Tiyatro Metinleri

  • Konuyu açan Konuyu açan dderya
  • Açılış tarihi Açılış tarihi
DOMATESLER VE PATATESLER


KİŞİLER:


Pazarcı (çiftçi) Mustafa Efendi: 45 yaşlarında


Selim Bey: 35 yaşlarında


Oğuz: 6-7 yaşlarında


Bir pazar yeri. Ortada bir tezgâh. Tezgâhın üstünde yığılmış domates, patates ve ıspanak var. Hepsi çok taze ve güzel görünürler. Baba oğul alışveriş yapmaktadırlar. Selim Bey tezgâha varmadan küçük oğluna bir şeyler anlatır. Oyun bu şekilde başlar.


SELİM BEY: (Belli etmeden Mustafa Efendi’yi göstererek) Bak oğlum, bu amcanın adı Mustafa.


OĞUZ: Kim ki bu amca, baba?


SELİM BEY: Ona “Kör Mustafa” derler. Yıldırım kasabasından geliyor buraya.


Birkaç ay önce tanıştık, dost olduk. Kasabasında çiftçilik yapar. Çok çalışkan bir insan. Tezgâhında gördüğün her şeyi o yetiştiriyor.


OĞUZ: Gerçekten mi? Baba, o domatesleri ağaçtan mı topluyor? Hani dedemin bahçesinde vardı ya ağaçlar…


SELİM BEY: Gel , gidelim. Onları nasıl yetiştirdiğini kendisine sor.


SELİM BEY: Selâmün aleyküm, usta! Nasılsın?


MUSTAFA EFENDİ: O! Aleyküm selâm. Çok şükür hâlimize. Sen nasılsın?


SELİM BEY: İyiyiz. Sağol.


MUSTAFA EFENDİ: Bu güzel ufaklık da kim? Yoksa oğlun mu?


SELİM BEY: Evet, oğlum.


OĞUZ: Adım Oğuz. Amca, bu domatesleri ağaçtan mı topluyorsun?


MUSTAFA EFENDİ: Hayır. Hiç domates fidanı görmedin mi? Bak, bunlar kısa boylu bir bitkinin üstünde yetişir. Onlara fide deriz. O fideleri de tohumdan ben çıkarıyorum. Bunları yetiştirmek için sadece yazın çalışmak yetmez. Kıştan tohumları ekerim. Naylon küçük seramda bu fideleri büyütürüm. Sonra baharda o fideleri toprağa ekerim.Zararlı otlardan temizlemek için bunların etrafını sürekli çapalarım. Yoksa büyüyemez fidecik, yerinde sayar. O zaman domatesler de böyle kırmızı ve kocaman olamaz. Tatmak ister misin?


OĞUZ: Evet.


MUSTAFA EFENDİ: Dur yıkayayım.


OĞUZ: ( Güzel domatesi yemeye başlar. Ama merakı devam etmektedir.) Peki bu patatesler nasıl yetişiyor?


MUSTAFA EFENDİ: Onların da tohumlarını baharda ekiyorum. Yazın da kürekle topraktan çıkarıyorum.Bir patates koyuyorum çukura; beş tane, on tane çıkarıyorum.


OĞUZ: Ya! Ne güzel.


SELİM BEY: Hadi oğlum, artık gidelim.


OĞUZ: Tamam.


SELİM BEY: Allahaısmarladık Mustafa Usta.


MUSTAFA EFENDİ: Güle güle.


(Uzaklaşırlar.)


OĞUZ: Çok mu büyükmüş bahçesi baba?


SELİM BEY: Hayır yavrum. Geçenlerde onu tanıyan birisiyle konuştum. O anlattı. Kasabada dağ eteğinde küçük bir arazi varmış. Burası taşlıkmış ve birçok yabanî otla çalıyla kaplıymış. Mustafa Efendi, aylarca uğraşmış bu kötü, taşlık arazide. Yeri gelmiş kazma kürekle yeri gelmiş parmaklarıyla hatta tırnaklarıyla hâle yola sokmuş. Ekilebilecek toprak hâline getirmiş. Herkes buna çok şaşırmış. İşte; bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur diye boşuna dememişler. Görüyor musun bak, insan isteyince neleri başarabiliyormuş…


OĞUZ: Baba, ben artık domatesleri ve patatesleri daha çok seviyorum.


(Selim Bey kocaman bir gülümsemeyle oğluna bakar. Evlerinin yolunu tutarlar.
 
Son düzenleme:
DÜŞEN ÇOCUK (YANLIŞ HAREKET, DOĞRU HAREKET)


DÜŞEN ÇOCUK (Yanlış)


Karakterler


Anne (40 yaşlarında)


Selin (ilköğretim okulu öğrencisi)



(Anne örgü örerken Selin ağlayarak içeri girer.)


Anne: Ne oldu yavrum niye ağlıyorsun? (kanayan bacağı görür) Aaa bacağına ne oldu? (Kızgın) Kim yaptı?


Selin: Düştüm anne.


Anne: (Kızgın) Nerede düştün? Nasıl düştün?


Selin: Bizim sitenin köşesinde. Eve gelirken Merve ile elim sende oynuyorduk…


Anne: (Kızgın) İtti mi yoksa? Eğer öyle bir şey yaptıysa ona sorarım ben...


Selin: Hayır anne. Ayağım taşa çarptı.


Anne: (Kalkıp pansuman malzemelerini almaya giderken bir yandan da konuşmasını sürdürür.) Koca kız oldun hala sokaklarda oynuyorsun.Niçin dikkat etmiyorsun kızım? Kaç kez söyledim önüne bak diye? (Pansuman yaparken) Şu hale bak çorabını da yırtmışsın. Daha yeni almıştım dünyanın parasını verdim. (Selin acıyla bağırır. Annesi öfkeli) Bağırma ne bağırıyorsun. Sanki ben yaptım.


Selin: Çok canım yanıyor.


Anne: Yansın! Yansın ki bir daha yapma!



DÜŞEN ÇOCUK (Doğru)


(Anne örgü örerken Selin ağlayarak içeri girer).


Anne: (Sevecen) Ne oldu yavrum niye ağlıyorsun? (Kanayan bacağı görür) Aaa bacağına ne oldu?


Selin: Düştüm anne.


Anne: Çok mu acıyor?


Selin: Evet anne.


Anne: Sakin ol yavrum. Çok kötü görünmüyor. Pansuman yapıp krem sürünce acın azalacak. (Pansuman malzemelerini almaya giderken bir yandan da konuşur.) Mikrop kapmaması için tendürdüyot süreceğim. Kısa süreli canın yanacak ama biraz dişini sıkacaksın artık. (Pansuman yapmaya başlayınca Selin acıdan bağırır) Geçti yavrum, geçti. Başka şeyler düşünmeye çalış benim güzel kızım..


Anne: Acın azaldı mı?


Selin: Evet anne, şimdi daha iyi.


Anne: Tam söylediğim gibi değil mi? Olay nasıl oldu anlatabilecek misin?


Selin: Eve gelirken Merve ile elim sende oynuyorduk; bizim sitenin köşesinde ayağım taşa çarptı.


Anne: Aksiliğe bak. Merve de üzülmüştür şimdi. Olur böyle şeyler… Herkesin başına gelebilir. Ben de düşebilirim.


Selin: Çorabımda yırtıldı. Yeni almıştık.


Anne: İlahi Selin, düşündüğün şeye bak. Senden önemli mi? İster miydin böyle olmasını. Ben sana yenisini alırım canım yavrum.


Selin: Canım anneciğim teşekkür ederim.


Anne: Ne teşekkürü çocuğum bir anne olarak görevim. Yalnız bundan böyle koşarken daha dikkatli olmalısın. Maazallah daha büyük bir kaza olabilir.


Selin: Tamam anneciğim.
 
Son düzenleme:
DÜÜT

KAHRAMANLAR:

Anne

Baba

Çocuk


(Salonda anne ve baba birer koltukta oturmaktadır, baba gazete okumakta, anne örgü ile uğraşmakta, çocuk ise yerde oyuncakları ile oynamaktadır.Çocuk elindeki kamyonu halının üzerinde sürerek: )


Çocuk: Düüt!

Anne: Maşallah bey, oğlumuz büyüyor.

Baba: Tabii canım, kimin oğlu! Kafaya bak kafaya tıpkı ben! (Oğlunun saçını okşar.)

Çocuk: Düüt!

Anne: Hatırlıyor musun nefes almıyor diye korkudan ölmüştün.

Baba: Hatırlamaz mıyım, çok korkutmuştu kerata, aslan oğlum, akıllı oğlum benim.

Çocuk: Düüt!

Anne: Maşallah bey, oğlumuz çok zeki! Başkasının çocuğu olsa şimdi ne bulsa ağzına alırdı. Bizimki öyle mi, amanın da benim akıllı kuzuma!

Çocuk: Düüt! (Anne- baba ellerindekilerle meşgul olurken çocuk kamyonu ağzına alır.)

Anne: Bey?…

Baba: Efendim hanım?

Anne: Sence de bizim oğlan mühendis olur değil mi?

Baba: Ne münasebet canım, bizim oğlan doktor olacak.

Çocuk: Düüt! (Seyirciye bakıp gülümser.)

Anne: Aşk olsun ne var yani mühendis olsa!

Baba: Olur mu öyle şey! Doktor olacak o kadar!

Anne: Aaa ne bağırıyorsun be! Hem neden senin dediğin olacakmış, benim oğlum mühendis olacak işte!

Baba: Hanım! Adamın asabını bozma doktor olacak oğlum doktooor!

Anne: Hiç de bile mühendis!

Baba: Doktoooorrrr!

Anne: Mühendiiiiiiiss!

Çocuk: Düüüüüüüüüüüüüt! (Olduğu yere yığılır.)

Baba: Oğlum, aslan oğlum ne oldu!?

Çocuk: Düt! (Ağlar)

Baba: Düt oğlum düt!…

-SON-
 
Son düzenleme:
ELİ ÖPÜLESİ (24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ)


KİŞİLER:


1-Selma öğretmen

2 Hayriye: Öğrenci velisi

3- Kürşat: Öğrenci velisi, maganda tipli.

4- Birkaç tane erkek ve kız öğrenci.


S- ( öğretmen öğretmenler odasında yazılı kağıdı okumaktadır) Ben, Selma öğretmen. Bu okulda öğretmenim. İşlerimiz yok çoğun. Yazılı yaptığım zamanlarda teneffüslerde dinlenmeye bile fırsat bulamıyorum. Evimde kendi çocuklarımla ilgilenecek zamandan çalıp okuldaki öğrencilerim için harcıyorum. Şu anda teneffüsteyim ve bir bardak çay içmeye bile vaktim yok. Ama gene de şikayetçi değilim. Biz öğretmenler böyleyiz işte her türlü zorluğa göğüs gereriz. Çünkü öğrencilerimizi öz çocuklarımızdan ayrı görmeyiz.



H- (Çocuğunun elinden çekerek içeri sokmaya çalışır fakat çocuk girmek istemez. Birkaç kez tekrarlanır) Gir, gir içeriye. Öğretmenin yanına gel de sizi yüzleştireyim. Öğretmen hanım sen benim çocuğumu ne hakla döversin.

S – Bir dakika bayan ne oluyor ?

H- Heç vicdan, merhamet yok mu sende bacım ?

S- İyi de siz kimsiniz, adınız nedir, bir dakika.

H- Benim adım Hayriye, aha şu kızın anasıyım, olmaz olasıcanın.

S- Hoş geldiniz Hayriye hanım önce bir tanışalım bakalım, hal hatır filan soralım.

H- Benim çocuğumu ne hakla döversin sen. Dayak atasınız diye mi gönderiyoruz biz bu çocukları buraya.

S- Hayriye hanım lütfen beni dinler misiniz, ben sizin çocuğunuzu...

H- ( sözünü keser) Niye niye dövüyonuz benim çocuğumu onu söyle sen

S- Tamam söylüyorum işte . Ben sizin çocuğunuzu....

H- Laf ebeliği yapma bana. Niye dövdüğünü söyle onun için geldim ben.

S- İyi de konuşmama fırsat verirseniz söyleyeceğim hanımefendi. Şunu...

H- (keser) Kaymakama şikayete giderim

S- Tamam artık Hayriye hanım beni dinle önce. Ben, bu güne kadar ne sizin çocuğunuzu ne de başka bir öğrenciyi döv-me-dim. Anlaşıldı mı ?

H- Aha bu sopa neci, bununla mı atıyon sopayı yavrucuklara ? Vay yavrum vayyyy nasıl da patır patır vurursun, heç vijdanın sızlamadı mı ?

H- O sopa değilki. Hademe Cuma amcanın temizlik fırçası. Bak Hayriye hanım gene kestin sözümü dinlemeden karar veriyorsun.

H- Tamam tamam konuş ne konuşacaksan, ben anladım anlayacağımı. Hem suçlu hem güçlüsün.

S- Ayşe, gel bakayım yavrum buraya. Ben seni hiç dövdüm mü bu güne kadar ?

A- Hayır öğretmenim.

S- Annen niçin öyle konuşuyor

A- Benim önümde oturan Selma vurdu öğretmenim. Ameliyat yerime vurdu, acıdı. Ben de anneme söyledim.

S- Benim adım da Selma olduğu için annen koşa koşa geldi, işin aslını öğrenmeden beni hesaba çekmeye başladı.

H- Gız sen bana Selma öğretmen dövdü demedin mi ?

A- Hayır anne öyle demedim

H- Ne dedin ya

A- Öğretmenimiz sınıfta yokken önümde oturan Selma vurdu dedim.

S- Benim adım Selma, kendisine vuran arkadaşının adı da Selma olduğu için işler karışmış. Demek ki sabredip olayın aslını öğrenseydiniz bana hakaret etmenize gerek kalmayacaktı Hayriye hanım.

H – Aboooovvvv Vay başıma gelen vay. Gız niye adam akıllı anlatmıyon bana her şeyi söyle bakayım

A- Anne sen benim konuşmama fırsat vermiyorsun ki

H- Şuna bak şunaaaa, bacak kadar çocuk bana laf yetiştirmeye çalışıyor.(az önceki sopayı alır kıza vurmaya çalışır)

S – ( sopayı kadının elinden alır) Bak Hayriye hanım sen Ayşenin anlattıklarını tam anlamadan hareket ediyorsun. Bir daha böyle yapma olur mu ?

H – Haklısın öğretmen hanım haklısın. Gusuruma bakma . Oldu bir kere, bir daha da olmaz. (çıkar)

(elinde tespihle Kürşat girer )

S- Bey efendi buyurun, hoş geldiniz kapıyı çaldığınızı duymadım.

K- Duymazsınız tabi, kapıyı çalmadım ki.

S- Nasıl yardımcı olabilirim ?

Ben Kürşat. Sizinle işim yok, idareye çocuğun fotoğrafı eksikmiş onu bıraktım da.

S- Eeeee

K- Giderken şöyle içeri bir dalayım dedim.

S- Siz her yere böyle izinsiz girmezsiniz her halde değil mi

K- Benim için fark etmez.

S- Nasıl yardımcı olabilirim ?

K- Hocanım, siz öğretmenler var ya

S- Evet

K- Beleşten para kazanıyorsunuz valla

S- Yaa nereden biliyorsunuz ?

K- On beş tatil var, bayram tatili var, seyran tatili var, yaz tatili var, üstelik bir sürü de aylık alıyorsunuz. İşiniz ayna.

S- Maşallah Kürşat bey öğretmenler hakkında ne de çok şey biliyorsunuz. Siz ne iş yapıyorsunuz ?

K- Şeyyy, bir müddet yurt dışında kaldım yakalandım postaladılar bir fabrikada iş buldum çalışmıyorsun diye işten çıkardılar. Şu anda iş arıyorum.

S- Bizim işlerimize kafa yorduğunuz kadar kendi işinizin peşinden gitseniz ne kadar güzel olurdu değil mi ?

K- Ne yapalım hocanım hayat zor, sizinki gibi kolay iş olsa yapılır.

S- Gelin sizinle bir anlaşma yapalım Kürşat bey. Bugünden itibaren benim derslerime siz girin , bakalım öğretmenlik zor mu yoksa kolay mı ?

K- Güldürmeyin beni ondan kolay ne var, çocuk oyuncağı.

S- Siz buyurun derse girin bakalım şimdi.

K- Bak sonunda pişman olursanız karışmama haa

S- Girin girin siz 5/ B sınıfına gidin .

K- Tamam. (sınıfa girer) Çocuklar, bu gün dersinize ben gireceğim. Güzel dersler yapacağız sizinle. (öğrenciler avazlarının çıktığı kadar bağırmaya başlarlar. Biri yanık bir türkü tutturur, biri Kürşat’ın ceketini asılır, biri karnım acıktı der, biri öğretmenim ben uçaktan korkarım, havacılık kulübünden çıkmak istiyorum der. Birkaç dakika bu şekilde devam eder.Kürşat yaka paça dağınık, perişan bir vaziyette soluk soluğa öğretmenin yanına gelir ) Selma öğretmenim, neredesin, kurtar beni

S – Ne oldu Kürşat bey, daha gireli on dakika oldu, niçin çıktınız dersten ?

K- Be beb ben vaz geçtim bu işten. Bu çocuklarla baş etmesi imkansız, siz nasıl susturuyorsunuz bunları çıldıracağım şimdi. Öğretmenim sizler geçekten eli öpülesi insanlarsınız. Verin elinizi öpeyim.
 
Son düzenleme:
EMİN OLMADAN SUÇLAMA

Olay okulda geçmektedir.4/a sınıfı öğrencileri her sabah olduğu gibi okula gelmişler ve ilk derse başlamışlardır. İlk ders sosyal bilgilerdir. Zil çalar ve öğrenciler teneffüse çıkarlar.


Zeynep: Ayy inanmıyorum param yok.


Ayşe: Nereye gitmiş olabilir Zeynep.


Zeynep: (Ağlamaya başlar) Bilmiyorum sabah annem vermişti bende kalemliğime koymuştum.Ama şimdi baktım param yok.


Serdar: (Tam o esna da sınıfa girer.Ne oldu Zeynep niye ağlıyorsun?


Ayşe: Birisi Zeynep’in parasını çalmış.


Serdar: Nasıl olur Zeynep.Kim yapmış olabilir acaba?


Zeynep: Bilmiyorum Serdar,hangi kötü kalpli insan yapabilir bunu?


Serdar: Zeynep aramızda kalsın ben bunu yapanı galiba biliyorum.Ferit’i hep sınıfta görüyorum teneffüslerde.


Ayşe: Evet evet bende görüyorum.


Zeynep: Mahvedicem onu.


Ayşe: Dur Zeynep! Kavga etme öğretmene söyle en iyisi.


Zil çalar sınıf derse girer.Zeynep ve arkadaşları Ferit’i gözlemler.Zeynep parmak kaldırır.


Öğretmen: Söyle Zeynep


Zeynep: Öğretmenim Ferit paramı çaldı.


Öğretmen: Neler söylüyorsun sen Zeynep.Nerden biliyorsun Ferit’in çaldığını.


Zeynep: Teneffüste hep sınıfta oluyormuş Ayşe ile Serdar’da görmüş.


Öğretmen: Zeynep kimseyi emin olmadan suçlamamak lazım.Bu yaptığın çok yanlış bir davranış.


Teneffüs zili çalınca öğretmen Ferit’i yanına çağırır.Ağlamaktan gözleri şişmiş tir.


Öğretmen: Ferit evladım böyle bir şey yaptın mı?


Ferit: Hayır öğretmenim ben yapmadım.Arkadaşlarımın benden şüphelenmesine bir anlam veremiyorum.


Akşam olur okul dağılır.Zeynep eve varınca parasını çalışma masasının üzerinde bulur.Ferit’i haksız yere suçladığının farkına varır.Sabah okula gelir.


Zeynep: Öğretmenim paramı evde unutmuşum Ferit suçsuzmuş.


Öğretmen: Çocuklar kimseyi boş yere emin olmadan suçlamamalıyız.Zeynep’in yaptığı hatayı hiçbirimiz yapmayalım bundan sonra.Şimdi arkadaşınızdan hepiniz özür dileyin ve bir daha böyle bir hata yapmayın.


Zeynep,Serdar ve Ayşe Ferit’ten özür dilerler…
 
Son düzenleme:
ESKİ PALTO (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR)


ŞAHISLAR

FİKRET (Edebiyat Fakültesi talebesi) -ŞEVKET (Güzel Sanatlar talebesi, ressam.) - KASIM (Seyyar eskici, orta yaslı.) - FERİDE (Dikişçi kız.)


SAHNE

Bir apartmanın çatı katında küçük bir oda. Dipte koridora açılan kapı. Karşıda sol tarafta bir pencere. Sağda, geride, bitişik odaya giden diğer bir kapı. Yine sağ tarafta ve öne doğru bir resim sehpası. Ortada bir masa. Üç tane adî hasır sandalye. Solda Adi bir elbise dolabı. Bir köşede katlanmış duran bir paravana.


I. MECLİS

Fikret — ŞEVKET (Dışardan Feride ve Kasım'm sesleri) (Fikret masanın başına oturmuş, önünde kitaplar, ders çalışıyor. Şevket, resim sehpasının önünde yan yatırılmış bir iskemlenin üstüne oturmuş, paletine boya koymakla meşgul.

Fikret'in sıkıldığı halinden bellidir. Vakit vakit başım kaşır, gözlerini tavana diker veya pencereye dalar. Ara sıra derin derin içini çeker. Şevket ona birkaç kere hayret ve telAşla bakar, başını sallar):

FİKRET (Şevket'e) — Sen ne dersen de Şevket ama, işte bugün pazar vesselam!.. ŞEVKET — EeeL Pazarsa ne olacak?

FİKRET — Ne mi olacak? Amma da yaptın ha! Havada bir ilamla bulut, bir nefes rüzgAr olmadığına bakılırsa dışarısı muhakkak cennet gibi!..

ŞEVKET —Eee... Sonra?

FİKRET — Sonra mı? Bu genç yaşımda elbette masmavi semayı seyretmekten zevk duyarım!..

ŞEVKET — Söyle Fikret söyle!.. Bakalım hangi bahse girmek istiyorsun?

FİKRET — Girmek değil çıkmak istiyorum, çıkmak!.. Bu odadan fırlayıp çıkmak!.. Kırlara, tepelere doğru uzanmak.. Papatyaları, gelincikleri, çimenleri seyretmek, kuşlan dinlemek için gezmeye, şöyle güzel bir gazinosu yahut da iyi bir lokantası olan bir yere gitmek istiyorum...

ŞEVKET — Şöyle güzel bir gazinosu?..

FİKRET — Yahut da iyi bir restoranı...

ŞEVKET— Sen çıldırmışsın ayol!.. Paramızın olmadığından haberin yok galiba?

FİKRET — Yahu, ben sana paramız var demiyorum ki. Yalnız içimdeki arzudan bahsediyorum...

ŞEVKET — Olur şey değil! Hem paran yok, hem de arzun keyif çatmak ha? Beyim otomobile atlayıp dağlara, kırlara lokantalara, gazinolara gidecek, baksana!..

FİKRET (Yerinden kalkar) — Canım öyle bir şey dediğim yok.

ŞEVKET — Ya ne diyorsun?

FİKRET — Şunu diyorum... Dinle, azizim Şevket!.. Dah;ı doğrusu şunu demek istiyorum ki.. Sen yerinden kalk, başı na şapkam geçir, doğru bir sarrafın yahut da rehin üzerine borç para veren bir idarehanenin yolunu tut, altın saatini bırak, hiç olmazsa onbeş yirmi lira al!.. Buraya gel, ondan sonra gidip çiçekleri seyrederek, kuşları dinleyerek, iyi bir yerde kendimize güzel bir öğle ziyafeti çekelim!..

ŞEVKET (Fikret bunları söylerken onu: "Maşallah, çok iyi biliyorsun!" der gibi başını sallayarak, dudaklarını bükerek dinledikten sonra) — Sen avucunu yala! Ben saatimi rehine falan koymam! Bunu aklından çıkar! Bu benim büyük annemin annesinden büyük anneme, büyük annemden de anneme kalan ve annemin de bana yadigAr diye verdiği biricik kıymetli saatimdir! (Yerinden kalkar, paleti elindedir) Hem altın, hem de aynı zamanda çalar saat haaa!..

FİKRET — Çalar saat oluşu da neye yarar sanki?

ŞEVKET — Neye mi yarar?

FİKRET — öyle ya... Neye yarar?..

ŞEVKET — Allah, Allah! Neye yarayacak? Kenarındaki düğmeye dokundun mu, tın! tın! saatin kaç olduğunu anlarsın!.. HattA karanlıkta bile.'..

FİKRET — Pek mühim şey doğrusu!

ŞEVKET — Ne zannettin ya?.. Elbette mühim! Farzet ki gece uyandın... Oda kapkaranlık... Saatin kaç olduğunu da anlamak istiyorsun. Düğmesine bas, dinle! MeselA: Tın! tın! dedi mi? Saat iki! Arkasından bir kere de çın! derse, iki buçuk! Üç kere çın! çın! çın! derse...

FİKRET (Onun sözünü keserek) — Canım sen şimdi tın tını, çın çını bırak da, benim dediğimi yap!

ŞEVKET — Hiç kendini üzme birader!..

FİKRET — Yahu paranın bir kısmiyle de sana bir çakmak alırım vallahi! Gece uyanıp da saati öğrenmek istedin mi?

çakmağı çakar, yatak odasındaki masa saatine bakar, saatin kaç olduğunu yine pekAlA anlarsın!..

ŞEVKET — Sen hiç boşuna kendini üzme!.. Olmaz dedim ya, bitti! Ben saatimi kimseye veremem!..

IİKRET — Yahu, sana saatini birisine ver demiyorum! Rehine ver diyorum, rehine!

ŞEVKET — Ben rehin mehin anlamam!..

FİKRET — Sanki cebinde bir şeye yarıyor!..

FİKRET — Canım Şevketçiğim, dinle! Saatin en fazla kimlere lüzumu var? Bir kere düşünelim! MeselA bin bir yerde işi olan tüccarlara.. Birçok hastaları olan doktora.. Ne bileyim? MeselA... Sevgilisinin randevusuna gidecek Aşıklara! Değil mi ha? Yoksa seninle benim gibi böyle bir tavan arası odasında, geçe gündüz pinekleyenlerin saate ne ihtiyacı olur ki? öyle ya, ben burnumu kitapların arasına sokup kafa patlatmakla, sen de muşambalarının üstüne abuk sabuk boyalar vurmakla vakit geçirdikten sonra saatin kaç olduğunu da bilmişiz, ha bilmemişiz!

ŞEVKET — Ben onu bunu anlamam! Hem sen benim saatime öyle abuk sabuk falan deme! Bir sene sonra ressam diploması alacağım ressam! Anladın mı?

FİKRET — Ben de, Allah kısmet ederse, edebiyat diploması. O bahisleri sen bırak şimdi! Hem senin o saati cebinde taşıman neye benziyor biliyor musun?

ŞEVKET — Neye?

FİKRET — Okmeydanı'nda buhur yakmaya! O kadar gülünç!

ŞEVKET — Sen istediğin kadar alay et! Zaten işin gücün benim canımı sıkmak!

FİKRET — Ne münasebet? Sana öyle geliyor!

ŞEVKET -— Zengin değilsek de şu arada iyi kötü geçinip gidiyoruz işte! Vakıa senin ailen de, benim ailem de bizlere ancak tahsil masraflarımıza ve en lüzumlu ihtiyaçlarımıza yetecek kadar para yollayabiliyorlar ama, çok şükür pekAlA idare ediyo ruz. Kimseye borcumuz yok. Sen Edebiyat Fakültesine devam edebiliyorsun, ben de Güzel Sanatlar Akademisine gidebiliyo rum... Sen öğleden sonra hususi dersler veriyorsun, ben de anı sıra, yaptığım tabloları satıyorum... Allaha şükür, bu suretle dr elimize aydan aya, az da olsa, açıktan bir şeyler geçiyor...

FİKRET —öyle ama...

ŞEVKET — öylesi böylesi yok! Talihimiz varmış ki, bu odayı da iyi bir aile yanında ucuz olarak bulduk! Allah için ev sahibimiz Nuriye Teyze bize Adeta annelik ediyor!..

FİKRET — Orası öyle vakıa... Kızı da Adeta bizimle kardeş gibi.

ŞEVKET — Feride, değil mi? Doğrusu... Sanki bizim kizkardeşimiz imiş gibi... İşte o da çalışıyor; hem annesine hem de kendisine yardım için... Dikişçilik ediyor...

FİKRET — Dikişçi değil, hattA mükemmel terzi!

ŞEVKET — öyle! Bize az gömlek mi dikti?

FİKRET — Daha geçen gün benim ceketimin astarını tamir etti!

ŞEVKET — Gördün mü ya?.. Bu kadar candan insanlar nerede bulunur? Feride'ye, yaptığı bütün bu şeyler için, para teklif etmek şöyle dursun, geçenlerde, biliyorsun ya, hani doğum yıl dönümünde küçücük bir hediyeyi bile güç halle kabul ettirdik!

FİKRET —- Doğru! Vallahi pırlanta gibi bir kız! (Aklına birden bir şey gelmiş gibi) İyi ya işte! Tam fırsatı! Sen saatini rehine koyup para al, bugün gezmeye giderken onu da davet ederiz. Bize yaptığı iyiliklere karşı da böylece gayet nazik bir surette mukabele etmiş oluruz!..

ŞEVKET —- Sen yine saçmalamaya, beni üzmeye başlıyorsun!.. Ben saatimi rehine falan vermem, vermem, vermem!.. Anladın mı? Vermem. Bitti!.. (Paletim yerine koyar) Bugün senin ne acayipliğin var böyle!..

FİKRET-—Dedim ya, Pazar da ondan!

ŞEVKET — Pazarın sanki başka günlerden farkı mı var?

FİKRET— Elbette! Pazar! Hem de bahar mevsiminde bir Pazar! Bak, hava enfes! İnsan biraz gülüp eğlenmek, hava almak istiyor! Bahar! Tabiatın sultanı!.. Bak, şAir bile ne demiş; (İnşad ile okur)

"Etti teşrif çemen mülkünü sultAn-ı bahar!"

ŞEVKET — Maşallah! Sen daha Fakülteyi bitirmeden şAir olmuşsun yahu! Tebrik ederim, tebrik ederim!

FİKRET — Ben sana kendi şiirimi okumuyorum ayol! Bu mısra, meşhur BAkî'nindir! Sen de böyle şeylerden hiç anlamazsın zaten! Hem insanın şairliği fakülte ile falan olmaz! Tabiatında olmalı tabiatında!..

ŞEVKET — Sen biraz şu saçma sapan laflarını kısa kessen, sana daha ciddi bir şeyden bahsadeceğirn.. Ama sen ciddi söz dinleyeceklerden değilsin ki!

FİKRET — Neymiş o ciddi söz? Söyle bakalım! Dinliyorum!

ŞEVKET — Ne dinliyorsun? Sözlerime hiç aldırdığın bile yok!

FİKRET — İşte görüyorsun ki dinliyorum!

ŞEVKET — Ne gezer?

FİKRET — Allah, Allah! Seni dinliyorum diye yemin mi edeyim sana? Yoksa fevkalAdeden bir tavır mı takınayım? Seni dinlemek için şu üç iskemlemizden hangisine oturayım, söyle? (Bir iskemleyi göstererek) Buna mı? (Oturur) Buyurun! Nasıl iyi mi şimdi? Madem ki ciddi bir şey söyleyeceksin, başla da görelim!

ŞEVKET — Dinle bak! MeselA saati değil de, başka bir şey satsak diyorum. Daha akıllı uslu bir hareket.. (Bir köşede katlı olarak duran paravanayı alır.) MeselA, ben şu paravananın üstüne özene bezene bir resim yaptım da, bir kere merak edip de nedir diye sormadın.. Bakmadın bile!..

FİKRET — Neymiş o resim?

ŞEVKET —* Ne olacak? LeylA ile Mecnun!!..

FİKRET — Allah, Allah! LeylA ile Mecnun ha? koca Fuzûlî'nin ruhu şAd olsun! (İnşad eder):

Can verme gam-ı aşka ki aşk Afet-i candır! Aşk Afet-i cAn olduğu mAlûm-ı cihandır!.. ŞEVKET — LeylA ile Mecnun, ne zannettin ya? Böyle şeylerden yalnız sen anlarsın sanki! Üstünde tam altı hafta çalıştım! Eserim geçen gün tamam oldu. Yani, artık satabilirim!.. FİKRET — Bak, alıcısını bulursan!..

ŞEVKET — öyle deme! Hani şu bizim köşe başında, resim çerçeveleri, tablolar, antika eşya falan satan bir dükkAn var ya... İşte oraya götüreceğim. Sahibi çok zevk sahibi, sanat eserlerinden adamakıllı anlar bir zat!..

FİKRET — Eğer hakikaten sanat eserlerinden anlayan bir zat ise, korkarım, eserini ona hemen hemen bedava bırakman lAzım gelecek!

ŞEVKET — Merak etme! O tam kıymetini verir!

FİKRET — Ben de onu demek istiyorum ya!

ŞEVKET — Yani, on para etmez mi demek istiyorsun?

FİKRET — Yok, öyle bir şey demedim. Bana kalırsa, resminin mevzuunu pek iyi seçmemişsin!

ŞEVKET — Vakıa mevzu, bir paravana için biraz fazla ciddi...

FİKRET — öyle ya. Ne bileyim, başka bir şeyler yapabilirdin...

ŞEVKET — MeselA?

FİKRET — MeselA Karagözün Hacivattan dayak yemesini gösteren bir resim!.. Yahut da. Nasrettin Hoca eşeğine ters binmiş kuyruğunu da dizgin gibi eline almış! (paravananın

kanatlarını aralayarak içine bakar) O!., mamafi sen LeylA ve Mecnun mevzuunda epey yenilikler göstermemiş değilsin hani!..

ŞEVKET (Memnun) Yani tablomda orijinallik var değil mi?

IİKRET — Evet... MeselA... Dur bakayım! (Tetkik eder) MeselA, LeylA'nın bir bacağı yok! Mecnun'un tam... (Sayarak) bir, iki, üç... Tam üç tane gözü var!..

ŞEVKET (Hiddetle Fikret'in yanına gelir) — Amma yaptın ha!.. Mecnun'un üç gözü olur mu imiş? Onun bir tanesi burun ayol! Asıl sen iki gözünü aç da bak! LeylA da bağdaş kurup oturmuş, onun için bir bacağı gözükmüyor! Ben de adam diye sana bir sanat eseri gösteriyordum! (Hiddetle paravanayı kapatır.) Ben paravanamı götürüyorum! (Paravanayı omuzlar.) Göreceksin ki, fırçamın sayesinde ne kadar para elde edeceğiz!.

FİKRET (Alaylı) — Fırçan sayesinde mi? Ayol sen fırçaların topunu satılığa çıkarsan on para bile veren olmaz!..

ŞEVKET — Sen öyle bil! (Şevket, paravana ile koridora açılan kapıya doğru gider. Tam kapıyı açarken dışardan Feride'nin sesi duyulur. Bir şarkı söylemekte yahut "Tralla la la" diye bir şarkının ahengini tekrarlamaktadır. Şevket irki-. lir, aralamış olduğu kapıyı hemen kapatarak geri çekilir.) Bayan Feride sokaktan geliyor galiba!..

FİKRET — EeeL Ne olacak?

ŞEVKET — Ne olacak olur mu? Elbet beni sırtımda bir paravana ile görmesini istemem! FİKRET — Onuruna dokunur demek?..

ŞEVKET — Ne zannettin ya? Kadınların yanında tuhaf vaziyetlere düşmek istemem!.. FİKRET — Allah versin!

KASIM (Dışardan sesi duyulur) — Eskiler alıyorum: Eski ceketler, pantolonlar, eski eşya, hurda bakır alıyorum!..

ŞEVKET — Bak, bizim eskici Kasım da, koridorun dibindeki odasına dönüyor.. Böyle, daha öğle vakti olmadan eve gelişine bakılırsa, bu sabah ticareti yolunda olmalı!

FİKRET (Aklına bir şey gelmiş gibi) — Yahu, işte alıcı ayağına kadar gelmiş iken, sen paravananı antikacıya götüreceğine şu Kasım'a satsan a!!..

ŞEVKET — Haydi gevezelik edip de beni kızdırma gene!..

FİKRET — Sen bilirsin!

ŞEVKET — İnsafsız herif, geçenlerde bize oynadığı oyunu hatırladı da, koridordan geçerken kapımızın önünde ondan bağırıyor galiba!.. Biliyorsun ya, hani senin ona iki liraya sattığın yeleğin cebinde bizim beş lira da beraber gitmişti! Sonra istedik de inkAr etti utanmadan!..

FİKRET — Doğru!

ŞEVKET — Ama kabahat sende! Ben evde yokken ne satarsın benim yeleği?

FİKRET — Sana iyilik olsun diye yaptım! Şunu satalım diyen sen değil miydin? Hem senin yeleğin cebine para koymuş olduğunu nereden bileyim? kerametim mi var? Yeleğin cebine para konur mu hiç? Fazla paran varsa bankaya koy!

ŞEVKET — Ne yapayım? Başka cebimde olursa elime çabuk geçer de harcarım korkusu ile, ihtiyat olsun diye yeleğin cebine koymuştum!

FİKRET — Ama ne ihtiyatlısın ya!..

KASIM (Dışardan sesi, biraz daha uzaktan) — Eski ceket, pantolon, eski yelek alıyorum!..

ŞEVKET — Bak şu mendebura! Bizimle sanki alay eder gibi hAlA bağırıyor! Yağlı müşterileri buldu, öyle ya!.. (Hiddetle) Ben şimdi sana el Alemi rahatsız etmesini öğretirim, terbiyesiz herif!., (Sırtında paravana ile kapıya doğru yürür. O anda kapı vurulur...)

FERİDE (Dışardan ses) — Evde misiniz? Bay Fikret, Bay Şevket?

ŞEVKET (TelAşla) — Eyvah! Bayan Feride geliyor! (Omuzunda paravana ile şaşkın şaşkın olduğu yerde döner.)

FİKRET — Ne oluyorsun yahu? Çıldırdın mı? (Kapıya doğru giderken) Buyrun Bayan Feride, buyrun! Evdeyiz!..

ŞEVKET (Şaşkın ve telAşlı) — Dur yahu, açma Allah aşkına, dur biraz... (Fikret kapıyı açar.)
 
Son düzenleme:
ESKİ PALTO (devamı..)

II. MECLİS
Feride - Fikret – Şevket

FERİDE (Basit ve temiz bir sokak kıyafeti ile girer. Elinde çantası vardır.) — Günaydın, Bay Fikret!

ŞEVKET (Kendi kendine) —Eyvahlar olsun! Rezil olduk!

FİKRET — Günaydın, Feride! Buyrun! Sefa geldiniz!

FERİDE — Günaydın, Bay Şevket! (Onu omuzunda paravana ile görerek) Ne o? Evin içinde paravana ile mi dolaşıyorsunuz?

ŞEVKET (Şaşkın) — Yok... Hayır, Bayan Feride,.. Evin içinde dolaşmıyorum... Sokağa çıkacaktım da...

FERİDE (Gülerek) — Sokağa mı? Omuzunda paravana ile öylemi?..

ŞEVKET (Kendi kendine) — Gel de cevap ver!

FİKRET — Evet, evet sokağa çıkıyordu! Evde paravana ile dolaşacak değil ya!

FERİDE — Bastonla, şemsiye ile çıkılır ama, paravana ile çıkıldığını hiç işitmemiştim! Pek rüzgAr falan da yok! Ben şimdi sokaktan geliyorum. Hava biraz serince ama, pek nefis!

FİKRET — öyle, pek nefis!..

ŞEVKET (Alçak sesle Fikret'e) — Ah Fikret! Ettiğin haltı görüyorsun ya!.. (Yavaşça çıkar.)


III. MECLİS

Fikret — Feride

(Dışardan Şevket'in sesi)

FİKRET (Odanın ortasına doğru ilerleyen Feride''ye)—Kusura bakmayın Bayan Feride! Evin içinde lüzumsuz yere kalabalık eden bir paravanamız vardı da... Şevket ile beraber şunu ortadan kaldıralım diye düşünmüştük.

FERİDE — Muhakkak bir ahbabınıza hediye edeceksinizdir!

FİKRET — Yok! Daha iyi bir şey! Satıp da parasını fakirlerimize dağıtacağız!

FERİDE — Yaaa! Demek yardım ettiğiniz fakirler de var?

FİKRET — Evet, ikimizin de birer fukarası var!

FERİDE (Alayla) — Sizinki, şimdi kapıdan çıkan olacak galiba!

FİKRET — Ben de öyle sanıyorum!.. Demin ne güzel bir şarkı söylüyordunuz Bayan Feride! FERİDE — Pek mi hoşunuza gitti?

FİKRET — Tabii! Şarkınıza burada da devam etmez misiniz?

FERİDE — Maalesef hayır... Neşem kaçtı...

FİKRET — Neden?..

FERİDE — Şey... Şu sizin paravananın gidişini düşünüyorum da...

FİKRET — Ha!.. Paravananın gidişi dediniz de aklıma geldi! Bugün bizimle gezmeye gelmez misiniz? Ben annenizden izin alırım! Şöyle kırlara doğru gidip, bir yerde Şevket’le beraber bir öğle yemeği yemek istiyoruz... Yahut da, fazla gecikirsek, akşam üstü çay içmeye...

FERİDE — Beni gezmeye davet ediyorsunuz demek! Hem de yemeğe, yahut çaya? FİKRET — Elbette!

FERİDE (Gülerek) — Davet ha? Ne ile bu davet?

FİKRET (Hürmetle eğilerek) — Gayet ciddiyetle ve nezaketle!

FERİDE — Mükemmel! Yemeğe veya çaya gitmek için kAfi

şeyler doğrusu!

FİKRET — Ya paravanayı hiçe mi sayıyorsunuz Bayan Feride? Şevket üstünde tam altı hafta çalıştı! Ağırlığınca altına satar vallahi!..

FERİDE — İnşallah! Ben de bunu arzu ederim!..

FİKRET — Hem de paravananın üstüne yaptığı resmin mevzuu: LeylA ile Mecnun! Şaheser! Şaheser!

FERİDE — LeylA ile Mecnun... Meşhur aşk destanı değil mi?

FİKRET — Evet, aşk ve ayrılık destanı!

FERİDE — Hani geçen gün okuyordunuz. Aklımda bir mısraı kalmış:

"Mecnunum LeylAmı gördüm"

FİKRET (Devam eder):

"Bir kerece baktı geçti

Ne sordum, ne de söyledi,

Kaslarını yıktı geçti."

Koca halk şairi Âşık Veysel ne de güzel söylemiş! LeylA ile Mecnun! Ne büyük aşk değil mi?

FERİDE (Teessürle) — Aşk... Bizim gibi hayatını günü gününe çalışmakla temin edenlerin düşünmeye vakit bulamayacağı bir şey. MeselA ben, biliyorsunuz ki, büyük bir dikiş evinde gündelikle çalışıyorum. Eğer zihnimde böyle şeyler olsa, ya iğneyi elime batırırım, yahut da dikişi ters dikerim! Bana kalırsa, aşk bir parça lüks bir şey... Acayip modalar gibi lüks...

FİKRET —- Evet, mesleğinizin tabiriyle, ona isterseniz moda diyelim ama, modası geçmeyen bir moda!.. (Feride dalgındır) Ne o? Dalgın, hattA mahzunsunuz Bayan Feride! Bu hüzün size galiba bizim odamızın hüznünden sirayet etti! İşte, size yine LeylA ve Mecnun'dan iki mısra okuyayım: "Eksik olmaz gamımız bunca ki, bizden gam alıp Her gelen gamlı gider, şAd gelip yAnımıza!.."

öyle değil mi? Biraz evvel siz de neşe içinde şarkı söylüyordunuz, şimdi Adeta kederli bir haliniz var!.. Yok, öyle durmayın biraz gülün canım! Durun! öyle ise size gülünç bir şey anlatayım... Şu bizim komşu eskici Kasım yok mu? Geçen gün bize öyle bir oyun etti ki! FERİDE — Eskici Kasım mı? Nasıl oyun?..

FİKRET — Nasıl olacak? Şevket'in eski bir yün yeleği vardı. Şunu satsam diyordu. Geçenlerde Şevket evde yokken, ona sürpriz olsun diye yeleği Kasım'a satıverdim.. Benden iki liraya aldı.. Ama aksiliğe bak! Yeleğin cebinde Şevket beş lira bırakmamış mı?

FERİDE — A! İstemediniz mi geriye?

FİKRET — İstemez oJur muyuz? İstedik ama inkAr etti!

FERİDE — Hay insafsız hay!. .

FİKRET — İnsafsız da söz mü? (Dışarda bir gürültü olur.)

FERİDE — O ne? Birisi düştü galiba!

FİKRET — İnşallah Kasım merdivenden sokak kapısına kadar yuvarlanmıştır!..

ŞEVKET (Dışardan sesi duyulur) — Hay Allah müstahakını versin!!..

FERİDE — Aaa! Bay Şevket'miş!

FİKRET — Paravanayı iyi bir fiyata satmış inşallah! (Kapıya koşar ve açar. Şevket elinde, kırılmış paravana ile topallaya topallaya girer.)


IV. MECLİS

Feride— Şevket -— Fikret (Dışardan Kasım'm sesi)

ŞEVKET — Tam üst basamakta aksi gibi ayağım kaydı! Merdivenin alt başına kadar yuvarlanmamak için kendimi zor tuttum! Ama, paravandan da hayır kalmadı! Yırtıldı! Zavallı LeylA ve Mecnun eserim mahvoldu!.. Üstelik pantolonumun da dizi yırtıldı galiba!.. FERİDE — Bir yerinize bir şey olmadı ya inşallah!

ŞEVKET — Hayır olmadı. Teşekkür ederim!.. Yalnız ne oldu ise buna oldu! (Paravanayı gösterir.) Yazık!..

FİKRET — Eee!.. Senin meşhur dükkAn paravanayı almadı mı?

ŞEVKET — Canım bırak şu budalalığı!.

FERİDE (Şevket'e bir iskemle göstererek) — Ayağınızı şuraya koyun da, pantolonunuzun dizini tamir edivereyim! Çantamda daima iğne iplik bulunur! (Çantasından iğne iplik çıkarır.)

ŞEVKET (Paravanayı bir köşeye dayar) — Teşekkür ederim! Ne kadar iyi bir kızsınız Bayan Feride! (Paravanayı işaretle) Ah şunun da bir tamiri mümkün olsa idi! Yazık, yazık! FİKRET — Sağlık olsun canım!

FERİDE — öyle ya!

ŞEVKET — Ah! SanatkAr ıztırabı ne büyük oluyor!

FERİDE — Hiç bir şey değilmiş, küçücük bir yırtık! (Dikmeye başlar) Şimdi olur biter!

FİKRET — İsabet! Fazla vakit kaybetmeyeceğiz demek!

ŞEVKET — Ne o? Acele işin mi var?

FİKRET — Bayan Feride'yi bizimle beraber yemeğe davet ettim! Artık ne demek istediğimi anlarsın!

ŞEVKET (Asabi) — Hiç bir şey anladığım yok!

FİKRET — Canım hani... (Eliyle Şevket'e saat işareti yapar, saati rehine verip para almayı hatırlatmak ister.)

ŞEVKET (Sinirli sinirli kollarını oynatarak) — Olmaz dedik ya yahu! Olmaz! Ay! dizime iğne battı!

FERİDE — Canım siz de neye kımıldanıyorsunuz öyle?

ŞEVKET — Neye olacak! Fikret, ille saatini rehine koy da para al diyor! Siz de hak verin Bayan Feride! Bu saat, büyük annemin annesinden büyük anneme, büyük annemden de anneme kalan ye annemin de bana yadigAr diye verdiği saattir. Hiç rehine falan koyar mıyım? Allah saklasın. Hem altın saat, hem de üstelik çaları da var! Bir tanecik saatim! FİKRET — Aman, Allah aşkına, saatin çalarını hikAyeye başlama!

FERİDE — Paraya o kadar ihtiyacınız var demek?

ŞEVKET — Maalesef öyle!

FİKRET — Canım siz Şevket'in sözüne bakmayın! O, pireyi deve yapar zaten! Bu günlerde bir parçacık paraya ihtiyacımız var.. Hepsi bundan ibaret! Yoksa vaziyetimiz hiç de fena değil çok şükür! önümüzdeki ay başından itibaren bir yerde daha ders vermeye başlıyorum! (Şevket'e) Artık sen de yeni birkaç paravana daha yaparsın! Zengin olduk gitti!

ŞEVKET — Sen alayı bırak!

FERİDE — İşte bitti!

ŞEVKET — Çok teşekkür ederim! Eskisinden daha iyi oldu vallahi! Çok teşekkür ederim!

FERİDE — Bir şey değil! (Tereddütle) Madem ki paraya ihtiyacınız var. Size bir teklifim var ama çekmiyorum. Vakıa ben de zengin değilim. Bununla beraber, gündeliklerimden 'biriktirdiğim birkaç param var.. İsterseniz size memnuniyetle borç verebilirim...

FİKRET — Teşekkür ederiz! Fakat dostlarımızdan borç para almak hiç Adetimiz değildir! ŞEVKET — Maalesef düşmanımız da yok!

FERİDE — Ya Kasım?

ŞEVKET — Ah! Elime geçse boğarım hınzırı! Yeleğin cebindeki beş lirayı nasıl da iç etti! FERİDE — Ya! Bay Fikret demin anlatıyordu.

ŞEVKET — Ama kabahat Fikret'te! Ben evde yokken sen tut Kasım'a yeleği sat! Hem de kaça? İki liraya! Cebindeki beş lira da beraber!

FİKRET — Canım, kabahat yalnız bende mi? Kasım'm hiç mi kabahati yok bu işte? İstedik de utanmadan inkAr etti! Beş liranın üstüne yattı!

FERİDE — Benim aklıma bir şey geliyor! Mükemmel bir fikir! Eğer beni dinlerseniz, hem Kasım'a iyi bir ders veririz, hem de bugün üçümüz de gezmeye gideriz!

FİKRET — Sahi mi?

FERİDE — Söz veriyorum! Tesadüfen bir eski paltonuz var mı?

ŞEVKET — Asıl, tesadüfen yeni bir paltomuz olsaydı daha iyi olurdu!

FERİDE — Demek var? Mükemmel!

FİKRET — Var ya! Bizim meşhur siyah palto! Hem gayet şık, gayet kullanışlıdır! Ne çok kalın, ne çok ince! Yakası da kadifedir ha! Bilmiyordunuz demek?

FERİDE — Yooo!

FİKRET — Şimdi size onu takdim ederim! Şu elbise dolabında, kafesteki arslan gibi duruyor! İsmini de "Beyefendi" koyduk! Şimdi Beyefendiyi evinden çağırırız! (Elbise dolabının kapısına ihtiramla üç kere vurur.) Beyefendi! Biraz teşrif eder misiniz?

ŞEVKET — Korkarım, Beyefendi çoktan evinden çıkıp gitmiş galiba!

FİKRET — Ne münasebet! PekAlA evinde! (Dolabı açar, siyah ve eski bir palto çıkararak bir iskemlenin üstüne koyar.) Beyefendiyi takdim ederim!

FERİDE — Bu paltoyu kim giyiyor?

ŞEVKET — İcap ettiği zaman, mühim bir yere, bir davete filAn gitmek lAzım gelirse Fikret ile beraber, sıra ile giyiyoruz!

FERİDE — İki kişiye bir palto!

FİKRET — Bir palto ama, hem siyah, hem de yakası kadifeli!

FERİDE — Acaba size nasıl geliyor bu palto? Merak ediyorum!

FİKRET — Şevket'e vakıa biraz büyükçe...

ŞEVKET — Fikret de, içinde cendereye girmiş gibi oluyor!

FİKRET — Giyeyim de bakın! (Paltoyu giyer) Nasıl! Yakıştı değil mi?

FERİDE — Çok dar! Düdük gibi! (Fikret paltoyu çıkarır.)

ŞEVKET — Bravo Bayan Feride! Ben de aynı şeyi söylüyorum da Fikret bana kızıyor! Şimdi de ben giyeyim... (Paltoyu giymek için evvelA sol kolunu sokar.)

FERİDE — A! EvvelA sol kolunuzu mu sokuyorsunuz? en Adeta kaçıyor!Gördün mü?

Bana kalırsa ikinize de olmayan şu paltoyu satsanız asıl!

ŞEVKET — Olmaz! LAzım o! (Paltoyu çıkarıp bir iskemlenin üstüne koyar.)

FİKRET — Zaten sekiz liradan fazla veren de olmadı! Sekiz lirayı veren de, yine bizim eskici Kasım.

ŞEVKET — Hınzır herif!

FİKRET — Sekiz lira da neye yarar ki?

FERİDE — Eğer bana bırakırsanız, ben onu yirmi liraya salarım! Hem Kasım'a adamakıllı bir ders vermek için bundan daha iyi bir fırsat olmaz!

ŞEVKET — Yirmi liraya mı satarsınız? İmkAnı yok!

FERİDE -— Birazdan görürsünüz!

KASIM (Koridordan geçtiği duyulur) — Eskiler alıyorum! Ceket, pantolon, yelek alıyorum! Hurda bakır, yün, pamuk alıyorum!

IİKRET — Herif amma da sanatına Aşık yahu! Daha sokağa

çıkmadan bağırıyor!

FERİDE — İşte tam sırası! Siz beni beş dakika paltonuzla ve Kasım'la yalnız bırakın! İkiniz de yatak odasına gidin! (Şevket Feride'ye paltoyu uzatır.)

FİKRET — Yemin ederim ki, Şevket'in aksırığı tutacaktır!

FERİDE — Yalnız beş dakika canım! Bay Şevket, siz bana saatinizi de verin!

ŞEVKET — Saatimi mi? Saate ne lüzum var?

FERİDE — Merak etmeyin Bay Şevket! Sizden beş dakika müsaade istiyorum... Saate bakıp tam beş dakikayı sayacağım!

ŞEVKET (Saatini çıkarır.) — Aman Bayan Feride, benim saatim başka saatlere benzemez! Biliyorsunuz ki çok kıymetlidir! Hem çaları da vardır. Yanındaki düğmeye bastınız mı... FERİDE — Canım saatine bir şey olmaz! Merak etmeyin, ben rehin üzerine para verenlerden değilim!

ŞEVKET — öyle ama...

FİKRET — Uzatma yahu!

FERİDE — Haydi. Fazla vakit kaybetmeyelim!

ŞEVKET (Saatini verir) — Dikkat edin rica ederim. Pek sarsmayın! Gayet nazik bir saattir. Çalarının düğmesi falan bozulmasın...

FERİDE — Hiç üzülmeyin, Bay Şevket, hiç üzülmeyin!

Haydi, siz Bay Fikret'le doğru yatak odasına! Sakın aksırayım falan demeyin ha!

FİKRET — Ben onun burnunu tutarım, merak etmeyin! I

ŞEVKET (Bir müddettir aksırma alAmetleri göstermektedir. ) — Bak, aksırıktan bahsettiniz de, aksi gibi aksıracağım tut-1 tu! (Aksırır) Hapşuuu!.. (Fikret onu kolundan sürükler, sağdaki kapıdan ikisi de yatak odasına girer.)
 
Son düzenleme:
ESKİ PALTO (devamı..)

V. MECLİS
Feride — Sonra Kasım

FERİDE (Saati paltonun cebine koyar. Paltoyu bir iskemlenin üstüne bırakır. Kapıya giderek dışarı seslenir.) — Kasım ağa! Kasım ağa!

KASIM (Dışardan) — Buyrun!

FERİDE — Gel! Gel! Yukarı çık!

KASIM (Dışardan) — Geliyorum!.. Eski eşya, eski elbiseler alıyorum! (Kapıdan görünür. Omuzunda bir bohça, başında üst üste iki şapka, elinde potinler, pantolonlar, şemsiye, baston) O! Bayan Feride, burda mısınız? Ben, sizin evden çağırıyorsunuz sandım!

FERİDE — Evet buradayım... Bay Şevket ile Bay Fikret biraz dışarı çıktılar. Dikilecek bazı şeyleri var da, onunla meşgulüm...

KASIM — Bayan Feride! Kelepir bir kumaş ele geçirdim! Bohçamda.. Bir göstereyim de bakın! Halis İngiliz malı, taş gibi bir şey! Size kısmet olsun. Tam bir mantoluk! Rengi de gayet şık!

FERİDE — Yok, teşekkür ederim! Bir şey satın alacak değilim!

KASIM — Canım, satın almazsanız da bir kere görün! Görmek de para ile değil ya! (EHerindekileri yere koyar, bohçayı omuzundan indirir.)

FERİDE — Hiç zahmet edip gösterme! Hem işim çok! Vak-lim de yok!

KASIM — Bir dakikalık iş canım! Başka güzel şeylerim de var!

FERİDE —- İstemez dedim ya! Sen şu paltoya baksana bakalım! Ne verirsin buna? (iskemledeki paltoyu gösterir.)

KASIM (Paltoya bakarak) — Bu mu? Ben onu çoktan gördüm! Biliyorum. On beş gün evvel sekiz lira vermiştim. O kadar da etmez ya.. İşte, Bay Şevket ile Bay Fikret hem komşumuz, hem de müşterimizdir diye hatırlarını saydım.

FERİDE -— İyi bakmamışsın herhalde. O palto yirmi lira eder ayol!

KASIM (Güler) — Yirmi lira mı? Dura dura eskidi de onun için mi?

FERİDE (Paltoyu verir) — Sen hele bir alıcı gözü ile bak!

KASIM — Dedim ya, gördüm... Ben bu paltoyu kendi malım gibi tanırım. İşte ezberden söyleyeyim: Sol eteğinde yırtılmış ve örülmüş bir yer var, ilikleri iplik iplik olmuş, astarı akmış, dirsekleri kafes gibi... Yakasındaki kadifenin de havı dökülmüş. Üstelik iki düğmesi de noksan! Başkasına göster-sen, vallahi beş lira bile etmez!

FERİDE — Amma yaptın ha! Haydi ağız yapma şimdi! Dur bakayım? (Dışarıya kulak verir) Galiba beni annem çağırıyor! Şimdi gelirim! Sen de iyi düşün, taşın! (Koşarak çıkar.)


VI. MECLÎS

KASIM (Paltoyu evirip çevirir, kendi kendine) — Artık giyilecek hali de kalmamış gayrı! (Paltoyu silkeler) Yahu, bunun cebinde bir şey var be! (Saati çıkarır) Vay canına! Saat! Hem de altın! (Saati elinde tartar) Oldukça da ağır! Yahu, bu çocuklar sersem mi nedir? Daha geçen gün bana sattıkları yeleğin cebinde beş lira unutmuşlardı! Haydi beş lira ne ise ne ama, bu seferki altın saat! Bunu da, bilmiyormuş gibi, alsam mı? Ulan Kasım, hırsızlık gibi bir şey olur bu be! (Saati muayeneye devamla) Yok canım, bu saat da palto gibi eski, hurda bir şey! Belki işlemez bile! Saat değil, enfiye kutusu mübarek! Etse, etse üstündeki altını biraz para eder! O da altın-sa! İncecik bir şey! Paltoya on beş lira versem, ikisini birden satın almış sayılır, olur biter. (Kapıda bir tıkırtı olur, Kasım saati hemen paltonun cebine koyar.)


VII. MECLİS

Feride — Kasım

FERİDE (Girer) — Eeee! Neye karar verdin bakalım?

KASIM — Madem ki aramızda komşuluk var, senin güzel hatırın için on lira veririm!

FERİDE — Haydi, haydi! Sen git de başka yerde kelepir eşya ara! Haydi, güle güle! Beni de fazla meşgul etme, işim var!

KASIM — İnan olsun fazla etmez!

FERİDE — Yirmi liradan on para aşağı vermem! Ben, komşusun diye evvelA sana gösterdim. Başkalarına da göstereyim de...

KASIM (Kendi kendine) — Yalnız, saat yirmi liradan fazla eder hani! (Feride'ye) Vallahi, yine hem senin, hem de, Bay Fikret'le Şevket'in hatırı için beş lira daha vereyim. On beş liradan fazla veren olursa yüzüme tükür.

FERİDE — Hayır, hayır. Başkalarına da göstereceğim. Güle güle!

KASIM (Eşyalarını toplar) — Sen bilirsin! Sonra pişman olacaksınız! (Kendi kendine) İkisini yirmi liraya alsam da ziyan etmem hani!.. (Feride'ye) On altı liraya ne dersin? FERİDE — Olmaz! Benim söylediğim son fiyattır!

KASIM (Kapıya giderken) — On yedi?

182

FERİDE — Olmaz dedim ya! Beyhude vakit geçirtme bana!

KASIM (Kapıdan döner) — Vallahi, sırf başkasına kısmet olmasın diye alacağım! Ziyan ettiğim muhakkak ya! Ne ise hatırınız var yoksa!

FERİDE — Vallahi sen bilirsin! İstersen alma! Kime olsa yirmi liraya satarım!

KASIM (Elindekileri yere bırakır para çıkarır) — Al bakalım. Senin dediğin olsun! Buyrun, dört tane beşlik! FERİDE (Parayı alarak) — Ziyan etmedin merak etme! Bundan iyi ticaret olmaz! (Sağdaki kapıya doğru seslenir) Bay Şevket! Bay Fikret! Gelin, gelin!



KASIM (TelAşlı) — Ne o? Bay Fikret'le Şevket burada mı? (Şevket ve Fikret girerler.)


VIII. MECLİS

Feride — Fikret — Şevket — Kasım

FERİDE — İşte, aziz komşularım, tam yirmi lira! Meşhur paltonuzun parası!

FİKRET —- Yaşasın bizim eskici Kasım! Malın kıymetini ne de güzel biliyor vallahi!

KASIM (Toplanır) — Ben gideyim gayri. Hoşça kalın!

FERİDE — Dur biraz! Dur canım! Acelen ne?

ŞEVKET (Feride'ye) — Bayan Feride, ver bakalım bizim saati!

FERİDE — Saati mi? Ha. Evet. (Kendi kendine) Eskiciyi de, Bay Şevket'i de biraz telAşa vereyim!

KASIM — Artık bana müsaade...

FERİDE — Canım biraz dur dedim ya! Sana söyleyeceğim var!

ŞEVKET (Feride'ye) — Saatimi rica etmiştim. Ne oldu bizim saat?

FERİDE — Masanın üstüne koydumdu galiba. (Şevket saati masanın üstünde ve altında aramaya haşlar.) (Feride devamla Kasım'a) Eeee Bay Kasım! Madem ki iyi bir alışveriş yaptık, ben de seni bizimle beraber gezmeye davet ediyorum! (Fikret'e, vaziyeti anlatır gibi bir işaret yapar.)

FİKRET — Tabii! Tabii! Kasım da gelsin! Hep komşu değil miyiz şurada?

ŞEVKET (HAlA aranmaktadır) — Bulamadım yahu! Ne masanın üstünde var, ne de altında! FERİDE — Belki iskemlenin üstünde falandır...

KASIM — Teşekkür ederim, sağ olun! Müsaade edin bari gideyim de, kendime biraz çeki düzen vereyim! (Çıkmak ister.)

FERİDE (Mani olur) -— Yok canım. Arada teklif mi var? Biz bizeyiz!

FİKRET — Hem yemeği de kırda bir lokantada yiyeceğiz! Listeden istediğin yemeği seçmek hakkını da sana veriyorum!

ŞEVKET —Canım, saati bulamıyorum işte! Şaka olsun diye sakladınız falansa, verin artık Allah aşkına!

FERİDE — Sahi bulamadınız mı hAlA?

KASIM — Bari şu eşyalarımı odama bırakıp da geleyim!

FERİDE — Sen de amma işi uzatıyorsun ha! Şuraya, bir köşeye bırakıverirsin! Yoksa bizimle beraber olmaktan canın mı sıkılıyor?

FİKRET (Kasım!a) — Şöyle bir hindi kızartması. Bol salata., AlA bira! Ne dersin ha? (Kasım vakit vakit saati paltonun cebinden almak ister. Feride, onun hareketlerini gözleriyle, takip eder. Kasım muvaffak olamaz.)

ŞEVKET — Deminden beri boşu boşuna arıyorum...

FERİDE — Hayret vallahi! Beş dakika evvel elimde idi saat!

ŞEVKET — Kayboldu ise mahvoldum demektir! Ben intizamı sever bir adamım. Saatsiz dünyada yapamam! Vaktimi, zamanımı bilmeliyim mutlaka!

KASIM — Bir köşeye yuvarlanmış olmalı...

ŞEVKET — Yok! Hiç bir yerde yok! ..

FİKRET — Canım, şimdi saati bırak bir tarafa Allah aşkına!

Yarın rahat rahat ararız!

ŞEVKET — Madem ki şimdi bulunmuyor, kayboldu demektir! Zavallı saatim...

FİKRET — Üzüldüğü şeye bak! Bir başkasmı alırsın yahu!

ŞEVKET — Bir başkasını alırsın ne demek? Hem o yadigAr bir saat idi... Bu saat büyük annemin annesinden büyük anneme, büyük annemden de anneme kalmış, annem de bana yadigAr olsun diye verdi idi. Hem çalan da vardı. Düğmesine dokun mu, tın! tın! saatin kaç olduğunu karanlıkta bile anla!

FİKRET (Alayla) — Hem çeyrek saatleri de çalıyordu değil mi? Çın! dedi mi? on beş dakika... Çın çın! dedi mi? Yarım saat...

ŞEVKET — Aynı bulunabilir mi hiç onun?

KASIM (Kendi kendine) — Ah, şuradan hayırlısıyla bir kurtulabilsem!

FERİDE — Hep beraber arayalım bari. (Kasını a) Sen de yardım ediversene! (Ararlar.)

ŞEVKET — Yok işte! Kayboldu! Ah, zavallı saatçiğim, gitti! (Müteessir bir halde bir iskemleye oturur.)

FERİDE — Uçmuş olacak!

KASIM (TelAşlı) — Allah, Allah! Saati de kim uçuracak? Hem kimse girdi mi buraya?

FERİDE — Canım, ben sana birisi aldı, yahut çaldı demiyorum! Uçmuş diyorum, uçmuş! FİKRET — Evet öyle bir şey olmuş olacak. LAkin Şevket de

Adeta matemde!

ŞEVKET — Sen istediğin kadar işin alayında ol! Matemdeyim ya ne zannettin? Büyük annemin annesinden...

FİKRET (Sözünü keserek) — Malûm! Hem de çaları var! Tın! tın! Çın! çın... Nerde ise ağlayacaksın yahu!

FERİDE (Kendi kendine) — Zavallı Bay Şevket... Epice üzül dü. Artık üzüntüden kurtulsun., yeter.. (Yüksek sesle) Dur ba> kayını, galiba dalgınlıkla saati paltonun cebine koydum!

KASIM (Kendi kendine) — Eyvah! Oldu olanlar!

ŞEVKET — Ne? Paltonun cebine mi? (Kasım'in üstüne atılır, saati paltonun cebinden çıkarır) Buldum! Buldum! Alı sevgili saatim! (Saati öper) Ah biricik saatim!

FİKRET — Tebrik ederim!

ŞEVKET — Camı çatlamış ama zarar yok artık. Yenisini taktırırım! (Sevincinden zıplar) Yaşasın! Saatim bulundu da bulundu! Bulundu da bulundu! (Paltoyu bir iskemlenin üstüne koyar.)

KASIM — öyle ise bizim paralan geriye verin!

FERİDE — Ne parası?

KASIM — Palto dediğiniz şu paçavraya yirmi lira verecek kadar enayi miyim ben?

FİKRET — Aşk olsun be! Demek paltonun cebinde saat olduğunu biliyordun ha?..

KASIM (Şaşkın) — Yok. öyle bir şey demiyorum... yani...

FERİDE — Yok, Bay Fikret, Kasım öyle şey yapacak adamlardan değil!

FİKRET — Evet... Geçen gün de yeleğin cebinde on lira unuttuk! Bu birincisi değil ki!

KASIM — Ne on lirası yahu? Yeleğin cebinde beş lira vardı, beş!

FİKRET — Ha! İtiraf ediyor! Bayan Feride, siz de şahitsiniz! İtiraf ediyor!

FERİDE — Aman ne ayıp! Hem de komşu arasında!

ŞEVKET (Kasım'a) — Şimdi de benim saate göz koydun değil mi?

KASIM — İnan olsun ki, paltonun cebinde saat olduğundan falan haberim yoktu... Yeleğin cebindeki beş liraya gelince, 186

onu da şaka olsun diye aldım.. Daha doğrusu size bir ders olsun dedim... Bir daha dalgınlık etmeyin, dikkatli olun diye sanki... Çünkü sizler oğlum yerindesiniz.. Şurada bir apartmanda oturuyoruz... Komşuyuz... Yoksa ben hiç öyle şeyler yapar mıyım? Beni bütün mahalle tanır. (Mendilini çıkarır, gözlerini siler.)

FERİDE — Korkma! Seni kimse karakola haber verecek değil.

ŞEVKET (Kasım'a) — Haydi, yine Bayan Feride'ye dua et!

FİKRET — öyle!.. Yoksa karakolları, mahkemeleri boylardın billahi!

FERİDE (Fikret ve Şevket'e) — Haydi, vakit geçiyor! Hazırlanın çıkalım artık! Davetinizi kabul ediyorum. Yalnız bir şartla: Gezme masrafına ben de iştirak edeceğim!

ŞEVKET — PekAlA. İstediğiniz gibi olsun!

FİKRET — Daveti kabul ediyorsunuz ya, çok teşekkür ederiz!

FERİDE (Kasım’ın yanına gelir) — Görüyorsun ya! Başkasını aldatmaya kalkan mutlaka aldanır! Çalma kapıyı, çalarlar kapını derler!

(Feride Kasım'a bunları söylerken, Şevket ile Fikret, üstünde palto duran iskemleye yaklaşırlar. İkisi de Feride ile Kasım' in bulunduğu tarafa bakmaktadırlar. Biri, diğerinin farkında olmadan, Şevket sol kolunu, Fikret sağ kolunu paltoya geçirir. öbür elleriyle paltonun diğer kolunu ararlar. Şiddetle yüz yüze dönerler. Palto boydan boya sırtından açılır.)

ŞEVKET — Kabahat sende! Zaten her zaman giymek istersin şu paltoyu! İşte tamam oldu!

FİKRET — Kızma Şevketciğim! Fena mı? Artık bu yüzden kavga etmeyiz! Kurtulduk paltodan!

(Şevket ve Fikret, paltonun, biri bir ucundan, diğeri öbür ucundan tutarak Kasım a fırlatırlar.)

FİKRET - Al! Güle güle kullan!

ŞEVKET — Hayrım gör!

KASIM — Hem yirmi liraya satın, hem de paltoyu şu hale koyun! Bana da günah değil mi?

FERİDE — Merak etme! Ben sana onu eskisinden daha iyi diker ve tamir ederim. Yalnız şimdi vaktim yok. Haydi güle güle! (Kasım eşyalarını toplayıp çıkarken) Allah hayırlı

müşteri versin!..

KASIM — Eyvallah! Teşekkür ederim...


IX. MECLİS

Feride — Şevket —- Fikret

Kasım'a iyi bir ders verdik! Gidecek isek çıka-

FERİDE -hm artık!

FİKRET — Evet, evet çıkalım! Geç bile kaldık! Dur ben yatak odasından şapkalarımızı alayım.

ŞEVKET (Yatak odasına doğru giden Fikret'e) — Benim portatif resim takımımı da getiriver! Hazır kırlara gitmiş iken belki bir de tablo yaparım. Saati bulduk ama, yırtılan paravananın da acısını çıkarmak lAzım!..

(Perde)
 
Son düzenleme:
EŞKIYA İLE DOLANDIRICI

DOLANDIRICI :Karabasma iz olur. Karabasma iz olur. Eller duyar söz olur... Allah Allah, yahu ne masa kafalı, ne bön adamım ben... Şu şarkıyı bi türlü aklımda tutamıyorum... Safım ben saf.. Elin adamı 5000 şarkıyı ezbere söylüyo, bende tık yok. Bi de müzisyen olacaz canına yandığım... Mezarlıktan geçerken bile öyleyecek bir tek şarkı bilmiyorum...

ÇIRAK: Heeyt! Eller yukarı, bu bir soygundur!

DOLANDIRICI: Anaa! Hırsız...

ÇIRAK: Ya paranı ya canını! Yoksa bütün kurşunları boşaltırım.

DOLANDIRICI: Aman hırsız efendi dur, dur! Neyim var neyim yoksa hepsi senin olsun. Ama lütfen bana dokunma.

ÇIRAK: Paraları sökül o zaman!

DOLANDIRICI Al, bütün paramı al. Hepsi senin olsun.

ÇIRAK: Ha söyle... Şimdi yaylan bakalım. Arkana bile bakmadan marş mars!

DOLANDIRICI: Bana acı lütfen! Bu kadar zamandır çalışıp bu parayı kazandım, şimdi eve dönüyorum.
Ama elimde beş kuruş kalmadı. Mahalledeki insanlara maskara olurum. "İş bulamamış, beş para kazanamadan geri dönmüş" derler. Soyulduğumu söylesem asla inanmazlar bana.

ÇIRAK: İyi de, benden ne istiyorsun?

DOLANDIRICI: Soyulduğumu onlara anlattığımda inanmaları için birkaç delil gerekir.

ÇIRAK:Delil mi, ne delili?

DOLANDIRICI: Hani diyorum ki, parayı sana vermeden önce mücadele ettiğimi gesteren deliller, mesela şu şapkama iki kurşun sıksan. Ben de bu kurşun izlerini göstersem arkadaşlarıma. O zaman soyulduğuma inanırlar.

ÇIRAK: İstediğin buysa memnuniyetle. Ver bakalım şapkanı. Dan! Dan! Al bakalım.

DOLANDIRICI : Şey! Üç kurşunda ceketime sıksamz...

ÇIRAK:Olur. Dur şöyle! "Dan! Dan! Dan!" Tamam mı?

DOLANDIRICI :Çok afedersiniz ama son bir ricam daha olacak. Bir kurşun da pantolonumun paçasına sıksanız. Daha inandırıcı olur.

ÇIRAK :Peki... Dan! Var mı başka rican?

DOLANDIRICI: Yok. Hem kurşunun da bitti. Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak. Ben geçen yıl boks ve karate kursuna gitmiştim. Ver bakalım paraları şimdi...

ÇIRAK :Ne! Kurşun mu bitmiş? Vay canına sahi be! Dur abi dur dur! Al al paralarını.. Ne olur bana dokunma!

DOLANDIRICI: Yook, var mı öyle yağma al bakalım... Şunu da al. Bi de bunu al..

ÇIRAK: Yandım anam, vay burnum... Dalağım, böbreğim, bacağım....

DOLANDIRICI: Heh heh he... Kara basma iz olur, eller duyar söz olur, heh he... diyerek yoluna devam eder.
 
EV HALKI

ŞAHISLAR: Anne:Zişan, Baba:Orhan, Abla:Fehiman, Abla:Güzin, Abi:Osman, Küçük Kardeş:Fikret


(ZİL ÜSTÜSTE ÇALAR)

Fehiman:Kimooo?

Güzin:Benim abla. (KAPI AÇILIR) (Heyecanlı)Müjdemi ver müjdemi ver.

Fehiman: (Heyecanlı)Mektup,mektup ver çabuk. Kimden?

Güzin:Hayır ablacığım.Anneme geldi mektup.

Anne:Güzin,mektup bana mı kızım? Abinden mi? Ah yavrum benim. Çabuk ver mektubu Güzin.

Güzin:Hayır anne veremem,önce müjdemi isterim.

Anne:Ne istersen onu veririm,hadi git çantamdan ne istersen onu al.

Fehiman: (Hafif alaylı) Aman koş Güzin.Öyle çok para var ki çantada...2 ekmek bile alabilirsin.


(FON)

(MEKTUP OKUNUR) (OSMAN’IN SESİNDEN)


Osman: “(Duygusal)Bismillah. Selamun Aleyküm anneciğim. Keşke bu selamı sana akşamları eve gelirken verseydim. Pişmanlıkların geçmişi getirmeyeceğini bildiğim halde “Ah keşke” demekten kendimi alamıyorum.Belki geç oldu ama anne şunu çok iyi öğrendiğimi sanıyorum. İnsan elindeki nimetlerin kıymetini bilmezse ceza olarak elinden alınıyor. Hani anne bize küçükken ezberletmiştin ya Şura süresi 30. ayeti:Bismillahirrahmanirrahim “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah işlediklerinizin)bir çoğunu da affeder.” Bu ayeti kerimeyi artık çok iyi anlıyorum.Yaşadığım her zorlukta,şahit olmaktan kendimi kurtaramadığım her kötülükte,sizin yanınızdaki rahatlığa,temizliğe şükredemeyişimin cezasını hissediyorum. Yine de anne layık olamasam da duanı esirgeme. Çok ihtiyacım var.”


(SES UZAKLAŞIR)

(FON BİTER)


Anne: (Hafif ağlar)

Fehiman: (Burnunu çeker)(Ağlayarak,sitemli)Gitme demiştik ona. Zaten hiçbir zaman kimseyi düşünmedi ki.

Güzin: Yine başladınız. Hep bu fasıl. Size bir daha mektup getirmeyeceğim.Tam sevinecekken üzülüyorsunuz

Fehiman:Güzin sen bu konuda bizi hiç anlayamadın nedense.

Güzin:Anlayamayacak bir şey yok abla. Size kalırsa insanlar hiç memleketlerinden çıkmasın. Sanki ne varsa bu Türkiye’de. Üff çok sıkıcı bir yer burası. Abim en iyisini yaptı,yaptı da onun her zaman ki huyu elindekinin kıymetini bilmez.

Anne:Yanılıyorsun kızım.Gerçi bugün bunu anlasan da işine gelmez. Sende de abinden kaptığın epeyi huylar var. Ehh dilerim sen de abin gibi pişmanlık yaşayarak öğrenmezsin hatalarını.

Fehiman: Olmaz inşallah anne. Doğruyu yanlıştan,pisi temizden ayırmak için ille de pisin içine girmek gerekmez.

Anne:Evet haklısın. Temiz belli,pis belli.Hem aklında varsa neden pis olduğunu bildiğine uzanasın. Bu çok büyük bir yanlış. (Hafif kızgın) Hele Güzin,insan bizim gibi somut tecrübeler yaşamışsa, bir de nasihat almışsa Allah’ın azabına layık olur. (İçini çeker) Allah’tan ki abin toparlanıyor. Maazallah çok büyük tehlikeler söz konusu idi de Allah esirgedi. Zaten yaşadığı zorlukların çoğunu biz bilemedik.

Güzin: (Hafif eğlenerek)Anneciğim üzülmeyin bu kadar bence. Allah Amerika’dakilere de yardım eder,esirger.

Fehiman:Şımarma Güzin yeter. Hadi kalk yemeğini ye. Biz seni bekleyemedik. Çok acıkmıştık.

Anne:Merak etme zaten yemeğe yüzü yok. Okuldaki ıvır zıvır yeter Güzin’e.


(FON)

(KAPI SESİ)


Anne:Kim acaba?

Fehiman:Ben bakayım. (Uzaktan seslenir) Aaa Fikret geldi. Neden geldin Fikret? Yine mi dersiniz boş?

Fikret: (Keyifli) Eveet tam 3 ders boş.Kurtulduk bugün de yazılıdan.

Fehiman: Aman Fikret ne ilginçsin. Dersini öğrenmedin diye üzüleceğine seviniyorsun.

Fikret: Yok canım niye üzülüyormuşum? Sanki neyime lazım o kadar ders? Hele bir ev idaresi var ki çok sinir. Kalkmış bize halı dokutacaklarmış,cam boyatacaklarmış,vitraymış...

Güzin: Bi salata yapmayı öğretseler neyse. Hiç olmazsa biz evde yokken aç kalmazdın.

Fikret:Üff salataya bak. Abla ben de gelip seninle yiyeyim mi?

Güzin:Koş hadi,sensiz boğazımdan geçmiyordu zaten.

Fikret: Anneciğim niye hiç sesiniz çıkmıyor? Aaa ağlamışsınız yine.

Anne:Oğlum senin lafın bitmiyor ki konuşayım.

Fikret: Tamam da niye ağladınız.

Anne:Hiç oğlum.(İçini çekerek) Abinden mektup geldi.

Fikret: (Heyecanlı) Hani nerde?

Fehiman:Telefonun yanında Fikret. Yalnız önce ellerini temizle.

Güzin: Abimin mektubuna pis elini sürme.

Fikret: (Kızgın) Ya abla.

Fehiman:Hadi canım.Mektubu okurken yemek de yersin diye söyledim. Sen bakma ona.

Anne: Güzin okulda ne yaptınız? Eylem var mıydı yine?

Güzin: Vardı tabi. Hiç dururlar mı?Ama işin ilginç yanı,eylemi ilk başlatanlar şimdi başlarını açmış durumda.

Anne: Demek o konuma layıklarmış.Herkes yoluna gitsin böylece...

Güzin: Anneciğim siz de Kerime’nin babası gibi düşünüyorsunuz. Geçen veli toplantısında demiş ki: “Biz çocuklarımızı buraya ilim öğrensinler diye yolluyoruz. İzin vermiyorlarsa hiç de gelmezler canım. Kısmet değilmiş demek ki.”

Fehiman: İyi demiş vallahi...

Güzin: Ama Yasemin’in abisi çok sinirliymiş. “Bunca yıl emekleri var,diploma alamayacaklar mı bunlar.”demiş.

Anne: Ee Yasemin’in fikri ne bu konuda?

Güzin: O peruk ta takmam, başımı da açmam diyor.Zaten Kerime’nin babası,Yasemin’in abisine kızmış. “Ya kardeşim,diploma olmasa n’olur? Eskiden karısını çalıştırıp para kazanmasını kınardı herkes. Şimdi bunun tersi mi oldu? Biz yine çalışıp sorumluluğumuzu biliriz” demiş.


(TELEFON ÇALAR)


(Fehiman telefona bakmadan önce konuşur.)

Fehiman: Şanslı kız şu Kerime. Ne iyi babası var.(Telefon tekrar çalar.) (Telefonu ahizeden kaldırır.) Alo..Efendim..Evet benim Lütfiye...Sen nasılsın?...Bak sen yine mi uğraşıyorsun?...Yeter Lütfiye mahvoldun bu üçüncü olacak... Hayır ben o işi bitirdim... Hiç babama söylemem bile...Ooo babam senden meraklı... Hele bir de peruk tak demez mi...Gülmekten öldük.Hayııır ikna edemezsin beni...Tamam yarın gel,oturalım....Hayır ikna edemezsin... Aleyküm Selam.

Anne: Ne diyor,yine mi okul?

Fehiman:Evet anne. Ayy onun sıkıntılarına ben dayanamıyorum. Evde su çıkmış sanki. Biraz da kendi aranıyor.

Anne:Yapacak başka bir iş bulamıyor herhalde.

Fehiman:Sadece ondan değil.İyi bir şeyler yapmak istiyorlar.

Anne: Bütün iyiler üniversitede mi kızım?Gençliğiniz gidiyor.

Fehiman:Anneciğim siz bilmiyorsunuz. İlkokuldan,ortanın sonuna kadar öğrencilere bunu aşılıyorlar. Sanki üniversiteye gidemezsen hiçbir şey olamazmışsın.

Anne: doğru,doğru. Geçen güler teyzeni duymadın mı? “Üniversiteyi kazanıncaya kadar toplum içinde söz sahibi olamıyor,silik,şahsiyetsiz bir nesne durumunda kalıyorsun.”diyordu.

Fehiman:Şahsiyette ne ucuzmuş öyle.

Güzin: doğru söylüyor Güler teyze. Haklı bence anne. Bizim fizik hocamızda öyle söylüyor. “Üniversiteyi mutlaka kazanmalısınız çocuklar” diyor.

Fehiman: (Hafif alaylı) Ailenizden uzak,bir başka şehirde olmanızı da tavsiye etti mi?

Güzin: Aaa nerden biliyorsun abla?

Fehiman: Bizim öğretmenimiz de aynı şeyleri söylemişti Güzin.

Güzin:Yaa? Ama bu gerekliymiş abla. Hayatta ilerleyebilmek için aileden bağımsız olmalıymış gençler.

Anne:Aile ilerlemeye engel miymiş?

Fehiman: Bilmiyorum anne. Bu zihniyet arkadaşlarım arasında çok kabul görüyor. Niyeyse bağımsız olmaktan hoşlanıyorlar.

Anne: Yazık bu gençlere. Hiç yoktan sıkıntılı,dayanışmadan uzak bir hayat yaşatıyorlar.

Güzin:Hayır anne ayaklarımızın üzerinde durabilmemiz için bu gerekli.

Fikret:Ablacığım şuanda ellerinizin üzerinde duruyorsunuz galiba. Bence bu duruşta fena değil. Amuda kalkmayı herkes beceremiyor.

Güzin: Dalga geçme be. Sen kitabını okumaya devam et.

Fikret:Affedersin ablacığım. Pekiii elinin üstünde yürüyemediğine göre,henüz ayaklarının da üstünde duramadığına göre... Hadi bakalım tay tay tay tay....

(Hepsi gülüşür)

Güzin: (Öykünür) Hadi tay tay tay tay... Çık git şu odadan ya!

Fikret: Baş üstüne.


(KAPI SESİ)


Anne: (Seslenerek) Çay demle Fikret. Maskara çocuk.(İç çekerek) demek kızım aileden bağımsız bir yaşantıya özendiriyorlar okulda. Eskiden atalarımız birlikten kuvvet doğar derlerdi. Birbirlerine faydalı olabilmek için yakın yerde oturmak isterlerdi. “Yalnızlık Allah’a mahsus” derlerdi. Tayinimiz çıktığında baban az mı üzüldü akrabalardan ayrı düşüyoruz diye.

Fehiman:O eskidenmiş anne. Şimdi ailenle,akrabanla birlik olmada kiminle olursan ol. İstersen ahbabın şeytan olsun.

Anne:Evet şeytanla ahbaplar ki bu fikirlerini böyle yayıyorlar. Baban da böyle düşünüyor.

Fehiman:Hayır anne onlar bu fikirlerinin doğru olduğunu sanıyorlar. Öğretmenlerin maksadı öğrencilere iyilik yapmak.

Anne: Belki de ama doğrudan uzak kalanlar yanlışı böyle kabullenirler. İyi ki benim gibi düşünenlerde var hala.


(KAPI AÇILIR)


Fikret:Tazeee,sıcaak çaaaylar.Çaycııı...

Güzin:Aa aferin sana Fikret. Ben de krakerimi çıkarayım.

Fikret:Aaaa ne güzel duruyorsun ayakta. Hadi tay tay tay tay.....
 
Son düzenleme:
Geri
Top