• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu resim yarışması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de beğendiğiniz 2 resmi oylamanız için bekliyoruz...

Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
DAHA NE SÖYLEYEYİM (MONOLOG)

Buraya niçin çıktım biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz! Bari ben söyleyeyim. Efendim, size şimdi bir nutuk çekeceğim.


Neden şaştınız? Yalnız büyükler nutuk çekmez ya, biz de çekeriz.. Hem de sık sık...


Bayram Haftası der, nutuk çekeriz. Kitap Haftası der, nutuk çekeriz.


Allah korusun,Verem Haftası, Tutum Haftası, anneler Günü, Babalar Günü, Yılbaşı, Yıl sonu, Çocuk Haftası der, çekeriz nutukları...


Biz bu sayılı haftaları, günleri arkadaşlarla paylaştık. Bana Tutum Haftası düştü. En zoru da işte bu... Ben size şimdi ne söyleyeyim, bilmem ki!..


(Biraz durur.) Arpacı kumrusu gibi düşünmektense bir şeyler söylemeliyim...


Hah, aklıma geldi, durun... (Yüksek sesle) Kumbarası olanlar ellerini kaldırsınlar! (Bekler, sayar gibi yapar) Gördünüz mü? Kumbarasızlar daha çok... Ben şimdi size ne söyleyeyim, bilmem ki!..


Peki, bankada hesap açtıranlar ellerini kaldırsınlar! (Bekler, gene sayar gibi yapar.) İşte, demedim mi? Gene hesapsızlar daha çok... Ben size şimdi ne söyleyeyim; bilmem ki!...


Haa, affedersiniz. Başkasının parasını, malını, mülkünü sormak ayıp sayılır ama, ben size başka ne sorayım, bilmem ki!..


Durun, durun, buldum... Yerli malı sevenler ellerini kaldırsınlar! Çekinmeyin canım, kaldırın. Bu da ayıp değil ya... Hem, yerli malını sevmek bir vatan borcudur. (Çabuk çabuk sayar.) Bakın, eller Mehmetçiklerin süngüleri gibi havaya dikildi. Elleriniz, gönülleriniz dert görmesin!


Ama öğretmenimiz diyor ki: “Yerli malını sadece sevmek yetmez. Onu kullanmak, çoğaltmak da gerek.”


Ben giyimden, kuşamdan pek anlamam ya, zannedersem hepiniz, tepeden tırnağa, yerli malı giymişsiniz. İşte buna çok sevindim, doğrusu...


Hem, yerli malı kullananlar tutumlu da olurlarmış... Demek, hepiniz tutumlusunuz. İşte, buna da çok sevindim...


Zaten bu zamanda tutumsuz olanlar gemilerini kolay kolay yürütemezler. Ya kömürleri biter ya karaya otururlar...


(Biraz dolaşır, düşünür.) Ben size bir şey daha söyleyecektim ama, neydi acaba? Neydi acaba?


Siz de bilirsiniz, Nasreddin Hoca bir gün camide vaaz edecekmiş. Yani benim gibi nutuk çekecekmiş...


- Ey cemaat! Size bir şey söyleyecektim ama, bir türlü aklıma gelmiyor, deyip gene durmuş.


Bu hale dayanamayan oğlu bağırmış:


- Baba kürsüden inmek de mi aklına gelmiyor?


Siz söyleyin büyüklerim, ben size daha ne söyleyeyim, bilmem ki!...
 
Son düzenleme:
DAMAT ADAYLARI
BABA 60 yaşlarında
İBİŞ 25 yaşlarında
KARADENİZLİ 25yaşlarında
KABADAYI 25 yaşında
AZERİ 25 yaşlarında
KEKEME 25 yaşlarında


BİRİNCİ BÖLÜM


(Baba sahnede dolaşarak kendi kendine düşünüp birtakım hesaplar yaparken İbiş sahneye gelir.

İBİŞ — Merhaba amca!

İBİŞ — (İbiş'e tanımamış gibi bakar) Merhaba!

İBİŞ — Beni tanıdın mı amca?

BABA —Seni mi? Yoo!

İBİŞ — Nasıl .tanımazsın amca? Şöyle yakından bak.

BABA — (Yaklaşır inceler)

İBİŞ — İyi bak, iyi bak!

BABA — (Kafasını yoklar; kulağının içine varıncaya kadar inceler.)

İBİŞ — Tanımadın mı?

BABA — Tanımadın evladım, herhalde tüy değiştirmişsin.

İBİŞ —Ben... Hani Ali vardı ya Ali...

BABA — (Düşünür) Ali... Ali... Hangi Ali oğlum?

İBİŞ — Hani benim babam vardı ya (eliyle başını göstererek) Kel başlı... Kel başlı..

BABA — (Düşünerek) Kel başlı... Kel başlı... (Birden) Kel başlı Ali!

İBİŞ —Tamam! Ben onun oğlu İbiş.

BABA — (Düşünür) İbiş... İbiş... (Birden) Haa... Sidikli İbiş.

İBİŞ —Hee ya hee...

BABA — Sen şu kadarcıktın (Küçük bir boy işareti yapar)

İBİŞ —O kadar büyük değil mi?

BABA — (Daha küçük bir işaret yapar) Şu kadarcıktın?

İBİŞ — Bebekken anam beni mikroskopla giydirilmiş.

BABA — Ya... Şimdi essek kadar olmuşsun maşallah.

İBİŞ —Essek mi?

BABA — Yahu büyümüşsün demek istedim. Ananın peşinde dolaşır. Ah anam... Ah anam... (Merakla) Sahi anam nasıl?

İBİŞ —Anam gitti... Gitti...

BABA —Gitti mi? Nereye gitti?

İBİŞ — (Alaylı) İmamın peşinden gitti imamın.

BABA — Nee? Anan imamı da mı ayarttı?

İBİŞ — (Alaylı) İmamı ayarttı şimdi sıra müftüde

BABA —Müftümü?

İBİŞ — Yahu anam sizlere ömür... Sizlere ömür.

BABA — Haa! Deme yahu. Demek öbür tarafa gitti.

İBİŞ — Hah çok şükil anladın.

BABA — Baban da mı o tarafa gitti?

İBİŞ — Yok babam karşı tarafa gitti. O karacaahmet'te.

BABA — Aa! Oranın manzarası iyidir.

İBİŞ — Manzarası iyi de babam bodurun katında... Deniz görmüyor. (Alaylı) Adam öbür dünyaya gitti, sen manzaradan bahsediyorsun.

BABA — Biz bu dünyada duruyoruz da ne oluyor? İyi etti gittiğine.

İBİŞ — Sen ne zaman gidiyorsun?

BABA — (Telaşlı) Tövbe de... Tövbe de. Allah geçinden versin. Böyle şey söylenir mi? Neyse. Onları bırakalım sana gelelim.

İBİŞ — Hah! Gel yahu bana gel... Onlar gitti gittiği yere.

BABA — Senin vaziyetin nasıl?

İBİŞ — Ah! Anam gideli fena. İş yok güç yok, kaldım meydanda.

BABA — Vah vah vah! Ananın hatırı var ya... Babanı hiç sevmezdim.

İBİŞ — Babamı karıştırma.

BABA — Karıştırma midesi bulanır. Onda pek mide yoktu ya! Ananın hatırı var. Ananın hatırı için sana bir iyilik yapayım.

İBİŞ — Yap yap... Anamın hatırı için... Babamı karıştırma.

BABA — Söyle bakalım sen ne iş yaparsın?

İBİŞ — Hoppalaa! Ne işi yahu?

BABA — Bir mesleğin, bir sanatın falan yok mu?

İBİŞ — Yok valla.

BABA — Demek bir ustanın önünde diz çökmedin.

İBİŞ — Bir kere çöktüm, dizlerim uyuştu bir daha çökme-dim.

BABA — Peki... Anlaşıldı... Sana benim konakta bir iş Vereyim bari... Kahyalık yapabilir misin?

İBİŞ — Yaparım tabii... Nasıl bir şey bu kahyalık?

BABA — Konağın idaresine bakacaksın. Aşçıyı, bahçıvanı, hizmetçileri kontrol edeceksin...

İBİŞ —iyi iyi.

BABA — Konağın girdisiyle çıktısıyla uğraşacaksın.

İBİŞ —İyi iyi.

BABA — Madem iyi, düş peşime. (Sahnede yürüyerek dönmeye başlar)

İBİŞ — Düşemem yerler sert...

BABA — Peşimden gel, kuyruğumu bırakma.

İBİŞ — Merak etme kuyruğun elimde. (Biraz dönerler) Daha çok var mı senin konağa?

BABA — Az kaldı yürü.

İBİŞ — Biraz daha hızlı yürüyelim... (Öne geçer)

BABA — Dur dur... Ne yapıyorsun?

İBİŞ —Neden? Yürüyorum.

BABA — (Yeri göstererek) Dere var, görmüyor musun?

İBİŞ —Ne deresi?

BABA — Önündeki bu su ne?

İBİŞ —Su mu?.. Ha... Bu su mu? Bu su dere. (Eğilip paçalarını sıvamaya başlar.)

BABA — Ne yapıyorsun?

İBİŞ — Paçaları sıvamadan dereyi nasıl geçerim?

BABA — Köprüyü görmüyor musun? Köprüden geçsene.

İBİŞ — (Önce bakınarak köprü arar) Haa... Bu köprüden mi?

BABA — Başka köprü var mı burada?

İBİŞ —Yok da...

BABA —Eee öyleyse?

İBİŞ — Peki geçeyim (Kuvvetli bir adım atar)

BABA — Dur yavrum, yavaş, köprü böyle şiddete dayanır mı? Yavaaaş yavaş geç.

İBİŞ — Bu köprü bir kişiyi çekmez mi?

BABA — Çekmez... Bu köprüden bir kişi yarım yarım geçer.

İBİŞ — Benim bu köprüyü gözüm tutmadı. Ben yüzerek geçeceğim.

BABA — Olur mu canım köprü varken...

İBİŞ — Mübarek sırat köprüsü mü bu?

BABA — Her köprüden geçilir ama geçmesini bilmek lazım.

İBİŞ —Nasıl yani?

BABA — "Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek lazım"

İBİŞ — Yani ben sana dayı desem geçebilir miyim? ,

BABA — Tabiî... Şey!.. Herneyse önce ben geçeyim Yavaş, nazik ve kırıtarak geçer) İşte böyle... Hadi gel.

İBİŞ — Maşallah bu kırıtmaya köprü iyi dayandı. (Taklidini •yaparak İbiş de geçer.)

BABA — Afferin işte... Seni denedim, sabrını ölçtüm...

İBİŞ — Ay... Sen deminden beri benim sabrımı mı ölçtün?

BABA —Tabi ya...

İBİŞ — Ben de zavallı kafayı üşütmüş dedim.

BABA — Devam edelim (Bir tur daha dönerler.).

İBİŞ — Döne döne başım döndü baba.

BABA — Geldik... İşte bizim konak.

İBİŞ —Vay be konağa bak!

BABA — Merdivenlerden çıkalım... Yalnız çıkarken dikkatet... Üç çık bir atla, dört çık iki atla...

İBİŞ — Çıkmayı anladık da o atlamalar ne oluyor?

BABA — O merdivenler gıcırdıyor da... (Döne döne merdivenleri çıkar gibi yaparlar.)

İBİŞ — Of puf of puf of puf...

BABA — Ne o lokomotif gibi oflayıp pufluyorsun? İşte burası evin hayatı. Senin odan üst katta.

İBİŞ — Nee! Bunun üst katı da mı var?

BABA — Evet, üst katı da var... Ayrıca tavan arası... En altta da bodrum katı var.

İBİŞ — Daha altı da var mı?

BABA —Var! En altta da dedem yatıyor.

İBİŞ —Neee...

BABA — Mezarlıktan yer beğenemedi, aşağıya gömdük.

İBİŞ — Ben aşağıya inmeyeyim

BABA — İnme... Dedemi korkutursun... Hâydi sen konağı gez. Aşçıyla, bahçıvanla, hizmetçilerle tanış, erkenden yat... Yarın önemli bir işimiz var.

İBİŞ —Nasıl bir iş?

BABA — Benim bir kızım var.,. Epeyi zamandan beri istiyorlar... Kısmeti mi kapalıdır nedir bilmem bugüne kadar nasip olmadı.

İBİŞ — Ya... Kızınız kaç yaşında?

BABA — Canım yaşını ne yapacaksın?

İBİŞ ı— Lazım olur... Benim de eşim dostum var...

BABA — Yaa!

İBİŞ —Kaç yaşında?

BABA — (Önemsemeyerek) Canım şey... Tuz... Tuz...

İBİŞ —Ne tuzu?

BABA — Canım tuz... otuz falan

İBİŞ —Otuz falan mı?

BABA — Otuz küsur...

İBİŞ — Küsur mu? Küsuru ne?

BABA — Otuz... dokuz... buçuk..

İBİŞ — Aa! Sen bu kızı verme!

BABA —Neden?

İBİŞ — Kız küçük canım.

BABA —Yaa!

İBİŞ — Elbette... Kızına bakamadı da başından attı derler.

BABA — Aaa... Ben kızıma seksen yaşına kadar bakarım.

İBİŞ — Tabii nasıl olsa yolun yarısına gelmişsin.

BABA — Neyse... Şimdi birkaç talip var benim kıza... Damat adaylarını yarın için çağırdım. Hepsini bir arada göreyim de içinden iyisini seçmek kolay olsun dedim.

İBİŞ —İyi ettin, iyi ettin!

BABA — Ben dışardan gelenleri buraya alırım; bir iki laf konuşur anlarım... Sonra içeri selamlığa gönderirim... Sen birer kahve içirir ağırlarsın... Daha sonra da içlerinden birini seçeriz.

İBİŞ — Sen gönder... Ben seçerim... O yanını bu yanını yoklar... Kafasına vurur... Sağlamına sakatına bakarım.

BABA — Kıçını da koklamayı unutma... Ne o yahu kavun mü alıyorsun? Sen seçme işini bana bırak.

İBİŞ — Ama ben adamın keleğini iyi bilirim

BABA — Sen dediğime bak... Haydi yürü... Ben de aşağıya ineyim (İbiş'i iterek beraberce sahneden çıkarlar.


İKİNCİ BÖLÜM


(Baba ile ibiş sahneye gelirler... İbiş kaşınmaktadır.) BABA — Gel bakalım İbiş... Nasıl iyi uyuyabildin mi?

İBİŞ — (Kaşınarak) Yukarıdaki yatakta hiç yatan yok muy du?

BABA — Hayır... Orası ölen kahyanın yatağı idi.

İBİŞ — (Kaşınmaya devam eder) Herhalde bitten ölmüştür zavallı.

BABA — İyi evladım, "bit yiğitte bulunur."

İBİŞ — (Kaşınmaya devam eder) Ne yiğitlik...

BABA — Hadi evladım nerdeyse kızın talipleri gelecek... Sen selamlığa geç... (Kapı vurulur) Hadi İbiş çabuk... Biri geldi galiba...

(İbiş selamlığa geçer. Kapı açılır, içeri laz girer... Avanak avanak etrafa, yere ve tavana bakarak)

KARADENİZLİ —Uyy... Ne beyuk konak!

BABA —Uy. Sen kimsin?

KARADENİZLİ — Ben benum ya sen kimsun? BABA — Ben de benim.

KARADENİZLİ — He mi? Sen sen ol ben da ben...

BABA — İyi be yavrum adın ne?

KARADENİZLİ — Sen benum anam misun?

BABA —Ne anası?

KARADENİZLİ — Ya bağa yavrim dedun... BABA — Çattık.

KARADENİZLİ — Nere çattım? Bir yenin acidi mi? BABA — Tamam tamam... Adın ne?

KARADENİZLİ — Benum mi?

BABA — Evet senin.

KARADENİZLİ — Benum adum Temel

BABA — Babanın adı ne?

KARADENİZLİ — Benum mi?

BABA — Evet senin.

KARADENİZLİ — Benum bubamun adi Veli

BABA —Ananın adı?

KARADENİZLİ — Benum mi?

BABA — (Sinirlenir) Yok benim...

KARADENİZLİ — Aman buba ben senun ananun adini nerden bileyim?

BABA — Yahu senin ananın adını sordum. KARADENİZLİ — Ama demin kendi ananun adini sordun.

BABA — Canım vaz geçtim, şimdi senin ananı soruyorum.

KARADENİZLİ — Vaz geçmaaa erkek adam sozinden dönmez... Ananun adi ne?

BABA — (Sinirli) Melek.

KARADENİZLİ — Benumki Şeytan. BABA — Şeytan isim olur mu?

KARADENİZLİ — Ben bilmem... Bubam oğa hep şeytan derdi.

BABA — Zavallı baban çok çekmiş... Ne işle uğraşıyorsun?

KARADENİZLİ — Görmimisun sağa cevap vermeklan uğra-şuyrum.

BABA — Yahu karnını neyle doyuruyorsun?

KARADENİZLİ —Yemeklan... Ya sen?

BABA — (Sinirlenir) Destuuur...

KARADENİZLİ — Deturla karin doyar mi?

BABA — Yahu bir işte çalışmıyor musun?

KARADENİZLİ — Yooo!

BABA — Peki nasıl para kazanıyorsun?

KARADENİZLİ — Uyy paraylan saadet olmaz... Samanluk seyran olur... Her iş yolina girer açluğa alişursun.

BABA —İyi iyi.

KARADENİZLİ — Sen penum böyle durduğuma bakma... otuz metreden bir sineğun erkek mi tisi mi olduğini anlarum... Yerde yuriyen karincanun ayak izinden kaç numara ayakkabı çiyduğini bilurum... Yedi dağun arkasinde yuzi bağa dönük adamun ensesini görürüm.

BABA — Amma atıyorsun haa...

KARADENİZLİ — Uyyy. Demek atici olduğunu da biluy-sun... Attuğumi vururum.

BABA — Sen bunları bırak da buraya neden geldiğini biliyor musun?

KARADENİZLİ — Uy! Ya bilmem mi? Burada bir kiz var...

Oni çeşme başinda gördüm (İçini çekerek) Hii bi gözi var... bi gözi

var... bi gözi var (Baba sözünü keserek)

BABA —Dur... Dur... İki gözü var.

KARADENİZLİ — (Hayretle) İki mi?

BABA —İki.

KARADENİZLİ — (Aynı şekilde içini çekerek) Hii... İki gözi var... İki gözi var... İki gözi var... uyy iki gözine kurban olayim oni da anasi mi doğurdi?

BABA — (Sinirli) Yok... Anasının işi vardı onu babası doğurdu...

KARADENİZLİ -He miii? Desene bir başkalık var bu kizda...

BABA — Var var. Hadi sen içeri geç.

KARADENİZLİ — Geçiim (Konuşmaya devam ederek) Bi Jburni var... bi burni var...

BABA — Onu bildin bir burnu var... Hadi geç geç...

KARADENİZLİ — Bi ağzi var... bi ağzi var...

BABA — Yürü yahu... (Laz'ı iterek sahneden çıkarır ve onun söyledikleri ile alay ederek geri döner) İki gözü var... Bir burnu var... Dört bacağı var...

(Bu sırada, bağırarak hızla içeriye kabadayı girer.)

KABADAYI —Heeyt... Açılın ulen... Keserim valla... Kim ulen bu konağın ağası?.. Yerim şimdi hepinizi... Yerim valla...

BABA — (Seyirciye) Karnı aç galiba... (Kabadayı'ya dönerek) Hoş geldin evladım.

KABADAYI —Hoşşş bulduk baba...

BABA — (Kendi kendine) Bulduk galiba...

KABADAYI — Ne dedin?

BABA — Şey... Yani sen de talip misin? dedim.

KABADAYI — Ne talibi adımı söylemedim ki daha... Benim adım Talip değil anladın mı baba (Sinirlenerek üzerine yürür.)

BABA — Sinirlenme oğlum, metin ol, metin ol...

KABADAYI — Bakkk şimdi de Metin dedi. Nerden çıkardın Metin'i?

BABA — Allah Allah... Oğlum doğru yere geldiğinden emin misin? Haa emin misin?

KABADAYI — Aaa. Bu adam bana isim uydurup duruyor... Emin dedi... Yahu sen adımı bilmiyorsan sorsana... Benim adım Rıza... Yahut, yiğit namıyla anılır: Arrrsız Rıza... Annadın mı?

BABA — Annadım Hırsız Rıza... Ay... Arsız Rıza Bey oğlu» İtonadım da acaba hangi işle meşgulsünüz?

KABADAYI — Ne demek? Bir iş mi olması lazım?..

BABA — İşsiz adama kim kız verir?

KABADAYI — (Durgunlaşır) Haa!... Öyleyse ben şeyim... Şey satarım... Şeyim ben... Şair!.. Şairim ben şair...

BABA —Evladım şimdi önüne gelen şairim diyor... Hem şairlik karın doyurur mu?

KABADAYI —Ne demek baba evelallah gözümüz de tok karnımız da... (Sinirlenir)

BABA — Sinirlenme evladım bir şiirini oku da dinleyeyim...

KABADAYI — (Gevşek) Tabii baba:

"Dedim inci nedir dedi dişimdir

Dedim onbeş nedir dedi ya-şımdır"

BABA — Senin mi bu?

KABADAYI — Elbette... Bir şüphen mi var?

BABA —Ben Erzurumlu Emrah'ın zannediyordum da..

KABADAYI — (Birden sinirlenir) Erzurumlu mu?.. Kim ulen bu Erzurumlu? O Erzurumlu ise bize de Kasımpaşalı derler... Yakarım valla... Söyle ona her gördüğü şiire benim demesin...

BABA — Söylerim oğlum sinirlenme... Ayıp bu Erzurumlu'-nun yaptığı... Ben görünce söylerim... Sinirlenme.

KABADAYI —Ben sinirlendim mi adamı keserim.

BABA — Kes oğlum kes...

KABADAYI — Kafasını koparırım...

BABA —Kopar oğlum kopar...

KABADAYI — Dişlerini sökerim...

BABA —Sök oğlum sök...

KABADAYI — Sarsaklarım çıkarırım...

BABA — Aaa... Anladım... Sen kasapsın.

KABADAYI — Ne kasabı ülen, şairiz dedik ya... (Üzerine yürür.)

BABA — Dur sinirlenme oğlum şaka yaptım.

KABADAYI — Şaka yaparken kaka yapma...

BABA — Böyle korkutursan onu da yapacağım galiba...

KABADAYI — Beni sinirlendirme... Haa... Şey... Sen hiç şiir yazar mısın?

BABA — Eskiden yazardım.

KABADAYI — Hadi birini oku da dinleyelim?

BABA — Aklımda yok...

KABADAYI — (Üzerine yürür) Hadi oku kafamı bozma...

BABA —Dur evladım...

KABADAYI — Oku!..

BABA — Çok küçükken yazardım... ufacık, bebekken...

KABADAYI — Ulen insan bebekken şiir yazar mı?

BABA — Yazar!.. Ay... Yazmaz... İnsan önce büyür sonra yazar.

KABADAYI — Lafı geveleyip durma, hadi oku bir şiir!

BABA —Hay Allah! (Çabuk çabuk okur):

"İstanbul'dan Üsküdar'a yol gider Hanımlara deste deste gül gider"

KABADAYI — Afferin be! Sende iş var!

BABA —Nasıl? Beğendin mi?

KABADAYI —Çalış çalış fena değil.

BABA —Hadi şimdi sen içeri geç kahveni iç istirahatına bak.

KABADAYI — Dur yahu biraz daha edebî sohbette bulunalım...

BABA — Geç oğlum geç... KABADAYI — Yavaş ol (Üzerine yürür) BABA — İçeride istirahat buyur evladım... Yine senle şiirler okuruz.

KABADAYI — Hah... Öyle de (Konuşarak sahneden çıkar) Beni sinirlendirme... Ben sinirlendim mi adamı keserim dişlerini sökerim... Kafasını koparırım..

BABA — (Kabadayı'nın sözleriyle alay ederken içeriye Azeri gelir) Ben sinirlendim mi adamı keserim... Dişlerini sökerim... Kafasını koparırım... (Bu sözlerin kendisine söylendiğini zanneden Azeri korkar geri çekilir. Azerinin korktuğunu gören Baba onu korkutmaya devam eder.)

— Keserim...

AZERİ — (Geri kaçar)

BABA — Koparırım...

AZERİ — (Geri kaçar)

BABA —Hop!

AZERİ —(Geri kaçar)

BABA — Sen de nerden çıktın be adam?

AZERİ — Aralık bulmişem kapıdan gelmişem... Selamuna-leykum...

BABA — İyi etmişsen... Aleykümselam...

AZERİ — Merhaba...

BABA —Ha!

AZERİ — (Elini başına götürerek) Merhaba... Merhaba...

BABA — Haaa... Merhaba merhaba...

AZERİ — Özün ey isen inşallah...

BABA — Gözüm iyi de kulağım biraz ağır işitiyor.

AZERİ — İşitmişem bir gözel hatun kişi var imiş harda acep?

BABA — Efendim?

AZERİ — Harda o hatun kişi hardaaa?

BABA — Haaa. Burda burdaaa...

AZERİ —Eyyi... Görmek isterem.

BABA — İsteremle olmaz. Hele bir anlayalım dinleyelim in misin cin misin, arlı mısın arsız mısın, hırlı mısın hırsız mısın... Memleketin neresi?

AZERİ — Azerbeycan menim memleketim.

BABA — Taa Azerbeycandan İstanbul'da işin ne?

AZERİ — İstanbul menim öbir memleketim.

BABA — Başka memleketin var mı?

AZERİ — Vaaar... Semerkant var... Bağdat var... Musul var... Hem Şam var Şaaam var...

BABA — Şaam var... Dondurma kaymak... Anan baban var mı?

AZERÎ — (Üzgün) Hardaaa. Harda?

BABA — Ne bileyim ben hardaaa?

AZERİ — Gettii... gettiii... vaaah vah:

BABA — Vah vah!

AZERİ — Ana yoh baba yoh... Gardaş mardaş hiiiş bişe yoh!

BABA — Tertemiz.

AZERİ — Teeer temiz.

BABA — Olsun olsun... Ne iş yapıyorsun?

AZERİ — Ne iş var dünyada?

BABA — Her iş var.'

AZERİ — Her bir iş yaparam... Hammal olurem... Esnaf olurem... Memur olurem... İçki yoh kummar yoh... Erken yatarem erken kalkarem..

BABA — İyi iyi, evin nerde senin?

AZERÎ — (Kendisini göstererek) Ahhaaa...

BABA — Nasıl ahhaaa?..

AZERİ — Nerda ahşam orda sabbah.

BABA — Olur mu canım, çul yok çaput yok

AZERİ — Ne çul var ne çaput var... Ne ana var ne baba var... Gardaş mardaş hişş bişe yoh...

BABA — Sen yokluğa alışmışsın... Evlenme, hiçbir şeyin olmasın.

AZERİ — İhtiyarlık vaaaar...

BABA — Haaaa... sen ihtiyarlık için evleniyorsun.

AZERİ — Hastalık vaaar.

BABA — Anlaşıldı anlaşıldı... Hadi şimdi sen içeri istirahat et bir kahve iç.

AZERİ — Kahve vaaar?

BABA — Var var geç.

AZERİ —Eyyi... Ekmek var?

BABA — Allah Allah... (Sinirlenir) Ekmek var, peynir var... Burası lokanta mı, hadi geç içeri (Azeri'yi iter) Geç... (Arkasından alay eder) Ekmek var... Peynir var... Biraz daha dursa yatacak yer isteyecek...

(Kapı açılır içeriye kekeme girer... Bir gözünü tik olarak devamlı kırpmakta ve bir omuzunu devamlı oynatmaktadır.)

BABA —Ay... Bulduk...

KEKEME —Me... me... mer... hab... hab... haba...

BABA — Merhaba merhaba. Oğlum sendeki bu bozukluk anteninden mi, yoksa kanallarda mı arıza var?

KEKEME — (Tavana bakarak konuşmaya çalışır) Arrr..arr... arrz...

BABA — (Onun gibi tavana bakarak) Geldiler... :

KEKEME — Arrz... arzı... hür... hürmet...

BABA — Arzı hürmet ediyorsun.

KEKEME — (Başını sevinerek sallar) Heh...

BABA —Adın ne?

KEKEME — Ce-ce-cem...

BABA —Cem Cem... Tamam.

KEKEME —(Devam eder) Ce... Cema... Cema...

BABA — Haa... Yorulma yavrum Cemal Cemal...

KEKEME — (Devam eder) Cema... Cema... Cemalet... Cemalet..

BABA — Cemalettin Cemalettin... Bu uzun ismi sana yomlasın diye mi verdiler? Senin adını kısaltalım... Cem olsun.

KEKEME — Ce-Cem.

BABA — Hah! Ce-Cem olsun... Sen yorulma ben sorayım sen başım salla.

KEKEME — (Sevinerek başını sallar) Heh!

BABA — Annen baban var.

KEKEME — (Ses yok tik var)

BABA — annen var, baban yok...

KEKEME — (Ses yok tik var.)

BABA — Baban var, annen yok...

KEKEME — (Ses yok tik var.)

BABA — İkisi de cızz!

KEKEME — (Üzüntülü) Heh!

BABA — Bir işte çalışıyorsun.

KEKEME — (Evet anlamında başını sallar.)

BABA —Fırıncı...

KEKEME — (Ses yok)

BABA — Mavan, bakkal, terzi, saka, macuncu, şekerci, oduncu, demirci, muhallebici, turşucu, çöpçü, marangoz, eskici, ayakkabıcı... Bu seninkinden uzun sürdü... Necisin sen...

KEKEME — Me... me.. memu... memur...

BABA — Memur mu? Yandı sana işi düşen vatandaş. Demek memur... Hadi memur diyelim ama memura kız verilir mi yavrum... Aldığın maaş ev kirasına yetmez.

KEKEME — Yan... yan... yan... gel... gel... (aynı zamanda kalçasını yana doğru oynatır.)

BABA — Oo! Yan gel diyor...

KEKEME — Yan gel... gelir... yan gelirim...

BABA — Yan gelirsin tabii... Yan gelmeyip de ne yaparsın?

KEKEME — ... Gelir... gelirim... va... var... var...

BABA — Aaa! Yan gelirim var diyor... Oldu... Şimdi oldu. Yan gelirin varsa tamam. Neyin var.

KEKEME —Bağ... bağ... (Eliyle boğazını sıkar) BABA -/ Boğma yahu!..

KEKEME — Boğaz... boğaz... da... da... ya... yalı... Ayı... ayı... ayı...

BABA —Ben mi ayı?

KEKEME — Ayrıca... ayrıca... hû... hüç kat... katlı... bi... bii... rev...

BABA —Hüç... Ay! üç katlı ev... İyii... Başka?

KEKEME —Hav... hav... hav...

BABA — Eyvah havlamaya başladı.

KEKEME —Havuz... Havuz.. (Eliyle başını işaret eder)

BABA — Havuza başını sokacaksın...

KEKEME —Ba... ba... başı... başında... ABA — Havuzbaşı'nda

KEKEME —Bi... bi... rev

BABA — avuzbaşında bi-rev... ev... İyi... (Kalçasını yana sallayıp Kekeme'nin taklidini yaparak) Başka yanın var mı?

KEKEME — (İki elini kaldırarak yok işareti yapar) L... Ihhh...

BABA — Peki senin evlenmen için doktorlar rapor verirler mi?

KEKEME — (Eliyle "Boşver" işareti yapar) BABA — (Aynı işareti yaparak) Olur mu? KEKEME —Ho... ho... holur... holur... BABA — — Hadi sen içeri geç istirahat et..
 
Son düzenleme:
DAMAT ADAYLARI (devamı)
KEKEME — Be... be... ben... bi... bi... biraz... ke... ke... keke... kekemeyim.

BABA — Aaa! Biraz kekemeyim diyor... Yok canım, hiç belli olmuyor merak etme.

KEKEME — A... a... aça... ca... acaba be... be... beni be... beğen... beğenir mi?

BABA — Nasıl beğenmez evladım... Baksana her tarafın fıkır fıkır oynuyor. Kekeme olduğunu da söyleme hiç belli olmuyor. Bülbül gibi şakıyorsun hiç merak etme.

KEKEME —İ... i... iyi be... be... ben... bul... bul... bul... gi... gibi... şak... şak... şak... şakk...

BABA — Dur dur! Sabaha kadar "şak şak" deyip duracaksın.

Hadi sen içeri geç ; i

KEKEME — Şak... şak... şak... BABA —Geç geç...

(Kekeme "Şak şak" diyerek içeri geçerken Baba üzgün İbiş'e bağırır.

BABA — İbiiiiş... Yetiiiiş... (Diyerek o da sahneden çıkar).

(Baba İbiş'in kolundan tutarak üzgün bir vaziyette sahneye gelir)

BABA — Yandım İbiş bunlar ne? Bunlardan damat mı olur? Ah zavallı kızım...

İBİŞ — Üzülmeyin efendim.

BABA — Nasıl kurtulacağım bunlardan?

İBİŞ — Ben kurtarırım efendim.

BABA — Deme yahu. Nasıl?

İBİŞ — Yalnız bir şartım var.

BABA —Şart mı? Nasıl bir şart?

İBİŞ — Şimdi değil, onları savdıktan sonra söylerim., ama muhakkak kabul etmelisin.

BABA — Aman, kabul kabul..

İBİŞ — Ama sözünden dönmek yok.

BABA — Yahu elimden gelirse yaparım.

İBİŞ — Gelir gelir.

BABA — Tamam öyleyse...

İBİŞ —anlaştık... Bekle...

(İbiş sahneden çıkar. Biraz sonra elinde bir eteklik ve iki yazma ile gelir. Paçalarını sıvayarak etekliği giyerken Baba hayretle ve endişe ile ona bakarak kendi kendine söylenmektedir.)

BABA — Eyvah! Bu da delirdi galiba... Yandım... Bu da onlardan... Ben ne yapsam acaba? Evimi deliler bastı.

İBİŞ — Hadi gel... Söyleneceğine bana yardım et..,

BABA — İbiş yavrum delirdin mi?

İBİŞ — Anlamadın mı hâlâ?

BABA — Bende anlayacak akıl mı kaldı?

İBİŞ — Ben senin kızınım... Hadi şu yazmanın birini yüzüme peçe yap, birini de başıma örtü.

BABA — Ne kızı yavrum?

İBİŞ — Yahu ben senin kızının yerine o adamlara görüneceğim...

BABA — Aa! anlıyorum galiba...

İBİŞ —İyi ki anladın.

BABA — Dur sana yardım edeyim.

(Baba yazmanın birini peçe gibi İbiş'in yüzüne örter birini de başına dolar.)

İBİŞ — Nasıl oldum?

BABA — Rahmetli anana benzedin. İBİŞ — İyi... Hadi çağır bakalım birini.

BABA — Hangisini çağırayım?

İBİŞ — Karadenizli'yi çağır.

BABA — (Karadenizlininin taklidini yapar) Benum mi?.. (İçeriye seslenir.) Hey! Sen gel.

(Karadenizli içeri girer, etrafına bakındıktan sonra):

KARADENİZLİ — Bu mi?

BABA —Bu...

KARADENİZLİ — He mi?

BABA — He he... Hadi yüzüne bak

KARADENİZLİ — Ben mi?

BABA — (Kızarak) Ben.

KARADENİZLİ — Baksana oyleysa...

BABA — Yahu yine başladı... Adamı deli eden (kızarak) Hadi bak.

KARADENİZLİ — Ben mi?

BABA —Sen... Bak.

KARADENİZLİ — Bakayim (Yaklaşır, dunır) Uy... Utanuy-rum...

BABA — Utanma utanma yemez seni...

KARADENİZLİ — Yemez mi?

BABA — Yemez yemez... Hadi aç

KARADENİZLİ —Ya yersa?

BABA — Yemez yahu yemez

KARADENİZLİ — Yemez da?..

BABA — Ulan açacak mısın peçeyi?

KARADENİZLİ — Açayim açayım... (Peçeyi açar) Uyyy... Bu nedur?

BABA — Kız bu kız...

KARADENİZLİ — Bu o iki gözi olan kız mi?

BABA — Evet, iki gözü ile bir burnu olan kız bu.

KARADENİZLİ — Ama bu kızun iki gözi var da yok giJH.... Bir burni var da küp gibi... Hem sakallari çikmiş da ot gibi... Kız değil de kasapluk et gibi...

BABA — Elimizde olan bu, işine gelirse. KARADENİZLİ — Başka kiz yok mi?

BABA — Ulan başlarım şimdi...

KARADENİZLİ — Kızma daaa birden bu güzellügi görince şaşurdum... Ne diyeceğumi bilemiyrum. Müsaade et biraz düşu-niyim... ......

BABA — Düşün düşün...

KARADENİZLİ — Ben bakarsun bir gün gene uğrarum...

BABA — Aman uğra...

KARADENİZLİ — Ama sen beni beklendi... Müşteri buldun mi ver

BABA — Güle güle, güle güle

(Karadenizli sahneden çıkar. Baba, Ibiş'e dönerek):

BABA — Aman birinden kurtulduk... Kolay oldu bu.

İBİŞ — Hadi başka birini çağır...

BABA — Azerbeycanlı'yı çağırayım... Aman adamı korkutma. (Seslenir) Hey! Sen gel. (Azeri ürkek adımlarla gelir, ibiş çirkin görünmek için yanaklarını şişirir. Fakat bu tombul yanaklar Azeri'nin hoşuna gider):

AZERİ — Aminin maşallah maşallah... Ne semiz giz bu... (Baba'ya dönerek) Şu yanahlara bah... (Vaziyeti iyi görmiyen İbiş yanaklarını çukur gibi yaparak bir gözünü de şaşı gibi yapar... Bunu gören Azeri şaşırır) amaniiin... Birden zaif oldu... Kime bahir bu kız?

BABA — Sana bahir sana...f?

AZERİ — Yoh... Billa bana bahir gibi deee... Sana bahir.

BABA — İyi bu iyi, gözü dışarda olmaz.

AZERİ — Valla bu içeri bahar gibi yapar da dışarı bahar.

BABA — Yahu nere bakarsa baksın sana ne?

AZERİ — Olmaaaz, nere baharsa ora bahsin.

BABA — Bunun huyu güzel huyu...

AZERİ — Huyu gözel de tüyü bozuh.

BABA — Tamam tamam... Sana zorla kız mı vereceğiz?

AZERİ — Aman bunu zorla birine ver, yohsa elinde kalır.

BABA — Hadi hadi bakalım güle güle, güle güle...

AZERİ — Ama ben bekâr mı kalacam?

BABA — Senin de elbet bir kısmetin vardır.

AZERİ — (Sevinerek) Hardaaa?

BABA — Dağdaaa dağdaaa...

AZERİ — (Durgunlaşır... Babaya bakarak) Men seni çok sevmişem...

BABA — İyi etmişsen ama evlenecek olan (İbiş'i göstererek) bu...

AZERİ — Bu giz kime çehmiş?

BABA — Kime çekmişse çekmiş... Sana ne?

AZERÎ — Anasına mı çehmiş?

BABA — Anasını karıştırma.

AZERİ — Sana hiiiş çekmemiş.

BABA — Çekmemiş çekmemiş...

AZERİ —Bu giz senden değil mi ki?..

BABA — Hoppala... Sen bu işlere fazla karışıyoron (Kızarak Azeri'yi iter) Hadi bakalım... Hadi yürü.

AZERİ — Men seni çoh sevmişem...

BABA — (Azeri'yi sahne dışına doğru iter.) Hadi yürü be yürü...

AZERİ — Bu giz kime çehmiş?

BABA — (Azeri'yi pataklıyarak sahneden atar geri döner) Kime çekmiş... Kime çekmiş (Ibiş'e) Kime çektin ulan sen? Muhakkak babana çekmişsindir.

İBİŞ — Babamı karıştırma... Hadi başka birini çağır.

BABA — Ce-Cem'i çağırayım bari (İçeriye bağırır) Ce-Cem

(Kekeme yavaş yavaş gelir. Baba'ya bakarak sorar):

KEKEME —Ne... ne... ne... nerde?

BABA — (Eliyle göstererek) Bur-bur-bur-burda!

KEKEME — (Birden İbiş'i görünce ürker. Diğer omuzu da oynamaya başlar) Bu... bu... bu... bu... bu...... (Başka bir şey

söylemeden devamlı tekrar eder.)

BABA — Zavallının iki omuzuna da indi. Ne oldu yavrum?

KEKEME — Bu... bu... bu... bu... şaş... şaş... şaş... şaş-ı... şaş-ı

BABA — Eğer kıza kusur bulacaksan hiç uğraşma. KEKEME —Ağ... ağ... ağzı eğ... eğ... eğ... eğri

BABA — Başka başka?

KEKEME — Bac... bac... bacak... bacakları çar... çar... çarpı... çarpık.

BABA — Anadan doğma bu çarpıklık; bunlar kusur sayılmaz. Önemli olan iç güzelliği.

KEKEME — Di... di... dışın... dışında ha., hayır yo... yok i... i... içi de ba... bo... bozuk... bozuktur. E... elin... elinden i... iş ge... gelir... gelir mi... ağ... ağ... ağzı la... laf ya... ya... yapar... yapar mı?

BABA — Ağzı laf yapmaz... Kekeme bu kekeme... İkiniz akşamdan konuşmaya başlasanız sabaha kadar yarım sayfa dolduramazsmız.

KEKEME —Ti... ti... tipim de... de... değil.

BABA — Bunun tipi bozuk yavrum. Sen maşallah fidan gibisin... Bu tipsizi alıp da ne yapacaksın?

KEKEME — Hay... hay... hayırlı kıs... kıs-met.

BABA — Sağol yavrum sana da hayırlı kısmet. (İbiş'e dönerek) En efendisi buydu ama her güzelin bir kusuru var işte... İBİŞ — Doğru... En kusurlusu da içerde oturuyor; hadi çağır da gelsin.

BABA — Ay!.. Ben onu unutmuştum... Hadi sen çağır... İBİŞ — Çağır çağır...

BABA — Ben korkarım... Bu adam ikimizi de keser.

İBİŞ —Korkma, çağır.

(Bu sırada Kabadayı sahneye gelir.)

KABADAYI — Len!.. Ne o iki saattir dırdır ediyorsunuz burada (İbiş'i görünce) Vayyy... (Yarım bir tur atar. Bıyık burarak gülümser?)

BABA — Ne o?

KABADAYI — Helal baba, sevdim kızını...

İBİŞ —Ay!... Yandım...

BABA — (İbiş'e) Dur evladım, kurtarırım seni. (Kabadayı'-ya) Şey ... Oğlum... Bu kız şey... Cadaloz bu cadaloz... Yedi mahalle ile kavga eder.

KABADAYI — Kavgacı demek ha! Yaşa be kız... (İbiş'in omuzuna kuvvetle vurur; ibiş sendeler) Oldum olası pısırıklardan nefret ederim... Kız dediğin tuttuğunu koparmalı! (Omuzuna tekrar vurur)

İBİŞ — Ay... Amma ağır eli var.

BABA — Yahu oğlum iyi bak, bu kız şişman... Yaaa şişman...

KABADAYI — Tamam baba, bu güç kuvvet demektir. İftira

atma... Nasıl olmuş da bugüne kadar talip çıkmamış kıza?

BABA — (İbiş'e) Sevdi seni...

İBİŞ — Aaa! Başlarım haaa...

BABA — (Kabadayı'ya) Oğlum bu ki* (Yaklaşarak kulağına söyler) Geceleri yatağına yapar...

KABADAYI —Yaaa?.

BABA —Yaaa!

KABADAYI — Doktora götürdünüz mü?.. Hocaya okuttuğa mu?.. Geçer... Geçer..t

BABA — (Üzüntülü) Şey oğlum?.. (Birden aklına bir fikir gelip coşarak) Birinci kocası da öyle demişti... Ama geçmeyince kaçıp gitti adamcağız...

KABADAYI — HaaL Bu dul mu bu?..

BABA — Dul dul... Hem de kaç kocadan dul... En son kocasının yemeğine fare zehiri koymuştu...

KABADAYI —Deme!

BABA — Dedim dedim... Senin başını da yakmasın... Ben malımın kusurunu söyleyeyim de öyle al..

KABADAYI — Tabii... Doğru olmak gerek... Şey... Hay Allah... Saat kaç yahu? Benim bir işim vardı... Geç oldu galiba? Ben sonra uğrarım... Aceleydi... Hadi bana eyvallah...

BABA — Güle güle... Sakın geç kalma erken gel..

İBİŞ —Oh be!

BABA — Oh ya... Ben olmasaydım gitmiştin... Nereni sevdi Mnin bu adam?

İBİŞ — İşte... Seni kurtardım bu adamlardan... Gelelim ikimiz arasındaki söze...

BABA — Söz mü?.. Ne sözü?.. Haaa... Evet... (Cebinden bir avuç para çıkarmış gibi yaparak en küçüğünü seçip İbiş'e verir.) Buyur bakalım bu da senin hakkın.

İBİŞ — Bu mu? (alaylı) Bu çok yahu! BABA —Hak ettin...

İBİŞ — Sağol... Şey!... Kızı kurtardık bu serserilerden... Hayırlı bir kısmet çıkar inşallah...

BABA — Benim ümidim kalmadı...

İBİŞ — Öyle deme. Belki de kısmeti burnumuzun dibindedir. (Babanın burnunun dibine yaklaşır.)

BABA — Burnumun dibinde olsaydı kokusunu alırdım...

İBİŞ — Koku mu? (İbiş maksadını söyleyemez... Konuşmak için bir konu düşünür.) Şey... karşı konaktaki Kahya Murtaza vur ya... Evlenmiş...

BABA — Bana ne yahu Murtaza'dan?..

İBİŞ — Hem de konak sahibinin kızını almış...

BABA — İyi halt etmiş... Kahyaya kız verilir mi?

İBİŞ — AaaL. Bu laf bana mı?

BABA —Ne lafı?

İBİŞ — Ben de kahya değil miyim?

BABA — Sana lafım yok.

İBİŞ — Evet... Murtaza iyi etmiş...

BABA —İyi-kötü... Bana ne?

İBİŞ — Konak sahibi Murtaza'yı çok severmiş.

BABA — Demek ki işinin ehli imiş.

İBİŞ — Ne demek? Ben işimin ehli değil miyim?

BABA — Yahu lafı dolaştırıp neden kendine getiriyorsun?

İBİŞ — Yok canım... da... Murtaza eskiden konak sahibine "beyim" diyordu şimdi "baba" diyor.

BABA — Tabii baba diyecek canım!

İBİŞ — Ben de olsam baba derdim.

BABA — Yahu senin ağzında bir bakla var galiba?

İBİŞ —Ne baklası?

BABA — Hadi çıkar baklayı çıkar!

İBİŞ — Çıkara çıkara bakla mı kaldı?.. Yani demek istediğim Murtaza....

BABA — Bırak şu Murtaza'yı

İBİŞ — Murtaza'yı bıraktım...

İBİŞ — (Gözünü yumar, ağzım açar) Bakla kızda yahu... Bakla senin kızda!...

BABA — Benim kızda mı? Ne baklası?

İBİŞ — (Babanın anlayışsızlığına iyice sinirlenir. Ne anlayışlı adam yahu? Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile kızını bana ver... (Rahatlar.) Offf...

BABA — Yahu böyle pat! diye kız mı istenir? Bir görücü gönderip istet bari...

İBİŞ — İyi... Git babasından iste bari...

BABA — Babasından mı? Babası benim...

İBİŞ — İyi ya!... Benim senden başka kimim var?

BABA — Doğru ya... Ben de sana kızı verdim gitti... Allah İbesut etsin... Öp bakalım elimi...

İBİŞ — (Sevinçle Baba'nın elini öperek) Allah razı olsun. BABA — Ee! Şimdi ne iş yapacaksın bakalım?

İBİŞ —Ne işi?

BABA — Evlenince de burada mı kalacaksın? İBİŞ — Şey... Karşı konaktaki Murtaza...

BABA — (Sözünü keserek) Tamam... anlaşıldı... Hadi şimdi seyircilerden özür dileyelim de düğün hazırlıklarına başlayalım...

(Seyirciye dönerler... Diğer oyuncular da gelerek selam verirler.)
 
Son düzenleme:
DEDİKODU (MONOLOG)

Dedikoduyu hiç sevmem. Başkasının etlisine, sütlüsüne karışmak hiç hoşuma gitmez. Neme lazım, bu huyumdan çok memnunum.


Bu yıl okullar açıldı açılalı hiçbir arkadaşıma, “Gözünün üstünde kaşın var.” demedim. Söz aramızda, Bazı çocuklar pek alıngan olurlar. Hele bir tanesi var ki, şimdi adı gerekli değil, buluttan nem kapar.


Geçenlerde ona, “Kardeşim, aritmetik problemlerini çözerken evde sana kim yardım ediyor?” dedim. Vay efendim vaay... Sen misin bunu soran? Açtı ağzını, yumdu gözünü de söylemediğini bırakmadı bana...


Oysa sıra arkadaşı Fikret’ten, pardon, adını söylememeliydim, kaç kez duydum. Ödevlerini hep ablasına yaptırıyormuş. Neme gerek, kim yaptırırsa yaptırsın. Öğretmen anlamaz mı sanki? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncü de ele geçer.


Neme gerek, biz kendi işimize bakalım. Dedikoduyu hiç sevmem doğrusu. Falan şöyle yapmış, filan böyle yapmış. Bana ne? Her koyun kendi bacağından asılır.


Ha, koyun dedim de hatırıma geldi. Geçen gün sınıfta öğretmenimiz yanımızdaki arkadaşa:


- Koyunla keçi arasındaki benzerlikleri söyle, dedi. Çocuk ne dese beğenirsiniz? Koyunun eti, sütü, kellesi, kuyruğu keçiye benzermiş...


Benzese bari. Kendimi tutamadım, fık diye güldüm. Bana öfke ile baktı. Koyunla keçiyi tanımayan bu çocuk kim, biliyor musunuz?


Söylemem. Söylersem dedikodu olur. Zaten çok alıngan bir çocuk. Ona sınıfta herkes Mıhladız Süleyman, diyor. Ne söylense hemen kendine çekiyor. Neme gerek, benim bir şey söylediğim yok. Dedikoduyu hiç sevmem...


Sınıfta 50- 60 çocuğuz. Hiç birimizin huyu ötekine uymuyor. Hele bir çocuk var ki, adı gerekli değil, dedikodu yapmadığı gün yoktur. Beni ona çekiştirir, onu bana çekiştirir.


Bir gün dayanamadım:


- Sabahat, dedim, bu yaptığın doğru değildir. Bırak artık şu dedikoduyu. Herkesi birbirine katacaksın...


Durdu durdu da bana ne söyledi bilir misiniz? Söylemem, dedikodu olur.


(Seyircilere doğru eğilir. Elini ağzına koyar. Hafif sesle:)


Ama, siz yabancı sayılmazsınız. Benden duymuş olmayın. O çocuk bana:


-Dedikoducu senin gibi olur, dedi.
 
Son düzenleme:
DEDİKODUYU HİÇ SEVMEM (MONOLOG)
Dedikoduyu hiç sevmem. Başkasının etlisine, sütlüsüne karışmak hiç hoşuma gitmez. Neme lazım, bu huyumdan çok memnunum.

Bu yıl okullar açıldı açılalı hiçbir arkadaşıma “Gözünün üstünde kaşın var.” demedim. Laf aramızda bazı çocuklar, pek alıngan olurlar. Hele bir tanesi var ki, şimdi adı lazım değil, buluttan nem kapar.

Geçenlerde ona; Kardeşim dedim, Matematik problemlerini çözerken evde sana kim yardım ediyor? Açtı ağzını, yumdu gözünü de bırakmadı bana…

Oysa sıra arkadaşı Ali’den şey pardon adını söylememeliydim söylemediğini, kaç kez duydum. Ödevlerini hep ablasına yaptırıyormuş.Neme gerek, kime yaptırırsa yaptırsın. Öğretmen anlamaz ki sanki……? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde de ele geçer.

Neme gerek, biz kendi işimize bakalım. Dedikoduyu hiç sevmem doğrusu.Falan şöyle yapmış, filan böyle yapmış.Bana ne? Her koyun kendi bacağından asılır.

Ha, koyun dedim de aklıma geldi. Geçen gün sınıfta öğretmenimiz yanımdaki arkadaşa: “Koyunla keçi arasındaki benzerlikleri söyle!” dedi. Çocuk ne dese beğenirsiniz?Koyunun eti, sütü, kellesi keçiye benzermiş……

Benzese bari. Kendimi tutamadım, fık diye güldim.Bana öfkeyle baktı.Koyunla keçiyi tanımayan bu çocuk kim, biliyor musunuz?

Söylemem, söylemem.Söylersem dedikodu olur.Zaten çok alıngan bir çocuk. Ona sınıfta herkes mıknatıs Süleyman diyor. Ne söylense hemen kendine çekiyor.Neme gerek benim bir şey söylediğim yok. Dedikoduyu hiç sevmem……

Sınıfta 42 çocuğuz.Hiç birimizin huyu ötekine uymuyor.Hele bir çocuk var ki, adı gerekli değil, dedikodu yapmadığı gün yoktur.Beni ona çekiştirir, onu bana çekiştirir.

Bir gün artık dayanamadım.

-Ayşe, dedim, bu yaptığın doğru değil.Bırak artık şu dedikoduyu. Herkesi birbirine katacaksın……

Durdu durdu da bana ne söyledi bilir misiniz? Söylemem, söylersem dedikodu olur.

(Seyircilere doğru eğilir. Elini ağzına koyar, hafif sesle:)

Ama, siz yabancı sayılmazsınız. Benden duymuş olmayın.O çocuk bana:

-Dedikoducu senin gibi olur, dedi.
 
Son düzenleme:
DEĞİŞİM

ŞAHISLAR: ORHAN,ZİŞAN,FEHİMAN,GÜZİN,FİKRET,VİLDAN,HAZAL.


Vildan: Daha bizim evlerimiz bitmeden kütüphaneyi bitiriyorlar. Bir heves,bir heves! Sinir ediyorlar insanı.

Zişan: Yeni taşındığınız zaman canınız sıkılmaz işte Vildan. Kütüphaneniz hazır,hemen gidip okur araştırırsınız.

Vildan: Aman çok da meraklıydım. Hiç gitmem ben o kütüphaneye. Güzelim yüzme havuzunu iptal ettiler.

Hazal:Vildan bunu da bir havuz say. Bilgi havuzu...

Zişan: Ne havuzu bir umman. Duyduğuma göre gelen kitaplar,dergiler en kalitelilerindenmiş.

Fehiman: Ay Vildan Abla akşam babam da gelip görmüş. Çok güzelmiş kütüphaneniz. Vaktinde biz de oradan ev alsaymışız.

Vildan: Hiç gözümde yok valla. Nihat’ı da kandırdılar. O kütüphane yüzünden oturma odasının kartonpiyerleri iptal edildi.

Fehiman: Boş ver Vildan Abla,o duvarların tepesindeki süsleri ne yapacaksın?

Hazal:Öyle de sevimsiz şeyler ki,yakışır hiçbir tarafı yok. Taş üstüne taş yapıştırmaktan ne zevk alırlar?

Vildan: Taş üstüne taş mı? Hiç öyle olur mu Hazal Abla? Hem bizimki sıradan kartonpiyerlerden değil. Üç renkli yaptırdım ben. Bakmaya doyamazsın.

Zişan: Boşuna boyatmışsın. Ben hiç başımı kaldırıp bakmam bile.

Fehiman: Ben de bakmam. Kütüphanenize inerim hemen.

Vildan: İyi git sen Fehiman. Ben de balkona oturur çay içerim. Eh Onur da okula başlıyor. Tahta boyama kursuna gidip neler neler yapacağım...

Hazal:Bak hele,şimdi de tahtaları ziyan edecekler. Önce boyadıklarınızı sehpalara süs yapacaksınız. Hevesiniz geçince de nereye koyacağınızı bilemeyeceksiniz Vildan. Ondan sonra da atsan atılmaz,satsan satılmaz.

Vildan: Ben antika işler çıkaracağım.

Hazal:Zaten hepiniz antika yapıyorsunuz canım! Boncuk çiçekleriniz, mefruşatınız, peçvörkünüz, daha bilmem neyiniz. Bu gidişle tüm Türkiye koruma altına alınacak.

Fehiman: (Eğlenceli) Bence bu işi ABD iyi yapar. “Durun bakalım,siz beceremiyorsunuz,bundan böyle tarihi eserlerinizi ben koruyacağım.” Diyebilir mesela. Ve yargılama süreci başlar.

Zişan: Fehiman çayı biraz daha geciktirirsen,görevi ihmalden biz seni yargılayacağız.

Fehiman: Aman ha! İşte gidiyorum. İlknur ne zaman gelir Vildan Abla? Ben onu bekleyip onunla birlikte içeyim çayımı.

Vildan: Ooo,hiç beli olmaz. Okuldan çıkınca bir yerlere uğramadan eve gelmez. Sen çayını iç.

Hazal:Vildan,İlknur küçük daha. Çıkıp da bir yerlere uğrayacak yaşta değil.

Vildan: Aaa beni mi dinleyecek,kafasına göre takılır o.

Hazal:İyi de Vildan o iyiyi kötüyü ayırt edemez,yazık çocuğa.

Vildan: Yok canım,kim demiş? Her şeyi biliyor. Artık benim aldığım kıyafetleri giymiyor,kendi seçiyor. Modası geçmiş olanlara dünyada dönüp bakmaz.

Zişan: Eee nasıl ayak uyduracaksın o çocuğa?

Vildan: Bana ne canım,beni dinlemeyeceğine göre istediği gibi davransın.

Zişan: İyi,sen de,o da,Onur’da,Nihat da istediğiniz gibi davranın,yaşayın.

Vildan: Geçen Onur bana ne dedi biliyor musun? “Off bu evde her şeye her şeye karışılıyormuş. Bir kurtulsaymış istediği gibi atari salonlarına gidermiş.”

Hazal:Kızım Vildan hiç iyiye gitmiyorsun. Bu elişi kurslarıyla,ev eşyalarıyla birkaç sene daha idare ettin diyelim. Sonra onlar da boş gelmeye başlayacak. Çocukların ayrı yollarda,Nihat bir başka havada, üzülüp bunalacaksın.

Vildan: Sanki şimdi üzülmüyor muyum? Ama ne yapabilirim? Nihat işten geliyor,eli kumandada, gözü televizyonda. Çok söylenirsem arada bir arabayla gidip alış-veriş merkezinde 1-2 saat oyalanıyoruz. Yatağa giriyorum uykum gelmiyor.

Hazal:Kızım yorulmayan vücudu uyku tutmaz ki!

Vildan: Neyle yorulayım?

Zişan: Vildan sabahları öğlene kadar yatıyorsun. Bu fıtrata aykırı. Gece dinlenmek,gündüz yorul-mak içindir. Vücudunun ihtiyacına göre davranmazsan vücut tepki verir.

Hazal:Kızım kaç senedir senin başıboş tavırlarına ben karşıdan dayanamıyorum. Bu gidişle en yakınların seni bırakacak. Yarın İlknur senin demode olduğunu düşünüp beğenmediğinde bozulacaksın.

Vildan: Merak etmeyin bugün de beğenmiyor. Geçen gün dedim ki,İlknur neredeydin,çok geç kaldın. “Ay anne,beni beklemekten vazgeç artık.İşim var,arkadaşlarım var.” Dedi. Sanki herkes beni itiyor Hazal Abla. Bir siz kaldınız etrafımda. Hep ben yanınıza geliyorum. Allah bilir gelmesem siz de aramaz-sınız.

Zişan: Vildan ne diyorsun? Sen bizim değerli arkadaşımızsın,kardeşimizsin.

Hazal:Bizi de bulamayabilirsin Vildan. Hayatının bir gayesi olmazsa nerede olsa orada bunalıp tıkanacaksın. Yapman gereken işleri ihmal etme.

Vildan: Aman sanki yapacak ne var?

Hazal:Yapacak ne mi var? Önce düşünmeyi öğreneceksin,yani tefekkürü,sonrası kendiliğinden gelir. Bir işten yorulup diğerine koşacaksın.

Zişan: Vildan bunları yapmaya mecbur olduğunun farkında Hazal. Fakat kendini ihmal ediyor. Bu ihmallikten çabuk kurtulacak inşallah

Hazal:Belki yeni evinde,yeni işlerle,yeni bir Vildan’la karşılaşacağız.

Fehiman: Belki....Fakat hiçbir zaman benimki kadar parlak ve benimki kadar lezzetli bir çay demleyemeyeceksin Vildan Abla.


(FON)

Fehiman: Güzin,Zuhal Abla’ya baksana.

Güzin: Hıı,görüyorum. Bebeğe bak,ne çabuk büyüdü. Adımları da mini mini.

Fehiman: Çok güzel yürüyor. Annesinin bir adımı onun üç adımı. Zavallı nasıl koşuyor.

Güzin: Eh annesine yetişmesi lazım. Zuhal Abla da daldırmış,çocuğun kolunu nasıl çekiştiriyor.

Fehiman: (Gülerek) Yine kütüphaneye gidiyordur.

Güzin: Ne işi var kütüphanede?

Fehiman: Karar vermiş,merak ettiği şeyleri sıralamış bir kağıda. Haftada en az iki kez gidip kitap-lardan araştıracakmış.

Güzin: Yaa bilmiyordum abla. Peki evinde kitapları yok mu?

Fehiman: Nereden olsun,yeni yeni alıyor. Hem de gerekli olan kitaplardan ikişer tane alıyor. Eşinden ayrılan kız kardeşi de merak sarmış,onu da düşünüyor.

Güzin: Erol Abi ne diyor bu işe?

Fehiman: Pek de hoşlanmıyormuş ama Zuhal Abladaki değişiklik işine geliyormuş.

Güzin: Neden?

Fehiman: Neden olacak,masrafları çok azalmış. Artık her aybaşını bir yığın borçla karşılaşmıyor-larmış. Mağaza mağaza gezip taksit ödemek bitmiş.

Güzin: Desene onun için kitapları almasına göz yumuyor.

Fehiman: Olabilir... Zuhal Abla çok ümitli,bir gün o da yanlışını fark edip düzeltecek diyor. Artık eve alkollü içecekleri getirmiyormuş.

Güzin: Bu da bir şey. Zuhal Ablayı dinlemeyebilirdi.

Fehiman: Dinliyormuş,saygılı olmak gerektiğini düşünüyormuş. Bilirsin demokrasiyi de savunur.

Güzin: Desene Zuhal Abla için bir avantaj.

Fehiman: Günün birinde Erol Abinin de dinini tanıyıp savunacağına inanıyorum.

Güzin: Olur mu dersin,o kadar değişir mi?

Fehiman: Değişirmiş. Zuhal Abla diyor ki,ya değişecek ya değişecek.

Güzin: Rukiye Abla gibi o da azmetti mi hiç yılgınlık göstermiyor.

Fehiman: Bana kalırsa Rukiye Abla bu ara biraz zorlanıyor.

Güzin: Eşinden dolayı değil mi? Ne diye evlendiyse sanki?

Fehiman: Evlilik de bir ibadet diye,neden olacak?

Güzin: Özlüyorum ama kaç aydır göremedik.


(ZİL ÜSTÜSTE ÇALAR)

Fehiman: Tatil gelsin,birlikte ziyaretine gideriz.

Güzin: Fikret’e zil çalmayı öğretemeyeceğiz. (Seslenir) Geldim geldim...


(KAPI SESİ) (AYAK SESLERİ)

Orhan: Selamun aleyküm...

Fehiman,Güzin:Aleyküm selam,erken geldiniz babacığım.

Orhan: Evet,Fikret dükkana uğrayınca hadi beraber çıkalım dedim.

Güzin: Fikret kayboldu,sesi mutfaktan geliyor.

Orhan: Canı tatlı istiyormuş. Şimdi ablamlara söylersem nazlanacaklar dedi.

Fehiman: (Neşeli) Allah’tan ki nazlanıyormuşuz. Oh ne güzel,hazır tatlı geldi.


(KAPI GÜRÜLTÜYLE AÇILIR)

Fikret: Baylar bayanlar,buyurun tatlıya.

Güzin: Of nefis,iyi ki annem yokmuş.

Fehiman: Evet bence de.

Orhan: Lütfen çocuklar,yemekten önce olmaz.

Fikret: (İtirazcı) Babaa,annemin yerine siz mi? Ben bekleyemem.

Güzin: Ben de bekleyemem.

Fehiman: Ben de,siz de isterseniz yemeği de annemi de bekleyebilirsiniz babacığım.

Orhan: (Şakacı) Bak sen,gösteririm ben size. Şu ellerimi bir yıkayayım.


(AYAK SESİ)

Fikret: (Ağzı dolu) Hımm nefis,iyi ki de almışım.

Güzin: Fikreet, yapma,babamı beklemen lazım.

Fikret: Bekleyeceğim abla,tadına baktım.


(AYAK SESLERİ)

Orhan: Annenize ayırdınız mı çocuklar?


(TABAK-ÇATAL SESLERİ)

Fehiman: Evet,bu tabak annemin.

Güzin: Şimdi abim olacaktı ki iştahla yesin.

Fikret:İyi ki de yokmuş. Onun payı da bana kalır.

Güzin: Niye sana kalıyormuş? (Yerken konuşur) Senden önce ben varım sırada.

Fikret: Yok canım padişahlık bile babadan oğula,abiden erkek kardeşe geçiyor. Tatlı mı kalmayacak?

Güzin: Ayy başladı yine. İyi hadi sus da ye. Şimdi senden tarih dinleyecek değiliz.

Fehiman: Bence anlatsın. Seni ilgiyle dinliyorum. Fikret,Çelebi Mehmet’ten bahsetsene.

Orhan: Fatih’ten bahsetsin. Daha zevkli. Roman okur gibi.

Fikret: Eğer ben padişahsam,emrediyorum geç ordunun başına. Yok padişah siz iseniz...

Güzin: Emredin bundan sonra tatlıyı çok yapsınlar.

Fikret: Hii bitti mi tatlı? Ben daha iki tane yedim.

Fehiman: Evet Fikret,ne diyordu Fatih?

Fikret: Abla (Ağlamaklı) Tatlı bitmiş,nasıl yediniz? Çok istiyordu canım.

Fehiman: Aaa Fikret,şurada beraber yedik canım. (Gülüşürler)

Orhan: Oğlum,iyi bir hatip,sözün ortasında tatlı yemez.

Fikret: Şimdi anneminkini yersem görürsünüz siz.

Fehiman: Yoo,bak ona dayanamam,al işte sana.

Fikret: (Neşeli) Vay be,demek ben konuşurken aşırıp arkaya sakladın,hiç fark etmedim.

Orhan: Bir daha uyanık ol,tuzağa düşme. Hiç acımaz bitiririz tatlıyı. Çocuklar bugün dükkana kim geldi biliyor musunuz?

Güzin: Hayır bilmiyoruz.

Orhan: Zuhal Ablanızın eşi Erol Bey.

Fikret: Her zaman uğruyor zaten.

Orhan: Bu kez geldiğinde namaz kılıyordum. Bitirince Allah kabul etsin diye dua etti. Önceden hiç ilgilenmezdi.

Fehiman: Siz de ona dua etseydiniz.

Orhan: Ettim tabi,etmez olur muyum? “Allah sizinkini de kabul eder inşallah” dedim.

Güzin: Erol Abi namaz kılmıyormuş ki. Zuhal Abla söyledi.

Orhan: Ben ona dua ettim,kılar inşallah.

Fehiman: Bence bunun önemini anlaması biraz zaman istiyor yalnız.

Güzin: Biraz da insanın kendisinde gayret olmalı. Bak Zuhal Ablaya,ne hızlı değişti.

Fikret: Senden hızlı olamaz abla.

Orhan: Çocuklar gazete nerede?

Fehiman: Buyurun baba.


(GAZETE HIŞIRTISI)

Güzin: Benim neyim değişti Fikret?

Fikret: Neyin değişmedi ki? O salkım saçak kıyafetleri görmüyorum artık üzerinde,her tarafında bir yırtmaç vardı.

Güzin: Ne olmuş sanki? Ablam izin vermiyor. Yoksa yine giyerim,beğeniyorum onları.

Fikret: Eskiden olsa; “Giyim tarzım seni ne ilgilendiriyor abla?” derdin.

Güzin: Hayır bir elbise için ablamı kıramam.

Fehiman: Fikret nasılsın? Bana bak bakayım,rengin nasıl?

Fikret: Hıh n’olmuş? Değiştin işte. Artık “Ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmem gerek.” Diye kasılmıyorsun.

Güzin: Ay Fikret,bugün tersinden mi kalktın ne? Çok şımarıyorsun.

Fehiman: Bence de Fikret,halbuki senin tatlını fazla bile verdim.

Güzin: Maksadımız ayakları üzerinde durabilsin.

Fikret: (Neşeli) Duruyorum. Başım dik,gözlerim ufukta ,meydan okuyorum hayata.


(ARALARDA GAZETE HIŞIRTISI)

Fehiman: Hayat meydan okumak için değildir Fikret.

Fikret: Meydan okumak,mücadele etmek için varız.

Güzin: Ne mücadelesiymiş bu?

Fikret: Yaşam mücadelesi.

Fehiman: Ne ayıp,hayat imtihandır. İman ve cihatla şekillenir. Yaşam mücadelesiymiş! Meselemiz dini Allah’a has kılmaktır. Böylece batılla cedelleşirken müminlerle dostlaşır,paylaşırız.

Güzin: Ya,gördün mü? Allah rızası için değil de kendi canı için uğraşanın canı çıksın.

Fehiman: Yoo öyle değil. Dua edelim,ıslah olsun. Biz de diğer layık olanlarda.

Güzin: Haklısın,ben ölümü kurtuluş sanıyorum.

Fikret: Bak gördün mü abla,yeni bir değişim geçirdin.

Güzin: Ooo Fikret Bey,ona bakarsan her an değişiyoruz. Nerede senin o vurdulu kırdılı filmlerin?

Fikret: Hıh!Eskisi gibi sevmiyorum,çok saçmaymış.

Fehiman: Bu seneyi hepimiz dolu dolu değişikliklerle yaşadık,çok şey öğrendik.

Güzin: Evet iki kez abim izine geldi,anneannemin ameliyatı,arkasından annemin ameliyatı.

Fikret: Annem hala iyileşemedi.

Fehiman: Evet,sesini çıkarmıyor ama bayağı halsiz.

Güzin: Beni dinlese,amcasına bakmaya gitmemeli,çok yoruluyor.

Fehiman: Ne yapsın,amcanın sevgiye,şefkate ihtiyacı var. Mecbur kalıyor.


(GAZETE KAPANSIN)

Orhan: Çocuklar yemek yemeyecek miyiz?

Fehiman: Tamam baba şimdi hazırlarım,lafa daldık.

Orhan:Elinizi çabuk tutun. Gidip annenizi alayım.

Fikret: Ben de geleyim babacığım.

Orhan: Tamam oğlum,hem amcayı ziyaret etmiş oluruz.

Güzin: Babacığım abim gelmeyi düşünmüyor mu?

Orhan: Yok kızım; “Bir yılda iki kez gelmek bütçemi sarstı,daha ileride gelebilirim.” Diyor.

Güzin: Ne yapalım,bekleyeceğiz. Annem üzülse de bir hayır vardır diyeceğiz.


(AYAK SESLERİ) (ÇATAL-KAŞIL SESLERİ)

Fikret: Abla yemek çok nefis görünüyor.

Güzin: Böylesine güzel yemek yapmayı da bu yıl öğrendin abla.

Fehiman: Yaa,annemin sorunları çıktıkça mecbur kaldım öğrenmeye....
 
Son düzenleme:
DELİ (BİR DELİ)
(Sakin bir ortam sahnede bir bank ve onun yanında çöp kutusu.bir adam bankın üstüne oturur ve elindeki dergiyi yada gazeteyi okumaya başlar,elindede bir çikolata varır çikolatayı yedikten sonra yere atar ve olduğu yerden uzaklaşır tam bu sırada diğer taraftan bir adam koşarak sahneye girer daha sonra sakinleşir garip garip gülmeye başlar bu adam tımarhaneden kaçmış bir adamdır ve sahnede kendi kendine konuşmaya başlar)


Mülayim: ne kadar tuhaf insanlar var çöp kutusu yanlarındayken bile onu umusamıyorlar(çöpü çöp kutusuna atar) ah bilseniz sizinle konuşmayı ne kadar özledim.tabi şimdi siz beni merek edeceksiniz.ya da sizle neden konuşmak istediğimi.... ben az ötedeki akıl hastanesinden kaçtım uhh çok yoruldum deminden beri sizlerle konuşmak için bir sürü adamı peşime taktım.efendim ben mülayim bakan gördüğünüz üzere sürekli bakıyorum efendim çünkü bakmak bazen görmekten daha güzeldir çünkü bazı insanlar görmeyi şeytanlık yapmak zannetmiştir bugüne kadar hep birilerinin menfaatlerine bakmıştır insanlar ve bakmakla yetinememişler aynı zamanda görmüşlerdir ve maalesef gördükleri şeyleri sahiplenmişlerdir işte bunların kurbanlarından biriyim hemde hiç beklemediğim insanlar tarafından dolandılırıldım (güler)karım beni aldattı bununla da yetinmeyip bankadan paralarımı çekip kaçtı,amcamın oğlu dükkan açmıştı bende ona kefil olmuştum battı parayı ben ödedim ve dolayısıyla ben battım niye güldüğümü merak ediyorsunuz ee deliyim ya gereği gibi davranıyorum ama deli olduğumdan utanmıyorum çünkü ben bu hayatı deli olduktan sonra anladım her şeye sahip bir işadamıyken nasıl bir kimsesiz divane oluşumun içendeydi hayatın kendisi hatta bizzat resmiyle beraber sonra açtım elimi Allahım’a beterinden sakla yarabbim dedim çünkü bir zenginken fakir eden Allah neden daha kötüsünü yapamasın bunu anladım diğer sonradan anladığım şeyler gibi... ben zenginken hiç gözümü doyuramamıştım ama deli olduktan sonra sokaklarda açlıktan geberme nöbetleri geçirdiğim günlerde anladım doymak nedir.gözü başkasının menfaatini gören insanların sayesinde dedemin neden soyadımızı bakan koyduğunu öğrendim ve şükür duası ettim evet evet hatta şükür duası nedir onu öğrendim hayatımda hiç yaşamadığım ve yaşamak istemediğim paylaşmak duygusunu öğrendim sokakta benim gibi yalnız ve ıssız arkadaşlarımla,arkadaşlık nedir onu öğrendim... karşılıksız ve maddiyatın olmadığı arkadaşlıklarım oldu soğuk kıçımızı ısıttığız ateşin çevresinde siz hiç banka külübelerinde uyudunuz mu? Biliyorum uyumadınız ve uyumakta istemezsiniz herhalde,öyle güzeldi ki birlikte yedi sekiz kişi tıkış tıkış yatardık o kulübelerde ben çok memnundum bu durumdan!çünkü hayat arkadaşım diye rahat ve konforlu yataklarda yanımda yatan sahtekar kadınıda biliyordum.zenginliği gerçek hayat zannederdim hep ve parasız hayat yok derdim parasızlığı ölümle eşdeğer tutardım ama bence fakirlik ve sefalet benim hayat sandığım zenginlik yalanından daha gerçekmiş bunu öğendim(bankın arkasından bir adam geçer)


Adam: aa manyak mı ne? Kendi kendine konuşuyor kafası iyi herhalde


Mülayim:size de merhabalar efendim.evet sizinle konuştuğum zaman bana deli diyorlar çünkü insanoğlu birisiyle konuştuğu zaman karşı taraf cevap vermiyorsa sizi gören insanlar ya sizi deli zanneder yada karşı taraftaki konuşmayanı.


Ne demiştik işte ben doymak nedir deli olduğumu anladığım an herşeye doyduğumda akıl denilen servetimi yitirmiştim.ama başka bir akıl vermişti bana cenab-ı hak eskiden kafam hep paraya çalışırken para diye geberirken şimdi hayatın başka manevi güzelliklerine çalışıyor eskiden para deyince kendimi rahatsız hissederdim,huzursuz olurdum hep benim olmasını isterdim şimdi doyabileceğim kadar parayla daha mutlu olunacağını öğrendim.ama ben bunları zenginken göremedim(içeri bir adam girer)


Seyfi: ne konuşuyorsun kendi kendine be adam off bittim ben bittim


Mülayim: size de merhabalar efendim neden bittiniz hayrola


Seyfi:yakalandım polis her yerde beni arıyor


Mülayim:neden arıyor?


Seyfi:hortumculuk,vergi kaçakçılığı,ihaleye fesat karıştırma


Mülayim:muhteşem üçlü yani,çünkü bu vakaların birini yapan geriye kalan ikisini de yapıyor muhakkak


Seyfi:bari şöyle 2-3 yıl verseler de kurtulsam


Mülayim:merak etme kurtulursun zaten bu ülkede kim kurtulmamış ki sen kurtulamayasın ama kurtulmak dediğin zengin olup ve hırs yapmaksa bu bir kurtuluş mudur onu da bilemem


Seyfi: ne diyorsun be adam zaten bitmişim ben hem sen kimsin


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhaneden firar etmiş bulunan mülayim bakan..


Seyfi: hey Allah ım bizde derdimizi kime anlatıyoruz....


Mülayim:anlatmaktan utanmamalıdır insan.her zaman anlatmalıdır içindekini.eğer içine atarsa kendi kendini parçalar.insan anlatmakla bir şeyleri paylaşır derdini sevgisini anlatarak paylaşmalıdır ki bunu için verilmiştir ona anlatma yeteneği eğer anlatacaklarını içine atarsa neye yarar insan olmanın önemi.biz derdimizi anlattıkça o kadar rahatlarız ki bazen ağlarız bazen güleriz anlattıkça .aşık olmakta böyledir işte içindekini sevdiğine anlatmak ve her sevgi anlattıkça alevlenir aslında aşk rahat durmaz tek kişide o hep paylaşılmak ister derdinizi anlatın ki derman bulun derman buldukça kamçılanır insanın yaşama umudu.


(içerden genç bir adam girer)


Kemal(sessizce oturur):offfffff


Mülayim:size de merhabalar


Kemal:ne diyorsun yaa


Mülayim:ne oldu? Yoksa sevgilinden mi ayrıldın?


Kemal:aynen öyle Allah Allah!! Sen kimsin hemşehrim yavv


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhaneden kaçan mülayim bakan!!


Kemal:anlıyorum!


Mülayim:deli olduktan sonra en çok duyduğum laf!ee neden ayrıldın


Kemal:kimden!


Mülayim:sevgilinden


Kemal:babası vermedi kızı bana


Mülayim:ne kadar garip sanki babası evlenecek evlatlar sevdikten sonra bizlere bok düşer sözü ne kadar doğrudur aslında bizde iki kişinin aşkına onay vermek bir adettir bazen gerçekten sevenleri ayırırız bazen de birbirlerini hiç tanımayan iki kişiyi evlendiririz bunu anlamak gerçekten mümkün değil sevmek bir insanı tanımakla başlara halbuki ama sözlerle değil yada yüz güzelliğiyle değil göz güzelliğiyle gözler birbirine aşık olduktan sonra gerisi hikayedir çünkü gözler kalbin kapısıdır oradan içeri girebildiysen görünüş hiç önemli değildir işte aşk böyle başlar sonra kalpte bir heyecan başlar ne tıppın nede bilimin bilemediği bir salgıdır bu...


daha 17 yaşındaydım babamın sürekli çıkan tayinlerinden dolayı hep memleket değiştiriyorduk bu kez tayin Diyarbakır’a vurmuştu lise son sınıfa geçmiştim.. sınıfa girdiğimde herkes bana değişik biçimlerde bakıyordu.sonra sırama geçip oturduğumda tam çaprazımda oturan bir kız gördüm o kadar güzel bakıyordu ki esmer tenine yeşil gözüne öyle yakışmış ki sonra bir müddet bakıştık daha sonra bir hanım edasıyla çevirdi yüzünü bende utanmıştım o güne kadar hiçbir kıza o kadar uzun bakmamıştım aradan kaç teneffüs kaç ders geçti...sonra ben kalem isteme bahanesiyle yanına gittim o arada hiç anlayamadığım şekilde tanıştık bu tanışma bir süre sora arkadaşlığa sonra aşka dönüştü ömrümde hiç hissetmediğim duyguları yaşıyordum.ve şiir yazmaya başlamıştım aklıma o kadar güzel şeyler geliyordu ki onunla ilgili bir gün ona gül koparıp götürmüştüm gülü vereceğim sırada öğretmen bizi gördü hem benim ailemi hem de onun ailesini çağırdı okula babamda bir araba dayak yedim o da tabii kendimden çok ona üzülmüştüm çünkü o yeşil gözleri çok korkunç bir hal almıştı sonra bana görüşmek istemediğini söyledi ama yalan söylüyordu bu gözlerinden anlaşılıyordu sonra gecelerce ağladım gecelerce uyuyamadım çünkü aşık olmuştum sonra onunla evlenme kararı almıştım babamın verdiği harçlıkları biriktirip ona yüzük aldım günlerce okulda aç kaldım ama olsun ona aldığım yüzüğün bol gelmesinden korkmuştum.


Sonra aileme söyledim babam o gün beni yine iyicene dövdü yüzükte dayak yerken cebimden çıktı sonra harçlıktan kesti beni..ama ben kararlıydım onu alıp kaçıracaktım


artık okulun son günleri gelmişti sonra onu yanıma çağırıp evlenmek istediğimi söyleyecektim yaptım da okulun son günü karneleri aldıktan sonra elinden tutup kaçamak bir yere götürdüm elini tuttum ve birden elinde yüzük gördüm yıkılmıştım onu çoktan nişanlamışlardı o da ağlıyordu bende ve ağlayarak hıçkırıklarla terk ettim orayı....ama hiçte pişman olmadım çünkü aşık olduğumu hissettiğim zaman daha çok sevmiştim hayatı geleceğe daha sıkı sarılmıştım işte bu yüzden sevmelidir insan sevmek insanı kötüden şeytanlıktan saklar hayatın engellerinden daha çabuk daha zararsız geçirir insanı...


kemal:ağabey sen kiminle konuşuyorsun?


Mülayim:kendimle(Biri daha gelir,adam çok dertlidir birden koltuğa çöker)


Mülayim:ne oldu beyefendi sizin şikayetiniz nedir?


Serhat:(etrafında kilere bakar)bu adam da kim yav?sende kimsin kardeşim


Mülayim:ben arka mahalledeki tımarhane den kaçan mülayim bakan


Serhat:ee ne var


Mülayim: bugün herkesin başı dertte..yoo bir şey yok esasında sadece derdinizi merak ettim çok hüzünlü oturdunuz sadece bu yüzden


Serhat:şerefsiz ev sahibi gene kirayı artırmış memur maaşı gene azalmış evde huzur yok!oğlum okuyor para gönderemiyorum , sigaraya zam gelmiş,karım isyanlarda sanki bunların olmasını ben istemişim gibi daha ne olsun.......


Mülayim:anlıyorum kardeşim.görüyorsunuz değil mi yada anlıyor musunuz şu hayatımızı zehir eden şeye bazen yeşil oluyor, bazen sarı oluyor her dile göre isim değiştiriyor,o olmadan huzur olmuyor,o olmadan sevgi olmuyor ki buna hiç inanmıyoruz ama kendimizi kandırıyoruz,ve o olamadan hayat yaşanmıyor paradan bahsediyorum o yuvaları yakan çoğu zaman gözyaşlarını akıtan,ihanete sürükleyen,insanın aklına bin bir şeytanlık getiren şeyden


Eksik olduğunda bize eksik kelimesinin ne demek olduğunu hatırlatan bir anlamda.siz hiç parasız kaldınız mı desem çoğunuz bir yerde bir zaman yoksul olmuşsunuzdur yada hissetmişsinizdir belki bazılarınız hissetmemiş yada olmamış olabilir ama yoksul olmak parasızlık değildir sadece çok zengin olup ta parasızda olabilirsiz çünkü fikir yoksunu bir para geleceğin en büyük yoksuludur aynı zamanda zira az parayla mutlu olmakta bir mutluluktur.para kazanma işi biraz tanrının bize bahşettiği ama bizim kullanmaya denemdiğimiz aklı kullanmakla mümkündür aslında.düşünün sigara içmeyen bir insanın cebinde en az iki milyon kalır ve günde iki paket sigara içmeyen insanın cebinde haftalık yirmi sekiz milyon kalır bunu dört ile çarptığınız zaman ayda cebinize yüz on iki milyon kalır bunu yıl olarak hesaplarsanız bir milyar üç yüz kırk dört milyona tekabül eder ve işte bağımlılığınızın size cezası size yılda milyarla çıkıyor ve sizin verdiğiniz paralarla bu döngü dönüyor.hayatta her şey birbirine bağlı olayların devamıyla süregelmiştir virgülsüz bir cümle gibi sürekli devam eder her sebebin bir sonucu vardır ve her sonuç bir sebebe zemin hazırlar hayatta olayların etrafında döner güneşin dünya üzerinde döndüğü gibi olaylar öyle değişir ki siz güneşin o güzel dokunuşuyla mesut iken birden kış bastırabilir.. işte hayat böyledir.. mevsimlerin hızlandırılmış halidir ama unutmayın ki her kışın sonunda bir yaz ve her yazın sonunda bir kış vardır.işte gördüğünüz gibi nereden nereye geldik bir para bizi hayatın temeline götürdü.o bize her şeyi yaptırıyor. bu dünya yalancı cennettir diye boşuna söylenmiyor çünkü bu dünyada paran olduğu sürece cennet yaşarsın sevapların yerini para alır burada ama para dünyadan daha büyük bir yalandır çünkü sonu yoktur bir kere.para;bu dünyada sonu olmayan tek değerdir çünkü sıfır her ne kadar toplamada etkisiz eleman olsa da hayat için çok etkin bir elemandır. paranın bu yalancı hayat devam ettikçe sonu yoktur ama bizler hayatın sonunu görecek kadar uzun ömürlü olamayabiliriz.ve sizden son olarak şunu istiyorum(bankta oturanlara hitap ederek)her para kazanışınızda bir düşünün elinizdeki paralar kaç euro,dolar,pound sevaba denk gelecek kaç...


Buraya neden geldiğimi belki anlamamış olabilirsiniz.bu gördünüz banka ben her ay gelirim çünkü burası çok güzel bir yerdir insanlar gelir gider..ve hepsinin bir derdi bir şikayeti vardır onları dinleyerek kendimce şeyler söylemeye çalışırım ama kendimce kendimle çünkü benim hayatta yaşamam için gerekli bir şey yok aklını kaybetmiş bir insanım ben akıl hastasıyım en kaba tabirle ama istiyorum ki benim harcadığım akıl servetimi başkaları harcamasın istiyorum cebinize sadece paralarınızı koyun aklınızı değil.


Neyse efendim beni dinlediğinizi için teşekkür ederim zira hastahanedekiler beni merak ederler son olarak aşkı hayatın olduğu her yerde engelleri, sınırları tanımazca yaşatın ama parayı sadece paranın olduğu yerde yaşatın....sizde(banktakilere) seslenir


Hadi Allahaısmarladık.....
 
Son düzenleme:
DELİLER
(BİR KONU BİR KONUK)



(Spiker sahneye girer.)

SPİKER: Sayın seyirciler sevgili konuklar. Bir konu bir konuk programına hoş geldiniz. Sizlere kendim ve hostesim adına... (Arkasına döner. Hostes yoktur.) Hostesim nerde lan? Hostessiz program olur mu manyaklar? ( Hostes içeri girer.) Mehmet Ali Erbil’den kurtarabildiğimiz son hostes. Geç yavrum şurda bi yerde uslu uslu dur, çünkü bi program hostesi ne işe yarar ben de bilmiyorum. Evet bu günkü konuğumuz tarihi bir konuk. 18. Osmanlı sultanı 1. ve sonuncu İbrahim. Yani boncuklu deli İbrahim. ( Deli İbrahim içeri girer.) Hoş geldiniz sultanım.

İBO: Hoş bulduk.

SPİKER: Buyrun oturun.

İBO: Sağ olasın. (Otururlar. Spiker ayak ayak üstüne atar.) İndir ayağını.

SPİKER: Efenim?

İBO: Ayağını indir dedim.

SPİKER: Aaaa! Tabi koskoca padişahın huzurunda ayak ayak üstüne atılır mı?

İBO: Hayır.

SPİKER: Ya!

İBO: Halkın huzurunda ayak ayak üstüne atılmaz.

SPİKER: Ben TRT de ayak ayak üstüne atmayan spiker görmedim de onları taklit ediyorum.

İBO: Biz ki cihan padişahıydık. Tahtımızda bile halkın karşısında ayak ayak üzerine atmadık. Bu ne biçim oturuştur?

SPİKER: Biz o devirlere yetişemedik. Padişah görmediğimiz içinde işte eyle attık.

İBO: Nasıl padişah görmediniz? Siz devlet tiyatrosuna gitmez misiniz?

SPİKER: Evet.

İBO: sahneden padişahın biri iniyo, biri biniyo maşalllah. Anlat bakalım şimdi beni buraya niye çağırdınız?

SPİKER: Efenim çok ilginç bir kişiliğiniz var.

İBO: Nasıl ilginç?

SPİKER: Yani çok renkli bir yaşantınız varmış. ( Eliyle hostese deli işareti yapar. Hostes güler. Padişah sinirli şekilde hostese bakar. Hostes korkar susar.)

İBO: Bu ne biçim renktir ki cimcimeleri güldürür?

SPİKER: Tarih kitapları sizden boncuklu deli İbrahim diye söz ediyor.

İBO: Boncuklu deli İbrahim diye anılmak içün neler yapmışım?

SPİKER: Üüüüüüüf! Neler yapmamışsınız ki sultanım? Söyliycem ama kızmak yok. Çünkü ben tarihin sesiyim.

İBO: Öyle tarihin böyle sesi olur. Konuş.

SPİKER: Efenim sarayınızın bahçesindeki havuza cariyelerinizi doldurup, onları seyredermişsiniz. ( Hostes güler)

İBO:Evet ne var bunda?

SPİKER: BU şimdi normal bi durum mu oluyo?

İBO: Siz Hilton Otelinin havuzuna gitmiyor musunuz?

SPİKER: O başka.

İBO: Tatil köylerinde elalemin karısını kızını seyretmiyor musunuz?

SPİKER: O daha başka.

İBO: Rumen balelerini, İngiliz balelerini, Macar cimnastikçilerini seyretmiyor musunuz?

SPİKER: O bambaşka.

İBO: Siz yapınca temiz hava, bol gıda, sağlıklı yaşam da biz yapınca mı delilik? Yıkıl kafir!

SPİKER: Ama yalnız seyretmekle kalmayıp, balıklara yem atar gibi onlara para da atıyormuşsunuz.

İBO: Siz gazinolara tavernalara gitmiyor musunuz?

SPİKER: Evet.

İBO: Orada dansözleri marul demeti gibi masaların üzerine çıkartmıyor musunuz? Sonra da tövbe estağfurullah, donlarına memeliklerine kumbaraya para tıkar gibi para doldurmuyor musunuz? Siz yapınca çağdaşlık, uygarlık da biz yapınca mı delilik? Yıkıl mel’un!

SPİKER: Peki sakalınıza boncuk dizdirdiğinizde mi yalan?

İBO: Külliyen!

SPİKER: Yaaa!

İBO: Sakal bu sakal berber kapsı mı deve yelesi mi? Fakat muhterem valideciğimin nazar deymesün deyü bir boncuk taktığı doğrudur. Valide korkusu. Valideye saygımızdan çıkaramadık taktık. Ya siz?

SPİKER: Biz boncuk takmayız.

İBO: Doğru siz boncuk takmazsınız. Siz gravatınıza inci takarsınız, siz ayakkabınıza bile toka takarsınız. Siz erkeklerin yüz karaları tek kulağınıza küpe takarsınız, tek taş yüzükler, künyeler, zincirler, pırlanta saatler takarsınız. Boynunuzda at nalı gibi madalyonlarla çıngıraklı develer gibi dolaşırsınız. Siz yapınca estetik güzellik de biz yapınca mı delilik? Yıkıl ib.......İbrahim’in cinlerini toplama tepesine.

SPİKER: Tarih kitapları bi de sizden deli diye söz ediyo. ( Kızar ayağa kalkar.)

İBO: Evet, devam et.

SPİKER: Çeşit çeşit macunlar türlü türlü hocalar. Ondan sonra da gerdek üstüne gerdek. Bu ne bu? ( Padişah derin nefes alır)

İBO: İşte hayatım.

SPİKER: Yaaa.

İBO: Ama anlatayım da dinle. Biz 16 kardeştik. 7’si hatun kişiydi. Er kişilerin bi kısmı Allah’ın emriyle terk-i dünya ettiler. Bi kısmı abim 4. Murat’ın emriyle. 4. Murat kimdir bilir misin?

SPİKER: Evet. Cihan Ünal. Hani attan düştü.

İBO: Bir padişah attan düşmez.

SPİKER: Ama bu düştü.

İBO: Bir padişah düşse düşse tahttan düşer. Abim 4. Murat’ın emriyle kardeşlerimi kestiler. Sizlerin beş dakika elektiriği kesilse deliye dönüyorsunuz. Ya ben neye döneyim. Her an sıra bana gelmekte deyü cellat beklemekteyim. Taktir edersiniz ki cellat beklemek otobüs beklemekten, maaş beklemekten daha zordur. Aklım yerinden oynamış ben benden geçmişim. O esnada abim 4. Murat hakkın rahmetine kavuşmuş. Ailede tek erkek evlat ben kaldığım için apar topar tahta beni çıkardılar. Çıkarır çıkarmaz da bir erkek evlat deyü tutturdular. Bir erkek evlat vermedin mi hanedan yatıyor, devlet batıyor. ben benden geçmişim. ben bitmişim. ben erimişim. bende iş yok. Vaaaaah! Valideciğim vaaaaah! Sarayda bu dedikodu yayılır yayılmaz hormon tedavileri, vitamin kürleri, sultan şerbetleri, kuvvet macunları, amber hapları derken biz kendimize geldik. Geldik gelmesine de durabilirsen dur artık. Otomatik topa dönmüşüm. Uçana atmaktayım, kaçana atmaktayım, kımıldayana ateş etmekteyim. ( Hostese doğru yürür.) Kırpma gözlerini kırpma. Adamı günaha sokma.

SPİKER: Kırpma kızım atış menzilindesin.

İBO: Aslında ateşkes istiyorum, eriyorum, bitiyorum. Durmak istiyorum, duramıyorum. Enflasyon gibi inmek bilmiyor hırsım. O hırsla üç tane erkek evladım oldu. Üçü de tahta çıktı. Şimdi anladın mı bizimki ne zamparalıktı, ne delilik. Bizimki devlet hizmetiydi devlet. Yani anlıycan resmi muamele. Şimdi gelelim size. ( İbo yerine oturur. Spiker saatine bakar)

SPİKER: Allah saatimiz doldu.

İBO: Gel kaçma gel onu sormıycam. Bu konudaki başarınız nüfus patlamasından belli. Benim İstanbullu hemşehrilerime iki çift lafım var. Onu söylemeden gitmiycem. Teessüf ederim size hemşehriler. Aşk olsun yahu! 300 senedir bu şehr-i İstanbul’dan ne deliler geldi geçti. Niceleri gelip geçmekteyken nerdeyse her metrekareye bir tam deli isabet etmekteyken deli diye beni seçmeniz neden? Nasıl sitem edeyim size? Bir deli ben miyim bu bana reva-yı hak mıdır? Bu vefa mıdır ey İstanbullular? Oğlum Mustafa yık şu İstanbul’u. Kaz böğrünü taş taş üstünde koma haktır bu İstanbula. Esas deli amcam 1. Mustafa’ydı. Adam gerçek deli olduğu için iki defa tahttan indirildi. Ama aç tarih kitaplarını bak. Allah Allah o anlı şanlı 1. Mustafa ben boncuklu deli İbrahim. Bir bunu bilmek bile delirmek için yeter.

SPİKER: Ama koskoca tarih.....

İBO: Ne tarihi be. Tarih mi yazıyorsunuz siz. Sizin yazdığınız kil ü kal, dedi kodu muzur neşriyat. Oğlum Halil Çetin ton ton çocuğum. Yörük çocuğum. Sen veletleri muzur neşriyattan kurtarmayı bırak. Bizi kurtar bizi. Tanrı cümlemizi beni ve bilhassa seni bu tarihçilerin şerrinden korusun yavrum. Amin.

( Anlatıcı sahneye girer.)

ANLATICI: Sultan boncuklu deli İbrahim. Ziyaretçin var oğlum.

İBO: Valide sultandır. Jenefer Lopez’in kasetini getirecekti.
 
Son düzenleme:
DENİZ MASALI (ÇEVRE GÜNÜ)

1. PERDE

İSTİNAZ “Denizleri aş da gel kurbanın olam, kurtar beni buralardan ne olur!” (kapı çalınır.) Ah, sen misin Lüfer Teyze. Buyur, hoşgeldin..

LÜFER T.Evladım, tam yemek yapıyordum bir de baktım hiç midye kalmamış, bir kabuk midye rica edebilir miyim lütfen.

İSTİNAZ Ah teyzeciğim olsa da versem, günlerdir denizde midye bulunmuyor.

LÜFER T. Olanları da benim gözlerim görmüyor, yaşlandım diye herhalde burnumun ucunu göremiyorum.

İSTİNAZ (güler) Hayır teyzeciğim sen yaşlandın diye değil, deniz o kadar kirli ki ben de burnumun ucunu göremiyorum.

LÜFER T. Ciddi misin. Zaten yakında açlıktan öleceğim herhalde. Eskiden şöyle minik minik hamsiler vardı, tam ağzıma layık. Karadeniz’den gelirlerdi. (Karadeniz Ekibi)

LÜFER T. Deniz kirliliğinden artık onları da göremiyorum.

İSTİNAZ Hayır teyzeciğim, onları artık buralara gelemeden insanlar avlanıyor.

LÜFER T İnsanlar ne yapıyor o minicik şeyleri. Onların dişinin kovuğuna bile gitmez o hamsiler.

İSTİNAZ İnsanlar büyümelerini beklemeden avladıkları için hamsilerin nesli tükeniyor.

LÜFER T Aman ne güzel, deli mi bu insanlar, hamsiler büyüyüp yavrulamadan ölüyor. Bu insanlar kendilerini de düşünmüyorlar. Sonunda ortada yiyecek balık kalmayacak.

İSTİNAZ Amaaan bana ne bütün bunlardan, ben nasıl olsa gidiyorum artık. Herkes kendi başını çaresine baksın.

LÜFER T Aaa, sahiden, sen bavul hazırlıyorsun, hayrola yolculuk nereye?

İSTİNAZ Temiz bir deniz bulmaya gidiyorum, zaten burada yaşamak için hiç bir sebep kalmadı.

LÜTFEN T. Ama sen buralarda doğdun, buraların kayasına, suyuna alışıksın, ne yaparsın uzak diyarlarda. Arkadaşlarını, aileni, komşularını özlemez misin?

İSTİNAZ Haklısın ama artık solungaçlarıma kadar geldi (eliyle boğazını gösterir) Yakında burada ne yüzecek su, ne de oksijen kalacak. Ben gidiyorum.

LÜTFEN T. Yolun açık olsun evladım, güle güle, bir yerlere yerleşirsen bize deniz-mail çek olur mu? (öpüşürler)

İSTİNAZ Merak etme teyzeciğim. Sen de bana yaz, Adresim: istinaz@okyanusmailcom hatta akşamları chat yapalım nikim isti...

LÜFER T Tamam ayol, beni de listene ekle. Benim nikim de "çıtır lüfer"


Sevgili eşyalarım

Bütün hatıralarım

Sizi çok özleyeceğim

Sevgili komşularım.

Sevgili Lüfer Teyze

Komşu Palamut Amca

Yan kayada oturan

İyi kalpli Eşkina

Daha bir sürü balık

Yaşarmış buralarda

Hepsi terkedip gitmiş

Kimbilir nerelerde

Balıklarla doluymuş

Bir zamanlar Marmara

Yine tertemiz olsa

Düşmesem ben yollara


Kapı çalınır, gelen İstavritiye’nin arkadaşı Barbuniye’dir. İstavritiye kapıyı duymayınca, seslenir:

İSTİNAZ Ay yine biri geldi.. Kim o?

BARBUNİYE Benim, İstinaz evde misin?

İSTİNAZ (kapıya gider) Ah Barbuniye, hoşgeldin.

BARBUNİYE Hoşbulduk.

İSTİNAZ Ben de toparlanıyordum. Gak bakalım senin için ayırdığım şeyleri beğenecek misin?

BARBUNİYE Ay bunları burada mı bırakacaksın?

İSTİNAZ Evet, öyle. Ne yazık ki hepsini alamıyorum. Yeni bir yer buluncaya kadar, ne kadar dolaşacağımı bilmiyorum.

BARBUNİYE Keşke ben de seninle gelebilsem. Büyük cesaret doğrusu. Eşyaların için o kadar üzülme, yerleştiğin zaman birşeylerini istersen sana gönderirim.

İSTİNAZ Hepsi senin olsun, kullandıkça beni hatırlarsın. Al bak bakalım.

BARBUNİYE Çok güzel... Harika... Muhteşem...Çok teşekkür ederim, bunların hepsi çok güzel İstinaz seni çok özleyeceğiz.

İSTİNAZ Ben de sizi özleyeceğim. Ama artık, dayanamıyorum. Burası yaşanır gibi değil.

BARBUNİYE Haklısın ama ne yapalım, buralara alıştık bir kere. Yaşayıp gidiyoruz işte.

İSTİNAZ Hiç de öyle değil. Yaşayamıyoruz. Çoğumuz ya mazota bulaşarak, ya da oksijensizlikten ölüyoruz. Sen buna yaşamak mı diyorsun?

BARBUNİYE Elimizden bir şey gelmiyor işte. İnsanlar bile ekonomik krizden kurtulamıyor.

İSTİNAZ Böyle yosun gibi amaçsız yaşayamazsın. Dervişin fikri neyse zikri de odur.

BARBUNİYE Efendim anlamadım?

İSTİNAZ Boşver anlayan anladı, kelime oyunu yaptım.

BARBUNİYE Gezip tozuyorum, eğleniyorum. Kafamı niye böyle şeylere yorayım.

İSTİNAZ Biraz önce “keşke ben de gelebilsem” demiyor muydun?

BARBUNİYE Gezmeyi kim istemez. Ne güzel yerler göreceksin kim bilir.

İSTİNAZ Hayır, ben Gezmeye gitmiyorum. Göç ediyorum, anladın mı, göç. Çok sevdiğim evimi, denizimi, arkadaşlarımı terketmek zorunda kalıyorum. Bu hiç de eğlenceli değil!

BARBUNİYE Kızma canım anladım. Kusura bakma! Hadi artık çok oyalanma, birazdan çocuklar gelir.

İSTİNAZ Hangi çocuklar?

BARBUNİYE Ay inanmıyorum! Unuttun mu. Bu akşam seni yolcu etmek için yemeğe çıkacaktık.

İSTİNAZ Tamamen unutmuşum. Ben gelmesem olmaz mı? Daha yapılacak çok işim var.

BARBUNİYE Olur mu hiç, yer ayırttık. Çok eğleneceğiz.

İSTİNAZ Siz gidin, benim yerime de eğlenin..

BARBUNİYE Yapma. Bütün planlarım karaya vurdu. Bugün sana çok güzel sürprizler hazırlamıştık. Hadi, inat etme. Senin şerefine toplanıyoruz.

İSTİNAZ Peki tamam, o zaman yardım et de, yoksul balıklara gidecek şeyleri hazırlayalım.

BARBUNİYE Neden böyle şeylerle uğraşıyorsun? Bunların hepsi ya eskimiş ya da modası geçmiş, at gitsin.

İSTİNAZ Ama bunlara ihtiyacı olan ne kadar çok balık var biliyor musun, üstelik doğada hiç bir şeyin boşa gitmemesi gerekir.

BARBUNİYE Hıh, kim ne yapsın ki bunları, hepsini modası geçmiş.

İSTİNAZ

Senin için eski olan

İşine yaramaz olan

Belki başka bir için

Çok değerli olabilir

Artık giyilmeyen kazak,

Belki eskimiş bir yatak

Kenarı çatlamış tabak

Başka işe yarabilir.

Plastikler, cam şişeler

Kağıtlar ve gazeteler

Hatta kumaşlar bile

Yeniden kullanılabilir.

Bir şeyi üretmek çok zor,

Atmak ise çok kolaydır

Unutma ki herşey bir gün

Bir işe yaramalıdır.

Kapı çalınır Barbuniye’nin erkek arkadaşı, dişi dil ve erkek dil ve yanlarında İstinaz’ın tanımadığı bir başka istavrit vardır. Rengarenk parti kostümleri ve aksesuarlarıyla gelmişlerdir. Diller biraz garip ve sakar bir çifttir. Kostümler ve aksesuarlar deniz dibine ait parçalardan oluşmuştur. İstinaz şaşırmıştır.

BARBUN Sürpriiiiiz! Hiçbir yere gitmiyoruz! Parti burada.

İSTİNAZ Ama evde hiç bir şey yok.

DİLCAN Derdettiği şeye bak. Kolay!

DİLYA Hatta sana bir arkadaş bile getirdik. Huzurlarınızda İstican.

İSTİCAN Merhaba.

İSTİNAZ Merhaba. Seni daha önce görmüş müydüm?

DİLYA İstican bizden bir kaç sınıf büyüktü ama çok iyi bir öğrenciydi.

İSTİNAZ Evet galiba hatırlıyorum, balık değişim programıyla Akdeniz’e gitmemiş miydin?

İSTİCAN Evet iyi hatırladın.

İSTİNAZ Ben de o programa girmek istiyordum, ama sözlü sınavlarda başarılı olamamıştım.

İSTİCAN Bazan insan iyi gününde olmayabilir. Sınav günü biraz sinirli ya da yorgun olmak verimi düşürebilir. Dünyanın sonu değil ya, boşver.

İSTİNAZ Aman, zaten çoktan boşverdim. Ailem de çok anlayışlıydı, bana destek oldular.

İSTİCAN Bazan aileler daha ciddiye alıyorlar bu sınavları.

İSTİNAZ Benim ailem bunu yapmadığı için onlara teşekkür borçluyum. Onların anlayışı sayesinde kendime daha uygun hedefler saptayıp, başarılı bir öğrenci oldum.

İSTİCAN Darısı bütün öğrencilerin başına.

Bütün aileler için

Önemlidir eğitim

Ama tadında kalmalı

Çocuklar çocuk olmalı


Ders çalışmak kadar

Oyun da oynamak lazım

Bir sınav her şey değildir

Bunu anlamak lazım


Ders, ders, ders, ders

Test, test, test, test

puan, liste, önkayıt, yeteeeeeeeer

Çocuklar çocukluğunu yaşasın.

(DİLLER SIKILMIŞTIR)

DİLCAN Bu önemli gün için çok özel şeyler aldık. Hele manav kısmını bir görseniz çeşit çeşit yosun var. Çin salata yosunları, çikita yosunlar, renk renk çeşit çeşit.

DİLYA Evet çok kabuk harcadık .... (Dil patavatsızlığından ötürü onu dürter.)

DİLCAN ...... ama değdi doğrusu.

İSTİ Bu kadar masrafa ne gerek vardı. Aaa, bunlar da ne böyle?

İSTİCAN Bu balık konservesi, insanlar tarafından yapılmış. Geçen gün yatlarıyla gezmeye çıkan insanlar, koca bir koliyi denize düşürdüler ama farkına varmadılar.

İSTİ Aaa bunlar Ton balığı!

İSTİCAN Evet neden şaşırdın?

İSTİ Düşünsene bir istavrit olarak bir gün Ton Balığı yiyeceğim hayatta aklıma gelmezdi. Çok ünlü bir şarkıcı olan büyük amcam İstavrit Tatlısu"yu bir ton balığı yutmuştu. Şimdi de ben ton balığını yutuyorum... Küçük balık büyük balığı yutar! Hooop!

BARBUNİYE Ah" Ah! İstavrit Tatlısu ne muhteşem bir şarkıcıydı...

DİLYA Hele o Akdeniz Akşamları! Hele o Akdeniz Akşamları!

İBRAHİM TATLISES AKDENİZ AKŞAMLARI

BARBUNİYE Peki ama neden balıkları böyle kutulara koymuşlar?

İSTİCAN Biz denizde yaşıyoruz ve istediğimiz her zaman yiyecek küçük balıklar bulabiliriz. Ama bütün insanlar tek tek balığa çıkamazlar.

DİLYA Balık yemesinler!

İSTİCAN Balık insanlar için çok önemli bir besin maddesidir. Özellikle gelişme çağındaki çocuklar için.

İSTİ Neden?

İSTİCAN Çünkü çocukların bol bol proteine ihtiyacı vardır.

DİLCAN Protein ne demek?

İSTİCAN Protein hücrelerin beslenmesini ve çoğalmasını sağlar.

BARBUN Peki bu protein sadece balıklarda mı bulunur?

İSTİCAN Hayır, et, süt, peynir gibi hayvansal ürünlerde ve bazı bitkisel besinlerde de vardır.

BARBUN O zaman onları yesinler.

İSTİCAN Ama balıkta beyni besleyen fosfor da vardır. Okula giden çocukların bir sürü bilgiyi akıllarında tutabilmeleri için fosfora ihtiyacı vardır.

İSTİ Peki fosfor yalnız balıklar da mı var?

İSTİCAN Hayır, ama en çok balıkta var.

İSTİ Yani ille de balık mı yemeleri gerekiyor?

İSTİCAN Balığın yararları bu kadar değil ki, örneğin ette bulunan kötü kolestrollar balıkta yok, tem tersi kandaki kolestrolü düşürüyor.

BARBUNİYE Yaaa, çok güzel de....... ben hiç birşey anlamadım.

İSTİCAN Yani insanlar, en korktukları hastalıklardan damar tıkanıklığı ve kalp krizi gibi şeylerden balık yiyerek korunabiliyorlar.

İSTİ O halde biz insanlar için ilaç gibiyiz desene.

İSTİCANTam üstüne bastın, kuyruğunu kaldır

DENİZ Doğrusunu istersen insanların balık kadar aklı yok. Denizin kendileri için ne kadar önemli olduğunu biliyorlar ama yine de denizleri kirletmeye devam ediyorlar. Çocuklarına Deniz adını koyan insanlar var. Merak ediyorum çocuklar büyüyünce “Anne baba neden bu kirli şeyin adını verdiniz bana?" derlerse onlara ne cevap verecekler?

İSTİ Ben de zaten bu kirliliğe dayanamadığım için buradan gitmeye karar verdim.

İSTİCAN Gitmek çözüm değil ki. İnsanları uyarmamız gerek. Sana bir teklifim var. Ben de bir araştırma gezisine çıkmak istiyorum. Bütün dünyayı gezip çevre kirliliğine karşı balıklar ve insanlar neler yapıyor onu araştıracağım.

İSTİ Harika!bir fikir, artık kendimi daha iyi hissediyorum. Günlerdir yüzgeçlerime çöken ağırlıktan bir anda kurtuluverdim. Bugüne kadar nerelerdeydin?

DİLYA Harika! önümüzdeki günlerde ne yapacağın belli olduğuna göre artık konuşmayı kessek de biraz eğlensek. Çok canım sıkıldı.

DİLCAN Evet hadi artık dansedelim.

(Rock’n Roll Dans)

İSTİ

Birlikte, elele

tTüm dünyayı gezeceğiz

yepyeni yerler görüp

gezip eğleneceğiz

haydi siz de katılın bizlere


İSTİCAN

Çevreyi kirleten

kimlermiş öğreneceğiz

onlara engel olup

doğayı temizleyeceğiz

haydi siz de katılın bizlere
 
Son düzenleme:
DENİZ MASALI (devamı)
2. PERDE

İsti ve İstican sırt çantalarıyla yola çıkmışlardır. Bundan sonra gidecekleri ülkelerde ünlü olan binaların deniz altı versiyonlarını fon perdesi olarak görürüz.

(arap müziği ve kızlar, göbek v.s. İstican'la İstinaz da katılır. Kızların dansı bitince bir sürü arap alkışlayarak girer, fotoğrafçılar da olabilir)

ARAP1 Marhaba, marhaba. Selamın aleyküm.

İSTİCAN-İSTİNAZ Merhaba

ARAP2 Siz hangi ülkenin delegesisiniz?

İSTİCAN Ne delegesi?

ARAP3 Zirve için gelmediniz mi?

İSTİNAZ Hayır. Ne zirvesi?

ARAP4 Barış zirvesi. Bunca zamandır savaşıyoruz, bıktık artık.

ARAP5 Aslında bir sürü kaynağımız var ama paylaşamıyoruz.

ARAP6 İnsanlar petrol için savaşıyor biz de sular için.

İSTİCAN Haberiniz yok galiba yukarıda da su kavgaları yapılıyor.

ARAP7 Öyle mi neden? insanlar da mı yüzecek su bulamıyor?

İSTİNAZ Hayır onlar içme suyu kavgası yapıyor.

ARAP8 Biz sattığımız sulardan bir sürü para kazanıyoruz.

ARAP9 Ama kazandığımız paralarla yeni yeni silahlar alıyoruz.

ARAP10 Silahlar da her gün daha pahalı oluyor.

ARAP11 Barış yapabilirsek ülkelerimizin ekonomisi de düzelecek.

İSTİCAN ARAP12 Yok aslında birbirimizden farkımız.

ARAP13 Ama biz Osmanlı' dan beri savaşırız.

İSTİNAZ Peki bu zirvede ortak noktalarınızı mı konuşacaksınız?

ARAP14 Ne gibi ortak noktalar?

ARAP15 Ortak noktalarımız mı var?

İSTİNAZ Biraz önce farkımız yok demiyor muydunuz?

ARAP16 Onu espri olsun diye yazar yazmış.

ARAP17 Bizim hiç ortak noktamız yok.

İSTİNAZ Olmaz olur mu? Yemekleriniz benziyor.

ARAP18 Hepsi bizden çalmış o yemekleri.

ARAP19 Haydi oradan hem yemekleri mahvedin hem de bizden çalındı deyin.

İSTİNAZ Ama müzikleriniz de benziyor.

İSTİCAN Örneğin ne güzel hep beraber göbek attık.

ARAP20 Ama en güzel göbek bizim ülkede atılır. Öbürleri bizden öğrenmiş.

ARAP21 Hiç de bilem. Asıl göbek dansı bizden çıkmış, siz bizi taklit ediyorsunuz.

ARAP22 Sizin atalarınız çölde deveye binerken bizimkiler piramitlerin gölgesinde göbek atıyorlardı. (eski mısır dansı yapar)

(bütün araplar göbek dansı konusunda birbirine girer)

İSTİCAN Gel İstinaz bunların barışacağı filan yok, bari biz canımızı kurtaralım.

İlk olarak Fransa’da bir Eyfel kulesi görülür, Kan kan balıkları onları karşılar.

(KAN KAN DANSI)

KANKAN Bonjur.

KANKAN 1Merhaba.

İSTİ Ay ne hoş burayı çok sevdim, balıkları da çok arkadaş canlısı görünüyor.

KANKAN 2 Hoşgeldiniz yabancısınız galiba?

İSTİ Evet.

İSTİCAN Biraz buraları tanımak istiyoruz,

İSTİNAZ Nereleri görmemizi önerirsiniz?

KANKAN Gezilip görülecek çok yerimiz var.

KANKAN Müzelerimiz ve yemeklerimiz çok ünlüdür.

KANKAN Evet, o kadar güzel yerlerimiz var ki burada aylarca kalsanız yetmez. (Bir sürü, ya da bir tane abartılı büyüklükte gezi kitabı verir)

İSTİ Ay teşekkür ederiz.

İSTİCAN (Kitaba bakar) Ne güzel

İSTİNAZ Böyle bir yerde yaşadığınız için ne kadar şanslısınız.

İSTİCAN Nereden başlasak acaba?

KANKAN5 Bilmem ben bu müzelerin hiçbirine gitmedim.

KANKAN6 Ama bu broşürlerde bilgi bulabilirsiniz..

İSTİCAN Hem burada yaşıyorsunuz hem de hiç bir müzeye gitmediniz öyle mi?

KANKAN5 Bir türlü zaman bulamıyoruz.

KANKAN6 Aman canım, nasıl olsa bir gün gideriz.

İSTİ Tatillerde hafta sonlarında ne yapıyorsunuz?

KANKAN6 Hafta sonlarında arkadaşlarla buluşur eğleniriz.

KANKANUzun tatillerde de başka ülkelere gideriz.

İSTİCAN Ve oralardaki müzeleri gezersiniz.

KANKAN6 Ve oradaki müzeleri gezeriz. (İsti ve İstican gülerler)

İSTİ Haklısınız buradaki müzeleri gezmek için hiç vaktiniz kalmıyor.

İSTİCAN Hem nasıl olsa onlar burada duruyor, bir gün gidersiniz.

İSTİNAZ Olmazsa çocuklarınız ya da torunlarınız gider.

KANKANLAR Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz?

İSTİCAN Yoo, bizim oralarda da daha Midyekapı Müzesini, Suyabatan Sarayını ya da Sultan Palamut Camii’ni gezmeyen o kadar çok alık var ki.


İSTİ Balık!

İSTİCAN Ben ne dedim?

İSTİ Bence bir balık dünyayı tanımaya kendi çevresinden, kendi tarihinden başlamalıdır.

KANKAN1Haklısın galiba, hadi gel biz de bu arkadaşlarla gezelim.

KANKAN2

Olur.

Her ülkenin tarihi

Birbirinden ilginçtir

Tarihin belgeleri

Müzelerde gizlidir


Heykeller ve resimler

Bir ülkenin gururu

Sanat eserlerini

Müzelerde sergiler


Sokaklarda yürürken

Yolda eski eserler

Binalarında bile

Bir sürü güzellikler


Asıl önemli olan

Bütün bunları görmek

Yeni yeni şeyleri

Tanıyarak öğrenmek


Burada bir saray var

İşte şurda bir müze

Biraz duralım artık

Yorulduk geze geze


İSTİ Ah çok yoruldum. Gerçekten ne kadar çok görülecek yer varmış, buraya mı yerleşsem acaba?

İSTİCAN Burada deniz kirliliği ne durumda acaba?

KANKAN1 Ah hiç sormayın, burası Akdeniz’in en kirli kıyılarından biridir.

KANKAN Bütün Avrupa’da fabrika atıkları nehirlerden Akdeniz’e akıyor.

KANKAN2 Ama İnsanların çevreci örgütleri buna karşı savaşıyor.

KANKAN1 Geçen gün tatlısu kuzenimden deniz-mail geldi. Eskiden şehirlerdeki nehirlere yaklaşamazken şimdi büyük şehirlere bile gidebiliyorlarmış.

KANKAN2 Hatta insanlar onları görünce televizyonda haber yapıp, balıklar geri döndü diye seviniyorlarmış.

İSTİ Demek ki balıkların yok olmasına insanlar da üzülüyor.

İSTİCAN O halde neden suları kirletip bizi yerimizden ediyorlar?

KANKAN1 Sizin ülkenizi bilemem ama bizim burada çevre vi deniz kirliliği aşağı yukarı yüz sene önce endüstri devrimi diye birşeyle başlamış.

KANKAN2 İnsanlar, fabrikalar, elektrik santralları kurarken çevreyi hiç düşünmemişler

KANKAN Doğanın kendi kendini temizleyeceğini sanıyorlar.

KANKAN Ama o kadar hızlı kirletiyorlar ki doğa temizlemekte onların hızına yetişemiyor.

İSTİCAN Ayrıca artık doğanın başa çıkamayacağı yapay maddeler üretiyorlar.

KANKAN1 Evet denizlerin dibi şu pet şişelerle doldu.

KANKAN Bu şişeler o kadar dayanıklı ki hiç çürümüyor.

KANKAN2 Zaten onun için yapılmışlar.

İSTİ Ama denizlere atılmak için yapılmamışlar herhalde.

KANKAN1 Bu kirlilikten bütün hayvanlar ve bitkiler zarar görüyor.

KANKAN Sıra insanlara gelince akılları başlarına geldi ama geç kaldılar.

KANKAN Bazı fabrikalar çevreye dikkat etmeye çalışıyorlar.

KANKAN2 Ama eskiden yapılmış o kadar çok yanlış var ki hepsini düzeltmek çok zaman alıyor.

İSTİCAN Ayrıca çevre kirliliği ile savaşmak bir sürü insanın işine gelmiyor.

İSTİ Nasıl olur, deli mi bunlar?

İSTİCAN Deli değiller, ama arıtma tesisi için masraf yapmak hoşlarına gitmiyor.

İSTİ Ama ya denizler, balıklar, balık yumurtaları?

KANKAN1 İnsanlar kendi çocuklarını bile düşünmüyor balıkları mı düşünecekler.

İSTİ Ama bu çok acı, ben bunlar oluyor diye kendi denizimden kaçtım.

İSTİCAN Burada da durum pek farklı değil işte... Lütfen gidelim buradan.

İSTİCAN Peki. Hoşçakalın.

İSTİ Size iyi şanslar.

KANKANLAR Güle güle.

(Fon perdesi değişir. Şimdi Amerika’da kovboy ve Kızılderili balıkların dansını görürüz.)

KOVBOY Hi!

KOVBOY Where do you come from?

İSTİ Ha?

KOVBOY Nereden geliyorsunuz?

İSTİ Ay bu Türkçe biliyor!

KIZILDERİLİ No türkçe bilmek!

İSTİ Eee, nasıl konuşmak?

KIZILDERİLİ Filmlerde öyle olmak.

KIZILDERİLİ Herkes aynı dili konuşmak.

KIZILDERİLİ Şakır Şakır...

İSTİ Oh yeah!

KOVBOY Sen de İngilizceyi çözdün galiba...

İSTİ Mecburen, mecburiyetten!

KIZILDERİLİ Ugh!

İSTİ Merhaba biz Akdeniz’den geliyoruz. Oradaki çevre kirliliğiyle başa çıkamayınca okyanusa çıkalım dedik.

İSTİCAN Çok uzun bir yoldu. Neyse ki bir balinayla karşılaştık da onun akıntısından yararlanarak daha hızlı geldik.

İSTİ Evet, ama nedense kıtaya yaklaşınca birden bire bizi terketti.

İSTİCAN Hatta o kadar hızlı gitti ki doğru dürüst vedalaşamadık bile.

İSTİ Neden böyle davrandı anlayamadık. Onu kızdıracak bir şey mi yaptık acaba.

KOVBOY Sanmam. Herhalde balina avcılarına görünmemek için kaçmıştır.

İSTİ Balina avcıları mı?

İSTİCAN İnsanlar balinaları da mı yiyor?

İSTİ Onlar balık değil ki, memeli hayvan.

İSTİCAN Üstelik etleri de çok yağlıdır.

KIZILDERİLİ Evet öyle.

KIZILDERİLİ Zaten insanlar, o yağları yüzünden balinaları avlıyor.

KIZILDERİLİ O yağlarla güzellik malzemeleri, çeşitli yağlar falan üretiyorlar.

İSTİ O zaman balinaların avlanmasının bir amacı var. Peki neden kaçıyor o zaman. Zamanı gelince bütün canlıların bir işe yaraması gerektiğini bilmiyor mu?

KOVBOY O biliyor ama insanlar bilmiyor.

İSTİCAN E balinaları kullanıyorlar dediniz.

KIZILDERİLİ Eskiden balina yağına gerçekten ihtiyaçları vardı. Oysa şimdi balina yağı yerine kullanabilecekleri bir sürü yapay madde var.

KOVBOY Balina avında kullandıkları gemiler de çok gelişti.

KOVBOY Artık balinalar ve insanlar eşit şartlarda değil.

KOVBOY Eskiden sadece yaşlı ya da yaralı, balinaları yakalarlardı. Oysa şimdi en genç balinaları bile kolayca avlıyorlar.

İSTİ Peki kimse onlara engel olmuyor mu?

KIZILDERİLİ Bazı ülkeler balina avını yasakladı, ama hala balina avına izin veren ülkeler de var.

İSTİCANAma balinalar olmazsa doğanın dengesi bozulur. Onlar gözle görülemeyecek kadar küçük deniz canlılarını yiyorlar.

İSTİ Balinalar olmazsa bu küçük canlılar çoğalır, bütün oksijeni tüketirler ve denizlerde başka hiç bir canlı yaşayamaz.

İSTİCAN Üstelik denizlerde yaşam biterse insanlar da bu dünyada yaşayamaz bunu bilmiyorlar mı? Neden bu katliamı yapıyorlar?

KOVBOY İnsanlar katilam yapma konusunda uzmanlar. Onlar anlamsız savaşlarla birbirlerini de öldürüyorlar.

KOVBOY Biz balıklar kadar akılları yok.

KIZILDERİLİ Doğru, biz yerli balıklar sonradan buraya gelen kovboy balıklarla tatlı tatlı geçinip gidiyoruz.

KOVBOY Ama Avrupa’dan gelen göçmen insanlar bu kıtaya geldiklerinde kızılderilileri insanları öldürdüler.

İSTİ Belki de bu kıta çok küçüktü, kendilerini yaşayacak yer açılsın diye bunu yaptılar. Doğada bütün canlılar bunu yapmıyor mu?

KIZILDERİLİ Doğadaki canlılar bunu yer ya da yiyecek kıtsa yapıyor, oysa bu kıta o kadar büyük, o kadar verimli ki hepsine yeterdi. Onlar yine de kızılderili insanları öldürdüler.

İSTİ Bu vahşet, bu insanlar neden denizlere ve deniz canlılarına önem vermiyorlar diyordum. Oysa onlar insan hayatına bile değer vermiyorlarmış.

İSTİCAN Ne yazık ki öyle görünüyor. Neyse ki denizlerde yeni göçmenler için bol bol yer var. Ne dersin İsti, burası hoşuna gitti mi?

İSTİ Hayır, balinaları öldürmeye devam ederlerse burayı da küçük canlılar saracak. Ayrıca sebepsiz yere katliamlar yapılan bir yerde can güvenliğim olamaz. Aramaya devam edeceğim.

KOVBOY Burada kalmamana üzüldüm. Umarım istediğin gibi bir yer bulursun.

KIZILDERİLİ Gittiğin yerden bize de bir deniz-mail gönder.

KOVBOY VE KIZILDERİLİ Siz de. Güle güle. Yolunuz açık olsun.

(Olay Hawai'de geçer, iki Hawaili İstinaz'la İstican'a çiçekten bir kolye takarlar...

HAWAI 1 Merhaba!

İSTİCAN Merhaba, yarışma programı mı var?

HAWAI Ne yarışması?

İSTİNAZ Hostes kızları görünce birden kendini Mehmet Ali Erbil sandın galiba !

İSTİCAN Yok canım, yanlış anladın.

İSTİNAZ Canın yarışma istiyorsa Kalkan Kaşık'ın programına katılsaydın. Bilgilerin boşa gitmezdi.

HAWAI Aa, yoksa siz televizyoncu musunuz? Biri bizi mi gözetliyor?

HAWAI Nereye bakacağız, kameralar nerede, çantada mı?

HAWAI (çantalara bakarak) Anneme, babama, taşlıtarladaki amcama, mercandaki teyzeme, sevgiler. Bir de okul arkadaşlarıma ....

İSTİNAZ Burası ne kadar güzel bir yer böyle!

HAWAI 2 Maalesef insanlar da öyle düşünüyor...

İSTİCAN Maalesef mi?

HAWAI 3 Evet... Çünkü buranın çok güzel olduğunu düşünen insanlar buraya akın ediyorlar.

İSTİNAZ İyi ya işte, güzel bir yerden yararlanıyorlar, bunda ne kötülük var ki?

HAWAI 4 Daha ne olsun, küçücük bir adaya bunca insan, bunca balık nasıl sığsın ki?

İSTİCAN Doğru söylüyorsun... Bizim ülkemizin üç tarafı denizle çevrili. Ama herkes Bodrum diye bir yer var, oraya gitmek istiyor...

HAWAI 5 Burada da öyle, bir sürü güzel kıyı, güzel ada varken herkes buraya geliyor...

HAWAI 6 Kumsallarda adım atacak yer yok...

HAWAI 1 Eğlence yerlerinde yürümek mümkün değil...

İSTİNAZ Siz neler söylüyorsunuz? Biz ülkemize turist gelsin diye çırpınıyoruz, siz gelmesin diye...

HAWAI 2 Hayır... Gelsinler... Ama bu kadar çok insan gelince çevreye çok zarar veriyorlar...

HAWAI 3 Bu kadar büyük kalabalığın çöpünü temizlemek mümkün değil...

HAWAI 4 Hem bu hızla giderse yakında buraları kirlilikten yaşanmaz hale gelecek...

İSTİCAN Her yerin başka sorunu var yani?

HAWAI 5 Siz neden geldiniz?

İSTİNAZ Ben yerleşecek bir yer arıyordum da...

HAWAI 6 Buraya yerleşmeyi düşünmüyorsun değil mi

HAWAİLİLERDeğil mi?

İSTİNAZ Değil...

HAWAILİLER Bizim kalabalığımız bize yeter...

İSTİNAZ Bu durumda İstican'la İstinaz gider...

Yeniden fon perdesi değişir ve bir güney Asya ülkesinde olduğumuzu anlarız. Balıklar tül dansı yapar.

İSTİ Ay ne güzel dans, ne güzel renkler. Ben burayı çok sevdim. Belki de burası aradığım yerdir.

ÇEKİKGÖZ Merhaba arkadaşlar.

JAPONE Hoşgeldiniz turist misiniz, yoksa ticaret yapmaya mı geldiniz?

İSTİ İkisi de değil, bir araştırma yapıyoruz.

ÇEKİKGÖZ Aaa ne ilginç. Ne araştırması.

İSTİCAN İsti kendine yerleşecek bir yer arıyor, ben de suların kirlenmesiyle ilgili bir araştırma yapıyorum.

JAPONE Aslında daha kuzeye giderseniz fabrika atıklarıyla kirlenen suları görebilirsiniz.

ÇEKİKGÖZ Ama buralarda hiç fabrika yok onun için kimyasal atık bulamazsınız.

JAPONE Ben de onun için buraya taşındım.

İSTİ Peki ya avcılar? Büyük küçük demeden bütün balıkları avlıyorlar mı, düşüncesizce balık katliamı yapılıyor mu?

JAPONE Hayır burada sadece küçük balıkçı köyleri var, onlar da ağlarla avcılık yaparlar.

İSTİ Ne kadar güzel, hep uzak doğunun bir cennet kadar güzel olduğunu söylerlerdi. Galiba yaşayacağım yeri buldum.

İSTİCAN Emin misin İsti. Burası çok uzak, adı üstünde Uzakdoğu ilerde bir aile sahibi olursan çocukların akrabalarıyla belki de hiç tanışamayacaklar.

ÇEKİKGÖZ Tabii çocukların olursa.

İSTİ O ne demek? Neden olmasın?

JAPON Bu bölgenin kıyılarında eskiden çok güzel tropikal ormanlar vardı.

ÇEKİKGÖZ Denize tertemiz süzülmüş sular gelirdi.

ÇEÇİKGÖZ Ama insanlar bu ormanlardaki ağaçları kesmeye başladı.

İSTİ İyi de bundan bize ne?

JAPON Bize ne olur mu? Ağaçlar olmayınca erozyon oluyor.

İSTİNAZ Erozyon mu?

ÇEÇİKGÖZ Evet! Toprak akıp sulara karışıyor.

JAPONE Bu da kıyıdaki toprak tabakasının yok olmasına yol açıyor.

İSTİCAN Peki ama bunun İsti’nin yavrularıyla ne ilgisi var?

JAPON Topraklar aktıkça kıyılara bırakılan yumurtalara zarar veriyor, üstlerini kapatıyor. Onun için pek çok balık türü yokolma tehlikesiyle karşı karşıya.

İSTİ Ne kadar korkunç, oysa herşey ne kadar mükemmel görünüyordu?

İSTİCAN Bu insanlar nereye gitse doğanın dengesini bozuyor galiba.

İSTİ İyi ama bütün dünyada insanlar var.

ÇEKİKGÖZ Bildiğim kadarıyla insanlar sadece Antartika kıtasına yerleşmemiş.

JAPONE Orada sadece çevreci örgütlerin araştırma ekipleri varmış.

İSTİ O halde hep beraber oraya gidelim.

İSTİCAN İsti unuttun mu Antartika Güney Kutbunda.

İSTİNAZ Eee, ne olmuş Güney Kutbundaysa?

İSTİCAN Orası çok soğuktur.

JAPONE Hem de nasıl.

İSTİ Aaa doğru. Tamamen unutmuşum.

ÇEKİKGÖZ Sizi bilmem ama biz sıcak su balıklarıyız. O kadar soğuk sulara gidemeyiz.

İSTİ Haklısınız. Oralar bizim için de çok soğuk. Okulda en kötü dersim coğrafyaydı zaten. Aslında bütün o ülkelerin, denizlerin, göllerin isimlerini ezberlemek bana çok zor gelirdi. Ama geziye çıktığımız zaman bütün o öğrendiğim yerleri görmek çok hoşuma gitti. Unuttuğum şeyleri hatırladım.

İSTİCAN Aslında coğrafya, tarih çok zevkli derslerdir. Çünkü bize yaşadığmız dünyayı ve geçmişimizi tanıtır.

İSTİ Doğru, ama yine de öğretmenlerimiz bize o kadar çok şeyi ezberleteceklerine resimlerle, hikayelerle dersleri daha zevkli bir hale getirseler ya.

İSTİCAN Onlar da ellerinde ne varsa onu kullanıyorlar. Ama biz de televizyonlarda belgeselleri izleyerek, resimli kitaplar, gezi dergileri okuyarak, müzelere giderek derslerde öğrendiklerimizi destekleyebiliriz. Çocukken ben Atlası elime alır, ülkelerle ilgili bilgileri okur, saatlerce haritaları inceler, o denizlere, göllere gittiğimi hayal ederdim. Bu arada tarihte, coğrafyada da hep sınıf birincisi olurdum.

İSTİNAZ Yeniden okula gidersem söylediklerini hatırlayacağım.

İSTİCAN Belki de dönersin.

İSTİNAZ Neden?

İSTİCAN Hatırlıyor musun? Yola çıkarken sana ne demiştim?

İSTİNAZ “Beraber gezelim, sen kalacak bir yer ararsın ben de araştırma yaparım demiştin”

İSTİCAN Daha sonra?

İSTİNAZ Aaa tabii, “Bir yer bulamazsan geri dönüp bizimle beraber çalışırsın” da demiştin.

İSTİCAN İstediğin gibi bir yer buldun mu?

İSTİNAZ Hayır bulamadım.

İSTİCAN Peki ne yapacaksın?

İSTİ Bilmiyorum, ailemi, arkadaşlarımı da çok özledim.

İSTİCAN Eee ne demişler “Balığın dönüp dolaşıp geleceği yer balıkçı dükkanıdır”

Yeniden Marmara’dayız. Bütün balıklar arkaları dönük bir halde İsti’nin kürsüden anlattıklarını dinlemektedir.

İSTİ İşte durum böyle arkadaşlar. Anlattığım gibi dünyanın her tarafında çevre kirliliği yaşanıyor ve bütün canlılar bundan zarar görüyor. Bu kirliliğin nedeni insanlar. Sadece Çevreciler adı verilen çok küçük bir grup insan bu zararların farkında. Onlara destek olmalıyız. Pek çok insan çevreyi kirletmeyi sadece sokağa çöp atmak zannediyor. Ağaçları dikmek, yeni ağaçlar kesilmesin diye eski kağıtları yeniden değerlendirmek, şişeleri kutuları toplama kumbaralarına atmak, deterjan yerine sabun tozu kullanmak ve bunun gibi daha pek çok şeyin çevre için önemini bilmiyorlar.


Diğer insanlara bu dünyada diğer canlılar yok olursa insanların da yaşama şansı olmadığını, dünyanın dengesini bozmamaları gerektiğini anlatmalıyız. İşte bunun için burada toplandık. Şimdiye kadar yapılmamış bir şey yapacağız. İnsanlara kendi dillerinde sesleneceğiz. Herkes pankartını alsın, Boğaz’daki büyük yüzüşümüz başlıyor.

(müzikle beraber teker teker herkes pankartını okur)

LÜFER T. Yaşam zincirine saygı

DİLCAN Bu dünya hepimizin

BARBUNİYE Çocuklarımız yaşasın

BARBUN Temiz bir dünya istiyoruz

İSTİ Doğanın bir dengesi var

İSTİCAN Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için

HEPSİ Bu dünya hepimizin

Unutmayın çocuklar

Dünyamızı koruyun

Çünkü gelecek sizin

Araştırıp öğrenin

Kitapları okuyun

Çevre nasıl korunur

Neler yapılmalıdır

Hep birlikte, elele

dünyamızı kurtaralım

kirletenleri öğrenip

onlara engel olalım

haydi siz de katılın bizlere
 
Son düzenleme:
Geri
Top