken işler var. (Yürür gider, köylüler arkasından)


1. Köylü: Bu Hasan Dede ne garip insan.


2. Köylü: Niye öyle söyledin.


1. Köylü: Niye olacak ne varlığa seviniyor ne yokluğa üzülüyor.


3. Köylü: Bence şansıda yaver gidiyor.Yoksa müneccim mi?


1. Köylü: Vallahi olur, olur.


Köylüler benzer tonda konuşur gibi yaparak sahneden çıkarken anlatıcı sahneye girer.)


Anlatıcı: İnsan bir kez kör olamaya görsün artık ne yapsan boş. Soğukkanlı ve sabırlı olmayı,temkinli davranmayı müneccimlik yaptılar.(Hasan Dede sahneye girip bir köşede ayakta bekler.) Bakalım sonu neye varacak. Köylülerle Hasan Dede’nin konuşmasının üzerinden bir hafta geçmişti ki.


(Köylüler girer sahneye girip Hasan Dede’nin yanına giderler ve donarlar) Hasan Dede’ye son kez giderler.


1. Köylü: Ya Hasan Dede evliya mısın nesin ya?


Hasan Dede: Hayrola ne oldu?


2. Köylü: Ne olacak savaş çıktı. Eli silah tutan herkesi askere alıyorlar.


3. Köylü: Bu savaşı kazanmamızın imkanı yok. Katılanlar ya ölecek ya da esir düşüp köle olarak satılacak.


1. Köylü: Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer.


Hasan Dede: Siz erken karar vermeye devam edin bakalım. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu kimse bilemez.Rahat olun şimdi. (Donarlar, anlatıcı sahneye girer)


Anlatıcı: Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz. Kafanızın dinç olmasını istiyorsanız sizde Hasan Dede gibi yapın: Ümitsizliğe kapılmayın ve peşin hükümlü olmayın.
 
Son düzenleme:
İLK İŞ GÜNÜ


Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter), Hadi (yeni eleman), John (yabancı müşteri), Mary (yabancı müşteri)



(Patron Celal Bey ve sekreteri Jale ofislerinde oturmaktadırlar. Patron telefonla konuşmaktadır.)


Celal Bey: Şu İngilizce bilen eleman aranıyor ilanı için arayan oldu mu?


Jale: Evet Celal Bey. Bugün gelecek görüşmeye. Çok iyi derecede İngilizce biliyormuş. Hadi adında birisi.


Celal Bey: İyi iyi, inşallah aradığımız gibi bir elemandır. Yoksa yabancı müşterilerin hepsini kaçıracağız.


(Bu sırada kapıdan içeri birisi girer.)


Hadi: Merhaba.


Celal Bey: Merhaba, buyrun?


Hadi: Ben Hadi, iş görüşmesi için bir randevu almıştım.


Celal Bey: Ooooo, hoşgeldiniz. Buyrun oturun lütfen. Nasılsınız?


Hadi: İyiyim, teşekkür ederim. Amerika’daydım yaklaşık beş yıldır. Malum, türkçe konuşacak pek kimse yok orada, o yüzden Türkçe konuşurken biraz zorlanıyorum. Dilim sürçerse kusura bakmayın artık.


Celal Bey: Haaarika! İşte tam aradığımız adam. Yurtdışıyla sürekli bağlantı halindeyiz. Bu yüzden yabancı müşterilerle görüşmeler yapıyoruz. Yani iyi derecede İngilizce bilen birisine ihtiyacımız vardı. Allah karşımıza sizin gibi birisini çıkardı. Aramıza hoşgeldiniz diyelim o zaman.


Hadi: Hoşbulduk, çok teşekkür ederim. Beni utandırıyorsunuz.


(Bu arada telefon çalar. Celal Bey telefonu açar.)


Celal Bey: Celaliye Limited Şirketi, buyrun.... Alooooo... Ne diyorsun kardeşim, anlaşılmıyo, ağzını ahizeye yakın tut biraz. Alooooo... Ne piliyz miliyz diyip duruyorsun yahu? İngiliş mi?


(der ve Hadi’ye döner)


Celal Bey: Ya bu adam İngilizce konuşuyor herhalde Hadi Bey. Tesadüfe bak. İşe girdiğiniz ilk dakikada bir yabancı aradı. Bir konuşun bakalım, ne diyor?


(Hadi paniklemiştir, aceleyle ayağa kalkar.)


Hadi: Ya, birden karnıma acayip bir ağrı saplandı. Tuvalet nerede acaba?


Celal Bey: Hadi Bey, şu adamla bir konuşun. Sonra gidersiniz tuvalete.


Hadi Bey: Uff, başıma da acayip bir ağrı girdi yaa. Söyleyin sonra arasın.


Celal Bey: (Ahizeye doğru yüksek sesle bağırarak ve heceleyerek konuşmaktadır) Alooo, sonra arayın, sonra. Hadi bey acayip sıkışmış. S-o-n-r-a. Ne? Ya, Hadi bey, önemli bişey galiba. En azından sonra arayın falan diyin.


(der ve ahizeyi zorla Hadi Bey’in eline tutuşturur. Hadi Bey büyük bir panik içinde konuşmaya başlar.)


Hadi Bey: Helloo, yeah, ooh yeah, yes, no, okay, hımmmm, yes, no, yeaaah. Baaaaay


(der ve rahatlamış biçimde telefonu kapatır.)


Celal Bey: Ne oldu, ne diyor?


Hadi: Yanlış aramış, empire state binası, elli üçüncü kata dört lahmacun diyo.


Celal Bey: Dur bi dakka ya, adam şimdi Amerika’dan lahmacun siparişi veriyor, ve yanlışlıkla Türkiye’yi aramış öyle mi?


Hadi: Yaa, öyle. Düşünün işte, Amerikalılar aptal derler de inanmazdım. Yani sen tut Amerika’da lahmacun ye, bi de üstüne Türkiye’yi ara. Hahahahahahahahah! Alem bunlar yaaa.


Celal Bey: Kızım, Hadi Beye tuvaleti gösteriver.


Hadi: Yok yok, geçti. Adam lahmacun falan diyince gülmekten geçti valla.


(Çaylarını içmeye başlarlar. Celal Bey biraz şaşkındır. Bu sırada kapı açılır ve içeriye iki yabancı girer.)


John: Hello!


Celal Bey: Ooooooo John. Ve aleykümselam. Buyrun buyrun. Hadi Bey, bunlar bizim en iyi müşterilerimiz. Valla kısmetimizi açtın sen.


(Hadi bey yine ayağa fırlar panik içinde)


Hadi: Tuvalet ne taraftaydı?


Celal Bey: Geçmemiş miydi sizin şeyiniz?


Hadi: Geçiyor, yine geliyo. Napıyim?


Celal Bey: Yaw biraz oturun, adamlara ayıp olur. Bir tanışın en azından. Bak bunlar bizim en yağlı müşterilerimiz.


(Hadi yine panik içinde John ve Mary’ye yaklaşarak ellerini sıkar.)


Hadi: Hello, I am Hadi. Oturun hadi.


John: Hey Hadi, nice to meet you.


Mary: Nice to meet you, Hadi.


Hadi: Yes yes, nice to meet you.


(Hep birlikte otururlar.)


John: Hadi, we are here to talk about our new project. It’s very important for us. Because if we get successful, we will be very rich. But if we fail, it will be very bad for all of us. So, are you ready to translate our speech?


(John konuşurken Hadi acayip panik yapar. Celal Bey memnun bir şekilde kafasını sallamaktadır. Hadi yine ayağa fırlar.)


Hadi: Yaw, ben bir tuvalete gitsem.


Celal Bey: Hadi bey, lütfen yaa. Adamlara ne kadar ayıp olur, bir düşünsenize. Ne dediler?


(Hadi sıkıntılı bir şekilde yerine oturur.)


Hadi: Yaw, adam diyo ki, sen biraz sıkıntılı gözüküyorsun diyo, sıkıştın falansa bi tuvalete git gel de, öyle konuşalım diyo.


Celal Bey: Hadi yaa, git gel de rahatla o zaman yahu. Kızım, Hadi beye tuvaleti gösteriver.


(Sekreterle Hadi çıkarlar. Celal Bey yabancı misafirlere dönerek bağıra çağıra ve kelimeleri heceleyerek konuşmaya başlarlar)


Celal Bey: Bizim yeni eleman bu. Yeni eleman yeniiii.


John: Sorry?


Celal Bey: Yok yok, sori değil, Hadi adı. Beş yıl Amerika’da kalmış. A-m-e-r-i-k-a-d-a...


John: Ooooh yeah. America. Cool!


Celal Bey: Evet, evet. Allahın sevgili kulu işte. İşleri rast gidiyor adamın.


(Bu sırada telefon çalar. Celal Bey telefonu açar.)


Celal Bey: Celaliye limited şirketi, buyrun. Hah, yine lahmacuncu. B-e-k-l-e b-e-k-l-e. Görüşmeyi mahvettiniz yaaa. Gidin pizza falan yiyin kardeşim. Sinirlenmeye başlıyorum ama.


(Hadi süklüm püklüm odaya girer.)


Celal Bey: Hadi Bey, yine Amerika’dan arıyorlar galiba. Al şunu bi konuş bakalım.


(Hadi telefonu alır)


Hadi Bey: Hello, no, yes, no, yes, no, yes, no.... (der ve telefonu kapatıp Celal Bey’e döner) Deminki adam arıyo yine. Bu sefer de şey diyo. Vazgeçmişler yemek siparişi vermekten. Menemen yapacaklarmış. Önce soğanları mı atıcaz, biberleri mi diyo? Ben de Soğanları atın, biraz pembeleşince biberleri atarsınız dedim.

Celal Bey: Hay Allahım yaa, bütün çatlaklar bizi buluyor. Neyse, şimdi söyle bakalım. Malların teslimatını ne zaman yapmamız gerekiyor.


Hadi: Tamam, söylüyorum. Uhm, he is a blackboard. I go to cinema everyweekend. I like popstar, chicken menü, united colors of benetton, levi’s, adidas, nike. Okay?


(Misafirler şaşkın bir şekilde birbirlerine bakmaktadırlar.)


Celal Bey: Ne dedin ya sen? Pop star falan dedin di mi?


Hadi Bey: Evet, biraz espri yaparak ortamı rahatlatmaya çalışıyorum. Çok gergin gözüküyorlar. Dedim ki, öyle pop star yarışmacıları gibi stres yapmayın, rahat olun dedim. Sonra da malların teslimatını sordum.


Celal Bey: Hahahahaha, afferin sana be, çok şakacı adamsın.


Mary: I don’t understand anything. Do you speak English or Turkish, Hadi?


Celal Bey: Ne diyor? Törkiş mörkiş dedi?


Hadi: Diyor ki, eeeeeee, şöyle diyor, ııııııı, yani demek istiyor ki, hah, sen gerçekten Türk’müsün yaaa, inanamıyorum. Ben seni ilk gördüğüm andan itibaren Amerika’lı sandım, öylesine akıcı ve güzel konuşuyorsun ki inan çok şaşırdım falan diyor. Yalakalık yapıyor işte kendi çapında.


Celal Bey: Vay be, aslanım benim. Acayip gurur duydum şimdi. Hadi, konuya gelelim artık.


Hadi: Tamam siz merak etmeyin. Eeeeee, the tesliiimaaaat, when, who, why, what time, how often, how much, how many, ooh yeah?


John: I am sorry but I don’t understand anything. Are you sure you can speak English?


Celal Bey: Ne diyorlar?


Hadi: Sen bırak şimdi malları falan da bişeyler ısmarla, içelim kendimize gelelim diyo.


Celal Bey: Hakkaten yaa, çok ayıp oldu adamlara. Sor bakalım ne içerler?


Hadi: Drink? Tea, coffee, water. Drink what?


John: Oh, expresso please.


Mary: I’d like hot chocolate, if possible.


Celal Bey: Ne diyo, expres falan dedi galiba?


Hadi: Evet, eeeeee, çay getir diyo, ama çok acil olsun, acayip canım çekti diyo. Yani expres olsun, hiçbiryere uğramadan gelsin diyo.


Celal Bey: Kızım, duydun Hadi Beyi. Hadi hemen çay getir.


(Sekreter çıkar.)


Hadi: Neyse, biz dönelim konumuza. Always, usually, often, sometimes, never. International Hospital, Nokia connecting people, Galleria, Carousel, Mission impossible, terminator, en son babalar duyar, avrupa yakası, what is your address?


John: What are you talking about? We have no time. Our car is waiting for us, we will go ten minutes later.


Celal Bey: Sen ne dedin yaa, baba, avrupa falan, ingilizce mi bunlar?


Hadi: Evet, bazı kelimeler aynı. Dedim ki babacım, sen habire çaydan kahveden bahsediyosun. Burası Avrupanın en büyük şirketlerinden birisi. Kendine çeki düzen ver, saygılı ol biraz dedim.


Celal Bey: Aferin sana, kendimizi ağırdan satalım biraz. Onlar ne dedi? Car, eee go falan dediler.


Hadi: Onlar da dedi ki, eeee, yani dediler ki, hah, siz hiç uğraşmayın teslimatla falan, verin kargoya gitsin, siz de keyfinize bakın dedi. Kargo. Hehehehehe.


Celal Bey: Ya, delirmiş mi bunlar. 200 ton mal, hem de su borusu. Nasıl verelim kargoya? Çevirsene.


Hadi: Boru boru, water boru, two hundred ton boru. Kargo margo, problem. Car don’t go. Very very problem. What is this, this is a boru.


John: Mary, I think we gotta go. If we make a deal with these crazy men, it won’t be good for us.


Mary: You are right. Let’s go.


(der ve kalkarlar. Celal Bey masasından fırlar)


Celal Bey: Hooop, nereye yahu? Nereye gidiyor bunlar. Ne dediler Hadi Bey?


(Hadi de ayağa kalkar)


Hadi: Valla çevirmesem daha iyi ama neyse. Diyorlar ki, bir çay söyledik iki saattir gelmedi. Sizin çaycının adı Dursun mu diye soruyorlar.


(Celal bey ayağa fırlar ve sinirle misafirlerin yanına gelir)


Celal Bey: Bana bakın, başlıycam sizin çayınıza da kahvenize de haaa. Üç kuruşluk kar için rezil kepaze olduk be. The Marmara’nın cafesi mi burası güzel kardeşim? Gidin burdan, başka şirket mi yok çalışacak yaa? Canımı sıkmayın daha fazla. Çevir söylediklerimi, tek bir kelime bile atlama ama.


Hadi: Okay, look at me, I will start your tea and coffee haaaa. Three kurush money, we are kepaze be. The Marmara cafesi mi burası my güzel brotherım. (Celal Beye döner) Kusura bakmayın Celal Bey, valla çok sinirlendim, arada bir Türkçe kaçıyor. Neyse, go go, don’t sık my can.


(John ve Mary sinirle kapıya doğru yönelirler)


Mary: We won’t work with you anymore. We came from America just for this project. And we are going back now. Bye forever.


(der ve çıkarlar. Celal Bey çok sinirlenmiştir.)


Celal Bey: Ne dediler çıkarayak yine?


Hadi: Amerika’ya gelirseniz gününüzü görürsünüz siz dedi. Benim İngilizcemden çok etkilenmişler ama ofis ortamını hiç beğenmemişler. John özellikle çay olayına çok bozulmuş.


Celal Bey: Adama bak yaa, çay geç geldi diye koca projeyi iptal etti. Neyse, hayırlısı olsun. Biz şimdi çıkıyoruz Jale Hanımla. Bir toplantımız var. Sen burada kal, telefon falan gelirse görüşürsün.


Hadi: Tamam Celal Bey, siz merak etmeyin.


(Celal Bey ve Jale çıkarlar. Hadi hemen telefona koşar ve bir numara çevirir.)


Hadi: Alo, Kemal. Ben Hadi. İyidir sağol. Yaa sorma, bir iş buldum ama ilk ve son günüm harhelda burada. Bir hata yapıp İngilizce biliyorum dedim. İki saattir yabancı misafirlerle konuşuyorum. Nasıl mı? Allahtan kimse İngilizce bilmiyor burada. Anlamadılar yani... Niye mi yalan söyledim? Yaa, iş bulamıyorum bir türlü. Nereye gitsem İngilizce biliyor musun diye soruyorlar. Ben de çat pat bişeyler konuşuruz diye biliyorum dedim, ama pişman oldum. Şimdi masaya bir not bırakıp özür dileyeceğim ve kaçacağım. Kemal be, ne adamız biz yaa? Okulda öğretmenler o kadar anlattı İngilizce önemli falan diye, bir kulağımızdan girdi ötekinden çıktı. Hiç önemsemedik. Şimdi böyle zor duruma düştük işte. Çok ayıp oldu adamlara. Kendimden acayip utandım. Kaç yıl İngilizce eğitimi gördük. Yes no’dan başka bişey öğrenememişiz. Ee, ödev yapma, dersi dinleme sonra İngilizce konuşmaya çalış. Zor tabi. Neyse, ben bi not yazıp kaçıyorum. Akşam görüşürüz.


(Telefonu kapatır ve önündeki kağıda birşeyler karalayıp sahneyi terkeder)
 
Son düzenleme:
İNCİR ÇEKİRDEĞİ


(Dekor, bir stüdyo şeklindedir. Sahne içinde oyuncuların kullanacakları dört sandalye ve bir sehpadan ibarettir. Bu dekorda, bir tartışma programı dekoru görüntüsü vardır.)


Açelya: (Fon müziği ile birlikte sahneye, oynayarak girer.) İyi akşamlar sayın seyirciler ben ailenizin spikeri Açelya. Bir hafta aradan sonra, en sevdiğiniz tartışma programı İncir Çekirdeğiyle ZORT TV ekranlarında yine birlikteyiz. Sayın seyircilerim, bu haftaki konuklarımızla Türk Müziği’ni tartışacağız. Öncelikle şunu belirteyim. Bir tartışma programının izlenebilmesi için tartışmada kavga dövüş olması şart. Onun için bizde bu tartışma esnasında, tartışmacılarımız arasında kavga-dövüş çıkması için özel bir gayret sarf edeceğiz. Anlarsınız ya, devir reyting devri. Telefon numaramızı da verelim. 0212 375 44 44 evet önce kavga dövüşçüleri ay pardon! Konuklarımızı huzurunuza çağırıyoruz. (Fon müziği eşliğinde konuklar sahneye girerler).

Açelya: (Gelen konuklarla tek tek el sıkışır ve onlara hoş geldiniz der). HOŞ GELDİNİZ (Konuklarda tokalaşma sırasında tek tek hoş bulduk derler).

Açelya: Nasılsınız?

Şevket: Teşekkür ederiz, siz nasılsınız ?

Hüsamettin: Sağolun.

Taşkın: (Eliyle sağolun şeklinde hareket yapar).

Açelya: Bende iyiyim. Teşekkür ederim. Buyrun ilk önce sizi tanıyalım.

Hüsamettin: Öncelikle beni bu programa davet ettiğiniz için çok derinden saygılar. Açelya hanım, başta sizin gibi güzel bir spikere, sonrada beni şu anda izleyen çok sevgili seyircilerime ve teknik kadroya teşekkür ediyorum. Ben Hüsamettin Ballıses programınız çok güzel, her zaman çok beğenerek izliyorum. Bu arada sende çok güzelsin Açelya hanım.

Açelya: Bu övgülerinize layık olmaya çalışacağız. Teşekkür ederim. Siz hangi tür müzikle uğraşıyorsunuz?

Hüsamettin: Valla Açelya hanım, biz Allah’ına kadar arabeskçiyiz icabında. Öf be batsın bu dünya. hemen bir tane şarkı patlatayım istersen, o güzel sesimden seni mahrum bırakmayayım. (Sehpanın üzerinde duran mikrofonu kapmaya çalışırken, önce spiker mikrofonu kapar. Hüsamettin’de şaşkın şaşkın bakar).

Açelya: Tamam, tamam. Diğer konuklarımıza tanıyalım şimdi. Size daha sonra tekrar döneriz. Buyrun şimdide sizi tanıyalım.

Şevket: Efendim ben, Şevket Çınar altında yatar yatmaz uyur oğlu

Açelya: (Gülümseyerek ve alaylı bir şekilde); Soy adınız ne?

Şevket: Çınar altında yatar yatmaz uyur oğlu.

Açelya: Soyada bak ya! Çınar altında yatar yatmaz …… kuzum bu soyadı nerede büyüttünüz?

Şevket: Saksıda, değil her halde.

Açelya: Siz bu tartışmaya hangi sıfatla katılıyorsunuz?

Şevket: ( Sert bir edayla). Efendim, ben halk müziğini sevmeyenlerin kafasını kırmalı derneğinin başkanıyım. Halk müziği ile doğdum, halk müziği ile yaşıyorum ve halk müziği ile öleceğim. (Bağırarak). Yaşasın Halk Müziği. (Sesini yumuşatır). 35 yaşındayım, bekarım, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.

Açelya: (Alaylı) Derneğinizin adı neydi?

Şevket: Halk müziğini sevmeyenlerin kafasını kırmalı derneği.

Açelya: Valla, çok ilginç bir dernek. Neyse (Popcu Taşkın’a dönerek) Şimdi de sizi tanıyalım.

Taşkın: Teşekkür ederim canım benim. Adım Taşkın Top, ay pardon! Pop müziğine gönül veren milyonlarca gençten biriyim. Ayrıca aramızda top var derneğinin yönetim kurulu başkanıyım. 28 yaşındayım. Karşı taraftaki arkadaşlara hayatlarında mutluluklar dilerim.

Şevket: Nerden arkadaşın oluyorum lan senin, pis popcu?

Açelya: (Kameraya işaret ederek).Yakın çek, yakın çek (ortalığı kızıştırıcı bir tavırla). Efendim, Şevket bey size pis popcu dedi, bu konuda ne diyeceksiniz?

Taşkın: Kötü söz sahibine aittir canım benim.

Açelya: Ayy. Şevket beyciğim. Taşkın bey pis popçu lafını aynen size iade ettiğini söyledi ne diyeceksiniz?

Şevket: (Kameraya döner). Kafasını kırarım diyorum.

Hüsamettin: Helal, yakışır.

Şevket: Hatta kırayım.

Açelya: (Çok memnundur, yerinde duramaz). Evet evet çok güzel oldu Şevket bey neden pop müziğinden nefret ediyorsunuz?

Şevket: Yaa! Baksana. Bu pop müziğinde garip garip meymenetsiz sözler var. Mesela, neydi bu hıyarın derneğinin adı?

Taşkın: (Şaşkın bir edayla). Kimin benim mi?

Şevket: (Sertçe). Yok babanın.

Taşkın: Babamın derneği yok ki.

Şevket : Fe süphanallah. Oğlum, babandan bana ne senin derneğinin adı neydi

Taşkın: Aramızda top var derneği.

Şevket: Bakın ne adar edepsizce bir dernek. Vay edepsizler vay. Böyle bir şarkıda vardı, değil mi?

Taşkın: Evet. Ama efendim, mesleği çarpıtmayalım. Bunlar çok masumhane söylenmiş sözler. Şimdi ben aramızda top var desem ne dersiniz?

Şevket: Kim ulan o top?

Taşkın: Bakın işte, çok yanlış düşünüyorsunuz. (cebinden küçük bir pinpon topu çıkarır) bu ne?

Şevket – Açelya – Hüsamettin: (Uzatarak) Top.

Taşkın: Şu anda aramızda bir top var. Bu sözlerde ne var ki?

Şevket: İyi o zaman bandıra bandıra ye beni, ne demek?

Taşkın: Aslında o sözle kastedilmek istenen. Aslında eee. (Kem küm eder) Diğer soruya geçiniz canım benim. Ayrıca, halk müziğinde edepsiz sözler yok mu? Dağlar seni delik delik delerim, demek ne demek?

Şevket: Bu sözlerin neyi var ki?

Taşkın: Kötüsü hiçbir şey yok. Bomboş sözler. Çok basit müzikler. Halk müziği dinleyen insanlara şaşırıyorum. Şahsen o müziği dinlerken benim başım ağrıyor.

Şevket: Böyle konuşmaya devam edersen, ağrıyacak bir başın bile olmayacak artık. Sen kim, halk müziği hakkında kötü şeyler söylemek kim, entel dantel.

Açelya: (Kameraya dönüp, kendi kendine söyler). İyi ortalık kızışıyor. Az sonra bunlar bir birine girer.

Taşkın: Halk müziğini duyunca kargalar bile üç gün ses çıkaramıyorlarmış, biliyor musunuz?

Şevket: Neden o?

Taşkın: Çünkü halk müziği, kargaların gak sesinden bile kötü.

Şevket: Allah, tutmayın lan beni … Bu halk müziğine karga dedi. Öldün lan sen artık. Sana şimdi bir çakacağım yamulacaksın.

Taşkın: Yok ya! Şimdi ben sana bir kroşe geçirirsem feleğini şaşırırsın. (yerlerinden kalkarlar)

Açelya: Beyler, lütfen daha programın bitmesine çok var hemen dövüşürseniz program yarım kalır. Ben size dövüşeceğiniz zaman haber veririm, lütfen oturun.

Şevket: (Spikere dönerek). Bu sana ne geçiririm dedi spiker hanım?

Açelya: Kroşe geçiririm dedi.

Şevket: Ne o, kötü bir şey mi?

Açelya: Evet, çok kötü.

Şevket: (Ayağa kalkar). Aynısından bende sana geçiririm.

Açelya: Beyler, lütfen sakin olalım. Şimdi ben size sorun sorayım. Önce Şevket bey siz hangi enstrümanları çalabiliyorsunuz?

Şevket: Hırsızlık bizim kitabımızda yazmaz.

Hüsamettin: Allah’ına kurban konuş…

Açelya: Efendim, anlamadınız.

Taşkın: Anlamaz o zaten.

Şevket: Sen konuşma, her lafa maydanoz olma.

Açelya: Yani diyorum, hangi müzik aletlerini çalabiliyorsunuz?

Şevket: Sazım var, onu çalarım.

Taşkın: Benimde gitarım var.

Şevket: Heh, gitarı varmış, yesinler gitarını.

Açelya: Hop, hop sarkıntılık yok beyler. Neyse programın sonunda sizlerden bir parça dinleriz herhalde (Bu sırada telefon çalar).

Açelya: (Aaa) Bir telefonumuz var hemen bağlayalım alo alo.

Tijen: Alo iyi akşamlar hanfendi.

Açelya: Buyrun kiminle görüşüyoruz.

Tijen: Ben Tijen Tizses. Öncelikle oradaki konuklarınızın düşüncelerine, katılmadığımı belirtmek istiyorum. Bence dünyanın en güzel müziği operadır. Açelya hanım. Aynı zamanda size çok teessüf ederim. Opera gibi eşsiz bir müziğin benim gibi Fransız eğitimi almış değerli ve nadide bir opera sanatçısını bu programa nasıl davet etmezsiniz?

Açelya: Evet efendim haklısınız aslında. Bir dahaki kavgamıza, pardon, tartışma programımıza sizi de mutlaka çağırırız.

Hüsamettin: Opera ne ola ki kurban?.

Şevket: Otomobil gibi bir şey olsa gerek.

Tijen: Yo. Hayır, hayır, ne diyor bu adamlar?. O modyö jöne pa sibuble. Bunu bir hakaret olarak alıyor ve hemen oraya geliyorum.

Açelya: (Kısık bir sesle) Bir sen eksiktin. (Telefon bağlantısı kesilir tartışma devam eder). Eee Şevket Bey, siz hangi okulları bitirdiniz? Hangi üniversiteden mezun oldunuz?

Şevket: Efendim eee; ben ilkokulları bitirdim.

Açelya: Nasıl yani?

Şevket: Yanisi ilkokulu on iki senede bitirdim. Babam, ondan sonra okumama müsaade etmedi. Aslında müsaade etseydi ortaokulu bile bitirirdim. Ama, babam göndermedi, bütün suç babamın. Şikayetçiyim.

Açelya: Yani ilkokul mezunu musunuz? Müzik bilginiz var mı?

Şevket: Müzik bilgim var da denilebilir, yok da denilebilir. Bir defa Neşet Ertaş’ı uzaktan görmüştüm, o kadar.

Açelya: Neşat Ertaş’ı uzaktan görmek müzik bilgisi mi?

Şevket: Niye olmasın spiker hanım? Neşat Ertaş denince akla saz geliyor. Saz denince akla halk müziği geliyor. Bundan iyi müzik bilgisi mi olur? Mantık yani.

Açelya: Taşkın bey, siz hangi okulları bitirdiniz?

Taşkın: Efendim ben ilkokulu içerden, orta oklu dışardan bitirdim. Ondan sonra hayata atıldım. Müzik bilgim do re mi …

Hüsamettin: Fa (el çakarlar)

Açelya: Tamam, tamam beyler, şimdide Hüsamettin beye soralım. Eee, Hüsamettin bey, hiç sesiniz. Soluğunuz çıkmıyor, siz hangi okul mezunusunuz? Müzik hakkında bilginiz nedir?

Hüsamettin: (Şaşırır bir edayla). Hele kurban biliyin ben Urfa’lıyım. Urfa’da okusford vardı da biz mi gitmedik? Bizde hayat okulunu bitirdik icabında. Müzik bizden sorulur. Biliyin bütün ünlü arabeskçiler Urfa’dan çıkıyı. Acıyı yiyik yiyik arabesk söylüyik. İstersen söyliyim acılı bir türkü. (söylemeye başlar)

Yoğurt koydum dolaba ellere vay

Böğün başım kalaba ellere vay

Vay vay vay vay

Bıçak kemiğe dayandı vay vay

Meğer sevdan bir yalanmış vay vay

Sevdiğime pişman ettin vay

Açelya: Öf ya, hem müzikten anlamıyorsunuz, hem de…

Şevket: Ayıp oluyor spiker hanım! Şimdi sen bize kara cahil mi diyorsun? Beni üzdün, yüreğimden yaraladın ve can evimden vurdun. Artık sazımı alır, giderim. (Kalkar ve gitmeye yeltenir).

Açelya: Hayır, hayır yanlış anladınız lütfen oturun.

Şevket: (Zaten hazır bir şekilde) Çok ısrar ettin, oturayım bari.

Taşkın: Israr etmiyor sen gidebilirsin.

Şevket: Sen konuşma züppe, bir kere sen şu sakalını kes de öyle konuş. Jilet kesmedi her halde, sakalının yarısı kalmış.

Taşkın: Sen ne anlarsın? Bu moda.

Şevket: Tövbe estağfurullah. Eski köye yeni adet mi getiriyorsun?

Açelya: Beyler yine başlamayalım. Anlaşılan sizin müzik bilginiz yok.

Taşkın: Sen bize hala cahil mi diyorsun? Ömürsün valla.

Açelya: Evet, aynen öyle.

Taşkın: Arkadaşım bak benim bir gururum var, haysiyetim var, arabam var,evim var, şerefim var. Bunlarla oynama. Yoksa bende seninle çifte telli oynarım.

Şevket: Çifte telli mi Allah. (Oh,Oh,Oh)

Açelya: Parça, demişken, Hüsamettin bey, sizden bir parça dinleyelim.

Taşkın: Dinlemesek olmaz mı? Ben biraz yorgunumda

Açelya: Size ne oluyor efendim söyleyecek olan Hüsamettin bey.

Hüsamettin: (Öksürerek sesini açar) öhö, öhö, ıhı, ıhı (Cebinden spreyini çıkarır, ağzına sıkar ve türküye başlar.Alkış tutar.Türkü kasetten çalınıp, taklit yapılır, oradaki kişiler türkü sırasında hep birlikte halay çekerler)

Açelya: Hüsamettin bey, bu güzel şarkınız için size teşekkür ediyoruz, şimdi bir parçada sizden dinleyelim Şevket bey.

Şevket: (Sazı eline alır, evirir çevirir çalamaz). Tamam tamam bir dakika.

Taşkın: Bu, saz çalmayı da bilmiyordur.

Şevket: Valla dün akşam çalıyordum da, sazda bir şey var galiba.

Açelya: Taşkın bey, o zaman siz bir parça söyleyin

Taşkın: (Çalamaz)

Şevket: Sende çalamıyorsun degil mi? Züppe (heh, heh heh)

(Bu sırada Tijen sahneye girer)

Tijen: Laaa. İşte geldim, buradayım. Siz burada müzik mi yaptığınızı zannediyorsunuz? Ne kadar banelsiniz? Jöne pasi buble işte ahenk, işte müzik, işte opera.

Açelya: (Şaşırarak) aaaa, sen nerden çıktın? (sonra hatasını anlayarak). Hoş geldiniz.

Tijen: Hoş bulduk, Açelya hanım.

Açelya: Hazır gelmişken sizinde müzik hakkındaki görüşlerinizi alalım. Tijen hanım.

Tijen: Ay siz bunların yaptığına müzik mi diyorsunuz? Bunlar dağ kaçkını ayol.

Taşkın: Bende mi?

Tijen: Evet sende.

Hüsamettin: Ama ayıp ediyorsun abla, olmuyor yani, karizmamız çiziliyor.

Tijen: O modyo jöne pasibuble. Abla mı ne ablası. İnanamıyorum ne kadar kabasınız. Neyse, ben sizinle muhatap olmuyorum. Bence müzik bir hayat tarzı, bir felsefedir. Opera da müziğin ta kendisidir.

Açelya: Biraz konuyu açar mısınız?

Tijen: Tabii Açelya hanım. Opera anlatılmaz, ancak hissedilir. Operayı dinlemeyenin hayatında bir eksiklik var, o güzelliği fark edememiş demektir. İşte bu yüzden opera dinlemek gereklidir. Ha gelmişken şunu da söyleyeyim. Yakında bomba gibi bir kasetim çıkacak, biliyor musunuz ?

Hüsamettin: Tijen hanım, ne o opera mopera falan. Söylüyon, kulağımızın dibinde cır cır, zır zır ötüyon?

Tijen: Ayy. Üstüme iyilik sağlık. Bu ne diyor ayol ? Taş devrinden kalma olduğun için, operayı bilemezsin tabi.

Hüsamettin: Taş devri ha, ben ha, mağara ha. Ulan avrat, deli etme beni.

Tijen: Ay. Terbiyesiz, opera işte opera. Hıh. (kafayı çevirir).

Hüsamettin: Hıh. (oda kafayı çevirir).

Açelya: Aaa. Bize ayrılan süre bitmiş. Reyting patlaması için onları fişeklemek lazım. Taşkın Beyaz önce Şevket bey size züppe dedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ?

Taşkın: O benim gitarımın teli olur ancak

Şevket: Ulan bana sazımın teli, kanunumun teli, udumun teli de ama gitarımın teli deme.

Taşkın: Gitarımın teli de gitarımın teli

Şevket: Ulan senin gitarının da, gitarının telinin de Allah. Tutmayın lan beni. Heyt

Hüsamettin: Heyt be kavga var.

Tijen: Sakin olun beyler, sakin olun, hangi çağda yaşıyorsunuz ?

(Herkes birbiriyle ağız dalaşına girmiştir. Spiker kavga edenleri ayırmaya çalışır.) sonra vazgeçer.

Açelya:Bir kavgalı tartışma daha sizlerle buluşmak üzere. Zort TV olarak, iyi akşamlar diliyoruz. Bay. (Fon müziği girer herkes istediği gibi oynar. Sonrada tek tek sahneden çıkarlar). Arkadan gene bir fon müziği verilir. Oyuncular tek tek tanıtılır. Gelen oyuncu selam verir. Bütün oyuncuların selam vermesi bittikten sonra hep beraber iki defa selam verilir. Sahneden çıkılır.)
 
Son düzenleme:
İNŞALLAH MAŞALLAH (MONOLOG)
(Monologcu çocuk sahneye –mümkünse- üç tekerlekli bisikletle çıkar. Seyircilerin önünde fren yapar, durur. Arkasına bakar, derin bir “oh” çeker.”)


Bisikletim var diye sakın beni kıskanmayın! Var ama, ağız tadıyla binemeyeceğim artık... Şu dört yol ağzındaki trafik memurundan işitmediğim kalmadı. Neymiş? Dedem yerindeki adamı, az kalsın çiğneyecekmişim.. Çiğnemedim ki... Vallahi de çiğnemedim, billahi de çiğnemedim.


Bir haftadan beri ne güzel gezip dolaşıyordum. Nazar değmesin diye, görenler hep maşallah çekiyorlardı..


Haa, maşallah dedim de aklıma geldi. Ben maşallah ile inşallahı birbirine hep karıştırırım. Bu yüzden daha dün babamdan bir araba azar işittim. Bugün de trafik memuruyla o adam beni sorgu yağmuruna tuttular. Biri bıraktı, biri sordu. Biri bıraktı, biri sordu:


- Bir tarafın kırılmadı ya? dediler.


- İnşallah, dedim...


- Epey sağlam kafan varmış, dediler.


- Maşallah, dedim.


- Adın ne bakayım senin?


- İnşallah, şey, Sadullah...


- Bu bisikleti sana alana ben ne diyeyim?


- Maşallah?


- Allah sana da, babana da akıllar versin!


- Karşında senin deden yerinde adam var.


- Maşallah!


- Bir daha seni buralarda görmeyeyim...


- İnşallah!


- Görürsem, kulağından tuttuğum gibi, seni tavana asarım.


- Maşallah!


Velhasıl, korkumdan, maşallahla inşallahtan başka ağzımdan söz çıkmadı.


(Biraz durur. Bisikletine bakar, konuşur.)


Şimdi ben seni ne yapayım a şeytan arabası?


Sat desen, satamam. At desen, atamam. Başıma tatlı bela kesildin.


(Bir düdük sesi duyulur. Kulak kabartır.)


Duydunuz mu? Gene onlar... Peşimi bırakmıyorlar ki sizinle rahat rahat konuşayım... Neyse, alt tarafını, maşallah, şey inşallah başka sefer anlatırım. Hoşça kalın!


(Pedalı çabuk çabuk çevirir, gider.)
 
Son düzenleme:
İNŞALLAH MAŞALLAH (MONOLOG)
(Monologcu çocuk sahneye –mümkünse- üç tekerlekli bisikletle çıkar. Seyircilerin önünde fren yapar, durur. Arkasına bakar, derin bir “oh” çeker.”)


Bisikletim var diye sakın beni kıskanmayın! Var ama, ağız tadıyla binemeyeceğim artık... Şu dört yol ağzındaki trafik memurundan işitmediğim kalmadı. Neymiş? Dedem yerindeki adamı, az kalsın çiğneyecekmişim.. Çiğnemedim ki... Vallahi de çiğnemedim, billahi de çiğnemedim.


Bir haftadan beri ne güzel gezip dolaşıyordum. Nazar değmesin diye, görenler hep maşallah çekiyorlardı..


Haa, maşallah dedim de aklıma geldi. Ben maşallah ile inşallahı birbirine hep karıştırırım. Bu yüzden daha dün babamdan bir araba azar işittim. Bugün de trafik memuruyla o adam beni sorgu yağmuruna tuttular. Biri bıraktı, biri sordu. Biri bıraktı, biri sordu:


- Bir tarafın kırılmadı ya? dediler.


- İnşallah, dedim...


- Epey sağlam kafan varmış, dediler.


- Maşallah, dedim.


- Adın ne bakayım senin?


- İnşallah, şey, Sadullah...


- Bu bisikleti sana alana ben ne diyeyim?


- Maşallah?


- Allah sana da, babana da akıllar versin!


- Karşında senin deden yerinde adam var.


- Maşallah!


- Bir daha seni buralarda görmeyeyim...


- İnşallah!


- Görürsem, kulağından tuttuğum gibi, seni tavana asarım.


- Maşallah!


Velhasıl, korkumdan, maşallahla inşallahtan başka ağzımdan söz çıkmadı.


(Biraz durur. Bisikletine bakar, konuşur.)


Şimdi ben seni ne yapayım a şeytan arabası?


Sat desen, satamam. At desen, atamam. Başıma tatlı bela kesildin.


(Bir düdük sesi duyulur. Kulak kabartır.)


Duydunuz mu? Gene onlar... Peşimi bırakmıyorlar ki sizinle rahat rahat konuşayım... Neyse, alt tarafını, maşallah, şey inşallah başka sefer anlatırım. Hoşça kalın!


(Pedalı çabuk çabuk çevirir, gider.)
 
Son düzenleme:
Geri
Top