ESKİ PALTO (TİYATRO OYUNLARI, SKEÇLER, PİYESLER, ORATORYOLAR)
ŞAHISLAR
FİKRET (Edebiyat Fakültesi talebesi) -ŞEVKET (Güzel Sanatlar talebesi, ressam.) - KASIM (Seyyar eskici, orta yaslı.) - FERİDE (Dikişçi kız.)
SAHNE
Bir apartmanın çatı katında küçük bir oda. Dipte koridora açılan kapı. Karşıda sol tarafta bir pencere. Sağda, geride, bitişik odaya giden diğer bir kapı. Yine sağ tarafta ve öne doğru bir resim sehpası. Ortada bir masa. Üç tane adî hasır sandalye. Solda Adi bir elbise dolabı. Bir köşede katlanmış duran bir paravana.
I. MECLİS
Fikret — ŞEVKET (Dışardan Feride ve Kasım'm sesleri) (Fikret masanın başına oturmuş, önünde kitaplar, ders çalışıyor. Şevket, resim sehpasının önünde yan yatırılmış bir iskemlenin üstüne oturmuş, paletine boya koymakla meşgul.
Fikret'in sıkıldığı halinden bellidir. Vakit vakit başım kaşır, gözlerini tavana diker veya pencereye dalar. Ara sıra derin derin içini çeker. Şevket ona birkaç kere hayret ve telAşla bakar, başını sallar):
FİKRET (Şevket'e) — Sen ne dersen de Şevket ama, işte bugün pazar vesselam!.. ŞEVKET — EeeL Pazarsa ne olacak?
FİKRET — Ne mi olacak? Amma da yaptın ha! Havada bir ilamla bulut, bir nefes rüzgAr olmadığına bakılırsa dışarısı muhakkak cennet gibi!..
ŞEVKET —Eee... Sonra?
FİKRET — Sonra mı? Bu genç yaşımda elbette masmavi semayı seyretmekten zevk duyarım!..
ŞEVKET — Söyle Fikret söyle!.. Bakalım hangi bahse girmek istiyorsun?
FİKRET — Girmek değil çıkmak istiyorum, çıkmak!.. Bu odadan fırlayıp çıkmak!.. Kırlara, tepelere doğru uzanmak.. Papatyaları, gelincikleri, çimenleri seyretmek, kuşlan dinlemek için gezmeye, şöyle güzel bir gazinosu yahut da iyi bir lokantası olan bir yere gitmek istiyorum...
ŞEVKET — Şöyle güzel bir gazinosu?..
FİKRET — Yahut da iyi bir restoranı...
ŞEVKET— Sen çıldırmışsın ayol!.. Paramızın olmadığından haberin yok galiba?
FİKRET — Yahu, ben sana paramız var demiyorum ki. Yalnız içimdeki arzudan bahsediyorum...
ŞEVKET — Olur şey değil! Hem paran yok, hem de arzun keyif çatmak ha? Beyim otomobile atlayıp dağlara, kırlara lokantalara, gazinolara gidecek, baksana!..
FİKRET (Yerinden kalkar) — Canım öyle bir şey dediğim yok.
ŞEVKET — Ya ne diyorsun?
FİKRET — Şunu diyorum... Dinle, azizim Şevket!.. Dah;ı doğrusu şunu demek istiyorum ki.. Sen yerinden kalk, başı na şapkam geçir, doğru bir sarrafın yahut da rehin üzerine borç para veren bir idarehanenin yolunu tut, altın saatini bırak, hiç olmazsa onbeş yirmi lira al!.. Buraya gel, ondan sonra gidip çiçekleri seyrederek, kuşları dinleyerek, iyi bir yerde kendimize güzel bir öğle ziyafeti çekelim!..
ŞEVKET (Fikret bunları söylerken onu: "Maşallah, çok iyi biliyorsun!" der gibi başını sallayarak, dudaklarını bükerek dinledikten sonra) — Sen avucunu yala! Ben saatimi rehine falan koymam! Bunu aklından çıkar! Bu benim büyük annemin annesinden büyük anneme, büyük annemden de anneme kalan ve annemin de bana yadigAr diye verdiği biricik kıymetli saatimdir! (Yerinden kalkar, paleti elindedir) Hem altın, hem de aynı zamanda çalar saat haaa!..
FİKRET — Çalar saat oluşu da neye yarar sanki?
ŞEVKET — Neye mi yarar?
FİKRET — öyle ya... Neye yarar?..
ŞEVKET — Allah, Allah! Neye yarayacak? Kenarındaki düğmeye dokundun mu, tın! tın! saatin kaç olduğunu anlarsın!.. HattA karanlıkta bile.'..
FİKRET — Pek mühim şey doğrusu!
ŞEVKET — Ne zannettin ya?.. Elbette mühim! Farzet ki gece uyandın... Oda kapkaranlık... Saatin kaç olduğunu da anlamak istiyorsun. Düğmesine bas, dinle! MeselA: Tın! tın! dedi mi? Saat iki! Arkasından bir kere de çın! derse, iki buçuk! Üç kere çın! çın! çın! derse...
FİKRET (Onun sözünü keserek) — Canım sen şimdi tın tını, çın çını bırak da, benim dediğimi yap!
ŞEVKET — Hiç kendini üzme birader!..
FİKRET — Yahu paranın bir kısmiyle de sana bir çakmak alırım vallahi! Gece uyanıp da saati öğrenmek istedin mi?
çakmağı çakar, yatak odasındaki masa saatine bakar, saatin kaç olduğunu yine pekAlA anlarsın!..
ŞEVKET — Sen hiç boşuna kendini üzme!.. Olmaz dedim ya, bitti! Ben saatimi kimseye veremem!..
IİKRET — Yahu, sana saatini birisine ver demiyorum! Rehine ver diyorum, rehine!
ŞEVKET — Ben rehin mehin anlamam!..
FİKRET — Sanki cebinde bir şeye yarıyor!..
FİKRET — Canım Şevketçiğim, dinle! Saatin en fazla kimlere lüzumu var? Bir kere düşünelim! MeselA bin bir yerde işi olan tüccarlara.. Birçok hastaları olan doktora.. Ne bileyim? MeselA... Sevgilisinin randevusuna gidecek Aşıklara! Değil mi ha? Yoksa seninle benim gibi böyle bir tavan arası odasında, geçe gündüz pinekleyenlerin saate ne ihtiyacı olur ki? öyle ya, ben burnumu kitapların arasına sokup kafa patlatmakla, sen de muşambalarının üstüne abuk sabuk boyalar vurmakla vakit geçirdikten sonra saatin kaç olduğunu da bilmişiz, ha bilmemişiz!
ŞEVKET — Ben onu bunu anlamam! Hem sen benim saatime öyle abuk sabuk falan deme! Bir sene sonra ressam diploması alacağım ressam! Anladın mı?
FİKRET — Ben de, Allah kısmet ederse, edebiyat diploması. O bahisleri sen bırak şimdi! Hem senin o saati cebinde taşıman neye benziyor biliyor musun?
ŞEVKET — Neye?
FİKRET — Okmeydanı'nda buhur yakmaya! O kadar gülünç!
ŞEVKET — Sen istediğin kadar alay et! Zaten işin gücün benim canımı sıkmak!
FİKRET — Ne münasebet? Sana öyle geliyor!
ŞEVKET -— Zengin değilsek de şu arada iyi kötü geçinip gidiyoruz işte! Vakıa senin ailen de, benim ailem de bizlere ancak tahsil masraflarımıza ve en lüzumlu ihtiyaçlarımıza yetecek kadar para yollayabiliyorlar ama, çok şükür pekAlA idare ediyo ruz. Kimseye borcumuz yok. Sen Edebiyat Fakültesine devam edebiliyorsun, ben de Güzel Sanatlar Akademisine gidebiliyo rum... Sen öğleden sonra hususi dersler veriyorsun, ben de anı sıra, yaptığım tabloları satıyorum... Allaha şükür, bu suretle dr elimize aydan aya, az da olsa, açıktan bir şeyler geçiyor...
FİKRET —öyle ama...
ŞEVKET — öylesi böylesi yok! Talihimiz varmış ki, bu odayı da iyi bir aile yanında ucuz olarak bulduk! Allah için ev sahibimiz Nuriye Teyze bize Adeta annelik ediyor!..
FİKRET — Orası öyle vakıa... Kızı da Adeta bizimle kardeş gibi.
ŞEVKET — Feride, değil mi? Doğrusu... Sanki bizim kizkardeşimiz imiş gibi... İşte o da çalışıyor; hem annesine hem de kendisine yardım için... Dikişçilik ediyor...
FİKRET — Dikişçi değil, hattA mükemmel terzi!
ŞEVKET — öyle! Bize az gömlek mi dikti?
FİKRET — Daha geçen gün benim ceketimin astarını tamir etti!
ŞEVKET — Gördün mü ya?.. Bu kadar candan insanlar nerede bulunur? Feride'ye, yaptığı bütün bu şeyler için, para teklif etmek şöyle dursun, geçenlerde, biliyorsun ya, hani doğum yıl dönümünde küçücük bir hediyeyi bile güç halle kabul ettirdik!
FİKRET —- Doğru! Vallahi pırlanta gibi bir kız! (Aklına birden bir şey gelmiş gibi) İyi ya işte! Tam fırsatı! Sen saatini rehine koyup para al, bugün gezmeye giderken onu da davet ederiz. Bize yaptığı iyiliklere karşı da böylece gayet nazik bir surette mukabele etmiş oluruz!..
ŞEVKET —- Sen yine saçmalamaya, beni üzmeye başlıyorsun!.. Ben saatimi rehine falan vermem, vermem, vermem!.. Anladın mı? Vermem. Bitti!.. (Paletim yerine koyar) Bugün senin ne acayipliğin var böyle!..
FİKRET-—Dedim ya, Pazar da ondan!
ŞEVKET — Pazarın sanki başka günlerden farkı mı var?
FİKRET— Elbette! Pazar! Hem de bahar mevsiminde bir Pazar! Bak, hava enfes! İnsan biraz gülüp eğlenmek, hava almak istiyor! Bahar! Tabiatın sultanı!.. Bak, şAir bile ne demiş; (İnşad ile okur)
"Etti teşrif çemen mülkünü sultAn-ı bahar!"
ŞEVKET — Maşallah! Sen daha Fakülteyi bitirmeden şAir olmuşsun yahu! Tebrik ederim, tebrik ederim!
FİKRET — Ben sana kendi şiirimi okumuyorum ayol! Bu mısra, meşhur BAkî'nindir! Sen de böyle şeylerden hiç anlamazsın zaten! Hem insanın şairliği fakülte ile falan olmaz! Tabiatında olmalı tabiatında!..
ŞEVKET — Sen biraz şu saçma sapan laflarını kısa kessen, sana daha ciddi bir şeyden bahsadeceğirn.. Ama sen ciddi söz dinleyeceklerden değilsin ki!
FİKRET — Neymiş o ciddi söz? Söyle bakalım! Dinliyorum!
ŞEVKET — Ne dinliyorsun? Sözlerime hiç aldırdığın bile yok!
FİKRET — İşte görüyorsun ki dinliyorum!
ŞEVKET — Ne gezer?
FİKRET — Allah, Allah! Seni dinliyorum diye yemin mi edeyim sana? Yoksa fevkalAdeden bir tavır mı takınayım? Seni dinlemek için şu üç iskemlemizden hangisine oturayım, söyle? (Bir iskemleyi göstererek) Buna mı? (Oturur) Buyurun! Nasıl iyi mi şimdi? Madem ki ciddi bir şey söyleyeceksin, başla da görelim!
ŞEVKET — Dinle bak! MeselA saati değil de, başka bir şey satsak diyorum. Daha akıllı uslu bir hareket.. (Bir köşede katlı olarak duran paravanayı alır.) MeselA, ben şu paravananın üstüne özene bezene bir resim yaptım da, bir kere merak edip de nedir diye sormadın.. Bakmadın bile!..
FİKRET — Neymiş o resim?
ŞEVKET —* Ne olacak? LeylA ile Mecnun!!..
FİKRET — Allah, Allah! LeylA ile Mecnun ha? koca Fuzûlî'nin ruhu şAd olsun! (İnşad eder):
Can verme gam-ı aşka ki aşk Afet-i candır! Aşk Afet-i cAn olduğu mAlûm-ı cihandır!.. ŞEVKET — LeylA ile Mecnun, ne zannettin ya? Böyle şeylerden yalnız sen anlarsın sanki! Üstünde tam altı hafta çalıştım! Eserim geçen gün tamam oldu. Yani, artık satabilirim!.. FİKRET — Bak, alıcısını bulursan!..
ŞEVKET — öyle deme! Hani şu bizim köşe başında, resim çerçeveleri, tablolar, antika eşya falan satan bir dükkAn var ya... İşte oraya götüreceğim. Sahibi çok zevk sahibi, sanat eserlerinden adamakıllı anlar bir zat!..
FİKRET — Eğer hakikaten sanat eserlerinden anlayan bir zat ise, korkarım, eserini ona hemen hemen bedava bırakman lAzım gelecek!
ŞEVKET — Merak etme! O tam kıymetini verir!
FİKRET — Ben de onu demek istiyorum ya!
ŞEVKET — Yani, on para etmez mi demek istiyorsun?
FİKRET — Yok, öyle bir şey demedim. Bana kalırsa, resminin mevzuunu pek iyi seçmemişsin!
ŞEVKET — Vakıa mevzu, bir paravana için biraz fazla ciddi...
FİKRET — öyle ya. Ne bileyim, başka bir şeyler yapabilirdin...
ŞEVKET — MeselA?
FİKRET — MeselA Karagözün Hacivattan dayak yemesini gösteren bir resim!.. Yahut da. Nasrettin Hoca eşeğine ters binmiş kuyruğunu da dizgin gibi eline almış! (paravananın
kanatlarını aralayarak içine bakar) O!., mamafi sen LeylA ve Mecnun mevzuunda epey yenilikler göstermemiş değilsin hani!..
ŞEVKET (Memnun) Yani tablomda orijinallik var değil mi?
IİKRET — Evet... MeselA... Dur bakayım! (Tetkik eder) MeselA, LeylA'nın bir bacağı yok! Mecnun'un tam... (Sayarak) bir, iki, üç... Tam üç tane gözü var!..
ŞEVKET (Hiddetle Fikret'in yanına gelir) — Amma yaptın ha!.. Mecnun'un üç gözü olur mu imiş? Onun bir tanesi burun ayol! Asıl sen iki gözünü aç da bak! LeylA da bağdaş kurup oturmuş, onun için bir bacağı gözükmüyor! Ben de adam diye sana bir sanat eseri gösteriyordum! (Hiddetle paravanayı kapatır.) Ben paravanamı götürüyorum! (Paravanayı omuzlar.) Göreceksin ki, fırçamın sayesinde ne kadar para elde edeceğiz!.
FİKRET (Alaylı) — Fırçan sayesinde mi? Ayol sen fırçaların topunu satılığa çıkarsan on para bile veren olmaz!..
ŞEVKET — Sen öyle bil! (Şevket, paravana ile koridora açılan kapıya doğru gider. Tam kapıyı açarken dışardan Feride'nin sesi duyulur. Bir şarkı söylemekte yahut "Tralla la la" diye bir şarkının ahengini tekrarlamaktadır. Şevket irki-. lir, aralamış olduğu kapıyı hemen kapatarak geri çekilir.) Bayan Feride sokaktan geliyor galiba!..
FİKRET — EeeL Ne olacak?
ŞEVKET — Ne olacak olur mu? Elbet beni sırtımda bir paravana ile görmesini istemem! FİKRET — Onuruna dokunur demek?..
ŞEVKET — Ne zannettin ya? Kadınların yanında tuhaf vaziyetlere düşmek istemem!.. FİKRET — Allah versin!
KASIM (Dışardan sesi duyulur) — Eskiler alıyorum: Eski ceketler, pantolonlar, eski eşya, hurda bakır alıyorum!..
ŞEVKET — Bak, bizim eskici Kasım da, koridorun dibindeki odasına dönüyor.. Böyle, daha öğle vakti olmadan eve gelişine bakılırsa, bu sabah ticareti yolunda olmalı!
FİKRET (Aklına bir şey gelmiş gibi) — Yahu, işte alıcı ayağına kadar gelmiş iken, sen paravananı antikacıya götüreceğine şu Kasım'a satsan a!!..
ŞEVKET — Haydi gevezelik edip de beni kızdırma gene!..
FİKRET — Sen bilirsin!
ŞEVKET — İnsafsız herif, geçenlerde bize oynadığı oyunu hatırladı da, koridordan geçerken kapımızın önünde ondan bağırıyor galiba!.. Biliyorsun ya, hani senin ona iki liraya sattığın yeleğin cebinde bizim beş lira da beraber gitmişti! Sonra istedik de inkAr etti utanmadan!..
FİKRET — Doğru!
ŞEVKET — Ama kabahat sende! Ben evde yokken ne satarsın benim yeleği?
FİKRET — Sana iyilik olsun diye yaptım! Şunu satalım diyen sen değil miydin? Hem senin yeleğin cebine para koymuş olduğunu nereden bileyim? kerametim mi var? Yeleğin cebine para konur mu hiç? Fazla paran varsa bankaya koy!
ŞEVKET — Ne yapayım? Başka cebimde olursa elime çabuk geçer de harcarım korkusu ile, ihtiyat olsun diye yeleğin cebine koymuştum!
FİKRET — Ama ne ihtiyatlısın ya!..
KASIM (Dışardan sesi, biraz daha uzaktan) — Eski ceket, pantolon, eski yelek alıyorum!..
ŞEVKET — Bak şu mendebura! Bizimle sanki alay eder gibi hAlA bağırıyor! Yağlı müşterileri buldu, öyle ya!.. (Hiddetle) Ben şimdi sana el Alemi rahatsız etmesini öğretirim, terbiyesiz herif!., (Sırtında paravana ile kapıya doğru yürür. O anda kapı vurulur...)
FERİDE (Dışardan ses) — Evde misiniz? Bay Fikret, Bay Şevket?
ŞEVKET (TelAşla) — Eyvah! Bayan Feride geliyor! (Omuzunda paravana ile şaşkın şaşkın olduğu yerde döner.)
FİKRET — Ne oluyorsun yahu? Çıldırdın mı? (Kapıya doğru giderken) Buyrun Bayan Feride, buyrun! Evdeyiz!..
ŞEVKET (Şaşkın ve telAşlı) — Dur yahu, açma Allah aşkına, dur biraz... (Fikret kapıyı açar.)