• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
ASKER KIZLAR EĞİTİMDE

Asker kızlar tam teçhizatlı olarak koşar adım giderler. başlarında erkek bir çavuş vardır.

ÇAVUŞ : Ay akşamdan ışıktır.

KIZLAR : Ay akşamdan ışıktır.

ÇAVUŞ : Yaylalar yaylalar

KIZLAR : Yaylalar yaylalar

ÇAVUŞ : Yüküm şimşir kaşıktır, dilo dilo yaylalar.

KIZLAR : Yüküm şimşir kaşıktır, dilo dilo yaylalar.

ÇAVUŞ : Komşu oğlunu zapteyle.

KIZLAR : Komşu oğlunu zapteyle.

ÇAVUŞ : Bizim kızlar aşıktır, dilo dilo yaylalar.

KIZLAR : Bizim kızlar aşıktır, dilo dilo yaylalar.

ÇAVUŞ : Takım dur!

Asker kızlar dururlar ve çavuş ne derse onu yaparlar.

ÇAVUŞ : Dirsek teması hizaya geç. Yat... Kalk... Yat... Sürün... Kalk... Baş parmağını uzat... Saçını çek... Dilini çıkar... Kulağını çek.

VİLDAN : (Kendi kendine) Niye yapıyoruz bunları.

ÇAVUŞ : Kim konuştu... KİM KONUŞTU... KİM KONUŞTU.

Çavuş tek tek asker kızların suratlarına bakar, titremekte olan Vildanı'ın yanında durur.

ÇAVUŞ : Sen... Çömez.

VİLDAN : (Bir adım öne çıkar.) Birinci bölük, üçüncü takım, ikinci manga, Salih'ten olma, Halime'den doğma, er Vildan Cıngıl, Sinop, Emret Komutanım.

ÇAVUŞ : Niye konuştun?

VİLDAN : Ben konuşmadım komutanım.

ÇAVUŞ : Ben yalan mı söylüyorum?

VİLDAN : Hayır komutanım.

ÇAVUŞ : Niye titriyorsun?

VİLDAN : Titremiyorum komutanım.

ÇAVUŞ : Ulan ben yalan mı söylüyorum.

VİLDAN : Evet komutanım. Yani... Hayır komutanım.

ÇAVUŞ : Asker konuşmaz, asker titremez, asker üşümez, asker kupon biriktirmez, as-ker, ask-mez. Hepiniz istirahatlisiniz. Sen kal çömez.

Asker kızlar çıkar, Vildan ile Çavuş kalırlar.

ÇAVUŞ : Gel benimle!

Sahnenin bir köşesine giderler. Orada bir kazan vardır. Kazanın başında dururlar.

ÇAVUŞ : Sen bu kazanın başında nöbetçisin.

VİLDAN : Başüstüne komutanım.

ÇAVUŞ : Bu kazan cezalıdır.

VİLDAN : Başüstüne. Bu kazan mı cezalı komutanım.

ÇAVUŞ : Evet! Geçen sene bu kazanda pişen yemekten iki erimiz zehirlendi. Bu yüzden bu kazan cezalıdır. Bir yere kaçarsa yakarım askerliğini.

VİLDAN : Başüstüne komutanım. (Komutan gidecekken) Komutanım, doğurursa vurayım mı?

ÇAVUŞ : Ne?

VİLDAN : Böyle doğuracak gibi bir hali varda... Doğurursa vurayım mı diyorum.

ÇAVUŞ : Ulan kazan doğurur mu?

VİLDAN : Kazanın kaçacağına inanıyorsunuz da, doğuracağına niye inanmıyorsunuz.
 
Son düzenleme:
ASKERDE EĞİTİM, ASKERLİK

Askerler ortalıkta dolaşmaktadırlar. Çavuş komutanın geldiğini görünce askerleri çağırır.

ÇAVUŞ: Asker toplaaaaaaaaaaaan !

Askerler toplanırlar, komutan gelince çavuş hazırola geçer ve tekmil verir.

ÇAVUŞ: 3. bölük 2. takım 5. manga 3 er ve 1 erbaş ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım

KOMUTAN: Tamam çavuş sağol

Komutan askere döner

KOMUTAN :Günaydın asker

ASKERLER:Saoool

KOMUTAN: Nasılsınız?

ASKERLER:Saooool

Komutan askerleri inceleyerek biraz gezinir.

Sonra ilk askere yakalaşarak sorar

KOMUTAN: Asker adın ne senin?

ŞABAN: Ben mi?

KOMUTAN: Yok deden

ŞABAN: Farketmez ki komutanım benim adım da şaban dedemin adı da şaban. Biz sülalecek şabanoğlu şabanız.

KOMUTAN: Afferin şaban seni sevdim seninle iyi anlaşacağız galiba.

ŞABAN: Ah canım komutanım beniiiim. Ben de seni çok sevdim. Gel bi öpüyüm canım.

KOMUTAN: Höst laubalilik istemez. Geç yerine.

Şaban yerine geçer

Komutan ikinci askere döner

KOMUTAN: Asker sen söyle bakalım adın ne?

AĞA:Sen beni tanımıyon mu?

KOMUTAN: Yooo tanımıyom

Hadi ya dalga geçme beni gerçekten tanımıyon mu?

KOMUTAN: Cevap versene kimsin sen?

AĞA:Tamam kızma söylüyom.Ben Güney Doğu Anadolunun en büyük aşiretlerinden

78 köy ,45 bin dönüm tarla ,52 traktör ,134 camış ,245 davar, 700 maraba sahabı Bilo ağanın torunu Maho ağayım. Tam sekiz kez evlendim , övünmek gibi olmasın. Tam 48 tene çocuk var. Ellerinizden öperler.

KOMUTAN: Ya demek ağasın. Bana bak Maho ağa, burası asker ocağı. Burda paşa da , ağa da benim.Anladın mı?

AĞA:Tamam tamam namıssız . kavga çıkmasın.

Komutan üçüncü askere döner

KOMUTAN: Asker sen söyle bakıyım adın ne?

TEMEL:Uşağım penim adum

KOMUTAN: Uşağum değil komutanım

TEMEL :Tamam komitanum ,penum adum Temel. Pen de Trabzondan celeyrum.

Madem sordun sana hayat hikayemi anlatayım. Anam ile babam tanışmışlar evlenmişler. Ana kalmış bana hamile,

Baba tarafı demiş erkek olacak , ana tarafı demiş

kız olacak, kız olacak erkek olacak

Kız idi erkek idi Kız idi erkek idi Kız idi erkek idi- ha tutun uşaklar- Kız idi erkek idi

Başlarlar horon çekmeye

KOMUTAN: Tamam tamam lafı uzatma sadede gel

TEMEL:Evet komutanum devam edelum. Anam olmuş dokuz aylııık ve ben dünyaya gelmişim.

Bu sefer de baba tarafı demiş adı yunus olsun , ana tarafı demiş hızır olsun.

Başlamışlar kavagaya , hızır idi yunus idi , hızır idi yunus idi – ha tutun uşaklar hızır idi yunus idi, hızır idi yunus idi

KOMUTAN : Tamam tamam anladık

Çavuşa döner

KOMUTAN: Çavuş sen bunları eğittin mi?

ÇAVUŞ:Evet komutanım

KOMUTAN: Peki kamuflaj nedir biliyorlar mı?

ÇAVUŞ:Hepsine öğrettim komutanım

KOMUTAN: Peki soralım bakalım

İlk askere döner

KOMUTAN: Şaban söyle bakalım kamuflaj nedir

ŞABAN: kamuflaj mı?

KOMUTAN: Evet kamuflaj

ŞABAN: Emin misin komutanım başka bir şey olmasın?

KOMUTAN: Lan delirtme adamı söylesene kamuflaj nedir?

ŞABAN: Ha dur hatırladım ?

Biraz düşünür

ŞABAN: Neydi komutanım

KOMUTAN: Kamuflaj kamuflaj

ŞABAN: Tamam tamam ne kızıyon hatırladım. Bir çeşit yılandır komutanım

Yılan taklidi yaparak komutanın üstüne yürür.

Komutan korkup kaçar

KOMUTAN: Çavuş bu adam benim yılandan korktuğumu bilmiyor mu?

ÇAVUŞ:Bilmiyor komutanım

KOMUTAN: Kamuflajı da bilmiyor ver cezasını

Çavuş askerin yanına gelir

ÇAVUŞ:Şınav vaziyet aaaaaaaaal, başla

Şaban sızlanarak şınav çekmeye başlar

ŞABAN:Uf aman kemiklerim. Uf anam öldüm

ÇAVUŞ:Yerine geç

Komutan ikinci askere yaklaşır.

KOMUTAN: Ağam sen söyle bakalım kamuflaj nedir?

AĞA:Ondan kolay ne var komutanım? Bizim inekler hastalanınca baytarı çağırırız . gelir davarlara iğne furur. İşte ona kamuflaj denir

KOMUTAN: Yok ya Allah Allah sen bunu nerden biliyon

AĞA:Yaaaaa komutanım, ağa torunu olmak kolay mı?

KOMUTAN: Git işine lan ağa torunuymuş peh!görelim bakalım ağa torunu nasıl şınav çekiyomuş

KOMUTAN: Çavuş bu da bilmiyor ver cezasını

Çavuş askerin yanına gelir

ÇAVUŞ:Şınav vaziyet aaaaaaaaal başla

Ağa sızlanarak şınav çekmeye başlar

AĞA:Ulan komutan yaktın beni, uh vay anam. Dışarıda görüşecez komutan

Komutan üçüncü askere döner

KOMUTAN: Asker sen söyle bayım kamuflaj nedir

TEMEL:Söyleyim komutanım, şimdi ilk önce tavayı ocağa koyuyorsun.

KOMUTAN: Eeeeeeee

TEMEL:Altını yaktıktan sonra ıspanağu alıyorsun şöyle ince ince doğruyorsun.ıspanaklar hafiften haşlanınca iki tane yumurta alıyosun. Onları aha pöyle birbirine furup kıraysun. Azcık daha pişirince kamuflajın hazurdur komutanum.

KOMUTAN: Çavuş bu ne diyor yav

ÇAVUŞ :Bilmiyorum komutanım

KOMUTAN: Çabuk ver şu hamsinin cezasını

Çavuş askerin yanına gelir

ÇAVUŞ :Ördek yürüyüşüne başla

Temel ördek yürüyüşü yaparak bir tur atar. Sonra yerine geçer

Komutan çavuşa döner

KOMUTAN: Çavuş sen söyle bakalım Kamuflaj nedir

ÇAVUŞ: Kamuflaj bir askerin düşmandan saklanması ve gizlenmesi demektir komutanım

KOMUTAN: Duydun mu asker?

AĞA: Duyduk

KOMUTAN: Neymiş kamuflaj ?

Hep bir ağızdan

ASKERLER:Kamuflaj bir askerin düşmandan saklanması ve gizlenmesi demektir komutanım

KOMUTAN: Afferim.Çavuş ben gidiyorum.on dakika sonra geldiğimde bunların hepsi kamuflaj şeklinde olacaklar anlaşıldı mı?

ÇAVUŞ: Tamam komutanım

Komutan çıkar

Çavuş askerlerin başına birer çuval geçirir

Komutan tekrar girer

Komutan ortaya gelir

KOMUTAN: Allah nereye gitti bu askerler. Burda sadece üç tane çuval kalmış.

İlkinin başına gelir .Ufak bir tekme atar.

KOMUTAN: Allah bunda ne var yav

Çuvaldan sssssss sesleri gelir

Komutan bir tekme daha atar.

Çuvalın içinden şaban tıslayarak çıkar

Komutan korkup geri kaçar

KOMUTAN: Ulan şaban Allah canını almasın sen miydin

ŞABAN:Evet komutanım, hi hi benim.

Komutan ikinci çuvala yaklaşır.

KOMUTAN: Bunun içinde ne var acaba ?

Ufak bir tekme atar

Çuvalın içinden miyavlama sesi gelir

KOMUTAN: Galiba bunun içinde de kedi var

Bir daha tekme vurur.

AĞA:Miyav dedik ya yav

KOMUTAN: Ooooo ağam sen miydin, hörmetler

Komutan en son çuvalın yanına gelir

KOMUTAN: Bir bu kaldı bakalım içinde ne var

Cuvala ufak bir tekme atar, çuvaldan ses çıkmaz

Biraz kuvvetli vurur yine ses çıkmaz

KOMUTAN: Allah ne var bunun içinde yav

İyice sert vurur

Temel fırlar

TEMEL:Yeter ula yeter patates patates
 
Son düzenleme:
AT HIRSIZI


HASAN: Hayrola Rüstem, üzgün görünüyorsun, ne oldu?

RÜSTEM: Ben üzülmeyeyim de kim üzülsün Hasan?

HASAN: Hele anlat bakalım seni bu kadar perişan eden olay neymiş, merak ettim yahu!

RÜSTEM: Bütün paramı verip bir at almıştım.

HASAN: Ee, at öldü mü yoksa?

RÜSTEM: Ölse teselli olacak bir yanı var?

HASAN: Ne oldu peki?

RÜSTEM: Dün gece ahıra bir hırsız girip atımı çalmış.

HASAN: Yapma yaa... İnan ki çok üzüldüm. İnşallah bulursun atını.

RÜSTEM: Pek sanmıyorum bulabileceğimi ama hayırlısı neyse o olsun. Ne diyelim.

HASAN: Benim acele bir işim var, gitmek zorundayım. Hadi kal sağlıcakla...

RÜSTEM: Yolun açık olsun Hasan.

HIRSIZ: Lanet hayvan yürüsene be!

RÜSTEM: Aman Allah´ım rüya mı görüyorum yoksa! Bu at benim atım yahu! Hey, heey, bu benim atım!

HIRSIZ: Yanlışın var Beyim. Bu at yıllardan beri benimdir.

RÜSTEM: Madem ki bu at yıllardan beri senin, o halde söyle bakalım, bu atın hangi gözü kör?

HIRSIZ: Hangi gözü mü kör? Bunu bilmeyecek ne var, tabi ki sol gözü kör.

RÜSTEM: Bilemedin.

HIRSIZ: Pardon pordon, ben sağ gözü diyecektim, yanıldım. Evet evet, sağ gözü kör bu atm.

RÜSTEM: Sen sadece hırsız değil ayrıca beceriksiz bir yalancısın da.

HIRSIZ: Niye?

RÜSTEM: Bu atın iki gözü de sapasağlam çünkü! Ver atımı...
 
Son düzenleme:
AVUKAT


HİZMETLİ: (Ortalığı temizler, avukatın masasını temizlerken avukat oturmaktadır.) Vallahi avukat bey çok zekisin avukat yazısının altına Made in Japan yazdırmakla iyi ettik galiba, herkes Japon malı sanıyor sizi. Televizyonun, elektronik eşyaların Japon malı olanları var da avukatın Japon malını ilk kez görüyorum. Japon malı avukat Ahmet Adıgüzel.

AVUKAT: Japon malı deyip durma işine bak be...

HİZMETLİ: Ayten isimli bir bayan aradı ve sizinle görüşmek istediğini söyledi. Bir iki saat sonra geliyorum dedi. Miras işiymiş.

AVUKAT: Miras işi mi? Tamam ilginç bir olay ama parasıyla değil mi ilgileneceğiz. Sen bu günlerde fazlaca kilo aldın, onları versen iyi olur. Küt diye kereste gibi devrilir, geberirsin valla! Sekretersin kendine dikkat etmelisin.

HİZ: Yok canım, kilom fazla mı ?

AV: Büyüyünce fil olacakmış gibi bir halin var.

HİZ: Yapmayın avukat bey. O kadar değil tartıldım seksen beş kiloyum. Yani bir eşeği tartsan daha ağır gelir.

AV: Zaten biraz daha kilo alırsan ondan farkın kalmayacak. Bol bol egzersiz yap. Kilo ver. Sonra kalp krizinden gidersin vallaha...

HİZ: Sahi mi söylüyorsunuz ?

AV: Tabi ki, sürekli çalış iş yap. En iyi zayıflama yolu çalışmaktır, ev işi yapmaktır.

HİZ: Ben eve gideyim o zaman.

AV: Akıllı, ev işi yapmak için eve gitmeye gerek yok, burada da aynısını yapabilirsin. Bol bol temizlik yap. Kilo verirsin.

HİZ: Ne güzel !

AV: Evet mesela şu sehpayı getir, masanın üstüne koy. (Hizmetli sehpayı alır getirir koyar.) Yakıştı mı ?

HİZ: Yooo.

AV: İyi o zaman geri götür, yerine koy.

HİZ: Zayıflamak için devamlı böyle mi yapacağım ?

AV: Buna benzer işler... (Kapı çalar.) Kapıya bak.

HİZ: Buyurun.

(İçeri bir erkek bir bayan girer.)

AV: Buyurun hoş geldiniz.

KOCA: Hoş bulduk.

KADIN: Hoş bulduk .

AV: Hayırdır, bir avukata ihtiyacınız var herhalde.

KOCA: Hayır efendim, bizim anlayışa, sevgiye, düzene, mutlu bir yuvaya ihtiyacımız vardı. Ama olmadı. Şimdi mecburen avukata ihtiyacımız var. Boşanmak istiyoruz.

AV: Öyle mi? Ne güzel! Değil tabi. Demek boşanacaksınız. Biliyorsunuz ki boşanmak ciddi bir durumdur. Çok iyi düşünmeniz gerekir.

KOCA: Evet, düşündük, taşındık... Zaten o düşünemiyor. Ben onun yerine de düşündüm ve karar verdim.

KADIN:Niye düşünemiyor muşum? Başlamayalım yine.

KOCA:Tabi başlamaya gerek kalmadı, zaten bitti... Her şey bitti.

AV: Efendim şimdi niçin boşanmak istediğiniz konusuna açıklık getirelim isterseniz.

KOCA: Tabi getirelim, açıklık getirelim, niçin boşanıyoruz ulan biz?

KADIN: Bunun için boşanıyoruz işte!

KOCA: Evet bunun için boşanıyoruz değil mi? Bunun için bizi boşayın hakim bey, pardon avukat bey. Hatta made in Japon Bey.

AV: Tamam, önce şu konuya bir açıklık getirelim. Beyefendi niçin boşanıyorsunuz?

KOCA: Efendim şunun için boşanıyoruz. Eee eee şey için eee anlaşmıyoruz...

AV: Tamam, demek bunun için boşanıyorsunuz Allah Allah

KOCA: (Karısına) Görüyor musun? Adam bile bize hak verdi. Allah Allah bile dedi.

AV: Hanımefendi siz neden boşanıyorsunuz?

KADIN: Efendim ben eee şey için boşanıyorum. Eee işte anlaşamıyoruzmuşuz bunun için boşanıyoruz.

AV: Ne güzel! değil. Demek boşanacaksınız.

KOCA: Tabi avukat bey, üstelik boşanmak için bu kadar çok sebep varken dün bir de demez mi? Ben Fenerbahçeliyim diye. İşte ipler o zaman koptu. Evlenmeden önce arkadaşın kendisini uyarmıştım.

AV: Ne diye?

KOCA: Fenerbahçe’nin adını ağzına almayacaksın diye. Fenerli olduğunu yıllarca gizlemiş. Yıllardır bir fenerliyle evliymişim de haberim yokmuş.

KADIN: Fenerbahçeli olmak suç mu şimdi yani?

KOCA: Evet suç. Ulan tutacak başka takım mı yok? Mesela git Mersin İdman Yurdunu tut

AV: Şimdi tam anlayamadım da. Siz karınızdan FB’li olduğu için mi boşanıyorsunuz.?

KOCA: Tam olarak öyle değil tabi. Mesela hanımefendinin matematiği ve kimyası da oldukça zayıf. Yani böyle olmaz ki. Anlaşamıyoruz. Lisedeyken müzik dersi de zayıfmış zaten.

KADIN: Her akşam eve sarhoş geliyorsun, senin eziyetini çekiyorum sürekli, bıktım artık. Dayanamıyorum. İnsan evlenince huzur, mutluluk ister. Biz hiç huzur bulamadık mutlu olamadık ki. Ben mutluluğu pembe dizilerde seyrettim.

KOCA: Görüyorsunuz zeytinyağı gibi üste çıktı. Huzurlu değilmiş miş miş miş. Çarpılırsın ulan yalan söyleme. Sana huzur bulasın diye Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanını bile aldım.

KADIN: Yine suçlu ben oldum. Sen çocuğumuzun kız olmasından bile beni sorumlu tuttun.

AV: Çocuğunuz da mı var ?

KOCA: Evet Ona çocuk denirse var. Daha doğrusu, o kız hanımefendinin. Önceden anlaştık, erkek olacaktı, olmadı. Bir erkek çocuk bile veremedin bana, yazıklar olsun!

KODIN: Tamam, onun suçu da benim, suçsa tabi.

AV: Bu tartışmalara bakılırsa aranızda çözülmeyecek sorunlar var. Siz en iyisi boşanın olmaz mı?

KOCA: Eeee bak bu çok iyi bir fikir,bunu hiç düşünmemiştim. Hatırlattığınız için teşekkürler avukatçığım. (Sinirlenir) Kardeşim biz buraya boşanmak için geldik, sen ne diyorsun?

AV: Hanımefendi siz ne diyorsunuz ?

KADIN: Ben ne diyeyim, kocam her şeyin en iyisini bilir.

AV: Kocanız sizden boşanmak istiyor.

KADIN : Kocam bilir valla! Ben ne diyeyim?

AV: Hanımefendi siz çalışıyor musunuz?

KOCA: Evet, ev işleri yapıyor, çamaşır, bulaşık falan...

AV: Öyle değil, paralı maaşlı bir işte çalışıyor mu ?

KOCA: O ne demek ulan? Kafamda boynuz falan görüyor musun sen ?

AV: Beyefendi konuyu saptırmayın. Hanımefendi çalışmıyorsa ve boşanmak istemezse ona boşanınca nafaka vermek zorunda kalacaksınız.

KOCA: Nafaka mı o ne? Sadaka gibi bir şey mi?

AV: Hayır aylık belli bir miktar parayı sürekli vereceksin.

KOCA: Hadi ya! İyi valla! Karıyı hem boşayalım, hem de para verelim. Ulan nişanlanırken para, evlenirken para, boşanırken para, boşadıktan sonra para... Ne ulan bu karı milletinden çektiğimiz? Medeni Kanun değişsin, böyle olmaz arkadaş!

KADIN: Vallahi avukat bey kocam en iyisini bilir. Geçende bir filmin sonunda ne olacağını bile bildi. Şaştım kaldım.

KOCA: Salak, o filmi önceden izlemiştim .

AV: Sizin boşanma kararınız kesin mi ?

KADIN: Vallahi ne desem bilmiyorum. Babam beni bu adama verdi. Birkaç kere telefonda konuştuk, sonra evlendik. Ben üzerime düşen görevleri yapıyorum. Temizlik, bulaşık, yemek, çamaşır falan, ama kocam olan bu adam da üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor: İşe gidiyor, geliyor, hatta fazlasını yapıyor. İşten yorulup geliyor, bir de beni dövüyor, iyice yoruluyor, ben bu duruma üzülüyorum. İki yaşında kızımız var, onu gözümüz görmez oldu neredeyse.

KOCA: Kızımız deme o senin kızın. Kahvede bile herkes benimle dalga geçiyor, “kız babası” diye. Çok zoruma gidiyor. Üstelik çocuk 2 yaşına geldi, çarpım tablosunu bile bilmiyor.

AV: Bu tartışma uzar gider. Siz kararınızı verin, beni de boş yere yormayın. Biz sekreterimle egzersiz yapacağız daha. Evet hanımefendi, boşanmak istiyor musunuz ?

KADIN: Tabi ki gururlu, şerefli bir insan olarak, beni sevmeyen benle yaşamak istemeyen biriyle evli kalmak istemem.
 
AVUKAT VE DAVACILARI


(Avukat bürosu dekoru. Kişiler: Avukat, Şinasi Bey, Eski Karısı, Yeni karısı, Şinasi’ nin annesi, sekreter)

Avukat: Şuraları da temizle.

Sekreter: Temizledim ya!

Avukat: Olsun kızım bir daha temizle, elinde mi kalır yani!

Sekreter: Yok da buralara bal döküp yalayacaksın herhalde, bu kadar temizlettiğine göre...

Avukat: Temizle be! Allah Allah ne kadar geveze oldun sen.

Sekreter: Avukatın yanında başka ne olur zaten. Avukatın yanında sekreterlik yaparak doktor olmam her halde geveze olurum.

Avukat: (Seyircilere) Ya bir sekreteri altı aydan fazla tutmayacaksın, sürekli değiştirmek gerekir bu sekreterleri başa bela bunlar...

Sekreter: Ah bir zamanlar, yani çocukken astronot olup uzaya gitmek isterdim. Şu düştüğüm hale bakın, ola ola sekreter oldum.

Avukat: Ne olmak istiyordun?

Sekreter: Astronot olmak istiyordum. Uzaya gitmek isterdim.

Avukat: Astronot olacaktın. Ne güzel ülkemizin ilk astronotu olmak istiyordun, ama ömrün yetmeyecek herhalde.

Sekreter: Nedenmiş o?

Avukat: Yürüyerek Aya gidebilir misin?

Sekreter: Hayır.

Avukat: O zaman astronot da olamazsın. (Kapı çalar)

Sekreter: Buyrun hoşgeldiniz.

(İçeri Şinasi ve eski karısı girer.) ( Şinasi’nin ceketi omzundadır)

Avukat: Hoş geldiniz.

Şinasi: Hoş bulduk.( Avukatla tokalaşır.) (Eski karısı da tokalaşmak için avukata varır Şinasi kızarak)

Şinasi: Geri çekil elin avukatıyla bu ne samimiyet?

Eski karısı: Sana ne! Biz boşandık ve aramızda bir bağ kalmadı.

Şinasi: Olabilir. Sen yine de çekil otur şuraya.

Avukat: Boşandınız. Umarım böyle daha mutlusunuzdur.

Şinasi: mutluluk ne demek avukatcığım. Dünyalar meleği bir kadınla evlendim ve bu kadınla geçen hayatım boşa geçmiş.

Eski karısı: Öyle mi senin hayatın içmek dışında zaten hep boştu.

Şinasi: Sen konuşma gürültü oluyor. Bak millet rahatsız oluyor.

Avukat: Hanımefendi siz ne yaptınız? Boşandıktan sonra hayat nasıl?

Eski karısı: Ben de evlendim ve şu anda çalışıyorum. Oldukça mutluyum şu anda çalışıyorum. Allah kurtarmış.

Şinasi: buldun tabi hafif bir koca adamı iç güveysi aldın. O salak da erkeğim diye geziyor ortalıkta.

Eski karısı: Seni de gördük. Koca olmak dayak atmak değildir. Umarım bunu öğrenmişsindir.

Şinasi: Kim, ben mi? Ulan beni layt erkek mi sanıyorsun sen. Biz bu güne bu gün memleketin has erkeği, esas oğlanıyız. Karıya kıza yüz vermek bize yakışmaz. Vücut kabul etmez, bünye atar yani.

Avukat: Sizin bir de çocuğunuz vardı değil mi?

Eski karısı: Evet şu anda çocuğum okumayı ve yazmayı öğrendi. Çarpım tablosunu da babasından iyi biliyor.

Şinasi: Bırak onları da çocuğa şimdiden bir top ver çocuk futbotcu olsun.

Eski karısı: Ne futbolcusu?

Şinasi: Futbol oynasın çocuk, eline bir tesbih ver benim gibi olsun. Hafif olmasın , karısından korkmasın çocuk.

Eski karısı: Şinasi Bey hatırlarsan bizim çocuğun hiç karısı olmayacak.

Şinasi: Niye? Çocuğun bir problemi mi var?

Eski karısı: Bizim çocuğumuz zaten kız.

Şinasi: Ha! Öyle miydi ya! Bende akıl mı kaldı sanki?

Eski karısı: Sende akıl hiç olmadı ki zaten...

Avukat: Şimdi sorununuz nedir? Size nasıl yardımcı olabilirim.

Sinasi: Efendim sorun miras meselesi. Mirası paylaşamadık galiba.

Avukat: Biliyorsunuz yeni medeni kanuna göre evlilikte kazanılan mallar boşanma halinde ortak olarak paylaşılır.

Eski karısı: Ben de aynı şeyi söyledim. Ama beyefendi meseleyi buralara kadar getirdi.

Şinasi: Avukatçığım pardon konuyla ilgisi yok galiba ama kusura bakma bu sekreter senin mi? Yoksa ödünç mü aldın?

Avukat: ödünç almak ne demek ya?

Şinasi: Bizim eve bir sekreter lazım da. Sekreter hanım ben size “merhaba” demiş miydim?

Sekreter: Evet demiştiniz.

Şinasi: “Nasılsınız” demiş miydim?

Sekreter: Hayır, demediniz.

Şinasi: Diyorum o zaman, nasılsınız?

Sekreter: Tamam ben de cevap veriyorum: “Size ne?”

Şinasi: Ulan bu karı milletine de yüz vermeye gelmiyor. Zaten karı dediğin nedir ki? Elinin kiri, yıkayınca çıkar gider.

Eski karısı: Evet ama çıkmayanları da var.

Şinasi: Neyse ne diyorduk.

Eski karısı: Paylaşamadığımız mirastan bahsediyorduk.

Şinasi: Arkadaş elimde bir araba var onun da yarısını almak istiyorsun. Olmaz ki ya!

Eski karısı: Bu en doğal hakkım, sen para kazanıp bu arabayı alırken kendi başına mıydın? Sen birisiyle evleneceksin, canın sıkılınca, kafan esince onu kapının önüne koyacaksın. Yok öyle! Ben kendi hakkımı istiyorum. Senin olanları değil, kendime ait olanları istiyorum. O arabayı alırken bütün altınlarımı aldın. Ben hakkımı istiyorum.

Şinasi: Ulan boşandık, her şeyi paylaştık. Her şeyin yarısını sana verdim. Ulan çorapların bile birer tanesini almışsın. Ulan bu çoraplar çifter çifterdir, birini alırsan diğerini nasıl giyeceğim?

Eski karısı: Evet her şeyi adilce paylaştık.

Avukat: Evet, çok doğru ve adilce paylaşmışsınız. Hayat müşterektir.

Şinasi: Sen karışma lan avukat bozuntusu.

Sekreter: Lütfen avukat beye hakaret etmeyin, yoksa!

Şinasi: Yoksa ne olur. Sen avukatın avukatı mısın? İşine bak. Bu kadar da olmaz ki! Benim çoraplarımın birer tanesini aldığı yetmemiş gibi bir de tutmuş kendi kendi çoraplarının birer tanesini bırakmış. Ulan ben senin çorabını ne yapayım. Bu yaştan sonra adımı mı çıkaracaksın? Zaten kahvede falan rezil oluyorum, çoraplara baksana ( çorapların rengi farklıdır.) Fenerbahçe forması gibi.

Eski karısı: Ne güzel, yakışmış da.

Şinasi: Ne yakışması be! Sekreter hanım ben size “nasılsınız” demiş miydim?

Sekreter: Evet demiştiniz, ben de cevabınızı vermiştim.

Şinasi: Ne güzel, demek bana cevap veriyorsunuz. Tamam bu cevabınızı karşılıksız bırakmayacağım.

Sekreter: Çattık ya! Sizin bir probleminiz mi var?

Şinasi: Evet havuz problemi var çözebilir misiniz?

Eski karısı: Ne diyorduk, ben arabanın da değerinin yarısını istiyorum. Yoksa dava açacağım.

Avukat: Evet hanımefendi doğru söylüyor.

Şinasi: Ulan siz ortak mı çalışıyorsunuz? Her şeyin yarısını verdim. Her şeyi paylaştık. Hatta çamaşır makinesini aldın, fırını bıraktın. Ama ne yazık ki fırında çamaşır yıkayamıyoruz sayende. Tek araba var. Yarısını nasıl vereceğim sana? Çorap değil ki bu meret, birini versem. (Kapı çalar)

Eski karısı:Ben anlamam bu konuda da hakkımı istiyorum.

(bu sırada kapı yine çalınır)

Avukat:Git kapıya bak Her kimse içeri alma,dışarıda beklesin

(sekreter çıkarken)

Şinasi:Sekreter hanım cevabınızı unutmadım.Unutmayacağım.

(sekreter sinirle çıkar)

Şinasi:Ulan bu karı milletinin aklı yok.Sen şimdi arabanın yarısını ne yapacaksın.Araba kullanmayı bilmezsin hatta oturmayı bile bilmezsin

Eski karısı:Evet,hiç binmediğim bir arabamız vardı.Ama yarısını istiyorum.

Şinasi:Ah ulan burada kimse olmayacaktı.Ben sana bir dayak atacaktım.Bak o zaman araba falan istiyor muydun?

(sekreter girer)

Sekreter:Avukat bey bir hanımefendi geldi ısrarla içeri girmek istiyor.

Avukat:Beklesin ya!

Şinasi:İşte karı milleti içeri girmek istiyormuş.Sizin sopanız falan yok mu?Kov gitsin kimse ya!

(yeni karısı sinirle içeri girer)

Yeni karısı:Kimi kovuyorsunuz sayın şinasi beyler!

Şinasi:Karıcığım!Sen miydin?Ben başka birisi sanmıştım. (ayağa kalkar,korkmuştur.)Seni kovabilir miyim?Gel buyur şöyle otur!(kendi yerini verir)

Eski karısı:Hoş geldiniz.Ben Şinasi Bey’in eski karısıyım.

Şinasi:Evet tanıştırayım.Yeni karım.Hatta yeni kocam desem daha doğru olur.

(şinasi ayakta beklemektedir)

Avukat:Memnun olduk hanımefendi.

Yeni karısı:Sorun nedir avukat bey?

Şinasi:Ben izah edeyim karıcığım.

Yeni karısı:Ben avukata sordum,sana değil Şinasi.

Şinasi:Tamam karıcığım.

Avukat:Şinasi Bey eski karısıyla mal paylaşımı meselesi sebebiyle burada.

Yeni karısı:Şinasi Bey eski karınızın eşyalarını derhal iade et.

Şinasi:Tabi karıcığım.İstersen donumun yarısını da kesip vereyim.

Yeni karısı:Nasıl konuşuyorsun?Hanımefendinin hakkını ver.

Eski karısı:Lütfen burada tartışmayın.Bu işi sakince halledebiliriz.

Sekreter:Şinasi Bey bana nasıl olduğumu ısrarla sormayacak mısınız?

Yeni karısı:Şinasi sekretere nasıl olduğunu mu soruyorsun?Sana ne milletin nasıl olduğundan!

Sekreter:Karıcığım sekreter,ama bu sekreter erkek.

Yeni karısı:Erkek mi?Bunu neresi erkek?

Şinasi:Aaa!(utanır gibi yapar) erkek değilmiş!Karıcığım erkek olmadığını bilseydim sorar mıydım?

Yeni karısı:Bilmez miyim?

Şinasi:Karıcığım senden başka kadına bakarsam iki gözüm önüme aksın,sen de ye!

Yeni karısı:Aferin

Şinasi:Senden başka bir kadına dokunursam iki elim kırılsın sen de ye!

Yeni karısı:Ha şöyle hizaya gel!

Şinasi:Karıcığım senden başka bir kadını verdiği bir şeyi yersem ben kusayım.sende ye!

Yeni karısı:Saçmalama Şinasi!

Avukat:Siz ne kadar güzel anlaşıyorsunuz.Şinasi Bey eskiye bakarak çok mantıklı ve hafif olmuşsunuz.

Şinasi:Hafif sensin,ne demek istiyorsun sen avukat bozuntusu yanındaki sekretere mi güveniyorsun?

Yeni karısı:Şinasi,yeter artık saçmalama.

Eski karısı:Şinasi Bey ben artık arabadan da sizin hayatınızdan da pay istemiyorum.Bu gördüklerim benim için yeterli.

Şinasi:Ne demek bu şimdi?

Eski karısı:Valla ben sizin bu durumunuzu gördüm ya artık ölmem.

Şinasi:Ölme,geber!

Yeni karısı:Şinasi gereken neyse hallet ve derhal eve gel beni bir daha buraya getirme. Tamam mı?

Şinasi:Tabi karıcığım inşallah eve gidişin olur da dönüşün olmaz.İnşallah eve sağ salim varamazsın.

(bu sırada karısı çıkar)

Şinasi:Tamam sen git ben geç gelebilirim.Bekleme...

Avukat:Çok mutlu olduğunuz her halinizden belli.yeni evlilik size yaramış.

Şinasi:Ne demezsin!Bu karı kısmı el kiri yıkadın mı çıkar gider.Ama bizimki yıkasan da çıkmayacak türden.

Eski karısı:Ben artık sizden bir şey istemiyorum.Gerçekten acınacak haldesiniz. Size hayatınızda sabır ve mutluluklar diliyorum.

Şinasi:Avukatçığım şimdi ben bu karıyı pencereden atsam da araba çarptı desem kaç yıl yatarım.

Avukat:Epey yatarsın.

Şinasi:Ya böyle giderse ben çok layt olacağım.Veya o ev ikimize de dar geliyor.Neyse ben karıcığımı fazla bekletmeyeyim.Ne diyelim etme bulma dünyası!...
 
Son düzenleme:
AYŞEGÜL’E KARDEŞ GEREK (DRAMA ÖRNEĞİ)

(Ahmet Bey sinirli bir şekilde evinin bulunduğu sokağa döner. Bu sırada balkondan kadının biri bir şeyler çırpmaktadır.)


A.B.: Be kadın! Sokak ortasına böyle tozlu topraklı şeyler çırpılır mı? Ayıp be ayıp!


KADIN: Ne yapayım ayol? Nereye çırpayım? Sende geçecek zamanı buldun hani.


A.B. : Şuna bak! Hem suçlu hem de güçlü (kendi kendine) uyma şuna boş ver.


(Evinin önüne gelir, ceplerini karıştırır.)


A.B.: Nerede bu anahtar? Hay aksi şeytan. Büroda unuttum galiba.(zili çalar)


ZEHRA: Kim ooo…


A.B. : Benim Zehra! Ben geldim.


ZEHRA: (Kapıyı açar) anahtarın yok mu? Niye kendin açmadın kapıyı?


A.B.: Dur be kadın! Önce bir selam verelim, insan bir hol geldin der.


ZEHRA: Konuşmana bakılırsa, pek hoş gelmemişsin.


A.B.: Nasıl hoş geleyim. Müdür, bugün akşama kadar başımdan ayrılmadı. Üstelik işten 1 saat geç çıktım.


ZEHRA: Ne olmuş? İlk defa mı geç çıktın?


A.B.: (Sesini yükseltir) ileri geri konuşup moralimi iyice bozma o kadar yine iyi. Tam bir buçuk saatte otobüs bekledim. Ayaklarıma kara sular indi.


ZEHRA: Yine de bana bağırmanı gerektirmez.


A.B.: Bak bak, vicdansıza bak. Bana acıyacağına kendine acıyor.


ZEHRA: (Konuyu değiştirmek ister) sonra ne oldu?


A.B.: Ne olacak. Mahallede tam köşeyi döndüm, Sabri Beyin karısı herhalde


ZEHRA: (Aklına başka bir şey gelir) Eee … ne olmuş bilmemneyin karısına


A.B.: (İyice sinirlenir) ben neden bahsediyorum. Sen ne anlıyorsun!


ZEHRA: Bir şey söylemedim ki.


A.B.: Lafın sonunu beklesene


ZEHRA: Neymiş lafın sonu?


A.B.: Tövbe tövbe…(Kafasını iki yana sallar, konuşmasına devam eder.) evin bütün tozunu kafama çırptı. Bir de ters ters konuşuyor.


ZEHRA: Ha şu kadın. Zaten bütün mahalleli ondan şikayetçi.


A.B.: Kapıya geldim bu sefer de anahtar yok. Sen de açtın kapıyı car car…


(Bu sırada Ayşegül salona girer, koşarak babasının kollarına atılır.)


AYŞEGÜL: Baba, baba:


A.B.: Aman da aman, canım benim (Az önceki halinden eser kalmamıştır.) Ne yaptın bugün bakalım?


AYŞEGÜL: Bugün mü? Eee… Fidan geldi, evcilik oynadık.


A.B.: Ne oynadınız?


AYŞEGÜL: Ne mi oynadık, ben anne oldum o da kızım.


A.B.: Aferin kızıma. Hadi şimdi doğruca yatağa, geç oldu.


(Ayşegül babasını öpüp odasına gider) Canım sen de yemeği hazırlar mısın?


ZEHRA: Tamam Bey hemen hazırlarım.


A.B.: (Arkasından mutfağa gider) istersen yardım edeyim.


ZEHRA: Sen yorgun değil misin?


A.B.: Bütün yorgunluğum gitti valla


ZEHRA: Niye, ne oldu da?


A.B.: Hanım sen bir tuhafsın gerçekten. Bilmiyor musun benim en büyük zaafım Ayşegül. Bugün müdür başımdan biraz ayrılsa hemen telefon edecektim.


ZEHRA: Sahi bugün telefon etmedin.


A.B.: Çocuklar böyle işte. Hani vücuttaki elektriği toprak çekermiş ya. Çocuklar da bütün streslerini yok ediyor insanın


ZEHRA: Salata ister misin?


A.B.: Hayır zahmet olmasın


ZEHRA: Ne zahmeti canım, hemen yaparım. (konuya tekrar döner) sen böyle düşünüyorsun; ama geçen gün alt kattaki Cihan Bey oğlunu bir dövüyordu.


A.B.: (Hiddetle) ne zaman, ben niye duymadım? Bana niye söylemedin? Ben de onu o nu döverdim bir güzel.


ZEHRA: Sen ne karışıyorsun?


A.B.: Öyle deme Zehra. Biliyor musun doğadaki en savunmasız canlı yavrusu, insan yavrusudur. Kuzular bile doğduktan birkaç saat sonra kendi kendine yürümeye, bir şeyler yemeye başlıyor. Ama insan yavrusu öyle değil, bakıma ve sevgiye muhtaç.


ZEHRA: Her insan senin gibi düşünceli değil. Gerçi sende büyüklere karşı acımasızsın.


A.B.: A canım özür dilerim. (bu arada bir taraftan yemeye başlar) sen Nasrettin Hocanın bir fıkrası var biliyor musun?


ZEHRA: Hangisiymiş?


A.B.: Hani Timur’un bir fili varmış da köylünün bağına bahçesine zarar veriyormuş. Köylüler hocaya gelip Timur’un bu fili şikayet etmesini rica ederler. Hocada hep beraber gitmek şartıyla kabul ama Timur’un yanına gidinceye kadar köylüler teker teker kaçar. Hoca bakar ki yalnız başına Timur’un huzuruna çıkıp sizin şu fil çok yalnız ona bir eş lazım der.


ZEHRA: Biliyorum. Ne alakası şimdi bu fıkranın, niye anlattın.


A.B.: Ayşegül’e diyorum bir kardeş mi gerek. Yalnızlıktan sıkılıyor çocuk.


ZEHRA: Hadi hadi yemeğini ye, çok konuşma.


(İkisi de kahkahalar atar, oyun biter)
 
Son düzenleme:
BABA BENİMLE ATÇILIK OYNAR MISIN


Ortam film çekimi sahnesi olarak hazırlanır(kamera. ışık yansıtıcı vb. )Anne önünde ütü ve ütü masası, baba elinde gazete sandalyede oturmakta vekısa şortlu bir çocuk…


YÖNETMEN---Evet arkadaşlar bu film çekiminin çok güzel olmasını istiyorum. Anlaşıldı mı? Hadi göreyim sizi. Kameraaaa… motorr

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinin yanına gider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stopstopOlmuyor olmuyorolmuyor. Biraz daha yavaş.

(Aynı sahne ağır çekimde yapılan bir konuşma tonuyla tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinin yanına gider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stop,stop. Olmuyor,olmuyor ,olmuyor. Biraz daha hızlı.

(Aynı sahne oyuncular oldukça hızlı konuşturularak tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinin yanına gider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stop,stop. Olmuyor,olmuyor ,olmuyor. Biraz daha kızgın.

(Aynısahne oyuncular oldukça kızgın ve sert bir şekilde konuşturularak tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinin yanına gider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stop,stop. Olmuyor,olmuyor ,olmuyor. Biraz daha mutlu.

(Aynı sahne oyuncular oldukça mutlu, gülme ve konuşmalar birlikte tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinin yanına gider. Anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stop,stop. Olmuyor,olmuyor ,olmuyor. Biraz daha üzgün.

(Aynı sahne oyuncular ağlamaklı ses tonuyla konuşturularak tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinyanınagider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Stop ,stop,stop. Olmuyor,olmuyor ,olmuyor. Biraz daha düzgün oynayın.

(Aynı sahne oyuncular normal bir şekilde konuşturularak tekrarlanır. )

ÇOCUK---Baba benimle atçılık oynar mısın?

BABA----Git başımdan gazete okuyorum.

ÇOCUK---Ama baba lütfennn…

BABA---Görmüyor musun gazete okuyorum.

(Çocuk annesinyanınagider. anne ütü yapmaktadır. )

ÇOCUK---Anne babam benimle atçılık oynamıyor.

ANNE---Beyyy. . üzmesene çocuğu.

BABA ---Hadi gel atçılık oynayalım.

YÖNETMEN---Bravo arkadaşlar . İştebu,harika bir çekim oldu .

(Bu arada kameraman sürekli kamerayı kurcalamaktadır. Tedirgin bir şekilde konuşur)

KAMERAMAN---Şeyyyy…arkadaşlar, kameraya film koymayı unutmuşum…
 
Son düzenleme:
BABA SEVGİSİ (KISA TİYATRO)

( Ahmet, Mustafa, Ayşe ve Ali lisede okuyan dört iyi arkadaştırlar. Bunlardan Ahmet, babasının sevgisini, tavırlarını sürekli yanlış anlamaktadır. Mustafa, Ayşe ve Ali, Ahmet’in dostları olarak onun babasına karşı tutumunu değiştirmeye çalışırlar. Ders çıkışında gittikleri bir çay bahçesinde de, yine bu konu açılır ve fikirlerini tartışmaya başlarlar.)


(Bir çay bahçesi. Dört masa var. Ortadaki masada Ahmet, Ayşe, Mustafa, Ali oturmaktadır. Yanlarındaki masada yaşlı bir amca oturmaktadır. Öbür masaların birinde bir karı – koca, diğer masada da kitap okuyan bir kız vardır.


Mustafa – Pazar günkü veli toplantısında öğretmenler beni babama övmüşler. O kadar sevindim ki.


Ayşe- Benim notlarım güzel olmadığı için babamı korkarak çağırdım, ama öğretmenler benim hakkımda güzel şeyler söylemişler. Babam da bana kızmadı.


Ali- Bende memnunum halimden arkadaşlar. Peki Ahmet, öğretmenler senin hakkında neler söylemişler?


Ahmet- Annem hastaydı, toplantıya gelemezdi. Babamın da işleri vardı. O yüzden bilmiyorum.


Ayşe- Ahmet, üç senedir aynı sınıftayız; ama veli toplantılarına ailen sadece bir kere geldi. Neden? Yoksa ailene toplantıları söylemiyor musun?


Ahmet- ( hiçbir şey söylemez )…..


( Garson konuşmaları keserek yanlarına gelir. )


Garson- Hoş geldiniz! Ne içersiniz?


Mustafa – ( Masadakilere bakarak ) Arkadaşlar, her zamanki gibi çay içiyoruz değil mi?


Ahmet, Ali, Ayşe – Evet.


( Garson siparişi yazar ve gider. )


Ali – Notların kötü de değil. Neden söylemediğini bende onaylamıyorum.


Ahmet – Çağırsam ne fark edecek ki! Babam gelecek, öğretmenleri dinleyecek sonrada yine evde nutuk atacak: Şöyle yapmalısın, böyle davranmalısın…


Mustafa – Boş ver. Benim babamda öyledir. Daha doğrusu hangi baba öyle değildir ki!


Ayşe – Evet, illaki bilgilerini, tecrübelerini bize anlatacaklar. Açıkçası, bu konuşmalar bazen beni de sıkıyor; ama benim iyiliğim için konuştuklarını hatırlayınca onları da anlıyorum.


Ahmet – Size inanamıyorum. Böyle konuşmalar nasıl hoşunuza gidiyor. Bana her söz masal gibi geliyor.


Ali – Bana öyle gelmiyor. Çünkü, babamın anlattıklarında haklı olduğunu biliyorum.


Ahmet – Anlaşıldı, bugün iyimserliğiniz üstünüzde. Ama tek sorun keşke bu olsaydı.


( Garson çayları getirir. )


Ayşe – Yine ne oldu?


Ahmet – Dün akşam eve geç gittim diye babamla kavga ettik.


Mustafa – Sen de çok geç gittin demek ki! Benim babam da böyle şeylere önem verir. Örneğin, akşam yemeğinde herkesin evde olması gerektiğini söyler.


Ahmet – Keşke benim babamın da tek istediği bu olsaydı.


Mustafa – Ahmet, babanı anlamaya çalış. Ben babamı anlıyorum. Akşam yemeklerinde de, evde olmaya özen göstermezsek birbirimizi neredeyse göremeyeceğiz.


Ali – ( Ahmet’e bakarak ) Annelerimiz kadar, babalarımızın da bizim üzerimizde emeği var. Hastalandığımızda en az annelerimiz kadar babalarımızda tasalanmıştır. Onlarda baş ucumuzda ateşimizi düşürmeye çalışmıştır.


Ahmet – Artık umurumda değil. Babama tahammül edemiyorum.


Ayşe – Neden babana karşı bu kadar sertsin? Sanki babana kızmak için bahaneler yaratıyorsun.


Ahmet – Evet sertim. Çünkü, o da bana karşı sert. Beni sürekli azarlıyor. ( Sesini gitgide yükseltir.) Ders çalış, parayı tutumlu harca, müziğin sesini kıs… ( Ahmet sesini yükseltince yan masadakiler ona bakarlar. )


Mustafa – Bunları benim babam da söylüyor. Ama ben yangına körükle gitmiyorum.


Ayşe – Babam kızıyor, çünkü müziğin sesinden komşuların rahatsız olacağını biliyor. Ders çalışman gerektiğini sürekli hatırlatıyor çünkü, sınıfını geçmeni istiyor. Olaylara biraz da onun açısından bakmalısın.


Ali – Üstelik böyle tembihleri hemen hemen her baba çocuğuna söyler. Sen bu konular iyice abartıyorsun Ahmet!


( garson masaya yaklaşır )


Garson – ( Boş bardakları alır ) Başka bir arzunuz var mı?


Ahmet – Ben bir meyve suyu istiyorum.


Ayşe- Ben de çay alıyım. ( Garson gider )


Mustafa – ( Ahmet’e ) Neredeyse babam beni hiç sevmiyor diyeceksin.


Ahmet – ( Birkaç dakika ses çıkarmaz ) Sevip sevmediğini bilmiyorum.


Ayşe – Babamızı olduğu gibi kabul etmeliyiz. Çünkü onlarda; bizi yaramaz, tembel, çalışkan demeden olduğumuz gibi kabul edip bağırlarına basıyorlar. Tıpkı annelerimiz gibi…


Ali – ( Yan masadaki yaşlı adamı göstererek ) Şu masadaki amca deminden beri bize bakıyor. Herhalde konuştuklarımızı duydu.


Ahmet – Gizli bir şey konuşmuyoruz ki. Duysun ne olacak sanki!


Mustafa – Birde kendini yargıla. Peki, sen kaç kere babana onu sevdiğini söyleyip sarıldın.


Ahmet – Babam da bana hiç sarılmadı. O hep meşguldü.


( Yaşlı amca, gençlerin konuşmalarının hepsini dinlediğinden, dayanamayarak çocukların yanına gelir, sohbete katılır. )


Yaşlı amca – Yavrucuğum, ama baban hep senin için meşguldü, bunu biliyorsun değil mi?


Ayşe – Buyurun amcacığım oturun, ayakta kalmayın.( Yaşlı adam oturur )


Ahmet – Tamam! Haklı olabilirsiniz. Suçu birazda kendimde aramalıydım.


Yaşlı amca – ( Mustafa, Ali ve Ayşe’ ye yönelerek ) Sizler, arkadaşınızı bu yanlış düşüncelerinden kurtarmaya çalışmakla onun pişmanlığını önlemiş oluyorsunuz.


Ali – Bizler nasıl büyüklerimizden sevgi bekliyorsak, onların da bizden nasıl sevgi beklediğini bildiğimiz için Ahmet’in babası hakkındaki düşüncelerini değiştirmeye çalışıyoruz.


Mustafa – ( Yaşlı amcaya yönelerek ) Sizin “… arkadaşınızın pişmanlığını önlüyorsunuz.” Lafınızla ne anlatmak istediğinizi anlamadım.


Yaşlı amca – Bende sizin gibi gençken, babamla bir türlü anlaşamazdım. Onun öğütlerini nedense bir hakaret, alay gibi algılardım. Zamanla babamdan iyice kopmaya başladım. Babam bana yaklaşıp beni sevdiğini söylemeye çalıştıkça, ben odama kapanırdım. Ben her şeye rağmen, babamın hep yanımda olacağını zannetmiştim. Ama bir gün hastalandı. Hasta yatağında son nefesinde, bir “canım oğlum” deyişi vardı ki , duymalıydınız. İşte pişmanlığım o zaman başladı.


Ali – Siz de ona “canım babacığım” demediniz mi?


Yaşlı amca – Diyemedim. O an babamı kaybettim. Babama “seni seviyorum” diyememenin ezikliği hep içimde kalmıştır. Babam da, onu ne kadar çok sevdiğimi hiç öğrenemedi.


Ahmet – ( Gözleri dolar ) Özür dilerim, gitmem gerekiyor.


Mustafa – Nereye gidiyorsun? Ne oldu?


Ahmet – Geç kalmak istemiyorum! ( Hızla çay bahçesinden ayrılır )
 
Son düzenleme:
BALTAYI BiLEMEK

Karakterler:


İşveren (Erkek 30 yaşlarında)


1. Baltacı (Erkek 30 yaşlarında)


2. Baltacı (Erkek 30 yaşlarında)



(İki tane erkek sırtında baltalar ellerinde yiyecek çıkını ile… Daha düzgün giysili başka bir erkekle (işveren) birlikte sahneye girer, bir süre yürüyüp sahnenin ortasında dururlar.)


İşveren: Evet arkadaşlar kesim yapılacak alan burası. (1. baltacıya sol tarafı göstererek) Sen burada , (2. baltacıya sağ tarafı göstererek) Sen de burada kesim yapacaksın. Kestiğiniz ağaç başına para alacaksınız Bende sizin kestiğiniz ağaçların taşınmasını yaptıracağım. Öğlenleri bir saat izniniz var. Yemek yer ,dinlenirsiniz


1. Baltacı: Bir saat dinlenme çok, ben ayak üstü atıştırırım.


İşveren: Sen bilirsin akşamları görüşürüz o zaman. Haydi kolay gelsin.


(Baltacılar işverenin söylediği yönlere gider. İşverende sahneden çıkar. Bir süre müzik eşliğinde sahne gerisinde ağaç kesme sesi gelir. Müzik durunca 2. baltacı ardından işveren sahneye girer. 1. baltacının balta sesi arka planda devam etmektedir.)


İşveren: Merhaba baltacı kardeş, nasıl gitti?


2. Baltacı: Gayet iyiydi. Çok fazla zorlanmadım.


İşveren: Öğlen iznini kullandın mı?


2. Baltacı: Elbette. Yarım saate yemeğimi yedim. Yarım saatte kestirdim.


İşveren: İyi etmişsin. Çok güzel iş çıkardın taşımaya yetişemedik vallahi.


2. Baltacı: Elimden geleni yaptım.


İşveren: Bu arkadaş gelse de gitsek. Paydos saatini 20 dakika geçti ortada yok. (1. baltacının bulunduğu yöne seslenir.) Hey hemşerim paydos, gel de gidelim.


(İçeriden yanıt gelir)


1. Baltacı: (İçeriden) Siz gidin ben biraz daha çalışacağım.


İşveren: Sen bilirsin. (2. baltacıya) Haydi biz gidelim. Her halde arkadaşın paraya çok ihtiyacı var.


(Sahneden çıkarlar, ışık söner. Işık yandığında üçü de sahnededir.)


İşveren: Üç günlük çalışma süremiz doldu arkadaşlar. Şimdi hesap yapıp paralarınız vereceğim. (1. baltacıya) Sen toplam 33 ağaç kestin.


(2. baltacıya) Sende 50 ağaç.


1. Baltacı: (Sinirli) Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. (Eliyle gösterir) Ondan daha erken ise başladım, daha geç bitirdim. Öğlenleri de mola vermedim. Sonuçta o daha fazla ağaç kesti. Bu isin bir sırrımı var?


2. Baltacı: (Tebessüm ederek) Ortada bir sır yok.. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla ve dinç bir bünyeyle daha az çaba harcayarak daha çok ağaç kestim.Hepsi bu.


İşveren: Bu kural yalnız ormanda değil hayatta geçerli baltacı kardeş. Hayatta kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.


1. Baltacı: Ben dersimi aldım.


İşveren: İşte bu harika. Bir dahaki sefere bu fark olmayacak anlaşılan.


1. Baltacı: Kesinlikle


İşveren: Buna sevendim. Haydi şimdi size güzel bir yemek ısmarlayayım.


(Sahneden çıkarlar)
 
Son düzenleme:
BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL BAŞININ ETİNİ YERİM


1.PERDE

(Bir Pazartesi günüdür. Müdür Gıyabi Bey öğrencilere nasihatlar vermektedir.)

GIYABİ BEY: (Elleri arkasında ciddi ve sinirli bir halde) -Sevgili çocuklar ve sevgili öğretmen arkadaşlarım. Biz bugün buraya neden toplandık?

( Bağırarak)

- Söylesenize yahu neden?

VELİ: Pazartesi olduğu için hocam!

GIYABİ BEY: (Emreder bir tarzda)

- Pazartesileri hep toplanır mıyız evladım ?

VELİ: - Toplanırız hocam!

GIY ABİ BEY: Neden toplanırız çocuk?

VELİ: 8 yıldır okuyorum vallaha her Pazartesi niye toplanırız ben de anlamadım hocam.

GIYABİ BEY: Ukalalık yapma, ukalalık yapma

KAMİLE: İlk önce İstiklal Marşımızı söyler, sonra sizi dinler, ezberimizi kuvvetlendiririz hocam!

GIYABİ BEY: Müsaade edin de göstereyim hocam! (Gıyabi Bey şaşkınlık içinde elini ağzına götürüp) - Allah Allah gel göster bakalım!

( Kamile, müdürün yerine geçer ve aynı müdür gibi ellerini arkasına atarak öğrencilere döner: Müdür İstisna Hanım ‘ ın yanına gider.

KAMİLE: Daha dönemin başı, ne bu saç baş?

Oğlum sen dik dur! Sen, nefes aldığını dahi hissetmeyin! Hey arkadaki beslenme çantana anan sarımsak mı koydu.

İlgisiz veli istemem, istemem dedim o kadar. Vallaha sizi sürerim. Bilmediğinizi öğretmeninize sorun, onlar da bilemezse evdekilere sorun, onlar da bilemezse boş verin gitsin!

Hadi şimdi derse! Arş! ır

- Öğrencilerden bir kahkaha gelir. Öğretmenler başlarını eğerek gülerler. Müdür şaşkındır!

GIYABİ BEY: Ben her Pazartesi bunu mu söylüyorum yavv?

İSTİSNA HANIM: Evet müdür bey!

GIYABİ BEY: Siz de her Pazartesi adamı söyletmeyin canım! Hem atalarımız ne demiş:

KÜLTEGİN ALPARSLAN: (Heyecanlı bir bekleyiş içinde) -Ne buyurmuşlar Gıyabi Bey?

GIYABİ BEY: Söyleyene değil söyletene bakın!



2.PERDE

(Öğrenciler tekerli bir halde sınıfta yerlerini almışlardır. İlk ders İngilizcedir. İstisna Hanım elinde plan dosyaları, gözlüğü boynuna asılı ciddi bir tavırla içeri girer. Herkes ayağa kalkar. )

İSTİSNA HANIM: Good mornıng students !

( öğrenciler hep bir ağızdan) Good mornıng teacher!

İSTİSNA HANIM: How are you today ? (Öğrenciler hep bir ağızdan) İyiyiz Elhamdülüllah!

İSTİSNA HANIM :Don't speak ! Don't speak ! Lesson is Englısh, Now Englısh tıme ! Are you okey!

VELİ: Ok ey olmaz hocam ! bilardo, bilardo! (Öğrenciler hep bir ağızdan gülüşür)

LATİFE: ( Ön sıradaki arkadaşı Şermin 'e kalemle dürterek) --Ya Şermin! İstisna Hanım neden hep İngilizce konuşur anlamadım? Oysa kuzenim anlattığına göre onların öğretmeni Türkçeden İngilizceye hep örnek vererek anlatırmış.

ŞERMİN: (Sesini kısarak, hafif arkasını döner)

-- Valla Latife haklısın. Eve bir gidiyorum neredeyse anneme mother, babama father diyesim geliyor. Adı üstünde bizim hoca İSTİSNA!

(Bu arada İSTİSNA HANıM, tahtaya İngilizce bir şeyler yazmaktadır.)

( İstisna Hanım Şermin’e dönerek)

İSTİSNA HANIM: What is the matter ? Şermin.

ŞERMİN: Oh yes ! Gerisi heves, her işin başı para olrayt ve Amenna!

(Sınıf hep bir ağızdan gülüşür)

İSTİSNA HANIM: Konuyu dağıtmayın çocuklar. Peki konumuz neydi? Homework'ları yaptınız mı?

ALEV ERDOGAN: Sımple Past Tense Teacher!

İSTİSNA HANIM: Okey! Aykut! What is Sımple Past Tense?

AYKUT: ( Kekeleyerek ve şaşkın bir halde ayağa kalkar) --- Unuttum hocam!

İSTİSNA HANIM: No unuttum! No Turkısh! Englısh tıme! I was forget, I was forget! Hem senin gravatın neden lekeli?

AYKUT: Babam yıkamayı unutmuş hocam!

İSTİSNA HANIM: Neden? Senin annen ne güne duruyor? Yoksa is she ill ? Yani annen hastamı?

KAMİLE: Yok hocam! Babam biraz kılıbıkta!

Evde; ütü, yemek, çamaşır, bulaşık ve temizlik ona düşer. Annesi de yapılan işleri kontrol eder. Yani babası kız gibi adamdır valla!

(Sınıfta bir gülme kopar.)

İSTİSNA HANIM: Don' t smile ! Gülme! Gülme! Ohh my good!

-- 177 Şermin, senin kadar beceriksiz, uyuşuk ve tembel bir öğrenci görmedim! Yaptığın quizz'lerde (kuiz) hep sen sonuncu oluyorsun.

Aslında 8/c sınıfının tümü terrible and lazy!

Yani ürkütücü ve tembel! Özelliklede 171- Şermin!

( Eline bir kağıt alır, sınıfa dönerek: )

İSTİSNA HANIM:Aaa burda bir soru var! (Kağıda şöyle bir göz geçirip duraksadıktan sonra)

--Amaaan canım. Anybody can make this question! (Hiç kimse bu soruyu yapamaz yani!

LATİFE: Olsun hocam siz yine de bir sorun!

İSTİSNA HANIM:All nght! (olrayt) dinleyin. This Sentence transIate to Englısh!

( Yani bu soruyu İngilizce'ye çevirin. "Dün gece annem eve döndü"

(Şermin ağır bir şekilde elini havaya kaldırırken diğerleri şaşkın şaşkın birbirine bakar)

İSTİSNA HANIM: Şermin sen mi? Impossıble! Yani imkansız! Ama yine de söyle bakalım.

ŞERMİN: My mather turned to home yesterday nıght

( Herkes İstisna Hanım 'a şaşkınlıkla bakar. İstisna Hanım biraz duraksadıktan sonra)

- Bak çalışınca oluyor değil mi yavrum ?

(Bu arada odaya Memnune (Hizmetli) girer. Kapıyı çalarak)

İSTİSNA HANIM: Came in!

( Memnune kapıyı açar ve sonra çömelip kalkmaya başlar)

İSTİSNA HANIM: What do you do? Ne yapıyorsun Memnune?

MEMNUNE : Siz demin "kalk in"! demedimiydiniz? E tamam işte bende onu yapıyom!

( Öğrenciler gülüşürler )

İSTİSNA HANIM: Hayır Memnune! "Came in" yani içeri gir demek istedim.

MEMNUNE: Affedersin misis ben öyle sandıydım da!

( Biraz İstisnaya yaklaşır.)

MEMNUNE: Gıyabi Bey dedi ki, zümre tutanağını, kol çalışmalarını bir de günlük plan defterini teneffüste bana getirsin.

( Elini ağzına kapayarak)

Bana kalırsa heç acele etme İstisna. Ne Kültegin Beg, Ne Mübeccel Hanım, bunların heç birini hazırlamadı. Sen tenefüste get , de ki müdür bege:

" Diğer arkadaşlar bu dediklerinizi hazır etti mi de benden isteyon" de. Gör bak heç bir şey diyemez.

İSTİSNA HANIM: Ne münasebet Memnune! Sen boyundan büyük laf ediyorsun. O iş bizi ilgilendirir, lütfen çıkar mısın!

MEMNUNE: Benim için "no problem"İstisna Hanım! Ben diyem de nabalı günahı boynundan öte gide!

( Kapıyı açar ve tam çıkarken)

MEMNUNE: "See you later Teachercığım"!

VELİ: Vallahi hocam "perfect" öğretmensiniz. Yalnız bize değil, Memnune Hanım'a dahi İngilizce öğrettiniz.

(Tüm öğrenciler güler.)

İSTİSNA HANIM:

( Biraz böbürlenir ve gülümsemeye başlar.)

--Eee öğretmen olmak güzel tabii! Bir mum gibisiniz düşünsenize çocuklar, eriyorsunuz ama Memnune'yi bile aydınlatıyorsunuz.

ALEV: Ama, oğlunuz Berkant geçen yıl İngilizce’den sınıfta kalmış kolejde!

(Tüm öğrenciler güler)

İSTİSNA HANIM: Alev sen öğrenci misin yoksa ajan mı? Hem yine dersi kaynattınız. Gelecek ders regular ve iregular fiilleri çalışacaksınız. Oğluma karışmayacaksınız.

( Sert bir şekilde)

-- Do you under stand me?

TÜM ÖGRENCİLER: Anladık hocam!

( Zil çalar ve i. Ders sona erer.)

Öğrenciler istisna Hanım'ın arkasından teneffüse çıkarlar}



3. PERDE

( II. Ders matematiktir. Sınıf Başkanı Kamile, tahtaya dersi, konuyu ve süreyi yazar. Sonra yerine oturur.)

VELİ: Lan Aykut"

AYKUT: Ne var?

VELİ: Okulun karşısına manifaturacı açılmış

AYKUT: Ne yapayım şimdi?

LATİFE: Nesi var mı Aykut! Babana söyle bir gezsin, ören bayan, fiskos, yazma filan alsın. Valla çok güzel modeller gelmiş diyorlar.

ALEV: Olur mu canım, babası bu aralar öğle gazetesi alıp kupon biriktiriyor!

ŞERMİN: O niye ki?

KAMİLE: On kupon biriktirene düdüklü tencere hediyeli yemek kitabı veriyorlar da ondan.

(Herkes gülüşür)

AYKUT: Siz ne biçim arkadaşsınız yaaJ Tamam bulaşık yıkayabilir.

Çamaşır yıkayabilir, yemek yapabilir, temizlik yapabilir ama o benim babam! Aile içinde böyle bir iş bölümüne karar vermişler, Aile içi demokrasiye saygı duyun lütfen!

ŞERMİN: Pek tabii Aykut, pek tabii! Ama kafama bir şey takıldı babanın ismi Naci miydi Naciye mi?

( Hepsi gülüşürler, bu arada Mübeccel Hanım derse girer)

MÜBECCEL HANIM: Günaydın çocuklar!

TÜM ÖGRENCİLER: Matematik matematik Zihnim senle oldu atik Trigonemetri, üçgen, Sizlersiz hayat bitik!

MÜBECCEL HANIM: Aferin çocuklar. Oturun bir önceki ders neyse! Bundan sonraki ödevleriniz neyse hepsini unutun.

( Aykut'a döner)

--- Hayatında annen yok!

(Veli'ye döner)

-- Sen hiç tarih dersi görmedin

( Kamile'ye döner)

-- Sen İngilizce tek kelime duymadın! ( Bağırarak)

Bu 40 dakika içinde her şeyiniz, varınız yoğunuz yaşam amacınız, her şeyiniz matematik! Tamam mı?

HEP BİR AĞIZDAN: Tamam hocam!

MÜBECCEL HANIM: Şimdi sen Latife! Yerinden 90 derecelik dik açıyla kalkıp, attığın her adımı 34 cm'ye ayarlayarak, dakikanın 1/6 lik süresinde yanıma geleceksin.

( Latife ayağa kalkar takriben on saniyede Mübeccel Hanım'ın yanına gelir.)

MÜBECCEL HANIM: Konumuz ne evladım?

LA TİFE: Üçgenler ve açı hocam !

MÜBECCEL HANIM: İşte! üçgen ve açl. ...

( Sınıfa dönerek haykırır)

-- Bana bön bön bakmayın! Üçgen sadece üç doğrunun birleştiği bir şekil değil, aynı zamanda içinde ne açıların bulunduğu şekil biliyor muydunuz? Aman yarabbim!

LATİFE: Hocam neden böyle büyütüyorsunuz gözünüzde bu problemi? Sizden sonra 2-3 saat şuurum kapanıyor. Evde annemi hipotenüs, babamı kare, kardeşimi dikdörtgen algılıyorum.

ŞERMİN: Evet hocam! Oysa hayat hiç de sizin anlattığınız gibi değil. Bakın dışarıda kuşlar ötüyor, güneş dağların ardında perdelenmiş, kadınlar bahçede yün yıkamaya başladılar.

VELİ: İçi-dışı kupkuru söylemlerle bizi de boğuyorsunuz. Oysa zavallı bir üçgen işte, kul yapısı ,onu istediğim zaman çember veya kare yaparım.

( Öğrenciler hep bir ağızdan gülüşür.)

MÜBECCEL HANIM:Kesin! siz daha çocuksunuz ne anlarsınız hayattan? Sizin tek gerçeğiniz matematik olmalı!

ŞERMİN: Peki oyunu-gülmeyi yani hayatı kim yaşamalı hocam?

MÜBECCEL HANIM: Hele sen hiç konuşma yoksa o dilinin karekökünü alır, pi sayısıyla çarparımı Tembel şey sen ne zaman doğru söyledin sanki!

(Mübeccel Hanım tahtaya dönüp bir dik üçgen çizer ve dik kenarların karşısındaki eğik çizgiye (?) soru işareti koyar, sınıfa dönerek: )

MÜBECCEL HANIM: Bu çizgiye ne adım veriyorduk çocuklar?

KAMİLE: Hipotenüs hocam!

MÜBECCEL HANIM: Doğru hipotenüs ne kadar güzel isim değil mi?

VELİ: Evet hocam aynı Birütüs gibi

ALEV: Hocam öbür doğruların ismi de Sezar mı yoksa?

(Çocuklar hep bir ağızdan gülüşür..)

MÜBECCEL HANIM: Bu matematik ve matematik asla cıvıklık götürmez. Çünkü 2+2=4 eder. Burada Almanya'da ve Amerika'da Dün şimdi ve yarın!

LATİFE: Biz de çocuğuz hocam Dün- şimdi ve yarın!

MÜBECCEL HANIM: Ne yapalım yani palyaçoluk mu?

ALEV: Hayır hocam matematiğin sadece bir ders olduğunu hayatın ise daha yaşanılır ve büyük bir şey olduğunu unutmayın yeter.

MÜBECCEL HANM: Kes kes! Yeter, bu ne dil?

(Tahtaya dönerek)

--Çocuklar, üçgenin dik kenarının açısı 90 derece ise diğer açıları kaç derece oluyor?

AYKUT: 45'er derece hocam!

MÜBECCEL HANIM: Evet çocuğum! yani eşit değil mi?

( Bu arada müdür sınıfa girer.)

GIYABİ BEY: Mübeccel Hanım, kusura bakmayın dersinizi böldüm lakin arama yapacağım. Siz kızları ben erkekleri arayalım.

MÜBECCEL HANIM: Tabii müdür bey!

( Mübeccel Hanım kızları, Gıyabi Bey erkekleri ararlar. Hiç kayda değer bir şey bulamazlar. Gıyabi Bey sınıfa dönerek:)

GIYABİ BEY: Yav siz nasıl bir sınıfsınız? Yani bana ağız tadıyla birinizi aykırı bir şeyle yakalama tadını vermeyecek misiniz.

Ne bileyim, biriniz meyve bıçağını cebinde unutabilir mesela, ve yahut babasının sigara paketini. Bak disiplin kurulu çoktandır mevzusuz kaldı.

Yapmayın böyle canım!

(Gıyabi Bey Mübeccel Hanım’dan müsaade isteyerek çıkar.)

Latife yüksek bir sesle:

LATİFE: Arkadaşlar! Bir dahakine cebinize patlamaya hazır el bombası, üç şarjör, dört tane de gece görüş dürbünü koymayı unutmayın ki müdür bey memnun olsun!

VELİ: Yaptığı zahmete değsin değil mi?

(Sınıf hep bir ağızdan gülüşür.)

MÜBECCEL HANIM: Tamam konuyu bölmeyin lütfen derse devam ediyoruz. Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir.

ŞERMİN: Hocam kim demiş bunu ?

MÜBECCEL HANIM: Matematikçiler evladım!

ŞERMİN: Belki 190 derecedir hocam emin misiniz?

MÜBECCEL HANIM: Vallahi hiç düşünmemiştim.

ALEV: Yani bu matematikçilerin işi gücü yokta bunlarla mı uğraşmışlar hocam?

KAMİLE: Evet Yaa! Allah için söyleyin arkadaşlar. Pi sayısını bilene dışarıda madalya mı veriyorlar?

ŞERMİN: Düşünsenize bakkal Rüstem Amca'ya gidiyorsunuz.

Bana iki ekmek verir misiniz? Diyorsunuz.

( Şermin sesini değiştirerek)

--"Sana ekmek yok!" diyor

--"Neden?" diye soruyorsunuz.

--"Çünkü sen pi sayısını bilmiyorsun "diyor.

(Hepsi bir ağızdan gülerler)

(Bu arada derse Memnune gelir. Mübeccel Hanım'ın kulağına eğiterek.)

MEMNUNE: Mübeccel Hocahanım, Laf aramızda kalsın emme, KüItegin Beg bugün üç aydır giydiği mavi ceketi çıkarmış, siyah bir ceket giymiş. Vallahi adamda bir pozlar sorma! Belki bilmek istersin dedim.

MÜBECCEL: (Çok kısık bir sesle)

Lütfen Memnune, lüzumsuz laflarla derse girip kaynatma ortalığı. Hem sana ne elalemin üstünden başından.

(iki üç saniye durakladıktan sonra)

-- Kız sahi loto moto vurmasın KüItegin Beye?

MEMNUNE: Vallah bende şaştım.


( Zil çalar, önde Memnune ile Mübeccel Hanım, arkada çocuklar sınıftan çıkarlar.)



4. PERDE

3.ders Kültegin Alparslan hocanım dersidir. Kültegin Bey sınıf yoklamasını yapar ve dere başlar.

KÜLTEGİN BEY: Çocuklar, konumuz Osmanlı İmparatorluğu Yükselme Dönemi. Evet, Platon ne demiş? "Devletler doğar,büyür ve nihayet ölürler. Çocuklar! Yükselme Devrinin ilk padişahı Fatih Sultan Mehmet'tir.

VELİ: Hocam neden Osmanlı padişahları 3 isimli ?

LATİFE: Onda bilmeyecek ne var akıllım! Mehmet ismini ona babası koymuş Padişah olunca diğer Mehmet'ler den ayırmak için Sultan Mehmet demişler.

KAMİLE: Benim annemin adı da Sultan, ne yani şimdi o padişah mı?

KÜLTEGİN BEY: Hayır çocuklar hayır! Padişahın diğer ismi de Sultandır. İstanbul'u fethedince Fatih demişler sonra.

ŞERMİN: O zaman bizim Fatih Terimle neden Fatih denildiğini anladım. O da Avrupa'yı fethetti.

AYKUT: O zaman ona neden Fatih Sultan Terim demediler.

KÜLTEGİN BEY: Çocuklar! Dersi kaynatmayın. Geçmişi bugünün koşullarına göre değerlendirmeyin. Dün dündü, bugün de bugün.

Fatih Sultan Mehmet ne yaptı?

LATİFE: İstanbul'u fethedip, Ortaçağı kapattı, Yeniçağı açtı. Başımıza da çok işler açtı.

KÜLTEGİN BEY: O niye ki Latife?

LATİFE: Düşünsenize hocam. Bütün Türkler oraya doluştu.10 milyon nüfus, doğalgaz,trafik,metro ... say say bitmez!

ŞERMİN: Sahi hocam, deniz varken gemileri karadan yürütmeye ne gerek var?

KÜLTEGİN BEY: Oğlum, işte biz öyle milletiz ki; karada gemi denizde at süreriz.

ALEV: Hocam Türkler savaşmayı çok mu iyi biliyorlardı.

( Kültegin Bey, eline tebeşir alıp tahtada anlatmaya koyulur.)

KÜLTEGİN BEY: Evet Alev! Bakın çocuklar.

Türkler "Hilal Taktiği" adı verilen Orta-Asya'dan getirdikleri taktikle savaşırlarmış, ilk önce düşmandan kaçarlarmış, düşmanlar yendik diye sevinir onları kovalarken Türkler geri dönüp onları çember içine alırlarmış. Bir şey mi soracaktın Kamile?

KAMİLE: Peki hocam iki Türk ordusu karşı karşıya gelince ne olacak?

ALEV: Dön baba dönelim!

( Sınıf gülüşür.)

Veli parmak kaldırır. Kültegin Bey, Veli'yi kaldırır.

VELİ: Hocam! Bu vezir isimleri de çok garip değil mi? Mesela; Öküz Mehmet Paşa, Tabam Yassı Kamil Paşa, Yirmisekiz Mehmet Çelebi ... Allah için çok mu arıyorlar yaaa bu isimleri.

KÜLTEGİN BEY: Neden evladım? Çağımızdaki isimler çok mu güzel?

Ne Türkçe, ne Arapça, ne İngilizce ... Mesela; Melisa, Aleyna, Yıldo, Arto , Kıldo ne bunlar?

LATİFE: Hocam! Deli İbrahim'in sakalına boncuk dizdirdiği doğru mu?

KÜLTEGİN BEY: Ne yani!Şimdiki gençler kaşlarına yüzük, burunlarına halka, ayakkabılarına toka, kollarına manasız dövme yaparlar. Boyunlarına at nalı gibi madalyonlarla çıngıraklı develer gibi dolanıyorlar. Deli kim şimdi?

ŞERMİN: Ama hocam çoğu tahta çıkmak için kardeşlerinin öldürüyormuş, dün akşam "Mayın hattı" programında Reha Muhtar söyledi.

KÜLTEGİN BEY: Modem insan, Nagazaki'de Hiroşima'da, Bosna-Hersek'te milyonlarca insanı bir tek bombayla helak ediyor, neden bu döneme hiç bakmıyorsunuz çocuklar. Yok nükleer silah,yok kimyasal silah derken bırakın insanları dünyayı dahi helak edecekler belki.

ALEV: Ama hocam, tarih Şermin' den sonra evde hep gözüme koskoca bir ezbere rakamlar ordusu canlanıyor.

Neymiş; İstanbul 1453'te fethedilmiş

Ayestefanos Antlaşması 1878

Balkan Savaşı 1913

Hani bazen kendi doğum tarihimi unutuyorum desem yalan olmaz.

LATiFE: Öyle ya ne eder beş kere beş

Güneyden mi yoksa kuzeyden mi doğardı güneş Ne bileyim neden göç eder turnalar

Bana ne su da yaşarsa balıklar

Sahi kaçıncı padişahtı Yavuz?

Aylardan Nisan mı yoksa Temmuz

Napolyon niye bağırmış öyle aylak aylak

Yoksa inşaat mühendisi miydi Mozart?

KAMİLE: Sığar mı iki yüz elli gram beyne bunca adam?

( Bu arada kapı çalınır. Kültegin Bey "gir" komutu verir. Memnune içeri girer.)

KÜLTEGİN BEY: Memnune dersi sana kaç kere bölme, diyeceklerini ders aralarında de, dedim. Yok illa hemen olsun değil mi?

MEMNUNE: Kültegin Beg! Ben mazlum bir emir kuluyum, Müdür Beg sizlerle gonuşma yapacakmış. Hem siz de pek iyi bilirsiniz ki, Milli Eğitim işlerinde suratla karar alıp o kararı bilhakkın uygulamak gerekli

Böyük Türk Atatürk ni demiş: "Bilhassa Milli Eğitim Mevzuunda hiçbir şekilde rehavet kesbedilemez"

KÜLTEGİN BEY: Bu ne hal Memnune, Hizmetli değil sanki olağanüstü bölge valisi gibisin.

( Öğrenciler gülüşürler)

LATİFE: O da bir şey mi hocam! Bizim memleket işlerini Memnune Hanım'a bıraksalar bir teneffüste memleket düzlüğe çıkar.

( Öğrenciler gülüşür.)

KÜLTEGİN BEY: Tamam Memnune Hanım, dersten sonra gelirim.

MEMNUNE:Hay hay Kültegin Bey!

( Memnune sınıftan çıkar)

KÜLTEGİN BEY: Çocuklar 1 aydır, bir İstanbul'un fethini işleyemedik gitti. Ne zaman konuya giriş yapsam, dersi kaynatıyorsunuz. Şimdi ben yazılıda ne sorayım size.

VELİ: Biri 40 puanlık ikisi 30 puanlık 3 soru sorarsınız olur biter hocam.

KÜLTEGİN BEY: Nasıl olacak o?

ALEV: Müsaade ederseniz söyleyeyim hocam.

1.soru: İstanbul'u kim fethetti, bu 40 puan

2.soru: Fatih Sultan Mehmet nereyi fethetti, bu 30 puan

3.soru: İstanbul'u Fatih Sultan Mehmet' mi fethetti Bu da 30 puan eder 100 puan.

(Öğrenciler gülüşürler )

( Zil çalar ve dersten çıkarlar)
 
Son düzenleme:
Geri
Top