Türk edebiyatının geleceği
31 Aralık 2009
2010'a girerken Türk edebiyatının geleceğini nasıl görmeli? Zaman zaman
gazetecilerin bana yönelttikleri bu soruyu bugün ben de kendime sormak istedim. İşte
edebiyatımızın bugünü ve olası geleceğiyle ilgili irili ufaklı saptamalar.
Çoğalma ve çeşitlenme: Türkiye'de son dönemde edebiyat ve yayın dünyası dikkat
çekecek ölçüde renklendi, çeşitlendi. Yayınevi sayısı arttı. Basılan kitap sayısı ve
çeşidi katlandı. Hem romanda, hem kısa öyküde, hem inceleme-araştırma kitaplarında
bu zenginleşme devam etti. Yeni yazarlar doğdu. Çizgi roman ve çocuk kitapları gibi
alanlara hiç olmadığı kadar ilgi arttı. Genişleyen ve katmerlenen bu ortamda
yazarlığın her kademesinden insana kapı açıldı. Kısacası sahnedeki aktörler çoğaldı.
Nicelik artarken nitelik düştü mü? Çok sık dile getirilen bir eleştiri, kitap
sayısındaki artışın beraberinde niteliksel bir düşüş getirdiği yolunda. Ancak
kanımca bu aceleci bir saptama. Basılan her kitabın aynı nitelikte olmasını
bekleyemeyiz. Keza hep aynı türde kitapların basılmasını da isteyemeyiz. Kitap
dünyasında her türlü ürüne ve yazara yer var. Birbirinden bambaşka nitelikte eserler
yan yana basılır, uzun vadede iyi olanlar kalır, kalıcıdır.
Yeni bir yazarın varlığı bir başka yazarı rahatsız eder mi? Yazarlar egosu şişkin
insanlardır. Belki diyeceksiniz ki, tüm sanatçılar öyle. Ama romancıların egosu
başka bir şeye benzemez. Ne de olsa roman yalnızlık sanatıdır. Romancı ekip
çalışması yapmayı bilmez. Tek başına üretir, kendini biricik, eserini eşsiz
zannederek. Bir romancı, uzaktaki bir romancıya empatiyle bakmaz. Romancı, romancıya
alttan alta gıcık olur. Halbuki Türk edebiyatının geleceğinin çok daha aydınlık
olabilmesi için hepimizin içine sinmiş bu reflekslerin değişmesi lazım. Birbirimizin
varlığına, tarzına ve emeğine saygı duymak durumundayız. Bu aynı zamanda tek tek
bizleri alıp okuyan insanlara, yani birbirimizin okuruna saygı göstermek demektir.
Koltuk sayısı sınırlı bir otobüsten bahsetmediğimize göre, kimse kimsenin yerini
almıyor. Kimsenin başarısı bir başkasının başarısına gölge düşürmüyor. Birbirimizi
daha yapıcı bir dille ve gönülle değerlendirelim ki daha çok yazar çıksın, daha
farklı kategorilerde de kitaplar yazılsın. Her kitap kendi okuruyla buluşsun.
Kitap dünyasına "sektör" demek ayıp mıdır? Her ne kadar biz yazarlar kitapları
"manevi" ve "ulvi" düzlemde konuşmayı tercih etsek de, kitap dünyası bir yanıyla
genişleyen bir sektör aslında. Ve bu sektörden çok fazla sayıda insan ekmek yiyor.
Bu dünyanın genişlemesi, daha fazla editörün, çevirmenin, grafikerin, web
tasarımcısının... iş bulması ve kendini geliştirmesi demek. Halbuki "para" hâlâ bir
kelime addediliyor edebiyat dünyasında. Türk edebiyatının yeni döneminde yazarların
gökte bir fildişi kulede yaşamadıkları, onların da insan oldukları, onların da ev
geçindirdikleri, çocuk okuttukları ve kendi emeklerinden para kazanmaları kadar
doğal bir şey olamayacağı daha derinden anlaşılacak. Aksi takdirde yazarlık sadece
aileden zengin olan insanların yapabilecekleri bir iş olur. Yeni dönemde daha çok
yazar, çevirmen ve editör bu işten ekmeğini kazansın ki edebiyata daha çok zaman ve
enerji ayırabilsinler.
Vefa duygusu: Bilgi ve kültür bir birikimdir. Her yazar kendi çağının ruhunu taşır,
içinde doğduğu kültürün çocuğudur. Bugün görece rahat koşullarda yazabiliyorsak bunu
bizden evvel yaşamış şair ve yazarların, eleştirmen ve düşünürlerin varlıklarına da
borçluyuz. İsimlerini, eserlerini sıklıkla anmalıyız. Bu bir vefa borcudur. Ve
bugünün yazarlarını tek tek ayrıksı tipler olarak değil, bir kültürel süreklilik
içinde görmeliyiz. "Yazar ve şahıs odaklı" bir edebiyat ortamından "yazı ve fikir
odaklı" bir edebiyat ortamına geçişe ihtiyacımız var.
Popüler edebiyat-yüce edebiyat ayrımı: Yazarların "bir kenarda anlaşılmayan
insanlar" diye algılandıkları dönem kapandı. Halka elitist yükseklikten bakan,
yazarın okurdan daha "bilgili" olduğunu varsayan ve romancıyı okurun hocası addeden
"baba romancılık" geleneği, yerini okur ile yazar arasında kurulan yatay ve eşit
"ruhdaşlık" bağına bırakmakta. Popüler olan her şeyin sığ olmadığını görmenin
zamanı.
Ve demokrasi: Artık tekeller yok yayın dünyasında. Ne edebiyat eleştirmenleri, ne
yayıncılar, ne şairler, ne romancılar... Hiçbirimiz kral ya da kraliçe değiliz.
Hiçbirimiz ayrıcalıklı değiliz. Aktörler çoğalırken tekeller kırıldı. Ve bunlar
olumlu gelişmeler. Monarşi değil, demokrasi olmalı edebiyat dünyasında. Daha fazla
demokrasi...
31 Aralık 2009
2010'a girerken Türk edebiyatının geleceğini nasıl görmeli? Zaman zaman
gazetecilerin bana yönelttikleri bu soruyu bugün ben de kendime sormak istedim. İşte
edebiyatımızın bugünü ve olası geleceğiyle ilgili irili ufaklı saptamalar.
Çoğalma ve çeşitlenme: Türkiye'de son dönemde edebiyat ve yayın dünyası dikkat
çekecek ölçüde renklendi, çeşitlendi. Yayınevi sayısı arttı. Basılan kitap sayısı ve
çeşidi katlandı. Hem romanda, hem kısa öyküde, hem inceleme-araştırma kitaplarında
bu zenginleşme devam etti. Yeni yazarlar doğdu. Çizgi roman ve çocuk kitapları gibi
alanlara hiç olmadığı kadar ilgi arttı. Genişleyen ve katmerlenen bu ortamda
yazarlığın her kademesinden insana kapı açıldı. Kısacası sahnedeki aktörler çoğaldı.
Nicelik artarken nitelik düştü mü? Çok sık dile getirilen bir eleştiri, kitap
sayısındaki artışın beraberinde niteliksel bir düşüş getirdiği yolunda. Ancak
kanımca bu aceleci bir saptama. Basılan her kitabın aynı nitelikte olmasını
bekleyemeyiz. Keza hep aynı türde kitapların basılmasını da isteyemeyiz. Kitap
dünyasında her türlü ürüne ve yazara yer var. Birbirinden bambaşka nitelikte eserler
yan yana basılır, uzun vadede iyi olanlar kalır, kalıcıdır.
Yeni bir yazarın varlığı bir başka yazarı rahatsız eder mi? Yazarlar egosu şişkin
insanlardır. Belki diyeceksiniz ki, tüm sanatçılar öyle. Ama romancıların egosu
başka bir şeye benzemez. Ne de olsa roman yalnızlık sanatıdır. Romancı ekip
çalışması yapmayı bilmez. Tek başına üretir, kendini biricik, eserini eşsiz
zannederek. Bir romancı, uzaktaki bir romancıya empatiyle bakmaz. Romancı, romancıya
alttan alta gıcık olur. Halbuki Türk edebiyatının geleceğinin çok daha aydınlık
olabilmesi için hepimizin içine sinmiş bu reflekslerin değişmesi lazım. Birbirimizin
varlığına, tarzına ve emeğine saygı duymak durumundayız. Bu aynı zamanda tek tek
bizleri alıp okuyan insanlara, yani birbirimizin okuruna saygı göstermek demektir.
Koltuk sayısı sınırlı bir otobüsten bahsetmediğimize göre, kimse kimsenin yerini
almıyor. Kimsenin başarısı bir başkasının başarısına gölge düşürmüyor. Birbirimizi
daha yapıcı bir dille ve gönülle değerlendirelim ki daha çok yazar çıksın, daha
farklı kategorilerde de kitaplar yazılsın. Her kitap kendi okuruyla buluşsun.
Kitap dünyasına "sektör" demek ayıp mıdır? Her ne kadar biz yazarlar kitapları
"manevi" ve "ulvi" düzlemde konuşmayı tercih etsek de, kitap dünyası bir yanıyla
genişleyen bir sektör aslında. Ve bu sektörden çok fazla sayıda insan ekmek yiyor.
Bu dünyanın genişlemesi, daha fazla editörün, çevirmenin, grafikerin, web
tasarımcısının... iş bulması ve kendini geliştirmesi demek. Halbuki "para" hâlâ bir
kelime addediliyor edebiyat dünyasında. Türk edebiyatının yeni döneminde yazarların
gökte bir fildişi kulede yaşamadıkları, onların da insan oldukları, onların da ev
geçindirdikleri, çocuk okuttukları ve kendi emeklerinden para kazanmaları kadar
doğal bir şey olamayacağı daha derinden anlaşılacak. Aksi takdirde yazarlık sadece
aileden zengin olan insanların yapabilecekleri bir iş olur. Yeni dönemde daha çok
yazar, çevirmen ve editör bu işten ekmeğini kazansın ki edebiyata daha çok zaman ve
enerji ayırabilsinler.
Vefa duygusu: Bilgi ve kültür bir birikimdir. Her yazar kendi çağının ruhunu taşır,
içinde doğduğu kültürün çocuğudur. Bugün görece rahat koşullarda yazabiliyorsak bunu
bizden evvel yaşamış şair ve yazarların, eleştirmen ve düşünürlerin varlıklarına da
borçluyuz. İsimlerini, eserlerini sıklıkla anmalıyız. Bu bir vefa borcudur. Ve
bugünün yazarlarını tek tek ayrıksı tipler olarak değil, bir kültürel süreklilik
içinde görmeliyiz. "Yazar ve şahıs odaklı" bir edebiyat ortamından "yazı ve fikir
odaklı" bir edebiyat ortamına geçişe ihtiyacımız var.
Popüler edebiyat-yüce edebiyat ayrımı: Yazarların "bir kenarda anlaşılmayan
insanlar" diye algılandıkları dönem kapandı. Halka elitist yükseklikten bakan,
yazarın okurdan daha "bilgili" olduğunu varsayan ve romancıyı okurun hocası addeden
"baba romancılık" geleneği, yerini okur ile yazar arasında kurulan yatay ve eşit
"ruhdaşlık" bağına bırakmakta. Popüler olan her şeyin sığ olmadığını görmenin
zamanı.
Ve demokrasi: Artık tekeller yok yayın dünyasında. Ne edebiyat eleştirmenleri, ne
yayıncılar, ne şairler, ne romancılar... Hiçbirimiz kral ya da kraliçe değiliz.
Hiçbirimiz ayrıcalıklı değiliz. Aktörler çoğalırken tekeller kırıldı. Ve bunlar
olumlu gelişmeler. Monarşi değil, demokrasi olmalı edebiyat dünyasında. Daha fazla
demokrasi...