• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL BAŞININ ETİNİ YERİM (devamı)

5.PERDE

(4.Perde öğretmenler toplantısıdır. Toplantıya Gıyabi Bey başkanlık yapmaktadır. Toplantıda; istisna Hanım, Mübeccel Hanım, Kültegin Bey vardır.)

GIYABİ BEY: Evet arkadaşlar! Her yıl geleneksel olarak düzenlediğimiz Öğretmenler Kurulu Toplantısına hoş geldiniz.

( istisna Hanım Mübeccel Hanım'ın kulağına eğilerek)

İSTİSNA HANIM: Baksana Mübeccel, sanki Kırkpınar Güreşlerini açış konuşmasını yapıyor.

MÜBECCEL HANIM: Şimdi "eeyt burası er meydanı" deyip Kültegin Bey'i güreşe davet edecek diye ödüm patlıyor.

( Karıştırdığı kağıtlardan başını aniden kaldıran müdür)

GIYABİ BEY: En önemli mesele öğrenci meselesi!

MÜBECCEL HANIM: Evet Müdür Bey bir çarpım tablosunu ezberletemedim bir aydır!

GIYABİ BEY: Elbette ezberletemezsiniz İstisna Hanım, çocuklara matematik değil ahiret soruları soruyorsunuz sanki, geçen 1. sınav sorularına şöyle bir göz attım da.

MÜBECEL HANIM: Hangi soru zormuş Müdür Bey?

GIYABİ BEY: Efendim mesela önümdeki kağıttan okuyorum. "Bir havuz dakikada 500 litre su alıyorsa 10 dakika sonra havuzda kaç litre su olur"?

( Öğretmenler şaşkınlıkla birbirlerine bakar?)

Efendim bir matematik dersinde havuzun işi ne? Çocukların psikolojisini de bozuyorsunuz.

KÜLTEGİN BEY: O neden Müdür Bey?

GIYABİ BEY: Nedeni var mı efendim. Çocuklar, tatilde "belki problem çıkar" diye havuza girmekten korkuyorlar.

KÜLTEGİN BEY: Ama öğrenciler de çok ukala davranıyorlar Müdür Bey. Geçen 8/C' den Aykut' a: "Oğlum Çin Seddini kim yaptı?" dedim.

İSTİSNA HANIM: O ne dedi?

KÜLTEGİN BEY: "VaIlahi ben yapmadım hocam!" dedi.

GIYABİ BEY: E hocam bunlar çocuk, anlayışlı olmalı. Yaparlar yaparlar "ben yapmadım," derler.

İSTİSNA HANIM: Efendim sorun yalnızca bununla da kalmıyor. Yabancı dile alaka sıfır!

GIYABİ BEY: Sizin de Türkçe'ye alakanız sıfır İstisna Hanım!

İSTİSNA HANIM: O nedenmiş Müdür Bey!

GIYABİ BEY: Geçen sınav kağıtlarınızı okudum.

( Kelimeleri Türkçe okunuşuyla telaffuz ederek)

What tıme is it? Demişsiniz. Daha kibar olalım lütfen o "it" yerine fino kullansanız daha kibar olmaz mıydı efendim. Bu sistemle vallaha yattı balık yan going yani!

( Öğretmenler yine şaşkınlıkla birbirlerine bakarlar)

GIYABİ BEY: Arkadaşlar gündemimizin 3. Maddesi olan dilek ve temenniler kısmına sıra. Dileği olan var m?

(Kültegin Bey el kaldırır)

KÜL TEGİN BEY: Efendim ben Memnune' nin olur olmaz zamanlarda, olur olmaz mevzularla, olur olmaz dersimi bölmesi ve olur olmaz dedikodularla, olur Olmaz sinirimi bozmasından şikayetçiyim.

GIYABİ BEY: ( Allah Allah! Çekerek:)

Kültegin Bey, şu dediklerinizden bir şey anlamadım. Ne o yaa!: "olur olmaz" marşını mı söylüyorsun? Lütfen tekerleme tarzında konuşup ta olur-olmaz kurulun havasını bozmayın.

İSTİSNA HANIM: Evet, Müdür Bey! Bir ara Memnune' nin kulağını çekmek lazım!

(Gıyabi Bey yüksek sesle Memnune' yi çağırır!)

GIYABİ BEY: Memnune! Memnune dedim!

( Memnune, kapıyı vurup gir komutunun aldıktan sonra mahçup bir halde içeri girer.)

MEMNUNE: Buyrun Müdür Beg! Beni şeyittirdiniz de!

GIYABİ BEY: Hoca Hanımlar senden şikayetçi

(Kültegin Bey, yüksekçe öhhö!öhhöl der.)

GIYABİ BEY: Tabi Kültegin Bey 'de öyle!

MEMNUNE: Ne benden mi? Benim gibi bir bahtı karadan mı?

Aaah başımı hangi daşa vur am şimdi?

MÜBECCEL HANIM: Sakin ol Memnune! Seni gören de idamla yargılanan bir mahkum sanır hani!

KÜLTEGİN BEY: Bürütüs bile Sezar'ı bıçakladığında böyle pişman olmamıştır.

İSTİSNA HANIM: Ay hale bak! Artis gibi rol yapıyorsun Memnune!

MEMNUNE: Artist te ni dimek ? Artist te ni dimek !

Ben şu an eyle bir iftirayla garşı garşıyayım ki; ihanete uğramış Hülya Koçyiğit, aldatılmış Türkan Şoray, motivasyonu bozulmuş Gadir İnanır tiplemeleri at eder.

GIYABİ BEY: Film kültürün çok iyi Memnune onu anladık sen biraz da uzmanlık alanın olan "Dedikodu kültüründen" bahset!

MEMNUNE: Ben ve dedikodu eylemiii? Aman ya Rabbi! Benle dedikodu ha! Aynı siyahla beyaz, kedi ile köpek gibi bir şey, yan yana durmaları imkansız.

( İstisna Hanım 'a dönerek)

MEMNUNE: Siz deyin bana İstisna Hanım, kocanızın sizi iki ay önce boşadığını, Mübeccel Hanım' ın Vakko' dan aldığı gri kaşkolü yırttığınızı, Müdür Bey'e "keltoş" dediğinizi hiç kimseye söylemedim mi?

( Müdür, masaya doğru eğilip yan gözle istisna! Ya bakarak öksürür. Mübeccel, şaşkınlık içerisinde aaa! der.)

MEMNUNE: Ve siz Mübeccel Hanım!

MÜBECCEL HANIM: Ay tamam Memnune, kes lütfen!

MEMNUNE: Hayır bu ülkede demirkasi (demokrasi) var. Konuşan toplum, konuşan Türkiye! Artık hiçbir şey gizli kalmayacak.

KÜLTEGİN BEY: Buyurun Reha Muhtar' ın Milli Eğitim Şubesi!

GIYABİ BEY: Konuş kızım konuş açılırsın!

MEMNUNE: Evet siz Mübeccel Hanım! İstisna Hanım'ın arkasından, "Ay bu kadın da 3yıldır aynı paltoyu geyiyor " demenizi, Kültegin Bey için;"Günlük planların tarihini değiştirip 2 yıldır aynı planı müdüre imzalatıyor,"demenizi hiç unutmadım.

Ama hep içime attım kimseye demedim!

Madem "Demırkasi" konuşun diyor; işte özgürlük!

GIYABİ BEY:Demokrasi ile dedikoduyu karıştırıyorsun Memnune!

MEMNUNE:Ne fark eder; ikisi de "D" ile başlıyor,önemli olan mana, önemli olan sevgi-kardeşlik!

( Hepsi birden) : Hı!

KÜLTEGİN BEY: Bunları sen mi söylüyorsun Memnune ?

MEMNUNE: Evet! Daha çağdaş, daha müreffeh bir okul için, Hem bunlar geride kaldı. Dün dündü, bugün bugündür canım!

MÜBECCEL HANIM: Ay Memnune ikisi birden olmayı nasıl beceri yorsun?

MEMNUNE: Nasıl yani?

İSTİSNA HANIM: Hem melek, hem şeytan olmayı Memnune!

MEMNUNE: Ne yaparsın; (Elini havaya açar) Takdir-i ilahi, takdir-i ilahi!

GIYABİ BEY: Tamam Memnune sen çık, yoksa birazdan birimiz Azrail! in avukatı olacağız. Ve sana haciz geleceğiz.

MEMNUNE: Sizleri aydınlatabildiysem ne mutlu bana. Müsadenizle

( Memnune sahneden çıkar)

İSTİSNA HANIM: Ay bakıyorum da okulumuz, yalan rüzgarı gibiymiş ..

MÜBECCEL HANIM: Evet, galiba başrolde de siz oynuyorsunuz İstisna Hanım!

İSTİSNA HANIM: Duydunuz mu Müdür Bey. Bana alenen hakaret edildi. Ooooh my god! Bunun zapta geçilmesini istiyorum.

MÜBECCEL HANIM: Gri kaşkolü de eklesin mi zapta! ,

( Müdür, elini masaya vurarak),

GIYABİ BEY: Sükunet efendim, sükunet! Masum bir Öğretmenler Kurulu toplantısını Vietnam' a çevirdiniz be! ( Perde kapanır.)



6.PERDE

( Bu perde, öğrenciler arasında geçer. Teneffüstedirler. Şermin ile Aykut, bir yanda; Alev, Kamile ve Veli bir yanda karşılıklı oturmaktadırlar. Latife ise ayaktadır, ve boyuya dolanmaktadır.)

ALEV: Ya Allah aşkına Latife, biraz otursana!

VELİ: Sahiden neyin var senin?

LATiFE: Şimdi ders kimya değil mi ?

ŞERMİN: Bunun neresi seni böyle sinirlendiriyor?

LATİFE: Bize element cetvelimizi ezberlememizi,sözlü yapacağını söyledi değil mi?İki ders önce Mübeccel Hanım tam 30 tane problem verdi ödev.

KAMİLE: Tarihçi, tüm yükselme dönemi savaşlarını bilmemizi tembih etti.

AYKUT: İngilizceci iki zamandan test yapacakmış.

LATİFE:Allah için öğretmenler tek dersin kendi derslerimi olduğunu sanıyar ?

VELİ: Doğru ya nedir o kadar ödev?

ALEV: Sonra da;

(öğretmenin taklidini yaparak)

--Seni son günlerinde hiç beğenmiyorum Alev! Dalıp dalıp gidiyorsun. Böyle giderse geleceğin karanlık"

KAMİLE: Doğru be! Hep gelecek gelecek! Ya bize bugünümüzü bir yaşatın, bugünün de zevkini bir tattırın.

ŞERMİN : Ya evdekiler... Mesela annem: ( Annesini taklit ederek) --"Şermin! Bak, Makbule Hanım' ın oğlu koleji kazanmış sen öyle aylak aylak gez"!

LATİFE: İşte sorun da bu ya! Hepimiz at yarışma hazırlanan taylar gibi büyütülüyoruz.

AYKUT: Sonra da; "Ben senin için saçımı süpürge ettim" "Hayat zor! çalışmazsan sen bilirsin" gibi laflarla göz dağı vermek ...

ALEV: Onlar için Alev' in veya Kamile' nin mutlu olması değil; başarılı olması önemli sanki!

ŞERMİN: Yani gururlarını okşamak için bir aracız.

LATİFE: Geçen babama, kız kardeşimi daha ilkokul 2 deyken kursa göndermelerinin yanlış olduğunu söyledim.

VELİ: O ne dedi?

LATİFE: Ne diyecek!" Sen anlamazsın hele büyü, git ödevini yap!, dedi.

ALEV: Eeeeeeee!

LATİFE: Ödevimi yaptım, müsaade ederseniz biraz oynayacağım, dedim. Ne dedi biliyor musunuz?

(Hep bir ağızdan): Ne dedi?

LATİFE: Şöyle bir baktı yüzüme hiddetle ve ekledi: " Koskoca kız oldun, hala "oyun"dan bahsediyorsun!

(Hepsi gülüşür)

ALEV: Ya sahi, ben bile bazen kendimi kaybediyor bulamıyorum. Çocuk muyuz yetişkin mi?

VELİ: Başkaları için mi yaşamalı, yoksa kendimiz gibi mi olmalıyız?

AYKUT: Ne güzel! İlkokuldayken babam benimle evcilik oynardık.

( Hepsi gülüşür, Aykut mahcub bir şekilde başını eğer)

KAMİLE: Gülmeyin ya! Ben de kovboy olur, babamın sırtına biner oda oda dolanırdık.

ŞERMİN: Onları yine de çok seviyoruz değil mi?

HEPSİ BİRDEN: Şüphesiz!

LATİFE: Peki eksik olan ne?

ALEV: Onların bizi hep başarılı olarak görmek istemeleri ve başarısız olma hakkımızın da olduğunu unutmaları.

VELİ: Başarısız ama sevimli bir çocuk da güzeldir oysa. İnanmıyorsanız bana bakın!

( Hepsi gülüşür)

ALEV: Aaah bir melek olsaydım, bir dağın başına çıkıp, tüm annelere ve babalara haykırmak istedim.

LATİFE: Ne haykırırdın Alev?

( Alev, sahneye seyirci/ere yönelir ve Behçet Necatigil' in dizelerini okur.)

ALEV: Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk,saygılı. Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden

-Siz böyle olsun istemezdiniz-

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular,

Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanları umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği Aklınıza gelmedi

Gizli bahçenizde açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız.

Ya vermeye az buldunuz, Yahut vakit olmadı!


(Arkadaşları alkışlar, zil çalar ve derse girerler)



7.PERDE

(Bu sahne fen bilgisi öğretmeni Şahane Hanımın dersidir. Elindeki çantasının sallaya sallaya içeri girer.)

Şahane: Ayyy günaydın şekerler Öğrenciler: günaydın Hocam.

(Şahane Hanım birden sınıf tahtasına dönerek)

Şahane: Ama yapmayın bunu çocuklar. Benim ismim Şahane değil Şahane, Şahane.

Aykut: Hocam siz sınıfa girdiniz adeta sınıfa bir güneş doğdu, sanki sanki çölde susuzlukta şırıl şırıl akan bir pınara rastladık.

Bütün Sınıf: Yağcı, yağcı, yağcı.

Şahane: Aaaa susun bakalım. (Gider Aykut'tan bir yanak alır.) Bizim memleket hep böyle ne yaparsın. Doğru söyleyeni yuhalarlar evladım yuhalarlar.

(Öğretmen masasına oturur, yoklama alır. çantasından çıkardığı aynasına uzun uzun bakar birden ayağa kalkar.)

Şahane: Ayyy çocuklarrrr, ben güzel miyim.

Veli: Ona ne şüphe hocam.

Alev: Hocam bugün ders işleyecek miyiz.

Şahane: O nasıl lakırdı kuzum, elbette biz niçin varız burada.

Alev: Hayır hocam dersin ilk on, on beş dakikası moda tartışmaları ile geçiyor da, onun ıçın ..

(Şahane Hanım hızla tahtaya yönelir ve "Dünyamız ve Gezegenler" başlığını yazar)

Şahane: Evet çocuklar dünyamız Samanyolu adı verilen sistemde tahminen bundan on beş milyar yıl kadar var olmuş, beş milyar yıl süren soğuma sonucu yaşanılabilir bir hal almış.

Alev: Hocam tamam anladık. Dünyanın yaşanılabilir bir hale gelmesi için on beş milyar yıl geçmiş. Okyanuslar, bitkiler kıtalar oluşmuş. Peki tamı yaşamamız için var ettiği dünyayı biz insanlara bırakmakla güzel mi etmiş.

Şahane: Selamın Kavlen! Tövbe estağfurullah, kızım mutlak gerçeklerin içine felsefe konulur mu? Oda ne demek, ben filozof muyum?

Latife: Ama haklı değil mi Alev, hocam. Yüzyıllar boyu süren savaşlar, sahip olma hırsı, bunlar ne hocam.

Şahane: Ayyyy üstüme daral geldi val1ahi. Hem derse siyaset katmayın vallahi sizi polise veririm. Ayy hale bak öğrenci değil de, birer sorgu hakimi her biri.

Şermin: Hocam televizyonlardan izliyorum da, uzay uçsuz budaksız bir karanlık, güneşin rengi sarı peki gökyüzü neden mavi.

Şahane: Ne bileyim kızım. Bunlar ne biçim sorular böyle.

Veli: Hocam ufolara inanıyor musunuz. Gerçekten var mı uzaylılar?

Şahane: Size kaç kare dedim gece sekizden sonraki filmleri izlemeyin, ruh sağlığınız bozulur diye. Bunların hepsi farazi, yani ispatlanmamış bilgiler çocuklar

Alev: Ama hocam çok garip dünyamızı ziyaret ediyorlar, hiçbir zarar vermeden çekip gidiyorlar.

Aykut: Tabii bir şeyler yapmazlar Alev, halimize bakıp bakıp acıyorlardır herhalde. Alev: O neden.

Aykut: Ne olacak Afrika kıtasında açları, bir varil petrol için hiçe sayılan canlan, kaşın üstüde gözün var diye birbirine giren ulusları görünce ilkelliğimize acıyıp, geldikleri gibi gidiyorlar.

Şahane: Ayyy sınıf değil siyaset meydanı maşallah ... Cıvıtmayın derse devam ediyoruz. Güneş sistemimiz dokuz gezegenden oluşuyor çocuklar. Sırasıyla, Mars, Merih, Venüs, Dünya, Satürn, Neptün, Uranüs, Platon ve Jüpiter yer alıyorlar.

Alev: Çok garip değil mi Hocam!

Şahane: Ayyy çıldıracağım şimdi. Garip olan ne evladım?

Alev: Kitapta gördüğüme göre küçükten büyüğe askeri düzenle sıralanmışlar. Şahane: Kızım bumda garip olan bir şey yok.

Veli: Amam hocam hepsi Güneşin etrafında birbirine çarpmadan dönüyorlar Hem de hep soldan sağa

Şahane: Bakın çocuklar. .. Siz bilimin içerisine efsane katmak istiyorsunuz Ama yanlış kapıyı çaldınız.

Aykut: Bilim nedir Hocam?

Şahane: Buyurun cenaze namazına. Şu an kendimi tezi savunan üniversite öğrencisi gibi hissediyorum. Bilim eldeki verilere dayanarak neden sonuç ilişkisi bağlamında fizik ve madde kurallarını inceleyen sistemli zihin faaliyetidir.

Latife: Peki hayat nedir Hocam?

Şahane: Ayyy ... şimdi şakkanadak düşüp bayılacağım. Ben Aristoteles değil Fen Bilgisi öğretmeni Şahane şükranım.

Alev: Hocam galiba bilim, hayatın nasıl olduğunu açıklıyor ama, hayatın ne olduğuna bir türlü cevap veremiyor.

Şahane: Koskoca bilim adamları cevap verememiş de benden mi istiyorsunuz bunların cevaplarını.

Şermin: Ama Hocam insan düşünüyor. Belki de varlığımızın en somut delili, düşünmek. Descartes ne demiş; düşünüyorum öyleyse varım.

Şahane: Elbette düşüneceksiniz çocuklar. Ama boyunuzdan büyük şeyleri değil. Sizin gülme oynama çağınız. Bu ne böyle cehennem zebanileri gibi sorular soruyorsunuz?

Alev: Hocam bi ortasını bulamayacak mıyız şu işin?

Şahane: Nasıl yani Alev!

Alev: Canımız sıkılsa biraz haylazlık yapsak "siz büyüksünüz, küçüklere örnek olmalısınız derler" Kafamızı meşgul eden sorular sorsak "Siz küçüksünüz , bunlarla uğraşmayın" derler. Allah için biz neyiz Hocam?

Şahane: Siz büyümüş de küçülmüşlersiniz. Ayyy siz benim çiçeklerimsiniz. Sorun çocuklar sorun, Ama her sorunun cevabını veremem ona göre.

Veli: Hocam Dünya hep böyle Güneş etrafında dönmeye devam edecek mi? Tamam anladık. Arabalar benzinle hareket ediyor, pedalı çevirirsen bisiklet tekerleği dönüyor. Ama dünya bu kuvveti nereden alıyor.

Şahane:Çocuklar çekim kuvveti diye bişey var. Merkez kaç kuvveti diye bişey var.Ay bayılacam vallahi,üstüme gelmeyin böyle canım.. i

Şermin:Hocam peki,tepemizdeki ozon tabakası deliniyor ve aynı tabaka kendini tamir

ediyormuş. Aynı bi yerimizin kanayıp,kabuk bağlaması gibi bir şey. Dünya da bir

metabolizma gibi mi?

Latife:Hocam dünya var olmadan önce her yer bir gaz bulutu imiş;sonra bi patlama olmuş ve gezegenler oluşmuş peki insan ve hayvanlar nasıl oluşmuş?Yoksa biz topraktan değil de gazdan mı var olduk?

Alev:Hocam neden sadece insanlar düşünüyor,bayvanlar iç 'ile hareket ediyor? Veli: Ah keşke biz de iç güdülerimizle yaşayabilseydik ...

Şermin:Neden?

Veli:Eeeee bu kadar düşünmeye gerek kalmazdı o zaman ..

(Bu arada Şahane Hanım elini kafasına bastırmış sıkıca tutmakta, çıldırma noktasına gelmiştir)

Şahane: Ay yeter çocuklar, La havle vela kuvvete ... Ayyy tamam. (Hızla tahtaya yönelerek yazdıklarını çizer.)

Şahane: Dünya dönüyor, güneş yakınıyor, ozon tabakası delinmiyor. Sen yoksun ben yokum, her şey bir masal. Bıktım yeter artık. Ayyy imdat, imdatl

(Bu arada Memnune içeri girer.)

Memnune: Ne o, yangın mı var, ihtilal mi çıktı, düşman mı bastı, ne oldu Şahane hanım? Şahane: Ayyy sende mi Memnune? Sana ne oldu?

(Memnune seyircilere yönelerek Cahit SITKl ' nın şu şiirini okur.)

Memnune:


Yalnız sen mi kendini mutsuz sanırsın,

Ey gölgesi yeryüzünde avare insan,

Taşta istemezdi yosun tutmasını,

Solmakta her çiçek kokusu uçunca,

Tasadır, ağaca rüzgarda yaprağı.

Her kuş az çok üzülür ölen yavrusuna,

Bak, sivrisinekte halinden memnun değil,

Vızıltısı şikayet makamında.


( Elindeki zili üzgün üzgün çalar ve perde kapanır.)



8.PERDE

(Ders Matematiktir. Öğrenciler dağınık haldedirler. Kikirik kapıda öğretmeni beklemektedir. Mübeccel Hanım 'ın geldiğini gören Kikirik)

KİKİRİK: Mübeccel Hanım geliyor! Mübeccel Hanim geliyor! Hi hi hi ...

(Mübeccel Hanım içeri girer. üzüntülüdür.)

MÜBECCEL: (Soğuk bir sesle) Günaydın çocuklar.

ÖGRENCİLER: (Hep birlikte) Matematik, matematik, Zihnim seni e oldu atik, Trigonometri, Üçgen, Sizlersiz hayat bitik.

MÜBECCEL: Aferin, oturun çocuklar. ( Öğrenciler otururlar.)

Bir önceki ders neyse, bundan sonraki ödevleriniz neyse hepsini unutun.

BİR ÖGRENCİ: Öğretmenim niçin üzgünsünüz?

MÜBECCEL: Sizlere bir problem soracağım. Bunu çözebilirseniz benim üzüntümün sebebini de ortadan kaldırmış olursunuz. Eğer çözemezseniz benim üzüntümün nedenini öğrenmiş olursunuz.

İKİNCİ ÖGRENCİ: Sorun öğretmenim, göreceksiniz çözeceğiz.

MÜBECCEL: Peki soruyorum. İki çocuklu bir öğretmen ailesi, 350 YTL kira, 250 YTL mutfak masrafı , 50 YTL giyim, 250 YTL eğitim masrafı,100 YTL servis ve yol masrafı yapıyorsa. kitap ve gazete almak. sinema veya tiyatroya gitmek, telefon, iletişim vb. masraf1arı için ne kadar parası kalır?

(Öğrenciler problemi çözmeye çalışırlar. bir türlü çözemezler. Birbirilerine sorup dururlar.)

MÜBECCEL: Çözemediniz değil mi?

ÜÇÜNCÜ ÖGRENCİ: Öğretmenim ben parasının kalmadığını hatta borçlandığını buldun

DÖRDÜNCÜ ÖĞRENCİ: Öğretmenim gerçekten zor bir problemmiş.

MÜBECCEL: Çocuklar bunu çözmek o kadar kolay değil. 500000 öğretmen her akşam bu problemi çözmeye çalışıyorlar. Ama bir türlü çözemiyorlar.

(Kapı çalınır. müfettiş Şeref ÇOKSORAR önde , müdür Gıyabi Bey arkada sınıfa girerler. Gıyabi Bey çocuklara dönerek eliyle kalk işareti yapar.)

GIYABİ BEY: Çocuklar İlköğretim müfettişlerimizden Sayın Şeref ÇOKSORAR Bey Sizinle beraber olup. bazı sorular soracak. (Şeref ÇOKSORAR'a dönerek) Buyurun Şeref Bey.

MÜFETTİŞ: Evet evet, tabi tabi! Müdür Bey siz gidebilirsiniz. Ben çocuklarla başbaşa kalacağım. ( Gıyabi Bey çıkar.)

MÜFETTİŞ: Evet evet. tabi tabi' Nasılsınız çocuklar?

TÜM SINIF: Sağol!

MÜBECCEL: Nasılsınız efendim sınıfımıza hoş geldiniz, şerefler verdiniz.

MÜFETTİŞ: Ben kimseye bir şey vermedim. Evet evet, tabi tabi! Ayrıca sınıfa hoş bir şekilde de gelmedim.

MÜBECCEL: Kusura bakmayın efendim,birden heyecanlandım da.

MÜFETTİŞ: Ben müfettişim ... Her şeye bakarım. Kusur, küsur, fitne, fücur, abur, cubur. .. Mesele eğitimse hele hiç gözünün yaşına bakmam adamın.

MÜBECCEL: Pek tabi efendim, pek tabi ...

MÜFETTİŞ: Bu sınıfın sınıf öğretmeni siz misiniz?

MÜBECCEL: Evet efendim.

MÜFETTİŞ: Evet evet, tabi tabi! C Sesi sertleşerek, seri bir şekilde) Neler yaptınız bakayım. Çalıştınız mı? Ne kadar çalıştınız? Nasıl çalıştınız? Nerede çalıştınız? Görürüz şimdi. C Alaycı bir ifade ile) Gerçi siz çalışmamışsınızdır ama ...

MÜBECCEL : Çalıştım efendim.

MÜFETTİŞ: C Yine seri bir şekilde) Bana derhal Ünitelendirilmiş yıllık planlarınızı, günlük planlarınızı, sosyal kulüp faaliyet raporunuzu, zümre kurul tutanaklarınızı, sınav kağıtlarınızı yani varınızı yoğunuzu getirin.

MÜBECCEL: Efendim hepsi dolabımda.

MÜFETTİŞ: Dolapta değil kafanızda olmalı efendim. Evet evet, tabi tabi, kafamızda olmalı.Hadi neyse getirin bakalım. (Mübeccel dışarıya çıkar. Müfettiş Şermine yaklaşarak.)

MÜFETTİŞ: Aç bakayım ağzll1ı kızım ... (Şermin ağzını açar. Müfettiş muayene eder gibi bakar)

MÜFETTİŞ: Aaaaa ... de bakayım.

ŞERMİN: Aaaaa ...

MÜFETTİŞ: Tabi ya tabi aaaa değil mi yavrum! Evet evet tabi tabi!

(Şermin ve arkadaşları gülüşürlerken, Şermin arkasına dönüp garipser, bir el hareketi yapar.)

MÜFETTİŞ: Kızım senin adın ne?

ŞERMİN: Şermin öğretmenim.

MÜFETTİŞ: Tabi ya tabi ya Şermin. Güzel isim güzel isim. ( Aniden dönerek.) Anlamı ne?

ŞERMİN: Anlamını bilmiyorum. öğretmenim.

MÜFETTİŞ: Anlamını bilmediğin ismi niçin kullanıyorsun') Annen baban sana anlamını söylemediler mi') Niçin bu adı sana taktılar? Taktılarsa niçin anlamını söylemediler') Haydi onlar söylemedi. Peki sen niçin öğrenmedin?

MÜFETTİŞ: Evet evet, tabi tabi! (Aniden sınıfa döner) Sınıf mevcudunuz ne kadar az. Aynı kolej gibi.

ŞERMİN: (Arkadaşlarına döner. Müfettişin taklidini yapar.) Evet evet, tabi tabi! ( Sınıf gülüşür. Müfettiş aniden döner. Sınıf susar. Bu arada Mübeccel Hanım evraklarla dönmüştür.)

MÜBECCEL: ( Evrakları ve defterleri masaya koyar.) Buyurun Efendim.

MÜFETTİŞ: (Bir şey hatırlamış gibi hızlı bir şekilde yerinden fırlar. Aykut'a yönelir.) Sen oğlum hangi sosyal kolda görevlisin.

AYKUT: Trafik ve İlk Yardım Sosyal kulubündeyim. Tabi tabi ( sınıf gülüşür.)

MÜFETTİŞ: Ne gibi faaliyetlerdi bulundun evladım.

AYKUT: Müdür Yardımcısı Abuzer GÜLSUYU' nun altılı ganyan kuponunu yatırdım. Geçenlerde okula iki ton kömür gelmişti, onun taşınmasına yardım ettim. Ha pazartesi günü de andımızı okudum.

MÜBECCEL: Aaa bu Aykut hep böyledir.Çok şakacı, biraz da aklı karışıktır efendim.( Göz kırparak) Aykut oğlum hani sana öğretmiştim. Trafik kurallarını. Kırmızı ışıkta geçilir, yeşil ışıkta durulur.

MÜFETTİŞ: Ha ... işte yakalandın. Malum oldu kimin aklının karışık olduğu. ( Şermin'e yönelir.) Sen hangi sosyal kulübe Üyesin kızım?

ŞERMİN: Ben hiçbir kulübe bağlı değilim öğretmenim. Annem babam evde sıkı sıkıya tembih ettiler. Sağa sola, etliye sütlüye karışma dediler.

MÜFETTİŞ: (Latife'ye yönelir.) Sen nesin kızım?

LATİFE: Vallahi annemle babam kızları olduğumu söylüyorlar. Ama siz beni kime benzettiniz bilemiyorum.

MÜBECCEL: Latife! ...

MÜFETTİŞ: ( Veli'ye yönelir.) Ya sen oğlum.

VELİ: ( Gömleğini sıyırır, altta Fenerbahçe forması vardır.) Sıkı bir Fenerbahçeliyim öğretmenim

MÜFETTİŞ: Onu demedim oğlum. Hangi sosyal kolda görev aldın?

VELİ: Öğretmenim sen hiçbir işe yaramazsın diye görevlendirmedi.

MÜFETTİŞ: (Mübeccel'e aniden dönerek) Bu ne demek, bu ne demek?

MÜBECCEL: Ben öyle mi demiştim? Bak sen şu bana. Gaflet efendim, gaflet.

MÜFETTİŞ: Evet evet, tabi tabi! Bunları sizinle konuşacağız. Evet evet, tabi tabi!

MÜFETTİŞ: ( Birden masaya yönelir) Verin bakayım planlarınızı.

MÜBECCFL: (Plan dosyasını uzatır.) Planlarım efendim.

MÜFETTİŞ: Siz hangi okul mezunusunuz?

MÜBECCEL: Adıyaman Eğitim Fakültesi efendim.

MÜFETTİŞ: Zaten anlamıştım. Adıyaman Eğitim Fakültesi mezunlarını hiç sevmedim. Planlarını inceleyince görürüz.

MÜBECCEL: ( gayrı ihtiyari ) Çattık belaya.

MÜFETTİŞ: ( Planı dikkatlice inceler.) Bu ne? Bu ne? Milli Eğitim Kanununun 9999. maddesinin Z fıkrasının Y bendine, 8888 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan değişikliğe göre Ğ harfinin üzerindeki çizgiyi doğru yapmamışsın.

MÜBECCEL: Ama efendim ....

MÜFETTİŞ: Ne aması! Ne aması! Siz öğretmenler neyi bilirsiniz ki zaten. Allah bilir öğrencileriniz de bir şey bilmiyordur.

MÜFETTİŞ: (Öğrencilere döner.) Evet evet, tabi tabi! Peki size bir soru soracağım. Ama hemen cevap vermelisiniz. Fatih Sultan Mehmet ( Bir iki öğrenci parmak kaldırır.) İstanbul' ( öğrencilerin tamamı parmaklarını kaldırır.) fethederken giydiği kaftanın rengi neydi? ( Seyirciye döner kıs kıs güler. Bu arada kalkan parmaklar aniden iner.) Evet evet, tabi tabi! ( Öğretmene döner) Yok mu? Hiç kimse bilmiyor mu? Bir kişi de mi yok? Bu ne hoca hanım?

MÜBECCEL: Ama hocam dersimiz mat e ma tik. Beni Kültekin Beyle karıştırdınız herhalde.

MÜFETTİŞ: Benim kimseyi karıştırdığım veya kırıştırdığım yok efendim. Öğretmen öğrencilerine her şeyi öğretmeli. Evet evet, tabi tabi! Şimdi matematik de soracağım. ( Öğrencilere döner, yine aceleyle) 9876 yı 9 la çarparak 1234 ekleyin, 6789 ile bölerek, 4321 ile çarparsak kaç eder? ( Yine seyirciye dönerek kıs kıs güler. Aniden dönerek.) İşte matematik de sorduk yok değil mi? Yine yok. Siz hiç bu sınıf ta ders işlemediniz mi?

MÜBECCEL: Efendim soruyu çok hızlı sordunuz. Biraz yavaş sorsaydınız çözeceklerdi.

MÜFETTİŞ: Aman aman çözeceklermiş. Şimdi yavaş sorular da saracağız. Söyleyin bakalım her biriniz kaç enstrüman çalıyorsunuz?

VELİ: ( Arkadaşlarına) Şimdi bu bize hırsız mı demek istiyor?Evet evet. tabi tabi'

MÜFETTİŞ: Evet evet tabi tabi i Beceri dersleri de sıfır. Peki siz bu sınıfta ne yaptınız! ( Masaya parmağını sürer.) Bakın bakın masanın tozuna bakın. Peki bu ne? (Mübecele yaklaşarak.) Şimdi bunun içinde tifo, verem, sıtma, veba, AİDS, faranjit tüm mikroplar vardır.

MÜBECCEL: Haklısınız efendim. Memnune'ye o kadar da temizle diye söylemiştim.

MÜFETTİŞ: Kim bu Memnune, çağırın bakayım. Hemen gelsin buraya.

MÜBECCEL: (Bir öğrenciye) Kalk kızım, çağır Memnune Hanımı

MÜFETTİŞ: Allah bilir, öğrencilerin kişisel ve ruhsal gelişim dosyalarını hazırlamadınız. Evet evet. tabi tabi'

MÜBECCEL: Hazırladım. hazırladım. Ama ruhsal dosyaları eksik. Biraz içlerine kapanıklar da.

MÜFETTİŞ: Evet evet. tabi tabi! Ben onları açmasını bilirim. ( Şermin'e yönelerek. Çok babacan bir tavırla) Bana en mutlu gününü anlatsana evladım.

ŞERMİN: Benim en mutlu günüm, babamın on gün hapis yattığı gündür, öğretmenim.

MÜFETTİŞ: ( Şaşırır) nasıl yani evladım?

ŞERMİN: Babam taksi şoförüdür öğretmenim. Her gece eve geç gelir. Beni döver, anneme de etmediğini bırakmaz. Geçenlerde kaza yapmıştı. Sekizde sekiz kusurlu olduğu için, on gün hapis yattı. Ben de on gün rahat rahat uyudum.

MÜFETTİŞ: Evet evet. tabi tabi' En dertli olanına çattık galiba' Evet evet. tabi tabi' (Kamile'ye dönerek) Ya sen kızım. sen anlat en mutlu gününü.

KAMİLE: Benim en mutlu günüm. annemin babamdan ayrıldığı gÜn oldu öğretmenim.

MÜBECCEL: Nasıl yani Kamile'!

MÜFETTİŞ: (Öğretmene dönerek) Bu soruyu ben sormalıyım herhelde Evet evet, tabi tabi! Nasıl yani kızım?

KAMİLE: Hayır yani öğretmenim. Bildiğiniz gibi değiL. Babamla annem birbirilerini çok severler. Babamı işten çıkarmışlardı. Babam da anneme, iyisi mi kağıt üzerinde boşanalım da sana babandan maaş bağlasınlar dedi. Böylece ayrıldılar. Dedemden gelen para da bizi epey rahatlattı.

( Memnune içeri girer)

MEMNUNE: Efendim beni çağırtmışsınız. Ben kendimi takdim edeyim. Memnune SIRÇALAR. Ben deniz 1960 yılının zemherisinde Adıyaman'ın Kahta'sında doğmuşum. Rivayet o ki. 45 yaşındayım. Amma yaşımı hiç göstermeyen bir enerjiye sahibim.

MÜFETTİŞ: Kızım ne bu masanın tozu?

MEMNUNE: Masada toz mu gördünüz efeeem. Hep diyom bu çocuklara camı pencereyi açman diye. Emme kime laf geçiriyom ki ...

MÜFETTİŞ: Sen ayda bir mi yapıyorsun temizliği'>

MEMNUNE: Okuldaki tÜm hoca ve hoca hanımlar şahidimdir ki, sene başında okulun her bir yerini mintaksinen bir gÜzel sildim. Okul bu her gÜn her gÜn temizlik olmaz ki ... Sonra sıralar. tahtalar eskir. O zaman kim alır sıraları?

MÜFETTİŞ: (Sinirle) Temizlik notunuz sıfır.

MEMNUNE: Bakın mÜfettiş bey. İtikadımızca temizlik imandan gelir. Her bir şeye laf söyletiı-iz emme temizliğe asla. Tam 13 yılımı verdim bu okula. Mezun ettiğimiz öğrenciler yurdun dört bir yanına dağıldı. Giden hocalar bu okuldan memnun ayrıldı. Ama gittikleri yerden memnunlar ki sesleri çıkmıyor.

MÜFETTİŞ: Nasıl yani?

MEMNUNE: Şöyle arz edeyim efendim.

"'Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden"

Yahya Kemal BOYUBATTI

MÜBECCEL: Memnune ukalalık yapma lütfen.

MÜFETTİŞ: Evet evet, tabi tabi! Bak kızım öyle tereyağından kıl çeker gibi kurtaramazsın kendini. Senin hakkında tutanak tutup soruşturma açacağım. Evet evet, tabi tabi!

MEMNUNE: Tutun müfettiş bey tutun. Benim anlım ak, başım dik. Ne yaptıysam vatanım için yaptım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar.

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun korkma, nasıl böyle bir hizmetliyi kovar

Müfettiş dediğin, tek dişi kalmış canavar. ..

MÜFETTİŞ: Aaa aaa bir de hakaret. Evet evet, tabi tabi!

MEMNUNE: Hayır efendim hakaret değil. Bu zulme uğramış kalbimin haklı bir isyanıdır.

MÜFETTİŞ: Bir de isyan! Seni dava edeceğim. Evet evet, tabi tabi!

MEMNUNE: Ne yapalım kalsın bizim davamız, mahşere kalsın. (Memnune çıkar. Kapı gürültülü bir şekilde çalar.)

MÜFETTİŞ: (Korkmuş bir ifade ile öğrencilerin arkasına saklanır. Bir yandan da korkuyla bağırır) Açma açma sakın açma.

MÜBECCEL: Anlamadım anlamadım. Niçin açmayayım.

(Kapı açılır. İki sağlık görevlisi önde Gıyabi Bey arkada içeri girerler.)

GÖREVLİ: İşte burada. (Mübeccel Hanım'a döner, eli ile deli işareti yapar) Öğretmen hanım kusma bakmayın. hastamız kaçmış, görevliler de farkına varamamışlar.

MÜBECCEL: Ne yani bu şimdi müfettiş değil miymiş.

GIYABİ BEY: Hiç sormayın Mübeccel Hanım. Yirmi yıllık müdürüm, hiç kimse beni kandıramamıştı.

(Sağlık görevlileri iki kolundan tutarak götürürken)

MÜFETTİŞ: Beni çabuk ordularımın başına götürün. Ben Napolyon BONAPART. Para para para. Evet evet, tabi tabi! Ha soruşturma.
 
Son düzenleme:
BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL BAŞININ ETİNİ YERİM (devamı)
9.PERDE

VELİ TOPLANTISI

(Sahne sınıf.Müdür ve öğretmenler bir yanda , veliler diğer taraftadır.)


Müdür: (Memnune’ye)Velilerin tamamı gelince hemen çayları yetiştir.

Memnune:Hemen mi getireyim müdür Bey?

Müdür:Elbette hemen getireceksin.hemen getir ki konuşma fırsatı bulmasınlar.

Memnune: Evet konuşma fırsatı bulmasınlar ve istediğiniz bağışları versinler değil mi?

Müdür:Sus Memnune sus!

Memnune: Okey sustum Müdür Bey!

Müdür: Şimdi çıkabilirsin.

(Veli’nin dedesi elinde baston , ağır adımlarla gelir.)

Müdür(Yapmacık bir saygıyla):Buyurun dedeciğim.

Veli’nin dedesi: Dedeciğim senin babandır.benim nerem dede ulan!Ben , senin gibi beş tanesini cebimden çıkarırım.

Müdür:Özür dilerim beyefendi öyle demek istememiştim.

Veli’nin dedesi: Dede demekle ne demek istedin peki!

Müdür(Yer göstererek) : Özür dilerim buyurun lütfen şuraya oturun.

(Ceren’in annesi girer.Roman kılıklıdır.)

Ceren’in Annesi: (Müdüre) Sayın müdür abe ben de geldim.Cancağazım Ceren’ime okula gitme gel abe sen sanatçı bir ailenin kızısın sanatçı olacaksın diyorum ama dinletemiyorum.(Müdürün gösterdiği yere oturur.)

(Şermin’in babası sarhoştur.Yalpalayarak içeri girer.)

Şermin’in Babası: (Bir nara patlatır.) Ne bu ulan!Her gün toplantı mı olur?İşimiz gücümüz var.Ne güzel demleniyorduk.

Müdür: (Öğretmenlere ve gelen velilere dönerek)Sabah sabah içmiş sarhoş.

Şermin’in Babası: Hadi ne söyleyecekseniz söyleyin ulan!

Müdür(Yine yapmacık bir saygıyla sarhoş babayı oturtur)Buyurun efendim lütfen buraya oturun.

(Alev’in annesi girer.Seyirciye dönerek konuşur.)

Alev’in Annesi: Ooo my god!Bakar mısınız şu bağnaz insanların arasında ne işim var.Bizim kızımızı özel okula gönderelim diyorum.Ama o ne diyor:”Yok efendim insanları tanımak için bu okula gelmesi gerekiyormuş” Aman Allahım!

Müdür:Efendim lütfen şöyle oturun.( Alev’in annesinin oturacağı sandalyeyi ceketinin kol kısmıyla temizler.)

(Aykut’un babası Naci ve eşi ile Latife’nin babası birlikte girer.)

Aykut’un Annesi:Müdür Bey şu Naci yüzünden geç geldik.Beceriksiz bir türlü ütüyü bitiremedi.

Latife’nin Babası: (Seyirciye dönerek)Layt erkek!(Yere tükürür)Ulan hanım senin ellerin Mahmutlara düğüne mi gitmişti?

Naci:Bana bak sen kendi işine bak yoksa kötü olur.(Karısına dönerek)Öyle değil mi karıcığım?

Naci’nin Eşi:Naci sen uyma bu magandaya.Uyarsan senin bacaklarını ayırırım.

Müdür(Araya girerek) : Lütfen biraz sakin olalım.Lütfen şöyle buyurun.

(Otururlar.Birbirlerine sert bakarlar.)

(İçeri Kamile’nin babası olan partici girer.)

Kamile’nin Babası (Telefon kulağında) :Sayın Bakanım şu anda toplantıya girdim.Hani size bahsetmiştim ya.Bizim Gıyabi……. Ha tamam o.Hani bunu Milli Eğitim Müdürü yapacaktınız….. Tamam Sayın Bakanım. Sizi sonra tekrar ararım.Saygılar efendim.

Müdür ( Zevkten dört köşe bir şekilde siyasetçiye yer gösterir.)Buyurun efendim , buyurun.Saygılar , saygılar efendim.

Müdür:Sayın değerli veliler!Her yıl olduğu gibi bu yılda veliler toplantımızı yapıyoruz.Hepiniz hoş geldiniz.

Şermin’in Babası: Müdür Bey! Müdür Bey!Geçen yılki gibi uzamasın.

Müdür: Bittabi efendim , Bittabi ! Çocuklarımızın geleceği için buradayız.

Şermin’in Babası: Ha işte öyle. Arkadaşlar demlenmeye bekliyorlar, anladın mı?

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Aykut’un annesi: Bana bak Naci! Senin bir defa bile içki içtiğini görürsem bacaklarını cart diye ayırırım.

Naci: Bitanem eğer içkiye bakarsam iki gözüm önüme aksın,sen de ye.

Aykut’un annesi: Aferin

Naci: Bitanem eğer içkiye dokunursam iki elim kırılsın sen de ye!

Aykut’un annesi: Ha şöyle hizaya gel!

Naci: Bitanem eğer içki içersem ben kusayım sende ye!

Aykut’un Annesi:Saçmalama yeter yeter!

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Müdür: Efendim ! Çocuklarınızın öğretmenleri sizlere çocuklarınızın durumunu anlatacaklar.

Kültekin Bey:Efendim geçenlerde “Çin Seddini kim yaptı? “diye sordum(Aykut’un annesine dönerek)”Valla ben yapmadım öğretmenim.” dedi.Böyle olmaz efendim.Lütfen biraz çocuğunuzla ilgilenin.

Aykut’un Annesi:Hoca hoca ! Benim çocuğum yalan söylemez.Ben yapmadım diyorsa doğrudur o yapmamıştır.Babası da yapmamıştır.(Naci’ye dönerek)Naci!yoksa sen mi yaptın?

Naci:Valla ben yapmadım bir tanem.

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Müdür:Evet efendim , ben de söyledim bu çocuk yapmamıştır.Bakın babası da yapmamış.Böylece mesele kalmadı.Ancak sizlerden rica ediyorum efendim. Çocuklarınız biraz temiz olsun.Mesela Ceren kızımız hep kötü kokuyor.

Ceren’in Annesi:Abe müdür! Bana bak bana bak! Ben insanın ağzını cart diye yırtarım.Benim kızım kötü kokmaz.Bir kerem bizim sülalemiz çeri başıdır.

Müdür: Efendim sakin olun lütfen oturun.Ben öyle söylemek istememiştim.

Ceren’in Annesi: Abe ben şimdi sizi şikayete gidiyorum.(der ve çıkar.)

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi:Dede senin babandır.

Kamile’nin babası:Müdür Bey siz hiç merak etmeyin.Hiçbir şey yapamaz.Zaten böyle seviyesiz insanların aramızda işi yok.Atın bunun çocuğunu okuldan.

Alev’in Annesi: Evet beyefendi .Böylelerini bu nadide okuldan atmalı.

Şermin’in Babası:Atmayı matmayı bırak efendi.Hani kısa sürecekti toplantı.

Latife’nin Babası: Eee yeter susun artık! Toplantıyı kadınlar hamamına çevirdiniz.(Naci’yi göstererek)Zaten şu layt erkeğe kıl oldum.İkide bir karısına “bitanem , bitanem” diyor.Karısı da bir şeye benzese… Baksana yüzü kilise duvarı gibi.

Aykut’un Annesi: Naci , Naci! Ne susuyorsun?Baksana biricik karına ne diyor.

Naci:Ulan beyefendicim!Lütfen terbiyeli olunuz.Yoksa elimden bir kaza çıkabilir.

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Müdür: Arkadaşlar lütfen sakin olalım.Çocuklarımızın geleceği böyle mi tartışılır.

( Aykut’un annesi ve Naci toplantıyı terk ederken)

Naci: (Latife’nin babasına) Ulan sayın beyefendi!Sizinle mahkemede görüşürüz.

Latife’nin babası:Yürü taş arabası layt herif!Anca gidersin

Şermin’in Babası: (Nara atar)Heeyt ulan!Sizi de toplantınızı da yerim ulan!Ben demlenmeye gidiyorum.(der ve sallana sallana gider.)

Latife’nin Babası: (sarhoşun arkasından)Helal be kardeşim.Erkek dediğin böyle olur.İşte tam taş fırın erkeği.Bekle ben de geliyorum.(der ve çıkar)

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Kamile’nin Babası(Alev’in annesiyle birlikte kalkarlar.)İşte bakın efendim.Seçmenlerimizin her biri bir çeşit.Bunları nasıl bir araya getireceğiz?İşimiz ne kadar zor?Şimdi anladınız mı?

Alev’in Annesi: Evet beyefendi,gerçekten işiniz zor.Gidelim beyefendi gidelim.Daha ben kadınlar matinesine gideceğim.(der ve birlikte çıkarlar)

Veli’nin Dedesi:Ne dedi , ne dedi?

Müdür:Sus dede , sus!

Veli’nin Dedesi: Dede senin babandır.

Müdür: Dede Allah için sus!
 
Son düzenleme:
BAŞARI

ŞAHISLAR: ORHAN,ZİŞAN,OSMAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET.

Osman: “……Bu konunun önemli olduğunu unutmamalısınız anne. Hadi Fehiman neyse, anneanneme benzemiş zaten. Ama Güzin ve Fikret’in motivasyona ihtiyacı var.Onlar için tam zamanı. Gelişim uzmanlarının çok güzel seminerleri var,onları takip etmelisiniz. Değerlendirilmeyen potansiyelin hiçbir fonksiyonu olmaz. İnsanlar kendilerindeki hazineyi keşfedebilmeli. İzine geldiğimde de çok söyledim,lütfen kulak arkası etmeyin. Üzerinde durun bu meselenin…

Yine uzun bir mektup oldu. Sizin cevap yazmamanıza alıştım ama Fehiman,Güzin ve Fikret yazmazsa ben de yazmayacağım bundan böyle,haberiniz olsun. Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Oğlunuz OSMAN”

Orhan:Bak sen,sıkı bir tehdit ediyor.

Zişan:Haklı kendince,çocuklar mektup yazma konusunda gevşek davranıyorlar.

Orhan:Fikret, “abim abim” diye dilinden düşürmüyor, demek yazmaya gelince tembellik ediyor. Neyse… Zişan, Osman nelerden bahsediyor? Hakikaten biz çok mu gerilerde kaldık? Motivasyon, potansiyel,kişisel gelişim….

Zişan:Ne bileyim,yanlış yapıyoruz da farkında mı değiliz acaba?

Orhan:Olabilir. Fakat,biz de gençken bazı kitaplar okurduk, çok faydalı sanırdık,epeyi gaza gelirdik. Şimdi anlıyorum,onlar bizim faydamıza olacak şeyler yapmazlar. Kendi dinlerinin, önderlerinin reklamını yaparlar. Batıdan da batılılardan da bir hayır gelmez zaten.

Zişan: Batılıların değil,Osman’ın fikri bu Orhan.

Orhan:Osman Osman mı sanki? Onun yaşadığı toplumdan etkilenmediğini mi sanıyorsun?

Zişan:Ya ya.… Daha gitmeden öyle etkilenmişti ki, mıknatıslandı sanki, çekti gitti.

(FON) (RİCKY MARTİN’İN BİR ŞARKISI)

Fehiman:Kulağımız sağır oldu,çıkıp gitsek mi çocuklar?

Güzin:Hayır abla,ne diyorsun sen?

Fikret:Bak bak adam ter içinde kaldı ya…Abla beni de göreceksin,neler yapacağım,gör.

Fehiman:Neler yapacaksın Fikret? Mesela böyle ter içinde kalmak gibi şeyler mi?

Fikret:Sen geç dalganı,bir gün görürsün,(ISLIK ÇALAR) uzaydan selam gönderirim sana.

Fehiman:Fikret canım,yanımdayken versene selamını, uzaya gitmene ne gerek var?

Fikret:Bir bakacaksın ki gazeteler yazacak,Neil Armstrong’un duyduğu ezan sesi yine duyulacak, hem bu defa camiden mahalleye değil,uzaydan dünyaya yayılacak.

Fehiman:Sen bilirsin Fikret,ama bu iş çok zor gibi geldi bana. Gel en iyisi sen camiden oku ezanını.

Güzin:Sahneye çıkanlara bakın,tam yedi kişiler.

Fehiman:Şimdi de bunlar mı şov yapacak acaba?

Güzin:Ne şovu abla? Bunlar başarılı insanlara örnek olarak çıktılar.

Fehiman:Neyi başarmış bunlar Güzin?

Güzin:Bu uzmanı şehrimize onlar getirmiş.

Fehiman:Kendisi yolu biliyor muymuş?

Güzin:Üff abla,çatlatırsın sen insanı. Biliyorsun ki bu işler organize gerektirir. Kolay iş mi bu?

Fehiman:Belki kolay değildir de yaptıkları iş ne ki bu kadar alkışlıyorlar?

Güzin: Daha ne olsun abla? Koskoca seminerciyi davet etmek az iş mi? Herkes başaramaz.

Fehiman:Hıı,haklısın…Yani içlerindeki dev uyanmış. Dinleyiciler de iyi motive oldu,vara yoğa alkış tutuyorlar,elleri çatlayacak.

Güzin:Sen de alkışla abla,hak ediyor adam.

Fehiman:Adam mı hak ediyor,salondakiler kendi kendilerini mi alkışlıyorlar Güzin? “Osmanlı’nın torunları” dedi, dinleyiciler kendini bedrin aslanları sandı. Fikret’e baksana, nasıl alkışlıyor.

Güzin: (Gülerek) Acaba kendini Fatih Sultan Mehmet mi sandı?

Fehiman:Biraz daha kalırsak bu havayla uçacak Fikret.

Güzin:Az kaldı,bitiyor zaten. Neden parmağını kaldırıyorsun abla?

Fehiman:Bir soru soracağım ama söz vermiyor bana şovmen. Halbuki “Sorusu olan var mı?” diye sormuşlardı.

Güzin:Abla şovmen demesene,ne soracaksınız adama?

Fehiman:Bir salon dolusu Osmanlı torununu motive etmek için bir Osmanlı marşı bulamadı mı acaba? diye soracaktım.

(ŞARKI BİTER) (FON)

Orhan:Fikret bu gidişle sen de gelişim uzmanı olmayasın? Çok hoşuna gitmiş.

Fikret:Baba ben içimdeki devi bir uyandırayım,gör bak neler olacak.

Orhan:Yaa,peki Güzin sen?

Güzin:Ben de beğendim baba. Önce kendime bir hedef belirleyeceğim, sonra sağlam adımlarla o hedefi yakalayacağım.

Fikret:Sırasıyla abla,önce bir ayaklarının üstünde durmayı öğren de sonra hedefi yakala.

Orhan:Nasıl bir hedef düşünüyorsun Güzin?

Güzin:Bilmem,bakalım. Önce siyasal bilgiler okurum,sonra da kaymakamlıkla işe başlarım.

Fikret:Nasıl okuyormuşsun ablacığım? Başına peruk takmayı düşünüyorsan,haberin olsun artık o da yasaklanıyor.

Güzin:Hedefi mücadeleyle yakalayabiliriz. Bu yasağı kaldıracağız. Önce bunun biteceğine inanmak önemli. Biliyorsun başarının ilk kuralı inanmak.

Orhan:Güzin,yel değirmenlerine savaş açmadığına emin misin? Donkişot durumuna düşmek de var işin sonunda. Müslüman gücünün sınırını bilmeli.

Fehiman:Ve yaşadığı cemiyeti,kendi şartlarını tanımalı.

Orhan:Ya Fehiman sen faydalandın mı seminerden?

Fehiman:İyiydi…Biraz gürültü çoktu. Bir ara soru sormak istedim,izin vermediler.

Orhan:Abinin söylediği kadar gerekli mi bu seminerler?

Fehiman:Olabilir,İslam’ı bilmeyen toplumlarda ihtiyaç olabilir.

Orhan:Neden?

Fehiman:Bizim yaşadığımız gibi,Türk mü Kürt mü,doğulu mu batılı mı,köylü mü kentli mi belli olmayan toplumlarda insanlar iyice bunalımı baba. Aynı zamanda tembel ve başarısız. Bu tür şeylerle belki biraz harekete gelirler,bir şeyler yaparlar. Zaten hikmet müminin yitiği,nerede bulursa alır.

Orhan:Hıı….Peki,bir şeyler yapmak o kadar önemli mi?

Fehiman:Yapmamaktan iyidir herhalde baba.

Orhan:İyide kızım,ya içinde dev olanlar da bir şeyler yapmaya kalkarsa?

Fehiman:Aman onların devi uyusun.

Orhan:Şaka bir yana da kızım,bunlar güya insanların kişiliklerinin gelişmesi için uğraşıyorlar. Başarının, muvaffak olmanın yollarını gösteriyorlar. Sence bunu başarabiliyorlar mı Fehiman?

Fehiman:Güzin ve Fikret nasıl balon gibi şişirilmişler baba, farkında değil misiniz?

Orhan:İyi de Fehiman benim kastettiğim muvaffakiyet,sen şişirdiler diyorsun.

Fehiman:Evet baba,insanların yaşadığı muhit,mensup olduğu din, sahip oldukları yetenekler göz önünde bulundurulmadan herkesin her şeyi yapabileceği gibi bir zihniyet aşılıyorlar.

Orhan:Bu çok yanlış. Peki görüşlerini neye dayandırıyorlar?

Fehiman:Bilmem,ilmi bir dayanakları zaten yok. Bunun dışında bir iki istisnadan örnek verip, “Siz de bunun gibi olabilirsiniz.” diyorlar.

Orhan:Hıı….Peki örnek verilen şahsiyetleri biz tanıyor muyuz? Şöhretli mi bunlar?

Güzin: (Atılır) Evet,orada tanıttılar bir tanesini.

Fikret:Öyle güçlü bir adam ki baba,seminercinin başarıları ona aitmiş.

Güzin:Başarmanın yolunu ondan öğrenmiş; “Ben başardım, siz de başarabilirsiniz.” dedi.

Orhan:Hıı,muvaffakiyet Allah’tan halbuki.

Fehiman:Bakın baba,gördünüz mü? Böylece şöhret oluyorlar, kendilerini iyi tanıtıyorlar. İdeallerini aşılıyorlar.

Orhan:Kızım sen bu seminerden bir de rahatsız olmuşsun,anladım.

Fehiman:Tabi baba. Nerede bir gayrimüslim,din düşmanı varsa onu tanıtıp övüyorlar kitaplarında,seminerlerinde. Ve de herkes alkışlıyor.

Orhan:Hiç muvaffak olan Müslümanlardan bahsetmiyorlar mı?

Fehiman:Ne gezer…Tam dünyacılar. Üstelik din düşmanları.

Orhan:Bu tehlikeli bir şey. Gençlerimizi etkilerler.

Fehiman:Gençlerimiz de çok boş. Koca salonda sadece alkışlıyorlardı. Arkadaşlarım hep o tür kitaplar okuyup, değiştiklerini söylüyorlar. Ama neleri değişiyor bir türlü anlamıyorum.

Orhan:Arkadaşlarına Asr-ı Saadeti okumalarını önerebilirsin kızım veya Muhammed Hamidullah’ın kitabı vardı ya,İslam Peygamberi,onu da söyleyebilirsin.

Güzin:Ay onlar kalın kitaplar baba…Hem bu okudukları yeni kitaplar, bunları okumak da moda.

Fehiman:Ne diyorsunuz babacığım? Bir meal alıp okumaktan kaçınıyorlar,siz kitap tavsiye et diyorsunuz.

Orhan: Peki muvaffak olan Müslümanları nasıl tanıtmalıyız insanlara?

Fehiman:Sanki biz yeterince tanımıyor muyuz ki?

Orhan:Onu bilemem ama Hz. Ömer’in adaletiyle,Hz. Ebubekir’in sadakatiyle,Hz. Osman’ın hilmiyle, Hz. Ali’nin kılıcıyla Allah’ın rızasını kazanma yolunda nice gayretlerinin muvaffakiyetle sonuçlandığını biliyoruz.

Güzin: : (Düşünceli) Seyyid Kutub şehadetiyle,Elmalılı ilmiyle…..

Orhan:Güzin,Elmalılı’nın,Seyyid Kutub’un başarılarının içlerindeki deve ait olmadığına emin misin?

Güzin:Eminim ki onların deve de ejderhaya da ihtiyaçları yoktu baba…

Orhan: Peki nasıl başardılar?

Güzin:Önce iman ettiler,sonra emrolundukları gibi dosdoğru oldular.

Fikret: (Düşünceli) Baba Ahmet Enişte’de bu başarı kitaplarını mı okumuş?

Orhan:Ahmet Enişte mi?

Fikret:Evet baba,hani büyük iş adamı olacağım diye büyük işler peşinde senelerdir perişan dolaşıyor ya.

Orhan: (Gülerek) Olabilir Fikret…

Güzin:Babacığım başarının ilk şartı inanmakmış. Ahmet Enişte’de öyle inanmış işte.

Orhan:Kızım,komşu Hayriye Teyze’de kabirlerden medet umar,adak adar,“Hiç olur mu Hayriye Teyze?”desek bize kızardı.

Fehiman: “İtikadın tam olmalı oğlum,itikadın. Önce peşin peşin inanacaksın.” derdi değil mi?

Orhan: (Gülerek)Evet birbirlerine benziyorlar. Demek ki biz bir iş yaptığımızda getirisini götürüsünü hesap etmeliyiz.

Fehiman:En başta Allah rızasını…

Güzin:Evet,hem de belirlediğimiz hedefler yaşadığımız zamanın öncelikli ihtiyaçlarını aksattırmamalı.

Fikret: Peki baba biz niye bir şeyler başaramıyoruz?

Orhan:Sünneti Seniyyeyi öğrenip,İslam ahlakını benimsersen başarırsın. Günde beş vakit namaz kılan bir insan, gelişimini sağlıklı,olgun bir şekilde sürdürür. Bu konuda endişeye düşme.

Fikret:Büyük işler diyorum baba.

Fehiman:Ne diyorsun Fikret,Resulullah,ashap böyle muvaffak olmuş. Bundan büyük iş mi olur? Sizin kişilikli dediğiniz şahsiyetler bu örneklerdir işte.

Fikret:Osmanlı’da mı öyle başarmış?

Fehiman:Herhalde öyledir. İçlerinde bir dev olmadığına eminim.

Güzin:Fikret biz şunu unuttuk,Müslüman olmayanların yaptıkları işler suyun üstündeki köpük gibidir. Özenmeyelim onlara,amma gözümüzü boyadılar.

Fikret: (Düşünceli) Hıı evet. İçlerindeki canavarın uyuması için hep dua edelim. Düşünsene ya hepsininki Şaron’unki gibi uyansa ne olur bizim halimiz?

Güzin:Şaron’un da gücü sınırlı Fikret. Onlar ne kadar sınırsız güç sansa da…
 
Son düzenleme:
BEKLEMEK VE İSTEMEK


ŞAHISLAR: ORHAN,ZİŞAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET,HAZAL,ZUHAL.

(‘BEKLERİM HERGÜN BU SAHİLLERDE’ ŞARKISIYLA BAŞLAR. KONUŞMALAR ŞARKI EŞLİĞİNDE SÜRER. ŞARKI BİTİNCE BAŞKA SANAT MÜZİĞİ PARÇALARI ÇALARKEN 1. BÖLÜM DEVAM EDER.)

Güzin:Anneciğim o pencerenin önü sahil değil,abim de gelmeyecek yine.

Zişan: Dalmışım kızım. Ben de abinin gelmeyeceğini biliyorum ama çok istediğim için farkına varmadan bekliyorum.

Güzin:Biz de bekliyoruz,hepimizde aynı arzu. (AYAK SESLERİ)Halbuki abim hiç ümit te vermiyor ama...

Fehiman:Niye öyle melül,mahzun oturuyorsunuz?

Zişan:Abinden bahsediyorduk kızım.

Fehiman:Biliyordum zaten. Radyonun sesini duyunca tahmin ettim. Bu ses annemi buradan alıp Amerika’ya götürecek dedim.

Güzin:Sonrada abimin elinden tutup,alıp getirecek.

Zişan: (Gülerek) Kızım hayallerle mi yaşıyorum artık?

Güzin: (Gülerek) Bilmem anne,böyle giderse melankoli görünüyor ufukta.

Fehiman:Güzin ne yapsak da annemi bu beklentiden kurtarsak?

Zişan:Hıh siz kendinize bakın. Sanki siz her fırsatta beklemiyorsunuz. Ben de anneyim,olacak o kadar.

Fehiman:Haklısın anne,ama farkındaysanız bu beklenti evimizde sıkıntılı bir hava yaratıyor.

Güzin: Doğru,bazen matem var gibi oluyor. Dışarıdan bir gelen olmasa hep o havada yaşayacağız.

Zişan:Yaa demek böylesine aşırıya gidiyoruz,çok yanlış.

Fehiman: Tabi yanlış,bu beklenti bizi durgun, atıl yapıyor. Beklenilenin bundan haberi yok. Yenilikler peşinde,kendi meraklarının tatminiyle yaşıyor.

Güzin:Evet,üstelik biz beklerken beklediğimizi bulamayınca,kendi kendimize küskün,kırgın bir haleti ruhiyemiz oluyor.

Zişan:Ne diyorsunuz?...Artık beklemeyelim mi demek istiyorsunuz?

Fehiman:Bence bekleyelim ama değişik şeyler.

Güzin:Ne mesela?...

Fehiman:Mesela abimden güzel haberler...

Güzin:İyi canım sen de,alıyoruz zaten güzel haberlerini.

Fehiman:Öylesi değil Güzin. Bizim aldığımız haberler sıhhat ve afiyet haberleri...Benim dediğim....

Güzin: (Sözü alır) Haa anladım. Din gayreti demek istiyorsun.

Fehiman:Evet Güzin,yani Allah’u Ekber’i burçlara götürmeyi hedefleyen bir gayret...

Zişan:Kızım,bilmiyor musun ki,ben o gayretin eksikliğini hissediyorum abinde. Onun için de sıkılıyorum. Sanıyorum ki buraya gelince farklı olacak.

Fehiman:Bence bırakalım artık bunun için sıkılmayı.

Güzin:Tabii,abim Allah’ın kendisinden neler istediğini iyi biliyor. Bize tevekkül etmek düşer.

Zişan:Amenna,ama bu tevekkül,abinden beklediklerimi iptal edeceğim anlamına gelmez. Daha çok bekleyeceğim çocuklar,çünkü abin,“Elhamdulillah Müslüman’ım” diyor. Onun için beklentilerime cevap vermek zorunda.

Güzin:Senin elinden kurtuluş yok anne. Artık abime, “Ne zaman geleceksin?” diye sormak yok.

Fikret:“Cephede işler nasıl abi?” diyeceğiz. O kadar işte,müslümanım diyorsa cehd edecek.

Güzin:Yine nereden bittin mantar?

Fikret:Her zamanki gibi cephedeydim. Anneciğim,beni beklemeye de yüreğiniz kalsın. Bi büyüyeyim, ilk fırsatta ben de kapağı batı cephesine atıyorum...

Zişan:Aman büyüme...Sanki çok lazımdın...

(FON)

Güzin:Babacığım anneme söylüyorum,duymazdan geliyor.

Orhan:Hayırdır kızım?

Güzin: Perdeleri diyorum babacığım. Nurten teyzeler değiştirmiş, evleri yepyeni olmuş,tıpkı gelin gibi. Biz de değiştirelim.

Orhan:Allah Allah perdeleri niye değiştirelim?

Güzin:Babacığım güzel olsun evimiz...

Orhan:Kızım evimiz çok güzel. Hele perdelerimiz kaç yıldır evimizi setrediyorlar. Hiç durduk yerde değiştirilir mi? Vefasızlık bu.

Güzin:Babacığım yapmayın öyle,çok istiyorum.

Orhan:Allah Allah ben anlamıyorum Güzin,ne çok şey istiyorsun sen.

Güzin:Ne istedim ki babacığım? Sadece istiyorum ki bir Müslüman olarak evimiz temiz ve düzgün dursun.

Orhan:Evimiz zaten temiz ve düzgün.

Güzin:Ya baba lütfen. Bu perdelerin modası çoktan geçmiş. Şunlara bakın,en eski modeller.

Orhan:Güzin hala bir şey anlamadım. Perdenin de mi modası var?Fehiman sen bir şey anlıyor musun?

Fehiman:Tabi ki anlıyorum baba. Siz bu halinizle biraz çağın gerisinde görünüyorsunuz.

Orhan:Bak seen,yani benim de mi modelim eskimiş?

Fehiman:Evet hem de ilk insanla,Hz. Adem’le bize sunulan modeli hatırlatıyorsunuz.

Orhan:İyi,bu çok güzel,sevindim. Yerim sağlam demek ki. Peki Fehiman sen,senin modeli çağa uygun mu?

Güzin:Babacığım yine lafı değiştirdiniz.

Orhan:Uff kızım ne diyorsun? Bu perde ihtiyacımızı karşılıyor.

Güzin:Hayır sararmış. Hem yeni model olsun.

Orhan:Bu israf olmaz mı?

Güzin:Hiç te bile baba. Allah,verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister.

Orhan:Bak seen...Fehiman,kardeşin bu lafları nereden öğreniyor?

Fehiman:Bilmem,geçenlerde yine böyle söylemişti.

Orhan:O zaman mesele neydi?... Haa hatırladım,ikinci bir ayakkabıyı istiyordu. Yine demişti; “Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister.”

Fehiman: Babacığım acaba Allah’ın nimetini ne sanıyor?

Orhan:Bilmem,görünüşe bakılırsa kendi arzularını,isteklerini Allah’ın nimeti sanıyor.

Güzin:Ayy baba...Ne oluyor size?

Orhan:Asıl sana ne oluyor kızım? Tutturmuşsun bir “Allah nimetini kulunun üzerinde görmek ister.” diye,her istediğini bize dayatıyorsun.

Fehiman:İsraf yapmak,lüks istemek ne zamandan beri Allah’ın nimeti olduysa....

Orhan:Fehiman,yoksa biz Güzin’i yanlış mı anlıyoruz? Belki de takva libasından bahsediyor.

Güzin:Takva libası mı?

Orhan:Evet,Allah’ın büyük bir nimeti. Mümine en yakışan libas. Allah bunu bizde görmek ister.

Güzin:Baba...

Orhan:Yoksa akıl nimetini mi diyorsun? Aklı da Allah vermiş. Yaşantımızda akıllılık emarelerini görmek ister.

Fehiman: Yaşantımızda iyi Müslüman olmamızı,Yaratıcımıza abid olmamızı ister.

Güzin:Baba,abla,yine istediğiniz noktaya getirdiniz konuyu.

Fehiman: Haddimize mi düşmüş Güzin? Evde çoğunlukla senin isteklerin mevzu bahis olur.

Orhan:Allah’tan ki kızım,Allah’ın bizden isteklerine muhalefet etmiyor.

Güzin:Yani bir perde istedik,ucu taa Allah’u Teala’ya muhalefete kadar dayandı.

Orhan:Hep bu ablanın yüzünden Güzin. Maksat israf olmasınmış.

Güzin:Niye israf olsun ki? Biz devamlı Allah’a ibadet ederken tabi ki bu kadarcık isteklerde bulunmaya hakkımız var.

Orhan:Bak sen. Güzin koca koca perdeler şimdi de bu kadarcık oldu. Bir dünya masraf. Uff çocuklar geç kaldım. Güzin senin yüzünden.

Fehiman:Babacığım bir de ibadet ettiği için Allah’a minnet etmez mi? Asıl Allah bize minnet eder. Unuttun mu Güzin?

Orhan:Güzin biz bu kadar nimetin şükrünü nasıl eda edeceğiz diye düşünürken,sen azımsar gibi fazlasını bekliyorsun.

(KAPI AÇILIR)

Fikret:Ablacığım....Seni arıyordum....

Fehiman:Efendim Fikret? Yine ne isteyecektin?

Fikret: (Duraklar) Yaa abla....

Fehiman:Efendim Fikret?

Fikret:Yani ben senden hep bir şeyler mi istiyorum?

Fehiman:Bilmem sen daha iyi bilirsin.

Fikret: (Sitemli) İyi istemeyeyim daha...Rahatsız ediyormuşum.

Fehiman:Hayır canım rahatsız etmiyorsun. Benden beklediklerini karşılayabilirsem mutlu oluyorum. Ama bazen de....

Fikret:Evet bazen de?

Fehiman:Nasıl diyeyim Fikret...Bazen de “Ablacığım” diyen sesinin arkasından, “Acaba bir isteğin var mı abla?” diye soracağını sanıyorum.

Fikret:Desene abla,hep kendi isteklerimi söylüyorum. Senin bir şey isteyip istemediğini sormak, düşünmek aklıma bile gelmiyor.

Fehiman:Zaman zaman hepimiz kendimiz için beklentilere gireriz.

Fikret:Şu anda ne yapacağımı bilemiyorum abla. Acaba isteğimi mi söylesem,yoksa “Bir isteğin var mı abla?” desem?

Fehiman:Hadi her ikisini de söyle.

Orhan: (Uzaktan seslenir) Çocuklar ben çıkıyorum. Bir isteğiniz var mı?

(FON)

Zuhal:Bakamıyorum Hazal Abla,tek başına çocuk büyütmek kolay mı? Kayınvalidem,görümcem bir nazlanıyorlar,sorma.

Hazal:Kızım ne yapsınlar,müsait değiller demek ki.

Zuhal:Niye müsait olmasınlar canım,boşuna mı babaanne oluyorlar? Baksınlar. Çok yoruluyorum valla, çok usandım.

Hazal:Kızım sen çocuğunun birinci derecede yakınısın. Daha ilk çocuğun,yorgunluktan,usanmaktan bahsediyorsun. O kadıncağız da usandı belki.

Zuhal:Görümcem bakabilir. Evde oturuyor,kendine bir oyalanma.

Hazal:Onunda kendine göre işleri vardır. Hem o kendini oyalama işine en çok sen layıksın. Çocuğunla enine boyuna oyalan. Kimselerden bekleme. En yakınından bile. Sevgili çocuğun sana yük geliyor, o yükü başkasına verip,bir de minnet ediyor havasına giriyorsun. Olmaz Zuhalciğim,herkes sorumluluğunu bilmeli.

Zuhal:Yine kızdırdım seni Hazal Abla.

Hazal:Kızım senin iyiliğin için söylüyorum. Deveye demişler, “Neden boynun kalın?” “Kendi işimi kendim yaparım.” demiş. Güçlü olun,herkesten beklenti içine girmeyin. Beklediğinizi bulamazsanız bozulursunuz, üzülürsünüz.

Zuhal:Ay haklısın Hazal Abla....

Hazal:Birisinden beklenti içine girdiğinde bir dur düşün. “Ben ona ne vermiştim ki bekliyorum.” diye bir sorgula. Acaba kendisinden bir şeyler beklediğin kişinin de senden beklentileri var mı?

Zuhal:Hiç zamanım olmuyor ki.

Hazal:Beklediğin kişinin de zamanı olmayabilir. Tırnağın varsa başını kaşı. Kimse senin çocuğuna dadılık yapmak zorunda değil.

Zuhal:Tamam tamam,yine bütün yanlışlıklarım çıktı ortaya.

Hazal:Kızım maksat yanlışları düzeltmek. Birisine iyilik yaptığında da karşılık bekleme. Yaptığın iyiliği Allah için yap,karşılığını da Allah’tan ecir olarak bekle. Allah’tan beklemek güzel olanı.

Fehiman:Çayı geciktirdim diye kızmadınız değil mi? Her şey hazır,beş dakika daha bekleyin çay iyi demlensin.

Zuhal:Bekleriz Fehiman,senden de her zaman çay bekleriz.

Hazal:Otur kızım,biz her zaman geliyoruz.

Fehiman:İyi ki de geliyorsunuz. Hadi şu bekleme meselesini bana da anlatın. Muhabbetiniz çok güzeldi.

Zuhal:Anlatacağım,Fehiman,sana da Meral’in beklentisini anlatayım. Allah’tan beklemek dedin de o geldi aklıma Hazal Abla.

Hazal:Hangi Meral,komşun mu? Hani bebek bekliyordu.

Zuhal:Evet “Allah bana erkek evlat vermeli. Ne yapayım kızı,erkek olursa iyi yetiştiririm, dinine, vatanına hayırlı olur.”diyor.

Hazal:Hıh zavallı aklınca şantaj yapıyor. Allah’tan isteyecekler,o da hemen verecek. -Haşa- mübareklerin emir erleri. Çocukları da robot yapıp,kendi istekleri gibi kurup kullanacaklar.

Fehiman:İstenen Allah,verilen Allah’ın kulu. Elbette ki layığını verecektir. İyisine layık olmaya çalışmalı. Hz.Meryem’in annesi Hanne’yi örnek almak ne güzel.

Hazal:Allah’tan istemenin de bir adabı vardır. O adaba uyup sınırı aşmamalı. “İlla da ver,illa da ver” denmez.

Zuhal: (Şakacı) Denir Hazal Abla, “Dünyada da,ahirette de iyilik istiyorum senden.” demek gerekir.

Hazal:Ya ya...O duayı yapmamızı Allah istemiş bizden. Benim kastettiğim,Allah’ın bizden istediklerini yapmak yerine,Allah’ın razı olmayacağı şeyleri istemek. Hem insan bir şeyde hayır olduğunu anlar,onun için ısrar eder. Bunların ısrarları ise kendi zevklerini,hevalarını tatmin etmek için. Hiç olur mu?

Fehiman:Olmaz (Gülerek) Çok ayıp.

Hazal: (Gülerek) Hem de günah. Eğer ki insan Allah’ın sınırına rağmen istemeye devam ederse sonucuna da katlanır. Bunları aynen aktar Meral’e.

Zuhal:Söyleyeceğim. Zaten “Hazal abladan sana selam getirdim.” dersem gerisini o anlar. Ama bu defa sözü varmış. Eğer oğlu olursa namazını hiç aksatmayacakmış.

Hazal:Yazıklar olsun,demek namazı bile şartlı kılıyor. Allah istediğini yapmayınca aklınca cezalandıracak.

Fehiman:Allah cenneti kazanmak için çalışanlara isteklerinin karşılığını verecek. Bunda şüphe yok. Ben de garanti olanı isteyeceğim Allah’tan.

Hazal:İnşallah cennete hepimiz layık oluruz
 
Son düzenleme:
BEN SENİN YAŞINDAYKEN

BABA : Oğlum gel bakalım buraya!

ÇOCUK : Buyur baba!

BABA : Bu hafta yapılan sınavda kaçıncı oldun?

ÇOCUK : 25. oldum baba.

BABA : Ama nasıl olur! Daha geçen hafta 21. idin. Nasıl dört sıra birden geriledin? Tembel herif.

ÇOCUK : Ne yapayım baba? Sınıfa dört tane yeni öğrenci daha geldi. Dolayısıyla 21.likten, 25. liğe geriledim. Hem bana kızmaya senin hakkın yok.

BABA : Bak şu bacaksıza! Bu kadar tembel olacaksın ve benim sana kızmaya hakkım olmayacak, öyle mi?

ÇOCUK : Tabii... Demek ki mükemmel bir çocuk dünyaya getirememişsiniz. El alem öyle çocuk yapıyor ki! Hepsi süper zeka.

BABA : Kızdırma beni alırım ayağımın altına bak. Sınıfta kalmış abuk subuk, aptal saptal konuşuyor.

ÇOCUK : Niye kızıyorsun baba? Sınıfta kaldıysak ne olmuş! Daha iyi ya!

BABA : Neresi iyi bunun?

ÇOCUK : Sürekli maddi sıkıntıdan bahsediyordun, düşünsene yeni sınıf için yeni kitaplar almak zorunda kalacaktın. Şimdi buna gerek kalmadı. Aynı kitapları yeniden kullanacağım.

BABA : Yahu şu karneye bak.Bütün dersler bir, bir, bir.... Allah aşkına bir tane bile iki yok. Yuh sana, nasıl becerdin bunu?

ÇOCUK : Hepsi bir mi, emin misin baba?

BABA : Bir de utanmadan şaşırma numarası yapıyor. Utan, utan! Al da kendi gözlerinle bir daha bak karneye.

ÇOCUK : Allah, Allah! Ver bakalım şu karneyi. Hepsi bir olmamalıydı...

BABA : Şunun söylediğine bak. Doğru hepsi bir olmamalıydı. Sıfır olmalıydı.Bir sene boyunca yattın tabi... Bir bile fazla sana. Ben senin yaşındayken sınıfın en iyisiydim. Karnemde bütün notlarım "5" idi, "5"....

ÇOCUK : Yapma baba. Bu benim karnem değil. Dün bu karneyi tavan arasında buldum. Senin karnen bu. Neee! Benim karnem mi? Hadi canım...Ver bakiiimL.Aaa! Sahi ya... Eee... Şeeey yani. Diyecektim ki!..

ÇOCUK : Demek bütün notların beşti haa... İşte bak bu da benim karnem. İtiraf et baba, ben senden daha çalışkanım.

BABA : Tamam, tamam anladık, para istiyorsun. Söyle ne kadar vereyim?

ÇOCUK : Şeey! Ne desem bilmem ki! 500 yeter. Ama şimdilik...

BABA :Ne 400 mü? 300 neyine yetmez? Al şu 200´ü 100´ ünü geri getir.

ÇOCUK : Ama baba...

BABA : Aması maması yok. Al şunu! Dur bakim, senin eline ne oldu böyle?

ÇOCUK : Önemli değil baba

BABA : Nasıl önemli değil oğlum? Avuçların kıpkırmızı olmuş. Ne oldu?

ÇOCUK : Öğretmen dövdü.

BABA : Öğretmen mi dövdü? Hangi çağdayız? Dağ başı mı burası? Ben ona sorarım.

ÇOCUK : Dur, dur! Dur baba. Tabiki burası dağ başı değil. Ama galiba kabahat bendeydi.

BABA : Niye, ne oldu ki?

ÇOCUK : Arkadaşım öğretmenin sandalyesine raptiye koymuştu.

BABA : Raptiye koyan arkadaşınsa seni niye dövdü? Onu dövseydi ya!

ÇOCUK : Asıl olay ondan sonra.

BABA : Nasıl yani?

ÇOCUK : Ben de öğretmen raptiyenin üzerine oturmasın diye, tam oturacağı sırada sandalyeyi çektim. Hooop! Gümm! Tabiki...

BABA : Hak etmişsin. Bu gün okulda ne yaptınız?

ÇOCUK : Bu gün okulda dinamit yaptık.

BABA : Peki yarın ne yapacaksınız okulda?

ÇOCUK : Hangi okulda? Dinamit yaptık yaptık diyorum, okul falan kalmadı ortada.


-SON-
 
Son düzenleme:
BERBERDE

Kişiler: Berber, Adam, Çırak

Sahne: (Gösterişsiz bir berber dükkAnı. Duvarda büyük, yerine yakışmayan, rakkaslı bir saat. Rakkasın tekdüze sesi. Bu ses oyun boyunca zamanı vurgular. Berber gazete okumaktadır. Çırak ayna önünde, bir türlü yatmayan saçlarını özenle taramaktadır. Arada bir durup kendini seyreder.)

BERBER - (Okuduğuna şaşar, üzülür, öfkelenir:)

Vay vay vay vay vayyy... (Ara) Of of of of off... (Ara) Oo oo ooo oooo yoooo... Bana bak, tepem atmış, bir de sen damarıma basma, çekil aynanın önünden, bırak, silindir geçse nafile, yatmaz o saç, bir işe yara, haydi kımılda da yeri meri süpür. Ne bakıyorsun öyle düztaban, daha beş dakika önce süpürdüm diye düşünüyorsan, tuz buz ederim kafanı. Düşünmeye alışma, iyi değildir, neyine gerek, bana bak sen, anladın mı, bak bana da benim gibi hıyar olma. Bende iş yok. Bu hayat işini çakamadım, çakana da rastlamadım. Düşüneceğine, ne yapıyorsun hırtlambo, bırak o süpürgeyi elinden, delirdin mi, tozu dumana katacaksın da ne olacak, boş ver, otur dinle, bak neler söylüyorum yahu. Çevir bu yana kepçe kulaklarını, belki de çaktırmadan hayatın püf noktasını açıklıyorumdur. Hayat bu be... Hayvanları Koruma Demeği nalsız eşeğe yük taşıtan iki çingeneyi yakalatmış... olur mu, eziyetin dik AlAsı. Gel de resme bak, nalsız eşeğe yük taşıttıkları için yakalanmış çingenelerin ayakları çıplak.

ADAM - (Hızla girer.) Şu sakalımı alıver, çabuk
ama...

BERBER - Başüstüne, hoş geldiniz, buyurun. Oğlum su ver.

ADAM - Ilık olsun.

BERBER - Ilık olacak. Gazete ister misiniz?

ADAM - Hayır, hayır.

BERBER - Peki bayım, yaslayın başınızı.

ADAM - Çenemin altında sakal döner, dikkat et.

BERBER - Bir yere yetişeceksiniz herhalde.

ADAM - Bir yere olsa iyi. Fırçanın suyunu iyice sık, sinirlenirim.

BERBER - Emredersiniz.

ADAM - Gözlüğümü sağlam bir yere koy. Benim berber geçen hafta öldü. Sersem. Kendim tıraş olayım dedim beceremedim. Salak. Karısı, çocukları da orta yerde kalıverdi. Yok canım, insan hayatını ovucunun içinde tutmalı. Haydi ama, daha başlamadın bile. Saniye ile yarışıyorum ben.

BERBER - Şimdi bayım, yetiştiririm, kaygılanmayın.

ADAM - istersen yetiştirme, dükkAnı başına geçiririm. Şaka yapmıyorum, kızımın nikAhı var.

BERBER - Oo, Tanrı mutlu etsin.

ADAM - Daha çiçek yollayacağım, eve gideceğim, üstümü değiştireceğim...

BERBER - Hepsi olur.

ADAM - Olur elbette. Bir saatim var. Tanrı mutlu etsin dedin ya, ben böyle basmakalıp dileklere çok

bozulurum. Neden etmesin? !yi yetiştirdim, sağlıklı, güzel... Daha ne olsun? Dans dersi bile aldırdım kimseden geri kalmasın diye. İki dil biliyor, piyano çalıyor, çerkez tavuğu pişiriyor... Söyle bakalım, kaç yaşında olabilir?

BERBER - Bilmem ki bayım.

ADAM - Bilmezsin tabii. On sekiz. Liseyi bitirttim, tamam, sıra evlendirmeye geldi. O kadar. Her iş hesaplı olmalı. Ortağımın oğlu var. Aklı başında işbilir bir delikanlı. Ben açtım evlenmeleri konusunu, oldubitti. Bir kat aldım, dayattım döşettim, ortak da oğluna aylık bağladı. Bu akşam İstanbul’a gidecekler. Uçak biletleri hazır, oteldeki odalarına çiçek bile koydurttum.

BERBER - Ben babasız büyüdüm.

ADAM - Allah Allah, ne tuhaf. Benim babam doksan iki yaşında öldü. Tam zamanıydı. Çok sabunlama. (Sessizlik) Niye sustun?

BERBER - Sizi dinliyorum bayım.

ADAM - Çok sıcak burası.

BERBER - Kapıyı aç oğlum.

ADAM - Yo, sakın.

BERBER-Açma.

ADAM - Yok hayat kumarmış falanmış filanmış... Hayat kumarsa sen de kumarbaz ol! Hilesini, inceliği-; ni öğren. Değil mi ama? Bir tek işte bile zarar etmedim. Bir kez olsun başarısızlığa uğramadım. Hiç kimse beni aldatamadı. Neden? Söyleyeyim. Hayat bir ticarettir. Bizler de taciriz. Tamam mı?

BERBER-Tamam bayım.

ADAM - Küçük bir dergi ver bakayım bana.

BERBER - Çabuk.

ADAM - Aferin. Çabuk ya.

BERBER - Güzel söylüyorsunuz ya, beni alalım ele. Babam ben daha ilkokula giderken oluverdi. Tıpkı sizin berber gibi. Annem çaresiz beni işe verdi. Kendi de başladı çalışmaya. Gece oldu mu, ikimiz de yorgunluktan bitkin, çorbamızı içer içmez, küt yatağa, leş gibi uyurduk. Derken ustura verdiler elime. Veriş o veriş. On sekiz yıldır bu izi sürerim. Evlendim. İki oğlum var. Biri çocuk felci. öteki aslan gibi ama haylaz. Annem yaşlandı, bakılmak ister, huysuz da, Karım pervane gibi dönüp duruyor. Kime, hangi bir işe yetişsin zavallı? Haftada bir rakım var, bütün hovardalığım da bu.

Kuruyorum bahçeye tezgAhımı, köfte mangalını da yakıyorum. Komşulardan bir tabak da buz aldık mı, bayram başlıyor. O köfteler böyle nazlı nazlı, cızır cızır pişer ki dinlemesi yemesinden tatlı. Ağacın üstüne bir de lamba çektim. Izgaraya bir iki de biber, domates atarsın bayım, kokusu dünyayı tutar. Annem yatmaya gitti mi, bir kadeh de karıma veririm. Radyoyu da açarız hafiften. Bir de alaturka yakaladık mı, bitti. Cumartesinin hakkını verdik demektir. Haftada bir gün yaşamak ama yedi gün yaşlanmak, işte bu gitmiyor. Siz hayat ticarettir dediniz ya, haklısınız tabii, haklı olmasanız söylemezsiniz. Yalnız bayım biz bu ticarette yaya kalmışız. Taksitle yaşıyoruz, haftada bir. (Adamın elinden dergi düşer.) Hoop, al dergiyi yerden... Uyudunuz galiba, iyi iyi, ustura altında uyku basar işi rast gidenin. (Ara) Hışşt, gel, bak yakından. Hayat ticaretini kArlı kapatmış adamın yüzü böyle olur, çizgisi kımıldamıyor. Soluk almak için bile yorulmuyor. Dinledin değil mi? Bundan böyle hayatı, bol bahşiş gibi sıkı sıkı ovucunun içinde tutacaksın. Baban ölmeyecek, ölürse gözünü patlatırım. Saniyelerin ardından tabanı yanık it gibi koşacaksın... Çekil ahmak. Çıplak ayaklı çingeneler gibi bakıyorsun. Bayım, tamam, eğilin ki yüzünüzü yıkayayım. Bayım! Bayım! Bayım! (Adam düşer.) Vay Vay Vayyy. Of of of... Oooo ooo... ölmüş bu işe bak. (Saatin tekdüze sesi duyulur.)
 
Son düzenleme:
BERMUDA DERSHANE ÜÇGENİ
Mekan: Bir sokak, İki köşede karşılıklı iki dershane. Duvarlarda reklamları, dereceye giren öğrencilerin fotoğrafları.

Kişiler: Suzan, Fikri, Yaren, Eren

(Fikri ile Suzan uyuklar biçimde yatarlar. Çalışmaktan çok yorulmuşlardır. Yaren’le Eren el ele tutuşmuş genç aşıklar. Oynaşarak yürürken Suzan’ın bağırmasıyla korkarlar, sıçrarlar.Sonra şaşkın şaşkın dinlerler.Hangi yöne yönelirlerse önlerine çıkarlar.)

Suzan: (Pazarcılar gibi bağırarak) İlçe birincisi, il ikincisi gördüğünüz gibi bizim dershaneden! Yalanımız yok bakın şu resimlere…


Fikri: Başarıyı ilçeyle, ille değil, ülkeyle ölçeceksin, ülkeyle! Ülke genelinde ilk binde sekiz öğrencimiz var. İşte kanıtı.(Duvarları, elindeki kağıtları gösterir.) İşte sınav sonuçları… Kafadan atmıyoruz.


Suzan: Deneyimli öğretmenlerin toplandığı bir dershaneyiz. Dereceye her yıl birkaç öğrencimizin girmesi başarıların tesadüf olmadığını gösteriyor.


Fikri: Önemli olan kaliteli eğitimi ucuza vermek.


Suzan: Kimse bizden ucuz eğitim istemesin. Ucuz etin yahnisi nasıl olur? Siz karar verin.


Fikri: Çocuklarınız bize emanet. Evvel Allah, gözünüz arkada kalmasın.


Suzan: Sınavda çıkacak soruların köklerini, biçimlerini tutturuyoruz. Öğrencilerimiz sınava girince şaşırmıyorlar.


Fikri: Bize soruyorlar: sınavda sorulan sorularla yaptığımız denemelerdeki sorular birbirine çok benziyor, diye. Sınav komisyonunda tanıdığınız mı var, diyorlar. Öğretmenlerimizle bir tanışın da bu soruyu ondan sonra sorun, diye söylüyoruz.


Yaren: (Fikri’nin üstüne yürür.) Dershane deyince test, test deyince kalın kalın kitaplar gözümün önüne geliyor. Midem bulanıyor midem!


Eren: Birinci sorunun yanıtı Adana, ikinci sorunun yanıtı Ceyhan…


Yaren: Üç Ceyhan , beş Adana


Eren: Denizli- Bolu..


Yaren: Edirne- Bolu arasında gidip geliyor musunuz?


Suzan: Adana, Bolu demiyoruz. Değişti. Ankara, Diyarbakır’, Erzurum diyoruz.


Yaren: Aaaa! Büyük değişiklik var.


Eren: Değişmiş değişmiş. Hatlar, duraklar değişmiş


Yaren: Sınavsız bir yaşamın olacağını düşünemiyordum. (Havayı koklar) Ohh! Dünya varmış!


Fikri: Yaşamın her döneminde sınav var. (Bundan sonra Fikri konuşulanları uzaktan dinler.)


Eren: Bizim için sınav bitti, dershane bitti. (Gitmeye yeltenirler Suzan önlerini keser)


Suzan: Sınavın olduğu yerde dershane de olacaktır.


Yaren: Canım gel gidelim. Yoksa bize bir sınav bulacaklar.


Eren: Bulamazlar. Kalmadı, kalmadı. Oh, Oh!


Yaren: Eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım. Çabuk uzaklaşalım buradan.


Eren: Dershanecilerle gerine gerine konuşayım.


Yaren: İlerde çocuğumuz olunca…


Eren: Biz evleneceğiz, çocuğumuz olacak, büyüyecek. Okula gidecek.


Yaren: En az on yıl kafamız dinç.dinç dinç…


Suzan: Demek siz evli değilsiniz?


Eren: Üç ay sonra düğünümüz var. Sizi de bekleriz.


Suzan: İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş. Tam zamanında geldiniz bize. Demek ki bu işte bir hayır var.


Yaren: Biz size filan gelmedik. Yoldan geçiyorduk.


Suzan: Şans diye buna derler.


Yaren: Ay! Aaaay! Sizleri görmek mi şans?


Suzan: Şimdi siz evleneceksiniz.


Yaren: Evlenmemize engel yok.


Eren: Hele bir olsun?


Suzan: Ne yaparsın?


Eren: Yaren için dağları delerim be!


Suzan: İşte seven bir erkek. Çocuğunuz olacak, büyüyecek, okula gidecek. Peki her okula giden çocuk başarılı oluyor mu?


Yaren: Aaay’ sıktın. Aşkım hadi gidelim.


Eren: Ne diyecek merak ettim.


Suzan: Okuldaki bazı çocuklar çok başarılı bazıları başarısız. Bazı çocuklar dershaneye geliyor, özel ders alıyor yine başarısız oluyor, değil mi?


Eren: Çok haklı konuşuyor. Çocukta olmadığı sürece ne öğretmen, ne dershane kar etmiyor.


Suzan: Delikanlı çok zeki hemen kavradı. Tüm testlerde başarılı olduğu nasıl belli oluyor.


Eren: (Kasılır) Tüm sınavlarda ilk üçe girerdim.


Suzan: Zeka kalıtsal olarak geçer. Bunu kabul ediyor musunuz?


Yaren: Bilinen bir gerçek. Hadi canım uzaklaşalım buradan.(Kolundan çeker)


Eren: İlk kez içimde bir korku olmadan dershanecilerle konuşuyorum zevkini çıkarayım.


Suzan: Çok zeki, başarılı kişilerin çocuklarının zeki, başarılı olacağı garanti mi?


Yaren: Bizim bir akraba var. Karı koca doktor. Çocukları bedensel ve zihinsel özürlü.


Suzan: Bayan çok güzel söyledi.


Eren: Sıradan bir kişinin zeki, başarılı çocuğu olabilir.


Suzan: Çocuğun gelişiminde çevrenin etkisinin olduğu bilimsel gerçek.


Eren: Ben çocuğumu iyi besleyeceğim, besleyeceğiz.


Suzan: Sizin mesleğiniz neydi?


Eren: Bankacıyım.


Suzan: Bankacı olmanız için diploma gerekli mi?


Eren: Maliye fakültesini bitirdim, İngilizce ve Fransızca biliyorum, Avrupa’da uygulama yaptım.


Suzan: Ne güzel anlattınız. Kısa ve net. Test öğrencisi olduğunuz konuşmalarınızdan belli. Evlilik için diploma gerekli mi?


Eren: Gerekmiyor.


Suzan: Çocuk yapmak için diploma gerekli mi? (Konuşulanları uzaktan ilgiyle dinleyen Fikri, hemen telefonu eline alır bir yerleri arar, konuşur, sahneden çıkar.)


Eren: Gerekmiyor.


Suzan: İnsan bilmediği bir işi iyi yapabilir mi?


Yaren: (Öksürerek) Aaa! Kendine gel. Gizli yerlere giriyorsun.


Suzan: Saç ilk ekmeğini yakarmış. Bizler de en önemli varlığımızı tesadüfen, bilmeden dünyaya getireceğiz.


Yaren: Çocuk yapma kursu veriyoruz deme.


Suzan: Çocuk yapma değil. Kaliteli çocuk yapma kursu. Güzel, zeki çocuklar nasıl yapılır?


Eren: İlk kez duyuyorum.


Suzan: Bu tür kurslar eskiden beri var; ama gizli veriliyordu.


Eren: Niçin?


Suzan: Zenginler kendilerine rakip olmasın diye duyurmuyorlardı. Yasak getirmişler.


Eren: (Güler, dalga geçerek, alaycı söyler) Peki bu kurslarda ne öğretiyorlar.


Suzan: Çocuk spermle yumurtanın birleşmesinden meydana geliyor.


Eren: Geç bunları.


Suzan: Eğitim buradan başlıyor.


Eren: Anlamadım.


Yaren: (Yaren, Eren’i kolundan tutar zorla sahneden çıkarmaya çalışır. Eren arkasını dönerek konuşur, gitmek istemez.) . Anlamazsın çünkü saçmalıyor.


Suzan: Spermlerin kaliteli olabilmesi için erkeğin ne yemesi, ne kadar yemesi,nasıl yemesi, ne kadar uyuması, ne zaman kalkması, hangi sporları yapması….


Yaren: Para tuzağı. Para tuzağı…


Suzan: Bilimsel araştırmaların en son verilerini kullanıyoruz.


Eren: (Düşünmeye başlar, ciddileşir) Bana mantıklı geliyor.


Suzan: Tüm hücreler canlı olduğuna göre hücrenin de bir gelişimi vardır.


Yaren: Binlerce spermden en kalitelisi yumurtayı döllüyor.


Suzan: Zekanın anneden babadan geçtiğine inanıyor musunuz?


Eren: Bunu bilmeyen mi var?


Suzan: Nasıl geçtiğini bilmiyoruz.


Yaren: Bizlerin annesi babası böyle bir eğitimden mi geçti.


Suzan: Çok güzel diyorsun. Çocuk eğitimi için yazılmış kitaplar var mı yok mu?


Yaren: Var.


Eren: Bir sürü kitap var.


Suzan: Eskiden anneler kitap okuyarak, kursa giderek mi çocuk yetiştiriyorlardı?


Eren: Çok haklısınız, çağımız bilgi çağı.


Yaren: Alırız birkaç kitap okuruz.


Suzan: Bilimsel kitaplar okunmakla anlaşılmaz. Bu kitapları anlatacak biri gerekir.


Eren: Okulda da kitap var; ama öğretmene gereksinim var.


Suzan: Beyefendi yakışıklı olduğu kadar zeki de.


Eren: Ne zaman başlıyor bu kurslar?


Yaren: Canım bu kadın saçmalıyor. Çabuk gidelim buradan.


Eren: Bu kurslara evlenen birinin ne zaman başlaması uygundur.


Suzan: Evlilikten beş altı ay önce başlaması gerekir.


Eren: Biz üç ay sonra evleneceğiz. Geç kaldık desene.


Suzan: Hızlandırmaya alırız sizi.


Eren: Öğretmenler nasıl işinin uzmanı mı?


Suzan: Olmaz mı? Çok deneyimli bu işin profesörü kişiler. Ben öğretmenlerden biriyim. Sizi kısa sürede diğer kursiyerlerin durumuna getiririm. Sen bu istekle onları bile geçersin. (Kravatından tutup çeker)


Fikri: (Sloganlarla girer.) Kaliteli çocuk yapma kursları bugün başlıyor. Bayanlara özel indirim var. Öğretmenlerimiz deneyimli.


Yaren: (Suzan’la Eren’e bakarak) Tam bana göre bir kursmuş. Hemen kayıt olayım..(Çıkar)


Eren: (Bağırarak peşinden koşar) Yaren dur! Düşünmeden karar vermeyelim.
 
Son düzenleme:
BEŞ PARASIZ


OYUNCU KADROSU:


Derya

Selim

Garson ( Erkek )


DEKOR: Olay bir kafede geçmektedir. Masa, sandalye ve kafede bulunan başka eşyalar.


(Oyun Selim ile Derya’nın yorulmuş bir halde sahneye girişiyle başlar.)


Derya:_ Hayatım saatlerdir yürüyoruz, artık biraz duralım. Bi şeyler yiyelim ya, acıktım ben.


Selim :_ Olur mu hayatım. Bak şu blokları geçince sahile inicez. Orada böyle çıtır çıtır simitleri yerken dinleniriz. Taş sektiririz, martıları seyrederiz.


Derya:_ Selim bak bir haftadır çıkıyoruz. Her buluşmamızda simit yiyoruz, martıları seyrediyoruz, taş sektiriyoruz. Çay bile içmedik daha. Bana bak Selim, babam fabrikatör derken yalan mı söyledin yoksa?


Selim :_ Ne alakası var Derya. Babam da var param da…(Kendi kendine konuşur.) Gerçi param yol parası kadar ama…


Derya:_ Bir şey mi dedin?


Selim :_ Hayır sevgilim. Şimdi burada bizi kazıklarlar.Biliyorsun ben böyle şeylere sinir oluyorum.


Derya:_ Ben gidiyorum Selim. İster gelir benimle oturursun, ister sahile gider simidini yersin, martılarını seyreder, taşını sektirirsin.


Selim :_ Tamam sevgilim tamam sakin ol.Gidelim, buyrun.


( İkisi de kafede bir masaya otururlar.)


Selim :_ Ne kasvetli yer burası Derya ya! Gidelim hadi gidelim.


Derya:_ Ay saçmalama Selim daha yeni geldik oturalım bi şeyler yiyelim, içelim ya!


Selim :_ Tamam Derya tamam oturalım. Ama bi şeyler yiyip içme kısmını geçelim lütfen. Hem kalbim de var. Tansiyonum da düşer gibi oldu. Tertemiz havaya çıkalım. Hem taş sektiririz. Martıları da seyrederiz.


Derya:_ Selim yakıcam ama martılarını senin tek tek. Senin kan şekerin düşmüş, ben sana tatlı ısmarlarım olur biter. Gaarsooon…


Selim :_ Hayır Derya hayır. Zaten şekerim de var. Tatlı falan dedin içim bi hoş oldu yani. Hadi gidelim.


( Garson gelir.)


Garson:_ Tam yerine geldiniz beyefendi. Diyabet hastaları için hazırladığımız menüyü takdim edebilir miyim?


Selim :_ Hayır edemezsiniz kardeşim. Biz düşündük, kalkalım.


Garson:_Tatlı menümüzü sayayım. Tatlıları açın lütfen.Baklava, kazandibi, keşkül, krem şkola, tremisu, hanım göbeği.


Derya:_ Ah bravo.


Garson:_ Tersten de sayabilirim.


Derya:_ Ben kazandibi alıcam.


Garson:_ Kazandibi, hemen yazıyorum efendim.


Selim :_ (Kağıda bakar.) Kazandibi…


Garson:_ 12.5 YTL. Dondurma olsun mu ? 17.5 YTL.


Derya:_ Ah tabi ki…Eh sen ne diyorsun aşkım?


Selim :_ (Kendi kendine) Bu hesabı ödeyemezsem yerin dibine giricem valla.


Garson:_ Evet kazandibi…(Getirir masaya koyar.)


Selim :_ Olamaz, bu tatlı yanık. Yanmış, dibi tutmuş bunun. Kazanın dibini napıcaksın? Kanser olursun. Zararlı. Götürün bunu kardeşim. Yapmayın böyle şeyler.


Derya:_ Selim, adı üstünde kazandibi. O zaman prof……. Yiycem tamam mı?


Selim :_ Pro……… mu? Daha adını bile bilmiyorum. Sen bir de yemeyi düşünüyorsun.


Derya:_ Pro diyorum Selim pro tamam mı


Selim :_ Oldu canım. Elin garsonu……………….. diyemiyorum diye benimle dalga geçsin.


Derya:_ Ben söylerim Selim tamam mı?Ay çekemem valla. Gaarsooon…


(Garson gelir.)


Garson:_ Karar verdiniz mi efendim.


Selim :_ Garson demedi, bu son dedi son. Bi daha buraya gelmiycekmiş.


Garson:_ Af edersiniz bi terbiyesizliğimizi mi gördünüz. Yoksa önce tatlıları getirdiğimim için mi kızdınız. Size, özel bir menümüzü tavsiye edebilir miyim? Özellikle kömürde pişmiş döner.


Selim :_ İstemiyoruz kardeşim al tavsiyeni başına çal.


Derya:_ Ay garson bey doğru söylüyor. Neden döner yemiyoruz hayatım?


Garson:_Duydunuz mu?


Selim :_ Bak şimdi devrim döndü Derya. Hamzacım istemiyoruz döner möner.


Derya:_ Ay buranın iskenderi de iyi oluyormuş hayatım. İskender istiyorum, İskender, İskender.


Selim :_ Garsoncum sizde İskender kalmadı diy mi? Hay Allah kalmamış, kalmamış.


Garson:_ İskenderimiz mevcut, hem de bol yoğurtlu. Yazıyım mı?


Derya:_ Yazın.


Selim :_ Yazma Hazma!


Derya:_ Yaz Hazma!


Selim :_ Yazma!


Garson:_ (Sinirlenir.) Biftek tavsiye edebilir miyim?


Derya:_ Peki o zaman biftek olsun.


Selim :_ Aşkım ne bifteği ya, kolesterol yapar biftek miftek.


Derya:_ Ay benim kolesterol sorunum mu var Selim.


Selim :_ Ama bu gidişle olucak. Hani sen rejimdeydin hayatım.


Derya:_ Rejime yarın başlıycam. Bugün doya doya yemek istiyorum.


Selim :_ Doya doya mı? Ben de doya doya ağlamak istiyorum.Hem yaz geldi bak elbiselerin de üzerine olmıycak sonra.


Derya:_ Ay haklısın galiba. En iyisi hepsinden az az yemek.


Garson:_ Hepsinden az az dediniz aklıma bi şey geldi. Ortaya karışık ızgaraya ne dersiniz?


Selim :_ Etme kardeşim etme. Sen de et met yeme Derya. Kim bilir hangi eti kullanıyorlar.


Derya:_ Nasıl yani Selim et met yeme. Saçmalama.


Selim :_ Deli dana falan olursun.


Derya:_ Selim ya deli dana mı kaldı?


Selim :_ Niye Derya, deli danalar psikolojik tedavi mi gördü?


Derya:_ Çok esprilisin Selim ha ha ha…


Garson:_ Bence siz biraz düşünün. (Gider.)


Selim :_ (Kendi kendine…) Ulan bütün bulaşıkları yıkatıcak bana.


Derya:_ Bi şeymi dedin hayatım.


Selim :_ Derya bi şey dikkatimi çekti. Sen hiç ortalıkta kedi gördün mü?


Derya:_ Görmedim, ne alakası var şimdi?


Selim :_ Hıhğt hıhğt. Karışık ızgara, cız bız cız bız. Yazık kediciklere diy mi kalk gidelim aşkım.


Derya:_ Ay ay şimdi o kedileri ızgara mı yapıyorlar. Ama benim karnım aç, beyaz et yiyelim o zaman.


Selim :_ Tavuklar hormoınlu derya. Sonra bıyıkların çıkar. Hadi gidelim canım.


Derya:_ Ay iğrenç. Ya hiç olmazsa bi şeyler içseydik aşkım. Kapuçino içseydik.


Selim :_ (Kağıda bakar.) Kapuçino mu? 9 YTL.


Derya:_ O zaman ekspres olsun.


Selim :_ O da 9.5 YTL.


Derya:_ Vazgeçtim şarap olsun.


Selim :_ (Şaşırır.) 25 YTL mi? (Fenalık geçirir.) Su su Derya su.


Derya:_ Ay buraya kadar geldik su mu içicez Selim ya. Ben yokum.


(Selim iyice fenalaşır, yere düşer.)


Derya:_ Aşkım iyi misin? Ay garson bi bardak su getirir misin. Gidiyoruz tamam mı hayatım?


Selim :_ Gidiyor muyuz Derya, gidiyor muyuz? Taş sektiririz Derya.


Derya:_ Hayatım taş sektiricez, simit yicez tamam mı? Kapalı alan sana yaramıyor.


Selim :_ Hesap ne garson?


Garson:_ Ne hesabı efendim? Siz bizim yüz bininci müşterimizsiniz Her şey bizim ikramımızdı. Ama siz sadece su içtiniz.


Selim :_ Şimdi her şey sizin ikramınız mı? Beni deniz kenarına götür Derya, taş sektirelim Deryaaaa!..
 
Son düzenleme:
BİLGİSAYAR OYUNLARINA DÜŞKÜNLÜK
Karakterler

Hamdi Bey: Hasan’ın babası , sıradan bir insan biraz boş boğaz birisi.
Aliye Hanım: Hasan’ın annesi , saf, iyi niyetli birisi
Hasan: Sekizinci sınıf öğrencisi ,çalışkan bir bir öğrenci aynı zamanda bilgisayar oyunlarına düşkün bir çocuk.
Mehmet: Hasan’ın sınıftan ve mahalleden arkadaşı, tembel , yaramaz biraz da yalancı bilgisayar oyunlarına düşkün bir çocuk
Canan Hanım: Mehmet’in annesi , sıradan bir ev hanımı
Eşref Bey: Mehmet’in babası saf bir adam ,kim ne dese inanan biri

Kostüm: Oyunda kullanılacak kostümler kolayca temin edilebilecek biçimdedir. Günlük kıyafetler kullanılabilir.
Makyaj: Baba için kalemle yada pamukla sakal ve bıyık yapılabilir.
Dekor: Olaylar evde geçer. Basit bir ev dekoru oluşturulabilir.



Hamdi Bey: ( Gazete okur) Oğlum ödevlerini yaptın mı?


Hasan: Evet ,baba hepsini yaptım.


Hamdi Bey: Aferin ! oğlum sana .


Hasan: Baba ... biliyor musun? Dün öğretmenimiz matematikten sınav yaptı .Sınıfta bir ben beş aldım.


Hamdi Bey: Aferin benim akıllı oğluma .


Hasan: ( Babasını yanına oturur) Baba var ya Mehmet zayıf aldı. Mehmet’e babası demiş ki:

sen matematikten beş al sana bilgisayar alacağım demiş. Ama Mehmet bir aldı ya …

Gitti bilgisayar di mi baba ?


Hamdi Bey: Evet, oğlum ama ikinci sınava çok çalışırsa beş alabilir.


Hasan: Yok baba o beş meş alamaz … Gitti bilgisayar… oysa ben…


Aliye Hanım:( bağırarak) Yemek hazır herkes sofraya !


Hamdi Bey: Hadi Hasan bak annen çağırıyor.


Hasan: Tamam baba.


( Hepsi sofraya oturur.)


Hasan: ( annesinin kulağına fısıldayarak ) Anne ! Hani babama söyleyecektin.


Aliye Hanım: Şimdi sırası mı Hasan ?


Hasan: Ne olur anne şimdi tam sırası.Bak bugün babamın keyfi yerinde hadi anne yaaa


Aliye Hanım: İnsanı sık boğaz etme oğlum.


Hamdi Bey: Ne fısıldaşıyorsunuz orada ?


Aliye Hanım: Yok bir şey . Dün bizim Canan’ı pazarda gördüm .” Uzun zamandır görüşemiyoruz .Yarın akşam gelinde iki laf edelim .”dedi . Ne dersin bu akşam Eşref beylere gidelim mi?


Hamdi Bey: Tamam .Ben de uzun zamandır Eşref’i görmüyordum zaten gidelim iyi olur.


Hasan: Ben de gelmek istiyorum.


Hamdi Bey: Tamam.Yaramazlık yok ama .Hadi gidin de hazırlanın.


Aliye Hanım: (bağırarak) Biz hazırız !


( Hep birlikte çıkarlar )


Canan Hanım: ( Kapıyı açar) Ooo ! Kimler gelmiş .Hoş geldiniz .Buyurun içeri girin.


Eşref Bey: Ooo ! Hoş geldiniz


Canan Hanım: Aman efendim küçük bey de gelmiş. (bağırarak)Mehmet ! bak arkadaşın Hasan geldi .


Mehmet: A! Hasan hoş geldin.Gel biz odama gidelim .Bak sana ne göstereceğim .


Hasan: Ne göstereceksin?


Mehmet: Önce gözlerini kapat .Hadi kapat ama yoksa göstermem.


Hasan: Tamam .


Mehmet: Şimdi Aç .


Hasan: Aaa! Mehmet bu bilgisayar ama …


Mehmet: Evet oğlum bilgisayar ya ! Öyle çok özelliği var ki: Bak şimdi bu bilgisayarla ; Yazı yazabiliyorsun, şekil çizebiliyorsun, resim yapabiliyorsun, müzik dinleyebiliyorsun, en güzel yanı da oyun oynayabiliyorsun . Harika bir alet bu Hasan .


Hasan: Çok Şanslısın Mehmet .Ne güzel senin de bir bilgisayarın var. Keşke benim de bilgisayarım olsa.


Mehmet: Evet , hasan çok mutluyum .


Hasan: İyi de Mehmet sen bana geçen gün ‘ Eğer matematikten beş alırsam babam bilgisayar alacak dememiş miydin?’


Mehmet: Yavaş konuş. Hasan şimdi bizimkiler duyacak .


Hasan: Ne ! Baban senin matematikten zayıf aldığını bilmiyor mu?


Mehmet: Sus Hasan ya şimdi duyacaklar .Bizimkiler zayıf aldığımı bilmiyorlar. Babama beş aldım dedim.


Hasan: Ne ! İnanmıyorum sana .Babana yalan mı söyledin? Hiç iyi etmemişsin Mehmet ya yalanın ortaya çıkarsa o zaman ne yapacaksın?


Mehmet: Korkma çıkmaz .Hem nereden duyacaklar .İkinci sınava çok çalışırım zayıfımı kurtarırım.


Hasan: Mehmet şey …ben senin …


Canan Hanım: ( Bağırarak) Mehmet buraya gel oğlum


Mehmet: Geliyorum anne ! Hasan annem çağırıyor hadi salona gidelim.


Hasan: Tamam .Şey Mehmet ben …


Mehmet: Ne oldu hasan?


Hasan: Neyse yok bir şey . Bilgisayarın çok güzel diyecektim.


Mehmet: Teşekkür ederim.


Hasan: (İçinden mırıldanarak): Zayıf aldığını babama söylediğimi bir bilse …


Canan Hanım: Hadi gelin meyve alın kendinize .


Hamdi Bey: Mehmet oğlum sen neler yapıyorsun?


Mehmet: Ne yapayım Hamdi amca ders çalışıyordum.


Hamdi Bey: Aferin oğlum . Çok çalış ki ikinci sınavda zayıf dersini kurtar olur mu?


Eşref Bey: ( Şaşkın ve kızgın biçimde ) Mehmet !


Canan Hanım: Ne !
 
Son düzenleme:
BİR DELİ
(Sakin bir ortam sahnede yine bir bank ve onun yanında çöp kutusu.bir adam bankın üstüne oturur ve elindeki dergiyi yada gazeteyi okumaya başlar,elindede bir çikolata varır çikolatayı yedikten sonra yere atar ve olduğu yerden uzaklaşır tam bu sırada diğer taraftan bir adam koşarak sahneye girer daha sonra sakinleşir garip garip gülmeye başlar bu adam tımarhaneden kaçmış bir adamdır ve sahnede kendi kendine konuşmaya başlar)


Mülayim:ne kadar tuhaf insanlar var çöp kutusu yanlarındayken bile onu umusamıyorlar(çöpü çöp kutusuna atar) ah bilseniz sizinle konuşmayı ne kadar özledim.tabi şimdi siz beni merek edeceksiniz.ya da sizle neden konuşmak istediğimi.... ben az ötedeki akıl hastanesinden kaçtım uhh çok yoruldum deminden beri sizlerle konuşmak için bir sürü adamı peşime taktım.efendim ben mülayim bakan gördüğünüz üzere sürekli bakıyorum efendim çünkü bakmak bazen görmekten daha güzeldir çünkü bazı insanlar görmeyi şeytanlık yapmak zannetmiştir bugüne kadar hep birilerinin menfaatlerine bakmıştır insanlar ve bakmakla yetinememişler aynı zamanda görmüşlerdir ve maalesef gördükleri şeyleri sahiplenmişlerdir işte bunların kurbanlarından biriyim hemde hiç beklemediğim insanlar tarafından dolandılırıldım (güler)karım beni aldattı bununla da yetinmeyip bankadan paralarımı çekip kaçtı,amcamın oğlu dükkan açmıştı bende ona kefil olmuştum battı parayı ben ödedim ve dolayısıyla ben battım niye güldüğümü merak ediyorsunuz ee deliyim ya gereği gibi davranıyorum ama deli olduğumdan utanmıyorum çünkü ben bu hayatı deli olduktan sonra anladım her şeye sahip bir işadamıyken nasıl bir kimsesiz divane oluşumun içendeydi hayatın kendisi hatta bizzat resmiyle beraber sonra açtım elimi Allahım’a beterinden sakla yarabbim dedim çünkü bir zenginken fakir eden Allah neden daha kötüsünü yapamasın bunu anladım diğer sonradan anladığım şeyler gibi... ben zenginken hiç gözümü doyuramamıştım ama deli olduktan sonra sokaklarda açlıktan geberme nöbetleri geçirdiğim günlerde anladım doymak nedir.gözü başkasının menfaatini gören insanların sayesinde dedemin neden soyadımızı bakan koyduğunu öğrendim ve şükür duası ettim evet evet hatta şükür duası nedir onu öğrendim hayatımda hiç yaşamadığım ve yaşamak istemediğim paylaşmak duygusunu öğrendim sokakta benim gibi yalnız ve ıssız arkadaşlarımla,arkadaşlık nedir onu öğrendim... karşılıksız ve maddiyatın olmadığı arkadaşlıklarım oldu soğuk kıçımızı ısıttığız ateşin çevresinde siz hiç banka külübelerinde uyudunuz mu? Biliyorum uyumadınız ve uyumakta istemezsiniz herhalde,öyle güzeldi ki birlikte yedi sekiz kişi tıkış tıkış yatardık o kulübelerde ben çok memnundum bu durumdan!çünkü hayat arkadaşım diye rahat ve konforlu yataklarda yanımda yatan sahtekar kadınıda biliyordum.zenginliği gerçek hayat zannederdim hep ve parasız hayat yok derdim parasızlığı ölümle eşdeğer tutardım ama bence fakirlik ve sefalet benim hayat sandığım zenginlik yalanından daha gerçekmiş bunu öğendim(bankın arkasından bir adam geçer)


Adam:aa manyak mı ne? Kendi kendine konuşuyor kafası iyi herhalde


Mülayim:size de merhabalar efendim.evet sizinle konuştuğum zaman bana deli diyorlar çünkü insanoğlu birisiyle konuştuğu zaman karşı taraf cevap vermiyorsa sizi gören insanlar ya sizi deli zanneder yada karşı taraftaki konuşmayanı.


Ne demiştik işte ben doymak nedir deli olduğumu anladığım an herşeye doyduğumda akıl denilen servetimi yitirmiştim.ama başka bir akıl vermişti bana cenab-ı hak eskiden kafam hep paraya çalışırken para diye geberirken şimdi hayatın başka manevi güzelliklerine çalışıyor eskiden para deyince kendimi rahatsız hissederdim,huzursuz olurdum hep benim olmasını isterdim şimdi doyabileceğim kadar parayla daha mutlu olunacağını öğrendim.ama ben bunları zenginken göremedim(içeri bir adam girer)


Seyfi:ne konuşuyorsun kendi kendine be adam off bittim ben bittim


Mülayim:size de merhabalar efendim neden bittiniz hayrola


Seyfi:yakalandım polis her yerde beni arıyor


Mülayim:neden arıyor?


Seyfi:hortumculuk,vergi kaçakçılığı,ihaleye fesat karıştırma


Mülayim:muhteşem üçlü yani,çünkü bu vakaların birini yapan geriye kalan ikisini de yapıyor muhakkak


Seyfi:bari şöyle 2-3 yıl verseler de kurtulsam


Mülayim:merak etme kurtulursun zaten bu ülkede kim kurtulmamış ki sen kurtulamayasın ama kurtulmak dediğin zengin olup ve hırs yapmaksa bu bir kurtuluş mudur onu da bilemem


Seyfi:ne diyorsun be adam zaten bitmişim ben hem sen kimsin


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhaneden firar etmiş bulunan mülayim bakan..


Seyfi: hey Allah ım bizde derdimizi kime anlatıyoruz....


Mülayim:anlatmaktan utanmamalıdır insan.her zaman anlatmalıdır içindekini.eğer içine atarsa kendi kendini parçalar.insan anlatmakla bir şeyleri paylaşır derdini sevgisini anlatarak paylaşmalıdır ki bunu için verilmiştir ona anlatma yeteneği eğer anlatacaklarını içine atarsa neye yarar insan olmanın önemi.biz derdimizi anlattıkça o kadar rahatlarız ki bazen ağlarız bazen güleriz anlattıkça .aşık olmakta böyledir işte içindekini sevdiğine anlatmak ve her sevgi anlattıkça alevlenir aslında aşk rahat durmaz tek kişide o hep paylaşılmak ister derdinizi anlatın ki derman bulun derman buldukça kamçılanır insanın yaşama umudu.


(içerden genç bir adam girer)


Kemal(sessizce oturur): offfffff


Mülayim: size de merhabalar


Kemal:ne diyorsun yaa


Mülayim:ne oldu? Yoksa sevgilinden mi ayrıldın?


Kemal:aynen öyle Allah Allah!! Sen kimsin hemşehrim yavv


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhaneden kaçan mülayim bakan!!


Kemal:anlıyorum!


Mülayim:deli olduktan sonra en çok duyduğum laf!ee neden ayrıldın


Kemal:kimden!


Mülayim:sevgilinden


Kemal:babası vermedi kızı bana


Mülayim:ne kadar garip sanki babası evlenecek evlatlar sevdikten sonra bizlere bok düşer sözü ne kadar doğrudur aslında bizde iki kişinin aşkına onay vermek bir adettir bazen gerçekten sevenleri ayırırız bazen de birbirlerini hiç tanımayan iki kişiyi evlendiririz bunu anlamak gerçekten mümkün değil sevmek bir insanı tanımakla başlara halbuki ama sözlerle değil yada yüz güzelliğiyle değil göz güzelliğiyle gözler birbirine aşık olduktan sonra gerisi hikayedir çünkü gözler kalbin kapısıdır oradan içeri girebildiysen görünüş hiç önemli değildir işte aşk böyle başlar sonra kalpte bir heyecan başlar ne tıppın nede bilimin bilemediği bir salgıdır bu...


daha 17 yaşındaydım babamın sürekli çıkan tayinlerinden dolayı hep memleket değiştiriyorduk bu kez tayin Diyarbakır’a vurmuştu lise son sınıfa geçmiştim.. sınıfa girdiğimde herkes bana değişik biçimlerde bakıyordu.sonra sırama geçip oturduğumda tam çaprazımda oturan bir kız gördüm o kadar güzel bakıyordu ki esmer tenine yeşil gözüne öyle yakışmış ki sonra bir müddet bakıştık daha sonra bir hanım edasıyla çevirdi yüzünü bende utanmıştım o güne kadar hiçbir kıza o kadar uzun bakmamıştım aradan kaç teneffüs kaç ders geçti...sonra ben kalem isteme bahanesiyle yanına gittim o arada hiç anlayamadığım şekilde tanıştık bu tanışma bir süre sora arkadaşlığa sonra aşka dönüştü ömrümde hiç hissetmediğim duyguları yaşıyordum.ve şiir yazmaya başlamıştım aklıma o kadar güzel şeyler geliyordu ki onunla ilgili bir gün ona gül koparıp götürmüştüm gülü vereceğim sırada öğretmen bizi gördü hem benim ailemi hem de onun ailesini çağırdı okula babamda bir araba dayak yedim o da tabii kendimden çok ona üzülmüştüm çünkü o yeşil gözleri çok korkunç bir hal almıştı sonra bana görüşmek istemediğini söyledi ama yalan söylüyordu bu gözlerinden anlaşılıyordu sonra gecelerce ağladım gecelerce uyuyamadım çünkü aşık olmuştum sonra onunla evlenme kararı almıştım babamın verdiği harçlıkları biriktirip ona yüzük aldım günlerce okulda aç kaldım ama olsun ona aldığım yüzüğün bol gelmesinden korkmuştum.


Sonra aileme söyledim babam o gün beni yine iyicene dövdü yüzükte dayak yerken cebimden çıktı sonra harçlıktan kesti beni..ama ben kararlıydım onu alıp kaçıracaktım artık okulun son günleri gelmişti sonra onu yanıma çağırıp evlenmek istediğimi söyleyecektim yaptım da okulun son günü karneleri aldıktan sonra elinden tutup kaçamak bir yere götürdüm elini tuttum ve birden elinde yüzük gördüm yıkılmıştım onu çoktan nişanlamışlardı o da ağlıyordu bende ve ağlayarak hıçkırıklarla terk ettim orayı....ama hiçte pişman olmadım çünkü aşık olduğumu hissettiğim zaman daha çok sevmiştim hayatı geleceğe daha sıkı sarılmıştım işte bu yüzden sevmelidir insan sevmek insanı kötüden şeytanlıktan saklar hayatın engellerinden daha çabuk daha zararsız geçirir insanı...


kemal:ağabey sen kiminle konuşuyorsun?


Mülayim:kendimle(Biri daha gelir,adam çok dertlidir birden koltuğa çöker)


Mülayim:ne oldu beyefendi sizin şikayetiniz nedir?


Serhat:(etrafında kilere bakar)bu adam da kim yav?sende kimsin kardeşim


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhane den kaçan mülayim bakan


Serhat:ee ne var


Mülayim: bugün herkesin başı dertte..yoo bir şey yok esasında sadece derdinizi merak ettim çok hüzünlü oturdunuz sadece bu yüzden


Serhat:şerefsiz ev sahibi gene kirayı artırmış memur maaşı gene azalmış evde huzur yok!oğlum okuyor para gönderemiyorum , sigaraya zam gelmiş,karım isyanlarda sanki bunların olmasını ben istemişim gibi daha ne olsun.......


Mülayim:anlıyorum kardeşim.görüyorsunuz değil mi yada anlıyor musunuz şu hayatımızı zehir eden şeye bazen yeşil oluyor, bazen sarı oluyor her dile göre isim değiştiriyor,o olmadan huzur olmuyor,o olmadan sevgi olmuyor ki buna hiç inanmıyoruz ama kendimizi kandırıyoruz,ve o olamadan hayat yaşanmıyor paradan bahsediyorum o yuvaları yakan çoğu zaman gözyaşlarını akıtan,ihanete sürükleyen,insanın aklına bin bir şeytanlık getiren şeyden


Eksik olduğunda bize eksik kelimesinin ne demek olduğunu hatırlatan bir anlamda.siz hiç parasız kaldınız mı desem çoğunuz bir yerde bir zaman yoksul olmuşsunuzdur yada hissetmişsinizdir belki bazılarınız hissetmemiş yada olmamış olabilir ama yoksul olmak parasızlık değildir sadece çok zengin olup ta parasızda olabilirsiz çünkü fikir yoksunu bir para geleceğin en büyük yoksuludur aynı zamanda zira az parayla mutlu olmakta bir mutluluktur.para kazanma işi biraz tanrının bize bahşettiği ama bizim kullanmaya denemdiğimiz aklı kullanmakla mümkündür aslında.düşünün sigara içmeyen bir insanın cebinde en az iki milyon kalır ve günde iki paket sigara içmeyen insanın cebinde haftalık yirmi sekiz milyon kalır bunu dört ile çarptığınız zaman ayda cebinize yüz on iki milyon kalır bunu yıl olarak hesaplarsanız bir milyar üç yüz kırk dört milyona tekabül eder ve işte bağımlılığınızın size cezası size yılda milyarla çıkıyor ve sizin verdiğiniz paralarla bu döngü dönüyor.hayatta her şey birbirine bağlı olayların devamıyla süregelmiştir virgülsüz bir cümle gibi sürekli devam eder her sebebin bir sonucu vardır ve her sonuç bir sebebe zemin hazırlar hayatta olayların etrafında döner güneşin dünya üzerinde döndüğü gibi olaylar öyle değişir ki siz güneşin o güzel dokunuşuyla mesut iken birden kış bastırabilir.. işte hayat böyledir.. mevsimlerin hızlandırılmış halidir ama unutmayın ki her kışın sonunda bir yaz ve her yazın sonunda bir kış vardır.işte gördüğünüz gibi nereden nereye geldik bir para bizi hayatın temeline götürdü.o bize her şeyi yaptırıyor. bu dünya yalancı cennettir diye boşuna söylenmiyor çünkü bu dünyada paran olduğu sürece cennet yaşarsın sevapların yerini para alır burada ama para dünyadan daha büyük bir yalandır çünkü sonu yoktur bir kere.para;bu dünyada sonu olmayan tek değerdir çünkü sıfır her ne kadar toplamada etkisiz eleman olsa da hayat için çok etkin bir elemandır. paranın bu yalancı hayat devam ettikçe sonu yoktur ama bizler hayatın sonunu görecek kadar uzun ömürlü olamayabiliriz.ve sizden son olarak şunu istiyorum(bankta oturanlara hitap ederek)her para kazanışınızda bir düşünün elinizdeki paralar kaç euro,dolar,pound sevaba denk gelecek kaç...


Buraya neden geldiğimi belki anlamamış olabilirsiniz.bu gördünüz banka ben her ay gelirim çünkü burası çok güzel bir yerdir insanlar gelir gider..ve hepsinin bir derdi bir şikayeti vardır onları dinleyerek kendimce şeyler söylemeye çalışırım ama kendimce kendimle çünkü benim hayatta yaşamam için gerekli bir şey yok aklını kaybetmiş bir insanım ben akıl hastasıyım en kaba tabirle ama istiyorum ki benim harcadığım akıl servetimi başkaları harcamasın istiyorum cebinize sadece paralarınızı koyun aklınızı değil.


Neyse efendim beni dinlediğinizi için teşekkür ederim zira hastahanedekiler beni merak ederler son olarak aşkı hayatın olduğu her yerde engelleri, sınırları tanımazca yaşatın ama parayı sadece paranın olduğu yerde yaşatın....sizde(banktakilere) seslenir


Hadi Allahaısmarladık.....

SON
 
Son düzenleme:
Geri
Top