Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
BİR GARİP DAVA
MUHAFIZ : Padişahım üç adam geldi. Bir davaları varmış. Huzurunuza çıkmak istiyorlar.
PADİŞAH :Gelsinler bakalım.
MUHAFIZ : Geçin bakalım şöyle. Padişahımız sizi bekliyor.
PADİŞAH :Hoş geldiniz ağalar. Anlatın bakalım derdinizi.
SAKALLI :Efendim biz üç arkadaştık. Üçümüz beraber bir iş yaptık. Ve iyice bir para kazandık. Birbirimize de hiç güvenmiyorduk.
PADİŞAH :Ee...
PALABIYIK: “Paramızı hepimizin güveneceği birine verelim” dedik ve bu arkadaşa teslim ettik.
PADİŞAH : Sonra ne oldu peki?
SAKALLI : Parayı bu arkadaşa emanet ederken « üçümüz birlikte gelmedikçe parayı hiçbirimize verme » diye sıkı sıkı tembih ettik.
PALABIYIK: Tembih etmemize rağmen emanete ihanet etti bu adam.
SAKALLI :Evet ihanet etti. Parayı tek başına gelen diğer arkadaşımıza verdiğini söylüyor.
PADİŞAH : Doğru mu söylüyor bunlar efendi?
KESE : Doğru efendim ama eksik anlattılar.
PADİŞAH :Nasıl yani?
KESE :Evet, bunlar bana bir kese para bıraktılar. „Üçümüz birlikte gelmedikçe parayı hiçbirimize verme.“ dediler.
PADİŞAH :E niye verdin o zaman paraları diğer adama?
KESE :Ama padişahım, henüz elli adım bile gitmemişlerdi ki içerden biri geri geldi ve paraları istedi. Bu ikisine uzaktan bağırdım. “Bakın bu arkadaşa veriyorum.” dedim.
PADİŞAH : Bunlar ne yaptı peki?
KESE :Vallahi ikisi de kafa sallayıp “Tamam ver” dediler.
PADİŞAH :Siz söyleyin bakalım, bu beyefendi doğru mu söylüyor?
SAKALLI :Valla padişahım, keseyi emanet edip gidiyorduk ki şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. “Akşam yiyeceğimiz yemeğin parasını alalım.” dedi. Biz de “yemek parası al gel, bekliyoruz dedik..” Meğer adam tüm parayı almış.
PADİŞAH : Demek arkadaşınız parayı alıp kaçmış ha?
PALABIYIK :Evet ama bu emanetçiye “Biz üçümüz birlikte gelmezsek, hiçbirimize parayı verme” demiştik. O da kabul etmişti.Vermeseydi. Versin bizim paramızı...
PADİŞAH :Ne diyorsun efendi? Adamlar paralarını istiyorlar.
KESE : Doğru, paralarını vermem gerekiyor ama anlaşmaya bağlı kalıyorum ben. Bu yüzden şu an paralarını vermem.
PADİŞAH :Ne demek o?
KESE :Şu demek padişahım. Anlaşmaya göre, bunlara parayı vermem için üçünün birlikte gelmesi gerekiyordu. Getirsinler diğer arkadaşlarını da vereyim paralarını!
PADİŞAH : Doğru. Hadi bakayım, getirin üçüncü arkadaşınızı, alın paranızı!Bir daha da güvenmediğiniz insanlarla iş yapmayın.
 
Son düzenleme:
BİR KONU BİR KONUK

(Spiker sahneye girer.)

SPİKER: Sayın seyirciler sevgili konuklar. Bir konu bir konuk programına hoş geldiniz. Sizlere kendim ve hostesim adına... (Arkasına döner. Hostes yoktur.) Hostesim nerde lan? Hostessiz program olur mu manyaklar? ( Hostes içeri girer.) Mehmet Ali Erbil’den kurtarabildiğimiz son hostes. Geç yavrum şurda bi yerde uslu uslu dur, çünkü bi program hostesi ne işe yarar ben de bilmiyorum. Evet bu günkü konuğumuz tarihi bir konuk. 18. Osmanlı sultanı 1. ve sonuncu İbrahim. Yani boncuklu deli İbrahim. ( Deli İbrahim içeri girer.) Hoş geldiniz sultanım.

İBO: Hoş bulduk.

SPİKER: Buyrun oturun.

İBO: Sağ olasın. (Otururlar. Spiker ayak ayak üstüne atar.) İndir ayağını.

SPİKER: Efenim?

İBO: Ayağını indir dedim.

SPİKER: Aaaa! Tabi koskoca padişahın huzurunda ayak ayak üstüne atılır mı?

İBO: Hayır.

SPİKER: Ya!

İBO: Halkın huzurunda ayak ayak üstüne atılmaz.

SPİKER: Ben TRT de ayak ayak üstüne atmayan spiker görmedim de onları taklit ediyorum.

İBO: Biz ki cihan padişahıydık. Tahtımızda bile halkın karşısında ayak ayak üzerine atmadık. Bu ne biçim oturuştur?

SPİKER: Biz o devirlere yetişemedik. Padişah görmediğimiz içinde işte eyle attık.

İBO: Nasıl padişah görmediniz? Siz devlet tiyatrosuna gitmez misiniz?

SPİKER: Evet.

İBO: sahneden padişahın biri iniyo, biri biniyo maşalllah. Anlat bakalım şimdi beni buraya niye çağırdınız?

SPİKER: Efenim çok ilginç bir kişiliğiniz var.

İBO: Nasıl ilginç?

SPİKER: Yani çok renkli bir yaşantınız varmış. ( Eliyle hostese deli işareti yapar. Hostes güler. Padişah sinirli şekilde hostese bakar. Hostes korkar susar.)

İBO: Bu ne biçim renktir ki cimcimeleri güldürür?

SPİKER: Tarih kitapları sizden boncuklu deli İbrahim diye söz ediyor.

İBO: Boncuklu deli İbrahim diye anılmak içün neler yapmışım?

SPİKER: Üüüüüüüf! Neler yapmamışsınız ki sultanım? Söyliycem ama kızmak yok. Çünkü ben tarihin sesiyim.

İBO: Öyle tarihin böyle sesi olur. Konuş.

SPİKER: Efenim sarayınızın bahçesindeki havuza cariyelerinizi doldurup, onları seyredermişsiniz. ( Hostes güler)

İBO:Evet ne var bunda?

SPİKER: BU şimdi normal bi durum mu oluyo?

İBO: Siz Hilton Otelinin havuzuna gitmiyor musunuz?

SPİKER: O başka.

İBO: Tatil köylerinde elalemin karısını kızını seyretmiyor musunuz?

SPİKER: O daha başka.

İBO: Rumen balelerini, İngiliz balelerini, Macar cimnastikçilerini seyretmiyor musunuz?

SPİKER: O bambaşka.

İBO: Siz yapınca temiz hava, bol gıda, sağlıklı yaşam da biz yapınca mı delilik? Yıkıl kafir!

SPİKER: Ama yalnız seyretmekle kalmayıp, balıklara yem atar gibi onlara para da atıyormuşsunuz.

İBO: Siz gazinolara tavernalara gitmiyor musunuz?

SPİKER: Evet.

İBO: Orada dansözleri marul demeti gibi masaların üzerine çıkartmıyor musunuz? Sonra da tövbe estağfurullah, donlarına memeliklerine kumbaraya para tıkar gibi para doldurmuyor musunuz? Siz yapınca çağdaşlık, uygarlık da biz yapınca mı delilik? Yıkıl mel’un!

SPİKER: Peki sakalınıza boncuk dizdirdiğinizde mi yalan?

İBO: Külliyen!

SPİKER: Yaaa!

İBO: Sakal bu sakal berber kapsı mı deve yelesi mi? Fakat muhterem valideciğimin nazar deymesün deyü bir boncuk taktığı doğrudur. Valide korkusu. Valideye saygımızdan çıkaramadık taktık. Ya siz?

SPİKER: Biz boncuk takmayız.

İBO: Doğru siz boncuk takmazsınız. Siz gravatınıza inci takarsınız, siz ayakkabınıza bile toka takarsınız. Siz erkeklerin yüz karaları tek kulağınıza küpe takarsınız, tek taş yüzükler, künyeler, zincirler, pırlanta saatler takarsınız. Boynunuzda at nalı gibi madalyonlarla çıngıraklı develer gibi dolaşırsınız. Siz yapınca estetik güzellik de biz yapınca mı delilik? Yıkıl ib.......İbrahim’in cinlerini toplama tepesine.

SPİKER: Tarih kitapları bi de sizden deli diye söz ediyo. ( Kızar ayağa kalkar.)

İBO: Evet, devam et.

SPİKER: Çeşit çeşit macunlar türlü türlü hocalar. Ondan sonra da gerdek üstüne gerdek. Bu ne bu? ( Padişah derin nefes alır)

İBO: İşte hayatım.

SPİKER: Yaaa.

İBO: Ama anlatayım da dinle. Biz 16 kardeştik. 7’si hatun kişiydi. Er kişilerin bi kısmı Allah’ın emriyle terk-i dünya ettiler. Bi kısmı abim 4. Murat’ın emriyle. 4. Murat kimdir bilir misin?

SPİKER: Evet. Cihan Ünal. Hani attan düştü.

İBO: Bir padişah attan düşmez.

SPİKER: Ama bu düştü.

İBO: Bir padişah düşse düşse tahttan düşer. Abim 4. Murat’ın emriyle kardeşlerimi kestiler. Sizlerin beş dakika elektiriği kesilse deliye dönüyorsunuz. Ya ben neye döneyim. Her an sıra bana gelmekte deyü cellat beklemekteyim. Taktir edersiniz ki cellat beklemek otobüs beklemekten, maaş beklemekten daha zordur. Aklım yerinden oynamış ben benden geçmişim. O esnada abim 4. Murat hakkın rahmetine kavuşmuş. Ailede tek erkek evlat ben kaldığım için apar topar tahta beni çıkardılar. Çıkarır çıkarmaz da bir erkek evlat deyü tutturdular. Bir erkek evlat vermedin mi hanedan yatıyor, devlet batıyor. ben benden geçmişim. ben bitmişim. ben erimişim. bende iş yok. Vaaaaah! Valideciğim vaaaaah! Sarayda bu dedikodu yayılır yayılmaz hormon tedavileri, vitamin kürleri, sultan şerbetleri, kuvvet macunları, amber hapları derken biz kendimize geldik. Geldik gelmesine de durabilirsen dur artık. Otomatik topa dönmüşüm. Uçana atmaktayım, kaçana atmaktayım, kımıldayana ateş etmekteyim. ( Hostese doğru yürür.) Kırpma gözlerini kırpma. Adamı günaha sokma.

SPİKER: Kırpma kızım atış menzilindesin.

İBO: Aslında ateşkes istiyorum, eriyorum, bitiyorum. Durmak istiyorum, duramıyorum. Enflasyon gibi inmek bilmiyor hırsım. O hırsla üç tane erkek evladım oldu. Üçü de tahta çıktı. Şimdi anladın mı bizimki ne zamparalıktı, ne delilik. Bizimki devlet hizmetiydi devlet. Yani anlıycan resmi muamele. Şimdi gelelim size. ( İbo yerine oturur. Spiker saatine bakar)

SPİKER: Allah saatimiz doldu.

İBO: Gel kaçma gel onu sormıycam. Bu konudaki başarınız nüfus patlamasından belli. Benim İstanbullu hemşehrilerime iki çift lafım var. Onu söylemeden gitmiycem. Teessüf ederim size hemşehriler. Aşk olsun yahu! 300 senedir bu şehr-i İstanbul’dan ne deliler geldi geçti. Niceleri gelip geçmekteyken nerdeyse her metrekareye bir tam deli isabet etmekteyken deli diye beni seçmeniz neden? Nasıl sitem edeyim size? Bir deli ben miyim bu bana reva-yı hak mıdır? Bu vefa mıdır ey İstanbullular? Oğlum Mustafa yık şu İstanbul’u. Kaz böğrünü taş taş üstünde koma haktır bu İstanbula. Esas deli amcam 1. Mustafa’ydı. Adam gerçek deli olduğu için iki defa tahttan indirildi. Ama aç tarih kitaplarını bak. Allah Allah o anlı şanlı 1. Mustafa ben boncuklu deli İbrahim. Bir bunu bilmek bile delirmek için yeter.

SPİKER: Ama koskoca tarih.....

İBO: Ne tarihi be. Tarih mi yazıyorsunuz siz. Sizin yazdığınız kil ü kal, dedi kodu muzur neşriyat. Oğlum Halil Çetin ton ton çocuğum. Yörük çocuğum. Sen veletleri muzur neşriyattan kurtarmayı bırak. Bizi kurtar bizi. Tanrı cümlemizi beni ve bilhassa seni bu tarihçilerin şerrinden korusun yavrum. Amin.

( Anlatıcı sahneye girer.)

ANLATICI: Sultan boncuklu deli İbrahim. Ziyaretçin var oğlum.

İBO: Valide sultandır. Jenefer Lopez’in kasetini getirecekti.
 
Son düzenleme:
BİRAZCIK SEVGİ

Karakterler:


Öğretmen (Kadın 35 yaşlarında)


Anne (70 yaşlarında)



(Bir ev dekoru. İki koltuk. Bir sehpa. Dört sandalyenin olduğu bir masa. Anne koltukta oturmuş örgü örmektedir. Sahneye işten dönen öğretmen kızı girer. Elinde bir evrak çantası vardır.)


Öğretmen: Merhaba, ben geldim. (Çantayı masaya bırakır)


Anne: Hoş geldin yavrum, gel.


Öğretmen: (Annesini öper ve oturur) Nasılsın anne?


Anne: İyiyim kızım, sen?


Öğretmen: Ben de iyiyim.


Anne: Biraz dalgın, düşünceli gibisin sanki .


Öğretmen: Haklısın bir öğrencim var da, aklım onda kaldı.


Anne: Ne olmuş öğrenciye?


Öğretmen: İsmi Kemal. Gözleri pırıl pırıl ama, üstü başı çok kirli. Saçları aylarıdır yıkanmamış sanki. Dersi hiç dinlemiyor. Diğer çocuklar da onunla oynamıyor. Öyle mahzun ki. Babasını çağırdım gelmedi.


Anne: Yazık yavrum… Kim bilir ne derdi vardır?


Öğretmen: Bilmiyorum. Gelirken okul idaresinden dosyasını aldım. Birlikte bakalım istersen.


Anne: Bakalım merak ettim bende.


(Masadaki çantasından bir dosya alır. Koltuğa oturup incelemeye başlar.)


Öğretmen: Şimdiye kadar her yıl öğretmen değiştirmiş. Bakalım 5. sınıfa kadar okutan 4 öğretmeni onun için neler yazmış?


Anne: Şöyle yüksek sesle oku da ben de dinleyeyim.


Öğretmen: Peki anne. 1. Sınıf öğretmeni şöyle yazmış. “Temiz, zeki ve neşeli bir çocuk. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor. Arkadaşları ondan çok memnun” (Kendi kendine konuşur gibi.) Allah Allah ilginç.


Anne: Ben de merak ettim ee...


Öğretmen: İkinci sınıf öğretmeni ise: " Kemal mükemmel bir öğrenci, fakat annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor...”


Anne: Ah yavrum demek annesi hastalınmış, sonra . Üçüncü sınıf öğretmeni ne demiş?


Öğretmen: O da:: “Annesinin ölümü Kemal için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi göstermiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.”


Anne: Aaa! bak sen talihsizliğe! Demek ölmüş kadın. Yazık yazık! Dördüncü sınıf öğretmeni ne yazmış?


Öğretmen: Okuyorum. “ Kemal içine kapanık ve bir çocuk. Okula ilgi göstermiyor. Hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.”


Anne: Eee olacağı buydu? Ne yapsın yavrucak.


Öğretmen: Ben de çok üzüldüm. Şimdiye kadar bunu çoktan öğrenmeliydim.


Anne: Neyse, zaman geçmiş değil. Okul yeni başladı. Ne yapmayı düşünüyorsun?


Öğretmen: Biraz daha ilgi ve sevgi göstereceğim. Arkadaşlarının onunla oynamasını sağlayacağım. Babasıyla mutlaka görüşeceğim. Eğer o okula gelmezse, ben evine gideceğim.


Anne: Altın yürekli kızım benim. Ona annesinin yokluğunu biraz olsun unuttur. (Öğretmen ayağa kalkıp ilerler. Durur dalgın dalgın bakar) Daldın yine kızım?


Öğretmen: Yarın öğretmenler günü, o kadar söyledim getirmeyin diye ama bütün çocuklar yine de armağan telaşında. Kemal ne yapıyordur acaba?


(Işıklar söner)


Dış ses: (Kulisten mikrofonla) Ertesi gün.


(Işıklar yanar)


Anne: Sen misin kızım?


Öğretmen: (Kulisten) Evet anne, geliyorum. (Öğretmen sahneye girer. Elindeki birkaç buket ile bir ki armağan paketini masaya bırakır. Gelip annesini öper.) Nasılsın anneciğim?


Anne: Nasıl olsun yavrum her zamanki gibi. Nasıl geçti öğretmenler günü?


Öğretmen: Yoğun…Okulda tören yapıldı. Çocuklar armağanlar almıştı.


Anne: Peki şu dün bahsettiğin çocuk o ne yaptı.


Öğretmen: Kemal mi?


Anne: Ha o çocuk ne yaptı? Hediye verdi mi?


Öğretmen: Evet. Herkes süslü hediye paketlerine sararken, o eski bir gazete kağıdına sarmış hediyesini.


Anne: O sıkıntı içinde yaptığına bak. Ne düşünceli çocuk. Peki hediye ne getirdi?


Öğretmen: Birkaç taşı düşmüş gümüş bir bilezik ile (Çantasından çıkararak) Bir de bu yarım şişe parfümü .


Anne: Yarım şişe mi?.


Öğretmen: Annesinin parfümüymüş. Çocuklar Kemal’in parfümünü görürce gülüşmeye başladılar. O çok mahcup oldu.


Anne: Sen ne yaptım?


Öğretmen: Bileziğin çok zarif olduğunu söyledim. Parfümü de açıp birkaç damla bileğime damlattım. Sonra da sarılıp öptüm onu. Bana ne dese beğenirsin?


Anne: Ne dedi?


Öğretmen: “Aynı annem gibi koktun öğretmenim”. Sinirlerim boşladı bir ağladım sorma .


Anne: (Ağlamaklı) Ağlanmayacak gibi değil ki …


Öğretmen: İlerisi için aramızda iyi bir bağ kuruldu. Onu yeniden kazanacağım.


Anne: Kazan yavrum, lütfen kazan? (ışıklar söner)


Dış ses: (Kısa bir klasik müzikten sonra) Aradan 15 yıl geçer.


(Işık yanar. Anne koltukta oturuyor. Daha da yaşlandığını vurgulamak için dizlerinde battaniye vardır. Masanın üzerinde mektuplar var. Öğretmen mektupları okuyor.Emekli olmuştur. Geçen zamanı vurgulamak için saçını topuz yapıp gözlük takılabilir.)


Anne: Evde olman ne güzel…Yalnız çok canım sıkılıyordu. İyi ki emekli oldun.


Öğretmen: İyi mi kötü mü bilmiyorum ama olduk işte.


Anne: Mektuplar Kemalden mi?


Öğretmen: Evet, eski mektupları. Bir bakayım dedim?


Anne: Okusana birkaç tanesini.


Öğretmen: Okuyayım. Bu beşinci sınıfın sonunda kapının altından attığı not. O yıl sınıfın en başarılı öğrencisi olmuştu. Notta “Tüm yaşantımın en iyi öğretmeni sensin” diye yazıyor? (Başka bir mektup eline alır) Bu da 6 yıl sonra ki bir mektubu. Liseyi bitirdiği yıl. “ Hala gördüm en iyi öğretmenisiniz” diye bitirmiş.


Anne: Liseye ikincilikle bitirmişti değil mi?


Öğretmen: Evet. Bu da üniversite ikinci sınıftan. “Hala tanıdığım en iyi öğretmensiniz” diyor? (Yeni bir mektup alır) Bu çok özel. “Şu ana dek Sizin yerinizi alacak bir öğretmenim olmadı.” diyor isimin yanın da bir de unvan var. Doktor Kemal Esat.


Anne: Doktor çıkalı nerdeyse iki yıl oldu değil mi?


Öğretmen: Hemen hemen…


(Zil çalar. Öğretmen gider kapıyı açar. Elinde bir mektupla içeri girer.)


Öğretmen: Postacı Kemal’den mektup getirmiş.


Anne: Okusana ne diyor?


Öğretmen: Sabırlı ol anne. (Mektubu içinden okur, annesine döner) Bir kıza aşık olmuş ve hemen evlenmeye karar vermişler. Beni düğününe davet ediyor. “Bana inandığınız için çok teşekkürler. Siz benim önemli biri olduğumu hissetmemi sağladığınız. Beni hayata döndürdüğünüz teşekkür ederim” diye yazıyor. (Mutluluktan ağlamaklı mektubu bağrına basar) Asıl ben sana teşekkür ederim Kemal. Seninle karşılaşana kadar asıl ben öğretmenliği bilmiyormuşum.


Anne: Ne yapacaksın şimdi?


Öğretmen: Tabi ki gideceğim. En güzel giysimi giyeceğim. Annesinin parfümünü sürüp onun bileziğini takacağım.
 
Son düzenleme:
BİRİ CEBİNE, DİĞERİ SAĞLIĞINA

(Mahmut, çalıştığı gübre fabrikasından yeni emekli olmuş birisidir.Çalıştığı fabrikada kimyasal maddeler işlendiği için, Mahmut’un sağlığı ciddi oranda bozulmuştur.Mahmut, özellikle akciğer ve solunum yolarından rahatsızdır.Günlerden Pazar ve Mahmut’un hanımı Sabiha, o gün evde temizlik yapacaktır.)


Sabiha— Mahmut haydi dışarı çık da şu evi bir güzel temizleyim.


Mahmut—Ya hanım, dışarısı soğuk, nereye gideyim? Bugün de evi temizleme ne olacak?


Sabiha— Ne demek temizleme? İçerde kokalım mı?


Mahmut—Hayır hayatım.Bir defa temizlemezsen kokacak mıyız?


Sabiha— Haydi haydi! Daha söyleniyon mu sen?


Mahmut—(Kendi kendine) Fabrikadaki ustabaşından kurtulduk,evdeki ustabaşından kurtulamdaık.


Sabiha— Ne söylenip duruyorsun sen?


Mahmut—Bir şey demiyordum hayatım.Şey… benim karım en kadar çok seviyor temizliği dedim.


Sabiha— (Mahmut tam kapıdan dışarı çıkarken)Ha… akşam gelirken iki ekmekle 1 kg. domates al.


Mahmut—Olur hayatım.


Mahmut—(Sokağa çıkan Mahmut, soğuk havanın verdiği titremeyle büzüşerek, mahalle kahvesinin yolunu tuttu.Kahvenin kapısını açınca içerdeki pis hava, Mahmut’a fabrikada çalıştığı pis ve havasız ortamı hatırlattı.Bir an için kahveye girmemeyi düşündü.Ama,sonra köşede yalnız oturan ve geçen hafta tanıştığı köylü Recep’e takıldı.Recep’e doğru yürüdü.)

Selamünaleyküm Recep kardeş.


Recep— (Recep bir Anadolu köylüsüdür.Çocukları iş bulamak için İstanbul’a gelince, köyde yalnız kalmaktansa, O da çocuklarıyla İstanbul’a gelmiştir.Recep, Mahmut’la aynı yaşlarda ama Mahmut’tan çok daha dinç ve sağlıklı gözüküyor.) Aleykümselam Mahmut kardeş.


Mahmut—Ne var ne yok Recep? Sağlığın nasıl iyi mi?


Recep— Hamdolsun iyiyiz, iyiyiz de şu çocuklar da bir iş bulsalardı.


Mahmut—(Bir öksürük krizine tutulur ve kıpkırmızı kesilir) Hayırlısı be Recep. İnşallah bulurlar.


Recep— Hayırlısı hayırlısı da, para olmazsa bu devirde hiçbir şey olmuyor.


Mahmut—Biz çalıştık para kazandık da ne oldu? Beraberinde sağlığımızı da kaybettik. Şimdi kazandığım paraların hepsini de versem bana sağlığımı geri verirler mi?


Recep— Ne oldu da sağlığını kaybettin kardeş. Hele anlat bakalım.


Mahmut—Ben gübre fabrikasında tam yirmibeş yıl çalıştım. Bu yirmibeş yılı da üretim bölümünde geçirdim. Bu üretim bölümünün havası çok pistir.


Recep— Niye ki?


Mahmut—Çünkü bu bölümde kimyasal maddeler işlenir. İşte para uğruna o pis ortamda çalışmak zorunda kaldım. Bu gün ciğerlerimden ciddi şekilde rahatsızım. Yani o bölüme bi türlü alışamadım.


Recep— Sen fabrikaya alışamadın. Ben daha bu İstanbul’un havasına alışamadım. İstanbul’un havası hep böyle dumanlımıdır?


Mahmut—Kışın hep böyle olur. Yazın iyidir ama.


Recep— Şimdi bizim köyün havasını arar oldum. Mis gibi havayı, yemyeşil kırları özler oldum.


Mahmut—(içini çekerek) Eh kardeş! Ben bunca sene cebime çalıştım, sen de bunca sene sıhhatine çalışmışsın kardeş. Zaten bu halimizden de belli olmuyor mu?


Recep— (Mütevazı bir edayla) Yok canım sende iyisin. O kadar da kendini koy verme. Mahmut, sana bir şey söyleyeyim mi?


Mahmut—Söyle kardeş.


Recep— Ben bu kahve ortamına da alışamadım.


Mahmut—(Zaten kahvenin ortamından ve havasından pek memnun olmayan Mahmut) Eh ne duruyoruz o zaman. Haydi çıkalım.
 
Son düzenleme:
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR
BÜYÜK OĞLAN: Baba hastalığın nasıl?

ORTANCA : Baba bizi çağırmışsın, geldik...

KÜÇÜK :Baba, ne oldu? Acele gelmemi istemişsin.

BABA : Gelin evlatlarım, durumum iyice ağırlaştı. Son anlarımı yaşıyorum.

BÜYÜK :Öyle konuşma baba. Sen iyileşecek ve daha uzun yıllar yaşayacaksın inşallah.

ORTANCA :Evet baba, sen eski topraksın... Bu hastalık seni kolay kolay alt edemez...

KÜÇÜK : Bizden bir isteğin var mı baba?

BABA : Oğullarım sizleri çok seviyorum.

BÜYÜK :Biz de seni çok seviyoruz baba.

BABA :Beni seviyor olmanız beni mutlu etmeye yetmiyor evlatlarım. Şu hastalığımın sebeplerinden biri de mutsuzluk...

ORTANCA :Seni seviyor olmamız seni mutlu etmeye yetmiyor mu?

KÜÇÜK :Peki seni mutlu edebilmek için ne yapmamız gerekiyor baba?

BÜYÜK :Söyle, ne gerekiyorsa yapalım...

BABA :Bakın evlatlarım. Sizden bir şey istiyorum. Birbirinizi sevin. Aranızdaki soğukluğu. kaldırın. Birbirinizin kuyusunu kazmaktan vazgeçin... Sizler kardeşsiniz. Birbirinizin yardımına koşun. Birbirinizi koruyup kollayın... Siz birbirinizi sever ve kollarsanız hadiseler ve sizi çekemeyenler size zarar veremezler. Şimdi halimi görüyorsunuz. Belki birazdan öleceğim. Bana söz verin kardeş kardeş yaşayacağınıza. Yoksa gözlerim açık gidecek...

ORTANCA :Peki baba...

KÜÇÜK :Söz veriyoruz... Sen yeter ki iyileş..

BÜYÜK :Bundan sonra dediğin gibi yaşayacağız baba, sen hiç merak etme.

BABA :Bana şuradaki çubukları ver oğlum.

ORTANCA :Buyur baba, ne yapacaksın bu çubukları?

BABA : Bunlardan birer tane alın bakalım.

KÜÇÜK : Evet aldık baba, ne yapacağız bunları...

BABA. :Şimdi ellerinizdeki çubukları kırın...

BÜYÜK :Kırdık...

ORTANCA :Ben de kırdım.

KÜÇÜK :Ben de kırdım baba? Bütün bunlarla bize ne anlatmak istiyorsun?

BABA : Şimdi şu bir deste çubuğu alın ve kırın bakalım.

BÜYÜK :Önce ben deneyeyim baba. Ver bakalım. Hay Allah, kıramıyorum. Ben kıramayacağım bu desteyi...

ORTANCA :Ver bir de ben deneyeyim. Iıhh! İmkansız, ben de kıramayacağım.

KÜÇÜK : Durun bir de ben deneyeyim. Ihhh! Olmuyor baba. Kırılmaz bu deste.

BABA :İşte görüyorsunuz değil mi evlatlarım? Çubukları tek tek verdiğimde rahatça ve hiç zorlanmadan kırdınız. Oysa bu çubukları bir araya getirip deste yaptığımda üçünüz de kıramadınız.

BÜYÜK :Ne anlatmak istediğini anlayamadık baba?

BABA :Şunu anlatmak istiyorum: Eğer şu an olduğunuz gibi aranızda sevgi olmaz,

birbirinin yardımına koşmaz iseniz düşmanlarınız ve yaşayacağınız olaylar sizi kolayca alt edebilir. Ama her zaman birbirinizi sever, birbirinizin yardımına koşarsınız tıpkı bir araya getirip deste yaptığımız çubukları gibi sizi hiçbir düşmanınız kolay kolay yıpratamaz. Olaylar sizi kolaylıkla alt edemez. Unutmayın Birlikten Kuvvet Doğar. Ahh! Eşhedü enla ilahe illallah, eşhedü enne muhammeden abduhü ve rasülühü...

ORTANCA :Baba!

KÜÇÜK -.Baba, ne oluyor?

BÜYÜK :Maalesef kardeşlerim, babamız hayata gözlerini kapadı.

ORTANCA :Ne! Öldü mü babamız?

KÜÇÜK :Hayır! Olamaz! Baba! Uyan!

BÜYÜK : Sakin olun! Babamızın sözlerini duydunuz. Bundan sonra söz verdiğimiz gibi ona layık evlat olmaya çalışalım. Böyle olursak mezarında rahat uyur.

ORTANCA : Evet, bundan böyle sizleri daha çok seveceğim.

KÜÇÜK :Ben de her zaman sizlerin yardımınıza koşacağım.

BÜYÜK :Güzeeel! Bundan sonra tek yürek olacağız. Tıpkı söz verdiğimiz gibi! Birimiz

hepimiz, hepimiz birimiz için.

TOPLUCA : Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için!
 
Son düzenleme:
BİTMEYEN KAVGA
(Anne ile baba odada oturmaktadır. Baba gazetede ilanlara bakıp iş aramakta; anne örnek çıkarmaktadır. İkisi de meşguldür. Çocuk isa ödevi için her ikisinden de yardım istemektedir.)


ÇOCUK : Baba! Baba! (Baba meşguldür.)


BABA (Heyecanla) : Tamam, buldum buldum! İşte aradığım iş!


ÇOCUK : Baba, dur bir dakika. Bu ödevi yarına yetiştirmem lazım. Şu kelimede takıldım, yardım eder misin?


BABA : Şu işe girdim mi hepinize yardım edeceğim.


ÇOCUK : Tamam işte, şimdi yardım et.


BABA : Ne iş ya! Bütün gün otur. Tam bana göre, gelsin paralar, gelsin paralar. Hem öyle sermaya falan da gerektirmiyor.


ÇOCUK (Merakla) : Neymiş baba o iş.


BABA (Öğünerek) : Tuvalet bekçiliği.


ÇOCUK (Tiksinerek) : Tuvalet bekçiliği mi?


BABA : Ne sandın ya? Senin baban çok kabiliyetli bir insan. Her iş gelir elinden.


ÇOCUK : Baba madem öyle, benim şu sorumu da cevaplasana.


BABA : Neymiş bakalım sorun?


ÇOCUK : Kaktüs nerde yetişir?


BABA : Eğer en hakiki kaktüsü soruyorsan söyleyeyim: Bizim evde.


ÇOCUK : Yaaa! Nerde? Hangisi?


BABA : Annen oğlum. Annen!


ÇOCUK : Baba, annemin hep çiçek olduğunu söylemez miydin sen?


BABA : Kaktüs de bir çiçektir oğlum.


ÇOCUK : Ben bir şey anlamadım ama olsun.


(Çocuk cevabı defterine yazar. Baba hâlâ işin heyecanındadır. Çocuk, bakar ki babadan hayır yok, annesine döner.)


BABA : Anlaşılmayacak bir şey yok değil mi Döndü?


ANNE : Ne Döndü’sü? Sana kaç kere söyledim göbek adımı söyleme diye. Hem sen kendi annenin ismine bak: Şehriye!


ÇOCUK : Anne şehriye ne demek?


ANNE : Babaannen oğlum.


ÇOCUK : Nasıl yani?


ANNE : Babaannen şehriye gibi her yere girmez mi? İşte öyle.


ÇOCUK : Anne peki kabak nerede yetişir?


ANNE Örneğine bakarak) Dur oğlum, şu örneği çıkarıp Ayşe teyzene teslim etmem gerekiyor. Malum kadın fesat mı fesat. Örneği vermek istemedi, zorla aldım. Örneği çıkaramayacağımı zannedip bir akşamlık izin verdi. Ama benden kaçar mı? Bak neredeyse çıkardım.


ÇOCUK : Anne kabak nerede yetişir? Sen durmadan kabak pişirirsin. Bilirsin.


ANNE : Bilemeyecek ne var oğlum. Bizim evde.


ÇOCUK : Bizim evde mi? Nerede?


ANNE Bak karşı da oturuyor. Babandan iyi kabak mı olur? Bütün gün evde işsiz güçsüz oturup, kabak gibi büyür. Yalnız saçlar duruyor. Bir de onlar olmasaymış tam kabak olurmuş. Ama saçları dökülür mü? Dökülmez tabii. Adamın hiç derdi, tasası yok ki!


ÇOCUK (Seyirciye dönerek) : Tamam, anlaşıldı. Bunlar yine kavga edecek. Senaryo aynı. Son sahnede birbirlerinden boşanacaklarını söyleyip ayrılacaklar. İşiniz yoksa seyredin. Ben gidiyorum. Çünkü bu sahneyi önceden de defalarca seyretmiştim.


(Çocuk çıkar, sahnede anneyle baba kalır.)


BABA : Peki senin ne derdin var? Sabahtan akşama kadar tığ dürtüp duruyorsun. Yok, komşu örneği vermemiş de, çabuk istiyormuş da… Aman ne dert. Sanki o elindeki zımbırtı olmasa dünya batacak. Hem sana kaç kere söyledim şu televizyonun üzerine dantel koyma diye.


(Kalkıp danteli alıp yere atar.)


ANNE : Bana bak herif! Kocam mocam dinlemem, şimdi saçını başını yolar, seni tam kabak yaparım.


BABA : Ne diyon lan sen? Kolay mı o? Gel de kim kimin saçını başını yoluyormuş göstereyim sana.


ANNE : Yeter be! Hem paran yok hem emeğe saygın yok hem de çenen çok.


BABA : Boşuyorum lan seni, yeter artık on senedir senden çektiğim.


ANNE : On sene mi? Bana yüz sene gibi geldi. Boşa da bir asalaktan kurtulayım. Ben annemin evine gidiyorum. Sen de ne halin varsa gör!


BABA: Git, nasıl olsa yarın yine gelirsin!
 
BORÇ

ŞAHISLAR: Zişan, Orhan, Fehiman, Fikret, Güzin, Zühal.

Zişan:Orhan bey bu kadar düşünme. Allah bir kapı açar.

Orhan: (Mustafa abi,önce şöyle bir içinizi çekin) Allah bir kapı açar mı dedin?...Yaa şimdi de kapıcımız mı olacak?

Zişan:Hasbünallah,Orhan bey ne dediğinizin farkında mısınız?

Orhan:Ben farkındayım da acaba siz farkında mısınız Zişan hanım?

Zişan: Ne dedim Orhan? Allah bir kapı açar dedim. O da mı suç?

Orhan:Suç ya,ben;‘Bu kadar para senetsiz,sepetsiz verilir mi?’ deyince (biraz Zişan’a öykünün) “ Aa olmaz ayıptır” diyen sen değil miydin?

Zişan:Nereden bileyim Orhan? Alnında yazmıyordu ki ‘borç verilmez’ diye.

Orhan: (Biraz yüksek sesle)Ama ben sana,Kuran’ı Kerim’de“borçlandığınız zaman yazışın” diye bir kural var demiştim. Ne zaman bunu söylesem, “Ayıptır,canım bu çok yakınımız,bu kadarcık para için gerekmez” deyip duruyorsun. Hem Allah’ın koyduğu sınırları gözetme,hem de Allah’tan habire yardım bekle.

Zişan:Zaten sıkıştın mı hepsini benim üstüme atarsın. Hamdi beye verme,o borcuna sadık değil demiştim. Ona niye verdin? O da mı benim suçum?

Orhan: (İyice sinirlenir) Hepsi benim suçum,hepsi.Allah’ın sözüne değil (TELEFON ÇALAR,bırakın çalsın siz devam edin) senin sözüne uymak işime geldi. Hamdi bey de , Ahmet’te, Engin’de, Nurhan’da hepsi farkında bu zaafımın. (bakın artık telefona)(AHİZEYİ KALDIRMA SESİ) Aloo,efendim...Haa Aleyküm Selam...Napalım...Akşam sefası yapıyoruz...Tamam olur...Güle güle, görüşürüz...

Zişan: Erhan mıydı? Ne diyor?

Orhan: Bizi çaya çağırıyor. Kalk hadi,gidelim.

(FON)

Fikret:N’olacak abla?Bu durumda ben hiç kitap alam artık.

Güzin:Ben de alamam. Güya bu ay bana ayakkabı da alınacaktı.

Fehiman:Boşuna heveslenmeyin. Unutun artık onları. Babam gittikçe batıyor.

Güzin:Napacağız? Fikret,ne dedin amcama telefonda?

Fikret: (Endişeli)Babam farkına varmadı değil mi benim aradığımın?

Güzin:Hayır,çok sıkıntılıydı. İyi ki aradın amcamı.

Fikret:Amcama dedim ki;bizim evde tansiyonlar yükseliyor.Çaya davet ederseniz düşer. Allah’tan ki müsaitlermiş.

(FON) (ZİL SESİ)

Fehiman:Kimoo?

Zühal:Benim Fehiman. Açar mısın?

(KAPI AÇMA SESİ)

Zişan:Buyuuur Zühal,hoş geldin.

Zühal:Zişan abla sırf yeni elbisemi görmen için geldim. Nasıl, yakışmış mı?

Zişan:Bütün giydiklerin gibi bu da yakışmış Zühal.Güle güle giyin.

Zühal:Eşime de aldık. İkimiz çift giyiniyoruz. Yarın da bunlara uygun çanta,ayakkabı bakacağız.

Zişan:Zühal n’oldu,mirasa mı kondun? Daha yenilerde borçtan yakınıyordun.

Zuhal:Amaan Zişan abla,borçtan kurtuluş mu var?

Zişan:Zühal böyle davranırsan nasıl kurtulacaksın?

Zühal:O kadar büyütme canım.Nasılsa hem taksitle,hem de kredi kartıyla. Gözüme kestirdiğim bir kıyafet daha var. İndirimi bekliyorum,hiç kaçırmam onu da.

Zişan:Zühal inan seni hiç anlamıyorum. Borçluyken nasıl böyle rahat olabilirsin?

Zühal:Alıştım Zişan abla. Ne var sanki,borçluyum diye her şeyden mahrum mu olayım? Ha sahi sizin alacaklarınız ne oldu? Verdiler mi?

Zişan:Ne vermesi,Orhan beyin sinirleri iyice bozuldu. Hastalanacak diye endişeleniyorum. Kendinin senetleri olmasa neyse. Alacaklarına güvendi borçlandı. Ne yapacak bilmiyorum.

Zühal:Ne yapsın canım. Onlar vermezse kendi de ödemeyecek.

Zişan:Olur mu hiç Zühal. Alacaklıların ne suçu var,nasıl öyle davranalım? Bakalım,bugün yine sıkıştıracaktı. Belki bir ikisinden alır,biraz para bulur. (İçeriye Seslenir) Fehiman,yemeğin altını kapattın mı?

Fehiman: (Seslenir) Kapattım anne.Size kahve pişiriyorum. Kalkmayasın Zühal abla.

Zühal:Hiç kalkar mıyım? Kahveni ve seni bekliyorum.

Fehiman:İşte geldim. Bulaşıklar biraz uzun sürdü.Buyur anneciğim.. Nasıl Zühal abla? Köpüğü iyi mi?

Zühal:Sen yaparsın da iyi olmaz mı? Ellerine sağlık. Ne yemek pişirdin? Yemeği de yiyip öyle gideyim.

Fehiman:Annem buğlama yaptı. Eminim nefistir. Kahveni içte biraz sonra getireyim.

(ZİL ÇALAR)

Zişan:Güzin’dir,kalkma kızım ben açarım... Gel Güzin. Hoş geldin yavrum.

Güzin:Selamun Aleyküm anneciğim. Zühal abla mı bizde? Zühal abla,yine mi bana teşekküre geldin?(Gülüşürler)

Zühal:Evet Güzinciğim. Rahatsızlığım sırasında benim poşetlerimi eve taşıdığın için ve sonraki yardımların için teşekkür ederim.

Güzin:Ayy ay,burkulmasaydı da ayağın,poşetlerini getiremeseydim evine. Yeter teşekkür ettin. Hııı seni seni,o elbiseyi caka giyimin vitrininde görmüştüm. Gittin aldın değil mi?

Zühal:Evet,nasılım ama?

Güzin: Hıh,ben giyinsem bana da yakışır. Nerden buldun sen o kadar parayı Zühal abla? Çok pahalıydı o elbise.

Zühal: Karıştırma o tarafını. Akşama lokantaya da bununla çıkıyorum,bilmiş ol.

(FON)

Fehiman:Babacığım,geciktin. Ne kadar merak ettik.

Orhan: (Dalgın) Annen biliyor sanıyordum,onun için bir daha aramadım.

Fehiman: Annem gecikebileceğini söyledi de bu kadar tahmin etmedik. Belki halama da uğrayacakmışsın. Gittin mi?

Orhan:Evet oradaydım. Allah kabul etsin namazınızı. Fikret,özel olarak bana da dua ettin mi?

Fikret:Evet babacığım,nasıl sıkıntınız azaldı mı?

Orhan:Bu gidişle çoğalacağa benziyor.

Zişan:Güzin,yemeği getiriyor musun kızım?

Güzin:Evet anne,şimdi getiririm.

Zişan:Orhan,Nurhanlara gittin mi?

Orhan:Gittim,kapıda ayakkabılar vardı. Bir an geri döneyim dedim ama sonra vazgeçtim.Baktım mutfaktan erkek sesleri geliyor. Kapıyı çaldım,enişte çıktı. Ama beni görünce rahatsız oldu gibi geldi bana. Ne yapıyorsunuz mutfakta? dedim, “Şeey buzdolabı takılıyor” dedi.

Fikret: (Heyecanlı) yeni buzdolabı mı almışlar?

Orhan: Evet,İlhan keyif içinde, “Dayı,biz no-frostla mikrodalga aldık,gel bak.Ooo daha babam neler neler alacak” demez mi?

Fikret:Babacığım,biz de alalım o dolaptan. Meyveleri kışa taptaze saklıyormuş. Halam anlattı, dondurmada yapılıyormuş.

Orhan:Koyun can derdinde,kasap et derdinde...

Zişan:Eee, ne yaptın peki? Çok sıkıcı bir durum.

Orhan:Önce bir şey demedim. Adamlar dolabı yerleştirdi,gitti. Bu ara Nurhan’a borcunu ödemesini söyledim. Sanki hiç öyle bir şey yokmuş gibi “Öderiz canım” filan diyerek geçiştirmeye çalıştı. Halbuki iki gün önce telefonla da hatırlatmış, ‘Zor durumdayım’ demiştim.

Zişan:Sonra ne oldu?

Orhan:Enişte geldi.Ona da “Senetlerin süresi doldu,zor durumdayım,sizden parayı almaya geldim” deyince,bana demez mi “Ne parası? Halimiz mi var,görmüyor musun yeni eşyalar aldık?” Çok sinirlendim. “Müsait değilseniz almasaydınız yeni eşyaları. Ben o parayı size,ev almanız için, kolaylık olsun diye vermiştim. Bir yılda öderiz demiştiniz ama,bak neredeyse iki yıl oluyor.” deyince Nurhan demez mi; “Abi,insan kardeşine böyle mi davranır? Şu zor günde niye huzursuzluk çıkarıyorsun?” Kocası da “Akrabalar arasında lafı mı olur,büyüğümüzsün dedik kapına geldik. Ne var yani, elbet bir gün öderiz,yedik mi sanki paranı?”dedi.

Zişan:Ayy anlatma yeter,bu ne biçim iş?

Orhan:Bu biçim iş işte. Doğrusu ya bize az bile.

Güzin:Yemeğe buyurun,her şey hazır.

Orhan:Oturalım hadi. (KAŞIKLARI artık biraz TIKIRDAT Melih) Enişte bir ara odadan çıkınca, ‘Nurhan paranız yok da bu fırın,buzdolabı neyin nesi’ diyecek oldum. ‘Kampanyayı mı kaçırayım’ dedi.

Zişan:Engin’e de gidecektin bugün. O ne dedi? Güya o da bugün ödeyecekti.

Orhan:Ne gezer. Bir yığın laf da ondan işittik. Ayıp değil miymiş? Ne anlayışsız insanlarmışız. Parmağında sigara,esti yağdı. Bir dikkatimi çekti ki sigarası da en pahalılarındandı.

Zişan:Biz de onları iyi bilirdik. Borcunu ödemeyenlere kızıp dururdu. Ne bu çektiğimiz.

Orhan: Daha dur. Bunlar bu Dünya’da çektiklerimiz,bir de Ahirette ki cezamız var. Hiç haddimizi bilmedik Zişan. Allah’ın emirlerini hiçe saydık,yaşarken bu kadar sıkıntıya düştük. Yarın Ahirette de ceza çekersek hiç şaşma. Çok dua edelim de Allah’a,bizi affetsin.

Zişan:Anneciğim derdi de anlamazdım,daha doğrusu inanmazdım.“Paranı verirken senden iyisi yok, istersen de senden kötüsü yok.”diye.

Orhan: Büyüklerimizi yeni yeni anlıyoruz Zişan. Babam biraz borcu olsa utanırdı,uykuları kaçardı. Şimdi kimse utanmıyor da. Engin borcundan utansa o sigarayı içer mi? Hadi esiri olmuş diyelim, hiç olmazsa biraz ucuzunu seçer,gizli içer. Ne bileyim,ben de anlamıyorum bu işi.

Zişan:Aman değirmen sele gitmiş... herkes birbirinden beter. Neriman’ın kocası hala bileziklerini almıyormuş. “Benim bildiğim bütün kadınlar, bileziklerini eşlerine verirler,onlar da kullanır. Geri almak da ne oluyormuş” diyormuş.

Orhan:İç üstüne bir bardak su.

(FON)

Zühal: Mahvolduk Zişan abla,mahvolduk.

Zişan:O kadar üzülme Zühal,bir kolaylık olur inşallah.

Zühal:Ne kolaylığı Zişan abla. Adam banane dedi,çıktı işin içinden. “Elimde olursa ileride ana parayı öderim” diyor. Faizi onu ilgilendirmezmiş.

Zişan:Bu nasıl iş ki,sizin kredi kartınızın ne işi var onun elinde?

Zühal:Bilmiyorum,eşim sağa sola verip,iyilik yaptığını düşünüyor. Adam öyle bir harcamış ki. Lokantalar, eğlenceler.... Hele market faturaları felaket.(Ağlamaklı) Bizim de bir sürü borcumuz vardı. Benim kaç mağazada taksidim var.Nasıl öderim.

Zişan:Mecbur ödeyeceksin. Yoksa gelir eşyaları icrayla kaldırır götürürler.

Zühal:Eşim eşyaları kaçıralım diyor.(Ağlamaklı) Biz nereye saklayalım o kadar eşyayı.Ahh ahh bir daha mı borçlanmak,hele borç vermek.

Zişan:Ah Zühal,biz bu musibeti hak ettik,hak ettik.

Zühal:Zişan abla öyle deme. Bizim suçumuz yok.

Zişan:Var var. Mağazalar taksit yapıyor diye lazım olanı olmayanı almayı,marketlerde,kredi kartı elimizde her şeyi sepete koymayı biz alışkanlık etmedik mi? Annem,kulağı çınlasın, “Yavrum, musibeti hak etmeyin,nasihat size yetsin. Bir kavme benzeyen onlardandır,onların adetlerini kapmayın. Müslüman’ca yaşayın, ayağınızı yorganınıza göre uzatın. İktisat ibadettir” der dururdu....
 
Son düzenleme:
BU PARAYA OLMAZ

Karakterler:


Yaşlı adam (Erkek 60 yaşlarında)


1. Öğrenci (Erkek, lise öğrencisi)


2. Öğrenci (Erkek, lise öğrencisi)


3. Öğrenci (Erkek, lise öğrencisi)


(Üç tane liseli genç çeşitli bağırış, çağırış ve kaba gürültülerle sahneye girerler. Sahnenin ortasındaki büyükçe çöp bidonuna her biri defalarca vurarak gürültü yaratırlar. Bir süre sonra yaşlı bir adam sahneye girer)


Yaşlı Adam: Merhaba gençler.


1. Genç: Merhaba Beybaba


Yaşlı Adam: Siz bir şey söyleyebilir miyim?


2. Genç: Söyle de pek hayıra gelmiş gibi bir halin yok.


Yaşlı Adam: İnanın düşündüğünüz gibi değil.


3. Genç: Haydi söyle ne söyleyeceksen


Yaşlı Adam: Ben (Eliyle gösterir) hemen şuradaki evde oturuyorum. Her gün sizin seslerinizi duyuyorum. Hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 10 YTL veririm. Kabul mü?


(Hepsi birden gülerler)


1. Genç: Aklın sıra bizimle kafamı buluyorsun beybaba.


2. Genç: Eğlenecek başka kimse bulamadın mı?


3. Genç: Yaşlı olmasaydın.


Yaşlı Adam: İnanın sizinle eğlenmiyorum. Teklifimi kabul ederseniz. Bugünkü gürültünüz için 10 YTL’Yi hemen takdim edeceğim.


(Gençler bakışır biri baş hareketiyle biraz ötede toplanmalarını işaret eder. Biraz ötede buluşur kendi aralarında sessizce konuşurlar. Daha sonra ihtiyarın yanına dönerler)


1. Genç: Biz aramızda konuştuk ve teklifinizi kabul etmeye karar verdik.


Yaşlı Adam: Hay yaşayın siz. Alın bu da, bugünkü gürültünüzün karşılığı. (10 YTL’yi uzatır) Yarın görüşmek üzere hoş çakalın.


Gençler: Hoşça kal beybaba.


(Işık söner, yandığında gençler ve ihtiyar adam sahnededirler)


Yaşlı Adam: Gençler sizinle anlaşma yapalı 10 gün oldu. Sizde, bende anlaşmaya uyduk. Siz her gün gürültünüzü yaptınız bende 10 YTL’nizi verdim. Yalnız durum biraz değişti.


2. Genç: Nasıl değişti?


3. Genç: Yeterince gürültü yapıyor muyuz yoksa?


Yaşlı Adam: Yoo siz harikasınız süper gürültü yapıyorsunuz. Benim durumum değişti.


1. Genç: Ne oldu?


Yaşlı Adam: Yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı. Bu yüzden bugünden sonra size ancak 5 YTL verebileceğim. Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım. Teklifi mi kabul ediyor musunuz?


(Gençler bakışır biri baş hareketiyle biraz ötede toplanmalarını işaret eder. Biraz ötede buluşur kendi aralarında sessizce konuşurlar. Daha sonra ihtiyarın yanına dönerler)


2. Genç: Durumunu anlayışla karşılıyoruz beybaba.


Yaşlı Adam: Kabul ediyor musunuz yani?


3. Genç: Mecburen evet.


Yaşlı Adam: Harika, kabul etmeyeceksiniz diye korkmuştum. Buyurun 5 YTL’nizi. (Parayı verir) Haydi hoşça kalın yarın görüşürüz.


(Işık söner yandığında gençler ve ihtiyar adam sahnededirler)


Yaşlı Adam: Gençler benim durum yine kritik.


2. Genç: Ne oldu yine?


Yaşlı Adam: Bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar. Durumum biraz sıkışık...


3. Genç: Eee


Yaşlı Adam: Bizim Eesi size artık 5YTL veremeyeceğim. Bundan böyle yapacağınız gürültü karşılığında size ancak 1 YTL verebileceğim. Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka bir şey yok... ... Tamam mı?.. Anlaştık mı?"


1. Genç: Bu olanaksız beybaba.


2. Genç: Günde 1 YTL için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.


3. Genç: Biç çocuk muyuz ,1 YTL kime yetecek!


1. Genç: Kusura bakmayın ama, biz bu işi bırakıyoruz. 1 YTL’ye gürültü mürültü yapamayız.


Yaşlı Adam: Benim de gücüm fazlasına yetmiyor. Yinede her şey için sağ olun ileride elim genişlerse ben size haber veririm.


2. Genç: Bize müsaade beybaba.


Yaşlı Adam: Güle güle çocuklar. (Çocuklar sahneden çıkar. Sevinçli bir çığlık atar.) Yaşasın, gürültüden kurtuldum. Neredeyse evi satacaktım .Hay aklımı seveyim.
 
Son düzenleme:
BULMACA BULDURMACA

EFEKT: Kuş cıvıltıları

ABBAS: Hamdi, söyle bakalım; bir renk?

HAMDİ: Sarı.

ABBAS: Sa...rı... Sarı uymuyor.

HAMDİ: Kahverengi.

ABBAS: Kah..ve...ren...gii.. Üç harf eksik kaldı.

HAMDİ: O zaman “neskahverengi”.

ABBAS: Nes.. kah.. veren...gi... Oldu lan.Dur bakalım bu “Kö” neymiş. Altının ikisi, bir nota. Kö diye bir nota var mı lan Hamdi. Orhan babadan böyle bir nota duydun mu sen hiç?

HAMDİ: Orhan Baba’dan duymadım da, kıpraşımlı bir sanatçı var ya ondan duymuş olabilirim. Ha Azer Bülbül..

ABBAS: Dalga geçme. Şurada, ayda yılda bir gazete bulmuşuz, ayda yılda bir bulmaca çözüyoruz içine turp suyu sıkma.

HAMDİ: Ha hatırladım abi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Devlet Konservatuarı yaylı sazlar bölümü, müzikte yeni arayışlar yapıyordu, gazetede okudum... onlar bulmuş olabilir... bu kadar aradıklarına göre, bulmuşlardır dokuzuncu notayı herhalde.

2/ABBAS: Hayda şurada da bir ZB çıkmış.. Bakalım... Yukarıdan aşşa beş... bir element.

HAMDİ: ZB, zibidinyumun simgesi abi, duymadın mı hiç?

ABBAS: Zibidinyum mu? Neyse Nil’in kenarında yetişen ve milattan önce yaprakları kitap malzemesi olarak kullanılan bir kamış türü?

HAMDİ: Şeker kamışı

ABBAS: şe.. ker.. kamı...şı ... ı sığmıyor...

HAMDİ: Siyah kareleri yanlış yere koymuşlar abi yine, üstüne yaz sen “ı”yı .

ABBAS: Tamam uzatma da şu “ÖM” neymiş ona bakalım.

HAMDİ: Tersi milattan önce....

ABBAS: Yok.... Ne bu... “Ömerikyumun simgesi”. İyi valla okulda bize öğrettikleri 114 element vardı. 200’e çıktı.

HAMDİ: Ne diyorsun abi sen! Bilim hızla ilerliyor. Demek ki Ömer adında biri bulmuş, Bir Türk, helal olsun.

ABBAS: Helal olsun valla. Ben de diyordum, niye kitaplarda yazmaz bu elemen?... Bir Türk buldu ya..

HAMDİ: Abi biz zehir gibi milletiz bir aslında. Bu NASA’nın Apollo 11 var ya, uzaya gönderdiler; bizim Kaportacı kazım yapmış. Projesini de kroki Mahmut çizmiş de söylemiyorlar saklıyorlar.

ABBAS: Hamdi, boğaz köprüsünün altında var ya hazineler varmış lan . Bizim Dedektör Tevfik ben çıkarıvereyim demiş de Japonlar izin vermemiş. Köprüyü onlar yaptı ya...

HAMDİ: Kendileri götürecekler

ABBAS: Tersi kozmonot. Bunu bilmeyecek ne var; astronot.. Hah astronot, dedin de aklıma geldi. Niyazi amcanın yurt dışında okuyan bir oğlu vardı.

HAMDİ: Cemalettin,

ABBAS: Heee. Niyazi amca; “oğlum astronot olacak” deyip duruyordu. Ne olmuş, Cemalettin astronot olmuş mu?

HAMDİ: Geçen Niyazi Amca’yla sanayi de karşılaştık, Cemalettin astronot “olmuş".

ABBAS: Yapma Len Hamdi, nasıl olmuş, o kadar kolay mıymış?

HAMDİ: Torpil Abbas Abi, torpil. Okuldan Amerikalı yakın bir arkadaşı George Dabılyu Bush’un emmisinin oğluymuş. Adam NASA’da işe guyuvermiş Cemalettin’i. Öğle yemeği bedava, sigarasını da cebine koyuvermiş, tam gün de sigortasını yapıvermişler... Cemalettin paraya para demiyormuş.

ABBAS: Ya ne diyormuş?

HAMDİ: “Paya” diyormuş, herif “r”leri söylemiyordu ya abi... Niyazi amca iki hafta önce oğlunun ziyaretine gitti ta Amerika’lara. Cemalettin, Niyazi Amca’yı Yankiler’le Losencılıs takımının beysbol maçına bile götürmüş. Göndermeden iki gün önce de Niyork Numune Hastanesinde baştan ayağa bir kontrolden geçirttirivermiş. Ha uçağa bindirirken de bin dolar kuyuvermiş cebine. Niyazi amca; “yok oğlum gerek yok” dediyse de, “al baba yav” demiş. “kulak arkası yaparsın” demiş. (Birlikte gülerler)
 
Son düzenleme:
BÜYÜK TAŞLAR

Karakterler:


Öğretmen (40 yaşlarında)


10 tane öğrenci (5’i kız,5’i erkek ilköğretim 8. sınıfta okuyorlar)



(Bir sınıf dekoru. 10 öğrenci sıralarında oturur. Öğretmen kucağında bir karton kutuyla sınıfa girer.(Kutuda: 1litrelik cam kavanoz,4-5 adet çocuk yumruğu büyüklüğünde taş, yarım kilogram kadar çakıl taşı, yarım kilogram kadar kum, yarım litre pet şişe su bulunuyor) Öğrenciler ayağa kalkar. Elinde kartondan büyükçe bir kutu vardır. Kutuyu masasına bırakır.)


Öğretmen: Oturun çocuklar. Bu dersimizin konusu: “zamanın yönetimi” Konuyu iyi anlayabilmeniz için deneyle karışık bir sınav yapacağım. (Masasına yürüyüp karton kutunun içinden 1 litrelik bir cam kavanoz çıkarır masaya koyar . Sonra kutudan yumruk büyüklüğünde 4- 5 tane taş çıkarıp kavanozu bunlarla doldurur. Kavanozun daha başka taş almayacağından emin olduktan sonra öğrencilere döner)


Öğretmen: Kavanoz doldu mu? Çocuklar.


Öğrenciler: (Öğrenciler hep bir ağızdan) Doldu.


Öğretmen: Öyle mi dersiniz… (Kutunun içinden çıkardığı çakıl taşlarını kavanoza atarak sallar. Taşların yerleşmesini sağladıktan sonra) Şimdi doldu mu?


1. Öğrenci: Şimdi doldu öğretmenim. Az önce kalan boşluklarda kapandı çünkü.


Öğretmen: Bakalım dolmuş mu? (Bu kez kutudan bir miktar ince kum alarak kavanozun üzerine ekler) Bu kez kavanoz doldu mu?


2. Öğrenci: (Parmak kaldıran öğrenciyi öğretmen kaldırır.) Evet öğretmenim az önce dolduğunu zannetmiştik ama küçük boşluklar kalmış, şimdi tam olarak doldu.


Öğretmen: Arkadaşınıza katılıyor musunuz?


Öğrenciler: (Öğrenciler hep bir ağızdan) Evet


Öğretmen: Beklide haklısınız ama bir yolumuz var onu da deneyelim. (Kutudan pet şişeyle dolu bir su alarak kavanoza ekler. Kavanoz dolar.) Şimdi doldu işte. Deneyimiz sona erdi. Bu deneyin amacı sizce ne olabilir.


3. Öğrenci: “ Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha başka işlere ayırabileceğimiz zaman yine de bulunabilir.” düşüncesi olabilir mi?


Öğretmen: Senin söylediğinde doğru. Fakat benim asıl anlatmak istediğim o değildi.Dikkatinizi şuraya çekmek
istiyorum. Eğer küçük taşları veya kumu baştan atsaydım kavanoza büyük taşları hiçbir zaman atamazdım. Bu sıra çok önemli. Yaşamımızı bir kavanoz düşünürsek büyük taşlar neler olabilir.


5. Öğrenci: Ülkemiz


6. Öğrenci: Ailemiz


7. Öğrenci: Sevdiklerimiz


8. Öğrenci: Sağlığımız


9. Öğrenci: Eğitimimiz


10. Öğrenci: İşimiz


Öğretmen: Ve hayallerimiz . Liste daha da uzayabilir. Herkesin büyük taşları farklılıklarda gösterebilir. Bu akşam uykuya yatmadan önce iyi düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir. İyi karar verin. Bilin ki; büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız. O zaman da; ne kendinize, ailenize, ne çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olabilirsiniz.
 
Son düzenleme:
Geri
Top