• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
HAYATBANK

Oyun bir bankada geçiyor. Veznede duran bankacı bayanla, 23-24 yaşlarında bir bayanın dialoğu ile başlıyor. Müşteriler arka arkaya sıralanmış haldedirler. Nurten, Soner, Şirin, Nesli, Elif ve Arzu olarak. Kapıda da bir koruma görevlisi bulunmaktadır.



NURTEN – iyi günler, ben… (Bankacı, başka bir işle ilgilemektedir.)

NURTEN - Merhaba , ben hazine bonosu almak istiyorum.

SEMRA - Bir saniye, evet?

NURTEN - Hazine bonosu almak istiyorum, faizleri öğrenebilir miyim?

SEMRA - %23, en yakın 3 aylık, 3 aydan sonra bozdurabilirsiniz.

NURTEN - Peki, benim hesabımda 8 milyar 650 milyon olacak, mümkünse hepsiyle almak istiyorum.

SEMRA - Tamam, bir bakalım… Haziran’ın 9unda 9 milyar 300 milyon olacak. (Nurten’in yüzüne bakar)

NURTEN - Güzel.

SEMRA - (Kağıdı uzatır) Buyrun. (Defterine işler, defteri de uzatır).

NURTEN - (Defteri alır) Teşekkür ederim.

Nurten tam arkasını dönmüştür ki 25 yaşlarında bir adamın, elindeki tabancayı alnının ortasına doğrulttuğunu görür. Donup kalmıştır.

SONER - Sakın, hareket etme.

(Kadının boynuna kolunu dolayarak onu ters çevirir, tabancayı şakağına dayayarak bir iki adım geriler)

SONER - Herkes yere yatsın!

(Kimse yere yatmaz, herkes donuk bakışlarla soyguncuya bakar; bunun üzerine Soner havaya bir el ateş eder)

SONER - Herkes yere yatsın, dedim !

(Müşteriler panikle yere yatarlar, bu arada Eyüp (koruma görevlisi) veznelerden birinin arkasına saklanır, cebinden telefonunu çıkarır ve imdat çağrısı verir. soyguncu elleri ve sesi titreyerek bankacı kadına bir torba fırlatır;

SONER - Kasadaki tüm parayı şu poşetin içine doldur, hemen?

(Kadın , poşeti titreyen elleriyle alır, paraları doldurmaya başlar ; kasıtlı olarak ağırdan almaktadır, ortam iyice gerilir. Rehine kız paniklemiş ve çırpınmaya başlamıştır. Soner kızı sert bir hamle ile hareketsiz hale getirir. Yerde kıpırdamaya başlayan müşterilere silahını doğrultur)

SONER - Kıpırdamayın , kıpırdayanı vururum, yemin ederim, gözümü kırpmadan vururum.

Bankacı poşeti adama karşıdan uzatır. Soyguncu poşeti alır ve yavaş adımlarla kapıya doğru ilerler. Kızı hala bırakmamıştır.

SONER - Kimse hareket etmesin. İşte bu kadar, kimsenin canı yanmadan bitti. Tamam mı? Hiçbir sorun yok.

Tam kapıyı açmak üzeredir ki dışardan, polis arabalarının sirenlerini duyar. Olduğu yerde kalır, birden panikler.

SONER - Kahretsin! (Vezneye doğru hızla ilerler ve Semra’ya bağırır)

SONER - Kim haber verdi, hemen nasıl haberleri oldu ha?

Müşterilere döner, kollarında hala Nurten vardır.

SONER - Telefonlarınızı çıkarın! Bunu nasıl düşünemedim? Hepiniz telefonlarınızı çıkarıp buraya atın. (Ayağıyla bankanın bir köşesini gösterir)

Herkes hızla onun dediğini yapar, telefonlarını çıkarıp, köşeye fırlatırlar. Soner bilinçsizce sağa sola dönmektedir.Zaten başından beri titriyor olan vücudu daha da titremeye başlar. Elindeki kızı, diğerlerinin yanına fırlatır, kız yere çöker, hırsız veznedeki bayanı da yerinden alır, herkesin arasına fırlatır. Silahını hepsine birden doğrultur.

SONER - Sakin olun, kimseye bir şey yapmayacağım, sadece sakin olun.

Kapıya doğru yürür, pencereden dışarı bakarken,

SONER - Her tarafı sardılar, ne yapacağım ben?

Yerde uzanmış olan müşteriler yavaşca doğrulmaya başlarlar. Önce Şirin doğrulur. Biraz marjinal bir görüntüsü vardır. Sırtını duvara dayar, bacaklarını dizlerinden kıvırarak oturur. Rahatlığı, soğukkanlılığı dikkat çeker, donuk bir yüz ifadesi vardır. Biraz önce rehine alınmış kız, Nurten bir köşeye büzülmüş sesle ağlamaktadır, yaprak gibi titremektedir. Bankacı, Semra , vezneye yaslanmış durumdadır. Hırsız Soner, ise kendi kendine konuşmaktadır.

SONER - Tamam, ne yapacağım, ben ne yapacağım? Bu şekilde planlamamıştım, böyle olmamalıydı.

(Çaresiz ve paniklemiş bir tavrı vardır. Bir elinde para çuvalı, bir elinde silah ordan oraya yürümektedir)

SONER - Kimse yerinden kalkmasın?

ELİF - Buradan sağlam çıkabileceğini mi sanıyorsun, dışarıda polis kaynıyor. Seni sağ bırakmazlar.

SONER - Kapa çeneni, bir yol bulacağım, bir şekilde kaçacağım.

Semra – Buranın başka bir çıkışı yok, vazgeçsen iyi olur.

Soner eliyle yüzünü siler ve şöyle der,

SONER - Mutlaka kaçmam gerek, bu parayı yetiştirmeliyim. (Bağırarak) baba ne yapacağım?!

Nurten hala köşede çökmüş, sesle hıçkırmaktadır. Soner’in sinirini bozar ve ona bağırır.

SONER - Sen de sus artık, sus!

Nurten birden sıçrar, daha sesli ağlamaya başlar. Nesli sürünerek yanına gider, sarılarak,

NESLİ – Tamam, tatlım sakin ol, ne olur sakin ol!

NURTEN - Ölmek istemiyorum, ben, ben hamileyim, ölmek istemiyorum.

NESLİ – Kimseye bir şey olmayacak, sana da, bebeğine de, kimseye.

ARZU – (Orta yaşlı bir bayandır) Sen kaç yaşındasın ha? Elin ayağın yerinde, neden çalışmıyorsun da başını derde sokuyorsun?

SONER - Buradan çıkmam gerek tamam mı, bu parayı yetiştirmeliyim. (Dışardan siren sesleri gelmektedir)

Arzu - Nereye, kime götüreceksin?

Soner kapıya doğru ilerler, dışarıya bakarak yavaş yavaş yere çömelir. Elindeki silahı sıkı sıkı tutmakta, onunla şakaklarını ovuşturmaktadır.Ağlamaklı bir sesle konuşmaya başlar.

SONER - Hemen gitmem lazım. Babam hasta. Bu parayı hastaneye götürmem gerekiyor.

Semra (Bankacı) sinir bozucu bir şekilde güler.

SEMRA - Madem , bir iş yapıyorsun, o halde aptal yalanların arkasına saklanma. Buna kim inanır?

Arzu kafasını Soner’e doğru çevirir.

ARZU – Neler diyorsun böyle?

SONER - Evet. Babamın acil ameliyat olması gerekiyor, benim de bu parayla dışarı çıkmam lazım, olabildiğince çabuk.

ELİF - Sebebi ne olursa olsun, hiç bir şey bu yaptığını haklı göstermez.

ŞİRİN – Ne yapsaydı peki? Babasının ölümünü mü bekleseydi?

SEMRA - Bizi burada, bu şekilde tutmaya hakkı yok.

Soner birden ayağa fırlar, Semra’ya yönelerek.

SONER - Evet, var. Hanginiz hayatınızda benim durumumda olduğunuzu söyleyin. (Bağırarak) Ondan başka kimsem yok, bana yardım edeceksiniz.

Nesli – Sakin ol! Nasıl emin olabilirsiniz yalan söylemediğinden?

SONER - İnanırsınız ya da inanmazsınız, umrumda değil. Şu an güç bende ve sizlerde bana yardım etmek zorundasınız.

Nurten’in sesi tekrar duyulmaya başlar. (ağlayarak)

NURTEN - Gitmek istiyorum, beni, beni çıkarın.

ŞİRİN -Kapa şu koca çeneni artık! İnsanlar ölümden niye bu kadar korkar ki? Bir gün mutlaka öleceğimizi biliyoruz, ama ölmeyi kendimize yakıştıramıyoruz.

NURTEN - Biz bu çocuk için 3 sene bekledik. Onu kaybetmek istemiyorum. Ben ölmek istemiyorum.

ELİF - Öleceğini kim söyledi. Ona bir bak, sence katile benziyor mu?

SEMRA - Elinde silah var gerizekalı.

ŞİRİN - O silah benim elimde olsaydı, emin ol önce seni vururdum.

ARZU - Susar mısınız? Bir şeyler yapmalıyız. O çaresiz durumda.

(Soner’i göstererek)

NESLİ - Bak, izin ver çıksın (Nurten’i göstererek)

SONER - Hayır, bunu nasıl göze alırım?

ELİF - Bırak gitsin, bir saattir kafamızı şişiriyor.

ARZU - O hamile, yeteri kadar korktu. Kapıyı açıp yavaşça dışarı çıkarırız. Nasıl bir sorun olabilir ki?

NURTEN - Lütfen, lütfen.

SONER - (Biraz düşündükten sonra) Tamam, ama başka kimse kıpırdamayacak yerinden.

Silahı tekrara onlara doğrultur. Nurten’i elinden yakalar, kaldırır, yavaşça kapıya doğru ilerler. Nefes alıp verişi hızlanmıştır. Kapının arkasına doğru geçer, kapıyı açar ve Nurten’i dışarı bırakır. Ardından kapıyı hemen kapatır. İçeridekilere doğru döner, bir iki adım atar, düşüncelidir.

SEMRA - Eee, şimdi ne olacak peki? Biz burada mı kalacağız?

Birden ortam sessizleşir, herkes dalgın ve durgun bir şekilde belli bir yere bakar kalır.

ŞİRİN -Kırk sene daha burada kalabilirim. O kokmuş eve döneceğime.

(Elif Şirin’e söylediklerine anlam veremeyen bir tavırla bakar)

ARZU - Buranın başka bir çıkışı olmalı mutlaka. (Semra’ya bakarak) Havalandırma boşluğu falan yok mu?

SEMRA - Hayır! Boşluk falan yok, neler oluyor hepinize birden. Bu adam soyguncu, azılı bir katil. Ona yardım mı etmeye çalışıyorsunuz?

NESLİ - Doğru, ona ne kadar çabuk güvendik. Nasıl emin olabiliriz, babanın hasta olduğuna, ya bizi uyutuyorsan?

ELİF - Sana rehine lazımsa, neden hepimiz?

SONER - Çünkü-bana-yardım-edeceksiniz, hepiniz?

ŞİRİN - Nasıl? Bunu nasıl yapabiliriz ki, tek çıkış yolu şurada gördüğünüz kapı (eliyle kapıyı gösterir) ve önünde de tonlarca polis var.

SONER - (Yavaşça olduğu yere çökerken) İs-te-mi-yo-rum. (Ağlamaya başlar) Babam benim sahip olduğum tek şey…! 10 yaşımda annemi ve 3 kardeşimi kaybettim ben… O da giderse… Evde yanarak öldüler… Ben babamla balık tutmaya gitmiştim… Döndüğümüzde sokakta göz gözü görmüyordu. (Bağırarak) Çığlıklarını hala duyuyorum!... O günden beri tek desteğim babam. O da giderse ben, ben ne yaparım? Çok, çok para lazımdı. Başka çarem yoktu…. Başladığım işi bitirmem gerek.

Herkes şaşırmıştır. Gözleri iri iri açılmış, dikkatle onu dinlemektedir. Ortalığı sessizlik kaplar. Bir süre sonra

Elif - Babam bizi 20 sene önce terk etmiş… Onu sadece fotoğraflarından tanıyorum. Bir kez bile görmedim…, Ona dokunmadım… Öz bir baba nasıl olur, nasıl kokar, nasıl sarılır, nasıl öper bilmiyorum (Biraz sessizlikten sonra)

ŞİRİN - Jilet acı verir.

Nehir nem yapar.

Asit tehlikeli

Uyuşturucu kramp yapar

Silahlar yasa dışı

Gaz berbat kokar

İyisi mi yaşa bari (bağırarak)

SEMRA - Burada-normal-biri-yok mu?! Hepiniz karşısına geçmiş, bu zırvaları dinliyoruz.

NESLİ - Sen nasıl bir yaratıksın ha?

(Ayağa kalkıp ona doğru yürüyerek)

NESLİ - Hemen şimdi dışarı çıkıyorsun! (kolundan tutar ve herkese bakarak)

NESLİ - Buna “hayır” diyecek biri var mı aramızda?

Kimseden ses çıkmaz, Şirin’in yüzünde tebessüm olur.

NESLİ - Güzel!

Onu hızla kapıya doğru götürür.

NESLİ - Dışarıdakilere şöyle söyle: Buradan hiç kimse o, (Soner’i göstererek) parayı alıp babasına götürmeden çıkmayacak!

Kapıyı açar ve onu dışarı iter. Ardından kapıyı hemen çarparak kapatır. Kapıya sırtını yaslar. Biraz sessizlikten sonra

ARZU - Babanı kurtaracağız. Ama, bakın (herkese birden dönerek) biraz mantıklı olmalıyız. Bu şekilde hiçbir yere varamayız. Eninde sonunda yakalanırsın, buradan asla kaçamazsın

ELİF – O halde onları ikna etmemiz gerekecek.

ŞİRİN -Neye? Şöyle mi diyeceğiz, “bırakın, paralarıyla çıkıp gitsin, hasta babasına götürecek, kim inanır söyler misin?

NESLİ - Belki inanmazlar ama, en azından onun bir katil olmadığını bize zarar vermeyeceğini öğrenmiş olurlar.

SONER - İşe yaramaz, ben dışarı çıkar çıkmaz, vurulurum. Para da hastaneye değil yerine gider (Eliyle vezneyi gösteriri)

ARZU - Birimiz dışarı çıkıp olanları anlatsın, emin olun ona zarar vermezler, hatta bence yardım bile ederler.

Tam bu sırada, veznenin arkasından çıkan koruma görevlisi (Eyüp) herkesi şaşırtır. Tabancayı iki eliyle sıkı sıkı tutmaktadır. Çok heyecanlıdır ve gözleri korku doludur. Herkes birden yerinden fırlar. Kapının tam karşısında sıralanırlar. Soner yerinden kalkarken hafif sendeler ve silahı elinden düşer. Almaya yeltenirken Eyüp bağırır,

EYÜP - Sakın ona dokunma, kalk, kalk, kalk, kalk doğrul hemen, seni yalancı hırsız.

NESLİ - Ne yaptığını sanıyorsun sen?

ELİF - Her şeyi mahvedeceksin.

EYÜP - Siz susun, hepinizi ayakta uyutuyor, çocuk gibi, hepiniz bu herifin üfürmelerine inandınız. Ama beni kandıramaz.

ŞİRİN - O silahı elinden bırak aptal herif.

ARZU - Tamam, lütfen sakin ol (Ona doğru çok yavaş hareket ederek) O kimsenin canını yakmak istemedi, yakmayacak da.

EYÜP - Geri çekil kadın, dikkatimi dağıtma!

SONER - Benim istediğim tek şey bu parayı babama yetiştirmek, zararı yok, beni hemen şimdi tutukla ama bunun hastaneye ulaşması lazım.

EYÜP – Kes artık şu hasta baba hikayesini.

ŞİRİN – Asıl sen kes şu saçmalığı

(Hızla Eyüp’e doğru gider, eline uzanır, bu sırada Soner yer değiştirmeye çalışırken, Eyüp Şirin’i iter ve birden Soner’i vurur.)

Nesli, eliyle ağzını kapatır, herkesin gözleri irileşmiş, oldukları yerde kalakalmışlardır.

ELİF – Seni gerizakalı! (diye bağırır, ona doğru yürür, göğsünü yumruklar, sonra arkasını dönüp Soner’e bakar)

Soner yerde yatmaktadır, gözleri açık tavanda bir noktaya sabitlenmiştir. Nesli yavaşça ona doğru yürür, eline uzanır. Eyüp bu arada kapıyı çar ve polisler içeri girmeye başlarlar. Önce Arzu’yu, sonra Elif’i ve sonra da Şirin’i omuzlarından sarılarak dışarı çıkarırlar.

(Kızları dışarı çıkarırlarken)

POLİS 1 - Tamam, tamam, panik yok, her şey bitti.

POLİS 2 – Allah’a şükür kimseye bir şey olmadı.

Nesli Soner’in elini tutarken Soner gözlerini kapatır ve Polis 1 gelir.

POLİS 1 - Sen ne arıyorsun hala burada, gel hadi.

Nesli’yi omuzlarından tutarak kaldırır. Gözleri hala Soner’dedir. Ona baka baka polis yardımıyla dışarı çıkarılır. Polisler bir battaniye ile içeriye girerler, Soner’in üstünü örtüp sürüyerek dışarı çıkarırlar.
 
Son düzenleme:
HAYLAZ VELİ

(Bir perdelik, üç sahneden oluşan çocuk oyunu )


OYUNCULAR

Veli : İlkokul üçüncü sınıf öğrencisi

Anne : 30 yaslarında ev kadını

Baba : 35 yaslarında devlet memuru

Doktor Fazlı bey: 28 yasında

I. çocuk

II. çocuk

SAHNE I

( Sade bir ev dekoru. Masa birkaç sandalye ve basit ev eşyaları)

Veli sekerek, şarkı söyleyerek, su kabindan su içerek gelir. Sahnede bir iki tur atar, sağa sola bakınır ve bağırır

Veli: Anneeee anneeeee neredesin yaa ben geldim. Haydi gel de al şu önlüğümü.


Anne: ( Gelir ) Hoş geldin Veli. Niye bağırıyorsun gene bir şey olmuş gibi


Veli: Önlüğümü al diyorum ya


Anne: Daha önce kıyafetlerinin tertip ve düzeninden sen kendin sorumlusun diye söylemiştim


Veli: Ama ben üçüncü sınıfa giden küçücük bir çocuğum.


Anne: Harçlığını az bulduğun zaman ben büyüdüm artık çok para vermelisiniz diyorsun ama önlügünü giyip çıkarmaya, elbiselerini düzenlemeye gelince, küçük bir çocuk oluveriyorsun. Hadi bakalim kendi işini kendin yap.


Veli: ( Gönülsüzce önlügü düzensiz bir şekilde bir yere atar) şu çantamı dolabın üstüne koy anne gözüm görmesin.


Anne: (sert) Çantanı bir kenara atıyorsun, okula gidinceye kadar elini sürmek istemiyorsun. Böyle ögrencilik olur mu? Ögretmeniniz size ödev vermiyor mu? (Elindeki sofra bezini Veliye uzatarak) Neyse bunları az sonra konuşuruz. Sen şu sofra bezini dışarıya güzelce silkelede gel. Dikkat et komşunun köpeğinin yanına yaklaşma.


( Veli annesinin elinden sofra bezini alarak çıkar. Az sonra köpek havlaması duyulur. Veli koşarak korkmuş bir vaziyette içeri girer. Elindeki sofra bezi parçalanmış, kolunu ve kalçasını tutar vazitettedir)


Veli: Annee köpek beni ısırdı alçak köpek hain köpek.


Anne: Ne var Veli o seste neydi öyle


Veli: ( Dışarıya bakarak ) Ama ben sana sorarım. İntikamım Urfa biberinden daha acı olacak acıı. Offff!


Anne: Oğlum gene köpekle mi oynadın sen ?


Veli: ( Dışarıya bakarak) Havla sen bakalım havla. ( Annesine ) Ne varmış yani kuyruğuna mandal kısdırdıysak anne. Şaka nedir bilmez mi bu hayvan ?


Anne: Bilmez tabi oğlum. Hayvan ne bilirmiş şakayı. Kaç kez söyledik sana sokaktaki hayvanlarla oynama diye. Söylemekten dilimizde tüy bitti. Neyse bu sana iyi bir ders olsun Veli. Hadi hadi ver şu sofra bezini şunun haline bak ya Alah Alaaaah. Neyse az önce kaldığımız yerden devam edelim istersen


Veli: Şu ödev konusu mu anne.


Anne: Evet aynen öyle. Şimdi söyle bakalım. Okuldan gelince neden ödev yapmadan her şeyi bir tarafa atıp sokağa gidiyorsun. Bir gün olsa neyse. Her gün aynı şeyi yapıyorsun.


Veli: Öğrencilere çok ödev verilmeyecekmis, çantaları ağır olmayacakmış.

Anne aslında benim hiç çanta taşımamam gerekir.


Anne: (Meraklı) Yaa öylemi beyefendi peki ne yapman gerekiyor muş ?


Veli: Bütün kitaplarımı ve defterlerimi sıranın altına korum, okulda kullanacagımı kullanırım, sonra da elimi kolumu sallaya sallaya rahat bir şekilde belim ağrımadan, yorulmadan okula gelir giderim. Böylecee hamal gibi çanta taşımaktan kurtulurum.


Anne: (Seyircilere) Görüyor musunuz neleri hesabediyor, neleri düsünüyor bizim afacan Veli ? Sizler Veli gibi düsünmüyorsunuz değil mi çocuklar. ( Veliye dönerek) Bırak sen bilgiç bilgiç konusmayı da eşyalarını topla hadi bakalım. Sonra da ödevinin başına otur.


Veli: Anne ben ödevlerimi yaptım


Anne: Yaptın mı ?


Veli: Eveeeet


Anne: Ne zaman ?


Veli: Teneffüslerde


Anne: Teneffüslerde ödev yapılır mı hiç ? Aman yarabbi daha neler . Oğlum teneffüslerde Su içersin, yüzünü falan yikarsın, tuvalete gider, elini sabunlarsin sonra da hemen zil çalar.


Veli: Valla yaptım anne yaa . İnanmazsan bak defterime.


Anne: Çıkar defterini.


Veli: ( Kurumlanarak, böbürlenerek, şişkin bir şekilde defterini çıkarıp annesine uzatır) Buyruun.


Anne: (Dikkatli bir şekilde defteri inceledikten sonra)Aaaa ! oğlum bu yazılar senin değil. Çünkü senin yazın bu kadar güzel değilki.


Veli: Anne, ben varya ben, süper zeki bir adamım. Öğretmen tahtaya yazınca hemencecik anlayıveriyorum.


Anne: Şu “Le” harfine bak düzgün yazılmış.


Veli: Lee,Lee Leylek leylek havada yumurtası tavada annecim


Anne: “Se” harfine bak gayet mükemmel


Veli: Başarılı öğrenci dediğin benim gibi olur .


Anne: Hımmmm ! “Be” harfide oldukça güzel yazılmış.


Veli: Tabii annecim. Şu anda Senin karşında sınıfının en başarılı, en çalışkan, en akıllı, en çok ders çalışan bir öğrencisi duruyor.

Anne: ( Şaşkın ) İyi de ama ben geçen gün öğretmeninle görüştüğümde tam tersini söylemişti. Dersleri dinlemeyip devamlı konuşuyor, etrafındaki arkadaşlarını rahatsız edip duruyormuşsun.


Veli : Bu bir iftira, itiraz ediyorum annecim.


Anne: Reddedildi itirazın. Söyle bakalım kim yazdı bu yazıları ?


Veli : Ben yazdım anne ben ben .


Anne : Veli Veliii ! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Lütfen gözümün içine bakarak yalan konuşmayı bir tarafa bırakta doğruyu söyle bakalım.Kim yazdı bunları ?


Veli: Şeyy hımmmmm ! Ama dövmeyeceksin beni anne.


Anne: Oğlum o nasıl söz öyle ben seni bu güne kadar hiç dövdüm mü ?


Veli: Hayır anne dövmedin de olur ya belki şeytana uyarsın falan diye düşündüm.


Anne: Laf kalabalığı yaparak sorduğum soruyu unutturmaya çalışıyorsan boşa uğraşıyorsun sayın Veli bey, hatırlatırım. Evet, cevabını bekliyorum.


Veli: Kızmayacaksın ama tamammı anne


Anne: Pazarlık yapma


Veli: (Duraklayarak ) 5 / A sınıfında Ferhat var ya, işte ona yazdırdım.


Anne: Yaa demek öyle. Pekii ödevlerini yaptırmaya onu nasıl ikna ettin ?


Veli: Ondan kolay ne var anne. Baktım, silgisi yokmuş hemen dişimle kendi silgimi ortadan ikiye ayırıp ona verdim, o da hemen benim ödevlerimi yaptı.


Anne: ( Kendi kendine ) Vay başıma gelenler vay ! Ben ne yapacağım bu çocukla ya Rabbi. Hiç söz dinlemiyor, laf anlamıyor, bu gün de yalan söylemeye başladı. Nasıl başa çıkacağım bilmiyorum ki


Veli: Anne ben sokağa gidiyorum.Dum dum Ali, şişko Necati dışarda beni bekliyorlar. Önce asfaltta top oynayacağız daha sonra bizim köylü Mustafa dedenin bahçesinde uzun eşek oynayacağız.


Anne: (Hiddetlenerek ) Arkadaşlarına neden lakap takma ihtiyacı duyuyorsun yavrum ? Sakın ha bir daha bu şekilde konuşma, arkadaşlarına isimleriyle hitabet. Ayıptır, günahtır. Sen nerden alışıyorsun, kimden öğreniyorsun böyle konuşmayı yavrum ? Hem Mustafa dedenin bahçesinde oynamayın. Ordan kirli su akıyor. Mikrop kapar hasta olursunuz Allah korusun.


Veli: Amaan anne sen de yaa. İşin gücün öğüt vermek. Bırak bunları, boş ver Allah Allaaah. Biz ne yapacağımızı, nerede nasıl oynayacağımızı biliriz.


Anne: ( Kolundan tutarak karşısına oturtur ) Arkadaşlarına lakap takmayı, silginin yarısını rüşvet olarak başkalarına vermeyi, anneye karşı gelmeyi nerden öğreniyorsun yavrum ?


Veli: Oyuna geç kaldım bırak beni gitmem gerek, arkadaşlar bekliyorlar yaa !


Anne: Baban ve ben her zaman sana doğru davranışları, anlattığımız ve a örnek olmaya çalıştığımız halde nerden ya da kimden öğreniyorsun bütün bunları ?


Veli: Öffff öf. Nerden olacak yaa, tabi ki televizyondan. Televizyondaki filmlerde rüşvet veriyorlar, ama ben silgimin yarısını ödevlerimi yaptırmak için arkadaşıma verdimmi kızıyorsunuz. Filmlerde pis laflar konuşuyor, küfrediyorlar fakat ben arkadaşlarıma lakap takınca kızıyorsunuz. Dizi filmlerde insanlar ha bire dövüşüyor, bir birlerini yaralıyor, öldürüyor, kan döküyorlar, ama ben okulda dövüştüğüm zaman yanlış olduğunu söylüyor, beni uyarıyorsunuz. Bu nasıl iş anne yaa?


Anne: Bunların hepsi tabi ki yanlış şeyler Veli. İnsanların bir birlerini yaralaması, öldürmesi, kan dökmesi, rüşvet vermesi doğru olabilir mi hiç? (seyirciye dönerek ) Öyle değil mi sevgili arkadaşlar. Dostça, kardeşçe, barış ve huzur içinde güzel güzel yaşamak varken neden bir birimizin boğazını sıkalım, kan dökelim. Yunus Emre diyor ki:


Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalalım

Sevelim sevilelim

Dünya kimseye kalmaz.


Veli: Tamam de anne öyleyse niçin televizyonlarda böyle filmler yayınlanıyor ki ?


Anne: Aaaah ah Veli Ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Bu soruyu aslında yanlış programları hazırlayanlayan televizyon kanallarının sorumlularına, film çeken yönetmenlere, sanatçılara sormak gerekir. Bizim yapacağımız şey bizlere kötü alışkanlıklar kazandıran, çalışmaktan uzaklaştırıp tembelliğe ve uyuşukluğa bizi yönelten programları izlememek. Eyvaaah Oğlum lafa daldım ocaktaki sütüi unuttum. ( koşarak çıkar )


Veli: Eyvah ben de lafa daldım oyunu unuttum. Haydiii dıgıdık dıgıdık. (çıkar )


SAHNE II

( Bir tarafta masa sandalye. Karşı tarafta divan, sehpa. Birkaç kitap ve gazete sehpanın üzerinde durmakta. Veli Çantasını başının üzerine koymuş, simit satar gibi sahneye girer.Masanın üstüne oturur.Koynundan birkaç kalem çıkarırır. Belinden defter, sırtından kitap, ayakkabısının içinden silgi çıkarır. Çantasından bazı oyuncaklar çıkarır ve oynamaya başlar. Babasının geldiğini anlayınca hemen oyuncakları toplayarak çantaya kor. Ders çalışmaya başlar)

Veli: Eyvah babam geliyor, suçüstü yakalnmayalım.


Baba: (Yanında durarak) Kolay gelsin Veli. Dersler nasıl gidiyor bakalım, okulda ne var ne yok.


Veli: Eh! Ne olsun işte baba iyilik sağlık. Yuvarlanıp gidiyoruz.


Baba: (Karşıdaki divana oturur eline gazeteyi alarak bir sayfasını açar) Bu gün neler öğrendiniz, neler yaptınız anlat bakalım.


Veli: Baba bu gün okulda çok şey öğrendik çook.


Baba: Yaa öylemi, neymiş o öğrendiklerin söyle bakalım biz de öğrenelim.


Veli: (Hararetle anlatmaya başlar) Öğretmenimizin kaç yaşında olduğunu öğrendim. (Parmaklarıyla sayarak) Müdürümüzün arabasının modelini ve plakasını öğrendim. ( Bir plaka söyler) Hurda bir araba. Hi hi hiii. Bi de hımmm Hasan Gülpınar öğretmenimizin evinin nerede olduğunu öğrendim.


Baba : Oğlum ne diyorsun sen öyle.Maşallah, derslerinin dışında ne varsa öğrenmişsin. Bunun için mi gidiyorsun sen okula ?


Anne: ( İçeri girer) Ooooff offf ! Velinin dağıttığını toplamakatan belim koptu yoruldum, mahvoldum. Bütün eşyaları ortalıkta. Hiçbir şey yerli yerinde değil. Odası savaş alanı gibi. Oğlum biraz tertipli ve düzenli olsana. Sokaktan eve gelince çoraplarını çıkar banyoya at, elini yüzünü bir güzel sabunla. Sonra tertemiz otur, işine gücüne bak.


Veli: Ama ben çoraplarımı banyoya atmıştım anne.


Anne: Öylemii, mutfaktaki ekmek çantasının üzerinde ne işi var senin çoraplarının ?


Veli: Giriş kapısından hızlı bir penaltı çektim fakat isabet ettirememişim demekki.


Baba: Bırak şimdi annene laf yetiştirmeyide dersine devam et bakalım.


( Veli ders çalışmya devam eder.Anne sehpadaki kitaplardan birini eline alır ve oturup okumaya başlar. Baba gazete okur. Veli ders çalışmaya devam eder. Kısa bir sessizlik)


Veli: Baba Aslında bizim derslerimiz on dakika, teneffüslerimiz de kırk dakika olması gerekir.


Baba: Bak seen, neden öyle olması gerekiyormuş ?


Veli: Ödevlerimin hepsini teneffüslerde yapar, eve gelince de bol bol oynardım.


Anne: Ama biz sana oynaman için yeterince zaman tanıyoruz.


Veli: Olsuun, daha çok oynardım.


Baba: Oğlum, evladım. Bırak böyle şeyler düşünmeyi yaa.Ders zamanı ders, oyun zamanı oyun. Hepsinin yeri ve zamanı var.


(Masanın üzerinde 15 20 kalem vardır. Veli masadaki kalemlerle yazmaya çalışır. Fakat hiç birisiyle yazamaz. Sonra babasının elindeki kalemi ister)


Veli: Baba kalemini alabilirmiyim. Benimkiler yazmıyorda.

Baba: O kadar kalemin içinde hiç birisi yazmıyor mu oğlum.


Veli: (Başını yukarı kaldırır) cık.


( Baba gazete okumaya, anne kitap okumaya devam eder. Biraz ders çalıştıktından sonra kıkırdamaya başlar.)

Anne: Durduk yerde niye gülüyorsun Veli.


Veli: Hiiç. Aklıma bir şey geldide.


Baba: Neymiş o aklına gelen ?


Veli: Benim önümde oturan dört göz Ayşe var ya


Anne: O nasıl konuşma öyle Veli. Arkadaşlarına lakap takma demedim mi bu gün ben sana ? (Yerinden kalkarak Velinin yanına gider) Oğlum bak. Arkadaşlarına lakap takmak, hoşlanmayacakları sözler söylemek hem ayıp hem de günahtır. Birisi sana gelip tembel Veli, pasaklı Veli dese ne yaparsın ?


Veli: (Ayağa fırlayarak) Canına okurum. Kemiklerini kırarım, parça parça doğrar, köpeklere atarım etlerini.


Anne: Tamam tamam sus. Gördün mü bak kendine yapılırsa kızıyorsun. Öyleyse kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkalarına yapmamalıyız. Aynı şekilde kendimize söylenmesiniden hoşlanmadığımız sözleri başkalarına söylemeyeceğiz. Söylediklerime katılıyor musun Veli ?


Veli: Evet anne doğru söylüyorsun. Ama ne yapayım dilim alışmış.


Anne: İstersen düzeltebilirsin. Bir insan yanlş sözleri konuşa konuşa artık o sözler kendisi için normal hale gelir. Küfrederek konuşan bir insan için zamanla bu sözler normalmiş gibi gelir kendisine. Bizim yapmamız gereken şey ise dilimizi güzel sözler konuşmaya alıştırmaktır. Gerek babanın gerekse benim ayıp sözler konuştuğumuzu duydun mu hiç ?


Veli: Duymadım anne.


Baba: Yeter artık oğlum bu yaptığın yaramazlıklar. Biz senin için her türlü fedakarlığı yapıyoruz. Senin de dikkat etmen gerekir. Ayrıca, pantolonundaki lekeler ne öyle. İnşaatta mı çalıştın ? Daha bu gün sabah okula giderken giymiştin. Bir günde ne hale getirmişsin.


Veli: Okulumuzun bahçesi tozlu topraklı teneffislerde oynarkan kirleniyor işte ne yapayım.


Anne: Bek Veli. Giysilerinin ve elinin ayağının temizliğine dikkat etmelisin. Bizi izleyen öğrenci kardeşlerimizin de okullarının bahçeleri, evlerinin önü tozlu çamurlu ama onlar senin gibi kirletmiyorlar. Ayrıca yemekten önce ve sonra ellerini güzelce yıkamayı, dişlerini fırçalamayı alışkanlık haline getirmelisin.Pekii söyle bakalım Veli okulda sen çöpleri nereye atıyorsun ?


Veli: Bazan tuvalete bazen de gizlice arkadaşlarımın sıralarının altına koyuyorum.


Anne: Aman Allahım ! Olur mu öyle hiç. Elimize geçen her şeyi tuvalete atarsak tıkanır, kullanılamaz hale gelir. Çöpleri ne tuvalete ne de arkadaşlarımızın sıralarının altına atmayacağız, doooğru çöpe . Anlaşıldı mı Veli bey ?


Veli: Tamam anlaşıldı anne.


Baba: (Saatine bakar) Saat dokuz oldu. Ödevini tamamladıysan yat artık.


Veli: (Hemen kitaplarını çabucak toplayarak çantasına kor) iyi geceler baba


Baba: Haydi iyi geceler Veli.


Anne: Az önce konuştuğumuz gibi dişlerini fırçala, ayaklarını yıka ondan sonra yat.


Veli: Anne, bu uygulamaya yarın başlasak daha iyi olmaz mı? Şimdi çok uykum geldi.

Anne: Olmaz. kaytarmak yok. Bugünün işini yarına bırakma. Doğru banyoya bakalım.Marş marş. (Arkasından iterek ) Bey sende gazetini okuduktan sonra yatarsın.


Baba: Tamam tamam gazetimi okudum. Fakat Öğrenci arkadaşlarımıza bir şey sormak istiyorum. Arkadaşlar, söyleyin bakalım Anne babalar çocuklarının kötülüğpünü isterler mi? Öyleyse hepiniz anne babanızın sözünü tutun.
 
Son düzenleme:
HAYLAZ VELİ (devamı..)

SAHNE III


( Doktor – Veli - Anne – Baba )


( Veli hasta olmuştur. Ağlamaya inlemeye başlar. Ateşi yükselmiş, karnı ağrıyor.)

Veli: Oooof offf ! Karnım ağrıyor, midem bulanıyor, başım dönüyor, ııııhhhh anne. Nerdesin anneee.


Anne: ( Telaşla sahneye girer) Hayrola neyin var, ne oldu yavrum sana böyle, niçin kıvranıyorsun orta yerde ?


Veli: Ateşim vaaar, midem bulanıyor, her tarafım ağrıyor, başım, başım çok fena.


Anne: ( Veliyi kaldırarak yatağa götürüp yatırır ve babaya seslenir) Bey, bey çabuk kalk buraya gel. Veli hastalandı. (Veliye) Veli meraklanma oğlum. Baban gelsin bir çaresine bakarız. Hemen seni doktora götürürüz.


Baba: ( Koşarak gelir) Veli ne oldu neren ağrıyor oğlum. ( Ateşini kontrol eder) Eyvaah ? Ateşi bir hayli yükselmiş.


Veli: Oooooff ooofff ! Bütün vücudum ağrıyor baba.


Anne: Bey, hadi durma git bir taksi çağırda hemen hastaneye götürelim.


Baba: Yok yok. Bu şekilde hastaneye götüremeyiz. Bizim Doktor Fazlı beye telefon edeyim de hemen gelsin. Fazla zaman kaybetmeyelim. Ben hemen telefon edeyim. ( Telefonu eline alır, arar ve konuşmaya başlar) Alooo. Doktor fazlı beylemi görüşüyorum. Ben Hasan Yavuz. Kusura bakmayın Fazlı bey Sabahın köründe sizi rahatsız ettik. Mümkünse hemen bizim eve gelebilir misiniz. Oğlum çok fena ateşlendi. Evet, tamam. Peki Doktor bey, siz gelinceye kadar biz ne yapabiliriz ? Haa Öylemi oldu tamam. Aynen dediğiniz gibi yaparız. Bekliyoruz efendim. Görüşmek üzere.(telefonu kapatır) Doktor bey on dakikaya kadar burda olur. O gelinceye kadar ıslak bezle vücudunun ateşini düşürmeye çalışacakmışız. Hanım, hemen bir bez ıslat gel alnına koyalım. ( Veliye) Sabret, dayan Veli şimdi doktor Fazıl amcan gelip seni bir güzel muayene eder.


( Anne ıslak bezi getirerek Velinin alnına kor)


Baba: Ne zaman hastalandı Veli ?


Anne: Kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittiğimde Bir ses duydum. Dönüp baktığımda iki büklüm olmuş salonda kıvranıyordu. Hemen kaldırıp yatağına yatırdım.


Baba: Allah Allaaah neden hasta oldu acaba ? Şimdi doktor bey gelince anlarız. Ateşine dikkat edelim. Allah korusun havale falan geçirmesin. Ben kapının önüne çıkayımda doktoru karşılayayım. Sakın çocuğun yanından ayrılma.


Anne: Tamam tamam bir yere ayrıldığım yok saten. ( Baba çıkar). Veli canın bir şey istiyorsa getireyim.


Veli: Hayır, canım hiçbir şey istemiyor. Anne, ben ölecek miyim ?


Anne: Allah korusun oğlum o nasıl söz. Doktor amcan gelir bir güzel muayene eder seni. İnşallah yarına kadar bir şeyin kalmaz, iyi olursun Hem her hasta olan ölecek diye bir şey yok.


( Doktor önde baba arkada sahneye girerler.Doktorun beyaz önlüğü,doktor çantası vardır.)


Anne: ( Karşılar) Hoş geldiniz fazlı bey.


Doktor: Hoş bulduk. Hemen başlayalım. ( Aletlerini çıkarır güzelce muayene eder) En son ne zaman yemek yedin Veli ?


Veli: Akşam annemlerle birlikte yemiştik.


Doktor: ( Muayeneye devam eder) Okulda falan açıkta satılan, okul dışında satılan yiyeceklerden alıp yedin mi ?


Veli: Evet. Ama ben her zaman okul dışında satılan jips, çitoz alırım.


Doktor: Yaaa, öylemi. Hımmm ! pekala. Okulda tuvaletten çıkanca ellerini yıkıyor musun?

Veli: …………………………


Doktor: Evet, yıkamıyor musun yoksa ?


Veli: ( Başını yukarıya kaldırarak ) cık. Ama okulumuzdaki tuvaletlerde sabun yokki


Anne: Çantana her gün küçük bir sabun koyuyordum. Fakat sen götürdüğün sabunu geri getirmiyor, okulda kaybedip geliyordun. Sana sabun dayandıramadım oğlum.


Doktor: Annenin çantana koyduğu sabunları ne yapıyordun veli ?


Veli: Şeyyy


Doktor: Hadi, korkmana gerek yok yalana baş vurmadan doğru bir şekilde söyle bakalım.


Veli: Sabunlarla oyun oynuyordum. Elimden kayıp tuvalete düşüyordu.


Doktor: Sabunlar oyun oynamak için değil temizlik için kullanılır.Öyle değil mi



Veli : Haklısın doktor amca.


Doktor : En son ne zaman meyve yedin?


Veli : Dün Mustafa dedelerin arka bahçelerinde elma ağaçlarının altında oyun oynarken su birikintisi içinde bulduğum elmayı yemiştim. Arkadaşlarıma da verdim ama onlar “Bu su kirli ve mikropludur” diye yemek istemediler.


Anne : Ayyyy, olmaz bu Veli.Biz sana kaç kere dedik Yerde bulduğun şeyleri yeme diye?


Doktor : (Reçeteye ilaç yazar) Şu ilaçları alın.Günde iki defa yemeklerden sonra alınması gerekir. Bir tane de iğne yazdım ki daha çabuk iyileşşin.


Veli : (Ayağa fırlar) Neeeeeeee iğne mi?(ayağa fırlar birkaç adım sağa sola atar sendeler ve yatağa düşer)Ben iyiyim,hasta filan değilim,ateşim de düştü. İğne yaptırmak istemiyorum.


Doktor : Veli, düzenli olarak ilaçlarını kullanır, bu iğneleri de yaptırırsan kısa zamanda iyleşirsin.


Veli : Bana ne bana ne olmaz olmaz ben iğne yaptırmam korkarım


Anne : Hem iğneden korkuyorsun hem de temizliğine dikkat etmiyorsun.


Veli : Size söz veriyorum temizliğime de dikkat edeceğim sözünüzden de dışarı çıkmayacağım.


Baba : Bu ilaçları içmez ve iğneyi de yaptırmazsan sağlığın gittikçe kötüleşir. Ve ne arkadaşlarınla oynayabilir ne de okula gidebilirsin.


Veli : Anne-babanın sözünden çıkmanın ne kadar yanlış olduğunu şimdi daha iyi anladım.


Doktor : Aferin sana Veli,geçte olsa hatanı anlamış olman ne güzel. Önemli olan hata yapmak değil hatayı anlayıp ondan ders alıp doğru olanı yapmaktır.Eveeeet,bana müsaade.Veli’nin bu sözlerinden sonra bana gerek kalmadı.Tekrar geçmiş olsun.Hadi Allah’a ısmarladık.


Baba : Hanım ben de doktorla beraber çıkıp ilaçları alayım ve okula uğrayıp sınıf öğretmenine Veli’nin hasta olduğundan gelemeyeceğini söyleyeyim.Zaten okul saati de yaklaştı.(Baba ile doktor çıkar.)


Anne : (Seyirciye seslenir) Sevgili arkadaşlar hasta olmadan önce sağlığımızın kıymetini bilmek gerekir.(Veli’ye)Eveeeeet,nasıl oldun,kendini nasıl hissediyorsun?


Veli : Fenayım anne,kafamın ağrısı hala sürüyor.(Kapı çalar.Anne kapıyı açmaya gider.Veli’nin iki arkadaşı ile sahneye girerler)

Anne: Hoş geldiniz çocuklar şöyle geçin oturun.


Çocuklar: Hoş bulduk teyze


I. Çocuk : Geçmiş olsun Veli.


II. Çocuk : Geçmiş olsun Veli.Az önce baban senin hasta olduğunu öğretmenimize söyledi.Biz de merak ettik,öğretmenimizden izin alıp koşa koşa geldik.


I. Çocuk : Dün iyiydin.Birlikte Mustafa dedenin elma ağaçlarının arasında oynuyorduk.Nasıl bu duruma geldin?


Veli : Arkadaşlar hatırlarsanız ben yerdeki su birikintisinin içinde bulduğum elmayı yemiştim.Ne olduysa ondan sonra oldu.Gece yarısı şiddetli bir baş ağrısı ve karın ağrısıyla kıvranarak uyandım.Annemler doktor çağırdılar,muayene ettirdiler.Doktor amca da ilaç ve iğne yazdı.Babam ilaçları getirince içmeye başlayacağım. ( Kısa bir sessizlik) Şeyyyy arkadaşlar size karşı çok mahçubum.


1.Çocuk : Niye Veli?


2.Çocuk : Neden mahçupsun bize karşı?


Veli : Bugüne kadar sizleri çağırırken hep lakap takarak çağırıyordum,bana kızmanıza rağmen bunu hep yapıyordum.Fakat siz bu kötü davranışıma rağmen beni yalnız bırakmayıp buraya kadar geldiniz.Sizlerden çok özür diliyorum arkadaşlar.


1.Çocuk : Evet kızıyorduk ama hasta olduğunu duyunca dayanamayarak geldik.


2.Çocuk : Çünkü insanlar birbirlerine kötü günde daha çok ihtiyaç duyarlar.


I. çocuk: Neyse biz gidelim artık.


Veli : Sağolun arkadaşlar,çok teşekkür ederim.


Anne : Çok sağolun çocuklar ayakalarınıza sağlık.


Veli: Anne ben çok terledim, çok da susadım bir bardak su verir misin?


Anne: Olmaz Veli. Terli iken su .çmek olmaz. Zaten hastasın. En iyisimi kalk odana gidelim de kıyafetlerini değiştirelim.


Veli: tamam anne.

(Anne Veliyi kaldırır ve birlikte sahneden çıkarlar.)
 
Son düzenleme:
HAYLAZ VELİ (devamı..)

SAHNE III


( Doktor – Veli - Anne – Baba )


( Veli hasta olmuştur. Ağlamaya inlemeye başlar. Ateşi yükselmiş, karnı ağrıyor.)

Veli: Oooof offf ! Karnım ağrıyor, midem bulanıyor, başım dönüyor, ııııhhhh anne. Nerdesin anneee.


Anne: ( Telaşla sahneye girer) Hayrola neyin var, ne oldu yavrum sana böyle, niçin kıvranıyorsun orta yerde ?


Veli: Ateşim vaaar, midem bulanıyor, her tarafım ağrıyor, başım, başım çok fena.


Anne: ( Veliyi kaldırarak yatağa götürüp yatırır ve babaya seslenir) Bey, bey çabuk kalk buraya gel. Veli hastalandı. (Veliye) Veli meraklanma oğlum. Baban gelsin bir çaresine bakarız. Hemen seni doktora götürürüz.


Baba: ( Koşarak gelir) Veli ne oldu neren ağrıyor oğlum. ( Ateşini kontrol eder) Eyvaah ? Ateşi bir hayli yükselmiş.


Veli: Oooooff ooofff ! Bütün vücudum ağrıyor baba.


Anne: Bey, hadi durma git bir taksi çağırda hemen hastaneye götürelim.


Baba: Yok yok. Bu şekilde hastaneye götüremeyiz. Bizim Doktor Fazlı beye telefon edeyim de hemen gelsin. Fazla zaman kaybetmeyelim. Ben hemen telefon edeyim. ( Telefonu eline alır, arar ve konuşmaya başlar) Alooo. Doktor fazlı beylemi görüşüyorum. Ben Hasan Yavuz. Kusura bakmayın Fazlı bey Sabahın köründe sizi rahatsız ettik. Mümkünse hemen bizim eve gelebilir misiniz. Oğlum çok fena ateşlendi. Evet, tamam. Peki Doktor bey, siz gelinceye kadar biz ne yapabiliriz ? Haa Öylemi oldu tamam. Aynen dediğiniz gibi yaparız. Bekliyoruz efendim. Görüşmek üzere.(telefonu kapatır) Doktor bey on dakikaya kadar burda olur. O gelinceye kadar ıslak bezle vücudunun ateşini düşürmeye çalışacakmışız. Hanım, hemen bir bez ıslat gel alnına koyalım. ( Veliye) Sabret, dayan Veli şimdi doktor Fazıl amcan gelip seni bir güzel muayene eder.


( Anne ıslak bezi getirerek Velinin alnına kor)


Baba: Ne zaman hastalandı Veli ?


Anne: Kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittiğimde Bir ses duydum. Dönüp baktığımda iki büklüm olmuş salonda kıvranıyordu. Hemen kaldırıp yatağına yatırdım.


Baba: Allah Allaaah neden hasta oldu acaba ? Şimdi doktor bey gelince anlarız. Ateşine dikkat edelim. Allah korusun havale falan geçirmesin. Ben kapının önüne çıkayımda doktoru karşılayayım. Sakın çocuğun yanından ayrılma.


Anne: Tamam tamam bir yere ayrıldığım yok saten. ( Baba çıkar). Veli canın bir şey istiyorsa getireyim.


Veli: Hayır, canım hiçbir şey istemiyor. Anne, ben ölecek miyim ?


Anne: Allah korusun oğlum o nasıl söz. Doktor amcan gelir bir güzel muayene eder seni. İnşallah yarına kadar bir şeyin kalmaz, iyi olursun Hem her hasta olan ölecek diye bir şey yok.


( Doktor önde baba arkada sahneye girerler.Doktorun beyaz önlüğü,doktor çantası vardır.)


Anne: ( Karşılar) Hoş geldiniz fazlı bey.


Doktor: Hoş bulduk. Hemen başlayalım. ( Aletlerini çıkarır güzelce muayene eder) En son ne zaman yemek yedin Veli ?


Veli: Akşam annemlerle birlikte yemiştik.


Doktor: ( Muayeneye devam eder) Okulda falan açıkta satılan, okul dışında satılan yiyeceklerden alıp yedin mi ?


Veli: Evet. Ama ben her zaman okul dışında satılan jips, çitoz alırım.


Doktor: Yaaa, öylemi. Hımmm ! pekala. Okulda tuvaletten çıkanca ellerini yıkıyor musun?

Veli: …………………………


Doktor: Evet, yıkamıyor musun yoksa ?


Veli: ( Başını yukarıya kaldırarak ) cık. Ama okulumuzdaki tuvaletlerde sabun yokki


Anne: Çantana her gün küçük bir sabun koyuyordum. Fakat sen götürdüğün sabunu geri getirmiyor, okulda kaybedip geliyordun. Sana sabun dayandıramadım oğlum.


Doktor: Annenin çantana koyduğu sabunları ne yapıyordun veli ?


Veli: Şeyyy


Doktor: Hadi, korkmana gerek yok yalana baş vurmadan doğru bir şekilde söyle bakalım.


Veli: Sabunlarla oyun oynuyordum. Elimden kayıp tuvalete düşüyordu.


Doktor: Sabunlar oyun oynamak için değil temizlik için kullanılır.Öyle değil mi



Veli : Haklısın doktor amca.


Doktor : En son ne zaman meyve yedin?


Veli : Dün Mustafa dedelerin arka bahçelerinde elma ağaçlarının altında oyun oynarken su birikintisi içinde bulduğum elmayı yemiştim. Arkadaşlarıma da verdim ama onlar “Bu su kirli ve mikropludur” diye yemek istemediler.


Anne : Ayyyy, olmaz bu Veli.Biz sana kaç kere dedik Yerde bulduğun şeyleri yeme diye?


Doktor : (Reçeteye ilaç yazar) Şu ilaçları alın.Günde iki defa yemeklerden sonra alınması gerekir. Bir tane de iğne yazdım ki daha çabuk iyileşşin.


Veli : (Ayağa fırlar) Neeeeeeee iğne mi?(ayağa fırlar birkaç adım sağa sola atar sendeler ve yatağa düşer)Ben iyiyim,hasta filan değilim,ateşim de düştü. İğne yaptırmak istemiyorum.


Doktor : Veli, düzenli olarak ilaçlarını kullanır, bu iğneleri de yaptırırsan kısa zamanda iyleşirsin.


Veli : Bana ne bana ne olmaz olmaz ben iğne yaptırmam korkarım


Anne : Hem iğneden korkuyorsun hem de temizliğine dikkat etmiyorsun.


Veli : Size söz veriyorum temizliğime de dikkat edeceğim sözünüzden de dışarı çıkmayacağım.


Baba : Bu ilaçları içmez ve iğneyi de yaptırmazsan sağlığın gittikçe kötüleşir. Ve ne arkadaşlarınla oynayabilir ne de okula gidebilirsin.


Veli : Anne-babanın sözünden çıkmanın ne kadar yanlış olduğunu şimdi daha iyi anladım.


Doktor : Aferin sana Veli,geçte olsa hatanı anlamış olman ne güzel. Önemli olan hata yapmak değil hatayı anlayıp ondan ders alıp doğru olanı yapmaktır.Eveeeet,bana müsaade.Veli’nin bu sözlerinden sonra bana gerek kalmadı.Tekrar geçmiş olsun.Hadi Allah’a ısmarladık.


Baba : Hanım ben de doktorla beraber çıkıp ilaçları alayım ve okula uğrayıp sınıf öğretmenine Veli’nin hasta olduğundan gelemeyeceğini söyleyeyim.Zaten okul saati de yaklaştı.(Baba ile doktor çıkar.)


Anne : (Seyirciye seslenir) Sevgili arkadaşlar hasta olmadan önce sağlığımızın kıymetini bilmek gerekir.(Veli’ye)Eveeeeet,nasıl oldun,kendini nasıl hissediyorsun?


Veli : Fenayım anne,kafamın ağrısı hala sürüyor.(Kapı çalar.Anne kapıyı açmaya gider.Veli’nin iki arkadaşı ile sahneye girerler)

Anne: Hoş geldiniz çocuklar şöyle geçin oturun.


Çocuklar: Hoş bulduk teyze


I. Çocuk : Geçmiş olsun Veli.


II. Çocuk : Geçmiş olsun Veli.Az önce baban senin hasta olduğunu öğretmenimize söyledi.Biz de merak ettik,öğretmenimizden izin alıp koşa koşa geldik.


I. Çocuk : Dün iyiydin.Birlikte Mustafa dedenin elma ağaçlarının arasında oynuyorduk.Nasıl bu duruma geldin?


Veli : Arkadaşlar hatırlarsanız ben yerdeki su birikintisinin içinde bulduğum elmayı yemiştim.Ne olduysa ondan sonra oldu.Gece yarısı şiddetli bir baş ağrısı ve karın ağrısıyla kıvranarak uyandım.Annemler doktor çağırdılar,muayene ettirdiler.Doktor amca da ilaç ve iğne yazdı.Babam ilaçları getirince içmeye başlayacağım. ( Kısa bir sessizlik) Şeyyyy arkadaşlar size karşı çok mahçubum.


1.Çocuk : Niye Veli?


2.Çocuk : Neden mahçupsun bize karşı?


Veli : Bugüne kadar sizleri çağırırken hep lakap takarak çağırıyordum,bana kızmanıza rağmen bunu hep yapıyordum.Fakat siz bu kötü davranışıma rağmen beni yalnız bırakmayıp buraya kadar geldiniz.Sizlerden çok özür diliyorum arkadaşlar.


1.Çocuk : Evet kızıyorduk ama hasta olduğunu duyunca dayanamayarak geldik.


2.Çocuk : Çünkü insanlar birbirlerine kötü günde daha çok ihtiyaç duyarlar.


I. çocuk: Neyse biz gidelim artık.


Veli : Sağolun arkadaşlar,çok teşekkür ederim.


Anne : Çok sağolun çocuklar ayakalarınıza sağlık.


Veli: Anne ben çok terledim, çok da susadım bir bardak su verir misin?


Anne: Olmaz Veli. Terli iken su .çmek olmaz. Zaten hastasın. En iyisimi kalk odana gidelim de kıyafetlerini değiştirelim.


Veli: tamam anne.

(Anne Veliyi kaldırır ve birlikte sahneden çıkarlar.)
 
Son düzenleme:
HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

Karakter Tahlilleri:


Öğretmen: 32 -33 yaşlarında, bakımlı, anlayışlı, öğrencilerini seven bir bayan öğretmen.


Alican: aşırı serbest ve aile sevgisinden yoksun büyüdüğü için çok yaramaz, söz dinlemeyen, hareketli bir öğrenci.


Ayı İsmail: Çok iri yapılı ve aynı zamanda aşırı kilolu, duygusal ve kırılgan yapılı bir öğrenci.


Maymun Naci: Yerinde duramayan, arkadaşlarıyla iyi geçinen bir öğrenci.


Zürafa Kemal: Boyu arkadaşlarına göre çok uzun. Okulun basketbol takımının as oyuncusu.


Fil Necla: Diğer öğrencilere göre kilo problemi olan bir öğrenci buna rağmen bir önlem almıyor, sürekli yemek yiyor.


Bilmiş Melek: Her konu hakkında bilgisi olan ve bu bilgilerini sırf kendini bilgin göstermek istediği için sürekli dile getiren, bu yüzden arkadaşları tarafından pek sevilmeyen öğrenci.


Sakar Kazım: Hareketlerini kontrol edemeyen, sürekli bir yerlere çarpıp bir şeyleri deviren bir öğrenci.


Yirmi öğrenci: Sınıfın diğer öğrencileri


Bakıcı: Ayıların bakıcısı, kırk beş yaşlarında bir adam ayıları gerçekten seviyor. Ayılar hakkında çok şey biliyor.




1. Perde:


Karakterler: Öğretmen sınıfın haylaz çocuğu Alican, Ayı İsmail, Maymun Naci, Zürafa Kemal, Fil Necla,Sakar Kazım, Bilmiş Melek, bunların dışında 20 öğrenci daha ve ayıların bakıcısı.


Mekan: Ankara Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesi.


Konusu: Öğrencilerin, yaşadıkları şehri tanıma kapsamındaki gezilerden biri olan hayvanat bahçesi gezisi sırasında yaşanılanlar.


O sabah öğrenciler dersin başlama saatiyle derslikler yerine otobüslere hareket ederler. Bir haftadır planlanan gezi programı nihayet başlayacaktır. Çocuklar daha önce hiç görmedikleri hayvanları göreceklerdir. Öğrencilerin bu hayvanlar hakkındaki bilgileri ya kulaktan dolma ya da televizyon vasıtasıyladır. Görerek öğrenmeleri onlar için iyi bir fırsattır. Bu arada öğrenciler kendi aralarında bazı hayvan isimlerini lakap olarak kullanmaktadırlar. Hayvanların gerçek hallerini gördükleri zaman bu lakapların kimi zaman ne kadar doğru kimi zaman da ne kadar yanlış olduğunun farkına varırlar.


Alican: (Otobüse binme sırasında arkadaşlarına takılarak) Hişt hişt ayı, fil, zürafa, maymun akrabalarınızı ziyarete gidiyoruz .


Ayı İsmail: Ulan oğlum bana böyle hitap etme diye kaç defa söyleyeceğim. Hocam şuna bir şey söyleyin yaa.


Öğretmen: Evladım! Arkadaşlarınıza lakap takmayın. Bu terbiyesizce bir davranıştır. İnsanların dış görünüşleriyle alay etmeyin,ayıptır.


Maymun Naci: ( Lakabına yakışır bir şekilde yerinde zıplamaktadır): Fil bütün çerezleri sen mi yedin lan! Hayvanlara ne vereceğiz?


Fil Necla: Sana ne oğlum! Çerezleri kendim için aldım. Maymunları biz mi besleyeceğiz? Çok açsan yakala ha aha ha !


Öğretmen: Çocuklar sıraya geçin birazdan otobüse bineceğiz kimse sırasını bozmasın. Kemal arkaya geç oğlum senin boyun uzun.


Alican: Ne Kemali hocam? Zürafa o zürafa.


Öğretmen: Alican sen adam olmayacaksın evladım. Haftaya ailenle bir görüşelim.


Alican: Gelemezler hocam.


Öğretmen: Niye gelemiyorlarmış evladım?


Alican: Tatildeler de o yüzden hocam.


Öğretmen: Evladım sen nerede kalıyorsun peki?


Alican: Babaannemlerde hocam .


Öğretmen: O zaman babaannen gelsin.


Alican: (Sevinçle) Gelsin hocam gelsin babaannem beni çok sever, kızmayacağı kesin.


Öğrenciler otobüse biner.




2. Perde:


Öğretmen: Çocuklar daha önce hayvanat bahçesine giden oldu mu?


Öğrenciler: Hayııırrrr!


Alican: Gitmeye ne gerek var hocam etrafımız hayvan dolu.


Öğretmen: Alicaaaaan!


Öğretmen: Bakın çocuklar. Büyük şehirde yaşamanın bir çok artısı vardır. Sizlerin küçük yerleşim yerlerine göre imkanlarınız gerçekten çok iyi . Fakat bu kadar imkanınızın olmasına rağmen bu imkanları değerlendirmesini bilmiyorsunuz. Çevrenizi iyi tanımamışsınız. Biz bu gezileri yaşadığımız yeri daha iyi tanımanız için yapıyoruz. Hatırlarsanız geçen ay çevremizdeki müzeleri gezmiştik. Gideceğimiz yer, çok büyük ve karmaşık. Bu yüzden hiç kimsenin kaybolmasını istemiyorum . Herkesin bir arada kalmasını ve birbirini kollamasını istiyorum. Gözlemlemenizi istediğim şey. Hayvanların yaşam tarzları, yiyecek seçimleri ve hareketleri.


Alican: Sakar!! Yine bir şeyleri kırma sakın!! Geçen müzede kırdığın vazonun parasını müdür ödedi oğlum.


Sakar Kazım: O benim suçum değildi kardeşim!! Vazoyu yanlış yere koymuşlar. Hem vazo çarptı bana..


Alican: Diyelim ki vazo sana çarptı.. Çarpmaz ya.. Heykelle niye güreş tutuyordun oğlum?!


Sakar Kazım: Çok sahici yapmışlar oğlum..Ters ters bakıyordu,ben de sinirlendim. Ne bakıyon lan dedim, bir el ense attım, adam düştü, pardon heykel.


Öğrenciler: (Hep beraber gülerler) Aha aha aha ha.




3. Perde:


Hayvanat bahçesine artık gelinmiştir. Çocuklar sırayla hayvanat bahçesine girerler.


Öğretmen: Çocuklar ilk ziyaret edeceğimiz hayvan, aslan.


Alican: Hocam bir kilo şeker yaptırsaydık bari.


Bilmiş Melek: Aslanlar şeker yemez.


Alican: Biliyoruz. Sen espiriden ne anlarsın, bilmiş.


Öğretmen: Çocuklar fazla yaklaşmayın! Aslan hayvanlar içinde en tehlikeli olanlardan biridir. Ormanlar kralı olarak bilinir.


Zürafa kemal: Biliyorum hocam Türkiye liglerinin kralı da aslan.


Ayı İsmail: Hadi len ! fener o zaman boşuna mı lider?


Bilmiş Melek: Bir kere kartal kanaryayı yer. Hem kartallar yüksekten uçar. Kanat genişliği iki metredir. Kanaryanınki gibi on santim değil.


Alican: Bilmiş bunu bilememişsin. Kartalın kanadı kırık bu sene küme düşecek.


Öğretmen: Sessiz olun çocuklar gürültü yapmayın hayvanlar rahatsız oluyor. Evet neden bahsediyorduk.


Zürafa Kemal: Aslandan hocam aslandan.


Öğretmen: Evet çocuklar aslan etçil bir hayvandır. Avlanarak beslenir ve sürü halinde dolaşır. Burada gördüğünüz bir erkek aslandır. Erkek aslanları dişi aslanlardan ayıran en büyük özellik, yelesidir. Alican elini sokma oraya!


Alican: (Korkuyla irkilmiş bir şekilde) Ne oldu hocam?


Öğretmen: Ben sana etçildir diyorum sen kafesten içeri elini sokuyorsun. Aslanı iyi tanıdınız mı çocuklar?


Öğrenciler: Eeeeveeet!


Öğretmen: Şimdi ziyaret edeceğimiz hayvan maymun.


(Maymunları gören çocuklar hep bir ağızdan)


Öğrenciler: Naci sizinkiler burada lan!


Naci: ( Gülerek) Boş durmayın o zaman besleyin fukaraları.


(Öğrenciler ceplerinde getirdikleri fındık fıstıkları çıkararak maymunlara atarlar.)


Öğretmen: Çocuklar! Yasak! Görmüyor musunuz? Hayvanlara fındık fıstık atmak yasak yazıyor.


Alican: Hocam o zaman Naci ‘yi besleyelim. Naci yakala olum.

Maymun Naci: Oğlum şunlara bak ya ben bile bunlardan daha iyi sallanıyorum. Alican şuna bak geçen yaptığım hareketin aynısını yapıyor. Kimden öğrendiler lan benim hareketleri?

Alican: Belki hocalarınız aynıdır.

Öğretmen: Çocuklar beni dinleyin. Sessiz olun . Bu gördüğünüz hayvanlara maymun denir.


Öğrenciler: ( Hep bir ağızdan) Naciiiiiiiiiiiiii!


Öğretmen: Çocuklar sessiz olun. Hayvanlar ürküyor. Maymunlar çok hareketli hayvanlardır. Hem etçil hem otçulardır. Eğitilebilirler.


Alican: Evet hocam biz de Naci’yi eğittik


( Naci bu sırada maymunlarla oynamaktadır)


Fil Necla: Yakala Naci!


Öğretmen: Sıradaki ziyaret edeceğimiz hayvan, ayı.


( Ayılar kelimesini duyan İsmail, üzülerek )


Ayı İsmail: Hocam gitmesek olmaz mı?


Öğretmen: Niçin evladım?


Ayı İsmail: Şey! Hocam! Ya! Arkadaşlar, o hayvanın a – a-adını benim adımın yanına ekliyorlar da.


Öğretmen: Üzülmekte haklısın. Ama yine de gitmeliyiz.


Ayı İsmail: Peki o zaman hocam gidelim.


Öğrenciler: (Ayıyı görür görmez): İsmail İsmail!


Öğretmen: Sessiz olun çocuklar hayvanları rahatsız etmeyin. Gördüğünüz hayvanın adı ayıdır.


Alican: Biliyoruz hocam bizim İsmail’e çok benziyor.


(İsmail bu sırada ağlamaya başlar bunu fark eden Alican da üzülür)


Öğretmen: (Ayının bakıcısına dönerek ) Ayılar hakkında önemli birkaç not anlatırsanız belki de çocukların İsmail’e bakış açıları değişir efendim.


Bakıcı: Ayılar, vahşi hayvanlar içinde belki de insana en yakın davranan vahşi hayvandır. Çok sevimli ve iyi huyludurlar. Aynı zamanda duygusal bir hayvandır.


Öğretmen: Duydunuz çocuklar. Ayılar öyle kaba saba hayvanlar değillermiş. İsmail sende artık üzülme. Arkadaşların yaptıkları hatanın farkındalar.


Alican: Kusura bakma arkadaşım bu kadar üzüleceğini tahmin etmemiştim.


Ayı İsmail: Bundan sonra söylemeyeceksen önemli değil.


Alican: Sen de artık biraz az ye o zaman.


Ayı İsmail: Tamam len senin için zayıflayacağım. Arkadaşlar fındık,çikolata, cips isteyen var mı. Ben artık rejimdeyim.


Öğretmen: Şimdi ziyaret edeceğimiz hayvan zürafa.


Öğrenciler: Kemal senden uzunmuş bu hayvan.


Öğretmen: Çocuklar gördüğünüz zürafanın yavrusu.


Öğrenciler: ( Şaşkınlıkla) Neeeee?


Zürafa Kemal: Ne yani hocam bundan daha büyüğü de mi var? Yavrusu böyle ise anası babası ne kadardır acaba.


Öğretmen: Evet çocuklar! Zürafalar, kara hayvanları içinde en uzun boylu hayvandır. Zürafalar otçul hayvanlardır.


Bilmiş Melek: Hocam aynı zamanda geviş getirirler.


Alican: Hocam bizim okulun en uzun boylusu da Kemal. O yüzden zürafa diyoruz.


Zürafa kemal: Sus lan cüce!


Alican: Ne var len boy zürafada da var. Hahahahha !


Zürafa Kemal: Kıskanıyorsun değil mi? Ben basket takımındayım sen top bile toplayamıyorsun.


Öğretmen: Şimdi ziyaret edeceğimiz hayvan fil.


(Fili gören öğrenciler, irkilir. Çünkü o ana kadar gördükleri, en iri ve en farklı hayvan fildir. Hepsinin dikkati filin hortumuna yönelir.)


Öğrenciler: Necla senin hortumun nere de kız?


Öğretmen: Çocuklar! Fil kara hayvanları içinde en ağır olanıdır.


Alican: Öğrenciler içinde en ağırı da Necla ıhıhııh!


Fil Necla: Silindir gibi ezecem bak cüce.


Alican: Zaten sen nerden geçsen ezersin.


Öğretmen: Çocuklar sessiz olun. Hortumunu bir el gibi kullanır.


Bilmiş Melek: Hocam fareden çok korkarlar. Ve gördükleri bir şeyi asla unutmazlarmış; çok iyi yüzüyorlarmış.


Alican: Hadi len bilmiş bu kiloyla suda batarlar.


Öğretmen: Melek verdiğin bilgiler için teşekkür ederim. Alican Melek’in söyledikleri doğru şeyler.


Alican: Neeee! Bu kiloyla yüzüyorlar mı?


Melek: Hah ne sandın.


Gezi tamamlanır ve geri dönerler.
 
Son düzenleme:
HAYVANLAR AÇIK OTURUMU

Kişiler:

Aslan

Tilki

Ayı

Tavşan

Geyik

Kartal

Maymun

Dekor: Arka plAnda orman manzarası vardır. Kişiler oturaklarda oturmaktadırlar.

(Aslan ortada; Geyik, Tavşan, Kartal bir yanda; Tilki, Ayı, Maymun diğer yanda oturmaktadırlar. Kişiler canlandırdıkları hayvanın maskelerini takmışlardır.)

ASLAN - Değerli arkadaşlar! Biliyorsunuz kuraklık ve yangınlar nedeniyle, ormanımızda büyük bir yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Açlıktan birçok arkadaşımız öldü. Gerçi ölen arkadaşlar biz etçillerin yiyeceği oldu ama, bu geçici bir durumdur. Tüm otçullar ölürse, biz etçiller de aç kalıp ölürüz. Onun için otçulların yaşaması ota, biz etçillerinki de otçulların yaşamasına bağlıdır. Kısacası açlık hepimizin ortak sorunudur, işte bu soruna çare aramak amacıyla burada toplanmış bulunuyoruz... önce herkes kendi grubunun son durumunu dile getirsin... izin verirseniz, önce ben kendi grubumdaki son durumu açıklayayım: Efendim, bendeniz şu an çok açım. önceki gün yediğim geyikleyim...

GEYİK - O yediğiniz geyik benim çok yakın arkadaşımdı. Açlıktan öldü zavallıcık.

ASLAN - Kusura bakmayın Geyik kardeş, ölmüştü artık, ben yemeseydim de çürüyüp gidecekti.

GEYİK - Maalesef öyle, afiyet olsun.

ASLAN -Teşekkürler... Artık kükreyemiyoruz, konuşamıyoruz. Yine de bizim grupta şimdilik büyük bir açlık yok. Evet, sayın Tavşan, önce siz başlayın.

TAVŞAN -Teşekkürler sayın Kral. Böyle bir toplantı düzenlediğiniz için de teşekkür ederim. Efendim, her taraf kupkuru, hiçbir yeşillik yok. Dün yediğim kuru bir yapraklayım. Şu an bir havuca neler vermezdim! Bizim grup perişandır.

ASLAN - Evet, sayın Geyik, sanıyorum siz de perişansınız...

GEYİK - öyle, biz de perişanız. Yer demir gibi. Ağaçlar kupkuru. Dün çok uzaklara gittik. Su kenarında biraz ot bulduk. Biraz olsun açlığımızı yatıştırdık. Dönünce tekrar acıktık. HAlA çok açım. Bir tutam kuzu-kulağına neler vermezdim! Bizimki bize yetmiyormuş gibi, avcıların saldırısına da uğradık. Neyse ki acemiydiler, hiçbirimizi vuramadılar.

ASLAN - Anlıyorum. Sayın Ayı, sizin son durumunuz nedir?

AYI - Kötüdür... iki gün önce sıska bir armut yedim, onunlayım. Oysa eskiden armutların en iyisini yerdik. Bal da yok. Balın tadını unuttuk. Çiçek yok ki bal olsun.

ASLAN - öyle,, arılar da perişan... Sayın Maymun, bakıyorum komiklik yapmıyorsun; durum çok mu kötü?

MAYMUN - Komiklik yapacak hAl mi kaldı? Aç ayı oynamaz...

AYI - öyle, oynamayı da unuttuk.

MAYMUN - İçimiz kan ağlıyor.

ASLAN - Kan deme, dayanamıyorum! Ah, kanlı bir et olsa!.. Evet, sayın Tilki, sizin grup ne yapıyor?

TİLKİ - Kurnazlık yapıyoruz, ama yine de açlıktan kurtulamıyoruz. Ormanda yiyecek bulmak mucize oldu. Köylere gitmek istedik, tavuk falan yakalarız diye; fakat gidemedik, çok uzak, geri döndük, iki gündür bir farecikle duruyorum.

ASLAN - Sayın Kartal, sizin açlık sorununuz olmasa gerek.

KARTAL - Yok. Yok ama, eskisi gibi kolay ve iyi beslenemiyoruz. Çok uzaklara uçmak zorunda kalıyoruz. Ama bu demek değildir ki, biz bu tehlikenin dışındayız.

TİLKİ - Yakınmayı bırakın Kartal kardeş, uçarak başka kıtalara bile gidebilirsiniz.

KARTAL - öyle. Ama sizlerden, doğup büyüdüğüm bu yerlerden ayrılıp gitmek kolay değil.

ASLAN - Evet, arkadaşlar, ne yapabiliriz?

GEYİK - Yapacak bir şey yok, önce biz otçullar öleceğiz.

TAVŞAN - Yiyecek bulmak için dolaşıp birine yiyecek olmak da var.

AYI - Çaresiz, yağmurların yağmasını bekleyeceğiz.

TİLKİ - ölme eşeğim ölme, yaz gelince yonca bitecek...

AYI - Ah, eşeklerin yerinde olsaydım!

ASLAN - Ben de kedilerin... Eskiden ne güzeldi; kahvaltıda tavşan, öğleyin ceylan, akşamleyin antilop yediğim günler olurdu.

KARTAL - Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler...

ASLAN - Ah, bir kuzu olsa şimdi ya da bir çoban!

TİLKİ - Sayın Aslan, hiç insan yediniz mi?

ASLAN - Bundan üç yıl önce bir avcı yedim.

GEYİK - Afiyet olsun, insanlar yangın çıkarmasalardı, bu kadar açlık çekmezdik!

TİLKİ - Onlar benim postumun peşindeler. Bu gidişle postu deldireceğiz.

AYI - Bizleri çizgi film yapmış, televizyonda oynatıyorlar.

TAVŞAN - Onlar şanslı yaratıklar.

KARTAL - Evet, ne yapmayı düşünüyorsunuz?

ASLAN - Yapacak bir şey yok, orman yasası işleyecek...

GEYİK-Yani?

TİLKİ - Güçlüler yaşayacak, zayıflar ölecek!

ASLAN- Daha fazla dayanamayacağım, sayın Geyik, sizi yemek zorundayım.

GEYİK - Bizi tuzağa düşürdün!

KARTAL - Sizi de ben yemek zorundayım sayın Tavşan.

TAVŞAN - Siz etçillere güvenmemeliydik.

AYI - Ben hanginizi yesem acaba? Tilki seni mi? Maymun seni mi?

TİLKİ - Ayı kardeş, benim hastalıklı olduğumu bilmiyorsun. Beni yersen sen de hastalanır, ölürsün!

MAYMUN - İnanma, yalan söylüyor!

AYI - Ya doğru söylüyorsa?

GEYİK - Ne duruyorsunuz, haydi yiyin bizi! Yiyin de bitsin bu ıstırap. Zaten açlıktan öleceğiz. Bugün bizi yiyeceksiniz, ya yarın? Yazıklar olsun size! Size güvenerek geldik buraya. Ama siz kalleş çıktınız. Haydi saldırın, parçalayın, yiyin!

(Tilki yavaş yavaş uzaklaşır.)

TAVŞAN - Evet, ne duruyorsunuz? Hazır ayağınıza gelmişiz, yiyin bizi! Zaten hep sizin korkunuzla yaşa-

dık. Ne yapalım, biz de böyle güçsüz yaratılmışız. Haydi ne duruyorsunuz, parçalasanıza!

GEYİK - Haydi Tavşan kardeş, biz kalkalım. Eğer akıllarına koymuşlarsa, zaten kurtulamayız. (Kalkarlar.)

ASLAN - Durun, arkadaşlar! Siz cesaret gösterdiniz. Siz gidebilirsiniz. Sizi yemekten vazgeçtik. Biz kimi yiyeceğimizi biliyoruz.

(Geyikle Tavşan uzaklaşırken, Aslan, Ayı ve Kartal Tilki'ye saldırırlar.)

MAYMUN - Her koşulda mert olmak gerek, Dosta dost, düşmana sert olmak gerek! (Perde iner.)
 
Son düzenleme:
HEVA VE HEVES

ŞAHISLAR: ZİŞAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET,VİLDAN,HALİME.

(YAVAŞÇA DERGİNİN SAYFALARINI ÇEVİRİN)

Vildan:Bak Güzin bak,hii ayy bak şuna.

Güzin:Ihhh harika.

Vildan:Hii,Güzin biz neden giyemiyoruz bunları?

Güzin:Nerdee Vildan abla,biz ancak günlük kıyafetlerimizi alıyoruz. Böyle şık kıyafetleri nereden bulalım?

Vildan:Amaan Güzin,el yaşıyor vallahi.

(KAPI AÇILIR)

Zişan:Yine mi mecmuanın başındasınız?

Güzin:Ayy anne çok güzel şeyler var,bi gel de bak.

Zişan:Hıı iyi.

Vildan:Bak bak Zişan abla,ne şahane değil mi?

Zişan:Şu mu? Nesi şahane bunun? Fantezi,üstelik çok uydurma,yırtık,çarpık bir şey.

Vildan:Aa aa Zişan abla,renk,model….. (İçini çeker) Amaan bizimki de hayat mı yani?

Zişan:Daha ne istiyorsun Vildan? Neyin eksik?

Vildan:Sanki neyim var ki? Neler neler var mağazalarda… Ah bir elde edebilsem istediklerimi.

Zişan:Nasıl elde edeceksin peki? Vardır bir düşündüğün Vildan.

Vildan:Bilmiyorum. Müşterilerine özel indirimler uygulayan yerleri takip edip hesap açtırmalıyım. Koca koca mağazalar,her şey var. Mobilyadan zücaciyeye…

Zişan: Bakıyorum da çok heveslisin. Bunun sonu ne zaman gelecek? Bir gün ciddi bir işle meşgulken göremeyecek miyim seni?

Vildan:Boş versene Zişan abla. Sana kalsa biz hiçbir şeye heveslenmeyelim. Ölmeyecek kadar ye,kapanacak kadar giyin. Hiç zevk almayacak mıyız biz?

Zişan:Zevk diye diye zevkten dört köşe olacaksın.

Vildan:Ayy bak o dediğin doğru. Hemen aerobiğe gitmem lazım.

Güzin:Yaaa ne olur ben de geleyim.

Vildan:Aa sana ne oluyor? Ama neyse sen de gelirsen zevkli olur.

Zişan:Ne kadar şımarık olduğunuzun farkında mısınız? Cahil insanlar gibi vara yoğa hevesleniyorsunuz.

Güzin:Anneciğim neden öyle diyorsunuz?

Vildan:Ne alakası var cahillikle Zişan abla?

Zişan: Daha ne kadar alakası olsun? Hevasını ilah edinenler bile geldi aklıma. Bu heva heves tutkusu alimi zalim eder. Siz istiyorsunuz ki,canınız ne istese onu yapasınız.

Güzin: (Gülerek) Ama anne canımız istiyor.

Zişan:Yaa,gül kızım,keşke biraz da zevk aldığınız için değil,gerektiği için,lüzumlu olduğu için yapsanız bazı işleri.

Güzin:Gereken ne var ki anne?

Zişan:Ne mi var? Aerobiğe gitmeye heves edeceğine,kalk temizlik yap da hem spor olsun bedenine,hem de ibadet. Zevk için değil de gereken tarzda giyinin de ne idüğü belirsiz özenti olmayın. Hiç olmazsa israfta olmaz.

Vildan:Ayy Zişan abla,insanın neşesini kaçırmayı ne de seviyorsunuz.

Zişan:İsabet olur,sevinirim Vildan. Zaten bana kalırsa fazlaca neşelisiniz. Zevkiniz için neredeyse yapmayacağınız yok.

Güzin:Anneciğim şunun şurasında bir elbiseye özendik…

Zişan:Bana öyle geliyor ki siz o elbisenin temsil ettiği zihniyete özeniyorsunuz.

Vildan:Ay daha neler,kim bilir daha ne sözler işiteceğiz?

Güzin:Sanki siz hiçbir şeye heves etmediniz anne.

Zişan:Ettim kızım,ettim belki ama ya bilmeyerek,ya da teşvik görerek. Ee siz öyle misiniz ya? Size anlatıyoruz. Bizim yaptığımız yanlışlara siz düşmeyesiniz diye sizi uyarıyoruz.

Vildan:Ne uyarması Zişan abla. İçimizi karartıyorsun. Kalkıp gideyim bari,ver mecmuamı Güzin. Ama bakmak istiyorsan biraz daha sen de kalabilir.

Zişan: (Sitemli) Bırakma Vildan,al dergini al. Ola ki o elbiseden alamazsın da resmine bakıp hayalini kurarsın. Hiç olmazsa öyle avunursun.

Vildan:İlahi Zişan abla. Yine ciddi kızdın bize.

(FON) (CADDE)

Fehiman:İşte yine kırmızı ışık yandı,geçemedik karşıya.

Zişan:Acele etme kızım,ne olduysa oldu. Çok çok beş dakika gecikiriz.(Şaşkın)Fehiman,karşıda kim var,bak.

Fehiman:Kim anne? Tanıdık birini göremiyorum.

Zişan:Halime,Fehiman,başını açmış.(Panikle)Hii çok fena.

Fehiman:Hani anne? Belki yanlış görmüşsünüzdür. Ay trafikte çok sıkışık.

Zişan:Hayır kızım yanlış görmedim,o işte. Ama o da beni gördü galiba. Hiç iyi değil. Ne yapalım,görmeyelim mi?

Fehiman:O olduğuna emin misiniz anneciğim? İsterseniz hiç bakamayalım. Belki üzülür,çok seviyorum onu.

Zişan:Evet çok etkilendi. Çabuk geçelim,arabalar seyrekleşti. Nasılsa ışığa aldırmıyor kimse.

Halime:Zişan abla….

(KORNA SESİ)

Zişan:Halime…. Benzettiğimi sanmıştım.

Halime: (İnanmaz) Benim Zişan abla.

Zişan:Biraz kenara gel,yolu kapatıyoruz. Nasılsın?

Halime: (Ağlamaklı) Çok kötüyüm.

Zişan:Evlendiğini duydum.

Halime:Hıı,evet. Evlenmez olaydım.

Zişan:İyi gitmiyor ha?

Halime: (Hıçkırır) İyi mi?.......Benim için ölümden başka şey düşünemiyorum artık.

Zişan:Nasıl bu raddeye geldi kızım? Tek üzüntün başını açman mı?

Halime:(İçini çeker) Değil. Artık iyi olabilecek hiçbir şey yok hayatımda.

(FON) (EVDE)

Zişan:Halime’nin hayatında hiç sükunet olmadı ki…Bu çile nereye kadar devam edecek bilemiyorum?

Güzin:Aman anne,isteseydi başını da açmazdı makyaj da yapmazdı. Kendi de heveslendi demek ki. O kadar üzülmeye değmez.

Zişan:Gördüğümüzde oldukça makyajlı ve bakımlıydı.Ben de senin gibi düşünecek oldum Güzin. Bunu kendisine de ifade ettim; “Ne kadar şıksın Halime” deyince, “Suratımın nasıl olduğundan hiç haberim yok,bilmiyorum halimi Zişan Abla, duvara badana sürer gibi yüzümü boyayıp çıkarıyorlar beni.”dedi.

Güzin:Hiç öyle şey olur mu? O müsaade etmezse nasıl yapsınlar? Kendi de hevesleniyordur.

Zişan:Yoo öyle düşünmüyorum. Siz kendi rahat ortamlarınızda sanıyorsunuz ki her şeyi kendiniz yapıyorsunuz. Ne biliyorsunuz nelerden,hangi ortamlardan geçti de bu hale geldi?

Fehiman:Evet,sinirleri tamamen bozulmuş,sürekli titriyordu. “Okulda bu kadar mücadelesini verdiğimiz başörtüsünü kendim açtığıma inanamıyorum” diyordu.

Zişan:Genç işte. Annem “Genç eşittir cahil” derdi. (İçini çeker) Bir kişiyi daha kazanırız diye düşünmüş,o adamla evlenmiş.Ah ah dışarılar ne tehlikelerle dolu. Ona “Çalışma” dedikçe “Mecburum” derdi,zavallı.

Güzin:Hani Bediüzzaman demiş ya….. Nasıldı? İsteklerin,arzuların….Ay hatırlayamadım ki…..

Fehiman:Hııı dur. “Bazen arzu fikir suretini giyer,şahsı muhteris arzuyu fikir zanneder.”

Zişan:Biz de yapıyoruz benzerlerini. Tefekkürsüz bir toplumuz ondan mı?

Fehiman:Tabii,gönlümüz bir şeye meylettiğinde, içimizden onun yanlış olduğunu fark etsek bile kırk kılıf hazırlarız kendimizce. Hevamızdan işte.

Güzin:Tabii,Halime ablaya az mı söylüyordun anne? “Bu dışarı hayatı insanı çok yıpratır,mecbur kalmadıkça işe girme.”diye.

Zişan:İşte evde yapacak iş bulamayınca,bir iki de istemedikleri durumla karşılaşınca boş, yanlış şeylerde çare arıyorlar.

Fehiman:Önce çok hevesleniyorlar. Sonra da mecbur olduklarını öne sürüyorlar. Bazen dersin ya anne; “O hevasından konuşuyor” diye.

Zişan: Doğru. Gönül ister ki her şey gönlünce olsun. Zavallı Halime. Sağlığı hiç iyi değildi, belli ki tedaviye ihtiyacı var.

Fehiman:Keşke işler doğruca olsa da,gönlümüzce olmasa. O zaman bu kadar kötü sonuçlar olmaz belki de.

Güzin:Ablacığım siz de istiyorsunuz ki hiç bir şey gönlümüzce olmasın.

Zişan:Neden Güzin? Kızım senin gönlün güzel şey istedi de ben ona karşı mı çıktım? Ben senden daha çok isterim ki,güzel şeyler isteyesesin. Bu istekler lütuftur.

Fehiman:Üff,şeytan hep o güzele olan meyli kapatıyor,vesveseleriyle bunaltıyor insanı.Elimizde olmayanlar ne kadar güzel görünüyor bize. Aslında herkesin az da olsa güzel işleri yapmaya imkanı var.

Güzin:Hiç te bile. Benim imkanım yok. Yeşillendirme vakfına üye olayım dedim, bu ne kadar güzel bir şey,izin vermediniz.

Zişan:Niye o kadar istiyordun bunu?

Güzin:Fena mı?Etrafı güzelleştirmek ne kadar önemli. İnsanın tabiata katkısı oluyor.

Fehiman:Ne demezsin. Zaten hep o vakfın üyeleri bu Türkiye’yi yeşillendirdi.

Güzin:Dalga geçme abla.

Fehiman: Çok da hoşuna gitti hani,memleket memleket gezip ağaç dikmek,bir de adının sevap olması.

Güzin: (Sinirli)Niye abla? Peygamberimiz; “Ölecek de olsan ağaç dik.”dememiş mi? Sen de biliyorsun çok sevap olduğunu.

Fehiman: Duyduğuma göre; “Beşikten mezara kadar ilim edinin” de demiş.

Güzin:Ne olmuş yani? Ne alakası var? Benim canım ilim yapmak istemiyor. Sen de ilim yap.

Fehiman:Halime’nin de mi canı istemiyordu acaba?

Zişan:İnsan heves ettiği şeyin öncelikli olduğunu sanıyor.

Fehiman:Tabi acilen de hevesini tatmin etmeyi düşünüyor.

Zişan:Güzin,kızım,canının istediğini değil de lazım olanı yapmaya çalışsan nasıl olur?

Güzin:Ama anneciğim… Hiç zevk almıyorum ki.

Fehiman:Ayy Güzin,keyfine zevkine bu kadar düşkün olmasan olmaz mı? Başına bir iş gelecek diye korkuyorum. Geçen yıl da faydalı diye ud dersi alayım diye tutturdun. Aklıma…..

Güzin:Söyle abla,korkma,niye sustun?

Fehiman:Ay hadi vazgeçtim,kapatalım. Bir şey demeyecektim.

Güzin:Yok canım. Heva ve hevesimi put ettiğimi söyleyecektin yine. Ağzın alıştı nasılsa.

Fehiman:Ama sen de isteklerini çok abartıyorsun. İlle de olması için uğraşıyorsun. Olmazsa olmaz. Birazcık da Allah’ın istediklerinin neler olduğunu anlamaya çalış.

(KAPI ÇALAR)

Zişan:Güzin,gel kazağın kolunu ölçeyim.

Güzin:İstemediğim modeli yaptın anne. Ben giymem onu.

(KAPI TEKRAR ÇALAR)

Fehiman:Kim o?

Fikret:Benim abla,çabuk aç.

(KAPIYI AÇAR)

Fikret: (Heyecanlı) Anne anne, yazıcı, tarayıcı, kamera,joystick.. Hepsi bin dolar… Bir görsen harika bir bilgisayar.

Zişan:Hani nerede?

Fikret:Gazetede,kampanya.Bi düşün,yazıcı..

Zişan:Sen de yazıcısın.

Fikret:Tarayıcı…….

Güzin:Sen de tarayıcısın.

Fikret:Kamera,joystick…

Zişan:Sen kameraların kamerasısın.

Fikret:Yaa anne….

Güzin:Evet,senden iyi kamera düşünemiyorum.

Fikret:Annee,yapmayın ya.

Zişan:Tamam. O bahsettiğin,joystick dediğin ne?

Fikret: (Heyecanlı) Oyun,oyun oynama yeri.

Zişan:Oğlum senden iyi oyuncu mu var? Boşver. Bak çok lüzumsuz bir şeymiş. Artı sen üstüne üstük bir de düşünebiliyorsun.

Fikret:Anne anne,ya hadi anne.

Zişan:Ama oğlum,bak o hiç düşünemiyormuş bile.

Fikret:Anne,bir görsen,daha ne özelikleri var. Intel Pentium,DVD Room.Ooo daha neler neler…Parayı verdikçe özellikleri artıyor.

Zişan:Gel unut bu işi Fikret. Ne kadar para versen de senin gibi düşünemiyor o.

Fikret:Anne hiç çocuğunuzu düşünmüyorsunuz. Ne kadar hevesleniyorum bak. Hem bilgisayar hepimizin işine yarar bu evde.

Anne:İnanmam. Sizin gibi güzel şeyler yapamaz.

Fikret:Anne n’olur,n’olur,yeter alın artık.

Güzin:Anneciğim,her hevesi gibi bu da geçer. Alalım gitsin,evde olmayınca çok bir şey sanıyor.

Zişan:İyi,işim gücüm sizin heveslerinizi mi tatmin etmek? Biraz zaman geçince unutur herhalde.Birçok insan çocuğunun yiyeceğini bulamazken sizin bu kadar keyfinizi düşünmenizden utanıyorum. Sizin keyfinizi mi tatmin edeyim?

Fikret:Biliyorum anne,bizi sevmiyorsun…

Zişan:Ah oğlum,sizi sevmesem……
 
Son düzenleme:
HİÇİN ANLAMI


Karakterler:


Padişah (40 yaşlarında ,köylü kılığına girmiş)


Yaşlı Adam (Sakallı,yaşlı köylü)



(Bir Osmanlı padişahı tanınmak için halkın giydiği günlük giysilerden giyerek halkı denetlemek için saraydan çıkmış halk arasında dolaşmış çok yorulmuştur. Padişah köylü giysileri ile sahneye girer.)


Padişah: Of çok yoruldum, bittim. O çarşı senin, bu pazar benim dolaştım. Esnafı halkı dinlemekten yoruldum. Padişah olduğumu anlayacaklar diye endişelenmedim değil. Bir anlarlarsa hiç şikayette bulunabilirler miydi. Meğer halkın ne çok derdi varmış? Hepsini bir bir çözmek gerek.


(Yaşlı bir adam elinde küçük bir tepsi,tepesinin üzerinde bir bardak ayranla sahneye girer)


Yaşlı Adam: Selamünaleyküm yiğit


Padişah: Aleykümselam dede.


Yaşlı Adam: Yorulmuşa benziyorsun, sana ayran getirdim.


Padişah: Sağ olasın dede. Ne kadar düşüncelisin. Öyle de susamıştım ki?


(Padişah ayranı içer. Bardağı tepsiye bırakır) Ölmüşlerinin canına değsin.


Yaşlı Adam: Afiyet olsun. Bir zaman çarşıda seni izledim. Esnafla, ahaliyle konuştun, dertlerini sordun. Devletin memuru musun?


Padişah: Öyle sayılır.


Yaşlı Adam: Ne güzel padişah da ara sıra senin gibi yapsa ya. Kurulmuş saraya ye iç, keyfine bak.


Padişah: Öyle deme dede. Belki o da geziyordur. Nereden biliyorsun?


Yaşlı Adam: Padişah gezse bilinmez mi?


Padişah: Neyse bırakalım padişahı. Senin adın nedir? Ne yaparsın? Necisin?


Yaşlı Adam: Hiiç.


Padişah: Ne demek hiç. Muhakkak senin de bir adın, bir unvanın vardır nedir o söylesene?


Yaşlı Adam: Söyledim ya, hiç.


Padişah: Dede, yakışıyor mu sana benle eğlenmek.


Yaşlı Adam: Ne eğlenmesi yiğidim.


Padişah: Öyleyeyse söylesene adını, lakabını, işini.


Yaşlı Adam: Söylüyorum. Hiç…


Padişah: Dede, dede sen beni aptal yerine koyuyorsun! Yaşına, ikramına saygım var. Söyle adını da benle eğlenmediğini bileyim. Bileyim de yoluma gideyim.


Yaşlı Adam: Oğul sen laftan anlamazmısın, hiç dedim ya.


Padişah: Yetti artık ihtiyar, sen benim kim olduğumu biliyor musun?


Yaşlı Adam: Yoo bilmiyorum.


Padişah: Ben, az önce aleyhinde konuştuğun padişahım. Kılık değiştirip halkın arasana karşıtım ki halkımın şikayetlerini öğreneyim. İşte mühürüm.


Yaşlı Adam: Kusura bakmayın padişahım. Hürmetimiz sonsuzdur.


Padişah: Şimdi de sen açıkla bakalım kim olduğunu.


Yaşlı Adam: Açıklamadan önce izin verirseniz size bir soru sorabilir miyim?


Padişah: Sor bakalım.


Yaşlı Adam: Hünkarım şimdi siz bu ülkenin padişahısınız , bundan sonra ne olmayı planlıyorsunuz.


Padişah: Ne olacak, hiiç.


Yaşlı Adam: Hünkarım işte ben sizin hükümdarlıktan sonra ulaşacağınız o mertebedeki adamım ...


Padişah: (Şaşkın) Ha!


Yaşlı Adam: Yaa…
 
Son düzenleme:
HİZMETLİ

Karakterler:



Öğretmen (40 yaşlarında)


1. Öğrenci (Erkek, 15 yaşlarında)


2. Öğrenci (Kız, 15 yaşlarında)


3. Öğrenci (Erkek, 15 yaşlarında)


4. Öğrenci (Erkek, 15 yaşlarında)


Sınıf daha kalabalık olabilir diğer öğrenciler konuşmaz


(Bir sınıf. Söz alacak öğrenci sayısı 4. Öğrenci sayısını 10’ a çıkarıp söz alacak kişileri bunların aralarına serpiştirebilirsiniz. Öğretmen gelir öğrenciler ayağa kalkar. Öğretmenin el hareketiyle sıralarında otururlar. Öğretmenin elinde Matematik dersinin sınav soru kağıtları vardır.)


Öğretmen: Evet çocuklar size daha öncede belirttiğim gibi bugün Matematik dersinden sınav yapacağım. (Soru kağıtlarını dağıtır.) Sorular önünüzde. Gördüğünüz gibi 10 tane soru var. Her sorunun puan değeri 10. Süreniz 30 dakika. Önce soruların tamamını okuyun anlamadığınız bir soru varsa sınav başlamadan açıklayayım. Hepinize başarılar diliyorum.


Öğrenciler: Sağ olun hocam.


(Herkes soruları okumaya başlar. Ardan bir süre zaman geçer)


1.Öğrenci: Hocam 10. soruda bir yanlışlık var galiba.


5. Öğrenci: Evet hocam ben de fark ettim.


Öğretmen: Okur musunuz soruyu?


1.Öğrenci: "Her gün okulu temizleyen hizmetli kadının adı nedir?"


Öğretmen: Soru doğru. 20 yıldır bu okulda çalışan, her gün gördüğünüz 45 yaşındaki hizmetli kadının adını bilirseniz 10 puan kazanacaksınız.


3.Öğrenci: İyide hocam hizmetli kadının matematik sınavı ile ne ilgisi var?


Öğretmen: Matematikle ilgisi yok ama hayatla ilgisi var. Matematik de hayatın dışında bir şey değil.


4.Öğrenci: Ben kendisiyle bir kez bile konuşmadım, adını nereden bileyim?


Öğretmen: Bu daha kötü ya… Her gün sınıfını temizleyen kişiye bir günaydın dememiş, bir teşekkür etmemişsen, 10 puan eksik almayı baştan hak etmişsin zaten.


1.Öğrenci: Ama hocam…


Öğretmen: Aması maması yok. O sorunun yanıtını bilmiyorsanız boş bırakın. Bildiğiniz soruları yapın. (Bir süre sessizlik olur. Öğretmen aralarda dolaşır.Geçen zamanı belirginleştirmek içinkısa bir süre klasik müzik dinlettirebilirsiniz. .Müzik sesi kesildiğinde) Evet süreniz doldu. Lütfen kağıtları getirin.


(Bütün öğrenciler kağıtları sıra ile masaya bırakırlar. Öğretmen kağıtları alıp kısa süreli tek tek bakıp sınıfa döner.)


Öğretmen: Gördüğüm kadarıyla kimse 10. soruya yanıt vermemiş. Bu demektir ki bu sınavdan tam puan alan olmayacak. Hayatınız boyunca birbirinden farklı insanlarla karşılaşacaksınız. Bu insanlar sizin ilginizi ve dikkatinizi hak eden insanlardır. Onları göz ardı etmeden yaşamayı öğrenmeniz gerek. Hizmetli kadının adına gelince Hatice, Hatice Kaya. Genç yaşta kocasını kaybetmiş. Üç çocuğunu büyük zorluklarla okutuyor. Hafta sonları da temizliğe gidiyor. Hatice Kaya ismini sanırım ömür boyu unutmayacaksınız.
 
Son düzenleme:
HOŞ GELDİNİZ (ÇOCUK PİYESİ)

İlk başta üzerinde “L” harfi olan öğrenci sahneye gelir. Ardından E ve D daha sonrada G, İ, Ş, N, O, İ en son H ve Z gelir. Gelen bütün harfler karışık halde dolaşır, şaşkın şaşkın etrafa bakınırlar. Fonda hareketli bir müzik vardır. Ardından yıldızlar rondunun müziği çalmaya başlar. İçeri gelinlikli bir kız öğrenci girer. Onun girip dans etmesi ile harfler yerlerine geçer, HOŞ GELDİNİZ yazısını oluştururlar. Ardından sıra ile dizelerini okurlar. En son hepsi birlikte HOŞ GELDİNİZ der ve sahneden ayrılırlar.


H:

Hoş geldiniz, hoş geldiniz,

Niye eli boş geldiniz?


O:

Davet ettik ne diye,

Hani bize hediye?


Ş:

Bari kusura bakmayın,

Boynu bükük bırakmayın.


G:

Alkışlayın burada bizi,

Eğlendirelim sizi.


E:

Maksadımız eğlenmek,

Hem gülmek, hem güldürmek,


L:

Övünmeyelim boş yere

Gösterelim sizlere.


D:

Öğretim ve eğitim,

Budur uygarlığın temeli.


İ:

Beğenmedik derseniz,

İnanın gücenmeyiz.


N:

Şakalar bir tarafa

Hoş geldiniz hepiniz.


İ:

Ne olur kusurlarımızı

Şimdilik görmeyiniz.


Z:

Görmezsiniz görmezsiniz biliriz,

Programımıza hoş geldiniz!
 
Geri
Top